28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15ŞUBAT2001 PERŞEMBE 14 kultur@cumhuriyet.com.tr Berlin Ue yanşma dışı gösterilen 'Quills \ Philip Kauffinan 'ın en başanlı fılmi Sanatçının bitıneyensavaşımı VECDt SAYAR BERIİN-51 Berlin Film Festivali'nin yanşmalı bölümünde Steven Soderberg'in Spike Lee'nin "Gösteri Zamanı" (Bamboozled) ve Mike Nichols'un "AldP (Wit) gibi iddialı filmlerle temsil edilen Amerikan sinemasından yanşma dışı programda da üç film yer alıyor: Ridley Scott'un "HannibaT ı, Roger Donaldson'un. "Onüç Gün"ü ve Philip Kauffinan'ın "Quffls"i Türkiye'de (Düşlerin Efendisi) adıyla gösteriliyor. Diğer filmleri daha sonraya bırakarak, dilerseniz "QuiBs"den söz edelim bugün. Altın Küre törenınden yalnızca iki ödülle dönen Kauflman'ın kariyerinin en başanh fılmi olarak sayabileceğim a Quflls''in Oscar'm çeşitli kategorilerinde aday olabileceğinı düşünüyorum. Tabii, M Hollywood için fazla ağır gelmezse. "Invasion of the Body Snatchers", "The Wenderers" ve "The Right Stuff" filmleri ile sinema dünyasında kendine sağlam bir yer edinen Philip Kaufman. "Varolmanın Dayanılmaz Hafıfliği". "Henry ve June" adlı fılmleriyle edebiyat uyarlamalanna yönelmiş ve yaratıcmın dünyasmı sorgulamaya başlamıştı. Kaufman, son filminde arkide Sade'ın yaşamının son günlerini anlatan film, bir sanatçının yaşamöyküsü olmanın ötesine geçmeyi ve sanatın en temel sorulanndan birkaçını tartışmaya açıyor. de bu sorgulamayı sürdûrûyor ve gene bir edebi yapıttan yola çıkıyor. Filmin senaryosunu Doug Wright, "QiriDs" adlı kendi tiyatro oyunundan yola çıkarak yazmış. "Quflb"ın Tûrkçe karşıhğı "Kuş Tûyü" ama, belki de "Kalemler" demek çok daha anlamlı. Çünkü, olaylar 18. yüzyılda geçiyor ama, ele alınan tema bu yüzyılın sınırlanru aşıp günûmüze kadar geliyor. Marld de Sade'ın yaşamının son günlenni anlatan film. bir sanatçının yaşam öyküsü olmanın ötesine geçmeyi ve sanatın en temel sorulanndan birkaçını tartışmaya açıyor. Kaufman'ın Wright'la son derece uyumlu bir çalışma yaptığı görülüyor. Genellikle dört duvar arasında geçen öykü, tiyatronun dar kahplannın ötesinde, son derece sürûkleyici bir sinema diliyle anlatılmış. Oyuncu kadrosu da mükemmel. Sade rolünde Geoflrey Rush. Doktor Royel- CoUard rolünde Michael Caine ve Sade'ın yazılannı kapatıldığı tımarhaneden dışan çıkartmasına yardımcı olan hizmetkâr Madeleine rolünde Kate YVınslett çıkartmasına yardımcı olan hizmetkâr Madeleine rolünde Kate Winslett inandıncı yorumlanyla Wright ve Kaufman'ın çabalanna katkıda bulunuyorlar. Marki, yazılarında cinsellikle at boyu giden siddette sınır tanımıyor ünaha ve sansüre dair • Kaufrnan, temel izleği, neyin doğru neyin yanlış olduğu sorusu etrafmda odaklanan filmini iki önemli kahramanm çatışması üzerine kurmuş: Marki de Sade ve onu 'zararlı düşüncelerinden kurtarmak için' devlet (yani, Napolyon) tarafından görevlendirilen zalim doktor Collard. Lasse Hallstrom, "Çikolata"da günah kavramına değinirken bağnazlığın egemen oiduğu bir taşra kasabasmı mekân olaralr seçmiş ve çikolata ile simgelediği tath gü- nah'Ian savunmuştu. Kasabaya gelen çi- kolatacı kadın, o güne dek yaşarnlanna gir- memiş bir lezzet ve yaşam tarzını sunmuş- tu taşralılara. Insanın, 'günah 1 diye önle- rine konan sınırleri aşarak kendini özgür- leştıreceğini savunuyordu film. Tabii, son derece sıcak, sevimli bir üslupla. Dolayısıyla, filmin eleştiri okJannı yö- nelttiği aristokrasi (tutucu kampın ağaba- balığmı kasabanın belediye başkanı olan kont yapıyordu) ve din kurumlannın bu eleştiriden fazlaca etkilenmesi söz konu- su değildi. Zaten, Hallstrom da bu çiko- lata tadındaki filmi ile daha ileri gitmeyı planlamamış, geniş seyirci yığınlannm ağzına birer çikolata ve bir tutam yaşam sevinci sunmakla yetinmiştı. Kaufman'ın önümüze sunduğu şey, hiç de lezzetli bir çikolataya ben- zemıyor. Oldukçabaharath ve haznıetmesi hiç de kolay değil (Belki de bu yüz- den Oscar'larda hak ettiği ödüllere ka- vuşamayacak). Ama günah, yasak, özgürlük ve yaşa- ma sevincıne iliş- km çok daha önem- li şeyler söylediği bir gerçek. Kaufman, filmi- ni iki temel kahra- manm çatışması üze- rine kurmuş: Marki de Sade ve onu 'za- rarh düşüncelerinden kurtarmak için' dev- let (yani, Napolyon) ta- rafından görevlendiri- len zalim doktor Collard. Film, Fransız ihtilali- nin ardından gıyotine gönderilen aristokrat- ların görüntüleri ile başhyor. Giyotinden damlayan kandan, kırmızı mürekkep hokkasına batırılan bir kaleme geçiyor ka- mera. 'Toplumsal çı- kar' adına gerçekleştirilen cinayetlerin doğruluğunu sorgularcasına. ArHakl/toplumsal deflerler Filmin temel izleği, neyin doğru neyin yanlış olduğu sorusu etrafrnda odaklanı- yor. Ahlaki/toplumsal değerlere ters dü- şen yazılar yazan bir insanı en temel hak- larmdan birinden, yaratma özgürlüğünden yoksun kılmak doğru mu, yanlış mı? Ya- sak bir eylem olduğunu bile bile, rejimin tehlikeli saydığı bir insana yardım etmek doğru mu, yanlış mı? Toplum açısmdan zararlı olduğu düşünülen (elbette ege- menlerin bakış açısmdan belirleniyor bu zarar) fikirleri sansür et- mek doğru mu, yanlış mı? Top- lumsal düzene zararlı olabilecek, şiddeti kışkırtan bir yapıt engellenmeli mi, bire- yin özgür seçimine mi bırakmalı karan? Napolyon rejimi, Sade'm zararlı fikir- lerinden toplumu kurtarmaya karar veri- yor ama, yapıtlannm gizli baskılannm elden ele dolaşmasuıı engelleyemiyor. Marki de Sade'm giyotinden nasılsa kur- tulan kafası da, baskılara teslün olmuyor birtûrlü.^Kalemi, kâğıdı elinden alındK ğındâ, şarapla (her şeye rağmen aynca- lıklı bir tutuklu Marki) çarşaflara yazıyor yazılannı., şarap ve çarşaflar elinden ahn- dığında kanıyla elbiselerinin üstüne, dili kopanhp, çınlçıplak bu-akıldığında dış- kısıyla hücrenin duvarlanna yazıyor ya- zılannı. Marki de Sade, yazılarında cinsellikle at boyu giden siddette sınır tanımıyor. Şiddetin ancak kendi kullandıklan bir araç olduğunu düşünen iktidann buna müsamaha göstermesi beklenebilir mi?. Napolyon, akıl hastalan üzerindeki vah- şi uygulamalan ile ünlü Dr. Collard'ı gönderir, Marki 'yi ne yapıp edip susturması için. Ama, kullan- dığı tüm şiddete karşm başa- ramaz bunu Doktor. Marki, kendisine sunu- lan haçı .yutarak ölümü seçer, düzene teslim ol- maktansa. Bu arada dok- torun genç ve güzel ka- nsı da, Marki'nin tehli- keli düşüncelerine ka- pılmıştır çoktan. Michael Caine, Doktor Colard rolünde. Sade-, tarafsızca sorgulanıyor Bir başka çatışma da tımarhane olarak kul- lanılan şatonun yöneticisi rahiple, Marki ara- sındadır. Rahip, tannsal değerleri savunurken, Marki. evTensel günahlardan söz eder. "Ben cehenneme gMm, sen ancak okudun" der ra- hibe. tnsan ruhunu, bütün çirkinliği ile tanı- madan güzeli bulmanın olanaksızlığına inan- maktadır. Ve hiçbir yasak onun insan ruhunun gizemli dehlizlerinde dolaşmasını engelleye- mez. Yapıtlanndan esinlenen insanlann vah- şice eylemlerde bulunduğu, cinayetler işlen- diği söylendiğinde. "Her vazar yapınnınetld- li ohnasuu arzular" demekle yetinır. Rahip, kitaplannda anlattığı şehvetın. ilişki kurduğu kadınlarla ilgili öykülerin koca birer yalan olduğunu haykınr Marki'nin yüzüne. "Senbiriktidarsızsın!'' Marki'nin yattıgrnı id- dıa ettiği kızın hâlâ bakıre olduğunu öğrenmış- tir çünkü. Sade, önce sarsıhr, sonra kendini to- parlayarak yanıtlar rahibi: "Sanatçı yaşama- dığını yazar." Kaufrnan, bir yandan sanatın ve sanatçının evrensel sorunlannı tartışırken, öte yandan Sade'm kişiliğini tüm zenginliği ile, taraf tut- maksızın sorguluyor. lyiler ve kötüler diye iki kampa ayırmıyor kahramanlannı. Marki'nin yazdığı öykülerdeki şiddet körü de, onu doğ- ru yola getirmek adına sistemin uyguladığı şiddet iyi mi, sorusunun peşıni hiç bırakmıyor. Kaufman, çağımızda da günceliiğini koru- yan etik ve estetik'e dair tartışmalara Marki de Sade'm bakış açısmdan yaklaşıyor, yaza- rm okurunu sömürmesi olgusuna olduğu ka- dar, yayıncının yazan sömürmesine de gönder- mede bulunuyor. Sade'm ölümünden sonraki ilk yayıncısının kim olduğunu söyleyıp de fil- min sürprizlerinden birinı açığa vurmayayım dilerseniz. Filmin en önemli meziyeti, kahramanlannın hiçbiriyle özdeşleşme olanağı vermemesi. Ne, idealizm'i "gençliğin son lüksü" olarak ta- nımlayan zalim doktorla, ne fikirlerinin yol aç- tığı şiddetten aldığı zevki gizlemeyen Marki ile, ne de arzularını uzun yıllar bastırdıktan son- ra, doğanın kanunlanna boyun eğen. Tannnın yolundan Marki'nin yoluna transfer olan ra- hiple özdeşleşebilirsiniz kolay kolay. Olsa ol- sa, Madeleine'in yanında saf tutabilirsiniz. O da düzene başkaldından ve yaratıcının özgürlüğünden yana saf tutmak olur. Fena mı? Spike Lee,festivaldefilmi 'Bamboozled'ı savundu Kültür Servisi -51. Berlin Film Festivali'nde, "Altın Ayı" için yan- şan 'Bamboozled'' adlı filmi göste- rime giren yönetmen Spike Lee, dü- zenlenen basm toplantısına katıla- rak filmini hangi felsefe üzerine kur- duğunu anlattı. Konuşmasına filmi- ni hararetle savunarak başlayan Lee, medyanın sıyahlara karşı yapılan baskı ve zulümlerin dile getirilme- sine, başka olaylara gösterdiği ilgi- yi göstermediğini eleştirerek "Neza- man siyahlar kendflerine yapılan hak- sıztık, baskı ve zulümler hakkmda konuşsa bu abarnh olarak nitelendj- rihyor, oysa Amerika'da hemen her gün Nazilerin Yahudi kattiamıyla il- gili bir şeyler duyuyoruz" dedi. Filmde hiçbir şeyin abartılmadığı- nı, kendisi bir yargılayıcı olmasa da olan bitene gözlerini kapamayacağı- nı ve hayata pembe gözlüklerle bak- mayacağını da sözlerine ekledi. "MmstreP olarak adlandınlan, es- kiden yüzü siyaha boyanmış olarak siyahlara özgü şarkılar okuyan ve soytanlık eden beyaz oyunculann sergilediği gösterinin, beyazlar yeri- ne siyahlann oynatıldığı modern ver- siyonuyla reyting toplayan bir tele- vizyon istasyonu hakkındaki film, Harvard mezunu, iyi giyimli ve düz- gün aksanlı Damon VVayans adlı si- yah bir televizyon yazannın, yaşadı- ğı kimlik bunalımı üzerine gelişiyor. Film, Amerika'da ekim ayında gös- terime girdiğinde, dogmatik olmakla. siyahlann ilerleme ve gelişmelerini görmezdengelmekle, medyayahak- sızlık yapmakla eleştirilmişti. Lee ise filminde minstrel tarzındaki oyun- larda rol alan beyazların, abartıh yap- tıklan çıkık gözler ve patlak dudak makyajlan ve modası geçmiş rüküş kostümleriyle siyahlan aşağıladığı- nı, eski minstrel gösterilerinin bu- gün de zaman zaman Amerikan med- yasında yer abnasının siyahlara ba- kış açısının hâlâ ne kadar ırkçı ve aşa- ğılayıcı olduğunu söylemişti. IŞILDAK VE YELPAZE ATİLLA BtRKİYE Orhan Veli ve 'BaşyapıtT Orhan Veli'nın "Anlatamıyorum"şiiriyedidenyet- mişe -şu postmodern dönemde bile- ezbere bilinir. Âşık olunduğunda, aynlık yaşandığında, hüzün gö- lünde yüzüldüğünde, terk edilmişliğin tarifsiz keder- leri içinde, daha pek çok duygu selinde akla gelen ilk şiirierden biridir. Ağlasam sesimi duyar mısınız, ,t , Mısralanmda; Dokunabilir misiniz, Gözyaşlanma, ellerinizle? "Anlatamıyorum", şainn Garip döneminin şiirlerin- dendir. ilk kez Nisan 1940'ta yayımlanmıştır. Altmış yıldır belleklerde olması, yaşıyor olması, şiir adına, edebiyat adına ne kadar da güzeldiri Kıvanç verici- dir! Çrhan Veli'nin "/cac/ers/z'diryaşamı. 13 Nisan 1914 tarihinde Istanbul'da dünyaya gelen şair, genç yaş- ta, şairiiğinin bahannda, başında kavakyelleri eser- ken yaşamını "talihsiz" bir biçımde yitirir. Bir gece Ankara'da belediyenin yola kablo döşe- mek için kazdırdığı çukura düşerek başından yara- lanır; iki gün sonra Istanbul'da bir arkadaşının evin- de öğle yemegi yerken fenalaşır ve hastaneye kal- dınlır. 14 Kasım 1950 Salı gecesi saat 23.20'de Cer- rahpaşa Hastanesi'nde ölür. Edebiyatımızda, şiinmizde Orhan veli'nin yeri çok farklıdır. Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat ile bir- likte "Garip" akımının "öncüsüdür". Arkadaşlanyla birlikte yaptığı çıkış -Garip- cesurcadır; var olan ve yaygınlaşmış şiir "anlayışının" dışında, onatepkili bir şiir anlayışını savunur. Bazı değerleri bir kalemde yıkmıştır. Garip birçok şairi etkilemiş; dönemin yayın organ- lannda uzun süren tartışmalara neden olmuştur. Da- ha sonraki yıllarda Garip'in izinden gidenler olduğu gibi Garip ile alay edenler de olmuştur. Şu gerçek ki Garip bir akım olarak edebiyat tarihimizde yer almış- tır. Bir "geçiş" dönemı olduğu konusu genelgeçer bir saptamadır Garip için; ancak "gerekli" olan bir ge- çiş dönemidir. Orhan Veli daha sonra -öteki Garip- çiler de- farklı bir sanatsal anlayışa yönelmiş, ne var ki Garip'ten hiç pişman olmamıştır. Orhan Veli şairiiğinin yani sıra bir edebiyat kişisi olarak da çok önemli "kimlik"lerden biridir. Bir şair, bir edebiyatçı olarak yeryüzünde konumlanışı, du- ruşu bize "özgün " bir kimliği imler. Memet Fuat bir süredir denemelerini konulanna göre kıtaplaştırarak yayımlıyor. En son çıkan kitabı da Orhan Veli. Kitapta 1953-1995 yıllan arasında yazılan yirmı bir yazı yer alıyor. Memet Fuat bu kitabı hazırlarken Orhan Veli için beş yeni yazı yazmış. Bunlardan bin "Orhan Veli'nin Başyapıtı" başlığını taşıyor. "Bir şairin başyapıtı nasıl seçilir? En güzel şiirfe- hni içeren kitabı mı? En güzel şiirleri bir kitapta toplanmamış, çeşitli ki- taplanna dağılmışsa ne olacak?" Benzeri can aJıcı sorulan/sorunlan gündeme ge- tirtyor. Bunlann yanrtını araştınyor, irdeliyor ve: "Demek ki, kitapfannıdüşünûrsek, 'Orhan Veli'nin başyapıtı Karşı'dır' diyebiliriz" sonucuna vanyor. Bu kitapta (Karşı, 1949) yer alan şiirleri "başyapıt kav- ramı" açısmdan değeriendırerek: "Aslında bu şiirlerın hepsi (yazısında söz ettiği şi- irierin) Orhan Veli'nin başyapıtı diye anılabılecek, çeşitli özellikleriyle bırbırinı aşan şiırler, ama sanınm içlerinden biri, 'Istanbul'u Dınlıyorum', kamuoyunun seçimiyle, adı konmadan, 'Orhan Veli'nin Başyapı- tı' olma onurvnu kazanmış durumda." Başyapıt çok duyariı bir konu. Zaten Memet Fu- at da başyapıt derken hep tımak içinde söylüyor-ya- zıyor. Özellikle, bir şairin başyapıtını saptamanın ne kadar da güç olduğunu belirtiyor. Anlam düzlemleri açısmdan farklılıklar, zenginlik- ler içeren ve çok çeşitli biçımlerde "okuyabileceği- miz" "Istanbul'u Dinliyorum" şiirinin başyapıt oldu- ğuna katılmamak elde değil! fieyaz bir ay doğuyor fıstıklann arkasından Kalbinin vunışundan anltyotvm; Istanbul'u dinliyorum. Itannibare Almanya'da henüz gösterim izni çıkmadı • Küttür Servisi- 'Kuzulann Sessizliği" adlı filmin devamı olan ve başrolde yine Anthony Hopkins'in oynadığı "Hannibale Almanya'da gösterim izni henüz çıkmadı. Almanya'daki yasalara göre göstenm izni verilmeyen filmleri ancak 18 yaşın üstündeki yetişkinler izleyebilıyorlar. Geçen günlerde Berlin'de Uluslararası Film Festivali'nde yanşma dışı göstenlen film, dehşet verici kanlı sahnelenyle ve özellikle filmin sonundaki 'insan beyni yeme sahnesi' sebebiyle büyük bir tepki gördü. 'Kuzulann Sessizliği' kadar iyı bulunmayan. hatta bazı eleşrirmenler tarafından 'kötü bir film' olarak nitelenen 'Hannıbal'de Jodie Foster'ın rolünü Julianne Moore oynuyor. Film "Kuzulann Sessizliği'nden sonra tam bir düş kınklığı. Dehşet vencı sahnelerinin düzeysizliğı. onun basıt bir korku filmi olmasına bile yetmiyor" şeklınde yorumlandı. Nazi yanlısı film yrido Kristina Soederbaum öldii • MÜTSİH (AFP) - Isvıçrelı aktnst Knstına Soederbaum, Almanya'nın kuzeyinde bir yaşlılar evinde, 88 yaşında öldü. Stockholm'dedoğan Soederbaum, Fransa ve Isvıçre'de tıyaoü, sinema üzerine çalışmalar yaptı. 1936'da, ilk filmi olan Unkel Braesing'de (Uncle Braesing) rol aldı. 1937'de kendisini keşfeden ve sonradan evlendiği Nazi döneminin propagandist Alman film yapımcısı Veit Harlan'ın 'Jugend'(Youth) adlı filminde oynadı.Daha sonralan da Nazi propagandası içeren Diıçok fihn ve tiyatro oyununda rol aldı. 2. Diaya Savaşı'ndan sonra Hamburg'da tiyatro sahnelenne döndü. 1948'de eşinin yörtttıği 'Jud Suss'(The Jew Suess) adlı fılmde rol aldı. 1966'da eşinin ölümünden sonra fotoğ^atfçüıkla ilgilendi ve 1983'de de anılannı yayımadı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle