Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 6 OCAK 2002 PAZAR
DtZt
Komünist devletlerin ekonomileri, 70 'li
yıllarda ve 80'lerin ilkyarısında, "pek
ciddî sıkıntılara " uğradıSiyasal ve
iktisadi tıkanıklıklar1950-1970 yülannın dünyası, hare-
ketsiz olmadığı gibi banş içinde de de-
ğildir; bunalımlar ve uyuşmazhklar bir-
birini izler ve tehlikelidirler hepsi de.
öyle de olsa, Birleşik Devletler'le Sov-
yetlerBirliği'nin ağırağır yerleştirdik-
leri çifte tekel, tam olmasa ve dönemin
sonlannda tartışılır hale gelse de dün-
ya kamuoyuna, belli bir istikrar ve den-
genin bulunduğu izlenimini verir. Ne
varJd, bu görece ferahlaücı hava, 1950-
19701i yıllann dünya dengesinin iki sü-
tunundan birinin ani çökûşüyle tartışı-
lır hale gelir. Cepheden bir saldınya
uğramadan sadece içenden aşınmasıy-
la, komünist sistem 80'li yıllar boyun-
ca erir. Şaşırtıcı bir olaydır bu; o kadar
ki, HenriKissmger buna bakıp şöyle di-
yecektır: "Dünyada hicbir güç, askerî
bir v-enilgi ohnadan, bu çapta ya da bu
kadar hızn çökmenuştir!"
Söz konusu yıkılışın yol açtığı büyük
sorular var. Başta geleni de şu: Neydi
bu ani çözülüşün nedenleri?
Slstemln başanlarım
unutmadan...
Işin kolayına kaçıp daha baştan kes-
tirip atmak ıstenmiyorsa, yüalışın kay-
nağındaki etkenleri sıralarken, siste-
min başanlannı da bellekte tutmalı.
Gerçekten, bu başanlar tarnşümazdır.
Büyük komünist devletlerin yönetici-
leri, başta da Brejnev, bu başanlara da-
yanıp -Üçüncü Dünya'da komünist il-
kelerin çekiciliğinden de yararlanarak-
nüfuzlannı dünyanın büyük bir bölü-
müneyaymışlardır. 1970'li yıllarda bi-
le, içerdeki güçlükler diz boyu iken,
Sovyet, Küba ve Vietnam birlikleri de
saldınlara kalkıyorlardı. Şunu da unut-
mamalı: Dünyanın fethi uğnına ild üs-
tün gücün -biıbirine karşı- verdiği aman-
sız kavgada, Sovyetler Birliği ile uydu-
lan, kimi gözlemcilere göre, partiyi
kazanacak görünüyorlardı. Komünist
askerî cihazın, 1962-1972 yülannda
stratejik süahlarla donanırken, Batı'yı
nasıl büyüledığı de unutulmasın!
Evet çöküşün eşiğinde "komünist
yapmın dış görünüsü" pek çekicidir.
On dört komünist ülke, 1970'lere doğ-
ru, birmilyar iki yüz milyona yakın in-
sanıyla, yani insanhğın neredeyse üç-
te birine sahip insansal ve ekonomik po-
tansiyeliyle, baş döndürür durumdadır.
öte yandan, yeminli düşmanlan birya-
na, hiç kimse, komünist rejimlerde
-eğitimden sosyal güvenliğekadar- dev-
letin halka sağladığı "sosyal kazanım-
tan" küçümseyemez. Ne var ki uzun sü-
re sistemin şöbretini sağlayan bu başa-
nlar, alabüdiğine çaptan düşmüşlerdir.
70'li yıllarda ve 80'lerin de başlannda,
sosyalist ülkelerin gerçek durumu üs-
tüne -Samizdat'tan ya da Batılı gızlı
servislerden kaynaklanan- kaygüandı-
ncı haberler dolaşmaya başlar. Başta si-
yasal ve iktisadî tıkanıklıklar vardır.
Slvasal tıkanıklıklar
Komünist ülkelerin sistemini etkile-
yen çeşitli ükanıklıklararasında, o yıl-
larda şu üasi pek önemlidir: Halkın, ik-
tidann kullarumına "gerçek bir kab-
kmdanyoksun" oluşu; söz konusu ik-
tidan "partinin sürekli tekefinde" tut-
ması. Leninist uygulamanın doğrudan
sonuçlan olan bu nitelikler, ashnda ye-
ni olrnayıp, zamanla ve kimi yönetici-
lerin otoriteryönelişleriyle, gözleri ür-
ISovyetler Birliği
Niçin ve
Nasıl Çöl
SERVER TANILLI
malarhale gelmişlerdi; ve dünyada ço-
ğu devletin geçirdiği evrim göz önün-
de tutulursa, çağdışı bır niteliğe bürün-
müş ve komünist ülkelerin siyasal ya-
pısına da köhneliğin damgasını vuru-
yorlardı. Gitgide olumsuzlaşan bu gö-
rimüşe bir örnek vermek gerekirse,
1980'lerin başmda Sovyetler Birliği
Komünist Partisi'nin genel sekreteri-
nin seçımini göstermekyeter Dönemin
ild büyük süper gücünden birinin ba-
şına, dünyanın şaşkın bakışlan önün-
de, arka arkaya pek yaşlı, takattan düş-
müş ve neredeyse yatalak insanlar ge-
tiriliyordu. Gerçekten, komünist dev-
letleri yöneten ve hem sosyal bem si-
• Komünist ülkelerin sistemini
etkileyen çeşitli tıkanıklıklar arasında, o
yıllarda şu ikisi pek önemlidir: Halkın,
iktidann kullanımnıa "gerçek bir
katılımdan yoksun" oluşu; söz konusu
iktidan "partinin sürekli tekelinde"
tutması.
şişme, parüde daha demokratık bir iş-
leme adına değildir; girenlerin pek bü-
yük çoğunluğunun (rütbesizler) ağırh-
ğı devede kulaktır ve partinin sorum-
lu üst tabakası ile devletin yukardaki
kadrolannı oluşturanlar, bir seçkın züm-
redir. öte yandan, kimi insanlar, ikti-
dann kullamlmasını tekellerine ahrlar
yavaş yavaş. Özellikle Sovyetler Birli-
ği'nde, bölge sorumlulan, Merkez Ko-
mitesi'nde olduğu kadar kendi yörele-
rinde de, Stain'in ölümünden beri, par-
tinin Birinci Sekreteri'ni seçmede ke-
sin nüfuz sahibi olmuşlardır: Nitekim
1957'deKruşçev'ikurtanr, 1964'tesaf-
dışı eder, Brejnev'i sürekli destekler ve
oluru elde ediliyordu. Büyük bakanlık-
lar (Dışişleri, Savunma, Güvenlik...)
doğrudan doğruya Siyasal Büro'ya ve
Genel Sekreterlik'e bağlanmıştı.
1977'de yayımlanmış Yeni Anayasa,
partinin bu yetkiler tekelini resmîleş-
tirirve onu, "ayasalasteminmerkezöğe-
si" yaprp çıkar. (m.6)
ilctlsadîtılcanıMıMar
Komünist devletlerin ekonomileri,
70*li yıllarda ve 80'lerin ilk yansında,
"pekddffigkmtıbu-a" uğrarlar; ne var
ki ülkelerin gelişmişlik derecelenne
göre çeşitli biçimlere bürünür bunlar.
Komünist dünya, özeOikk de
onun ild bfiyûk kutbu ofam
Sovyetfer'le Çin, bu 701i yıllar-
da, "yeni teknolojflere uymada
açık bir uyumsıızhıli'' içinde-
dûier; yalnız silah sanayisnıde
değfl, hetnen tüm ekooomi ve
ifcdsim ahuüarmda boyiedir.
yasal bir demokrasi kurmaya yaraya-
bilecek anayasa ilkelerine, bu arada ge-
nel oylu seçim kurahna karşın, halk
kaülımının gerçekleşmesinde elle tu-
tulur hiçbir ilerleme kaydedümemişti.
Partinin oluru olmaksızın, hiç kimse bir
sorumlu göreve aday olamıyordu, ay-
m göreve birçok adayın gösterümesi-
ninkapısıaralanmamıştıbile... Sistem,
bir demokratık duman perdesinin arka-
smda gizlenmiş bırtakım uygulamala-
nn içinde donup kalmış gibiydi; o uy-
gulamalar ise halkın çoğunluğunu
-edilgin ve siyasal sürece kayıtsız bir
halde- iktidardan uzaklaştuıyordu.
Halkın katıhmı, partinin içinde de
etkili değildir. Parti, tersine, tek başı-
na "her şeye karar verme" ve "her şe-
yi yönetme" iddiasını sürdürür durur.
Kuşkusuz, çoğu ülkede (Polonya, Al-
manya, Çin) partiye girişin kapüan ola-
bildiğince açıknışnr. Sovyetler Birliği
Komünist Partiside, 1964'le 1983 ara-
smda yüzde 64 artrmştır. Ne var ki bu
1985'te de Gorbaçev'e onlar arka çı-
karlar.
Her komünist devletin başındaki
"PartiGeoelSekreteri" ise kendısını ik-
tidarageûrenlere minnetborcunu unut-
muyordu. Bunun gibi, Siyasal Büro ile
Genel Sekreterlik üyeleri, debdebe ve
ayncahklan olan birer senyör durumu-
na gehnişlerdi. Böyle bir ortamda, grup-
lann ve hiziplerin haşarat gibi çoğal-
malan ve ikn'dann tepelerini birkral sa-
rayına dönüştürmeleri işten değildir;
nitekim, Sovyetler Birliği'nde olan da
oydu. Durum bu iken, bu parti oligar-
şisi, kalabahk bir bürokrasiye dayana-
rak ülkenin siyasal bütününü denetle-
me iddiasındaydı. Parti, yülarca yasa-
ma ve yürütme görevlerine el atmak-
tan geri durmadı. Polıükanın genel doğ-
rultulannı -kendi görevi olarak- belir-
lerken, her iki organı "vesayet" altına
da almaya kalkıyordu yanlış olarak.
Bakanlar Kurulu'nun aldığı az çok
önemli her karariçinöncedenParti 'nin
Öyle olduğu ıçindır ki bir Vietnam ile
bir Macaristan'ı karşılaştırmak pek
güçtür: Biri, korkunç bir savaşın altüst
ettiği bir ekonomiyi azgehşmişlikten çı-
kanna çabasındadır; öteki, Bab'nın sa-
nayileşmiş ülkelenninkine çok yakın ik-
tisadî sorunlarla başbaşadır.
Çin'de, Mao'nun felâketli girişim-
lerinin sonucu olarak tıkanıkhklar pek
erkendenbaşgösterir 'llerKeDoğraBû-
yûk Sıçrayış", 1960'tan başlayarak,
ekonomiyi tam birkaos içine atar, "Kul-
türDevrimi"ise 1966'dan başlayarak,
sanayi üretiminde büyük bır düşüşe yol
açar. Ne var ki Çu Enbu-Ding Şiaoping
ekibinin aldığı enerjik önlemlerle, eko-
nomi oldukça hızla yeniden yoluna ko-
yulur.
Sovyetler BırlığT nde tt
frenlememe-
kanpmahn" daha dağuukar. 501i yıJ-
lardan başlayarak, lcalinnTna hin gitgi-
de düşer, sonra 1974-1979 yülan ara-
smda tükenir. Sanayi üretimindeki ar-
uş oranı da 1980'den sonra, yüzde 8'den
yüzde 4 dolayına iner. 1975'ten başla-
yarak yaünm oranlannda da başdön-
dürücü bir düşüş görülür ve açılan bır
"oyuk"la 1979'da sıfir kalkmmaya va-
nlir.
Doğu Avnıpa ülkelerinde, özeUikle
de 1975'ten başlayarak, "dnuunizmin
dramatik dûşûşü" (W. Brus) görülür.
Sovyetler Birhği'nde olduğu gibi, ulu-
sal geürde kalkınma oranı alabildiği-
ne düşer. En erkenden dibe vuran Po-
lonya'dır; 701i yıllarda gelişmelere kar-
şı ciddi bir dırenış gösteren Yugoslav-
ya da 80'li yıllarda sert rüzgârlara kar-
şı koyamaz.
Neydi dış etkilen bu iktisadî tıka-
nışlann?
Dış etkiler arasmda, 70'li yıllarda
dünya çapındakı bunahmın etkilerini
göz önünde tutmah. Söz konusu buna-
hm, dışardan getirtilen ürünlerin fıyat-
lannın pek yüksehşi ve kapitalist dün-
yanın sipanşlennde de genleme yü-
zünden, komünist ülkelerin dış ticare-
tini alabüdiğine sarsmıştır. Bunahmın
çarpması. küçük devletleri daha da sen-
deletir.
Aynca bunalım, görece gergin bir
uluslararası ortamda çıkagelir.
Orduve dışpolitika için seferber edi-
len ınsan ve donanım kaynaklan, ağır-
hklannı hep duyuruyorlardı; 1960'h
yıllarda, bu yük ezici olup çıkar ve Ko-
re, Vietnam, Küba ve hepsinden önce
de Sovyetler Büiiği için, iktisadî kal-
kınmada bir köstek hahne geur. Sov-
yetler'de askerî giderlerin artışı ulusal
gelirdeki arnştan çok daha üerde sey-
reder.
ÖzeUikle Brejnev döneminde böyle-
dir. Gorbaçev, anılannda bu durumun
nasıl boğucu olduğunu söyler durur.
Silahlanma, hafifleyecek yerde RRe-
agan'ın ŞıkhzUr savaşı" dıye büinen
progranunı açıklamasıyla daha da yo-
gunlaşır; öyle olur, çünkü söz konusu
savaş, Sovyetler'in zatentiknefesolduk-
lan bir alanda pek yüksek bir teknolo-
jiyi gerektiriyordu.
Komünist dünya, özellikle de onun
iki büyük kutbu olan Sovyetler'le Çin,
bu 70'li yıllarda, "yeniteknotojiereny-
mada aqk bir uyumsuztak" içindedrr-
ler; yalnız silah sanayisinde değil, he-
men tüm ekonomi ve iletişim alanla-
nnda böyledir. Baü'yla aralannda bir
çukur kaalmaya başlar. Aynı dönem-
de ise dünyanın öteki bölümleri iktisa-
dî geüşmelerinde bir hızlanışı başlat-
mış bulunuyorlardı. Son olarak, diplo
malılann sayısındakı arüşa ve onlann
heyecan ve sabırsızlıklanna karşın, ki-
mi alanlardakı hantallıklar (merkezi
planlama, bürokratizasyon, işletmele-
rin özerkliğe sahip ohnayışlan) öyle-
sinedirki, sistem kendi kendisini refor-
ma uğratmakta yetersiz kaur.
Gorbaçev 'Amtar'ında, eski dogma-
lara körii körüne yapışıp, dış dünyada-
ki değişfldikleri görmeyerek Sovyetlerle
dünyaarasındabiruçurumu dahada de-
nnleştmrken ülkeyı de bir çıkmaza
sokmakla suçlayacaktır Brejnev döne-
mini. Ama onun kadar vahim olanı şu-
dur: Uçurum, yalnız dış dünyayla de-
ğildir; girişimden ve yenilikten aciz ve
bir asgarî Irailnnma ve gönenç düzeyi
sağlayamayan Mdarla. gitgide doyum-
suz ve sabırsız hale gehniş srvil toplum
arasındadır da uçurum.
YARIN: SİVtL TOPLUM-
İKTtDAR ZITLIĞI
BİR YOL HtKÂYESİ
TAYFUN TALİPOĞLU
Dlan Vatandaşa Oldu!..'
"Karyağdı da böyle olmadı" elbette.
Son dönemler, vatandaşa yakın olduğunu
kanıtlama çabasındaki basın,
birçok haberde benzer başlıklar atmakta.
Kim bu "vatandaş?"
Bunu açıklasalar iyi olacak.
Yani dün karda simitçiler kaJdı da sanayiciler kalma-
dımı?
Vakıflar'daki memur işine giderken güçlük çekti de
o ilin valisi çekmedi mi?
Yine popülizmin iğrençliğinde
yitip giden haberler yazılıyor.
"Kahve ağzı" medyayı esir alıyor
"Ankara ve Istanbul valileri,
meteorolojinin tahminlerine inanmamış,
cuma günü okullan tatil etmemiş,
buyüzden çocuklanmızyollardasersefilolmuşlar..."
Bu doğru ama asıl sorun,
devlet kurumlannın bile birbirine
güvenmediği bir ülkede,
kar yağsa da yağmasa da yaşamak...
"Peki bunu nasıl başanyonız"
diye hiç sorguladınız mı?
O "olan oldu" denilen vatandaş
"vatandaş olmadığı" ve "bunun farionda olduğu"ndan,
avanta ve yağmacılık üzerine
bina edilen bir ekonomide herkes,
sistemin kıyısından köşesinden
bir şeyler tırtıkladığı için tepkiter,
yaşanan günün zorluğuna göre şekillenip unutulmak-
ta.
örnek, ekranda ve gazetelerde.
Efendim, araçlara zincir satanlar,
fahiş fiyatlar istiyoriarmış...
Istanbul'da zincir bulunamamış...
Muhabir arkadaş mikrofonu tutunca,
değişik ses tonlannda bu söylemleri dinliyoruz.
Yimni beş milyon liralık zincir
seksen doksan milyon liraya satılıyormuş.
Halka hoş görüneceğiz ya,
muhabir, "sözde" vatandaşa:
(bu 'sözde' kelimesini ilk defa sevdim)
"Trafık kurallanna göre bunu
aracında zaten bulundunvak zonındasın,
daha önce niye almadın" diye sormayacak
ya da trafik muayenelerinin yapıldığı yerlerden
araçlar nasıl geçiyor, araştırmayacak.
Kar yağınca "falan kent kara teslim..."
gibi bin yıllık bir başiık atacak.
Aslında herkes ne yaptığını biliyor da onun için
tepkiler gündelik kalıyor.
Ankara'nın orta yerinde,
trafikteki bir tartışma nedeniyle
magandanın biri bir üniversite öğrencisinin
kafasını baltayla parçalayıp kaçıyor.
Çocuğa kimse yardım etmiyor, seyrediyor.
Çocuk, o haliyle direksiyona geçip hastaneye gidi-
yor.
"Nesebi gayh sahih baltalı maganda"
plakasından bulunuyor.
Bir tek tanık yok, mahkeme serbest bırakıyor.
Bu insanlara vatandaş demeye dilim varmryor.
Kar yağmadan da olan olmuş.
Fırtına, kar, sel gelir geçer ama
bu "kalabalığın" vatandaşlık görevlerini
yerine getirip haklannı isteyecegi günlerin
zor geleceği görünüyor.
Işte ben onun için şu "bir şeyler olan" vatandaşı an-
yorum.
Var da ben mi göremiyorum?
Kim kimi suçluyor, kim işini doğru yapıyor?
Üç beş gün feryat figan,
sonra her şey unutuluyor.
Çünkü ülkede herkes çapına göre avanta anyor.
Tatil demişken, söylemeden geçemeyeceğim.
Türkiye'nin çeşitli yerlerinden, zaman zaman
"haklı olarak" iş talepleri geliyon
"Talip Ağabey, bizim çocuk için, aklında olsun..."
Üzmemek için, imkânsızlıklardan söz edemeyip,
"Sana çocuğun mesleğini, becerilerini yazsan..."
diyorum,
gelen yanıt üç aşağı beş yukan aynı:
"Bir mesleği yok ama devlet işi olsun,
güvencesi var, tatilivar..."
İş bulduk, kaldı devlet...
Bu noktada kopuyorum:
"DeWef tükendi, deniz bitti,
avanta dönemi son buldu" desem de aldıran yok.
Ama sormak istiyorum, bilen varsa bana yazsın.
"Çalışmaya başlamadan tatil düşünen başka bir
ulus var mı?"
Bu yüzden daha çook kar yağar.
önemli olan "nereye" yagdığı, anlaşılan.
faks:0312 467
www.bamteli.tv
[email protected]
Rektör seçîmi ve ötesi (IV)
Prof. Dr. GENÇAY GÜRSOY
Oysa YÖK'teki sıralama, önceden mu-
tabakat sağlanmadan yapılan gizli oylama-
larda her zaman rastlanabüen bir tersliğin
sonucuydu. En az oy olan aday aradan
sıynhnıştı. Evet YÖK üyelerinden bir kıs-
mı Aknüdaropu'na oy vermemislerdi ama,
Alemdaroğlu yandaşı daha büyük kısmı
da, 886 oy alan Paıiak'a oy vermemisler-
di. Nitekim Parlak ancak 4. turda hsteye
girebiknisti. YÖK'teki bir komplodan söz
edilecekse, bunun hedefı Prof. Alemda-
roğlu'ndan çok Prof. Parlak olabilirdi. Zi-
ra o, neredeyse sıralamaya bile giremi-
yordu. Alemdaroğlu yandaşı köşe yazar-
lan nedense bundan hiç söz etmiyorlardı.
Kaldı ki Alemdaroğlu'nu destekleyen
YÖK çoğunluğu, 1. turda Prof. Uçak'a iki
oy eksik vererek Alemdaroğlu'nu birinci
sıraya pekâlâ getirebüirlerdi. Ancak YÖK
oylaması ile ilgili olarak Cunhurbaşka-
nı'nı yönlendirmeye çalışan köşe yazar-
lannın söz etmedikleri başka bir şey da-
ha vardı:
YÖK Genel Kurulu'nun rektör adayla-
nnı seçmek üzere yaptığı toplantının ba-
şında, Prof. Burhan Şenatalar, önce Prof.
Alemdaroğlu hakkmda ortaya atılan ve
komuoyuna yansıyan <
intihal" iddiasının
görüşülmesini, konunun tarafsız birkomis-
yon tarafindan incelenerek sonuca bağlan-
masını, seçimin daha sonra yapümasını
önermişti. Böyle ciddi bir iddıa söz konu-
suyken objektif bir oylama yapılamazdı.
Genel Kurul çoğunluğu çeşitli gerekçeler
ileri sürerek bu öneriyi reddetti. Böylece
YÖK'teki oylamanın ana behrleyicisi, or-
tada bırakılan "intihal" iddiası oldu. Oy-
lamaya böyle bir atmosfer içinde geçildi
ve büinen sonuç ortaya çıktı.
Şimdi acaba Alemdaroğlu tarafindan
en ağır suçlamalara hedef olan, çoğu Is-
tanbul Üniversitesi'nden aynknak zorun-
da kalan YÖK üyelerinin, Alemdaroğ-
lu'na oy vermemelerini "demokrasivebi-
hmsel etik" adına eleştirenlerin, bir rek-
tör adayı hakkında ortaya anlan *intihal"
iddiasından hiç söz etmemelerini, ne tür
etikya da estetik değerlere göre açıklama-
lı?
Bu iddiaya konu olan kitabı incelediler
(ya da incelettiler) de "intihal" suçlama-
sının doğru olmadığı sonucuna mı vardı-
lar? Eğer böyleyse, en azından Çumhuri-
yet Biüm-Teknik'te, konunun uzmanlarm-
ca, örnekler gösterilerek ortaya konulan
deliller kafalannda bir kuşku uyandınna-
dı mı? Söz konusu kıtabın Alemdaroğlu
dışındakı sorumlulan tarafindan yapılan
açıklamalann hiçbirisi doğru çıkmadı:
"Alemdaroğluvuzar değfledttördü" dedi-
ler, hem editör hem de bölüm yazan ol-
duğu ortaya çıktı. " Yaymevmden izin al-
dık" dediler, izin almadıklannın yazıh
belgesi ortaya çıktı. "Kitap değfl broşûr-
dûr" dediler, 226 sayfauk kitap olduğu or-
taya çıktı. "Pansz dağrtdıyorn
dediler,
kitapçılarda satıldıgı ortaya çıktı.
Ashnda köşe yazarlannınbütünbunlar-
dan haberdar olduklannı, herhangi bir Ba-
ü ülkesınde böyle bir iddıanın "örtbas"
edilemeyeceğini çok iyi bildiklerini ve
bunlan hiç umarsamadıklannı biliyorum.
Tıpkı Istanbul Üniversitesi öğretim üye-
lerinin ve YÖK üyelerinin çoğunluğu gi-
bi. Çünkü yazının ta başmda belirttiğim
gibi üniversitelerimizdeki "bflünsei" ya-
yınlann önemli bir bölümü "örtülû inti-
hal", azımsanmayacak birbölümü de "açric
intihal'?
dır. Yani bu suç öylesine yaygın-
dır ki artık suç olmaktan çıkmıştır. Bugü-
ne kadar ortaya çıkan "açıkintihaTler, en
pervasız ve en özensiz olanlandır. Prof.
Alemdaroğru ve arkadaşlarmın, iddiaya ko-
nu olan kitabındaki cümleler, bire bir çev-
rileceğine, biraz değiştirilseydi; şemalar
aynı basılacağına, benzeterek yeniden çi-
zilseydi ve arkasına da göstermeükbirre-
ferans konulsaydı, kim bunun 'intihal" ol-
duğunu ileri sürebüirdi? Iddia odur ki,
söz konusu kıtapta bu kadarcık özen bile
gösterümemiştir.
Ancak Doğramacı'run kitabının açık
bir tt
intihal" olduğunu yazan zavallı Prof.
HasanYazKi'yı,Türkadaleti lOmilyarli-
ra tazminata mahkûm etmemiş midir?
Hem de uzmanlann yazdığı kapı gibi bı-
hrkişi (!) raporuyla. Evet etmiştir. Etmiş-
tir ama.. 20 yıl sonra orijinal kitabın ya-
zannın dul eşınden gelen ve basına da
yansıyan mektup, sadece Doğramacı'nın
ve YOK'ün değil, bu tür iddialann üstü-
nü örtmeye çahşan tüm öğretim üyeleri-
nin ve köşe yazarlannın da suratına bir to-
kat gibi inmiştir. Ash Doğnunaa'ya ve
kopyalan, Prof. Hazan Yazıcı'ya ve bir-
kaç köşe yazanna gönderilen 28 Kasım
2001 tarihli bu mektupta, Doğramacı 'nm
kitabının, eşi Benjamin Spock'un eserin-
den "rtnpfrinr «ynkhgmı" uzmankurum-
ilarca tesbit ettirdiğini behrtiyor ve Doğ-
ramacı'dan özür dilemesini istiyor: "ller-
de sizin ülkenizde veya benim ülkerade
böyfc ablaksB davranışiara tevessül ede-
büecekvazarlara örnek obcakdûrüst bir
âzürtidq>edbwum"(MuratBelge, 16Ara-
hk2001Radikal).
Büyük bir olasüıkla Prof. Alemdaroğ-
lu, editörü ve yazan olarak göründüğü la-
taptaki "intihal" bölümlerini bizzat yaz-
mış değildir. Buna ihtiyacı olmadığını sa-
nıyorum. Onun adını herhalde arkadaşla-
n koymuşlardır. Ama onunbundanhaber-
dar olmadığını düşünemiyorum. Aynca ya-
zarlardan birinin, akademik yükseltme
aşamasında, bu kitabı yayın listesine koy-
duğunu ve bunun jüri üyeleri tarafindan
fark edildiğini biliyorum. Eğer böyle ise
Prof. Alemdaroğlu'na düşen, meseleye el
koymak, varsa suçu tespit etmek, kendi dah-
li ohnadığını belgelemek ve kitabı toplat-
nrmaktı. 4 yıllık rektörlük döneminde bu-
na yetkisı de vaktı de vardı. "Intihal" id-
diası neden daha önce değil de seçünler
sırasında ortaya atıldı? Bu sorunun mu-
hatabı ben değilim. Kuşkusuz ilk saptan-
dığı 7j»man araşûnlsaydı çok daha iyi olur-
du. Ben, öğretim üyeleri açısından, bu id-
j Prof. Alemdaroğlu'nun zaranna mı
yoksa yaranna mı rol oynadığmdan pek
emin değüim. Ama diyelim ki Alemda-
roğlu'nun seçim şansını azaltmak amacı-
nı güdüyordu. Bu, onu yok saymamızı ya
da görmezden gehnemizi gerektirir mi?
Butün bu yazdıklanmm "abesleiştiga]''
olduğunu bihyorum ve Saym Çuinhur-
başkanı'nın îstanbul Üniversitesi için doğ-
ru bir tercihte bulunduğunu düşünüyo-
rum. Böylece, "eibiriiği ve gönül biri©"
ile bir "uhısal sonm"un Haha münasıp bir
şekilde çözüme kavuşturulmuş ormasın-
dan mutluluk duyuyorum. Rektör Prof.
Alemdaroğlu'nun, Prof. BüJentTanörün
isminin, TUSİAD için yazdığı raporun
kapağında değil de iç sayfasında bulundu-
ğunu, bu yüzden "tefif eser" sayılamaya-
cağını ileri sürerken nasıl bir "ruh haB*
içinde olduğunu da arukmerak etmiyorum.
Sonuç alarak, "Şuyaşadığınuz koşullarda
bunlar olağan şeyferdV diyorum
BÎTTİ
DÜZeltme: Dünkü yazıda yer alan
"...Vaktiyle Doğramacrnın Demirel'e fahri
doktora verirkenyaptığı gibi..."cümlesinde
Kenan Evren yerine Demirel yazümaştır.
Düzeltir, okurlanmızdan özür dileriz.