23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 TEMMUZ 2004 SALI CUMHURİYET SAYFA DIZI Osmanlılar, Fransız Devrimi'nden korunabilmek için îstanbul'a giriş çıkışı bile kontrol altına aldı Korkutan devrimrüzgârlan O smanlı kaynaklannda verilen bilgi- lere göre, tıpkı Patrona HaBl veya Kabakçı Mustafa olaylan gibi salt tahta yönelik bir ayaklanma olarak değeriendirdikleri için Osmanlı ay- dınlan Fransız Devrimi'ne karşı da neredeyse tam yanm yüzyıl boyunca gözlerini >r umup kulakla- nnı tıkamışlardır zaten. örneğin, m. Setim'in sır kâtibi Ahmed Efen- di, 10 Ocak 1792 tanhli Ruzname'sınde, "Tan- n, Franstz ihtilalini de üpkıfrengiha<aahgı gibi devkt düşmanlanna bulaşonp onlan birbirine düşürerek, devleC için hayut sonuçlar nasip ey- leye, amin." diye yazmaktadır, adı "sifilisr> olan hastalık için yalnız Türklerin kullandığı "fren- gi" sözcüğüyle dil oyunu yaparak. 'FRENCİ İLLETİ' Gene Sultan III. Selim'in Reis-ül Küttab'ı (Dışişleri bakanı) Aüf Ahmed Efendi de, "Vol- tairefleRousseaudenroekfcmaruf\cmeşhııroian zındıklannve onlar misfllû dehrilerin hâşâ süm- me hâşâ ADah'a ve peygamberlere dil uzatmak, her türlü kutsalhğı yok etmek, eşitlik ve cumhu- riyetiflaneylemek için karaladıklan eserter ço- luk çocuk arasında rağbet bulup dinsizük ve fe- sadfrengiiDeti gibi yayılmıştır" demektedir. Ahmed Cevdet Paşa bile, Tarih-i Cevdet'te Fransız Devrimi'ni 19. yüzyılın ikinci yansın- da hâlâ "saHanata yönetik bir ayaldanma" ola- rak değerlendirdiğinden" Avrupalılar ihtilalin başlannda Fransızlann yaptıklannı çirkin gör- memişken, hanedanın öldürülmesi üzerine hep- si Fransızlardan nefret etmiştir" diye yazmak- tadır. Ünlü Jön Türklerden Mizancı Murat Bey de, güya "Fransızca bihneyen Osmanh aydınla- rmaFranazthtiâM'niöğreöDekwsevdirmekama- cryla" kaleme aldığı, "Tarih-i Umumi" adlı ki- tabının "tnkılâb-ı Kebir" bölümünde Fransız Devrimi'nin sözcüleri için edilmedik küfür bı- rakmamaktadır ta 1889 yılında. CoZLER KAPALI. KULAKLAR TIKALI Kısacası, Osmanlılar devrimin rüzgânndan korunabilmek için gördüğümüz kadanyla yal- nız gözlerini yumup kulaklannı tıkamakla da kalmamışlar, Îstanbul'a giriş çıkışı kontrol ede- bilmek için, 1820'lerden itibaren bir çeşit pasa- port şeklinde "mürûr tezkeresi" dedikleri bir uygulama bile başlatmışlardır. Ne var ki, eytişimsel çelişki yasası gene hük- münü yürütmüş, Yunan ayaklanmasına öfkele- nip. bu önlemlerle birlikte bnparatorluğun dış iliş- kileriru yüzyülardıryürüten Rum çevırmenlerin de işlerine son vererek çaresiz kendileri yaban- Devletin resmi dili olmadığı için yabancı kavramlara Osmanlıca karşılık bulabilmekte büyük sorun yaşanır. Örneğin, Fransa'yı kasıp kavuran "liberte" kavramı için Reşit Paşa Farsça "serbest", Şinasi Farsça "azad", Sadık Rrfat Paşa da Arapça "hürriyet"i kullanır. llk Türkçe karşılık "özgürlük" ise, tam yüzyıl sonra, 27 Mayıs 1960 devriminden sonra bulunur. yürütme ve yargı erkleriyle ilgili yeni bir hukuk- sal kavram, bir toplumsal sözleşme niteliği ka- zanmıştır. Gerçi bu aydınlar "constitution" deyimini an- lamına sadık kalarak "Kanun-uEsasi" şeklinde Osmanlıcalaşurmamış da değillerdir. Ama, Fran- sız devrimiyle de zaten ancak yanm yüzyıl son- ra bir zorunlulukla tanışıp ilgilenmiş bu Tanzi- mat aydınlannın Ingiltere'nin bu yeni yöneti- minin "erklerin aynhğT ilkesine dayalı bir ya- pıya sahip oldugunun farkına vardıklannı söy- leyebilmek ise, gördüğümüz kadanyla gerçek- ten olanaksızdır. Nitekim, "constitutional go- vernment" deyimini "Kanun-u Esasi Hüküme- ti" şeklinde Osmanlıcalaştırmak yerine, "hüke- met-imeşrutoTveya "meşrutiyet hükümeti" di- ye yeni karşüıklar uydurmuş olmalan bile bu ger- çeği tek başınatanıtlasa gerektir doğrusu.. ' D A N I Ş M A MECLisr cı dil öğrenmek zorunda kalınca, bu kez de Sa- ray"da acele açtıklan Tercüme Odası'nda özen- le yetiştirip Avrupa'ya gönderilen Osmanlı ay- dınlan dönüşte Fransız devriminin rüzgârlannı yurda taşımaya başlamışlardır, farkına bile var- madan. Örneğin, Mustafa Reşit Paşa da, 1834 yılında dil öğrenmesi için Paris'e gönderilen gençlerden biridir ve Fransız devriminin özgürlük, eşitlik, uygarlık, kültür, ulus, vatan, adalet. hukuk vb. kavramlannın birçoğunu Tercüme Odası'nda yetiştirilip Avrupa'ya gönderilmiş veyaçeşitli yol- larla gitmiş Şinasi,Namık KemaL Ziya Paşa,AH Suavigibi Tanzimat aydınlan ile birlikte Osman- lı düşüncesine taşımıştır. 'SERBESTIDEN ÖZCÜRLÜĞE... Ancak, devlerin resmi dili halkın konuştuğu dil (anadil) olmadığı için bu Frenkçe kavramla- ra Osmanlıca karşılık bulabilmekte de kuşkusuz büyük sorunlaryaşamışlardır. Örneğin. "fiberte" kavTamı için Reşit Paşa Farsça "serbesti" söz- cüğünü kullanmış, Şinasi gene Farsça "azad" de- miş, Ali Suavi Farsça "ser" (baş) ve "baz" (oy- nayan) sözcüklerinden canbaz, kumarbaz gibi "serbaz" diye yeni bir sözcük uydurmuş, Sadık RrfatPaşa ise karşılık olarak Arapça "hürriyet" sözcüğünü kullanmıştır. Azerilerin hâlâ "azad- hk" dedikleri bu kavram için ilk Türkçe karşı- lık "özgürlük" ise, bilindiği gibi tam yüzyıl son- Laisizm "çarpık demokrasimiz" ve soğuk savaş Demirtas CEYHUN ra, 27 Mayıs 1960 devriminden sonra bulunabil- miştir ancak. Örneğin, "culture" kavTamı için de, önce Arap- ça "maarif" sözcüğü kullanılmıştır. "MaariHgar- bi" deyimi Osmanlıca'da "Batı kültürü" anla- mına gelmiştir uzun yıllar. Maanf sözcüğü za- manla "eğitim" anlamında kullanılmaya başla- nınca da "irfan" denilmış, ZiyaGökaipise "hars" diye yeni bir sözcük uydurmuştur 1910'larda. Yanı. ne Osmanlı aydınının Fransız Devri- mi'nin "hümanist" özünü kavrayabilecek bir bilgiye sahip olduğunu, ne de Osmanlıca'nın zaten böyle bir dünya görüşünü kavTamaya el- vereceğini söyleyebilmenin olanağı vardır. Nitekim, Birincı Meşrutiyet'in kuramcılan Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa gibi Tan- zimat aydınlan da Ingıltere'deki bu yeni yöneti- mi salt "mecfis" olarak algıladıklan için, ''cons- titution''' ka\Tamı üzennde düşünmeye bile ge- rek görmeden, sultanın bir meclisle birlikte ça- lışmasının kesinlikle şenata aykın düşmeyece- ğıni. Kuran"ın Âli Imrân ve Talâk surelerinın bazı ayetlerinde geçen, başkalanyla da görüşme, başkalanna danişma anlamındakı "meşveret" sözcüğünün "mecüs" anlamına da geldiğini öne sürerek tanıtlama telaşına düşmüşlerdir hemen. 'CoNSTITUTION' KAVRAMI... Oysa, "constitution" sözcüğü de, insanlığın si- yasal gündemıne anayasa anlamında ilk kez Fransız devnminden sonra girmiş laik kavram- lardan biridir. Örneğin, hukukçularca verilen bilgilere göre, "Diritto Constituzionale" {Anayasa Hukuku) adıyla da ilk kez ders programlanna Italya'da Fer- rara Üniversitesf nde, Fransız devriminden son- ra 1797'de alınmıştır. Fransa'da da 1834"ten son- ra "Droit constitutionnel" adıyla okutulmaya başlanılmış. ancak ffl. Napolyon tarafından ya- saklanan bu ders, programa yeniden III. Cum- huriyetin kuruluşundan sonra 1878'de gırebilmiş- tir ancak. Görüldüğü gibi *temd,kuruhış,temel yap^gövdevb." anlamlanna gelen bu Latince söz- cük, Aydınlanma dönemini başlatan düşünür- lerden Locke'ın XVII. yüzyıl sonlannda günde- me getirdiğı "erkkrin avTihgı'' kuramıyla, Ingi- lizlerin "constirutional go\ernment" dedikleri, Fransi2 devriminden sonraki çağdaş (laık) dev- let anlayışının da belkemiğini oluşturan yasama, Çünkü, Arapça "şart" kökünden türetilmiş, "şarth,bir şartabağfa" anlamındakı bu "meşru- ta" veya "meşruti>«t" sözcüklerinin ne anaya- sa kavramıyla, ne de "eriderin aynhğı'' ilkesiy- le anlamsal bir işliği vardır. Örneğin, "meşru- ta" sözcüğü, "ilk sahibi taranndan saübnamak koşuhıyta mirasçılara bn-akdmış ev, arsa" anla- mına gelmektedir Arapçada. Gene, bilindiği gibi bir koşula bağlı olarak serbest bırakılmaya da "meşrutentahfiye" denil- mektedir hukuk dilinde. Osmanlı aydınlan da 1878'de kurduklan buye- ni yönetim biçimıne "meşrutiyet" adını "suİta- nın danişma kurulu nitefiğindekibir meclisle be- raber çahşmayı kabul etmesi, çahşmava söz ver- mea" anlamında kullanmışlardır zaten. Nitekim, hazırladıklan 1876 Kanun-u Esa- si'sinde de, görevi "De\1et-i Alhyenin idare-i umumiyesini yürütecek ka\anin ve nizamabn usuhi esasiyesini müzakere etmek" diye tanım- lanarak, Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın zaten salt yöntem tartışmalannın yapılabileceği bir "danişma mectisT olduğu açık açık belirtilmek- te ve gerek şer'i gerekse örfi yasama yetkisinin devrinden kesinlikle söz edilmemektedir. Bu nedenle, "şartiı yönetim" anlamındaki bu Osmanlıca "meşnıtiyet" deyiminin bir başka dilde karşıhğını bulabilmek de olanaksızdır. Ama, aydınlanmız meşrutiyet sözcüğünü hâlâ "erkJerin aynhğı ilkesine davah anayasah mutia- layetyönetimi" anlamında kullanmakta hiçbir sa- kınca görmemektedirler ne yazık ki... Yarın: Soğuk Savaş ve Türkiye İki partili tahterevalli* • Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 17Kasım 1924te kurulduve dokuz ay sonra kapatıldı. • Serbest Cumhuriyet Fırkası 12 Ağustos 1930'da kuruldu ve üç ay sonra kapatıldı. • 18Temmuz 1945'te Millî Kalkınma Partisi'nin kurulmasına izin verildi. • Celal Bayar ve Adnan Menderes ise Demokrat Parti'yi kurdu. • Çok partili döneme geçiş, 1946'da oldu. • 1946 Temmuzu'nda Mecliste CHP ve DP'den oluşan iki parti vardır... • 14 Mayıs 1946'da Türkiye Sosyalist Partisi, 20 Haziran 1946'da da Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kuruldu. Her iki parti de 16 Arahk 1946'da kapatıldı. Çeşitli dönemlerde kurulup kapatılan partilerden sonra Meclis, 1946'da artık CHP ve DP'den oluştu Çok partili döneme sancıh geçiş M ustafa Kemal'in buyruğuy la 17 Ka- sım 1924'te kurulan, ancak Doğu Anadolu'dakı ayaklanmalar yüzün- den 9 ay sonra kapahlmak zorunda kalınan "Terakkiperver Cumhuri- yet Fırkası'' ile 12 Ağustos 1930'da kurulup, gene devletın laık niteliğıne yönelik giri- şimlerin hızla artması yüzünden üç ay sonra kuru- culannca dağıtılan "Serbest Cumhuriyet Fırkası" denemelerini saymazsak, çok partili parlamenter düzene geçişimiz de, bilindiği gibi tam 70 yıl son- ra, 1946'da olmuştur. Ve ilginçtir, tıpkı Birinci Meşrutiyet'in Mithat Paşa ile birkaç arkadaşının kişisel özverilerinin ürü- nü olduğuna inanılması gibi, 1946 Temmuzu'nda anıden çok partili düzene geçişimizin de İsmet Pa- şa'nın "demokrasiâşığı" kişiliğinden kaynaklandı- ğından sanki hiçbir aydmımızın kuşkusu yoktur. DlŞ ETKENLER... Ama, ülkenin içinde bulunduğu koşullara ve 1946'da kurulmaya çalışüan Meclis'inyapısına şöy- le kabaca bir göz atılınca bile, bu gelişmelerin ne tür dürtülerin zorlamasıyla gerçekleştirildiğini bü- tün çıplaklığıyla görmemek de sanınz olanaksızdır. Örneğin, Ismet Paşa'nın çok partili düzene geçil- mesine 1944 \ılı sonlannda karar verip, 1945 yılı başlannda daha savaş sürerken 19 Mayıs Bayramı söylevinde damdan düşercesine "demokrasiden'' söz ederek açıklaması bile, bu kuşkuyu yeterince doğ- rulasa gerektir doğrusu. Çünkü, Almanya 7 Mayıs 1945 'te gerçi teslim ol- muştur, fakat savaş Uzakdoğu'da tüm şiddetiyle sür- mektedir ve 6-9 Ağustos 1945'te de Hiroşima ile Na- gazaki'ye atom bombası atılarak insanlık tarihinin en büyük cinayetleri işlenmiştir. tkınci Dünya Sa- vaşı ancak üç buçuk ay sonra 1 Eylül 1945'te sona ermiştir. BATILILAR SICAK BAKMAZ... Unutulmamalıdırki. Türkiye savaşagjrmemek için güya iki tarafa da eşit uzakhkta duruyormuş gibi dav- ranmaktadır ama, ırkçılığa sempatiyle bakan Refık Savdam ve Şükrü Saracoğhıhükümetlerinin, Alman donanmasının ticaret filosu adı altında Karadeniz'e çıkmasına göz yumulması, krom satışı ile ilgili giz- li ticaret antlaşmalan imzalanması vb. gibi uygula- malarla Hhkr'den yana bir politika izledikleri de bi- linmektedir. Nitekim bu yüzden Batililar İsmet Pa- şa'ya pek de sıcak bakmamaktadırlar. may Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ile Yüksek Askeri Şûra üyesi General Asım Gündüz'ü emekli edip, ardından 3 Mayıs 1944'te de sanki Roose- velt'e, uygulanan u"kçı politikalann sorumlulannı cezalandınyormuş gibi bir mesaj iletirmişçesine Zeki Vetidi Togan, Nihal Atstz, Hasan Ferit Canse- ver, Reha Oğuz Türkkan. Alpaslan Türkeş gibi ün- lü ırkçılan tutuklatmıştır hemen. Normandiya çıkar- masının ardından 16 Haziran 1944'te de, krom sa- tışının ve Alman savaş gemilerinin Karadeniz'e çık- masının tek sorumlusu imiş gibi Dışişleri Bakanı Nu- man Menemencioğhı'nu görevden almışnr acele. Coı Örneğin, Prof. IVh'azi Berkes de anılannda, Tür- kiye'ye silah yardımı yapılması önerilerini Roose- velt'in, İsmet Paşa'ya verilecek her kurşunun er geç faşistlerin eline geçerek kendi askerine yönelece- ğine inandığı için geri çe\irdiğinı ima ederek; "Ta- rafsızhk görüşüne rağmen MilB Şefin paşalarnun Nazi eğilimli olduklannı tngilizJer de bilhorlardL", "Roose\«ftzaten eskidenberiTürkçe'j'c karsndı (_) Amerikahlar.oaşamadaVulîŞerinTürki>ç ; siniFran- ko tspama'sı ile bir tutuyorlarth. Kendileri Türki- ye'ye yardım etmevi düşünmedikleri gibL Ingjte- re'nin bu yoldald teküflerini de geri çeyiriyorlardL", "tngütere, ABD yardmıı programuun Türkiye'ye de genişletflmesini istediği zaman Amerikan Dışiş- leri Bakanhğı böyle bir yardımı Franco'ya >ardım ernıeye benzetmişti. Fransa'va sanlacak olan kro- mun, 9 Kasun 1941'de Nazi hükumeti ile yapılan ti- caret anüaşmasıyla Ahnanya'ya gönderihnesi yü- zünden ABD elçbi MacMurray de bundan böyle Türkiye'ye ancak demokrasi koşulu\la yardun ya- pdabüeceğini bildinnişti" diye yazmaktadır. Hiç kuşku yok ki bu nedenle de, Amerikalılar ge- rek24 Haziran 1944'te tam 44 ülkenin çağnldığı IMF ile ilgili Atlantic City'deki ön toplantıya; gerek bir hafta sonraki 1 Temmuz 1944 tarihlı IMF antlaşma- sının imzalandığı Brerton VVöods'taki toplantıya; gerekse gene aynı yıl 21 Ağustos 7 Ekim 1944 gün- leri arasmdakı Bırleşmış Milletler'in kuruluşu ile il- gili Dumbarton Oaks'taki ilk toplantıya Türkiye'yi çağırmamışlardır. RoSEVELTIN CÜVENİNİ KAZANMAK Oysa. 6 Haziran 1944'teki Normandiya çıkarma- sı başanyla sonuçlanmış, Amerikan tanklan artık Aknanya'ya doğru ilerlemektedir, yani savaşın so- nu gözükmüştür. Dolayısıyla İsmet Paşa'nın da, iki yanlı politikadan acele vazgeçip Roosevelt'in gü- venini kazanmaya çalışmaktan başka unıan yoktur. Mutlaka bu nedenle de, daha 1943 yılı Aralık ayında Roosevelt ve Churchül ile görüşmek üzere Kahire'ye giderken, hem Varlık Vergısı'ni ödeye- memiş Yahudileri bağışlamış, hem de Aşkale'ye sürülmüş Yahudilerin serbest bırakılmasını sağla- mıştır. 1944 yılının ilk günlennde de önce Genelkur- >K PARTİLİ DONEM MUJDESI Şubat ayında toplanan Yalta Konferansı'nda 1 Mart 1945 tarihine kadar savaşa katılmayan ülke- lerin Birleşmiş Milletler'e kurucu üye yapılmama- sına karar verildiğirü öğrenir öğrenmez de, 23 Şu- bat 1945'te hemen savaş ilan etmiştir Almanya ve Japonya'ya. Ve, iyi saatte olsunlar tam bu sırada Pa- şa'nuı sırtını bir daha sıvazlamış ve Roosevelt ani- den öbnüştür 12 Nisan 1945'te. Gerçi, Roosevelt'in gözüne de artık girilmek üze- redir, 25 Nisan 1945'te San Francisco'da başlaya- cak Birleşmiş Milletler'in kuruluş toplantısına Tür- kiye de çağnlmıştır. Ama. Ismet Paşa bütün bunla- ra karşın, çok partili düzene geçileceğini hemen açıklayarak gene de Büyükelçi Mac Murray'in ko- şulunu da yerine getirmiştir. İKİ PARTİLİ MECLİS Savaş daha sürerken de, güya çok partili düzene geçilerek hem 18 Temmuz 1945'te NuriDemirağ adlı bir işadamının "MflKKalkınmaPartisi'' adlı bir parti kurmasına izin verilmiş, hem de Celal Bayar ile Adnan Menderes "Demokrat Parti" adında bir parti kurmakla görevlendirilmıştir sanki. Fakat il- ginçtir, yönetimin gerçekten demokratikleştirildiği- ni sanan Marksistler de, 14 Mayıs 1946'da "Türld- ye Sos>'alist Partisi"; 20 Haziran 1946'da da "Tür- kiyeSosyıalistEmekçive KöylüPartisi'' adıyla iki par- ti daha kurmuşlardır. Gördüğumüz kadanyla Amerika'nın güveninin pe- kiştirilmesi açısından bu olaydan da ustaca yarar- lanıhnış, temmuz ayında acele yapılan göstermelik bir seçimle Meclis artık CHP ve DP'den oluşan gü- ya çift partili demokratik bir Meclis haline getirilir getirihnez her iki parti de 16 Aralık 1946'da acele kapatılmış ve bir "komünisttevkifotı" ile bütün yö- neticileri, ileri gelen üyeleri tutuklanmıştır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle