16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13MAYIS2001PAZAR O L A Y L A R V I J tjORLJİŞLJiiK olay.gorus(acumhuriyet.com.tr "Akıl Frenk'ten.. Saltanat Bizden -M Prof. Dr. İlhan ARSEL edrese yetiştir- mesi demek olan Osmanlı kafası, özellik- le 18. ve 19. yüzyıllar bo- yunca, yabancının aklına ve öneri- lerine ya da giderek (hatta) emirle- rine göre iş görme geteneğini edin- mişti. Başta padişah olmak üzere devlet büyükleri (ricali), şeriat hü- kümlerine uyarak iş görmenin yeter- siz, yararsız ve felaket doğurucu ol- duğîınu anladıklan ve başkaca da yapacak bir şey bulamadıklan za- manlar, yabancıdan akıl alma yolu- na başvururlardı. Fakat, kurnazlığı elden bırakmayıp, sanki kendi akıl- lannca ve şeriat doğrultusunda iş gprüyorlarmış gibi davranırlardı: Sırf halk indinde küçümsenmemek ve dinsiz görünmemek için!.. Ne var ki gün gelmiş, bu kötü ve haysiyet yıkıcı gelenek, halkın dahi farkına varabileceği boyutlara erişmiş, ve: "AküFtenkte^güzeffikÇerkes'ten, saltanat âh Osman(dan)" bıçıminı alan bir savsöze (slogana) dönüş- möştûr. Osmanlı için "FVenk" sözcüğü, bizim şimdi kullandığımız "Batı dünyası" deyünini karşıladığma gö- re. yukandaki savsöz, "AkdBab'dan, saltanat bizden" örneği yaşantılan- mızm "veciz" bir anlatımı olmak- taydı! En basıt işleri bile yabancı uzman- lann öneri ve öğûtlerine göre yap- ma geleneğinin ilginç ömeklerine, 18. yüzyılda, özellikle Padişah Üçün- cü Mustafa (1717-1774) zamanında rastlamaktayız. Anımsatalım ki Mus- tafa III, Osmanlı ordusunun derli toplu bir düzene sokulması, özellik- le topçu birliklerinin ıslahı, Topha- ne'nin modernleştirilmesi ve "Mfi- hendtshane-iBahr-iHümay-unn adıy- la bir mühendis okulu açılması ve bu yoldan donanma için yetenekli uz- manlar yetiştirilmeye çalışılması vs... gibi yenılikleri, hep Baron de Tott adındaki bir Fransızdan aldıgı akıl sayesinde yapabilmiştir. İstanbul'da, Fransız Elçiliğinde görevli bulunan Baron de Tott, 1784 yılında yayımladığı "Memoires sur les Turcs et Tartares" adlı kitabında, başta vezirler ve paşalar olmak üze- re Osmanlı yöneticilerinin bilgisiz- liklerini sergiler; gerek askeri ve ge- rek idari konularda yabancıdan na- sıl akıl dilendiklerini ve yabancı ak- lıyla devlet gemisini nasıl yürütme- ye çalıştıklannı hikâye eder. Çeşme limanında Osmanlı donan- masının yok edilip de Ruslann Istan- bul surlan dibine gelmelerine ramak kaldığı bir sırada, padişahın ricası ûzerine kendisinin (gayn resmi ola- rak) nasıl komuta mevkiine getiril- dığini, ordunun dizginlerini nasıl üstlendiğini (deruhte ettiğini), nasıl askerin moralini yükselttiğini ve na- sıl kötü durumu düzelttiğini anlatır, ki doğrudur. Gerçekten de Ruslann, o dönemde yeni ve modern silahla- ra sahip olmalan, örneğin son tek- niğe uygun topçu birlikleri kurma- lan ve bu sayede Osmanlı ordusu- nu hezimete ugratmalan üzerinedir ki Mustafa III, Fransız Elçiliği 'ne baş- vurarak Baron de Tott'tan yararlan- mak istediğini bildirmiş ve isteğinin kabul edilmesi üzerine onu topçu birliklerini düzene sokmak maksa- dıyla görevlendirmişrir. Böylece askeri ıslahatta bulunabi- leceğini düşünmüştür. Düşündüğü de olmuştur. Ama bu- nu yaparken padişah, aynı zamanda vezir ve komutanlara ve öbür yetki- li memurlanna talimat vererek, her hususta Baron de Tott'a yardımcı olmalarını, onunla işbirliği yapma- lannı bildirir. Ne var ki bu bildiri, dev- let ricafinitelaşlandınr: "Gâvur'dan akıl almak" gibi bir duruma düşme- nin telaşıdır bu! Bağnazlığın (=taas- subun) ve geriliğin bilinçaltı oluştur- duğu utanma duygusu içerisinde ne yapacaklannı şaşınrlar. Fakat "gâ- vur"dan akıl almaktan başka bir ça- re bulunmadığı için, razı olurlar. Bu- nunla beraber, bilgisiz olsalar da til- kıye taş çıkartacak kertede kurnaz ol- duklan için, hiç değilse halka fark- lı göriinmenin yollannı bulmakta çok ustadırlar. Halkın kendileri hak- kında, "hiç Müslüman bir kişi gâvur- dan akıl alır nu?" dıyememesı için, her türlü yalanı uydurup kandırma usullerine başvurmaya hazırdırlar. Bu bakımdan yapılacak şey, padişa- hın emrini gizli tutmak ve "gâ- vur"dan aldıklan aklı, kendilerine ait imiş gibi sokusturmaktır. Bunu sağ- lamak üzere Baron de Tott'u, idare- nin alt kademesındeki memurlanna tercümanlık yapıyormuş gibi tanıtır- lar.Kanuni Süîeyman'dan sonraki dönemlerde Osmanlı yöneticileri- nin akılsızlığını ve bilgisizliğini or- taya vuran örnekler pek çok. Onla- nn bu yönlerine tanık oldukça utanç duymamak mümkün değil. Kimler bu milletin başına geçebilmiş ve kimler bu ülkeyi yönetmiştir diye! Osmanlı döneminde her işimizi gökten inme buyruklara (yani şeri- ata) göre ya da yabancıdan gelme ak- la göre yürütür olmamızın nedeni, AKIL denen cevheri kullanma alış- kanlığından yoksun ve "hazırcdığa" ahşık oluşumuz idi. Aklın, bağımsızlığına ve kılavuz- luğuna (rehberliğine), özgür düşün- me geleneğine kavuşmadıkça ve ken- dine güven duygusuna sahip bulun- madıkça, Osmanlı için ikinci sınıf millet kalmak ve nihayet yok olmak doğaldı. Milletçe saplandığımız kı- sırdöngüden, yani yüzlerce yıl süren medrese eğitiminin nasırlaştırdığı "aküsızhk"tan, "hazıralık"tan ve a takBtçilik''ten sıynlmayı biz, ilk kez Atatürk ile, onun getırdiğı akıl- a eğitim ile öğrenir olmuşuzdur. Umulur ki bu ülke "akıl Frenkien, saltanat bizden" şeklindeki köhne savsöze özlem duyan yöneticilerin eline asla düşmeyecektir. "Bu yağmur bu yağmur/Bu, kıldan ince I öpüşten yu- muşak I Yağan bu yağmur." Belli belirsiz bir ses. Ağlamaklı. Hü- zünlü... Bir sır verir gibi! Günlerdir yağıyor... Şim- şekler, yıldınmlar, gök gürül- tüteri... Nasıl bir mayıs bu? llkyazı yaşayamadan kaçır- dık elimizden? Doğa mı dış- ladı bizi, biz mi onu dışladık? Kaptırmışız kendimizi gü- nün sorunlarına. Öyle bir "gün" ki, aylaryıllar süren bir gün! Bir türlü içinden çtkılmaz sorunlann karrnaşasırida uza- yıp giden saatter... Birtek gün- de yaşıyor gibiyiz. Gerçi gü- neş doğuyor, batıyor, sonra yeniden gelıyor. Zaman geç- ti sanryoruz. Oysa hep aynı günde, hatta anda çakılıp kal- rrnşoi Aşamamak sorunlan! Geri- de bırakamamak dertleri, acı- lan. Oysa Dıranas'ın dizesin- deki gibi her şey "Aynı aynı aynı".. derken, saçlar uçup gitmiş, aklar çoğalmış, göz- ter, bacaklaryorgun düşmüş!.. Anı bile kalmamış! Hep aynı çizgkJe, aynı çıkmazda bo- calayıp durmuşuz*... Yağmur mu karanlık düşün- celere iten? Necip Fazıl'ın o EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Yağmuplu Bir Günde ünlü gençlik şiirindeki gibi "Bu yağmur buyağmur birgün di- nince/Aynalaryüzümü tanı- maz olur"... öyle mi gerçek- ten? Aynalar mı, yoksa biz mi aynalarda kendimizi tanıya- maz olmuşuzdur. Şiiri nasıl tanımlamış Necip Fazıl... "Şi- ir mutlak hakikati aramak işi- dir". Ama nedir o mutlak ger- çek? Şairden şaire değişmez mi? Doğadır, Tann'dır, sevgi- dir, sevgilidir, aşktır. Herşey- dir... Mutlak, kesin, bir şey yoktur ki, her şey görecedir. Sana göre öyle, bana daha başka! Hatta her şiir seve- ne!.. Melisa Gürptnar, bakın ne yazmış "Şiir öyle büyülü bir bahçedirld, geçmişzaman di- riliriçinde. Sudirilir, ışıkdiri- lir, renkdihlir. Sözdedirilirel- bet. Ve ne yazık ki hemen di- ridirigömülür şiire gene. Kök salmak için dilin derinlikle- rinde" (Salkım Sögütlerin Göl- gesinde, Can Yayını). Hiçbirzaman tam yanıt ve- rilemeyecek bir "şey" mi şi- ir? Yoksa Ali Nihat Tar- lan Hoca'nın dedıği gi- bi "Şiirufuklardasüzü- len nazenin bir balon mu?" Yoksa tersinden mi tanıtmalı şiiri Salâh Birsel gibi: Şiir, örne- ğin maydanoz değildir" mi demeli?.. Ariz Nesin, o büyük yazar, nedense şair olarak da bilin- mek isterdi. Ama çok başka türlü anlardı şiiri, ille de birta- kım sorunlann, kendi sorun- lannın çözümlenişi... "Benim yalnızlığım I Sizin- ki gibi değil I Benimki kanlı canlı I Tıpkı kendim gibi I Yıl- larca üzünçle besleyip I Bü- yüttüm onu kendimde I So- nunda somutlaşıp kişileşti I Biri ben biri o I ıki kişi birleş- ti." Güzel bir yorumlama belki, ama şiir mi? Melisa Gürpı- nar'dan bir yaklaşımla son noktayı koyalım: "Konuşarak, konuşurcast- na, yani konuşma diliyle şiir yazılırmı sizce? Yazılmaz el- bet. Ama konuşulanlann için- de, nehrin dibindeki tortuya kanşmış altın tozlan gibi şiir pınlblan varsa? Şairgene ele- mek zorunda kalacaktır söz- cüklerini. Şiir yazarcasına... Çamurlu sulann içinde altın arayan insanlann kendilerini kavgah bir hayata adamışlı- ğıyla..." Eğitim-Sen Nereye?.. HıfinAKSOY^ı/ımcı, S endikalann kendilerine özgü amaçlan vardır. Her sendika kendi üyelerinin ve çalışma alanlannın sorunlannı çözümlemeye çalışır. Eğitim-Sen'in görevi de, ülkemizin eğitim-öğretim ve öğretmen sorunlannı çözmeye çalışmaktır. Kuşkusuz sendikalar ülke sorunlanyla da ilgilenir, çözüm yollan önerirler. Ancak tüm bu çalışmalar anayasal çerçevede, ülke bütünlüğü ve çıkarlan önde tutularak yapıhr. Eğitim- Sen gibi, üyeleri ülkenin geleceğini hazırlayan bir sendikanın ise bu konularda daha duyarlı olması gerekir. Günümüzde her konuda tam bir dağınıklık yaşanır, ulus devlet bilınci yok edılmeye çalışılırken, görevi bunlara karşı durmak olan bir sendikanın, şu ya da bu şekilde onlarla işbirliği ıçerisıne girmesi asla bağışlanamaz. Şöyle Emekli Öğretmen ki: Eğitim-Sen'in dördüncü olağan kurultayı çalışma programında yazılı. "Öğretmen köylerde cumhuriyerj korur, yaşlanna göre cumhuriyetin temel Ukelerini çocuklanna benimsetir" tümcelerinm çıkanlması, hoşgörü sınırlannın dışına taşmıştır. Bana göre bu, ekmeğini yediğüniz cumhuriyete ihanetten başka bir anlam taşımaz. Öğretmen bunlan yapmayacak da bölücülük, Nurculuk, Hızbullahçılık mı yapacaktır? Bu rür davranışlar, halkın bu sendikanın üyelerine kuşkuyla bakmasına neden olmaz mı? Bana göre öğretmenin en önde gelen görevlerinden biri cumhuriyeti her yerde savunmak, çocuklanna cumhuriyeti ve onun getirdiklerini anlatarak sonsuza değin yaşamasını sağlamaktır. Öte yanda, elimizde aynı sendikanın hazırlayıp bastırdığı bir takvim bulunmaktadır. Incelendiğinde bu takvimin de pek iyi niyetle hazırlandığı söylenemez. Atatürkün adından, devrimlerinden, ulusal devletin simgesi olan 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıs'tan bir tek satır bile göremiyoruz. Bu takvimi kimlerin hangı niyetle hazırladığını bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Eğitim- Sen'in asıl amacından saptınldığıdır. Ögretmen arkadaşlanmın çok büyük bölümünün aynı düşüncede olmadıklannı yakinen biliyorum. Ne var ki sadece bu düşüncede olmamak yermez. 'Adam sen de'ciliği „ bir yana bırakarak sendıkalanna sahip çıkmalan ve sendikalannı kötü niyethlerden kurtarmaian gerekir. Yoksa hem sendikalan yıpranacak hem de sendikanın üyelen olarak kendilerine kuşkuyla bakılacaktır. PENCERE MHP'de Rptma ve Yol Ayranı... Eskiden bayramlarda caddelere kırmızı bez üze- rine beyaz yazılı bir özdeyiş asılırdı: "Biz bize benzeriz" Alın milliyetçiliğimizi; tarihte eşi emsaii var mı, bi- lemem. Neden?.. Çünkü bizim milliyetçiliğimizin kökeni Anado- hj'da değil.. Nerede?.. Rusya'da!.. • Osmanlı, etnik harftası çok renkli bir imparator- luktu, milliyetçilik devlet yıkıcılığı demekti; Yunan- lı, Sırp, Bulgar, Rumen, Ermeni, Arap, Amavutara- sında milliyetçilik yayılırken Türklerde ses seda yoktu; ilk milliyetçilik fikirteri Rusya'da yaşayan Türklerde uç verrji. Sonra?.. Balkan Savaşı yıkımı Türkçülüğü ateşledi; Turan- cılık fttihat ve Terakki'nin ideolojisine dönüştü; ırk- çılık ağır bastı. Birinci Dünya Savaşı'nda Enver Paşa bütün Türkleri birleştireyim derken Anadolu elden gkJi- yordu; bereket Mustafa Kemal gibi hangi yıldız- dan gekjiği belli olmayan biri ortaya çıkıp ülkeyi kur- tardı; çağdaş ulusçuluğu benimseyerek yoiumu- zu saptadı. • İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeni bir Turan- cılık akımı Türkiye'yi sardı. Yeni Türkçülük hiem Amerikancıydı.. Hem dinci.. Bu yeni ideoloji "İM Kutuplu Dünya "ya uyuyor- du; Amerika'nın komünist Rusya ve Orta Asya'ya dönük stratejisinin uzantısı niteliğindeydi; milliyet- çiliğin düşmanı komünizm yıkılacaktı; Orta As- ya'daki "esir Türkler" kurtanlacaktı; Türk milliyet- çiliği yükselecekti. Sonra ne okJu?.. Komünizm yıkıldı.. -* "Esir Türkler"^kurtuldu.. "i Ama Türk milliyetçiliği birtüriü yükselemiyor ös- telik dinciter artık palazlandıklanrıdan "kavmiyet- çi" saydıklan Türkçülüğü "Müslümanlan bölen bir tehlike" gibi görüyorlar. MHP iktidara ortak oldu.. Ne yapacağını şaşırdı. • "Ikikutuplu Dünya "da, "Batı Bloku" içinde, Ame- rikan uyduluğuyla Türkçülüğü dincilikle bulamaç yaparak komünizm tehlikesinin körleştirdiği topJum- da pazariamak güç degildi. Ama artık Iki Kutuplu Dünya yok.. \ "Doğu ve Batı Bloklan" yok. Sağ-sol çelişkisi 2000'li yıllann Türkryesi'nde bu nedenle ağır basmıyor.. Tek kutbun egemeniyle ulus devlet arasındaki çe- lişki başatlaştı.. Türkçü-Turancı-millryetçi, yaşadığı ülkenin ulu- sal çıkarlannı savunmaya kalktı mı karşısında kimi görüyor?.. MHP Ikjeri Devtet Bahçeti karşısında birdenbi- re Kemal Derviş'i gördü... Ve yatıştı.. Oysa sorun Derviş değil.. Sorun derinde... MHP seçimini ister istemez yapacak; ya teslim olacak, ya milliyetçi kimliğini yeğleyecek... Bir Honda mühendisinin günlüğü Sınıfında en geniş iç hacme ulaşmak için, arka ortadaki yükseltiyi yok ederek düz bir zemin yaratmaya karar verdik. Bunun için daha kompakt süspansiyonlar kullanıp, egzost borusu susturucusu ve yakıt deposunu yeniden tasarladık. Kısa burunlu tasarımla sınıfının en geniş iç hacimli otomobilini yarattık. Daha konforlu yolculuklar için araç içındeki gürültüyü 5.5 desibel düşürdük, klıma performansını %17 artırdık, cama entegre anten (GIA) kullandık. Üstelik herkesin ulaşabileceğı bir fiyat belırledık. Hemen şimdi www.honda.com.tr adresine girin, Türkiye'de üretilen ve her milimetresi değişen Yeni Honda Civic'in bütün özelliklerini daha yakından görün... Mayıs sonuna kadar Honda Bayileri'nde lest-drive" günlerine katılın, Yeni Honda Civic'le tanışın... . ( » Td (Ü3221 Ui 14 96-87 at (03121 2B6 S3 S3 [03)^357 38 23 r Gtreş a j v » T * (0312) « 1 6 6 76 Tö tn2*2\ 340 14 S* e* (0256 247 10 12 Tot (0ZS61 618 18 24 (0266(221 58 00 Tei fO224) 267 13 50 n T« İ02S8) 268 24 98 fcvmaz 7e* ft*i2) 251 71 oc Te( (0*2* 236 95 T IMATtt '0222121^4222 * fO3Z6)241 5530 T« ıQ326l 618 5e 2* nTel CCI2161459 5â 56 FenertAıçe ~e* 10216. 418 37 4Û • Tel FCZ121 296 44 22 '0212)241 04 •$ â Guneşii Pvk Tel fîEiZı S9Û M 10-18 U *J32yms& O M I * T0 (OBJSı 464 35 56 tliııtııl "- • rıır *)ipflı*" (02i6t<?40600 YENİ HONDA CIVIC ANAOOLU Gttuuj AnadoJu Honda ©tomobircıtık A Ş tnr Anadolu Grubu ve Honda Motor Co Ltd ortaklığKJır 01 01 2000 tanhınden rtıbaren satılan tüm Honda modelten 3 yıl/100 000 km garanbsıne sahıptrr *Honda Cnnc 1 4 ve 1 6 H motortu C segmentt bır sedan otomobıtdır W W W . h o n d a . C O m . t r UpCemTet (0212)66564& tanv ytntM Tet fC2321 343 36 38 hntfrÇMonnTa 10232 265 55 55 Kaywrt SusM Tar ^0362'' 332 36 30 KacM«lbunvT«f ,oeeZj 3353705 Shomovn-GebnT* 10262)644 3184 Kony«Taro« T<t (0332} 236 30 03 H Mn Tet (0*22) 325 58 58 to M*s ÖtvMr Trt (0252) 513 63 16 ShowK»m Bc*umT« f025Z)31719JI7 9 i W l K w t T e l {0362(436 3000 AöU* a*rtn Tat <0362) 432861. U Tat |04«2>248 23 07-08 İLAN DOĞANŞEHtR ASLtYEHUKUK MAHKEMESt'NDEN Esas No: 2000/71 Davacı Hür Sıgorta A.Ş. vekıli tarafından davalılar Çetin Asamaz ile Burhan Cengiz aleyhine açılan tazmı- nat davasının yapılan yargılaması sırasında verilen ara karan uya- ruıca; Davalı Çetin Asa- maz'ın adresi meçhul olduğımdan ve daha evvel görevsizlik kara- nnın da ilanen tebliğ edılmış oldugu anlaşıl- makla, davalı Çetin Asamaz'a ilanen tebli- ğıne karar verilmiş ol- dugundan; Davalı Çetin Asa- maz'ın adresi meçhul olduğundan adı geçen davalıya 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 29 ve devamı rnaddele- ri gereğince duruşma günü olan 12.6.2001 günü saat 09.25'te mahkememız duruşma salonunda hazır buhın- ması veya kendısıni ve- kille temsil ettirmesi, duruşmaya gelmcdıgi veya kendini bir vekil- le temsil ettirmedigı takdirde dunışmanın yokluğunda devam edeceği ve karar verile- ceği hususu tebliğ olu- nur. 25.01.2001. Basın:5154 Muayene, Teşhis.Tedavl TÜRKKALP VAKFI 19MayısCad.No:8 ŞişJi^stanbJ Td:(212)2120707(ptıx) Faks:(212)2126835 Intemet http^/www.tkv.org.tr e-maü: koordinatortatkv.org.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle