16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 MART 2001 ÇARŞAMBA HABERLER Ankara Tkaret Odası'nın anketindesiyasüeregüvenyüzde sıfir, medyayagüvenyüzde bir çıka Programı hükümet çökerttiANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Ankara Ticaret Odası'nın (ATO) An- kara'daki 2 bin 402 işyeri sahibi ara- sında gerçekleştirdıği anket, işadam- lannın yüzde 59'unun gelecekle ilgi- li "kötümser" olduklannı. ekonomik programın başansızlığında en büyûk etkenin hükûmet olduğunu gösterdi. Cumhuıbaşkanlığı'nnı yüzde 70 ileen güvenilir kurum olarak belirlendiği ankette siyasilere güven yüzde sıfir, basına güven oranı ise yüzde 1 'de kal- dı. Ankete katılan işadamlan yıl so- nunda enflasyonun yüzde 25 ve daha fazla olacağı tahmininde bulundular. ATO'nun, ağırlıklı olarak Anafar- talar Çarşısı, Karum, Siteler, Ulus, Gimat, Ostim'deki işyeri sahipleri arasında gerçekleştirdiği ankette 11 soru yöneltildi. Ekonomik kriz son- rası ne gibi önlemler almayı düşün- düklerine ilişkin sonıya karşıhk, iş- ATO'nun Ankara'da 2 bin 402 işyerini kapsayan reel sektör anketinde en güvenilir kurum olarak Cumhurbaşkanlığı belirlendi. Ekonomik kriz sonrası işverenlerin yüzde 13'ü kabine, yüzde 10'u ekonomi bürokrasisi, yüzde 6'sı da bütçe hedeflerinde revizyona gidilmesini istedi. Ankette işyeri sahiplerinin yüzde 64'ü yıl sonunda dolar kurunun 1 milyon liradan fazla olacağını tahmin etti. yeri sahiplerinin yüzde 37'si mevcut durumu koruyacağını belirtirken yüzde 32'si işlerini küçültmeyi, yüz- de 19'u işçi çıkaracağuıı ve yüzde 12'si de işyerini kapatmayı düşündü- ğünü bildirdi. Cumhurbaşkanı'na güven "Kriz sonrası aşağıdaküerden han- gisinde revizyona gjdilmeli" sonısuna ise işverenlerin yüzde 13'ü kabine, yüzde 10'u ekonomi bürokrasisi, yüz- de 6'sı da bütçe hedefleri yanıtını ver- di. Ankete katılanlann yüzde 70'i en güvenilir kurum olarak Cumhurbaş- kanlığı'nı gösterirken yüzde 20'si Ge- nelkurmay, yüzde 6'sı yargı, yüzde 1 'i de hükümet dedi. En güvenilir kurum- lar arasında siyasiler yüzde sıfir ile en alt sırada yer aldı. Basın ise güveni- lirlikte yüzde 1 'de kaldı. "Uygulanan ekonomik programın başansızuğmdakien bfiyüketken siz- ce hangkr sorusuna verilen yanıtlar arasmda yüzde 39 ile hükümet, yüz- de 19 IMF politikalan, yüzde 12 ile ekonomi bürokrasisi yer alırken Cumhurbaşkanlığı yüzde sıfir oy ile programdaki başansızlık etkenleri- nin dışında tutuldu. i; sahipleri kötümser Programın başansızhğındaki en büyük etken olarak bunlann hepsini gösterenlerin oranı ise yüzde 20 ol- du.ATO'nun anketinde gelecek hak- kında düşünceleri sorulan işadamla- raun yüzde 59'u "son derece kötüm- ser" olduğunu belirtirken yüzde 30'u her şeye karşm "iyimser" olduğunu kaydetti. Yüzde 11'i ise bu konuda fikri bulunmadığmı bildirdi. Dalgalı kur politikası îşadamlannın yüzde 90'ı enflasyo- nun yıl sonunda yüzde 25 ve daha yu- kansı olacağını belirtirken, yüzde 9'u 20-25, yüzde l'i de yüzde 15 ile 20 arasında olacağı tahmininde bulundu. İşyeri sahiplerinin yüzde 64'ü sene sonunda dolar kurunun 1 milyondan fazla olacağını bildirirken yüzde 56'sı ise dövizin piyasada belirlenmesine yönelik "dalgak kur" politikasına ge- çiş karannı nasıl değerlendırdiklerine ilişkin soruya olumsuz, yüzde 29"u olumlu görüş bildirdi. Türkiye, Endonezya ve Rusya'dan sonra en riskli borçlu ülke durumunda bulunuyor Krizi aıılaıııalv ve aşıı ıakon birkaç yıldır, Asya krizi, Rusya krizi; Arjantin, Brezilya krizi ve Meksika krizi ile sarsılan dünya, şimdi de Türkiye krizi ile karşı karşıya. Bu kriz yatağı ülkelerin hepsinin ortak noktası, yüksek borçlu ülkeler olmalan. tandartlara göre, bir ülkenin dış borcu, milli gelirinin yansına yaklaşmış ya da geçmişse o ülke çok borçlu ve riskli ülke sayılıyor. Endonezya'nın dış borç , stokunun milli gelirinin yüzde 169'unu, Rusya'nm yüzde 62'yi bulduğunu görüyoruz MUSTAFA SÖNMEZ DKrizi anlamanın ana halkası nedir? Yaşanan ekonomik kriz, birkaç pal- yatif önlemle geçiştirilecek gibi değil. Bu kez etkileri çok daha derin ve ge- çiştirilmesi daha zor bir krizle karşı karşıyayız. Krizimizi biz yaşayıp biz duymuyoruz. Son birkaç yıldır, Asya krizi, Rusya krizi; Arjantin, Brezilya krizi ve Meksika krizi ile sarsılan dün- ya, şimdi de Türkiye krizi ile karşı karşıya. Peki nedir bu Asya'yı, Latin Ame- rika'yı, Rusya'yı ortak paydada ve kriz paydasında birleştiren? Hemen söyleyelim. Bu kriz yatağı ülkelerin hepsinin ortak noktası, yüksek borç- lu ülkeler olmalan. Biraz dünyadaki yerimizi hatırlayarak önce durumu- muzun vahametini anımsayalım. (Ve- riler Dünya Bankası Kalkınma Rapo- ru'ndan.) Dünyanın en borçlu ülkelerinin ba- şında Brezilya var, 232 milyar dolar- lık dış borcu ile. Ikinci sıradaki Rus- ya'nın dış borcu 183 milyar dolar. Meksika, 160 milyar dolarlık dış bor- ca sahip. Çin'in dış borcu 155 milyar dolar. Endonezya'nın dış borç topla- mı 151 milyar dolar. Arjantin'in dış borcu 144 milyar dolar. G. Kore'nin- ki 140 milyar dolar ve Türkiye ilk 10'da; dış borcu 1998 için 103 milyar dolar, 20O0'de de 110 milyar dolar do- layında. Bugün 110 milyar dolan bu- lan dış borç stoku, çok değil, dört yıl önce bile 80 milyar dolardı. Demek ki, dünyanın ilk 10 borçlu ülkesi arasındayız ve riskli borçlula- nn da Endonezya ve Rusya'dan son- ra üçüncüsüyüz. Ama bu mutlak borç rakamlan tek başma sorunu anlatma- mıza yetmiyor. Önemli olan borç stoklan değil, borçlann, her ülkenin milli gelirinin ne kadanna ulaştığı. Uluslararası standartlara göre, bir ülkenin dış borcu, milli gelirinin ya- nsına yaklaşmış ya da geçmişse o ül- ke çok borçlu ve riskli ülke sayılıyor. En çok borçlu ülkelere bu kıstasla yaklaştığımızda, Endonezya'nın dış borç stokunun milli gelirinin yüzde 169'unu, Rusya'nın yüzde 62'yi bul- duğunu görüyoruz. Türkiye, 1998'deki borç stoku ile milli gelirinin yüzde 49'u kadar borç- lanmış bir ülkeydi. 2000 itibanyla bu oranın yüzde 55'in üstüne çıktığı ve bu ölçütlere göre, borç verenler açı- sından en riskli üçüncü ülke göriinü- münde olduğunu anımsamamız gere- kiyor. Son beş yıldır Çin'i bir tarafta tu- tarsak, bu borçla gelişen ülkeler kriz üstüne kriz yaşıyorlar. Birinin krizi, bir diğerini etkiliyor ve IMF. bu ülke- lerin krizden kaynaklanan yangınlan- nı söndürmek, daha doğrusu alacaklı küresel sermayenin alacaklannı kur- tarmak üzere mekik dokuyor. model üstüne model deniyor. Demek ki, kri- zi anlamaya çalışırken hatırda tutma- mız gereken ana önerme, Türkiye'nin ağır borçlu bir ülke olduğu ve yaşadı- 12 milyar dolara ulaşan mevcut cari açık, 50-60 milyar dolarlık bir sermaye girişi gerektiriyor. Bu giriş, güvenin bu kadar azaldığı bir konjonktürde nasıl gerçekleşecek? ğı sıkıntının temelinde bu borç yükü- nün "çevrihne"si, yani borcu borçla kapatmada manevra alanımn daral- mış olduğudur. 0Türkiye'nin dış borç yükü ne tür sorunlar yaratıyor? Türkiye'nin resmen açıklanan dış borç tutan, 2000 için 110 milyar do- lardır. Bunun yaklaşık yüzde 30'u kısa sürelidir. Türkiye'nin dış borç- lanna ilişkin tüm göstergeleri, teh- likeli biçimde kötüdür. Bu kadar nasıl borçlandık, bu bor- cu nerede kullandık tartışmasına geçmeden önce, şunu ifade etmek- te yarar var. Türkiye yaklaşık üçte biri kısa vadeli olan bu dış borcunu acze düşmeden idare etmek, ödeye- bilir görünmek zorunda. Bu borç- lardan vadesi gelenleri, yeniden borçlanarak özelleştirmelerden el- de edeceği gelirlerle ve vergi gelir- lerini kullanarak ödemek zorunda. Taahhütlerini yerine getiremezse yeni borçlar alamaz. Alamazsa eko- nomisini döndüremez, yani yeniden üretemez, yani büyüyemez. Tersine küçülür, küçülme ise topyekûn yok- sullaşma, geriye düşmedir. Yatınm- lann durması, fabrikalann atıl ka- pasite ile çalışması, tanmda verim- liliğin azalması, işsizliğin köpürme- si ve toplumsal hayatta istikrarsızhk, kaos ve anarşi demektir. Söylemesi ve yazması zor, ama Türkiye ekonomisi bu durumdadır. Borçlannı roll-over edememekte, yani döndürememekte. "ödeyemi- yorum, moratoryum" demenin eşi- ğindedir. Türkiye ekonomisi, 1980'li ve 1990'h yıllarda özellikle de 1989 sonrası uygulanan politikalar sonu- cu, kamu finansmamnda tam bir çıkmaza girdi. Kamu kesimi borç- lanma gereği (KKBG) yıldan yıla artarak kamu kesiminin finansal pi- yasalarda ana borçlanıcı durumuna düşmesine yol açtı. 1988'de KKBG/GSMH oranı yüzde 4'tü, 1999'da yüzde 12'ye vardı. Kamu bankalan ve bazı diğer kamu kuruluşlannm açıklan da dik- kate alınırsa verilen açık yüzde 15' e yaklaşıyor. Sürdürülemez bir nitelik taşıyan kamu finansmanı politikası sonucu, rürkiye'nin resmen açıklanan dış borç tutan, 2000 yılı için 110 milyar dolardır. Bunun yaklaşık yüzde 30'u kısa sürelidir. Türkiye'nin dış borçlanna ilişkin tüm göstergeleri, tehlikeli biçimde kötüdür. BKamu fınansman ihtiyacını büyüten etkenler . 1980'le beraber izlenen temel yak- laşımlardan biri, sermayenin vergi yü- künü azaltmak ve bu sayede girişim- cinin kullanımında kalacak sermaye- nin daha etkin kullanılacağı beklenti- siydi. Böyle olunca, Hazine'nin ver- gi gelirlen azaMı.,. Ancak, bu arada amaçlandığı gibi devlet her alanda küçültülemedi. Ar- tan nüfusun kamu hizmetı ihtiyaçlan makul büyüklükte bir devlet istiyor- du. KİT'ler tüm önlemlere rağmen, istenilen ölçüde küçültülemedi, özel- leştirilemedi ve finansman açıklan ortada kaldı. 12 Eylül'ü izleyen parlamenter dö- nemde, ANAP iktidanndan başlaya- rak tüm hükümetler, özellikle seçım arifelerinde seçim rüşveti olarak ge- nişlemeci politikalar uyguladılar. Ta- ban fıyatlarını arrtırdılar, kamu toplu- sözleşmelerinı yüksek bağladılar, yandaşbelediyelere kaynak pompala- dılar. Ozal'ın bütçeye paralel bir büt- çe olarak kurduğu fonlar denetim dı- şında kaynak yutan-dağıtan bir kuyu olarak işlev gördü. Bu arada, yine Özal iktidannın icraatıyla cesaret bu- lan devlette rüşvet ve yozlaşma süre- ci tüm devlet kuruluşlanna egemen oldu. Yolsuzluk virüsü bütün devlet bün- yesine yayıldı. Özellikle Ziraat, Halk, Emlak gibi büyük devlet bankalann- dan, siyasilerin direktifleriyle parti yandaşlanna, medya patronlanna ge- ri dönmeyen krediler açıldı. Bu du- rumda söz konusu kamu bankalan- nın aktif riski yükseldi ve 2000 sonun- da 20 milyar dolan aşan görev zarar- lan Hazine tarafından yerine konul- madığı için, bu bankalar Türkiye'nin ödeme sistemini kilitleyerek yaşanan son krizin pimini çeken aktörler oldu- lar. Bir yandan, küçülmek bilmeyen "beş kara deük" -bütçe açıklan, tanm satış kooperatiflerinin açıklan, KİT'lerin açıklan, fonlar ve yerel yö- netim açıklan- bir yandan tüm kurum ve kuruluşlan saran yolsuzluk virüsü- ne, tabii ki kaynak yetiştirmek müm- kün olmadı. Bütün bunlara bir de Gü- neydoğu'da yaşanan iç savaşın denet- lenmez harcamalan ve bu alanda Su- surluk, Yüksekova benzeri çeteleşme- lerin yolsuzluk yükleri eklendi. Bu devasa kamu açıklan için bor- cu borçlakapatma çabalan, döviz ku- runu sabite yakın tutup yüksek faizle dış kaynaklan ülkeye çekme şeklinde uygulanageldi. Ancak bu döngü, be- raberinde yüzde 60'larda kemikleşen bir enflasyonu da getirdi. AB üyeliğini amaçlayan, ama bu- nun için tek haneli enflasyona inme- si gereken Türkiye'de. aynca biriken borçlan döndürülebilir hale getirmek gerekiyordu. Hızla sürüklenen rantçı iküm ülkenin üretici karakterini sü- rekli aşmdınyor, dışandan borç bul- dukça büyüyebilen, bulamaymca kü- çülen sağlıksız bir ekonomik yapı ile yaşamak giderek güçsüzleşiyordu. SÜRECEK kamu kesimi iç borçlan katlandı; 2000 Ekimi'nde 33 katrilyon TL'yi ya da 50 milyar dolan buldu. Bu, Türkiye milli gelirinin yüzde 20'si- ne tekabül eden bir iç borç stokudur ve ürkütücüdür. Dahası, bu borçlan yeni borçlarla kapatmanm maliyeti ağırdır. Bu borçlara dolar cinsinden ödenen yıllık faizler yüzde 30'ubul- du. Bu durum, rantiye bir iklime yol açtı. Reel sektör, üretim faali- yetlerini arka plana alıp fonlannı devlete borç vererek yüksek faiz ge- liri elde etme yönünde kullandı. So- nuçta da uzun vadede, sanayi tekno- lojik yenilenme ihmaline uğradı, bu da ihraç pazarlanm ve rekabet gücü- nü kayberme sorununu getirdi. Dev- letin faiz ödemeleri sadece son 6 yıl- da milli gelirin yüzde 7.3'ünden yüzde 16.4'üne çıktı. 1996'da faiz olarak devletin ranti- yelere ödediği; 12.6 milyar dolar iken 2000 yılında yaklaşık 33 mil- yar dolara çıktı. Bu sadece 6 yılda faiz ödemelerinin yaklaşık üç kat artması demektir ve gelir eşitsizliği- ni uçurum boyutuna taşıyacak birçar- pıklıkhr. AVRUPA'DAN GURAY OZ Eşyanın Tabîatı Bertin kar içindeydi. Birşantiyeye benzeyen Ber- lin'ekaryakıştı. Inşaatçukurlarıörtüldü. Beyazör- tünün üstündeki cıvıltılı hayat sanki daha esrarlı bir hal aldı. Cafe VVallenstein tıklım tıklımdı. Bertiner Zeitung'da çalışan genç gazeteci Dilek Güngör, Türkiye'deki ve Almanya'daki Türk meslektaşlan- nı değil, Türkiye'nin ve onlann kaderini haberyap- mıştı. Daha önceyse biz başka yerdeydik. Alman Dış Politika Enstitüsü'nün salonu tümüy- le doluydu ve salona sığmayanlar, toplantıyı dışa- rıya kurulmuş büyük ekran televizyondan izlediler. llginin büyüklüğünün nedeni, herhalde, davetiye- de Içişleri Bakanı Otto Schilly'nin konuşacağının yazılı olmasıydı. Ama Otto Schilly gelmedi. Türki- ye Araştırmalar Merkezi'nm Bonn Toplantılan ye- rine başlattığı Bertin Toplantılan'r\\n ilkinde, Alman Içişleri Bakanlığı'nın sempatiksözcülerinden Cor- neila Sontag - Volgast, bakanın beklenmedik bir görev nedeniyle toplantıya katılamadığını belirte- rek, onun adına, üzülerek ve gülümseyerek konuş- tu. ••• O konuşsun; toplantıya katılanlann büyük ço- ğunluğunun konuştuğu başkaydı. Onlann konuş- tuğu, Almanya'da Sabah gazetesinin kapatılma- sı, Milliyet gazetesinde çaiiçanlann işsiz kalmala- n ya da kalacak olmalan, türk basınının, Türki- ye'deki krizle birlikte içine düştüğü durumdu. Ne- den satışı düşük olmayan, reklam geliri hatın sa- yılır ölçülere ulaşmış Sabah kapatılmış, Aydın Do- ğan gaıbuna fazla bir maddi yük getirmediği hal- de neden Milliyet gazetesinde çalışanlar işsiz kal- mışlardı ki? Kriz bazen kimileri için olmadık fırsat- lar yaratır. Kimi firmalar, bilinmez hangi nedenle, (yoksa bilinir mi?) iflasın eşiğine gelir, kepenkleri- ni kapatırken, kimileri şöyle ya da böyle, başı der- de girenleri yutar. "Eşyanın tabiatı"ynuş bu! öyle dediler. Hangi "eşyanın", netürden "fab/aft"oldu- ğunu söylemediler. Toplantı sonrası içkiler içilirken, Türkiye'deki krizin bugüne kadar yaşananlardan farklı olduğunu da biri söyledi, ama kimdi unuttum. Dünya Bankası'n\n 27 başkan yardımcısından bi- rinin, yoksullukla mücadeleden sorumlu olan Ke- mal Derviş'in süper bakanlığına bakışlar değişik- ti. Büyük iddialaria kurulmuş ve katıldığı ilk seçim- de halkın ilgisine "mazhar olamadığı" anlaşılmış "Yeni Demokrasi Hareketi"n\n bu şöhretii destek- çisini Turgut Özal'a benzetenler, Ecevit'ten son- ra "yenilikçiliğin" '7/der/"olabileceğini iddiaeden- ler de az değildi. Tıpkı, muhafazakâr eğilimli Frankfurter Aile- gemeine Zeitung gibi. ••• Der Spiegel ise Türkiye'yi biraz başka türiü gö- rüyordu. "Bütün gözler şimdi Atatürk'ün miras- çısı askeıierde" diye yazdı Der Spiegel. Üstelik, "askerterin desteğıne sahip bir 'teknokrat hükü- met' de dedikodular arasında "diye ekledi. Asker- lerin, halkjn sempatısini kazanmış, "populaer" Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in arka- sında olduklannı da eklemeyi unutmadı. - ^ . • • • Bu hafta Der Spiegel başka şeyler de yazdı. Örneğin, bazı gözlemcilerin, "dunımun Osman- lı Imparatoriuğu 'nun son yıllannı hatıhattığını" söy- lediklerini, o zaman da yolsuzluklann olağanüstü boyutlara ulaştığını, sonunda Avrupafinansçev- relerinin duruma el koyduğunu, "Osmanische Schuldenveraltung"yan\ "Düyun-u Umumiye"ya da "Osmanlı Borçlar7dares/"nin ikinci bir hükümet haline geldiğini ve Türklerin bu "aşağılanma" ve "bağ/mW//cfan" Atatürk tarafından kurtarıldığını di- le getirdiklerini de yazdı. Ama bu gözlemcilerin kimler olduğunu söylemedi. Olsun, önemli değil. Biz biliyoruz. Bu gerçekleri inatla söylemeye devam edenle- ri niye bilmeyelim ki! iMF'ye verilen niyet mektubu için KİGEM'den dava hazırhğı • Kamu Işletmeciliğini Geliştirme Merkezi tarafından yapılan açıklamada, "Bir bakanla bir bürokratın Türkiye adına verdiği taahhütler devleti bağlamaz. Bu- nun için IMF'ye verilen mektuplar ve bu ekonomik politika geçersizdir" denildi. ANKARA (Cum- huriyet Bürosu) - Ka- mu Işletmeciliğini Geliştirme Merkezi (KÎGEM), Arahk 1999'da IMF'ye su- nulan ilk niyet mek- tubunun iptali iste- miyle bayramdan sonra dava açmaya hazırlanıyor. Dava so- nunda IMF programı- nın iptali gündeme gelebilecek. KlGEM, 30 Ocak 2001 tarihinde veri- len son ek niyet mek- tubunu temel alarak Arahk 1999'da veri- len ilk niyet mektubu- nun iptali istemiyle bayramdan sonra da- va açacak. ' Yetldleri yok' KİGEM'den dûn yapılan açıklamada, "Bir devlet bakanı ile bir Merkez Bankası Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti adına taahhütlerde bulun- maya yetkili değildir. IMF'ye verilen mek- tuplarda yasama or- ganının, yürütmenin ve Bakanlar Kuru- lu'nun tümünün ana- yasa gereği yetkili ol- duğu düzenlemeler vardır. Bir bakanla bir bü- rokratın Türkiye adı- na verdiği taahhütler devleti bağlamaz. Bu- nun için IMF'ye veri- len mektuplar ve bu vaat edilen ekonomik politika geçersizdir' 1 denildi. IMF programı iptal edilebilir Davanın KİGEM lehine sonuçlanması durumunda hüküme- tinuyguladığı 3 yıllık IMF programının ta- mamının iptal edil- mesi gündeme gele- cek. Bu durumda ka- mu bankalannın özel- leştirilmesi.tanm po- litikalan vb. için veri- len taahhütler geçer- siz olacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle