22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 TEMMUZ 2001 ÇARŞAMBA DIZI Düşman aileçocukları Piramos ve Thisbe'nin tırnaklanyla kazdıkları sevdanın öyküsü Dutukarartan aşk masalı Thisbe ailelerinin evlerini, aynı zamanda kendi odalannı ayıran duvan tımaklanyla deldiler. Böylece Piramos'la Thisbe, deliğin iki yanından seslenebilir oldular. Zaman içinde birbirlerine öylesine güzel sözler söylediler ki, söyledikleri . kaydedilebilmiş olsaydı, aşk yazınının başyapıtı çıkardı ortaya. Kadın "Bak" dedi, "gözlerimin içinde ne görüyorsun." Erkek. "Ar- gos ırmağının tannsı tnakhos'u gö- rüyorum" diye yanıt verdi.. Gülüştüler!.. Duru su baharın, ilk çiçek topra- ğındı... Bir terk edilişin öyküsü, bir kış sabahı buluşmalanyla başladı... Çok uzaklarda dağ içinde yitiril- miş bir yürek, Argos ırmağıyla bu- luştu... Erkek. kadma şöyle demişti: "Ne, adsız gecede bu maske, ne bir ırmak gibi taşan bu ses ne de bu adımlar benim değiL." Tam beş ay sonra ay ışığı odala- nna vururken "tçimizde kahveren- gi bir dağ düşü yatar" diyordu ka- dın... Erkekse, Inakhos'un en geçerli efsanesini düşünüyordu... Inakhos, lo'nun babasıydı... Zeus, lo'yu kaçırmıştı... Zeus, lo'yaâşıktı... Kadın ve erkek bu efsaneye ben- zettileraşklannı... O gece denize doğru yürürlerken kadın itiraf etti: "Seni, burnun sürtûlsün diye terk ettimL" Tam o sırada deniz tanrıçası lo göründü... Her ikisi de 'ölüm üzerine' kuru- lu söylenceyi çok iyi biliyordu... Her ikisi birden sordu: "Tüm aşklar tutkuyla mı büyür, nefretle mi biter?.." Bu soru yanıtsız kaldı... lyonya kıyılannda lo söylencesi dalga dalga yayıldı... llkçağ uygarlığmın insanı "mut- luluk" ya da "mutsuzluk" çizgisin- de toz pembe dünyalara götüren masallar, yani söylenceler, günü- müzde tıpkı tiyatrolar, tapınaklar, stadyumlar, agoralar gibi dipdiri yaşıyor. Eskinln yenlsl yozlaşmıs Festivallerin yerini panayırlar alı- yor. îlkçağın müzik, güzellik ve re- sim çalışmaları yitip gitmiş. Ne- dense eskinin yenisi yozlaşmış. In- sanı allak bullak eden bu düşünce- ler demetinden nasıl çıkacagız? Günümüzün aşk masallan, yani öyküleri insanı öyle pek mutlu kıl- mıyor. Sevgilisini çok sevdiği için onu kasap bıçağıyla yüz parçaya ayınp ciğerini meze yapan adam- dan tutun da nişanlısını yüz milyon liraya geneleve satan delikanlıya dek her gün neler okumuyoruz ga- zetelerde. Hayıryanlışanlaşılmasın. Günü- müzde de tertemiz aşk öyküleri vardır. Ama ya kan davası? Anado- lu'da hâlâ süren başlık parası. (H. Çetinkaya, Bodrum Sürgünleri, Boyut Yaymcılık) llkçağda kültür ve uygarlık ne denli görkemli olursa olsun insan- lar yine aynı insan. Size Toros- lar'dan, Kazdağı'ndan, Yozgat yö- resinden değil bu kez llkçağ Ana- dolusu'ndan bir masal anlatıp "es- kinin yenisi"ne bir sevda türküsü ekleyeceğiz: Karadutun öyküsü Yaşınız ne olursa olsun "aşksız" yani "sevdasız" bir yaşam düşü- nülemez. Bu ilkçağda da böyledir, günümüzde de. Gazeteci yazar Şa- dan Gökoyalı'nın derlediği "Ka- radutun Öyküsü"nü dinleyelim önce. Isteyen kendisine uyarlar. Belki yaşamından belirli mozaik- ler bulur. Zamanın birinde, ülkelerden bir ülkede soylu iki aile ve bu aileler arasında kan davasından beter düş- manlık varmış. iki ailenin arası ni- ce açıksa, inadma evleri onca ya- kın, yakından da öte bitişikmiş. Ailelerin birer çocuğu olmuş, bi- ri kız öteki oğlan. Piramos ile This- be. iki çocuk, çocukluktan çıkıp, kendilerini bilme çağma ermiş. O ara iki genç birbirini görmüş. Işte o an, ateş bacayı sarmış. Ferman dinlemeyen gönül, düşmanlık mı taşır? Piramos ile Thisbe göz alıp vermişler ki söz alıp vermekten bağlayıcı. Aileler arasındaki düş- manlık, iki genç arasında ilişkiyi güçlendirmekten öte işlev göreme- miş. Demiş ya ozan: "Sevdadır adı, aratmazodu." Aratmak ne söz, aşk, ateşin özünü yaratır bile... Dönen dünya, öykümüzün sev- gililerini yollanndan döndüreme- miş. Geçen zaman, iki yürekteki nır diye bir şey yoktur. iki sevgili- nin tırnaklan duvardaki deliği oy- mak bilmiyordu da, gönülleri doy- mak bilmiyordu. Artık buluşmala- n gerektiğine, kavuşmak için gere- ğince sabrettikJerine inandılar. Kavusma zamanı tnce eğirip sık dokuduktan, duru- mu tüm yönleriyle değerlendirdik- ten sonra, Piramos şöyle seslendi deliğin öte yanındaki sevdiğine: - Thisbe'm, gönül sultanım be- nim, muştular bize ki kavuşacağız. Yann kuşluk vakti Karadağ etekle- rindeki Dutlupınar'ın başında ol. Sen gidince, ben de çevreyi kolaçan edip. ardından geleceğim. Siz olsaydınız n'apardınız, gece- yi uyumakla mı geçirirdiniz, uyku- suz mu? Hah işte, Piramos'la This- be de aynen öyle yaptılar. Kuşluğa nı gördü. Korktuğunun başına gel- diğini sandı. Dizleri titredi, iki ya- na sallandı. Öc alma hırsıyla asla- nın ardından koştu. Gelgelelim as- lan çoktan kayıplara kanşmıştı. Piramos, kendi kendine şöyle ko- nuştu: - Demek aslana yem ettim mele- ğimi. Keşke önce onu yollamasay- dım. Keşke arkada kalıp ortalığı kollamasaydım. Thisbe'm katilin aslan değil, benim. Ama üzülme. Seni yalnız komam, ben de geliyo- rum yanına. Canevlne saplanan hançer Delikanh böyle dedi ve aslanı vurmak için çıkardığı kamasını ca- nevine sapladı. Önce dizüstü çök- tü, ardından çmar dalı gibi yıkıldı. Kamasının açtığı yerden fışkıran kanı yere aktı. O güne dek tüm dut- Hikmet ÇETİNKAYA yazd, TROYA'dan İYONYA'ya Çizgiier: Semih POROY "Tk T"için Anadolu kûltürûnün f\f yabancısıyız? Ya da: JL V Bizim olan her şeye neden başkalan sahip çıkıyor? Bu soruyu yanıtlamak öyle zor değildir. Zor değildir ama bugüne dek Anadolu kültürü çocukluğumuzdan beri kafalara şöyle sokulmuştur: Yunan kültürüî yangını söndürememiş. Dün kaça- mak görüşmekle mutlu olan genç- ler, bugün görüşmemekle mutsuz olmaya başlamışlar. Tırnakla delinen duvar GönJü olan çoban tekeden süt sa- ğar da, seven gönül sevdiğinden ca- yarmı?Şirin'inaşkıylaFerhatdağ- lan deler de sevişen iki yürek, ka- vuşmalanm engelleyen duvan del- mez mi? Elbet deler. Piramos ile Thisbe de öyle yaptı elbet. îki âşık. ailelerinin evlerini, aynı zamanda kendi odalannı ayıran du- van tımakJanyla deldiler. Böylece Piramos'la Thisbe, deliğin iki ya- nından seslenebilir oldular. Zaman içinde birbirlerine öylesine güzel sözler söylediler ki, söyledikleri kaydedilebilmiş olsaydı, aşk yazı- nının başyapıtı çıkardı ortaya. Yalnız sevdalı bilir sevdalınm ha- lini. Bilinir ki sevdalı, umduğunu buldukça ötesini ister. Deldikleri delikten sözlerini birbirine ulaştıra- bilen Thisbe'yle Piramos da bu- nunla yetinmez oldular. Deliği tır- naklanyla genişletip parmaklannı kavuşturdular. ; Bir kez sının aşan için, artık sı- doğru Thisbe, yüreğinin gümbürtü- sünü dinleye dinleye yola çıktı. Tavşan gibi ürkek, keklik gibi seke- rek kavil yerine vardı. Yavuldusu- nu beklemeye koyuldu. Az sonra gördüğü manzara karşısında gözle- ri yuvasından uğradı. Avını yiyip bitirmiş, kanımı doyunnuş olan bir aslan, susuzluğunu gidermek üze- re Dutlupınar'a doğru geliyordu. Genç kız ilk şaşkınlığı geçer geç- mez, fundalığa doğru koştu. Yel- dirmesinin bir kızılçalıya takıldığı- nın farkına bile varmadı. Aslan gel- di, pınann yalağından kana kana su içti. Sonra ormana doğru yürüme- ye başladı. Bu arada Thisbe'nin, çalıya takılmış başörtüsünü buldu. Insan kokusu sinmiş yazmayı, kan- lı pençe ve dişleriyle parçaladı ve çekip gitti. Kanlı başörtüsü Tam bu sırada Piramos ulaştı ka- vil yerine soluk soluğa. Baktı ki sevdiceği yok ortahkta. Fakat o da ne? Bir aslan ilerliyordu çalılıklar arasında. "Sakm" diye düşündü de- likanh. Düşünecek vakti yoktu. Fır- ,ladı. ilk çalıda Thisbe'nin başörtü- sünün kanlara bulanmış parçalan- lann yemişi aktı. Piramos'un ka- myla kökleri sulanan dutun yemiş- leri pembeleşti. ölüm bile ayıramadı Çok geçmeden Thisbe döndü Dutlupınar'ın dibine. Gördü ki, yo- luna can, baş koyduğu sevgilisi ala- kanlar içinde. Elinde de kendi yaz- masmdan kanlı bir parça. Kafasın- da bir şimşek çaktı. Haniyse çıldı- racaktı. Sendeleyen bir ak yonru gi- bi dikeldi. Yaşamın ilkyazında ol- duğunu unutup, son durağına gel- di. Şu sözlerle çınlattı ortalığı: - Eey Piramos, ses verip sesleşti- ğim, parmak uçlanyla kavuştuğum. yürekten yüreğe seviştiğim sözlüm benim. Seni ben öldürdüm. N'olay- dı, aslan canımı alsaydı da, sen sağ kalaydın. Korkup kaçışım, seni hem elimden, hem dünyadan kaçırdı. A- ma üzülme cankuşum, ölüm bile ayı- ramaz bizi. İşte geliyonım. Böyle dedi Thisbe... Piramos'un göğsüne saplanmış kamayı alıp, olanca gücüyle yüreğine batırdı. Bir vuruş, anında onu da yavukJu- sunun yanına yatırdı. Genç kız or- talığı kana buladı. Kanı, pınan göl- geleyen dut ağacının saçaklannı su- ladı. Dutun az önce Piramos'un ka- nıyla pembeleşen meyveleri, This- be'nin kanıyla tümden karardı. O günden bu yana, karadut var oldu. Yöre halkı, iki sevgiliyi yü- rekJerine, ölülerini de Dutlupı- nar'ın gölgesine gömdüler. Söyleş- meden sözleştiler: - Bu kara yemişli dut ağacı, ka- vuşamayan sevgililerine, anısını yaşatmak için, kara bir anıt gibi, dünya durdukça dursun. Insanlar bundan ders alsın. Aileler birbirle- rine düşman olmasın. Sevenleri ka- vuşturmayanlar, pişman olsun. Ve ozan baba geldi, bu olayı tür- küye geçirdi: Şu insanlar ne zavallı/kuralları nice pis be/Böyle sevdi Pira- mos'u/'Murat alamadı Thisbe. Cünümüzün aşk masallan Ya günümüzde aşk masallan na- sıl? Yaşadığımız çağda masalı değil. gerçeği yaşıyoruz. Bir gazete haberi önümüzde. Ba- kalım ne yazıyor: - Sevdiği kızın gözünü oyan adam. savcıya "Ne yapayım. çok seviyor- dum. Başkasn ia evlenmesüıe gön- lüm razı olmadT dedi. Bu tür olay- lan çoğaltmak olası. Biz yine başla- dığımız yere dönelim. Tiyatrolar. ta- pınaklar, agoralar... Biz bu yazı dizisinde "eskinin ye- nisi"ni anlatırken. binlerce yıl önce- ki yaşam ile bugünün karşılaştınl- masını yaptık sadece. Eskinin özle- mini dile getirmek değil amacımız. Anadolu topraklanndan fışkıran uy- garlığa günümüzde neden biz değil de başkalan sahip çıkıyordu? Uy- garhğın bizler gerçek mirasçısıyız. Çünkü bizim size anlattığımız küli tür Anadolu'da tomurcuklanmış ve çiçek açmıştır. Kendimize yabancı Anadolu kültürü HaJikarnas Bahkçısı Anadolu ef- sanelerinin Batı'da Yunan efsanele- ri olarak anlatıldığını yazar. Bu ni- çin böyledir ya da böyle olmuştur tartışmasını gereksiz buluyoruz. Şimdi şu soruyu sorabiliriz: - Niçin Anadolu kültürünün ya- bancısıyız? Yada: - Bizim olan her şeye neden baş- kalan sahip çıkıyor? Bu soruyu yanıtlamak öyle zor değildir. Zor değildir ama bugüne dek Anadolu kültürü çocukluğu- muzdan beri kafalara şöyle sokul- muştur. Yunan kültürü! Yann: vazgeçilmeyen tutku,/ altın AVRUPA'DAN GüRAY OZ Yalanın-Dolanın Dibi Bu yaz Avrupa Türkiye'ye indi diyoriar. Sahille- rin dolup taştığı söyleniyor. Herhalde başka sahil- lerolmah; benim gördüğüm sahillertenhaydı. Tür- kiye Uluslararası Para Fonu ile "nazlı âşık" kavga- sını sürdürür, IMF yarım teslimiyetle yetinmezken sahillerin dolup taştığını yazan gazetelerin halka moral vermek için çabaladıklan söyleniyordu kah- ve köşelerinde. Gerçekte ise sahiller ıssızdı. Gü- ney kıyılanmızda biraz yükselmiş olan doluluk ora- nı, dediklerine göre yanıltıcıydı. Turist sayısındaki artış oranlarını geçen yıla, önceki yıla göre değil, daha yüksek oranlara ulaşılmış yıllara göre hesap- lamak gerekiyordu. Bu "kötümser-gerçekçiler"', "münafık muha- ///"lerin dikkat çektiği bir başka nokta da, geçmiş yıllarla yapılan kıyaslamalarda turistlerin bıraktık- ları döviz miktarının göz önünde tutulmaması. "Kötümser gerçekçiler", "muhalif münafıklar" memleketin bu halinden gizli bir sevinç mi duyu- yorlar? Hiç sanmam, büyük kaygı duyduklarından eminim. • • • Türkiye'de insanlar şu sıralarda iki farklı yakla- şımın, iki farklı görüşün çevresinde kamplaşıyor- lar. Bu taraflardan birisi, Türkiye'nin, birbirini izle- yen krizlerle ve her krizden sonra biraz daha ulus- lararası finans kurumlarına, büyük devletlere ba- ğımlı hale geldiğini söylüyor, her krizde memleke- ti "kurtarmaya" gelen IMF'nin reçetelerinin yeni krizlerin yaratıcısı olmaktan başka bir işe yarama- dığını savunuyorlar. Çareyi üretimi arttıracak, soy- gunu önleyecek, dışa kapalı değil ama yerli çö- zümlerde arıyorlar. Medyamızın cevval kalemleri bunlara "devletçi solcular" adını veriyor. Diğerta- rafta ise yine medyanın usta kalemlerinin anlaşıl- ması zor tanımlarıyla, her nasıl oluyorsa "serbest piyasacı solcularla, liberal sağcılar" var ve onların derdi, IMF ile birlikte Türkiye'yi düzlüğe çıkarmak- mış. Bu medya leşkerine göre şaşırtıcı olan, MHP'nin "dev/efç/so/cu"larlayada "devletçisol- cu"lann MHP ile aynı safta olmaları imiş. Türkiye tuhaf bir ülke. Kimi zaman yalanın dolanın, şaşırt- macanın, demagojinin sonu yok. IMF ile yapılan anlaşmaların, verilen niyet mektuplannın altında "devletçi solcu"lann değil, MHPGenel Başkanı'- nın, serbest piyasacı "solcu" Ecevit'in ve liberal sağcı Mesut Yılmaz'ın imzası yok mu? • • • Yadırganacak çok şey var bu ülkede. Eleştirile- rini sistemin kendisine yöneltmeyen. Ama bu sis- temin de bir tuhaf sistem olduğunu söyleyenlerin sesine de kulak vermeli. "Böyle kapitalizm mi olur?" diyenlerin, "kapitalizmin de birraconu var, anladık serbest piyasa ama serbest soygun değil ki kardeşim" diyenlerin haklı oldukları bir yan yok mu. Böyle söyleyen ve sesleri gittikçe yükselen bu kesim alışılmadık birtablo çiziyor. Alışılmadık, çün- kü alışılmış olan; sanal dünyalarda yaşamak, pa- radan para kazanmak, köşe dönmek ve hesapsız, özellikle de kitapsız yaşamaktı. • • • Bu yaz Avrupa Türkiye'ye inemedi. Inecekti, a- ma yeteıii sayıdâ uçak seferi yoktu. Kriz nedeniy- le oteller olağanüstü ucuz olsa da gelemediler. Ben geldim. Ama ben sırtında çanta tatil beldele- rini dolaşan Avrupa'da mukim fukara bir gazete- ciyim. Açığı kapatmam mümkün değil efendim. Mersîn Soli-Pompeipolîs çahşması sürüyor NAZMİAKDAĞ ARtF ASLAN MERStN / BAT- MAJV-Mersin'deki So- li-Pompeipolis antik li- man kentinde kazı ça- lışmalan hızla devam ediyor. Antik kent Ha- sankeyf'te ise Prof. Dr. Oluş Arık gözetiminde sürdürülen kazının res- torasyon ve kurtarma çalışmalanna Almanlar büyük ilgi gösteriyor. Çalışmalann eylül ayı başına kadar hızla sü- receğini belirten Ank. Batman'a bir müze ku- rulmasını istedi. Soli-Pompeipolis an- tik liman kentindeki kazı çalışmalan Mersin Üniversitesi Fen-Ede- biyat Fakültesi Arke- oloji Bölümü'nce yürü- tülüyor. Kültür Bakan- lığı, Mezitli Belediyesi ve Gelbul Inşaat'ın desteğinde gerçekleşti- rilen çalışmalann yak- laşık 1 ay süreceği bil- dirildi. Kazıda elde edi- len MÖ 67-65 dönemi- ne ait çok sayıda tarihi eser, alanda oluşturulan müzede sergileniyor. Hasankeyf Antik kent Hasan- keyf'te de kazı çalış- malan, Ankara Üniver- sitesi Dil Tarih Coğraf- ya Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Oluş Ank başkanlığında de- vam ediyor. Kazı çalış- malanna özellikle ts- tanbul Alman Arkeolo- ji Enstitüsü'nün büyük ilgi gösterdiğini anlatan Ank şöyle konuştu: "Hasankeyfte \iizeyde genel olarak İslami me- deniyedere ait eserler ve izler olduğu için yaban- cılann ilgisini pek çek- miyor. O>sa İslam ön- cesi medenhetlerve an- tik döneme ait değerle- riyie Hasanke>f zengin bir kent. İstanbul Al- man Arkeoloji Enstitü- sü'nün yeni scçilmiş başkam, Hasankevf e ilgi gösterdi. Bütün dünya ile işbûiiği yap- mak isthoruz. Alman- lar da blzimle işbûiiği yapmak istiyoriar. An- İaşabilirsek kazı çalış- malanna kanlacaklar. Daha önce Bamberk Üniversitesi ile anlaş- nuşnk. Neden olmasın. Görüşmelerimizdevam ediyor." Eylülde bitecek Kazılann eylül ayı başına kadar devam edeceğini belirten Ank, ekonomik kriz nedeniyle ödeneklerin azaldığını, ancak GAP Idaresi'nin bu yılki ça- lışmalara 70 milyar lira sağladığını belirtti. Ödeneğin mayıs ayı ba- şında çıkanlması karar- laştınlmasma karşın bürokratik engellerle temmuz ayına sarktığı- nı anlatan Ank, "Tür- kiye'de tarihi mirasla uğraşanlar zaman, pa- ra ve akıllannın yüzde 60'ınj bürokrasiye har- car, kalan yüzde 40*ı asıl işin üzerine verebilseler dua ederiz" dedi. Ank, antik kentten çıkanlan eserlerin ser- gilenmesi için Bat- man'a bir müze kunıl- masını istedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle