25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 -IİYLÜL 2000 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr Iletişim çağı vetiyatroüzerine AYSE EMEL MESÇİ Tdevizyonun karşısında oturuyo- rum elimde uzaktan kumanda aleti, bir Lanaldan diğerine geçip duruyo- rum Ses kapalı, sadece görûntülere bakıyorum. Sağ el baş parmağımın iki hafif dokunuşu arasında, kıtalar, çağ- lar değişiyor. Tûnel'in kapısında mendil satma- ya çalışan küçük çocuk ağlıyor kar- şımda, sonra Endonezya olduğunu alttaki yazıdan öğrendiğimiz yerde, ağaçlan siper almış ûniformalı adam- lar gerideİd dertne çatma loılübelere doğru ateş ediyorlar, kulübelerden bir adam firlıyor, kaçmaya çahşıyor sa- nınm, vuruluyor, düşüyor. Kamera- nın hemen önündeki asker ateş etme- ye devam ediyor, zor kaçıyorum o ka- naldan, şen şakrak Amerikan gençle- ri çıkıyor karşıma. Ellerindeki piya- saya yeni çıkmış oyuncağı deniyorlar. Elektrikli sandalyede bir idam mah- kûmu, oyuncak çalıştınlınca gerçek- ten elektrik veriliyor ve minyatür "kö- tû adam" mankeni sarsılmaya baş- lıyor, sonra da ölüyor. Gençler çok memnun, gûlüyorlar. Yine bir orman yangını ve çığlık- lan kavrulmuş ağaçlar. Deniz dibın- de bir batık gemi sonra ve Öcinci Dün- ya Savaşı'nın siyah-beyaz görûntüle- ri, gökyûzünden leblebi gibi yağan bombalar, hemen ardından bir şehn- mizin adliye binasında saç saça baş başa kavga eden kadınlar, art arda en az beş kez yinelenen görûntüler... Televizyonu kapatıyorum, ardın- dan da gözlerimi. Belleğime kaydol- muş görüntûlerden bir kurgu oluştur- maya çahşırken kendime soruyorum. Sanatçının çağına tanıklık etmesı ge- rektiğı hâlâ inandığm bir doğruysa, üzerine dört bir yandan görüntü, ses, simge bombardımanlanyla yağan ve hızı, ivmesı gıderek artan bir çağda bunu nasıl yapacaksm? Algılama bı- çimlerimizı böyle zorlayan, esneten ne? 'Önce söz vardı...' Belki de iletişimde yaşanan deği- şimler... Evet, karşısında oturduğum beyazcam da dahil olmak üzere hiç- bir modern ıletişim aracı, bilgi-haber aktanmında edilgen bir düzeyde kal- mayı, yani sadece "araçhğı" kabul etmiyor, yeni algılama örüntüleri ya- ratan etkin güçler olarak dayatıyorlar kendilerini. Onlar sadece dünyanın dört bir ta- rafından görüntü, ses ve haber akışı sağlamakla kalmıyor, bu olanak gide- rek dünyaya yem bir bakış biçiminin zeminini oluşturuyor. Ashnda bu sa- dece modern çağın sorunu da değil, insanoğlunun önce konuşmayı, son- • Günümüz tiyatrosunun temel sorunlanndan biri, belki de en önemlisi, "iletişim çağı"nın yeni algılama biçimlerine uyum sağlamaya çahşırken piyasa kurallannın acımasızhğı içinde kendine özgü bütünlükten ödün vermeye ve bu "yeni" iletişim araçlannın kitleselliğinden etkilenerek onlann insanlık kültürü açısından bence çok tartışmalı kalıplannı kendi varoluşunun yerine ikame etmeye başlamasıdır. ra da yazmayı icat etmesine kadar uzanan bir geçmışı var. Yuhanna'nın tncil'ı, "Önce söz vardı" diye başlar ve devam eder: "Söz Tanrı'ylaydı ve söz Tanrı'ydı (...) Her şey onun tarafından yapıl- dı ve yapılanların hiçbiri onsuz ya- pılmadı." Kavramlar, kategoriler vb. dilin türevleri olduğuna ve özellikle yazının icat edilmesiyle bırlikte insa- noğlunun soyutlama yeteneği büyük bir sıçrama yaptığına göre, "söz"e verilen bu önem -teolojiye hıç gir- meden-, dilin, yani en temel iletişim aractnın. ınsan beyninde yarattığı dev- rimin hakkını teslim edilmesı olarak da okunabilir. Metaforik düzlemde değerlendirildiğinde, bu ıfade, "ile- tişim aracı"nın "Tanrısal" niteliği- ni vurgularken, insanın düşünsel se- rüvenıne de ışık tutuyor. Gerçekten de bu serüven bır yönüyle, iletişim araç- lannın ıletınin önüne geçerek "Tan- rılaşmalannın" öyküsüdür. Sözlü aktarımı kullanan bır top- lumsal oluşumun sanatsal üretimiy- le, yazıyı tapınaklannda kurumsal- laştırmış bır antik uygarlığın sanat ürünleri arasmdaki fark, ashnda ile- tişim bıçimlerindeki farklılığın bir yansımasıdır. Osmanlı'da "divan ede- MyatT ite "halk edebiyatT ya da Ital- yan ortaçağında "saray tiyatrosu" ıle "halk tiyatrosu" aynmlannın şekil- lenmesinde, diğer toplumsal, kültürel vb. etmenlerin yani sıra, bu sanat dal- lanna ilişkın belleğin sözlü veya ya- zılı oluşu ve seslenilen kitlenin ileti- şim zemini de rol oynamıştır herhal- de. Ama sanatın, kendisini kuşatan ile- tişim örüntülerinin ve kısmen bunla- ra dayanan algılama biçimlerinin ba- sit bir yansıması olduğu da sanılma- malıdır. Çünkü en eski çağlardan bu yana altematifbir iletişim önerisi olan sanatın varoluş nedenlerinden biri de, mevcut bıçimlerden farklı bir algıla- manın da mümkün olabileceği iddi- asıdır. Tiyatronun gûcû Tiyatronun Çin ve Hint uygarhkla- nnda, antik Yunan'da, ortaçağ ve Ay- dınlanma Avrupası'nda, taziye tem- silleriyle 18. ve 19. yüzyıl Iranı'nda, meddah anlatılan, gölge oyunlanyla Osmanlı toplumunda, devrim sonra- sı ve 1960-1980 arası Rusya'da, çok daha sınırh bir ölçekte de olsa 1980 sonrası Türkiye'de tuttuğu yeri düşü- nün. Aslında tüm farklılıklann ve özgünlüklerin yaru sıra, bu örnekler- de bır işlev ortakhğı dikkat çekmek- tedir. Topluraun (ya da geniş toplum- sal kesimlerin) en önemli ıletişim araçlarından biri, hatta bazı ömek- lerde toplumun nabzı ve vicdanı ha- line gelen bir tiyatro. Bugün tiyatro- nun bu konumunu (hele çağın ortak niteliği olan "görüntü" egemenliği- ni, olağanüstü bir kültürel erozyonun da yardımıyla, "görûnürlük" ege- menlığine çevirmeyi başarmış (!) bi- zımkj gibı bir ülkede) koruyamama- sı, kendine özgü iletişim gücünü ve iddıasını yitirdiği anlamına gelmez. Ekran ve beyazcam icat edileli beri et- ki alanı daralmış gıbı gözükse de, ti- yatro, insanın birey ve toplum olarak varoluşunun temel sorunsallannı çok farklı bir açıdan irdeleyebilme yeti- sini sürdürmektedir. Çünkü tiyatronun üretim süreci oyuncunun seyirciyle, yani insanın insanla doğrudan ilişkisi içinde ta- mamlanır. Tiyatronun ekranı da, per- desi de son tahlilde duygusu, düşün- cesi, sinir hücreleri, dili ve bedeniy- le, insandır. Ve sahnedeki bu insan hem toplumsal hem de evrensel bo- yutta bir iletişim aracıdır, çünkü o sa- dece toplumsal ilişkiler içinde değil, insan-doğa-evren bütünleşmesi için- de de anlam bulur. Günümüz tiyatrosunun temel so- runlanndan bin, belki de en önemli- si, "iletişim çağV'nın yeni algılama biçimlerine uyum sağlamaya çahşır- ken piyasa kurallannın acımasızlığı içinde kendine özgü bütünlükten ödün venneye ve bu "yeni" iletişim araç- lannın kitleselliğinden etkilenerek onlann insanlık kültürü açısından ben- ce çok tartışmalı kalıplannı kendi va- roluşunun yerine ikame etmeye baş- lamasıdır. Bu yaklaşımın bir ucunda görüntü- nün "Tannsallaştırdması" ve mü- kemmel görüntülerle sunulsa da, pay- laşımdan uzak, beyazcam soğuklu- ğunda gösteriler; diğer ucundaysa te- levizyon iletişiminin öteki boyutu olan sıradanlığın kutsanarak, modern in- sanın gündelık davranış kalıplannın sahnesel gerçekliğin ve teatral varo- luşun yerini alması bulunmaktadır. Arayış ve çözûm Fransız balet ve koreograf Domi- nique Dupuy şöyle diyor. "Modern insanın elementlerle, maddeyle, hat- ta yerçekimiyle neredeyse hiçbir et- kin ilişkisi kalmanuştır. (...) Bede- nin katıldığı o eski bildik jestlerin çoğu -vurmak. çekiçle dövmek, ha- vanda dövmek, öğütmek, çevirmek- artık makineler tarafından yapıl- maktadır. (...)Bugünün insanı bede- nine, ağırlığına esir olmuş ve belke- miğini sıkışhrmıştır.(...) Edilgin bir biçimde tükettiği görûntülere ve seslere boğulmuş durumda. kolunu bacağım oynatmakta, ama hareket edememektedir." tnsanın insanla gündelik yaşam alamnın dışma taşan bir düzlemde doğrudan ilişkisi üze- rinde şekillenen tiyatro, tabiı kı algı- lama biçimlenndekı değişimlen dik- kate alacak, ama bunlara mutlaka ken- di iletişim yöntemleriyle yorumunu ve insaniliğini katacaktır. Modern insa- nın doğayla ve evrenle bütünlüğünü yitirmiş beden kahplanyla mücade- le edecek ve bu mücadelede gücünü kendi kültürel geçmişinden ve kök- lerinden alacak, giderek sıradanlaşan gündelik varoluşlara meydan okuma- yı sürdürecektır. Kendi kültürel kök- lerimizden yola çıkan, kendi zinciri- mizin kopmuş halkalannı yeniden ve çağdaş bir yorumla bağlamayı dene- yen, ortak çağnşım zeminlerine bu anlamda katkı yapıp onlan derinleş- tirmeye çalışan, ama çağı ve algıla-' ma biçimlerindekı değişimlen de dik- kate alan bir sanat anlayışı... İnsanı bütünlüğü içinde kavrama- ya yönelik bir tiyatro arayışında yö- nelinmesi gereken belki de böyle bir bireşimdir. 'Çıplaklık bir sanat biçimi' Kültür Servisi - "tlk çıplaklar Âdem ile Havva, gerçekte çıplak oluşlarını ilk görenlerdir. Sonra- sında bu ikiliden başlayarak her- kes giyinmiştir." P Sanat Kültür Antika'nın 18. sa- yısında, Ferit Edgü, Demir Özlü, Enis Barur, Turgay Gönenç, Gü- ven Turan gibi edebiyatçı ve sanat yazarlan, ressam Turan Erol, Esin Atıl ve Gönül Öney gıbı sanat ta- nhçileri, Italya'da Pompei kazılan- nın başkanlığını yapan Pier Giovan- ni Guzzo, Alman Rönesans sanatı- nın uzmanlanndan Anne-Maria Bonnet, Rodin Müzesi'nin Müdü- rü Claudie Judrin, "Sanatta Çıp- lak" ı yazdı. Derginin Yaym Yönetmeni Celal Üster, sunu yazısında, insanlann en eski uygarlıklanndan günümüze, in- san bedenini betimlediklerini belir- terek. çıplaklığın, tarih içinde birçok uygarhkta gerek dinsel törenlere, gerek büyük bereket şölenlerine ka- tılabilmenin koşulu sayıldığına de- ğinıyor: "Tarihöncesi Anadolu heykel- ciklerinde de gördüğümüz gibi, daha çok bereket tanrıçasının sim- gesi olmuş çıplaklık. Ama çıplak- lık, en yetkin biçimine, Vunan sa- natının Klasik Dönemi'yle (ÎÖ 5- 4. yüzyıllar) ttalyan Rönesans sa- natında (15-16. yüzyıllar) erişmiş. Nitekim, ünlü sanat eleştirmeni Kenneth Clark da, 'Sanatta çıplak nedir' sorusunu, 'Opera nasıl 17. yüzyıl ttalya'sında bulunmuş bir sa- nat biçimi ise, sanatta çıplak da Yu- rfanhlann IÖ 5. yüzyılda buldukla- n sanat biçimidir' yanıtıyla karşı- lıyor. Hemen ardından da, 'Nü'nün, sanatuı konulanndan biri değil, bir sanat biçimi olduğunu' vurguluyor." "Sanatta çıplak"ın en eski çağ- lardan günümüze uzanan serüveni- ni Demir Özlü anlatıyor dergide. Güven Turan ise Anadolu'nun ilk çıplaklannın nasıl bir dünyaya doğ- duklanm araştırmış. Pier Giovanni Guzzo, Vezüv'ün lavlanndan bugüne kalan Pompei'nin çıplaklannın gizleri arasmda gezi- niyor. Enis Batur da insanhk tarihi- nin ilk çıplaklan, Âdem ile Hav- va'nın sanat alanındaki yansımala- raıı bugünün gözüyle seyrediyor. Anne Mana Bonnet, Alman Rö- nesansı'run büyük ustası Granach' ın yapıtlanndakı çıplaklık anlayışını yorumluyor. Islam sanatmın ilk ve son çıplak heykellerine yeni bakış- lan ise Gönül Öney getiriyor. Esin Atıl, Safevi sarayının en önemli ressamlanndan Rıza Abba- si'rün bir çıplağını incelemiş. Cla- ude Judrin, Rodin'in heykellerini değil, yaşamının son yirmi yılında yaptığı çıplak desenleri anlatıyor. Yüzyıl başlannın şaşırtıcı ressa- mı tzzet Ziya'nın 'çoközel' çıplak- lan üzerine Fent Edgü yazmış. Yahya Kemal, MeUh Cevdet An- day, Oktay Rifat, Cemal Süreya gi- bi ozanlanmızın şıirlen Fikret Mu- alla'nın çıplak desenleriyle buluşu- yor. Turgay Gönenç de, tbrahim Çal- lı, Feyhaman Duran, Namık ts- mail, Mahmut Cuda, Bedri Rah- mi EjTiboğlu, Eren Eyuboğln, Fik- ret Mualla, Nuri lyem ve Avni Ar- baş'ın çıplaklannı yorumluyor. BU AŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL Samim Kocagöz'e Saygı Türkiye Yazarlar Sendikası, Izmir Büyükşehir Be- lediyesi'nin desteği ile 5 Eylül günü Samim Ko- cagöz'ü anma toplantısı düzenledi. Ben de us- tamıza, Yaşar Aksoy, Asım Öztürk, Hasan Dev- rim ile birlikte saygılanmı sunma fırsatı buldum bu toplantıda. Yedi yıl önce yitirdiğimiz Samim Kocagöz'ü, o otuz iki, ben yirmi bir yaşındayken tanımıştım. Izmir'de Kemal Dayan ve birkaç arkadaşla bir- likte 'Genç Nesil' dergısıni yayımlıyorduk. Düzen- lediğimiz bir soruşturmaya yanıt vermesi istegiy- le başvurmuştum kendisine. Bu tanışmadan on beş yıl sonra, başyaprtı sayılabilecek olan KAL- PAKULAR-DOLUDİZGİN'\ Ataç Kitabevi yayınla- rı arasında ulaştırdım okura. Kitapları gördüğü andaki sevinci gözlerimin önüne geliyor. Samim Kocagöz, 1940 kuşağının Ses (1939- 41), Yürüyüş (1942-43) gibi öncü dergilerinde ya- yımladığı ilk öyküleriyle adını duyurduğu zaman dünyada harp vardı. Nazi propagandası kol ge- ziyordu ülkemizde de. Iktidardaki CHP'nin yüksek kademelerinde fa- şizm egilimli yöneticilerin bulunduğu yıllar. "Resmi politika"ya karşın sanatın her dalında çağdaş hümanizmanın kapılarını zorlayan 40 ku- şağı, yayımlama olanağını bulabildiği dergilerde okurunu yaratmayı başarmıştı. Samim Kocagöz ilk kitaplan Telli Kavak (1941), Sığınak'ta (1946) birleştirdiği öykülerle sevgisini kazandı bu okurun. Bu dönem ürünleri alışılmışyapı özellikleri için- de görünüyorlardı, ama getirdikleri sorunlaria ye- niydiler. Tarımda henüz, kapitalist ilişkilerin yapıyı de- ğiştirecek boyutlara ulaşmadığı donemın son yıl- larına ilişkin gözlemlerden kaynaktanan bu öykü- lerde, kırsal kesim insanını yakından tanıyan bir sanatçı ile karşılaşıyoruz. Söke toprağının insanıyla "halkçı gibi değil" halk gibi birlikte olan bir sanatçı. New York Herald gazetesinin 1950 yıltnda aç- tığı yarışmada birincilik kazanan SAMAMCA öy- küsü ile birlikte kırsal kesimde belirginleşen de- ğişmenin ayırdına varan bir yazann yeni bir dö- nemi başlar. Artık üretim araçlannın degiştirdiği yeni koşul- larla bagımlı olan insanlar ortaya çıkmıştır. Yaza- nn Sam Amca öyküsünde belirttiği gibi "on çift öküzün on günde yapamayacağı işi birgünde ya- pan John Deer'ler, Massey-Harris'ler, Oliver'ler, In- ternational'lar toprağa egemen olmakta, bir bö- lük insanın ekmeğini elinden almaktadır". Yeni üretim araçlarına sahip olan derebey ar- tıklan, büyük topraksahipleri, işçileri birbirine kır- dırma olanağı bulmuşlardır. Bugün IMF raporla- nyla ocağına incir dikme karan verilen küçük köy- lülük darboğazlara itilmiştir. Cihan Şoförü (1954) veAhmet'in Kuzulan (1958) kitaplanndakı öykülerinde de bu yeni dönemin ge- tirdiği sorunlar karşısında bocalayan kırsal kesim insanını yer yer kendine özgü gülmece öğeleriy- le verir Samim Kocagöz. Dışandan bakmaz o ın- sanlara. Samim Kocagöz onu aşkın roman yazdı; Ikin- d Dünya (1938), BirŞehrin İki Kapısı (1948), Yı- lan Hikâyesi (1954), Onbinlerin Dönüşü (1957), Kal- pakhlar (1965, 1975), Doludızgın (1963), Bir Ka- nş Toprak (1964), Bir Çift öküz (1970), Izmır'in için- de (1973), Tartışma (1976), Alandaki Delikanlı M978), Mor Ötesi (1968, F. Oğuz Bayır Sanat ödülü, 1987), Eski Toprafc (1989), Baskın (1990). Çağdaş Türk Edebiyatı'nda Samim Koca^öz'ün romanlan uzerindeki görüşlerimi şöyle belirtmiş- tim: Samim Kocagöz'ün romanlarında köy, kasaba, büyük kent insanlanyla karşılaşırız. Yazar, konu- sunu işlerken zaman ve çevre betimlemelerine özen gösterdiğinden kişiler dönem ve çevre özellikle- rinden soyutlanmazlar, (Kalpaklılar'da Yusuf, Sa- lih Efe, Talip; Izmir'in Içinde'de Hidayet Bey, Al- bay Tınaztepe) kişi olma aşamasına ulaşmışlar- dır. özellikle okumuş ve açıkgöz burjuva kimliği, ister istemez içinde yuvarlandığı boşluktaki yal- nızlığı ile Hidayet Bey; yakın tarihimizde kışla, sa- vaş ve yurt yönetimi arasmdaki zorunlu ilişkileri kişiliğinde simgeleyen Albay Tınaztepe, romanı- mızın yeni insanlan olarak görünürler. Kalpaklı- lar'daki Salih Efe ise savaşı yorumlayışından, kar- şılaştığı güçlükler karşısındaki tavnna kadar her şeyiyle Anadolu insanıdır. Yusufa karşı yakınlığı, babacan sevgiyle birlikte halk-okumuş gönül- deşliğinin simgesi halinde belirir yer yer. En ay- rıntıda gibi görünen hareketlerinde bile "halk fı- lozofu" kimliği, savaşçılığı, insancıl yapısıyla ya- şaıiık kazanır. Çok geniş bir kesitte çalışan yazann, ikincil olaylara düşkün olması nedeniyle kullandığı ikin- ci derecede kişiler de göz önüne alınırsa, toprak ağalanndan ırgatlara, olayların içinde büyük öl- Çüdeyeri olan kadınlardan değişik mesleklerden insanlara kadar toplumun bütün sınıf ve tabaka- lanndan gelen tipleri yaşatmaya çalıştığı görülür. Kocagöz'ün romanlannda da anlatım yalın ve akıcıdır. Küçük aynntılan bile zincirleme olarak ge- liştirmenin ustasıdır Kocagöz. Belli olaylann açık- lamasında genellikle kişileri konuşturarak denge sağlamada yetkinleşmiştir. Onu toplumcu ger- çekçi öykü ve romanımızın kişiliklerinden biri du- rumuna getiren de bu becerileridir. Anısına saygılanmı yineliyorum. Ang Lee, Amenikan Rlm Festivalfnde • DEAUVILLE (AFP) - Tayvanlı yönetmen Ang Lee'nin 'Crouching Tiger, Hidden Dragon' filminin Deauville Amerikan Filmleri Festivali'nde gösterilmesi şaşkınlık yarattı. Daha önce Amerikan tarzı denebilecek fılmleriyle bu festivale pek çok kez katıldığını söyleyen yönetmen Lee, tamamen Çince olan son filminin gösterimine anlam veremediğini belirtti. Lee'nin fılmi, Japon yönetmen Takeshi Kitano'nun 'Brother'ından sonra, festivaldeki ikinci Asya filmı oldu. Başrollerinde Chow Yun Fat ve Michelle Yeoh'un oynadığı fılm, Cannes Fılm Festivali'nde büyük başan kazanmıştı. 'Matnx'ten çok etkılendiğını açıkça söyleyen Lee, Uzakdoğu dövüş sanatı ağu"lıklı filmlere yeni bir boyut getınlmesi düşüncesinden yola çıkarak bu fılmi gerçekleştırdiğini de sözlenne ekledi. Filmin başrol oyuncusu Chow Yun Fat, Deauville Festivali'nde 'başanlı sınema kanyeri' nedeniyle de ödüllendinldi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle