25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 OCAK 2002 PAZAR 14 J V U L J J . U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr Biri şair, diğeri şovmen... Sunay Akın ve Beyazıt Öztürk şimdi güçlerini birleştiriyorlar Sunay Akm ve Beyazrt Öztûrk 35 dakikahk bir tetevizyon programmda bir araya geüyorlar. Bu birtiktelik yeni projelere de ışık tutuyor. Beyaz için Sunay Akm erinci ve kendini bulduğu bir Kman. İkfli kendilerini balinanın sırtındaki balıklara benzetiyor. Yani her zaman yan yana~ (Fotoğraflar: UĞUR DEMİR) Bu ikilininbenzeriyokNENAÇALİDÎS Gösteri dünyasının renkli adı Be- yazıt Özrürk sahne adıyla Beyaz ile tstanbul âşığı şair Sunay Akm ye- ni bir ikili oluşturmaya hazırlanıyor- lar. Sanat çevrelerinde deT medyada da benzeri göriilmeyen türden bu or- taklığın doğuşunu Akın şöyle anla- tıyor: "Tamşmadan önce birbirimi- zi biliyorduk. Dostluğumuz Best FM'de yapnğunız programlara da- yanıyor. Bir gün yaıuma Ceyhun Yılnîaz geldi ve Abi, Beyaz prog- ramında senden söz ediyor, seni an- latıyor' dedi. Beyaz'ın çahşuğı kata indim ve konuşmaya başladık" Bu sırada araya girip Akın'ın ya- rattığı ciddi havayı yumuşatan Be- yaz, "Şimdi ben size doğrusunu an- latacağım" diyerek öyküyü kendi- ne has üslubuyla anlatmaya başla- dı: "Radyoda Sunay'mkitaplanye- re düşmüştü, çarpışök. Onlan al- mak için eğilince göz göze geldik. Önce öpüştük ve aramızdLa bir ekkt- rik oluştu. Şaka bir yana, daha ön- ce Sunay'uı baa kitaplannı okumuş ve çok sevmiştim. tşin ilginç yanı, şimdiye kadar hiç yazar veya şair ar- kadaşım ohnanuşa. Eskişehir'de ge- çen üniversite yaşamımdan sonra da hep bizim çevrenin insanlanyla haşır neşirobnuştum, ne yazık kL Su- nay'a,yazdık]annaçocuğuymuşgi- bi davranan, heyecanla anlatan bi- ri olduğu için de büytik bir sempa- ti duydum." Sunay Akın, yan şaka yan ciddi bir dille kendisini anlatan Beyaz'uı "Benim şinıdiye kadar hiç yazar, şa- ir arkadaşım obnadı" sözüne takıl- dı. Kendisinin Istanburdaki ilk ar- kadaşının Türk sinemasırnn çocuk yıldızı Ömercik oldugunu ve dost- luklarının hâlâ sürdüğünü anlatma- ya başladı ama Beyaz da hemen Ömercik ile küçükken hava alanın- da çektirdiği ve ağladığı fotoğraf- tan söz ederek yine sözü kaptı. "Su- nay'la ortak arkadaşlanmız var, Ömercik gfl>L O vesfleyle ben Ömer- cik'e rica ettim bizi tanıştir di\ e,ara- nuzı o yapü. Sunay"la pek çok ortak yapımız var; aile yapımız gjbi_" Beyaz, gazete sayfalannda görme- ye alıştığımız o kimliğinden çok değişık biri. Tarihe tutku derece- sinde bağlı olan sanatçı, Aian'ın ki- taplannın tarih ve araştuma koktu- ğunu, okurken çok keyif aldığuıı söylüyor. 'içlmde bir Isyan var' Beyaz ile Sunay Akın birbirleri- ni o kadar olumlu etkiliyorlar ki Be- yaz yazarlığa başlamış, artık Aktü- el dergisinde 'Kardan Adam' baş- lıklı bir köşesi var. Buna karşılık Sunay Akın da "Şair SunayAkm An- laüyor" adlı tek kişilik sahne gös- terilerine çıkıyor bir süredir. Akın, Beyaz'dan nasıl beslendi- ğini şöyle açıklıyor: "Kendiliğin- den geüşen biretküeşim bu. Bana gö- re Beyazıt kendi alanında başarüı bir kişi. Sevdiğinı şeylerden her za- man etkilenmişimdir. Kendime ne katabflirim, ben ne yapabinrim di- ye düşünürüm hep." Beyaz ise, yazı yaşamına atılma serüvenini şöyle anlatıyor: "Büyük bir handikapun vanü. Herkes beni yahuzca şovmen olarak, nıagazinkr- de görünen yaıumla tanıyordu.Ama medyamn pompalamasıyla otuşmuş bir durum. Insanlar kafalarmm içi- ne göre değil, tipkrine göre değer- lendiriHyorlar. Beni de yaktşıkh, ma- vi gözJü, uzun boylu, genç kıziann beyaz ath prensi oiarak tanıtülar. Oysa ben çok daha farkbydmı. Yal- nızca Kanal D'deki ve Star döne- nıinde yapüklanm yok beninı. Da- ha önceki Number Öne TV ve Ka- nal 6dönemlerimde çoksert, çok da- ha uçlarda konuşmalanm vardı. Bunlardan hiçbir zaman söz edfl- medL tçimde bir isyan var ve ben ota- nı kefimelerle anlatabüecek bir ada- mım. Ama bunu yapabilecek bir mecra bulamadmı. Daha önce de yazı yazmanı için pek çok Öneri gel- mişti. Ancak, hiçbir zaman bunu göze alamamıştım. Elimde üç dört mizah kitabıyazacak kadar malzeıne vanü. Amacmı mizah kitabı çıkar- mak değUdi. Çünkü bitinen yönüm zaten mizah. Sunay beni yürekkn- dirdL Tüpün altmı açtı. Şu an ktsık ateşteyim, kaynama durunıuna get- medim." 55 dakikalık bir program 'Kardan Adam' köşesinde ıste- diği gibi içinı dökemediğini söyle- yen Beyaz, bunun bir dergide yaz- masının kendisini kısıtlamasından kaynaklandığını düşünüyor. 'Takat bunlan kitaba yazmış olsaydım çok daha farkh olacakü" derken dergi- lerin çoğunun beklentilerinin sert bir- şeyler yazıp polemik yaratmak ol- duğu kanısında. "Buna girmek is- temiyorum, konumumdan dolayı. Eğer yazar veya şair olsaydım tabii ki girerdim. Televizyonda iş yapan bir insan olduğum için girmem çok yanhş. Çünkü o zaman beni yazar- lann, şairlerin dışmda olanlar, yani magazin basmı efeşurmeye kalkar ki onun da amndan kalkamam. Bu iş lekelenmeve kadar gider ABah ko- rusun." Burada Sunay Akın söze girip Beyaz'ın hedefini birkaç sözcükle özetleyiveriyor: "Onun varmak is- tediği nokta bu değil, bambaşka bir yer." Beyaz, Akın'ın dilini çok sevdi- ğini ve kendisine yakın bulduğunu söylerken; ortak yanlannı Sunay Akın tanımhyor: "Üdmiz de ironi- yi çok seviyoruz, şu ana kadar bü- diklerimizi ve yapüklanmızı bir ya- na koyarak ortaya bambaşka şeyter- le çıkinayı tasarhy oruz." ikilinin gerçek yaşamlannı ve bi- rikimlerini yansıtacaklan izlenceyi Akın şöyle açıklıyor: "Beyazrt'nıve benim edrîlediğimiz birIdtievar. Iro- niyi seviyoruz. Beyazrt'ın o anhkesp- rileriyle bilgj birikimim veyazuı ça- hşmalanmı bir araya getirip 35 da- kikahk bir program hazıriamayı dü- şünüyoruz." En büyük korkusu Iftira Magazin basınının Beyaz'ın yap- tıklannı bazen nasıl saptırdığını Su- nay Akın şu kısa öyküyle örnekli- yor: "Bir radyonun yemek çağnsı- na katılmışrık. Arkadaşlanm ve eşimle bir masada oturuyorduk. Or- tadaki masa boştu. Kapıdan Be>az girdL Birden bir kameraman ordu- su onun üstüne gitti. Onu o dunım- da görmek benim aduna çok dü- şündürücü. O ışıklann alünda onu hiç kimse görmüyordu kL Beyazye- rineoturdu,derken bir arkadaş gel- di ve Beyazrt'ın beni sorduğunu söy- ledi. Kısa bir süre sonra yanıma gel- di, oturup edebiyattan, yaşamdan konuştuk. Ertesi gün gazetelerde ya- nmdaldradyo spikeriyle birükte gö- ründüğüfotoğraOanbaap 'Beyaz'ın yeni sevgilisi' yazdılar. Ama hiçbir zaman Beyaz'm oraya genp Suna> Akm'la saaüercesohbetettigini yaz- madılar." En büyük korkusunun iftiraya uğ- ramak oldugunu söyleyen Beyaz için Sunay Akın erinci ve kendini bulduğu bir lünan. îkili kendilerini balinanın sırtındaki balıklara ben- zetiyorlar. Yani her zaman yanya- na. Beyaz, Akın'ın televizyon izlen- cesiyle ilgili görüşlerine şu sözleri ekliyor: "Eğer yüksek bir izlenmenğim varsa bunu da bu bi- çimde kullanmak bana çok man- ükh geh'yor. Konumumdan dolayı yaymcjyun ve Sunay'm yapbklan- nı > a\ıncüığınıla biıieşürmek isti- yorum. Oysa yapüklanmdan yal- nt/ra maga/inp ııygıın tnıhınanlar<p- çifiyor."Akın, Beyazıt'ın böyle bir- şeye gereksinimi olmadığuıı, med- yanın yaptıklan sayesınde sevenle- ri tarafından farklı değerlendirildi- ğini düşünüyor. Şovmen 'Beyaz'uı Beyazıt Oztürk'ün patronu oldugu- nu söyleyen Öztürk onun yanında işçi olarak çalıştığını belirtiyor. KtTAP VE FİLM PROJELERÎ VAR - Beyazıt Öztürk 'Dört Buçuktan Beş' admı taşıyan bir eJeştiri kitabı yazıyor. Kitabin redaktörü Sunay Akm olacak. Beyaz da, Akm'm 'tstanbul'da Bir Zürafa'da anlattığı Rezneh' Niyazi'yi çekmeyi düşündükleri ıHmde canlandıracak. OrtaUıkbeyazperdeye deyansıyacak Beyaz'ın henüz yazım aşamasında olan, ba- har aylannda satışa sunmayı düşündüğü bir ki- tabı var. 'Dört Buçuktan Beş' adını taşıyan ki- tap aslmda bir eleştiri kitabı. Beyaz. kitabin doğuşunu, içeriğini ve ne yapmak istediğini şöyle anlatıyor: "Daha önce yayımlamayı dû- şündüğüm birkkapü, fakat birtürkiohnadi.Gün- lük yaşamda, arkadaş sohbetlerinde ve sigara kâğıdan üzerinde akhğun notlardan oluşuyor. Isyan içinde olan bir insanun. Büfün bu gelgit- kri anlatmak istrvorum. Mesela maçta insanlar İstiklal Marşı'nı sö\1emiyor, yahuzca dudakla- rmı kıpu-darryor, ama beş daitika sonra bağıra bağıra küfür edebifayvrlar. Bana ters gelen şev- ieriyazdım." Sunay Akın, Beyazıfnı tanımıyla, kitabin re- daktörü, yani 'dedektörü' olacak. HerfirsattaBeyaz'dan çok şey öğrendiğıni söy- leyen Akın'ın, Beyazıt Öztürk'ün o anda duy- duğu yeni bir tasansı var. Akın çok sevdiği dos- tu, arkadaşı ve ortağı Beyaz'ın yaşamöyküsü- nü yazacakmış. Onu çok farklı bir açıdan ele alacağını, bilinmeyen yönleriyle anlatacağuu söylüyor. Akın, Beyaz'ı dinlerken "o yazmah" demiş- ti. Beyaz'da yakaladığı o kıvılcımı şöyle açık- lıyor: "Yaraücıhğı, zekâsı ve oan söyledikleri be- ni çok etkilemişti Be> azrt'm ne zaman khap çı- karacağını merak ednordum ve tamşmanuzm ardından Beyazıt kitap >aznıava başladı." Sonra da arkadaşını şöyle tanımlıyor: "Jsti- ridyenin içine bir kum tanesi kaçarve o bundan rahatsız olarak bir salgı çıkarmaya başlar. Sal- güadığıyla inci oluşur. O inci de Beyaat'tır. Be- yazıt radyo ve TV izJencekrinde topluma aykı- n gelen konulan yülarca işkdi ve bunlar inciye dönfiştü. Buradaki en büyûk eksiklik kaptanm sevir defterini j azmamış ohnasL YazmasBu in- sanlar bu adam şovmendi nasıl kitap yazdı di- ye karşılarsa; böyk alguanırsa, bu Bevaz'ın bir kEarkadaşryla bnükteohışunueleştirmelde ay- nıdn-. Bu da magazûıdir. Bir kitap, içinde yazdı olaruaria, banndn-dığı değerferk değerlendiri- Hr." Sonra da ekliyor: "Detişim alanında bir şey- ler yapmak isteyen insanlar için bir başucu ki- tabı olacak." Kitap, televizyon derken ikili film çekmeyi de tasarlıyor. SunayAkm'ın en büyük düşü son kitabı "tstanbul'da Bir Zürafa"da da anlattığı Rezneli Niyazi'nin yaşamını beyazperdeye ak- tannak. Filmi kafasında çektiğini söyleyen Akın, Niyazi rolünde Beyaz'm oynayacağmı söy- lüyor. Sponsor bulamadıklan ve Makedon- ya'daki sav^ş yüzünden tasanyı yaşama geçi- remediklerini söylerken; Beyaz, yahuzca tasa- nda yer alan geyiği bulduklanra ekliyor. Soğuk bir Istanbul akşamında yaptığımız bu güzel söyleşiden sonra ikiliden aynlırken; ço- ğumuzun tanımadığı, bilmediği, bambaşka bir Beyaz'ı tanımanın dışında, bir edebiyatçıyla bir şovmenin bir araya gelip çok farklı ve nite- likli şeylere imza atabileceklerine tanık oldu- ğum için de hoşnuttum. OKUMALAMBAgl ENtS BATUR Ölçek Yazı'nın bir uzantısı olarak Söz, baştan beri açı- lımları üzerinde düşündüğüm bir alan oldu: Söyle- şi, sözel deneme, jam-sessıon. seminer, "seans" ve benzeri terimlerin altında açılan başlıkların, apay- rı olanaklar getirdiğıni duşündüm. "Diyalog", bun- lardan biri: Iki kişinin, belli birmerkeze, diyelim se- çilmiş ya da dayat/lmış olmasa bile öne sürülmüş birkonuya, eşit mesafelerden, karşılıklı yaklaşma- lannda, tehlikeli ama çekıci bir boyutun devreye gir- diği göze çarpıyor. Son, aynı hafta içinde ıki kez, ıki farklı mekânda, birinde yabancı bir şairle (Michel Deguy), öteki- sinde yabancı bir yazarla (Alberto Manguel), bi- rer diyalog kurmak üzere, yanyana getırildim. Mic- hel Deguy'le Şıir, Dıl ve Düşünce labirentı, Çeviri ve Yabancı Dil izleklerı üzerıne kuruldu diyaloğumuz; Alberto Manguel'le Okuma. Yer ve Yer Değiştirme, Imge ve Imgelem izlekleri arasında ordük karşılık- lı konuşmamızı. Ayrılıklarımızdan çok koşutlukları- mız etrafında buluşmayı yeğledik, iki dıyalogda da; dileseydik, sanırım, öteki yöne de kolayca sapabi- lirdik; gene de bu seçimde, ortaklıkların payının fazlalığı belirleyici oldu, diye düşünüyorum. Her seferinde böyle olur, bu sefer de durum de- ğişmedi: Kamu önünde gerçekleşen diyalog, ma- sadan kalkıldıktan. başka, daha "özel" bir masa- ya geçildikten sonra, üçüncü kışilenn katılmadığı rahat ve teklifsız bir evreye geçiyor: önce Deguy'le, ardından da Manguel'le koyulaştırdığımız sohbet- lerin, şüphesiz baş başa olunmasından kaynakla- nan, bambaşka bir çerçeve çızerek varsıllaşan bir içerik ve üslup zenginliği kazandığına tanık oldum bir kez daha - o kadar ki, bu kez, bir "öğie yeme- ği", bir "akşam yemeği" kaydı yapamadım, sıcağı sıcağına: Konuşmalanmıza yetışmem, onlan kap- samam handiyse olanaksız bir çaba olurdu. Peş peşe ıki karşılaşma. zihnimde ayrı bir kesit açtı ama. Belli bir yaştan sonra (Deguy 71, Man- guel 53, ben 49), arkada kalanlar, dünden bugüne ve yanna doğru bırıkenler, "d/ya/osf"un çapını be- lirlıyor. Bana öyle gelıyor kı, burada seçılmesi ge- reken kavramların başında "ölçek" geliyor. Her yazı insanı, ortaya usul usul bir yapıt koyar. Yapıtı kimseyle eşit kılmaz onu, yazı/n dünyasında (tıpkı öteki, koşut dünyalardaki gibi) boyle bir kav- ramayeryoktur, buna karşılık, heryazıadamı.yer- yüzünün sayısız noktasına dağılmış sayısız "ben- zer"iy\e, farkına varsın varmasın, bir "denklik" iliş- kısi gehştırir: Bu durumayol açan belirleyici etmen- lerin başında, aynı zaman dilimi içinde, aynı çağ- da, birbırine oldukça yakın dunış ayarlanyla sey- retmiş, seyredıyor olmalarının yarattığı güçlü bir rol seyirinin geldıği apaçık bellidir. Denklik ilişkisi, her durumda geçerliliğini korur; "farariarın nıteliğinın belirleyici olduğu bir koşul- dur bu: Osaka'da yaşayan mınör bir şairin, kendi dılinde ve ülkesinde biçimlenmişyer'i, onu Bogo- ta'daki, Ankara'daki, Toronto'daki, Karaşı'deki ben- zerleriyle buluşturur. birbırlenni tanımalan gerekmez. ölçeklerı bu açıdan bakıldığında evrensel bir gö- rünüm ortaya koysa bile, sonuçta yerel, yörel, böl- geseldir. Yapıtlannın çapı. konumlarının yançapını tanımlamıştır: Kurabıleceklerı diyaloğun rakımözel- liklerinı de. Osakalı mınör şairin, sözgelimi Dağlarca ya da Zanzotto ile bir diyaloğa girmesi olanaksızdır di- yemez aklıbaşında kimse: Her durumda, iki şair yan yana geldiklerınde, bir konuşma ekseni oluşur. Gelgelelim, Dağlarca ile Zanzotto eşleştiğınde or- taya çıkacak diyaloğun açılım alanıyla, bir önceki örnekte gerçekleşebilecek diyaloğunkıni karşılaş- tırmak için bir parça hayal gücünü çalıştırmak ye- tebilir. Her durumda, Yapıt'ın çapıyla, onu zaman için- de ortaya koyanın dünyasının çapı belirleyici, öy- leyse. "Ölçek'' kavramı bundan boşuboşuna değil ya: Kişi, nasıl bir Coğrafya kurmuşsa. haritası bu- na göre biçimıni alıyor, alacak. Sokağının, mahal- lesinin, kentinin, bolgesinın, ülkesınin şairi vardır; bir de: Balkanlann (ya da Iskandinavya'nın) Avru- pa'nın (ya da Asya'nın), kürenin şairi, şairleri olur. Yapıt, işleyeceği coğrafya ile kendi sınırlarını tayin eder. Ortak konumlardaysa, yabancı denkler, bir- birine yabancı kalmış kişiler, karşılaştıkları an, ha- ritalannın ortaklığınca diyaloglarını başlatır, geniş- letirler - genişlerler. Alberto Manguel'e, çeyrek saat sonra, "beşyüz- yıldır tanışıyoruz" dediğımde, "en az" yanıtını al- dım. Michel Deguy'le de bırçırpıda, uçsuz bucak- sız ortak sularaaçıldık. Bakıldığında, baştadasöy- lediğim gibi, "eş" sayılmayız, her birimizi ötekiler- den ayıran, ayıracak pek çok özellik bulunabilir. Ama karşılaşma, önce bitişme yerlerinın keşfedil- me sürecidir, ayrılıklar bir sonrakı aşamaya ertele- nir. Deguy ile Manguel yan yana gelseydi. sonuç değişmeyecekti. EStNTİLER /ZEYISEP ORAL Dileklep ve Idil... (2) Sevgili okurlar, dünkü "Esintiler" köşesi, karın ve kar koşullannın azizliğıne uğrayınca, yazımın son bö- lümü, iletişim ağlarının ayazında ve beyazında kay- boldu. 2002 yılına ilişkin dileklerle başlayan yazımın son bölümü şöyleydi: Müzik dünyasındaki başanları bir yana, ben Idil Biret'in yaşama sanatına da hayranım. Ikisi birbi- rinden pek ayrılmıyor zaterr... Kendisıyle ve dünyayla sonsuz banşık. Çocuk yaşından başiayan o müthiş çalışma ve disiplin zorunluluğu bile çocukluğunu yaşamasına engel olmadı. Genç yaşta bütün o turneleri, uçak- lan, otel odalarını ve bınbır güçlüğü bir "serüven" olarak karşıladı. Her konser bir riskti. Ama o, serü- venleri, risk almayı sevdi. {"Zaten her sabah uya- nışımız bir risk değil mi?" diyordu.) En çok, en çok dünyaya açılmayı, dünyayı kucaklamayı sevdi. Yaptığı şeyi en iyi yapmak tutkusu... "Sfar'iıkla yakından uzaktan hiç ilgisi olmayan kişıliği... Son- suz kültürü ve tıptan edebiyata, hukuktan metafi- ziğe uzanan "okuma oburluğu"... Insana şaşkınlık veren alçakgönüllülüğü (Bir kez. "Uzaydan çekilmiş fotoğraflara bakınca dünyayı bir nokta gibi görû- yorsun. O fotoğrafa bakıp düşününce, kendi yeri- ni de görüyorsun" demiştı)... Enerjisinı hep yapıcı veolumluyayöneltmesi... Doğayla, çevresiyle, ken- diyle, "yaptığıişle" uyumu araması, dengeyi kolla- ması... Bunlar onu çok özel kılıyor. Yine o sohbette "Yaşamda en güzel şey, yaşa- mak" demişti. "Büyük bir senfoniye katılmak gibi, heranıyaşamak... En kötü koşullarda bile güzelola- nı seçebilmek, görebilmek. onu kavrayabilmek..." Idil Biret'ten bu son alıntıyı da yeni yıl dileklerime katıyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle