22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 OCAK 2002 PAZAR DtZt Komünist devletlerin ekonomileri, 70 'li yıllarda ve 80'lerin ilkyarısında, "pek ciddî sıkıntılara " uğradıSiyasal ve iktisadi tıkanıklıklar1950-1970 yülannın dünyası, hare- ketsiz olmadığı gibi banş içinde de de- ğildir; bunalımlar ve uyuşmazhklar bir- birini izler ve tehlikelidirler hepsi de. öyle de olsa, Birleşik Devletler'le Sov- yetlerBirliği'nin ağırağır yerleştirdik- leri çifte tekel, tam olmasa ve dönemin sonlannda tartışılır hale gelse de dün- ya kamuoyuna, belli bir istikrar ve den- genin bulunduğu izlenimini verir. Ne varJd, bu görece ferahlaücı hava, 1950- 19701i yıllann dünya dengesinin iki sü- tunundan birinin ani çökûşüyle tartışı- lır hale gelir. Cepheden bir saldınya uğramadan sadece içenden aşınmasıy- la, komünist sistem 80'li yıllar boyun- ca erir. Şaşırtıcı bir olaydır bu; o kadar ki, HenriKissmger buna bakıp şöyle di- yecektır: "Dünyada hicbir güç, askerî bir v-enilgi ohnadan, bu çapta ya da bu kadar hızn çökmenuştir!" Söz konusu yıkılışın yol açtığı büyük sorular var. Başta geleni de şu: Neydi bu ani çözülüşün nedenleri? Slstemln başanlarım unutmadan... Işin kolayına kaçıp daha baştan kes- tirip atmak ıstenmiyorsa, yüalışın kay- nağındaki etkenleri sıralarken, siste- min başanlannı da bellekte tutmalı. Gerçekten, bu başanlar tarnşümazdır. Büyük komünist devletlerin yönetici- leri, başta da Brejnev, bu başanlara da- yanıp -Üçüncü Dünya'da komünist il- kelerin çekiciliğinden de yararlanarak- nüfuzlannı dünyanın büyük bir bölü- müneyaymışlardır. 1970'li yıllarda bi- le, içerdeki güçlükler diz boyu iken, Sovyet, Küba ve Vietnam birlikleri de saldınlara kalkıyorlardı. Şunu da unut- mamalı: Dünyanın fethi uğnına ild üs- tün gücün -biıbirine karşı- verdiği aman- sız kavgada, Sovyetler Birliği ile uydu- lan, kimi gözlemcilere göre, partiyi kazanacak görünüyorlardı. Komünist askerî cihazın, 1962-1972 yülannda stratejik süahlarla donanırken, Batı'yı nasıl büyüledığı de unutulmasın! Evet çöküşün eşiğinde "komünist yapmın dış görünüsü" pek çekicidir. On dört komünist ülke, 1970'lere doğ- ru, birmilyar iki yüz milyona yakın in- sanıyla, yani insanhğın neredeyse üç- te birine sahip insansal ve ekonomik po- tansiyeliyle, baş döndürür durumdadır. öte yandan, yeminli düşmanlan birya- na, hiç kimse, komünist rejimlerde -eğitimden sosyal güvenliğekadar- dev- letin halka sağladığı "sosyal kazanım- tan" küçümseyemez. Ne var ki uzun sü- re sistemin şöbretini sağlayan bu başa- nlar, alabüdiğine çaptan düşmüşlerdir. 70'li yıllarda ve 80'lerin de başlannda, sosyalist ülkelerin gerçek durumu üs- tüne -Samizdat'tan ya da Batılı gızlı servislerden kaynaklanan- kaygüandı- ncı haberler dolaşmaya başlar. Başta si- yasal ve iktisadî tıkanıklıklar vardır. Slvasal tıkanıklıklar Komünist ülkelerin sistemini etkile- yen çeşitli ükanıklıklararasında, o yıl- larda şu üasi pek önemlidir: Halkın, ik- tidann kullarumına "gerçek bir kab- kmdanyoksun" oluşu; söz konusu ik- tidan "partinin sürekli tekefinde" tut- ması. Leninist uygulamanın doğrudan sonuçlan olan bu nitelikler, ashnda ye- ni olrnayıp, zamanla ve kimi yönetici- lerin otoriteryönelişleriyle, gözleri ür- ISovyetler Birliği Niçin ve Nasıl Çöl SERVER TANILLI malarhale gelmişlerdi; ve dünyada ço- ğu devletin geçirdiği evrim göz önün- de tutulursa, çağdışı bır niteliğe bürün- müş ve komünist ülkelerin siyasal ya- pısına da köhneliğin damgasını vuru- yorlardı. Gitgide olumsuzlaşan bu gö- rimüşe bir örnek vermek gerekirse, 1980'lerin başmda Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin genel sekreteri- nin seçımini göstermekyeter Dönemin ild büyük süper gücünden birinin ba- şına, dünyanın şaşkın bakışlan önün- de, arka arkaya pek yaşlı, takattan düş- müş ve neredeyse yatalak insanlar ge- tiriliyordu. Gerçekten, komünist dev- letleri yöneten ve hem sosyal bem si- • Komünist ülkelerin sistemini etkileyen çeşitli tıkanıklıklar arasında, o yıllarda şu ikisi pek önemlidir: Halkın, iktidann kullanımnıa "gerçek bir katılımdan yoksun" oluşu; söz konusu iktidan "partinin sürekli tekelinde" tutması. şişme, parüde daha demokratık bir iş- leme adına değildir; girenlerin pek bü- yük çoğunluğunun (rütbesizler) ağırh- ğı devede kulaktır ve partinin sorum- lu üst tabakası ile devletin yukardaki kadrolannı oluşturanlar, bir seçkın züm- redir. öte yandan, kimi insanlar, ikti- dann kullamlmasını tekellerine ahrlar yavaş yavaş. Özellikle Sovyetler Birli- ği'nde, bölge sorumlulan, Merkez Ko- mitesi'nde olduğu kadar kendi yörele- rinde de, Stain'in ölümünden beri, par- tinin Birinci Sekreteri'ni seçmede ke- sin nüfuz sahibi olmuşlardır: Nitekim 1957'deKruşçev'ikurtanr, 1964'tesaf- dışı eder, Brejnev'i sürekli destekler ve oluru elde ediliyordu. Büyük bakanlık- lar (Dışişleri, Savunma, Güvenlik...) doğrudan doğruya Siyasal Büro'ya ve Genel Sekreterlik'e bağlanmıştı. 1977'de yayımlanmış Yeni Anayasa, partinin bu yetkiler tekelini resmîleş- tirirve onu, "ayasalasteminmerkezöğe- si" yaprp çıkar. (m.6) ilctlsadîtılcanıMıMar Komünist devletlerin ekonomileri, 70*li yıllarda ve 80'lerin ilk yansında, "pekddffigkmtıbu-a" uğrarlar; ne var ki ülkelerin gelişmişlik derecelenne göre çeşitli biçimlere bürünür bunlar. Komünist dünya, özeOikk de onun ild bfiyûk kutbu ofam Sovyetfer'le Çin, bu 701i yıllar- da, "yeni teknolojflere uymada açık bir uyumsıızhıli'' içinde- dûier; yalnız silah sanayisnıde değfl, hetnen tüm ekooomi ve ifcdsim ahuüarmda boyiedir. yasal bir demokrasi kurmaya yaraya- bilecek anayasa ilkelerine, bu arada ge- nel oylu seçim kurahna karşın, halk kaülımının gerçekleşmesinde elle tu- tulur hiçbir ilerleme kaydedümemişti. Partinin oluru olmaksızın, hiç kimse bir sorumlu göreve aday olamıyordu, ay- m göreve birçok adayın gösterümesi- ninkapısıaralanmamıştıbile... Sistem, bir demokratık duman perdesinin arka- smda gizlenmiş bırtakım uygulamala- nn içinde donup kalmış gibiydi; o uy- gulamalar ise halkın çoğunluğunu -edilgin ve siyasal sürece kayıtsız bir halde- iktidardan uzaklaştuıyordu. Halkın katıhmı, partinin içinde de etkili değildir. Parti, tersine, tek başı- na "her şeye karar verme" ve "her şe- yi yönetme" iddiasını sürdürür durur. Kuşkusuz, çoğu ülkede (Polonya, Al- manya, Çin) partiye girişin kapüan ola- bildiğince açıknışnr. Sovyetler Birliği Komünist Partiside, 1964'le 1983 ara- smda yüzde 64 artrmştır. Ne var ki bu 1985'te de Gorbaçev'e onlar arka çı- karlar. Her komünist devletin başındaki "PartiGeoelSekreteri" ise kendısını ik- tidarageûrenlere minnetborcunu unut- muyordu. Bunun gibi, Siyasal Büro ile Genel Sekreterlik üyeleri, debdebe ve ayncahklan olan birer senyör durumu- na gehnişlerdi. Böyle bir ortamda, grup- lann ve hiziplerin haşarat gibi çoğal- malan ve ikn'dann tepelerini birkral sa- rayına dönüştürmeleri işten değildir; nitekim, Sovyetler Birliği'nde olan da oydu. Durum bu iken, bu parti oligar- şisi, kalabahk bir bürokrasiye dayana- rak ülkenin siyasal bütününü denetle- me iddiasındaydı. Parti, yülarca yasa- ma ve yürütme görevlerine el atmak- tan geri durmadı. Polıükanın genel doğ- rultulannı -kendi görevi olarak- belir- lerken, her iki organı "vesayet" altına da almaya kalkıyordu yanlış olarak. Bakanlar Kurulu'nun aldığı az çok önemli her karariçinöncedenParti 'nin Öyle olduğu ıçindır ki bir Vietnam ile bir Macaristan'ı karşılaştırmak pek güçtür: Biri, korkunç bir savaşın altüst ettiği bir ekonomiyi azgehşmişlikten çı- kanna çabasındadır; öteki, Bab'nın sa- nayileşmiş ülkelenninkine çok yakın ik- tisadî sorunlarla başbaşadır. Çin'de, Mao'nun felâketli girişim- lerinin sonucu olarak tıkanıkhklar pek erkendenbaşgösterir 'llerKeDoğraBû- yûk Sıçrayış", 1960'tan başlayarak, ekonomiyi tam birkaos içine atar, "Kul- türDevrimi"ise 1966'dan başlayarak, sanayi üretiminde büyük bır düşüşe yol açar. Ne var ki Çu Enbu-Ding Şiaoping ekibinin aldığı enerjik önlemlerle, eko- nomi oldukça hızla yeniden yoluna ko- yulur. Sovyetler BırlığT nde tt frenlememe- kanpmahn" daha dağuukar. 501i yıJ- lardan başlayarak, lcalinnTna hin gitgi- de düşer, sonra 1974-1979 yülan ara- smda tükenir. Sanayi üretimindeki ar- uş oranı da 1980'den sonra, yüzde 8'den yüzde 4 dolayına iner. 1975'ten başla- yarak yaünm oranlannda da başdön- dürücü bir düşüş görülür ve açılan bır "oyuk"la 1979'da sıfir kalkmmaya va- nlir. Doğu Avnıpa ülkelerinde, özeUikle de 1975'ten başlayarak, "dnuunizmin dramatik dûşûşü" (W. Brus) görülür. Sovyetler Birhği'nde olduğu gibi, ulu- sal geürde kalkınma oranı alabildiği- ne düşer. En erkenden dibe vuran Po- lonya'dır; 701i yıllarda gelişmelere kar- şı ciddi bir dırenış gösteren Yugoslav- ya da 80'li yıllarda sert rüzgârlara kar- şı koyamaz. Neydi dış etkilen bu iktisadî tıka- nışlann? Dış etkiler arasmda, 70'li yıllarda dünya çapındakı bunahmın etkilerini göz önünde tutmah. Söz konusu buna- hm, dışardan getirtilen ürünlerin fıyat- lannın pek yüksehşi ve kapitalist dün- yanın sipanşlennde de genleme yü- zünden, komünist ülkelerin dış ticare- tini alabüdiğine sarsmıştır. Bunahmın çarpması. küçük devletleri daha da sen- deletir. Aynca bunalım, görece gergin bir uluslararası ortamda çıkagelir. Orduve dışpolitika için seferber edi- len ınsan ve donanım kaynaklan, ağır- hklannı hep duyuruyorlardı; 1960'h yıllarda, bu yük ezici olup çıkar ve Ko- re, Vietnam, Küba ve hepsinden önce de Sovyetler Büiiği için, iktisadî kal- kınmada bir köstek hahne geur. Sov- yetler'de askerî giderlerin artışı ulusal gelirdeki arnştan çok daha üerde sey- reder. ÖzeUikle Brejnev döneminde böyle- dir. Gorbaçev, anılannda bu durumun nasıl boğucu olduğunu söyler durur. Silahlanma, hafifleyecek yerde RRe- agan'ın ŞıkhzUr savaşı" dıye büinen progranunı açıklamasıyla daha da yo- gunlaşır; öyle olur, çünkü söz konusu savaş, Sovyetler'in zatentiknefesolduk- lan bir alanda pek yüksek bir teknolo- jiyi gerektiriyordu. Komünist dünya, özellikle de onun iki büyük kutbu olan Sovyetler'le Çin, bu 70'li yıllarda, "yeniteknotojiereny- mada aqk bir uyumsuztak" içindedrr- ler; yalnız silah sanayisinde değil, he- men tüm ekonomi ve iletişim alanla- nnda böyledir. Baü'yla aralannda bir çukur kaalmaya başlar. Aynı dönem- de ise dünyanın öteki bölümleri iktisa- dî geüşmelerinde bir hızlanışı başlat- mış bulunuyorlardı. Son olarak, diplo malılann sayısındakı arüşa ve onlann heyecan ve sabırsızlıklanna karşın, ki- mi alanlardakı hantallıklar (merkezi planlama, bürokratizasyon, işletmele- rin özerkliğe sahip ohnayışlan) öyle- sinedirki, sistem kendi kendisini refor- ma uğratmakta yetersiz kaur. Gorbaçev 'Amtar'ında, eski dogma- lara körii körüne yapışıp, dış dünyada- ki değişfldikleri görmeyerek Sovyetlerle dünyaarasındabiruçurumu dahada de- nnleştmrken ülkeyı de bir çıkmaza sokmakla suçlayacaktır Brejnev döne- mini. Ama onun kadar vahim olanı şu- dur: Uçurum, yalnız dış dünyayla de- ğildir; girişimden ve yenilikten aciz ve bir asgarî Irailnnma ve gönenç düzeyi sağlayamayan Mdarla. gitgide doyum- suz ve sabırsız hale gehniş srvil toplum arasındadır da uçurum. YARIN: SİVtL TOPLUM- İKTtDAR ZITLIĞI BİR YOL HtKÂYESİ TAYFUN TALİPOĞLU Dlan Vatandaşa Oldu!..' "Karyağdı da böyle olmadı" elbette. Son dönemler, vatandaşa yakın olduğunu kanıtlama çabasındaki basın, birçok haberde benzer başlıklar atmakta. Kim bu "vatandaş?" Bunu açıklasalar iyi olacak. Yani dün karda simitçiler kaJdı da sanayiciler kalma- dımı? Vakıflar'daki memur işine giderken güçlük çekti de o ilin valisi çekmedi mi? Yine popülizmin iğrençliğinde yitip giden haberler yazılıyor. "Kahve ağzı" medyayı esir alıyor "Ankara ve Istanbul valileri, meteorolojinin tahminlerine inanmamış, cuma günü okullan tatil etmemiş, buyüzden çocuklanmızyollardasersefilolmuşlar..." Bu doğru ama asıl sorun, devlet kurumlannın bile birbirine güvenmediği bir ülkede, kar yağsa da yağmasa da yaşamak... "Peki bunu nasıl başanyonız" diye hiç sorguladınız mı? O "olan oldu" denilen vatandaş "vatandaş olmadığı" ve "bunun farionda olduğu"ndan, avanta ve yağmacılık üzerine bina edilen bir ekonomide herkes, sistemin kıyısından köşesinden bir şeyler tırtıkladığı için tepkiter, yaşanan günün zorluğuna göre şekillenip unutulmak- ta. örnek, ekranda ve gazetelerde. Efendim, araçlara zincir satanlar, fahiş fiyatlar istiyoriarmış... Istanbul'da zincir bulunamamış... Muhabir arkadaş mikrofonu tutunca, değişik ses tonlannda bu söylemleri dinliyoruz. Yimni beş milyon liralık zincir seksen doksan milyon liraya satılıyormuş. Halka hoş görüneceğiz ya, muhabir, "sözde" vatandaşa: (bu 'sözde' kelimesini ilk defa sevdim) "Trafık kurallanna göre bunu aracında zaten bulundunvak zonındasın, daha önce niye almadın" diye sormayacak ya da trafik muayenelerinin yapıldığı yerlerden araçlar nasıl geçiyor, araştırmayacak. Kar yağınca "falan kent kara teslim..." gibi bin yıllık bir başiık atacak. Aslında herkes ne yaptığını biliyor da onun için tepkiler gündelik kalıyor. Ankara'nın orta yerinde, trafikteki bir tartışma nedeniyle magandanın biri bir üniversite öğrencisinin kafasını baltayla parçalayıp kaçıyor. Çocuğa kimse yardım etmiyor, seyrediyor. Çocuk, o haliyle direksiyona geçip hastaneye gidi- yor. "Nesebi gayh sahih baltalı maganda" plakasından bulunuyor. Bir tek tanık yok, mahkeme serbest bırakıyor. Bu insanlara vatandaş demeye dilim varmryor. Kar yağmadan da olan olmuş. Fırtına, kar, sel gelir geçer ama bu "kalabalığın" vatandaşlık görevlerini yerine getirip haklannı isteyecegi günlerin zor geleceği görünüyor. Işte ben onun için şu "bir şeyler olan" vatandaşı an- yorum. Var da ben mi göremiyorum? Kim kimi suçluyor, kim işini doğru yapıyor? Üç beş gün feryat figan, sonra her şey unutuluyor. Çünkü ülkede herkes çapına göre avanta anyor. Tatil demişken, söylemeden geçemeyeceğim. Türkiye'nin çeşitli yerlerinden, zaman zaman "haklı olarak" iş talepleri geliyon "Talip Ağabey, bizim çocuk için, aklında olsun..." Üzmemek için, imkânsızlıklardan söz edemeyip, "Sana çocuğun mesleğini, becerilerini yazsan..." diyorum, gelen yanıt üç aşağı beş yukan aynı: "Bir mesleği yok ama devlet işi olsun, güvencesi var, tatilivar..." İş bulduk, kaldı devlet... Bu noktada kopuyorum: "DeWef tükendi, deniz bitti, avanta dönemi son buldu" desem de aldıran yok. Ama sormak istiyorum, bilen varsa bana yazsın. "Çalışmaya başlamadan tatil düşünen başka bir ulus var mı?" Bu yüzden daha çook kar yağar. önemli olan "nereye" yagdığı, anlaşılan. faks:0312 467 www.bamteli.tv [email protected] Rektör seçîmi ve ötesi (IV) Prof. Dr. GENÇAY GÜRSOY Oysa YÖK'teki sıralama, önceden mu- tabakat sağlanmadan yapılan gizli oylama- larda her zaman rastlanabüen bir tersliğin sonucuydu. En az oy olan aday aradan sıynhnıştı. Evet YÖK üyelerinden bir kıs- mı Aknüdaropu'na oy vermemislerdi ama, Alemdaroğlu yandaşı daha büyük kısmı da, 886 oy alan Paıiak'a oy vermemisler- di. Nitekim Parlak ancak 4. turda hsteye girebiknisti. YÖK'teki bir komplodan söz edilecekse, bunun hedefı Prof. Alemda- roğlu'ndan çok Prof. Parlak olabilirdi. Zi- ra o, neredeyse sıralamaya bile giremi- yordu. Alemdaroğlu yandaşı köşe yazar- lan nedense bundan hiç söz etmiyorlardı. Kaldı ki Alemdaroğlu'nu destekleyen YÖK çoğunluğu, 1. turda Prof. Uçak'a iki oy eksik vererek Alemdaroğlu'nu birinci sıraya pekâlâ getirebüirlerdi. Ancak YÖK oylaması ile ilgili olarak Cunhurbaşka- nı'nı yönlendirmeye çalışan köşe yazar- lannın söz etmedikleri başka bir şey da- ha vardı: YÖK Genel Kurulu'nun rektör adayla- nnı seçmek üzere yaptığı toplantının ba- şında, Prof. Burhan Şenatalar, önce Prof. Alemdaroğlu hakkmda ortaya atılan ve komuoyuna yansıyan < intihal" iddiasının görüşülmesini, konunun tarafsız birkomis- yon tarafindan incelenerek sonuca bağlan- masını, seçimin daha sonra yapümasını önermişti. Böyle ciddi bir iddıa söz konu- suyken objektif bir oylama yapılamazdı. Genel Kurul çoğunluğu çeşitli gerekçeler ileri sürerek bu öneriyi reddetti. Böylece YÖK'teki oylamanın ana behrleyicisi, or- tada bırakılan "intihal" iddiası oldu. Oy- lamaya böyle bir atmosfer içinde geçildi ve büinen sonuç ortaya çıktı. Şimdi acaba Alemdaroğlu tarafindan en ağır suçlamalara hedef olan, çoğu Is- tanbul Üniversitesi'nden aynknak zorun- da kalan YÖK üyelerinin, Alemdaroğ- lu'na oy vermemelerini "demokrasivebi- hmsel etik" adına eleştirenlerin, bir rek- tör adayı hakkında ortaya anlan *intihal" iddiasından hiç söz etmemelerini, ne tür etikya da estetik değerlere göre açıklama- lı? Bu iddiaya konu olan kitabı incelediler (ya da incelettiler) de "intihal" suçlama- sının doğru olmadığı sonucuna mı vardı- lar? Eğer böyleyse, en azından Çumhuri- yet Biüm-Teknik'te, konunun uzmanlarm- ca, örnekler gösterilerek ortaya konulan deliller kafalannda bir kuşku uyandınna- dı mı? Söz konusu kıtabın Alemdaroğlu dışındakı sorumlulan tarafindan yapılan açıklamalann hiçbirisi doğru çıkmadı: "Alemdaroğluvuzar değfledttördü" dedi- ler, hem editör hem de bölüm yazan ol- duğu ortaya çıktı. " Yaymevmden izin al- dık" dediler, izin almadıklannın yazıh belgesi ortaya çıktı. "Kitap değfl broşûr- dûr" dediler, 226 sayfauk kitap olduğu or- taya çıktı. "Pansz dağrtdıyorn dediler, kitapçılarda satıldıgı ortaya çıktı. Ashnda köşe yazarlannınbütünbunlar- dan haberdar olduklannı, herhangi bir Ba- ü ülkesınde böyle bir iddıanın "örtbas" edilemeyeceğini çok iyi bildiklerini ve bunlan hiç umarsamadıklannı biliyorum. Tıpkı Istanbul Üniversitesi öğretim üye- lerinin ve YÖK üyelerinin çoğunluğu gi- bi. Çünkü yazının ta başmda belirttiğim gibi üniversitelerimizdeki "bflünsei" ya- yınlann önemli bir bölümü "örtülû inti- hal", azımsanmayacak birbölümü de "açric intihal'? dır. Yani bu suç öylesine yaygın- dır ki artık suç olmaktan çıkmıştır. Bugü- ne kadar ortaya çıkan "açıkintihaTler, en pervasız ve en özensiz olanlandır. Prof. Alemdaroğru ve arkadaşlarmın, iddiaya ko- nu olan kitabındaki cümleler, bire bir çev- rileceğine, biraz değiştirilseydi; şemalar aynı basılacağına, benzeterek yeniden çi- zilseydi ve arkasına da göstermeükbirre- ferans konulsaydı, kim bunun 'intihal" ol- duğunu ileri sürebüirdi? Iddia odur ki, söz konusu kıtapta bu kadarcık özen bile gösterümemiştir. Ancak Doğramacı'run kitabının açık bir tt intihal" olduğunu yazan zavallı Prof. HasanYazKi'yı,Türkadaleti lOmilyarli- ra tazminata mahkûm etmemiş midir? Hem de uzmanlann yazdığı kapı gibi bı- hrkişi (!) raporuyla. Evet etmiştir. Etmiş- tir ama.. 20 yıl sonra orijinal kitabın ya- zannın dul eşınden gelen ve basına da yansıyan mektup, sadece Doğramacı'nın ve YOK'ün değil, bu tür iddialann üstü- nü örtmeye çahşan tüm öğretim üyeleri- nin ve köşe yazarlannın da suratına bir to- kat gibi inmiştir. Ash Doğnunaa'ya ve kopyalan, Prof. Hazan Yazıcı'ya ve bir- kaç köşe yazanna gönderilen 28 Kasım 2001 tarihli bu mektupta, Doğramacı 'nm kitabının, eşi Benjamin Spock'un eserin- den "rtnpfrinr «ynkhgmı" uzmankurum- ilarca tesbit ettirdiğini behrtiyor ve Doğ- ramacı'dan özür dilemesini istiyor: "ller- de sizin ülkenizde veya benim ülkerade böyfc ablaksB davranışiara tevessül ede- büecekvazarlara örnek obcakdûrüst bir âzürtidq>edbwum"(MuratBelge, 16Ara- hk2001Radikal). Büyük bir olasüıkla Prof. Alemdaroğ- lu, editörü ve yazan olarak göründüğü la- taptaki "intihal" bölümlerini bizzat yaz- mış değildir. Buna ihtiyacı olmadığını sa- nıyorum. Onun adını herhalde arkadaşla- n koymuşlardır. Ama onunbundanhaber- dar olmadığını düşünemiyorum. Aynca ya- zarlardan birinin, akademik yükseltme aşamasında, bu kitabı yayın listesine koy- duğunu ve bunun jüri üyeleri tarafindan fark edildiğini biliyorum. Eğer böyle ise Prof. Alemdaroğlu'na düşen, meseleye el koymak, varsa suçu tespit etmek, kendi dah- li ohnadığını belgelemek ve kitabı toplat- nrmaktı. 4 yıllık rektörlük döneminde bu- na yetkisı de vaktı de vardı. "Intihal" id- diası neden daha önce değil de seçünler sırasında ortaya atıldı? Bu sorunun mu- hatabı ben değilim. Kuşkusuz ilk saptan- dığı 7j»man araşûnlsaydı çok daha iyi olur- du. Ben, öğretim üyeleri açısından, bu id- j Prof. Alemdaroğlu'nun zaranna mı yoksa yaranna mı rol oynadığmdan pek emin değüim. Ama diyelim ki Alemda- roğlu'nun seçim şansını azaltmak amacı- nı güdüyordu. Bu, onu yok saymamızı ya da görmezden gehnemizi gerektirir mi? Butün bu yazdıklanmm "abesleiştiga]'' olduğunu bihyorum ve Saym Çuinhur- başkanı'nın îstanbul Üniversitesi için doğ- ru bir tercihte bulunduğunu düşünüyo- rum. Böylece, "eibiriiği ve gönül biri©" ile bir "uhısal sonm"un Haha münasıp bir şekilde çözüme kavuşturulmuş ormasın- dan mutluluk duyuyorum. Rektör Prof. Alemdaroğlu'nun, Prof. BüJentTanörün isminin, TUSİAD için yazdığı raporun kapağında değil de iç sayfasında bulundu- ğunu, bu yüzden "tefif eser" sayılamaya- cağını ileri sürerken nasıl bir "ruh haB* içinde olduğunu da arukmerak etmiyorum. Sonuç alarak, "Şuyaşadığınuz koşullarda bunlar olağan şeyferdV diyorum BÎTTİ DÜZeltme: Dünkü yazıda yer alan "...Vaktiyle Doğramacrnın Demirel'e fahri doktora verirkenyaptığı gibi..."cümlesinde Kenan Evren yerine Demirel yazümaştır. Düzeltir, okurlanmızdan özür dileriz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle