Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15TEMMUZ2001
10 PAZAR YAZILARI
Tunçmari, duran toplam iyi vurur muydu?Özellikle Galatasaray'ın başanlanndan sonra
sık sık söylenir oldu. Galatasaray sayesinde
adımızın dünya çapında duyulmasının
yarattığı coşku, aslında her zaman bildiğimiz
tepkiierle ortaya konulmuştu. Ancak
-aralannda kelli felli köf e yazariannın da
bulunduğu- kimileri. bunu yeni bir şey
sanmışlar, ardından da sosyolojik, psikolojik,
antropolojik bir de analiz yapıvermişlerdi
hemen; meğer milletimiz başanya
susamışmış. Oysa biz daha önceki küçük çaplı
zaferlerde bile havalara uçmuştuk ama,
kimsenin aklına. aşağılık duygumuzu
böylesine açığa vuran bir analiz(!) yapmak
gelmemişti. Dolayısıyla bu susuzluğu
giderecek çapta, azımsanmayacak başanlan
bir çırpida yok sayan bu zihniyet, bir sevinci
bile başkalannın canını yakmadan
yaşayamayan kimi taraftarlann vahşetini,
başanya susamak özünde soylu bir nedene
bağlamakJa, ftjtbol vandallığına bir de ulusal
onur yaftası asıvermiş oldu.
Futboldaki başannın küçümsenecek bir tarafı
yok elbette. Itirazım. bu başannın hak ettiği
sınır içinde tutulmamasına, tüm
başansızlıklanmızın karşısına
çıkanlmasınadır. Öyle ki kendi aramızda,
ekonomimiz kötü ama futboiumuz iyi,
demokraside iyi sayılmayız ama Galatasaray
da UEFA Şampiyonu, paramız pul oldu ama
rutbolculanmız da Italya'yı fethediyor hani,
gibi muhabbetler eder olmuştuk bir aralar.
Tamam, buna da ihtiyacımız var ama, sadece
bununla yetinmeye razı olmak niye?
Kimse kusura bakmasın.. milletimizin
başanya susamışlığı falan da yok aynca. Öyle
LONDRA
olsaydı, milletimizin ferdi, susamışlığınj doya
doya giderecek ne büyük kaynaklara sahip
olduğunu biraz olsun öğrenirdi. Küçük bir
çaba yıllar önce, Prof. Dr. Ahmed Refik
Güven'in adının. -tam da Avrupa'da şap
hastabğıyla
uğraşılırken
haorlamak ne iyi
olurdu- büyükbaş
MUSTAFA hayvanlara yaptığı
ERDEMOL aşıya venldiğini.
"TürkyoğurrbasilT
^ ^ ^ ^ _ ^ ^ ^ teriminin dünya tıp
~™~~~"~"~" tarihine yine aynı
bilim adamımızın çahşmalan sayesinde
geçtiğini bilirdi. Kuduz hakkında, Vallery
Radot'dan da önce, 1890 yılında, üstelik
Türkçe kitap yazan Tiirk bilimci Hüseyin
Remzi Bey'den de haberi olabilirdi. Ne işine
mi yarardı? En azından benim yaşadığım
türden bir keyfin sahibi olurdu. Vedat
(Türkali) ağabeyin normal sağlık kontrolü için
gittiğimiz Londra'daki ünlü St. Leonard
hastanesinde genç bir hemşirenın "Sizin dünya
çapında bir kalp doktorunuz var, biliyor
musunuz" sorusuna. "Bingür Sönnıez'den mi
söz ediyorsunuz" karşı sorusuyla yanıt
verişimdeki keyiften -siz buna gurur da
diyebilirsiniz- söz ediyorum. Hele. Bingür
Bey'den haberdar olarak, tuttuğum takım
olmasa da Galatasaray'ın başansından söz
etmek öyle bir keyif ki, sormayın...
Bırakın Refik Güven bocanın adını
anımsamayı, bu "başanya susaımşO)" milletin
birçok ferdi, birkaç yıl sonra o rüya
Galatasaray'ın tam kadro adını bile
Stresle
savaşmanın
pratikyollan!..
Günlük yaşamımızın artık neredeyse
vazgeçilmez parçası sayılan "stres"
şimdilerde bürün dünyada üzerinde en çok
konuşulan konu neredeyse. Stresle yaşamak
bu gidişle "moda''olup çıkacak.
Almanya'daki haftalık dergilerde de günlük
yaşamın getirdiği gerginlikler konusu
durmadan vitrine çıkanlıp incelenedursun,
esasen stresle yaşamayı öğrenen milletin biz
Türkler olduğunu aslında bütün dünyanın
bilmesi lazım! Yaşarulan ekonomik krizin
yarattığı olağanüstü gergirdik. enflasyon ve
işsizlik ile bir arada geçim derdi ve işten
atılma korkusunun yanı sıra buna benzer
yığınla güncel konu ve sorun(!) ister istemez
insanlann sürekli olarak sinirlenmesine
neden oluyor ve stres vücudun sistemini de
bozuyor. Doğrudan doğruya stres anında,
sempatik sinir sistemi denen ve tansiyonu
yükselten sinir sistemi aktivitesi aniden
artıyormuş. Ve ardından endişe, korku ile
birlikte yükselen kan basıncı vücudun
dengesini allak bullak ediyor. îşte bütün
bunlara ilaveten trafik, kalabalık ortamlar ve
ödenmesi gereken borçlann düşüncesı de
eklenince, insan ne yapacağını büsbütün
şaşınyor. Şu sıralarda stressiz bir yaşamın
nasıl yaratılacağı üstüne pek çok uzman
dergilerde sayfalar dolusu tavsiye ve sağlık
reçetesini sıralarken gerginliği azaltıcı
metotlar da giderek yayılmakta...
Almanya'da meditasyon kurslannın ve
Ayurveda meraklılannın müşterileri de
günden güne çoğalıyor. lnsanlar kendilerini
robotlaşmış yaşamın akışından kurtarmak
için âdeta çırpınıyorlar. Ancak gerçekler
başka! Almanya'da ömeğin her 7 kişiden
birinın sinir hastası olduğu ve stresle iç içe
yaşadığı gerçeği geçenlerde açıklandı. GEK
adlı sağlık kasasının yaptığı araştırma
sonuçlanna göre yine sadece bu sene içinde
ülke genelinde 12 milyon kişinin depresyon
geçirdiği saptanmış. Yilda 155 iş günü
havaya uçmuş. Münih'te ise bu tür sorunlar
daha çok
MÜNİH
EROL
ÖZKAN
yaşanıyorgibi...
Sokaklarda kendi
kendine konuşan,
evsiz ve
yapayalnız insan
manzaralan
giderek artmakta.
Ancak şurası bir
gerçek ki, stresi
azaltacak yığınla pratik çözüm de aslında
yok değil. Uzmanlann temcit pılavı gibi
ikide bir de sıraladıklan "_Aman gergin
ortamlardan uzak durun" veyahut
"Sevdiğiıuz işlerle uğraşuT yollu
tavsiyelerine kulak asmasanız da bunlar
aslında gerçek. Ve tabiı o bilinen reçeteler de
magazin sayfalanndan eksiz olmaz
pazarlan... Efendim, bir hayvan besleyin,
çiçeklerle uğraşm. resim yapın. sporu sevin
ya da gezilere çıkın türü tavsiyelerin peşi
sıra müzik dinlemenin, özellikle "arp"
müziği dinlemenin strese bire bir geldiğini
bilmem duydunuz mu? Son zamanlarda ben
bu "arp" müziğine fena taktım. Tellerine
dokunulduğunda insaru rahatlatan sihirli
enstrüman arp, kimyasal ilaçlarla tedaviyi
neredeyse rafa kaldiracak gibi etken...
Bütünüyle insan vücudunu titreştiren geniş
bir oktav düzeninin olması v e glissando
tekniği ile arptan elde edilen ses dizilerinin
sonsuzluk duygusu oluşturup göğüs
kafesindeki beze "th>Tnus"u etkileyerek
insan ömrünü de uzattığını biliyor
muydunuz? Ve inanın arp çalanJar uzun
yaşıyorlarmış. Evet, stresle "harp" etmenin
yolu "arp" dinlemekten geçer dersek yanlış
olmaz. Hem de bu konuda uluslararası üne
sahip bir arpçımız bile var: Yardımcı Doçent
Ümtt Tunak. Türkiye'nin ilk solo arp
albümü "Bir Meleğin Kanatiannda" ise
konuyla ilgilenenlere tavsiye edilecek ilk ve
tek örnek. Evet, öyle ya da böyle.. nasıl
düşünürseniz düşünün. stresle savaşımın püf
noktası. esasen insanın içinde huzur duyması
ve yaşamdan zevk almasıdır. Şimdi bu pazar
gününü, salaş bir deniz kenan lokantasında,
Hendel'in arp konçertosunu, mum ışığında
dinleyip kırmızı şarap yudumlayarak
sevginizle el ele olmanın mutlulugunu
yaşamak, inanın bütün stresinizi silip
süpürecektir. Deneyin! Ve siz siz olun,
"stres"siz yaşamanın yollannı keşfedin...
SeuVde
oloylı
gün
Güney Kore'nin
başkentj Seul'de
dün yine ABD
karştn gösterüer
yapüdı.
Aralannda
üniversite
öğrencilerinin de
bulunduğu
yaklaşık200
eylemci, ABD
8.Ordu
Karargâhı'nın
önünde polisierie
earıstı. Eytemciler,
VVashingiton
yönetüninin
Güney
Kore'deki askerler
ini cekmesini ve
ulusal füze kalkaru
projesini iptaJ
etmesini istediler.
(Fotoğraf:
REUTERS)
anımsamayacaktır. Metin Oktay'ı sorun
bakalım etrafmızdaki futbol tutkunu gençleı
Arkadaşım Firdevs Gümüşoğtu nun
mikrobıyolog Zekai Muammer Tunçman'ın
yaşamını ve çalışmalannı anlaftığı
Türkiye'nin Pasteur'ü ana başlıklı kitabını
okurken geldi bunlar aldıma. Bir Cumhuriye
aydınının, bir bilim insanının öyküsünü
anJatmış Firdevs. Yaşamını, makalelerini, ge.
notlannı okuduğumuzda bilim insanı olmanı
ne demek olduğunu daha iyi
anlayabiliyorsunuz. Bizi böyle bir bilimciyle
buluşturmak bu kızm aklına nereden geldi
diye düşünmüştüm. Televizyonun en önemli
buluşlardan biri olduğunu söyleyenlere,
kapama düğmesı daha büyük bir buluştur
diyen bilge kişiye hak verdirircesine iyice
aptal kutusuna dönmüş televizyondan bile
istenirse neler kapılabileceğinin iyi bir
örneğiymiş aslıda Firdevs. Bakın
Tunçman'ın yaşamım kitaplaştırma
düşüncesi aklına nasıl gelmiş: "1997
Kasımı'nda TRT 2'de Cumhuriyet'e Kanat
Gerenler programını izJerken mikrobiyolog
Dr. Zekai Muammer Tunçman'ın adını
duydum. Kuduz hastahğuun ortadan
kalkması için Diyarbakır'dan İstanbul'a dek
Türkrye'nin her \anında büyük bir mücadele
veren bir bilira insanınuı öyküsü beni çok
heyecanlandutu." Yani Firdevs, o saatlerde
hem de üste para ödeyerek kablolu TV'den
maç izliyor olsaydı ya da o en büyük buluş
olan TV kapama düğmesine dokunmuş
bulunsaydı, Tunçman hocadan daha uzun
zaman haberdar olamayacaktık demek ki...
Laf olsun diye söylemiyorum, Tunçman gibi
bir değerden, kendisi de bir değer olan
Firdevs'in dikkati sayesinde haberdar
oluşumuz, yine de bir tesadüfe bağlı.
Tunçman, yarasalardan kuduz geçtiğini,
köpek ısırması sonucu tedaviye gelen
astım hastalannın krizlerinin kuduz
aşısı ile kesilebildiğini buldu.
Türkiye'de ilk kez difteri ve çocuk felci
panellerini, kendi olanaklanyla hem de tam
14 kez Ulusal Mikrobiyoloji Kongresi'ni
dûzenledi. İlk elektron mikroskobu ile ilgili
broşürü Türkiye'de ilk Tunçman yazdı.
Masraflannı kendisinin karşıladığı
Mikrobiyoloji Dergisi'ni 27 yıl aralıksız
yayımladı. Yaptıklannın sadece birkaçı
bunlar. Böyle bir bilim insanının yaşamını
merak etmez mi insan? Başanya susamış
değil mi bu millet? Al işte çeşme, hem de
sebil. Doya doya, kana kana içsin.
Tunçman'ın tek suçu da duran toplara iyi !
vuramamakolsun. '•- " ...-,.{>..:':-
Değişen dünya düzeninde yok olan güzellikler
Yıllar önce Isveç'te yeniyken,
toplumu yakından tanımazken,
kendi deneyimlerim yokken ve
kulaktan dolma bilgilerle buraya
gelmişken. bir yabancı gözüyle
kafama takılan bazı görüntüleri
anımsıyorum şimdi. Örneğin
metroda, belediye
otobüslerinde büyük çoğunlukJa
kadınlann hatır hutur yeşil elrna
yemelerinı. Işyerinde iş arkadaşlan
mın, öğleden sonra kahve-çay arası
verildiğinde, önceden çantalanna
koyduklan çörekleri kimseye ikram
etmeden çıkanp atıştırmalannı. Bu
arada, güzel bulduğum
alışkanlıklan da beni etkilemişti.
ÖzellikJe mağaza ve metro
girişlerindeki açılır kapamr bir
kapıdan geçerken, kapıyı
arkalanndan gelen yetişene dek
tutmalannı; yürüyen merdivenlerde,
duranlann basamağın sağ tarafında
dikilerek sol tarafı acelesi olanlara,
basamaklan yürüyerek çıkmalan
için serbest bırakmalannı, aynı
basamakta iki kişinin yan yana
durmamasını. Isveçliler, bir yere
davetli giderlerse ertesi gün ilk
fırsatta telefon ederek "Son
görüşmemiz için teşekkürler"
derler. Bu bir nezaket gereğidir ve
hâlâ küresel yozlaşmaya kurban
gitmemiştir. Zamanla
deneyimler edindim,
genellemeler de. Önyargılı
saptamalanm oldu; yanıldığımı
anJayınca utandım, önyargım
doğru çıkınca da kaygılandım.
Başka ülkelerde doğup da bu
ülkeye yerleşen insanlann
sayılan arttıkça, önyargılarla
eski değerler, sıkı sınavdan
geçmeye başladılar. Isveçlilenn bir
kjsmı, kendi bazı güzel
alışkanlıklarını terk etmelerini, yeni
"kozmopolittiğe" veriyorlar. "Yeni
Jsveçliler" ise Somalilisinden
Türk'üne, Şililisiden Arabına, hep
aynı halk grubu gibi kabul
edilmekten yakınmaktalar. "Biz
İsveçliler" denilince nasıl homojen
bir grup kast ediliyorsa, "siz
göçmenJer" denilince hiç homojen
olmayan bir kitle. tek bir halk
grubu gibi görülmüş oluyor. Bu
gelişim, toplumların "saflığjnı"
bırakarak kaynayan bir kazana
dönüşmesini mi
sağlıyor, yoksa
gelenek ve
göreneklerini mi
değiştiriyor,
bilmiyorum.
Ama yıllar
öncesini bilen
STOCKHOLM
GÜRHAN
UÇKAN
— — — biri olarak
günlük
yaşamdaki olumsuz gelişmeler
canımı sıkıyor. Dilerseniz, birkaç
örneğe geçeyim:
Metro treninde siz sabah işe
giderken karşınızda oturan kadın
ağzını açıp öyle bir esniyor ki,
meraklıysaruz hanfendinin dolgu
dişlerinin sayısını saptayabilirsiniz.
Bir gün birisine soracağım,
ellerinde herhangi bir rahatsızhğı
olup olmadığını. Elle ağız örtmek,
nanay! Restoranda adam karşınızda
yemek yiyor. Sağ elindeki çatalı
ortasından. birini bıçaklayacak gibi
tutmuş tabağındaki yemeği irili
ufaklı yük gibi ağzına tıkıştırmak...
Sol çatalla resmen parçalamakta.
Açınır-kapanır kapılan tutmalar,
iyiden iyiye geçmişte kaldı.
Yürüyen merdivenlerde
yürümeyenlerin basamağın sağ
tarafında durması adeti devam
ediyor ama metro vagonlannda
inenlere yer verme kültürü, bizim
Aksaray'dakine benzemeye başladı.
Metro işletiminin özel bir şirkete
verilmesinden sonra başlayan
aksaklıklar, Isveçlileri de vagondan
inenleri beklemeden içeri girmeye
başlamaya, gerektiğinde dirsek
kullanmaya alıştırdı. Aym zamanda,
malum meşrubat, malum
hamburger ve malum müzik
kanalının iyiden iyiye
küreselleştirdiği gençler. gün 24
saat yalnızca kendileri için
yaşamayı, bencilliği bir çeşit yaş
gereği görmeye başladılar. Falanca
marka blucin alması için haftada 40
saat belini kırarak ekmeğıni
kazanan aruıesinin neredeyse
boğazını sıkan genç, kendisine
küçük bir Amerika düşü veren
şirkette çağdaş köle maaşıyla
köfte kızartırken kendini, sevdiği
bir oyuncunun eninde sonunda
mutlu olacağı bir son içeren bir
filminde rol ahr gibi hissediyor.
Işıklar yandığında çok geç olcak
ama o kadannı henüz
düşünmeyecek kadar genç.
Denilebilinir ki yeni dünya
düzeninde birçok şey. kişinin
esnerken ağzını eliyle
kapatmamasından, pantolonundakj
markadan ve yaşadığı düş
dünyasmdan kendini belli ediyor.
Bir Berlin varmış, bir Berlin yokmuş..
Aslında bir Berlin vardı, hatta bir Berlin daha
vardı bir zamanlar. Ama onu ne siz sorun ne
ben anlatayım. Almanyalar birleşti. Duvarlar
yıkıldı. Bir elmanın yansı Doğu Berlin öteki
yansı Batı Berlin'le birleşerek Big Apple
(Büyük Elma-New York) oldu şimdi. Bu New
Yorklaşma/ Yozlaşma virüsü öyle hızh
biçimde yayıldı ki.. Berlin, Berlin olalı böyle
bir yabancılaşma yaşamadı. Yabancılara bile
yabancı gelmiyor artık Berlin. New York'un
gökdelenleri var, Paris'in Eyfel Kulesi,
Istanbul'un da Boğaz Köprüsü. Berlin'in ise
bu kentlerde olmayan "nev-i şahsına
münhasır" bir Duvar'ı vardı bir zamanlar.
Kimınin Utanç Duvan, kiminin Ağlama
Ouvan dediği o "yokluğu varhğından daha
çok hissedilen" duvara biz de ağlamıyoruz
kuşkusuz. Ama "Duvar bitti, yapı paydos!"
derken beklenenin tam tersi oldu. Berlin'in
her yeri inşaatlarla donatılmaya başlandı.
Burası parlamento binası. Şurası milletvekili
lojmanlan. Bu alan Fransız Elçiliği. şu alan
AB kuruluşlan derken Berlin, tüm
özgünlüklerini yitiren tipik bir başkent
olmanın sıkıcı havasına bürünür oldu. Geriye
dönüp baktığınızda Berlin'in eski halini
bulmanız. hatta yalnızca bunu anımsamanız
bile neredeyse olanaksız görünüyor.
Kreuzberg'de VValdemarstrasse'deki evimizin
karşısında bir zamanlar başka bir dünya vardı.
O dünya, ara sıra gidip gelsek de aslında
bizim dünyamız değildi. İşte, o dünya, bugün
benim yalnızca karşı sokağım oldu. Ben artık
hiç gidip gelmesem de o dünya da artık bizim
dünyamız oldu. Orada, bir Berlin vardı ki
uzakta, işte o Berlin herkesin Berlin'i oldu bir
gecede. O geceden sonra da olanlar oldu.
Düğünler dernekler, gelin halaylan mı
dersin... At kendini Duvar'dan, geride
bekJeyenlerin vannış düşünme.
Bak her yanda hürriyet. Atıyorum
kendimi Duvar'dan aşağı.
Başımda kavak yelleriyle
Ihlamurlar Altı'nda (Unter den
Linden) yürüyorum: Içimde bir iş
görmenin saadeti.
Istanbul'da Zeynep Kâmil'de
Karacaahmet Mezarlığı'nın hemen
karşısındaydı evimiz. İster istemez
Karacaahmet'in o sükûn içindeki mezarlannı
seyrederdik her gün. Evimizle mezarlık
arasından dar bir yol geçnordu yalnızca.
"Gün gelecek biz oradan bu e\i izleyeceğiz''
diyen komşulanmız vardı. Allahtan henüz o
gün gelmedi. Ama yıllar yılı
VValdemarstrasse'den sürekli izlediğim öteki
Berlin'deki yeni sokağımjza "bir sakm" olarak
taşınınca. eski evimi Karacaahmet'ten izler
gibi korku içinde -ara sıra kendimi
çimdikleyerek- izlemeye başladım. Evet. artık
BERLİN
o Berlin yoktu. Yani Karacaahmet yok
olmuştu. Ne kadar çimdiklesem de kendimi,
karşımda artık her gün daha da duvarlaşan bir
Berlin duruyordu. Yakılan külleriyle yeniden
canlanan Anka Kuşu gibi Berlin de yıkılmış
duvannın tozuyla dumanıyla artık bir daha
"Bir Berlin daha varnuş" dedirtmemecesine
kendini yeniliyordu. Ancak yeniden canlanan
bu kuş bir daha asla o Anka Kuşu
olamayacaktı. Elimde haftalık
gazetemle yürüyorum
Kreuzberg'in Türkleşen
sokaklannda. Dönerciler mi
dersin, telekafeler mi dersin.. her
yanda Türkiye! Adalbertstrasse
sağlı sollu Türk dükkânlanyla
dolu. En çok Türk bu bölgede
oturuyor Berlin'de. Soruyorum,
Adalbert kimdir diye, önüme
çıkan her Türk'e. Kimse bilmiyor. özel bir
isim. diyorlar. Geldim geleli bu sokakta
otururum, hiç düşünmedim diyor bir
"gurbetçi"miz. Söylesene kimdir diyor bana.
Bilmek zorunda değil diye düşünüyorum
ama.. 30 yıl aynı sokakta oturup da oturduğu
sokağın adının ne anlama geldiğini bihneyen,
bilmek istemeyen, bilmek için çaba
göstermeyen bir kitlenin üyesiydim ben de.
LJstelemiyorum. Bir din adamı deyip
geçiyorum. Ama sanki Adalbert'i tanıyan
CÜMHUR
PEKYÎĞİT
birine rastlamak Istanbul'dan bir eşe dosta
rastlamak gibi bir şey olacaktı benim için.
Ama olmadı. Berlin'de yaşamak vardı, bir de
Berlin'i yaşamak vardı. Biz hangisini yaşadık
acaba? Eminim ama, bir gün rastlayacağım,
Berlin'i de yasayan o Türk'e.
Istanbul gecelerinin bir yansunası olmalı
diyorum 200 bin Türk'ün yaşadığı Berlin üe.
Kalkıp meşhur bir Türk lokantasına gidiyoruz.
Mezeler, içkiler, yemekler ısmarlanıyor.
"Şerefe*lerle "Prosflar birbirine kanşıyor.
Ama kanşmayan bir şey var yine de: Hesap.
Garson masada oturan herkesten ayn ayn
hesap alıyor. Herkes çok doğal karşılıyor
bunu. Ister istemez benim de gözümde
Istanbul'un Çiçek Pasajı canlanıyor. Akordeon
çalan kadın, fasıl heyetleri, garsonlann türlü
türlü soğuk mezeleri büyük bir tepsi içinde
dünyayı sunar gibi masaya getirmesi, elden
gelse yandaki masanın da hesabını ödemeye
kalkışan müşteriler... Hadi "Prost" diyor
karşımdaki arkadaş. "Prost, prost" diyorum
ben de ama bu "Prost" bi türlü kafamdaki
"Şerefe"nin tam bir tercümesi olamıyor
nedense. Rakının acı, hani o en acı tadı var ya!
Hani, susuz içildiğinde içimizi yakıp kavuran
tadı, işte o en acı tat, burada Berlin'de entegre
olamamış hayatlanmıza sunulan en tatlı
gerçekti aslında. Bu gerçek de tek sözcükle
dile getirilebilirdi: "Şerefe!"