25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1O EYLÜL 2000 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr 15 5 7 . U L U S L A R A R A S I V E N E D İ K F İ L M F E S T İ V A L İ 6 Kızın oldu, cesaretinî yitirme'Kültür Servisi - Jafar Panahi'nin yönettiği 'The Ciıcle'(Daire) fil- mi yarışma bölü- münde gösterildi. Yanında erkek ak- rabası ya da kocası olmadan bır kadı- nın sokakta gezme- sine izın verilme- yen, tek başma bir otobüs bileti bile alamadığı tran'da yaşayan kadınlann sorunlannı göz önü- ne seren 'The Circ- le', kadın tutuklu- lann bulunduğu ha- pishanede, acı için- de geçirdikleri ha- yatlanndan kesitleri birbirlerine anla- tan kadınlar, kaderlerini paylaşmaya ça- lışıyor. "Bu hücreye neden düştükleri- nin aslında hiç önemi yok" diyor Îranlı yönetmen Panahi, "Ashnda da- ha önce evlerinde yaşadıkları küçük Değişen Çin gençliği Kültür Servisi - Yanşma filmi Zhang-Ke Jia'nm yönettiği 'Platform', bir müzik grubunun turnesini anlatırken Çin'de meydana gelen radikal değışimlere de göndermeler yapıyor. "Bu filmle, Çin gençliğinin yirmi yıl içinde değişen zevklerini ve alışkanlıklannı anlarnm" diyor Zhang-Ke. Mao'nun derslerinden, Tayvan'dan gelen duygusal şarkılara, yeni pop modalanndan rock esintilerine kadar müzikal modalardan, kıyafetlerin ve makyajlann farklılaşmasından yola çıkarak özelliştirmeye kapılannı açan Çin'in toplumsal değişimlerini de gözden kaçırmadiğını belirtıye*."" ] "Yirmi yıl içinde her şey değişti. Seçenekler sonsuzlaştıkça, yozlaşmanın riski de arttı." Festivaldeki bir dığer yanşma fılmı de kadın yönetmen Clara Law'ın 'The Goddess of 1967' filmi. Film, Japon bir işçinin 1967 model bir Citroen Ds almak için Avustralya'ya gelmesıyle, arabanın sahibi olan kör bir kızla tanışıp çöle doğru yola çıkmalanm anlatıyor. Heyecan verici görüntülerle bezeli kendine özgü anlatımıyla izleyiciyi etkilemeyi başaran 46 yaşmdakı yönetmen Hong-Kong'da büyümüş, ama şimdi Avustralya'nın Melbourne kentinde yaşıyor. Teknolojınin ve ekonominin egemen olduğu Doğu toplumlanna karşı, görüntü ağırlıklı, Tao ve Konfüçyus felsefesine dayalı bir film çekmeyi istediğini belirtiyor: "Bazen her şeyi olduğu gibi bırakmak gerekiyor. Her zaman sözün işe yaramadığını ve var olmanın aslında hayatta birtakım sonlar olmasına bağlı olduğunu anlamak gerekiyor. Bütün bunlara ek olarak, Amerikan toplumumun getirdiği rasyonel düşünce tarzını kendini doğanın kızı olarak hissetmeni öğütleyen antik Çin felsefesi ile birleştirebilmek. O zaman yaşamın tadına varüır." hapishaneden çıkıp daha büyüğüne girmişler o kadar"... tlk fılmı, 'Palloncino Bianco'da ay- nı konuyu işleyen Panahi, o filmini gözlerinde hâlâ neşe taşıyan ve umut dolu çocuklann bakış açısıyla çekmiş: "Ama zaman geçtikçe onların gözle- • 'The Circle' filmiyle yanşan yönetmen Jafar Panahi, "îranlı kadınlann yaşamında çok az neşe var. Her birinin mutlaka acı. dolu bir hikâyesi vardır. O zaman, neden neşeli ve mutlu bir film çekeyim ki?" diyor. rindeki parıltının da yok olduğunu gördüm. Îranlı kadınlann hayatın- da çok az neşe var. O zaman, neden neşeli ve mutlu bir film çekeyim ki?" Daha önce pek az insanın bahsetme- ye cesaret ettiği bir konu olduğunu be- İirten Panahi, kendisi gibi ütopik bir iş yapmaya çalışan, Abbas Kiorasta- mi ve Samira Makhalbafın da bas- kıyla karşı karşıya kaldıklannı ifade ediyor: "Iran'da bir şey üretirken her zaman sansiirü de hesaba kat- mak zorundasınız. Bir senaryoyu çekerken ekonomik sorunlardan çok film yaptım." size yaratacağı problemleri göz önüne alarak iyice ölçüp biçmeniz ge- rekiyor. Neyi ne ka- dar söyleyebilirim diye. 'Circle', be- nim üç yüımı aldı. Çok tehdit aldım ama bunlardan bahsedemem. Çün- kü şehıt'olmakis- temiyorum. Ama diyebilirim ki çok zorlu ve acılı bir yolculuk sonunda çocuğumu doğur- dum. Hem de bir kız çocuğu doğur- dum; çünkü ger- çekten feminist bir MARCOTULLtO GİORDANA'NIN FİLMt AYAKTA ALKIŞLANDI 'îdealter, ideolbjiler oluşturmaz' Marco Tullio Giordana'mn fılmi 'I Cento Passi'i (Yüz Adım) çok büyük beğenı kazandı. Sicil- yah bir mafya ailesinin oğlu Pep- pino Impastati'nin yaşamını an- latan fıhn, baba-oğul ilişkisine, Si- cilya'mn geçirdiği evrime ve Ital- yan solunun sorunlarına eğiliyor. Filmi Palermoda yapan Giorda- na, çekimler sırasında hıçbir en- gelleme ile karşılaşmadıklarını, tam tersine çok neşeli ve sevecen bir halk kitlesinin kendilerine yar- dımcı olduklannı belirtiyor. Bu yüzden Giordana film çekimleri sırasmda özellikle halkın yardı- mını istemiş: - Filmin çekimlerine daha çok gençler ilgi göstermiş? TULLİO GİORDANA- Fil- mi ilk çekmeye başladığımda, bi- zim ekibimizin geçtiği yolun üze- rindeki bütün pencerelerkapanı- yordu, kapılannı sürgülüyor, per- deleri çekiyorlardı. Ama aralık- tan bizi gözlediklerini hepimiz biliyorduk. Tıpkı ağaçlarm arasın- da kamufle olan maymunlar gi- bi. Sadece yol üzerinde birkaç yüze rastlayabiliyorduk. - Peppino'nun yaşadığı dö- nemlerde de halk bu kadar çe- kingen miydi? GİORDANA - Film, Vene- dik'te, geçen geceki gösteride gözyaşlan arasında ayakta alkiş- lanınca Iju heyecanm sebebini merak ettim. Düşündüm. 'Sivil halklar', 'politika' gibi insanla- n tedirgin eden ve korkutan kli- şelen ortadan kaldınp sorunun çekirdeğini anlatırsamz insanlar daha çok seviyor. Çünkü mafya ailesinin 'babası' olması bekle- nen bir çocuğun, kendjsine ve ai- lesine karşı çıkarak bambaşka bir kişi olması ve özgürlüğünün pe- şine düşmesi aslında pek çok Si- cüyahya uzak olmayan bir tema. - Ashnda anlattığınız bu hi- kâye. 80'lerde sonuna gelinen bir dönemi daha çok karşılı- yor. GİORDANA - Bence günü- müzü çok daha fazla anlatıyor. Alkışlar da bunun en önemli gös- tergesi. Eğer, politikacılar yerle- rini sağlamlaştırmaktan başka bir şey düşünmeyip artık bir sterotip haline gelen gülümsemeleriyle televizyonlarda boy göstermek yerine halkı anlamaya çahşsalar- dı, çok daha başanh olurlardı. Jü- bilede gençlerin durumunu he- pimiz gördük. Hiçbiri uzaydan fîlan gelmiş değiller, hepsi gü- nümüzün diskoteklerini doldu- ran gençler. Sadece birlikte ol- mak isteyen, bir şeye inanmayı ar- zulayan, destek arayan gençler. Bir zamanlar bu gücü solda buluyor- lardı, düşüncenin güce eşit oldu- ğunu hissettikleri dönemlerde. Impastato'nun ve iyi bir dünya için savaşıp ölen pek çok gencin cenazesinde gençler, "Düşünce- lerimiz asla ölmeyecek" diye bağınyorlardı. Ama solcular bü- tün bu ateşin sönmesine ve bu gücün dağılmasına izin verdi. - Peki filmde kullandığınız kızıl bay rakları koyarak sade- ce belli bir kesimin ilgisini çek- mekten korkmadınız mı? GİORDANA- Idealler,ideolo- jiler oluşturmaz. Peppino dapar- tinin söylevi olduğu için değil, bu düşünceleri doğru bulduğu için ayaklandı. O gece fılmi al- kışlayanlar arasında her çeşit in- san vardı. Kızgmhğı ve öfkeyi paylaşmak için illa solcu olmanız gerekmez. Çöpçü Sergio'nun hayvani arzusuKültür Servisi-Yanşma bolümün- de yer alan dört Italyanfilmindenbın Guido Chiesa'nın yönettığı 'll Par- rigiano Johnny' idi. Faşist harekete ta- mamen karşı olan birüniversite öğren- cisı Johnny'nin savaşını anlatan film, lkıncı Dünya Savaşı'ndaki ltalya'da geçıyor. Italyan yazar Beppe Fenog- lio'nun aynı adh kıtabından uyarla- nan fümde, Johnny, en sevdığı arka- daşlan ve öğretmeni faşistler tarafın- dan öldürülünce dırenışe katdıyor. On beş yaşından beri bu kitabın fil- mini çekmeyi düşünen Chıesa ve se- narist Antonio Leotti, Piemonte'de gerçekleşen bu dırenış üzenne de uzun süren bır araştırma yapmışlar. O dö- nemde ortaya çıkan pek çok direniş- çınin tersine, kahraman obnaktan ka- çaa, içinde nefret ve kın beslemeden savaşmayı büen, ama tek başına da kal- sa asla yılmayan ve direnen 'normaP bir insan ortaya çıkarmaya uğraşmış- lar. "Artık hiçbir değerin kaunadı- ğı günümüzde bir direnişçiden bah- sermek demode olduğu kadar gerek- liydi de" diyor Chıesa. "Direnişçi Johnny, kahramanlığın boş cafcaf- larına kendini kaptırmadan poli- rik ve ahlaki bir seçim yaparak bü- tün Italyanlara model oluşrunıyor." C>zellilde her şeyin birbıri ıçuıe geç- tığı ve kültürlerin gıttikçe daha çokbır- bınne benzemeye başladığı günümüz- de artık kendimızı ve yaşadığımız top- lumu sorgulamamız gerektiğıne tna- nıyor "En azından Ingilizce olma- sa internerin ne işe yarayacağını so- rarak işe baslayabiliriz. Gerçekten de dünyanın kalbi internet mi? Bi- ze sadece kullanabileceğimiz tek model sunuluyorsa ekonomi nasıl bir muüulukve refah getirebilir? Te- levizyonda 400 genç kız ve erkeğe yapılan bir anket gösterildi. Sade- ce biri, insanlara dayatılan 'man- ken gibi kadın' güzellik anlayışuun anlamsız olduğunu söyledi. Diğer- leri için bu normal. Bu yüzden ar- tık kendimize sorular sonnalıyız." - Başka bır yanşma fılmi, Portekız yönetmen Pedro Rodrigues'ın'O Fantasma' sı sado-mazoşıst bır eş- cinselin hikâyesinı anlattığı için fes- tivalın 'skandal filmi' olarak nitelen di.'O Fantasma'da yönetmen geT- çekten de bazen pornografiye varan erotık sahneleri ile izleyiciyi rahatsız ermeyı başardı. "Bu film, uzun za- mandan beri benim için bir takın- tıydı" diyor Rodrigues. "Cinselliğin rüm çirkin yönlerini gözler önüne sermek istiyordum. Çünkü benim için şiddetten başka bir şey anlamı- na gelmiyor. Ama bu fantezimin ayakları yere basan bir hikâyeye oturması gerekiyordu. Bunu çöp- çüleri izlerken buldum. Kimse on- ları görmüyor, çünkü gece çalışı- yorlar. Kendilerine ait bir arazile- ri var. Erkek oyuncumu çöpçü yap- mak, senaryoyu yazmam için ye- terlioldu."" Böylece sado-mazo-fetış duygular- la örülü, 'kasir çöpçü Sergio'nun, gecelen sokaklan temizlerken kendi- ni homoseksüel ilişkılere adadığı ha- yatmdan bir kesit sunmayı başarmış: "Sergio, arzunun kanununa göre oymıyor. Sadece aklına geleni ya- pıyor. Bu yüzden de insandan çok hayvana yakın." Oyunculann çoğu- nun amatör olduğunu belırten Rodri- gues, cinsellıkle çöp toplamanın ay- nı şey olduğuna inanıyor: "FUmin sonuna doğru iki olay birbiri ile öz- deşleşiyor." Daha önce kısa fılmı 'Buon Comp- leanno' ile Venedik FilmFestivali'nde bır ödül kazanan Rodrigues, bıyolojı okurken sınema yapmaya karar ver- mış. Godard ve Cronenberg'ı çok be- ğeniyor. Yeni fılmı de yıne cinselhk üzenne kurulu. "Sadece vücutların göründüğü bir fiun yapacağun. Her şey açık ve ortada olacak." Biri kazanırsa, hepsi kazanır Filmde, aynı zamanda kızına da kü- çük bir rol veren Panahı'ye oyuncu se- çiminde eşi yardım etmiş. Eşi, aynca kadınlarla iletişim kurup görüşerek on- lardan dinlediği hikâyelen Panahi'ye iletmiş, senaryo bu hikâyelerin birleş- mesinden oluşmuş: "Bu senaryoyu iki kızını öldürüp intihar eden bir kadının hikâyesinden yola çıkarak oluşturdum. tran'daki kadınlann her birinin mutlaka acı dolu bir hikâyesi vardır. Ben de on- lann dilini kullandım anlatmak için. Bir tane de kendi özel yaşantımdan hikâye var: Eşim doğurduğunda, an- nem doğumhaneden sanki ölüm ha- beri verecekmiş gibi bembeyaz bir yüzk çıkü. 'Jafar, cesaretini yitirme, ama bir kızın oldu' dedi. Bir kız çocuğu doğunnuş olmak tran'da bir kadın ta- rafından da çok zor kabul edilen bir şeydir." 'The Circle' sekiz kadımn aşağılan- ma ve acı içinde yaşadığı hayatlarmdan yola çıkarak Iran'dakı kadmlara bir ka- pı aralıyor. Filmi, bir bayrak yanşı gi- bi düşündüğünü belirten Panahi, bir ka- dının hikâyesinden diğerine geçişler yapmış. "Onların dramlarını anla- brken güçlerini, umutlannı da iletme- ye çalıştım. Eğer biri kazanırsa, hep- si kazanacak." Pollock, resmin James Dean'i - 'Truman Show'da bir yönetmeni canlandıran Ed Harris'in ılk yönet- menlik denemesi 'Pollock', festivalde yanşma dışı bölümde gösterildi. Ame- rikan modern resminin öncülerinden biri olan Jackson Pollock'un hayatını anlattığı filmde Harris, aynı zamanda ressamın kendisini oynuyor: "Onun varlığı benim gözlerimi büyüledi. Filmle, sanatını yeniden keşfettim ve en derine kadar indim. Bence Pol- lock, resmin James Dean'idir." Film boyunca ressamm yaptığı bütün tablolan yeniden kopya ettiğim belirten Harris, onun fırçasıyla tablolanna kat- tığı canlıhğı. lunlganlığı ve duygusal- lığı yansıtmakta çok zorlandığmı itiraf ediyor. Arizona ve Califomia'nın uçsuz bucaksız ovalanndan kopup gelen Pol- lock'un resimlerinde bu vahşi doğanın etkilerini gözlemlemiş. 'Tutkunun derinine indim' "Pollock'un geometri ve renkler- le bezeli sanat anlayışı, bu vahşi do- ğanın içinde şekillendi. Filmi çeker- ken ben de bu yaşamın ve sanatın içi- ne girdim. New York sokaklannı sar- hoş dolaşan Pollock'un yaşamında önemli yeri olan alkolle beyninin de- rinliklerine yaptığı yolculukları ve arayışlan, bütün zıtlıklanna karşın âşık olduğu eşi ressam Lee Krasner'e hissettiği tutkunun en derinine ka- dar indim." Peggy Guggenheim ile tanışmadan önce pek çok koleksiyoner ve galeri ile çalışan Pollock'un karmaşık kişiliğin- den patlayan ve bazen kendini yok et- me noktasına varan şiddeti kendi içine sindirmiş Harris: "Kendimi onun ki- şiüğine yapıştırdım aslında. Hem de her anına. Resim çizerken dinlediği caz müziğini bile onun kulaklan ile dinledim. Onun özgürlüğünü ve rit- mini yakalamaya çalıştım." Tablolanrun kopyası sırasmda Pol- lock Vakfı'ndan yardım aldıklannı be- lirten Harris, filmin melankolik ve acı- h bir tadı olduğunu, bu yüzden de Ame- rika'da ne kadar ilgi göreceğini bileme- diğini belirtiyor. Pollock'un sanatında- ki karmaşamn yaşarruna da yansıdığı- m düşünen Harris, ressamm 44 yaşm- da bir araba kazası sonucu ölmesimn bir tesadüf olmadığma inanıyor: "Belki de ölümü arıyordu. Çünkü hayatta iste- diği her şeye ulaşmış ve bütün belir- sizlikleri çözmüştü." Filmi çekerken bı- yografıleri sinemaya uyarlama moda- sına uymak gibi bir dü^üncesi ohnadı- ğmı söyleyen Harris, Pollock'un yaşamım incelerken aslmda yaşam ve sanat arasında süregelen bir savaşın iz- lerini yakalamaya çahştığını söylüyor. Pollock'un tablolanrun arasmda çıktı- ğı yolculukta ashnda modern insanın ya- şam koşullannm eleştinsini gizliyor. KUŞBAKIŞI MEMET BAYDUR Esinlenmenin Kaynakları Geçen hafta, Polonyalı usta film yönetmeni Krzysztof Zanussi'nin 1993 yılında Amsterdam'da verdiği bır konferanstan söz etmiştim. Konferans, Esinlenmenin Kaynakları Üstüne idi. Zanussi do- ğal olarak, esinlenmenin hiçbir zaman sistematik olamayacağını söyleyerek başlıyor konuşmaya. Sonra şöyle sürdürüyor anlattıklannı: "Sık sık Hin- distan'a gidiyonım ve ne zaman gidersem bol bol Hiht filmi seyrediyonjm. Tıcari Bombay sineması- nın melodramlan kendimi iyi hismetmeme neden oluyor. Bert>at mı bertjat filmler ama kendimi da- ha iyi anlamama yardımcı oluyohar, çünkü tümüy- le, baştan aşağı değişik filmler. Başka türlü biresin- lenme, başka türlü birhayat algılaması üstüne ku- nılmuş bu Hint filmleri. Nedirbu hayat algılama bi- çimi? Sanınm bu trajediler Sanskrit tiyatrosu üze- nne kunjlu ve antik Yunan 'ın bu konudaki bütün öğ- retisini bir kenara iterek ortaya çıkıyoriar. Yunanlı- lann melodrama ve trajedikonusunda tamamen ha- talı düşündüklerini düşünüyor olmalılar. Zaman, mekân, olay bütünlüğü umuhannda bile değil. (...) Oedipus, Sofokles, Shakespeare fılan da umur- lannda değil ama yine de ortada bir sinema var, öy- küler anlatan bir sinema." Amerika Birleşik Devletleri, başka ülkelerin sine- ma klasiklerini ahp berbat ticari yeniden-yapımla- ra dönüştüren tek ülkedir yeryüzünde. Ne Marcel Carne'nin Gün Doğuyor'u, ne Kurosava'nın Ye- di Samurai'si ve Rashamon'u, ne Godard'ın So- luk Soluğa'sı kurtulabilmiştir bu rezaletten. Diğer ülkelerin klasiklerini "düzeltip" yeniden çektikleri yetmiyormuş gibi, Hollyvvood bu yöntemi kendi kla- sikleri için de kullanır. Bflly VVader'ın Sabrina'sı, Pec- kinpahın Getavvay'i, Ford'un Posta Arabası, Hawks'ın Büyük Uyku'su aklıma ilk gelenler. Ör- nekler arttınlabilir. Zanussi'nin enfes bir saptama- sı var tam bu noktada. Sinemaya bu kötülüğü ya- pan Amerikalılara aynı şeyi Hintli sinemacılann yaptığını anlatıyor: ömeğin ünlü Love Story. 7ü- müyle kopyaydı, bir uyarlama bile değildi, orijina- lini doğrüdan, olduğu gibi kopya etmişlerdi ama so- nu başkaydı, çok daha açık bir finali yeğlemişler- di. Birkere film boyunca durup dururken birçok şar- kı söyleniyor, dans ediliyordu. Orijinalinde Ryan O'NeiH'/n oynadığı, genç kansı kanserden ölen üniversite mezunu genç avukatı Hint filminde, 55 yaşlanndaki Raj Kapoor oynuyordu. Biröğrenci- yioynuyordu, şarkı söyleyip dans ediyordu ve film- de 55 yaşında şarkı söyleyip dans eden biradam gibi görünüyordu. Yirmi ikiyaşında bir Harvard öğ- rencisigibi değil! Hintli meslektaşlanma sordum bu- nu. Elbette dediler, bu bir öğrenci değil, Raj Ka- poor yalnızca. Biz de Scala'ya, Covent Garden'e gittik, orada sizlerin ayakta alkışladığı şişman ha- nımlar, operanın sonunda veremden ölen Mimi'le- re pek benzemiyohardı. BizAvrupa'da operanın ha- yatla birebir çakışmasını beklemiyoruz, onlar da Hindistan'da filmlerin hayatla birebir çakışmasını beklemiyorlar. (...) Münih Doğal Tarih Müzesi'nde müthiş biriskelet vardır. Yirmiyaşlannda ölmüş iki metre altmış santim boyunda bir adamın iskeleti. Biraz araştınnca iskeletin öyküsünü öğrendim. Bu adam Münih civannda bir köyde yaşayan yoksul bir kadının anormal oğluymuş. Adam ya da deli- kanlı genç yaşta iki metreyi aşınca doktohar çok yaşamayacağını öngörüp, ölümü halinde aövde- sinin Doğal Tarih Müzesi'ne verilmesini isıemişler ve annesiyle anlaşmışlar. Delikanlı 2.60 metreye ge- lince birpazargûnü ölmüş ve annesi henüz soğu- mamış cesedi bir af arabasına koyup Münih'e ge- tirmiş; Leopoldstrasse'den kenti bir boydan öte- kine katedip müzenin önünde durmuş. Pazar gü- nü sokaklarda dolaşan vatandaşlar pek tepkigös- termemişler, çünkü bu boyda birinsanın gerçek ola- mayacağını düşünmüş olmalılar. Sizce bu öykü de- rin bir biçimde Almanca değil mi? Kötü bir şey di- ye söylemiyorum ama Brechtvari bir öykü, bir cins acımasızlık banndınyor, Alman karakterinin yapısı- nı açıklayan bir şey var içinde." Zanussi, esin kaynaklarını anlatırken Hindistan, Almanya derken Fransa'ya, Rusya'ya, Polonya'ya, Italya'ya geçiyor. Esin kaynakları yerini dillere, ik- limlere, anlatım şekillerine, kültürel kimliklere bı- rakıyor. İki kulağının arasında beyin banndıran bir aydınlanma insanı Krzysztof Zanussi. Polonyalı bir dünya vatandaşı. Yerel bir kovboy değil! Oner Yağcı by-pass amdyatı ohkı •Kültür Servisi - Yazar Öner Yağcı by-pass ameliyatı oldu. Bacaklanndaki ağruşikâyetleri sonunda 7 Eylül Salı günü tsviçre Hastanesi'ne kaldınlan Yağcı'nın kalp damarlannın üçünde tıkanıklık olduğu saptandı. Daha önce de kalp rahatsızlığı yaşayan Yağcı'nın sağlık durumunun iyi olduğu bildirildi. Tuncel Kırtiz, ödülüne kavuştu • A N K A R A (AA) - Sanatçı Tuncel Kurtiz 14 yıl önce kazandıktan sonra filmin Israillı yapımcısına verdiği Gümüş Ayı Ödülü, Kurtiz'e geri verildi. Israil Füm Şenliği dolayısıyla başkente konuk olan Tuncel Kurtiz, ödülünü Israil Büyükelçisi'nden aldı. Büyükelçi Uri Bar- Ner. düzenledikleri şenlikle Türkiye'de pek tanınmayan Israil sinemasım başkentlilere tanıtmayı amaçladıklannı belirtti. 'Vizontele' tamamlandı BVAN (AA) - Tiyatro sanatçısı Yılmaz Erdoğan ile Demet Akbağ'm başrollerini paylaştıklan 'Vizontele' adlı fümin çekimleri tamamlandı. Yılmafc Erdoğan, dedesi Nazmi Erdoğan'm amsına yazdığı ve tiyatro arkadaşı Gürdal Tosun'a hediye ettiği film 2 milyon dolar bütçeyle çekildi. 'Vizontele' Londra'da yapılacak çalışma sürecinden sonra gösterime girecek. BUGÜN •3. ULUSLARARASI İZMİT SOKAK FESTİVALİ'nde saat 10.00'da Nâzım Kültür Evi'nde 'Gare au Theatre' ve festivalin ortak projesı olan 'Yeni Yazarlar Ve Yönetmenler Projesi'; saat 14.00'te PTT yamnda Pascal Delhay'ın modern dans atölyesi; saat 19.30'da Cam Havuz Meydam'nda DAP grubunun 'Salyangoz' adlı performansı yer alacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle