22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 OCAK 2001 PAZART O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr 'Ey Ebedi Zinde ÇöcukL' Rahmi KUMAŞ Eğitimci, Hukukçu, Eski Parlumenter ••>• • Y eni Türkiye devletinin ilk Eğitim Bakanı RızaNur'u; HamduUah Suphi, Vehbi Botak,İsmaflSafaÖzler, Hüseyin Vasıf Çınar, Şükrii Saraçoğlu, yine Hamdullah Suphi izler ve sonunda kalıcı bakan olmak üzere 21 Aralık 1925 günü Mustafa Nccati karşımıza çıkar. 5 yılda 7 değişik bakan! Ulusal eğitimi ilk kez kararlı bir yörüngeye oturtan Mustafa Necati'nin 1929 yılının ilk günü beklenmedik ölümü, ülkeyi yasa boğdu. Eğitim Bakanhğf nı yapmakta ikcn ölen ilk ve son bakan olan Mustafa Necati, bakanlığmın 3. yılını doldururken "MHlet Mektepleri" olayını, (büyük yol göstcricisi M. Kemal Paşa'nın yöncrgesiylc gtrçekleştireceği sırada) bu büyük yapıtını göremeden öldü. ölümü öylesine «ırsıcı oldu ki gazeteler ölüm nedenini bile irdelemek gereğini duydular. Helc dönemin sayılı gazetelerinden Son Saat'ın "Tıp âkminden hcsap isteriz" başlıkh yazısı, arkadan tkdam'ın günlerce bu yönde yayın yapması ve bu gazetenin yazan Ahmct Haşim'ın "Gözyaşını riyasız ıılııli||iılı I ııılııllöyleherkesenasipolur şey değUUirr diyc yazması, Necati'nin arkasından dökülen yaşlann içtcnliğini ne güzcl anlatır oldu. Dönemin resmi gazctcsi olarak bilinen "Hakimiyeti Milliye", "Memleket sevgili Mccatisini dün toprağa verdi" tümcesini boydan boya ilk sayfasına yerleştirirken İnönü'nün mezar başındaki konuşmasını yayımhyor ve haber içinde kimliğini yazmadan bir öğrencinin şu güzel sözü işleniyordu: "Bu tabut maariflmizin teceddüt halikinin tabutudur." Millet Mektepleri'ni acacağı gün yaşama gözlerini kapayan Necati için Falih Rıfkı Hakimiyeti Milliye'nin birincı sayfasında, "Halkın ve inlalabuı bu asil çocuğu daha 36 yaşında idi" diye yazarak bu ölümdcn duyduğu derin üzüntüyü dile getiriyordu. Yinc bu gazctedc Yakup Kadri "... Necati'nin ölünıünü düşündükçe bu bana o kadar anlaşıbnaz, o kadar akta, havsalaya sığmaz, o kadar gayritabiL. bir hadise geliyor ki marazi bir hayrete düşüyonım" diye yazma gereğini duyuyordu. Yine bu gazetenin yazan SaitNazif "Maarif Vekili Necati Bey'in ölümü, diyebiliriın ki Ankara'da yakma dıkbirkalpbırakmadT sözleriyle gerçeği tüm boyutlarıyla dile getiriyordu. Yine bu gazetede Ercument Ekrem " ~ Bazdan ressam, şair, sanatkâr dogduklan gibL, Necati Bey de teşkilatcı, idareci doğmuştu. Bir büyük hassai daha vardı ki, o da insanlan tanır, işi erbabınatevdiederdi* diye yazarak Necati'nin ncden büyük olduğunu kalıcı sözlerle bclgcliyordu. Ya bu gazetede Fahri adıyla yazanın yazdıklanna ne demeli: "Ne isterdim Necati, ne isterdim biHr misin? Mezannın başındaki son sözlerimin, son nefeslerlm olmasını isterdim. Fakat eğer ölmüyorsam bu benim kabahatim değil kardeşim." Mustafa Necati'nin ölümü üzerine tüm gazeteler ağızbirliği etmişçesine Mustafa Kemal Cumhuriyeti'nin (daha Atatürk olmamıştı o sıralar) bu ilk ve soylu yitiğinden duyulan üzüntüyü yansıtıyorlardı. Ama Cumhurivet gazetesinin yansıttığı hava sanki ötekilcrden daha bir değişik görünüyordu. Bütün bu gazeteleri inceledim ve bu bölümlc ilgili olanlarının tıpkıçekimlerini aldım. Görev başında iken sonsuzluğa ulaşanlar arasında ardından böylesine gözyaşı dökülen ve yayın yapılan kişi Atatürk'ten sonra Necati'dir dersek yeridir Ismet tnönü ile Hasan Âli Yücel görev başında ölmcdiler. Bu bakımdan bir karşılaştırma yapmak doğru olmaz. Cumhuriyet'inbu ilkkutsal ölüsü üzerine YunusNadi: "Hayretteyim: ölüm mü, hayat mı? Necati öunüş, diye bana bir haber söylediler. Dünya, dünya olah, ne kiirreiar/. üzerine ne de onun üstünde herhangi bir adamın başına bu kadar müthiş. bir yüdınm düşmemiştir." sözleriyle yazısına başlıyordu. Bir gün sonra aynı sayfada: Köprülüzade Mehmet Fuat(Fuat Köprülü) "... telefonda onun ölüm haberini alınca ellerim titredi, boğazun kurudu." sözlerınden sonra " Necati, sevgili dost, inküabın ariz çocuğu Türk gençliği ölümünle saflannda açüan boşluğu doldurmak için daima senin bu aziz hatırandan kudret alacak." yargısı ilc bitiriyordu yazısını. Yunus Nadi 'nin köşesinde Vasfi Raşft Necati'nin tıp yanlışı ile öldürüldüğü tartışmalan üzerine yazısına "Itham değil ıslah lazrnı" başjığını koyuyor ve bir ycrde "Bir milletin iki hakiki kuvveti' Seyf vc kalcm', yani ordu ve darülfünundur. Bir millet bu Ud temelin kuvvetinispetindegenişlervevüksein'' derken ne denli haklı oluyordu. Yunus Nadi'nin yanıbaşında Aka Gündüz bu ölümü "inküap nesHnin kulak tozuna bir hançer saplandı. (...) Büyük ve civanmert insanlara karşı eceiin ne sefil ne korkak ve ne kelbî olduğunu bilirdim ama, bu kadar kahpeliğini hiç işitmemiş, gönnemiştim" sözleriyle karşılıyordu. Mustafa Necati'nin eğitime katkılan bu köşelerde yazıldı. Bu bakımdan yer darlığı nedeniyle şunlan söyleyeceğim: Ne zaman ki Necati, Eğitim Bakanı oldu, Bakanlık duruldu. Bunu Saffet Ankan'da, Hasan Âli Yüccl'de de tam olarak yaşadık. Ncredeyse bu bakanlar bize ülkenin duruluğuyla eğitim arasında maddi bir bağlanü olduğunu göstcrdiler. Öyle ki Necati ölünce yerine Başbakan Ismet Paşa'yı atadılar. Daha sonra Moskova elçisi Vasıf Bey Izmir milletvekili (1 üyelik boş. olduğundan) seçilerek bu bakanhğa getirilir (2.3.1929). Ama 13.4.1929 günü Cemal Hüsnü Taray eğitim bakanı yapılır. Açıkçası Saffet Ankan'a dek bu bakanlığa, altı yıl içinde, yedi kişi daha bakan olarak atanır. Yazıyı Yunus Nadi'nin sözleriyle bitırmek istiyorum: Yaşa, ey ebedi zinde çocuk! Bak, ölümün dahi bize heyecan ve hayat oluyor? CUMHURİYETTİ OKURLARA Üçüncii Binyılın Başındaki Türkiye Bugün 2001 yılı başladı ve üçüncü binyıl. attık. 2000 yılı ve 20'nci yüzyıl da geride lc Siz Türkiye'nin 20'nci yüzyılı kaybettiğı , sürmeyi ilericilik sayanlara kulak asm?;y;n. Bir kısmı Osmanlıcılık yaparak çevre kazanmaya, bir kısmı da Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı yaparak şeriatçı takımına yanaşmaya çalışıyor. Biz de 20'nci yüzyılın ikinci yansının büyük bölümünün, özellikle de son yılının kaybedildiğini söylüyoruz ama başanlı dönemleri yadsımadan, kazanımlan yok saymadan. Kurtuluş Savaşı, Lozan, Cumhuriyet'in ilanı ve kapsamında hukuk, eğitim, yazı, taiklik atılımiarının da yer aldığı Atatürk Devrimi, Ulusal Ant'la çizilmiş toprak bütünlüğünü koruma becerisi gibi önemli köşe taşlannı unutturmak isteyenler yine hüsrana uğrayacaklar. Son yıllarda yaşadıklanmızı irdelersek üç alanda eskiye oranla daha da gerilere düştügümüz görülüyor: Bankacılık, hukuk ve gazetecilik. Politikacılığı, bir meslek olarak görmedlğim ve yozlaşmanın çok partili döneme girişle başladığtnı göz önüne olarak irdeleme dışında tutuyorum. Zaten irdeleyeceğim alanlardaki bozulmanın çıkış noktasını da politikacılarımız oluşturuyor. Bankacılık alanında yıllardır yaşandığı bilinen ama geçen yıl ortaya çıkanlan bankalann içini özel çıkarlar için boşaltma girişimleri, yalnız sektöre darbe vurmakla kalmadı, bankada hesap açtırmak bir yana, geçimini bile zarzor sağlayan yurttaşı da katmerii vergi mahkumuna dönüştürdü. Hukuk alanınde ise önce idari yargı budandı. Yabancı sermayeyi Türkiye'ye çekme hayallerine kapılanlar ulusal hukuk sistemini delerek Danıştay'ı devre dışı bırakmayı yeglediler. Düyunu Umumiye'nin yerini IMF ve Dünya Bankası aldı. Bir yandan milyar dolartan vurgunculara kepçeyle dağıtırken, çay kaşığı ile denilecek tutardaki paralar için bin takla atar duruma düştük. Kendi hukuk anlayışını egemen kılmak isteyen nice adalet bakanlan gördük. Aralannda cumhuriyet savcılanndan radyo ve televizyonlar için de Basın Yasası'nın yasaklayıcı maddelerinin uygulanmasını isteyenler bile oldu. (Şu Bizim Enayi Defteri, sayfa 111113). Sonunda iş, yasalann yasaklamış olduğu ve zaten suç sayılan kimi haberlere aynca yasak koymaya dayandı. Yazılı, sesli ve görsel iletişim organlarında ölüm oruçlanyla F tipi cezaevi protestolannın yansıtılmasının "gereğinden fazla yer alması" da yasağın dayanaklan arasında sayıldı. Karşımıza bu kez de 5680 sayılı Basın Yasası'nın Ek Madde 1 'I çıktı. Radyo ve televizyonlar da yazılı basın kapsamına alındılar. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından, kararın "sansür" niteliği taşıdığı açıklandı. Itirazlar yapıldı ama "yasak karan" askıda kaldı. Yürürlükte olup olmadığını üçüncü binyıldaki uygulamaiardan ööreneceğiz. İletişim organlannın, holdinglerin sıradan şlrketlerinden biri haline dönüşmesi de hem okurları hem gazetecileri etkiledi. Okurlar, okuduklanndan hangisinin doğru olduğunu, hangisinin iktidara ya da rakip sanayi şirketlerine gözdağı vermek, hangisinin gerçekleri çarpıtarak rakiplerini sindirmek amacına yönelik olduğunu bilemez duruma düştüler. Gazetecilerin bir bölümü de aynı durumdaydı. Haberlerinden hangisinin gireceğini, hangilerinin holding çıkarlarına ters düştüğünü düşünmek zorunda bırakıldılar. Promosyon çılgınlığı tırmanarak günlük taksitlerte dayanıklı tüketim mallan pazarlamasına dönüşmekle kalmadı, sonunda gazetelerin kendileri de promosyona dönüştü. Balık baştan kokunca da salt kendi doğmlan olan gazeteciler dönemi başladı. Kimi, devlet organlanndan alınan ya da sızdınlan bilgileri araştınp soruşturmadan okurlanna aktamnayı yeğlerken, kimi de örgütlerin açıklamalannı tek yanlı olarak iletmeyi gazetecilik sayar oldu. lyi ki onca sıkıntıya karşın okurları ile birlikte üçüncü binyıla ulaşmayı başaran Cumhuriyet gazetesi var. Bağımsız bir yaklaşımla ilettiğimiz haberler yüzünden aynı günde hem "vatansever" hem "vatan hainl" nitelemeleriyle aldığımız tepkiler, Türkiye'deki doğru ve bağımsız habercilik anlayışının Cumhuriyet'te yaşatılmakta olduğunu gösteriyor. 2001 yılının gönlünüzce geçmesi dileği ve saygılanmızla. oerinc(o)cumhuriyet.com.tr ORHANERİNÇ ARADABİR AYŞEN LAÇİNEL Yunus Emre, Ecevit ve Günümüzün Tarikatlan... JaleBAYSAL Hoşgetdin 2001 Yeni bir yıl geldi. Yenl bir binyılın ilk sayfası çevrildi. Neleryazdıkçizdik. Milenyum dedik. Binyıl bltiyor dedik. Tüm bunlar yeninin heyecanı, yeninin bilinmezliğiyle taşınan umutlar, yapılan planlar ve beklentilerdi. Her ne kadar her şey çok güzel olacak demeye devam etsek de bu yeni binyılın ilk sayfasında hayal kırıklıklan, çatışmalar, aldanmalar hissedilir oldu. Aşklar gerçekti, ama zamanı mı yanlıştı ne? Işler doğruydu, hak edilmişti de işyeri mi doğru değildi? Bazı zamansa evdeki hesap çarşıya uymadı. Sözler verildi, tutulmadı ya da tutulamadı. Açıklamalar yapıldı, kimi yalandı. Sevgiye inanan gönüller, sevgisizliği ilke edinenlerce vurulmaya çalışıldı. Çıkarlar, paylaşmanın önüne geçti sanki. Yine de yaşandı dolu dolu, cesurca. Devlet adamları değişti, sistemler eskidi. Sivil toplum örgütleri çogalr*1. AdaJet, hukuk ve hak etmenin önemi anlaşıldı. Geçen gün "DarAlanda Kısa Paslaşmalar" adlı filmi izledim. Gerçekten hayat bazı durumlarda futbola benziyor. "Dört pas, birgol!", "Ne kadar yetenekli olursan ol, birtakımınyoksa başanlı olamazsın " sözleri filmden. Savaş Dinçel, çok etkili biroyunculuk performansında, izlemedtnizse öneririm. Kasaba futbol takımının çalıştıhcısı "h'oca"runölüm döşeğindeykenson sözü; "Başkaları için bir şeyler yapın. lyi bir şeyleryapın" oluyor. Müslüman mezarlığına gömüyoriaronu. Kasabalının bağnna bastığı bu insanın ölümüyle anlıyorlar ki, geçmişine ait hiçbir şey bilmiyorlar ve bir nedenle, iş yaptıklan Istanbul'daki marangoza da haber veriyorlar cenazeyi. Meğerse o marangoz, hocanın ağabeyiymiş. Kardeşinin Müslüman mezarlığına defnedildiğini duyunca başlıyor gülmeye. Çünkü onlar Ermeni. Kasabalıdan biri "Bari mevlidiiptal edelim" deyince, bir diğeri "Ne fark edpr, aynı yere gitmeyecek miyiz" diye cevap verir. Içim ısındı fılme. Takım kurmak, bir ilke ruhu yaratmak ve çalışmak önemli. Bu takımdaki rollerimlzi de lyi belirleyelim. Doğru paslaşabllelim ve gol atabilelim diyorum. Başarımız bizim emeğimiz olmalı, bir başkasının başansızlığı üzerine, yalana, dolana dayanmamalı. lyi bir şeyler yapmalıyız. lyi ve yararlı. lyiliğe inanmayı, başımıza ne gelirse gelsin hayatımızın sadece o anına ait olduğunu ve sonrası için hayatımızın bütünü için karar vermememiz gerektiğini ve her şeyin gerçekten güze) olacağına inanmayı sürdürüyorum. Yeni yılda yeni umutlar, yeni tonlardaki renklerle mutluluklardiliyorum. Serüven devam ediyor. B ugün artık en yoksul kesimlerine kadar halkımızın, soyları tükenmckte olan "yetkin insan", adını taşımaya yaraşır insan örnekleri, eskinin tekkelcrinde yetiştirilmişlerdir. Hacı Bayram Veli, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllannda şöyle diyordu: "Nâgehanbirşâra vardık(Sonunda bir şehre ulaştık) Ol şân yapılır gördük Biz dahi bile (beraber) yapıldık Tâş u toprak (taş ve toprak) arasında" Evliya Çelebi'nin babası da, oğlunu yolculuğa uğurlarken şöyle nasihat ediyordu: u Oğul! Adem yoksul olur, besmelesiz yemek yeme. Kötüye yoldaş olma, zararuu çekersin. Alay bozma. Tarlaya basma. Arkadaşlannın payına el uzatma. Bir şey koymadığuı yere el uzatma» Çalma. İki kişi söyleşirken dinleme. Eknıek ve tuz hakkını gözet Başkasının eşine nazar edip ihanet etme. Davetsiz bir yere varma. Her mecliste. işitügin sözleri sakla. Evden eve söz getirme. İnsan kınamaktan, insanların arkasından konuşmaktan uzak oL tyi huylu oL Herkesle iyi geçin. tnatçı ve kötü düli olma. lhtiyarlara saygıh ol. Düşüp kalknğm vezirlere ve büyüklere vanp dünya için bir şey isteme. Azla geçinmeyi biL Eline giren mah da boşuna harcama; sağlıkta hastahkta lazım olur, namerde muhtaç olmazsın." Ecevitimiz, Yunus Emre'yi yetiştirebilmiş olan tarikatlan, bugünkü tarikatlarla aynı sanıyor. Tarikat çevrelerinin ve onlann şeyhlerinin nasıl yozlaşıp bozulduklannı görmek için Yakup Kadri'nin "Nur Baba" romanını, medreselerin düştükleri batağı görmek için de Reşat Nuri'nin "Yeşil Gece"sini okumak bile yeter. Bugünkü tarikat çcvreleri, (belki tek tük, kıyıda kalmış, adı gazctclere düşmemiş, iyilcri de vardır hâlâ daha) "yetkin insan yetiştume" peşindc değil, iktidar peşinde, siyasetpeşindedirler. Tamamiyle siyasileşmişler dir. Içlerinde yurtdışı bağlantılan olanlar, örneğin ABD'nin önccliklcri doğrultusunda işler yapanlar bile vardır. Uzgörüşlülük (basirct) eksikliği de olsa, seçimlerde oy kazanma derdiyle de olsa, bugünkü tarikatlara hoşgörü ile bakmak çok büyük vc çok tehlikeli bir yanılgıdır. Yunus Emre'nin günleri çok gerilerde kaldı. Dergâhlar siyasethanelere dönüştü. Belkı eskıden dc siyasete kanşırlardı, ama ayak basılan yer (zemin) bambaşkaydı. Bugün Türkiye laiktir, Atatürk devrimlerine inanmıştır. Bugünün "siyasethanc''leri, tarikat çcvreleri, şeriat devlcti kurma peşindedirler. Türkiye için çok tehlikelidirler. Bir de şunu görmeliyiz: Bugün "yetkin insan", "insan adını taşımaya layık insan" yetiştirmek için elimizde ne var? Daha doğrusu, bilgisayar ve internet dünyasında, büyük şirketler, bol kazançlı işlcr peşinde, "yetldn insan, insan sıfaünı taşımaya layık insan" olmanın bir anlamı kaldı mı? Okullanmızdaki "DinKültürüveAhlak" derslerimiz mi? Hadi canım siz de! Tıkanan Siyaset ve Sol... T ?nm Bugün depremin • • • • gönüllülerimiz hâlâ vanında m Profesyonel .gunu depr»mzedclerin Yalova'mıza 192 konutluk Çağdaş | Yaşam Merkezi'ni kazandıran, 23 Ocak 2000'den beri bu konutlarda, güven, | huzur ve dostluk içinde yaşayan, bahar aylarında, kalıcı konutlarına geçmeye I hazırlanan depremzedelerimize bu sıcak yuvayı armağan eden, İstanbul Yardım |Grubu dostlarımızın yeni yılını kutluyor, gelecekte de ulusal sorunlarımızın | çözümüne katkılarının devam edeceğine emin olarak esenlikler diliyoruz. Yardımlannız ıçın ürkiye'de siyasetin, hemcn her yönü vc boyutuyla tıkandığına ilişkin genel bir kanı oluşmuş bulunmaktadır. Siyasal partilerin içine düştüğü açmazlar, Meclis'te doğan son temsil tablosunun ülke gerçckleriyle çelişcn yapısı ve bunların ülke yönetiminde yarattığı olumsuz, umut kıncı gelişmeler bu kanıyı doğrulayan başat kanıtlardır. Siyasal alanda gcleceğe dönük çözüm üretimleri vc bunların tasanlaştınlmasıyla ilgili herhangi bir olumlu ilerleme gözlenmemekte, yaşanan sorunların çözümlerinde bile çoğu kez açmazlara düşüldüğü görülmcktcdir. Tıkanan siyasetin odağında sağ siyaset bulunmaktadır. Ülkede siyasetin tıkandığı bu ortamın erksel egemeni, türlü biçim ve biçemlerdeki kökü bir sağ siyasetlerdir. Burada ortaya çıkan bir başka gerçeğe dc değınmek gerekir. Türkiye'de tıkanan siyasetin sağ erksel egemenliği karşısındaki sol da, bir umut ve çıkış geliştirebilme bccerisini göstermekten çok uzaktadır. Işte bu gerçek, Türkiye siyasetindeki tıkanmayı bir genel ve olumsuz olgu düzeyinc taşımaktadır. Burada kimi sorular önümüzü kesmektedir. Bu olgunun Türkiye soluna ilişkin yanını kaçınılmaz olarak yaşamak zorunda mıyız? Sol siyaset, olguyu bütünselleştirip geliştiren bu görüntüsüne "mahkum mudur"? Akılsallık ve gerçckçilik bu sorulan şöyle yanıtlar sanırım: Bu zorunluluk ve "mahkumiyet" Türkiye solunu tutsak alamaz; almaması gerekir... Hele günümüzde sağın içine düştüğü evrensel kökcnli açmazlar yaşanırken... Solun evrensel anlamda yaşadığı tökezlemenin, bu yönde kimi umut ve inanç cksiklikleri yaratmasına karşın akılsallık ve gerçekçilik soldan yana çözümler öngörmektedir. Artık böylcsi bir olumsuzluğun sonuna gelinmış ErtanUNVER olması gerekir. Bunun siyasal alandaki anlamı açıktır. Türkiye'dc siyasetin tıkanmış olması siyasal crkin egemeni sağın ürünüdür; sağın düşüşü sonucunu gctirir/getirmelidir. Bunun tersine, evrensel son gelişmeleri de iyi okuyarak geliştirilecek Türkiye uyarlamalı bir yeni tasan ile sola umulmayacak önemde ve ölçüde olanaklar sağlar/sağlamahdır. Başanlması çok zor, belki olanaksız önermelcrden mi söz ediliyor? Eğer böyle bir ilk izlenimin içinden geçiyorsanız, biliniz ki onun ncdcni, içine itildiğiniz ve bir türlü kurtulmanıza olanak verilmeyen, evrensel ve ülkesel boyutlu kısır sol döngünün üzerinizde yarattığı içsel baskıdır. Dilerseniz o baskıyı şöyle bir özetlemcyle kırarak ufkumuzu çözümselliklere doğru açmaya çabalayahm.. "Türkiye gerçeklerinin demokratik parlamenter erksel solu", öncelikle iç ve dış siyasaya dönük sosyoekonomipolitik kapsamlı bir genel proje hazırlamalıdır. Projeyı özetle topluma sunarak "sağlamasını yapmalıdır". Scçim dönemi beklenmeden bu işlem yerine gelmeli, iktidar evresi için Türkiye projesi olarak kesinleştirilmelidir. Bunun "styaseti seçmenleştirme" olduğunu söyleyebiliriz.. (Aşağıda özetle değinilecek alanlann, bugün için yasal olanaklıları hemen yerine getirilmeli, yasal olanak bulunmayanlan Türkiye projesinin siyasal bölüm önerileri olarak gündeme taşınmalı ve toplumsallaştınlmalıdır.) '•Siyaseti seçmenleştirme" girişiminin hemen ardından, "partiyiseçmenleştinne" aşamasına geçilmelidir. Bunun ıçın öncelikle parti iki işlevselliğe bölünmelidir: Parti içi konu ve sorunlar bölümü; partinin kamusal görev alanlanna ilişkin bölümü... Parti içine ilişkin olanlara, tüm üyelerinin katılımı sağlanmalıdır. (Genel başkanın seçimi bile öyle olmalıdır. De legelik, sayısal olanakların elvermeyeceği görüşmeler ve yasal zorunluluklar için kullanılmalıdır.) Il genel ve belediye meclisi, belediye başkanı ile millctvckili gibi kamusal görev alanlan için saptanacak olan parti adaylannın seçimi tüm seçmcnc açılmalı, öylece parti scçmenleştirilmelidir. Aynca tüm seçmenlere açık olan sürekli eğitim ve sınıfsal/katmansal örgütlenme olanağı parti şemsiyesi altında sağlanmalıdır. Siyasetı/partiyi seçmenleştirme işlevlerinin daha birçok aynntısına yer veren uygulamalar için, Türkiye bugününden daha uygun bir dönemi tarihinde hiç yaşamadı... Bunun gereklerini yerine getirecek olan ancak sol siyasettir. Çünkü sol siyaset, toplum dışında hiçbir merkeze bağımlı değildir. Gerçi Türkiye solu, Avrupa'nın iki yüzyılda yaşadığı sanayileşmenin yarattığı sınıflaşma olanağı gibi bir avantajı da yaşayamadı; ancak Türkiye solunun Kuvayı Milliye gibi, bütünleşebileceği tarihsel, onurlu dcv bir avantajı vardır.. yetcr ki kullanılabilsin.. Tıkanan Türkiye siyasetine yeniden işlerlik kazandırmak, artık Türkiye solunun başat ödevi olarak önünde durmaİctadır. "Türldye projesi" ile siyaseti seçmenleştirip hemen ardından siyasal partiler ve seçim yasalan ile solnartiyi scçmenleştirerek o yola girilebilir. öylece hem siyasetin ve hem de solun en büyük gereksinimlcri olan toplumsallaşma gerçekleşmiş olur. Bunun sonucunda siyaset, insanı içine çckerek "özel anlamlı bir atıhmla", yaşadığı tıkanmayı sol atılımla aşar... Bir anlamda bu tıkanmanın temelinde yatıp duran ve de temel nedeni/etmeni oluşturan "feodal demokrasimiz" de feodalizmasını ycncbilme aşamasına yönelir.. Ne dersiniz; konuyu paröleştirirsek, kendi feodalizmasını aşan bir CHP'nin o işlevlerin tümünü yerine getirmesi için, birkaç "kişi kambunı" dışında hiçbir engeli yok gibi... • ARKADAŞ NEYİ PAYLAŞAMIYORUZ? OZONU DELİNMİŞ, SULARI KİRLENMİŞ, BETONLAŞMIŞ İHTİYAR DÜNYAMIZI MI? YOKSA BIÇAK SIRTINDA GİBİ DURAN ,[ HAYATIMIZI MI? AKILLI OLALIM. > • ŞİMDİLİK BU DÜNYADAN BAŞKA DÜNYAMIZ YOK HEP BİRLİKTE GÜZEL BU DÜNYA PEKİ NEYİ PAYLAŞAMIYORUZ? NİCE MUTLU YILLAR DİLEĞİYLE KALIN SAĞLICAKLA , DOĞAN KA71RCIOÖLU •ARKAOAŞ KULÜBÛ' BAŞKANI jmhuriye S1 yıl öncc bugürı 01 Cumhuriyet Ajandası X ,iı ,*«9 (0212) 292 87 27 292 08 01 (İş günları saat 10.00/17 00 arası) Cumhuriyet KitapKulübü Sergi Salonlarında ve Temsilciliklerinde 4.000.000 TL (Üyelere % 25 özel indirim) ^ . 2001 ;.; KÜLTÜR AJANDASPnı Adam, Mephisto, Robinson Crusoe, Pandora, Ada Kültür, Istavrit (Beyoğlu), Kabalcı (Bcşiktaş), Beyaz Adam (Bakırköy), Üniversiteli, Akyüz, Nezih (Kadıköy) kitabevlerinden edinebilirsiniz. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Sıraselviler Cad. 48/1 Taksimtstanbul Tel: (212) 252 63 1415 . U n l Ottnn* Cumhu kitap kulübü Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükijfcsüzdür. HAKAN TEMUR Çağ Pazarlama A.Ş. Türkocağı Caddesı No:39/41 (34334) Cağaloğlu/lstanbul Tel: (0212)514 01 96Faks:(0212)514 01 95 DosyaNo: 2000/117 Davacı Betül Kahraman vekili tarafından, davalı Cafer Kahraman aleyhine açılan boşanma davasında, davalıya tebligat yapılamamış olup tüm araştırmalara rağmen de tebligata yarar açık adresi tespit edilemediğinden, dava dılekçesi ve duruşma gününün davalıya ilanen tebliguıe karar verilmiş olup, davalının duruşma günü olan 8.12.2000 günü saat 09.00'da Bandırma 2. Asliye Hukuk Mahkemcsi'nde hazır bulunmadığı veya bir vekil tarafından temsil edilmediği takdirde tahkikat ve yargılamaya yoklugunda devam edileceği ve hüküm verileceği ihtar olunur. 9.10.2000 Basın: 60444 BANDIRMA 2. ASIİYE HUKUK MAHKEMESÎ'NDEN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle