19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 TEMMUZ 2000 CUMA 14 i l \ J M \ [email protected] Faruk Duman, 'Av Dönüşleri'ni çocukluk anılarmdan yola çıkarak oluşturdu 'Öykülerimde kendinusunuyonm'YEŞİMAKYÜZ DarüşşafakaCemiyeti'nin 1964 yı- lından bu yana düzenlediği SaftFaikHi- kâye YanşmasTmn 1999 yılı birincilik ödülünü, Can Yayınlan'ndan çıkan 'Av DönüşJerT adlı ikinci öykü kitabıyla kazanan Faruk Duman aynı yayınevi- nin yayımladığı ilk öykü İdtabı 'Sester- de Başka Sesler' ile de 1998 yıhnda Orhan Kental ÖdüDeri öykü dalında ıkinciliğe değer görülmüştü. Öyküleri 1991 yılından beri Yazıt, Damar, Papi- rüs ve Adam Öykü gibi dergilerde ya- yımlanan 26 yaşındakı yazar, yazma- ya çocuk öyküleri ile başladı ve 1996 yılında Çankaya Belediyesi'nin 'Öykü- Şiir Yanşması, Çocuk Öyküleri' dalın- da ikinciliğı kazandığı yapıtlan daha sonra 'Mızıkçı Mızıka' adıyla yayım- ladı. Öykülerinde çocukluk ve gençlik anılanndan beslenen yazar kısa ve ya- lın cümleleri ile dikkat çekiyor. AJtı öyküden oluşan 'Av DönüşkrTnde de aynı dili kullanan Duman, yine tanıdı- ğı yerlerden, ailesinden ve çevresin- den yola çıkıyor. Tanık olduğu olayla- n, sıradan insanlann gündelik yaşam- lannı anlatıyor. Askerlik görevini yaptığı sırada ya- zar, yazının kendisi için ne kadarönem- lı olduğunu daha iyi anlamış. 'Asker- de yazıya vakit ayıramryordum. Yaz- manın insaıun 7amatnla kişfliğiyk bü- tünleştiğini hissediyonım. Yan dışında kendinu sağlam hissettiğiın hiçbir alan yok. O da olmasa ne yapardım bflnü- yorum. Çocukken hiç oimayan kitap- lannun kapaklannı yapardun. Beoim için çok büyük bir anlaını var yazının. Tanımlayamjyonım.' Ancak, şimdi yo- ğun olarak çalışmaya başladığını ve üç ayn öykü kitabı hazırladığını sözleri- ne ekliyor. Üç öyküden oluşan 'Av DöaüşlerPad- lı yapıtını yazdığı ilk günlerde çok se- ven ve öykücülüğü adına bir aşama olarak gören yazar, kitaba bu öykünün adını vermeyi uygun görmüş. Genel- de, yapjtlanna isim vermekte zorlan- dığını ifade eden Duman, kitap bittik- ten sonra kendi deyişiyle 'rastgele bir seçhn' yaptığını söylüyor. 'Çıkış noktam geçmiş ve bugüıT - Öykfikrinizde sade bir dil; zaman zaman da bflinçakışı vöntemini kulla- nrvorsunuz. Bu dili ve teknigi bundan sonraki çahşmalannızda da uygulaya- caknusınız? FARUKDUMAN-'Bubenimtarzıın okun, bundan sonra böyleyazavun'dü- şüncesi bana çok ters geliyor. Bunu ba- şından beri hiç düşünmedim. Bilinç akışı tekniğini kullanarak yazayım dı- ye de karar vermedim. Bununla bera- ber gerçekçi ya da postmodern öykü bi- çiminde olsun şeklinde bir kaygım da yoktu. Benim için en önde geleni öy- kü yazma isteği... Öykü sevgisini çok öykü okuyarak edinıyorsunuz. Sonra da- ha çok sevdiğiniz öyküleri kendinizin de yazabileceği düşüncesi doğuyor. Ar- dından büyük bir koşu başlıyor. Bu ko- şuda sürekli kimi denemelerle, çılgın- lıklarla kendinizi yenileyerek bir şey- ler yaratıyorsunuz. Öykülerime baictı- ğım zaman tanımlama ya da bir tekni- ğin adı değil de bir temanın öykünün içerisine yerleştirümiş kısalı uzunlu fi- gürlerle güçlendirildiğini görüyorum. Giriş- gelişme- sonuç öyküleri yazan olmadığım için öykünün bir yazı ola- rak doruğuna ve kendi dengesine bu şe- kilde ilerledığını düşünüyorum. Bunu sistematikleştirmiyorum. Daha sonra- ki öykülerimde de kullanılacak bir yön- tem olarak da kendi kendime belirtmi- yorum. Dolayısıyla bundan sonra tarz yaratan bir yazar olamayacağımı, böy- le olursam da kendımi aşamayacağımı düşünüyorum. - Bir yazarm biçün açısuıdan kemfi- ni yenilemesi gerektiğini mi düşünü- yorsunuz? için en önde geleni öykû yazma isteği... Öykü sevgisini çok öykü okuyarak ediniyorsunuz. Sonra daha çok sevdiğiniz yapıtlan kendinizin de yazabileceği düşüncesi doğuyor. Ardından büyük bir koşu başlıyor.' DUMAN -Yazann her zaman önce- ki yazdıklanna oranla değışiklik yap- ması gerektiğine inanryorum. Ancak bi- çim açısuıdan. Konu seçimi biraz da- ha farklı. Çünkü her insanın yaşamla arasın- da kişisel dengeleri vardır. Örneğin, sokağa baktığı zaman her üısan başka şeyler görür. Ben şehirde parklan, es- ki evleri, âşıklan görüyorum. Bunlarbe- nim esınlendiğım konular olabüir. Ama her yazarda özgürce gelişmesi gere- ken şeylerdır bunlar. Ama, biçim açı- sından ılerleme ve değışiklik dikkat edilmesi gereken bir husus. En azından ben dikkat edıyorum. - Bundan sonrakiöykülerinizdedeyi- ne kendi çocukluğunuz, aileniz ve çev- renizden nu voiaçdanayı düşûnüyorsu- nuz? DUMAN - Öykülerin zaman zaman birbirini sürüklediğini söyleyebilirim. Bir öykünün içinden onu zenginleşti- recek, güzelleştirecek başka öyküler çıkabiliyor. Ama öykülerimin çıkış noktasında hem geçmışim hem de bu- günüm var. İnsanın yaşadıklannı silme- niz mümkün değil. Bu da mutluluk ve- rici bir şey... Öykülerimde kendımi su- nuyorum... Acaba insanın öykülerinde kendini sunmaması mümkün müdür? - Genç bir yazar olarak özeltikle ses- lenmek istediğiniz bir okuyucu Idtkd varmı? DUMAN-Daha çok okur olarak ken- dimi doyurabilmek için yazdığımı söy- lemek isterim. Okurlar içerisinde ben- zer zevlderi paylaştığımız bir kitle ol- duğunu da biliyorum. Bu edebiyatın bizi götürdüğu ortak bir nokta olabilir. Zevklerirniz belli bir noktada buluşu- yordur. Özellikle hitap etmeyi düşün- düğüm bir okur yok. 'Bir roman projem var' - Roman ya da şiir ileflgfliçahşma- larunz var mı? DUMAN - Öyküde daha yapmak is- tediğim, yazarakbulabileceğim şeyler var. Bunun dışında öykü ile ilgili bir de- neme kitabı üzerinde çalışıyorum. Onu olgunlaştırmam zaman alacak. Çünkü bu deneme kitabına öyküye ayırdığım zamanı ayıramıyorum. Belki bir roman da yazanm. Aslında tasarladığım bir ro- man projem var. Ama ne zaman olur bilemiyorum. - Etkflendiğiniz öykû yazarlan okfaı mı? DUMAN-OrhanKemal'in, SahFa- ik'in çok etkilendiğim öykü kıtaplan var. Bir yazann bütün kitaplan değil de belirli öyküleri etkilemiştir beni. Orhan Kemal'in 'Önce Ekmek', Sait Faik'in 'Alemdağda Var Bir Ydan', Bflge Ka- rasu'nun 'Göçmüş Kediler Babçesi', FeritEdgû'nün 'Ç»ğhk' adlı yapıtlan gi- bı daha birçok öyküyü örnek verebili- rim. Ashnda Türk öykü edebiyatı çok gelişmiş. Listeyi saymaya başladığı- nızda sonu gelmiyor. Yabancılardan ise son birkaç yıldır Bruno Schuttz'un öy- külerini çok seviyorum. Canlandırmadan kısa filme, kült filmlerden ustalara saygı bölümüne dek geniş bir yelpaze sunuyor Edinbıırglı'da iddıah bir festival GÖNÜLDÖNMEZ-COLIN 'Bağır cağır, gül ağla, istersen , flört et karanükta', 54. Ulusla- 1 rarası Edinburgh Film Festivali işte böyle çağnyor izleyiciyi bu yıl salonlanna. Görkemli prog- ' rama bir göz atmak yetiyor bu I sözlerin pek boş olmâdığını ka- ı nıtlamaya. I 13 Ağustos açüış filmi 'dog- •j macı' Lars von THer'in Can- nes'da Altın Palmiye ve En İyi I KadınOyuncuödüllerinikapan \ altıncı fılrru "Karanhktaki Dans- p". Ama bu film 1995 yılında kuzeyli bir grup yönetmenin im- za athğı sıkı kurallan lıstesınden uzak bir yapıt. Üstelik müzikli bır film ve Iskandinavya'dan bu- güne dek çıkan en ederli fıkn. Tümüyle dijital olarak çekilen fıhnin bazı dans sekanslan için yüz adet kamera kullanılmışsa da, görüntü yönetmenliğınden yahıız bir kişi sorumlu. O da yö- netmenin birönceki fıhni "Dal- galan Kırmak" fıhninden so- rumlu Robby Müller. Gerçekte konu sıradan bir konu. Sıra dı- şı olan von Trier'in konuyu per- deye aktanşı ve rock yıldızı Björk'ün yorumu. Catherine Deneuve de yardımcı rolde de ol- sa başanlı bir rol çıkanyor de- nılebilir. Filmin ardındaki öykû Cannes Film Festivali'nde Ca- mera d'or ödülünü paylaşan iki Iran filmi "Rosebud" bölümün- de gösteriliyor. Ilki Abbas Ki- arostaıni'ye "KirazınTadı" nda asıstanlık yapmış Hasan Yekta- panah'ın "Djomeh" adlı filmı, Afganistan'dan göçmen gelen çiftçilerin günlük yaşamını mi- nimalist geleneği sürdürerek ve- ren birfilm.Ikincisi, "Sarboş At- lar Zamanı" ise Iran-Irak sını- nnda yaşayan Kürtlerin yaşa- mını gerçekçi bir biçimde yan- sıtan bir yapıt. Yönetmen ve se- naryo yazan Bahman Ghobadi de Kiarostami'nın asıstanlann- dan. Bu fılm Cannes'da aynca Uluslararası Fihn Eleştirmenle- ri Fedarasyonu (FIPRESCI) ödü- lünü de almıştı. 1947 yılında ilk başladığında bir belgesel fihn festivali olan Edinburgh bu yanını arda koy- muyor hiçbir zaman. Örneğin Hollanda'nın yaşayan Jori Iv ens'i Johan van der Keuken'in L birçok ödul almış "Uzun Tatfl" (De Grote Vakanüe) fıhni prog- ramda. Bu fihnin ardmdaki öy- kü de en az film kadar ilginç. Prostat kansenne yakalanan yö- netmene ülkesının doktorlan ya- şamını noktalamasına ancak bir- kaç ay kaldığı haberini verir. Bu- nun üzerine yanından hiç ayır- madığı kansıyla uzun bir gezi- ye çıkar. Himalaya senin, Afri- ka benim. Derken Amerikalı doktorlar yeni bir tedavi yönte- mi ile kanseri önler. Ölümlü dün- ya üzerine bir felsefe çalışması olduğu gibi yaşamı kutlayan yü- rekli bir fdm "Uzun Tatfl." Odak Noktasuıdaki Yönet- menler bölümünde Nagisa Os- hima var. Bilindiğı gibi bir üs- tün ve ıddialı yönetmen de bir süre önce felç geçırip neredey- ars von Trier'in 'Karanlıktaki Dansçı' filmiyle açılan festivalde Nagisa Oshima'nın 'Tabu'su, Jiang Wen'in 'Eşikteki Şeytanlar'ı gösterildi. Festival Wong Kar Wai'nin filmiyle kapanacak. se ölümden dönmüştü. Ama uzun bir aradan sonra yine ka- meranın arkasında. Oshima ve "Duygu lmparatorhığu''yönet- menine yakışır biçimde tüm ta- bulara takla attıran bir fihn ile karşımızda. "Tabu" 1860'lann seçkin olduklan kadar dehşet verici Shogun askerleri Shin- sen-gumi'yi konu olan 'Ghotto' romanından esinlenen bir yapıt. Samuray fılmleri bol olsa da ge- reğinde en çılgın teröristten da- ha vahşi olabılen bu askerlerin eşcinsel yanını sergileyen ilk fdm sayılır. Hele Takashi "Be- at" Kitano'nun performansaıa diyecek yok. Amakesici güzel- liği ile herkesin başını derde so- kan genç oğlan Sozaburo Kano rolünde Matsuda Ryuhei ger- çekten göz kamaştınyor. Fihnin Başansını tiyatroda da kanıtladı Huppert, Assayas'm 'Duygusal Yazgibr' füminde de rol akfa. LEMANYILMAZ Avignon Festivali'nde Me- dea'yı oynayan Isabeie Hup- pertbaşanh yorumuyla en çok söz edilen sanatçılar arasında. Uzun yıllardır Avignon Fes- tivah'nden teklifalan fihn yıl- dızı Isabelle Huppert, bu yıl festivale 'Medea' ile kaülma- yakarar verdi.Medea, daha ön- ceki suçlanna kendi çocukla- nrun ölümünü de ekler. tkisi- ni de birbiri ardına boğazlar. Bunu yaparken de son derece sakin ve sevgi doludur. Çocuklannı Kreon'un adamlanndan korumak için mi öldürmüştür? Yoksa ço- cuklannın babasından, ihane- tine karşıhk intikam mı ahnak istemiştir? Ya da tam tersine büyük tutkusunun son tanık- lannı da ortadan kaldırarak kocası Jason olmadan, yaşa- mında yeni bir başlangıç yap- mayı mı istemiştir? Yönet- meniiğini JacquesLassaUe'in yaptığı oyunun epilog bölü- mü bu hipotez üzerinden ge- lişiyor. Aslında Medea'mn iş- lediği cinayetleri açıklayacak çok sayıda neden buhınabilir. Euripides in burada izleyici- sine yaşattığı duygu ise kötü- nün büyük bir gizem içinde kazanan taraf olması. Daha açık söylemek gerekirse, onun için duyulan sempati, cana- varlığmın bilincine vardıkça daha da artıyor. Medea'yla bir- hkte, Senique'ten Corneflle'e, DeJacroiı'ten Pasaloni'ye, Va- ırthier'den Heiner MuDer'e ka- dar, Euripides' in retoriğinden ortaya çıkan 'insanm hayvan- SBY^' teması sürekli olarak ye- niden gündeme geliyor. Isabelle Huppert, Paris Kon- servatuvan'nda oyunculuk eği- timi aldıktan sonra, sinemaya geçti. Huppert, 1991 'de yeni- den tiyatroya dönüş yapO ve çok sayıda oyunda rol aldı. büyüleyici müziği ise Ryukhi Sakamoto'nun imzasını taşıyor. Figgjş'in dijital çaJışması Yine aynı bölümde bu yıl Can- nes'da Grand Prix alan ve o za- man bu zaman yönetmenin ba- şını iyice derde sokan "Eşikte- kiŞeytanlar" (Guizi Lai Le) fil- mi var Çin Halk Cumhuriyeti- nin en önemh oyunculanndan JiangWen, yönetmen olarak bu ikinci fılminde îkinci Dünya Sa- vaşı suasmda Japon kuşatması- nın son günlerinde Çinli köylü- lere esir düşen bir Japon aske- rinin öyküsünü anlatır. îroni ve kültürel yanhş anlamalann yön- lendirdiği öyküde bir süre aske- re iyi bakarlar ama sonra buğ- day karşüığı Japonlara gen ver- mek ısterler. Japon kuşatması bu güne dek hassas bir konu Çin'de. Daha fihn tamamlan- madan hükümetfihninadını de- ğiştinnesi için baskı yapryor Ji- ang Wen'e. Çünkü Japonlara şeytan demek iki üüce arasmda zaten pek sıcak olmayan ılışki- leri buza çevirebihr. Kara hste- ye ahnan yönetmenin en büyük suçu ise fıhntni hükümetten izin ahnadan fesrivallere yollaması. Canlandırma fıhninden kısa fihne, gece yansı kült filmle- rinden ustalara saygı (Max C^>- huls) bölümlerine, Mike Fig- gis'in yeni dijital çalışjnası "Ti- meCode2000" gibi 'OzelOlay' fihnlere geniş bir yelpaze su- nan 54. Edinburgh Uluslararası Film Festivali 27 Ağustos'ta VNtongKarWai nın sonfilmi"In the Mood For Love" ile son bu- lacak. YAZI ODASI SELİM tLERİ Âşık Olan Aşık Kemiği Evlere deva radyoda genç bir adam bangır ban- gır arabesk türkü söylüyor. "Sınlsıklam aşığım..." Türkçeyi bir ömür boyu oğrenmeye... az buçuk öğrenmeye çalışmış bir insan olarak yadırgadım. Daha doğrusu türkünün sözünü kavrayamadım. Türkçeyi bir anadil olarak benimsemiş, hemen hepsi altmışlı yıllarda hazırianıp basılmış sözJükler 'aşık' için şu tanımı veriyon "Ayak bileğinde bulunan küçük kemiklerden biri olup baldırkemiği ile eklemleşerek bileğin belli baş- lı oynak merkezlerini meydana getirir." Şemsettin Sami'den yola çıkılarak oluşturulmuş sözlükteki tanımı da alıntılayacağım: "Bir şeyin üzerine aşıp çıkmış. Topuk kemiği ki, oyunda kullanılıp birbiri üstüne konur." Tanım bana Musahipzade Celâl'in bir oyununu hatırlattı. Geçmiş zamanın insanlan bu oyunda aşık kemiğiyle fal bakıyoriardı. Ne var ki, arabesk türküyü söyleyen genç adamın durup dururken ıslak bir aşık kemiği olmasına an- lam veremiyordum. Aşığın birde, "Bina çatılannda, çatınıneğikağaç- lannı taşıyan yatay durumdaki uzun mertek, aşırma" anlamı varmış. Acaba türküdeki öyle mi gibisinden endişelere kapılmadım değil. "Sınlsıklam aşığım... Sınlsıklam aşığım..." ileriedik- çe derin bir aşktan söz açıldığını neyse ki anlıyorsu- nuz. Delikanlı âşık. Ama aşıkta ısraüı... Hiç hesap etmediğı halde âşık bir aşık kemiği ya da uzun mertek olan türkücünün bunda suç payı ne- dir? Son yirmi yılda anadilimiz telâffuz yıkımıyla yüz yü- ze. Ermeni ağzıyla telâffuz edilen sözcükler mi arar- sınız, Arap gırtlağından çıkanlar mı, Ingilizcenin Ame- rikancası olmuşlar mı... Hepimiz Türkçeyi katlediyo- ruz. Gerçi aşk, kökeni bakımından Türkçe sözcük de- ğil. Ama çok uzun yıllar anadılimizin en duyarlı söz- cüklerinden biri olarak kullanılagelmiş. 'Sevi' aşkın yerini alamadı. Işin içine bir de 'âşık' girince, sevi- den türet'lecek sözcük, yine nice zamanlar başka an- lama kullanılmış 'sevici' olacak. Aşka ve âşığa şimdilik bağlıyız. Öyleyken 'âşık' söz- cüğünün nasıl söylendiğini öğretmek herhalde eği- tim kurumlanmızın görevı, gelgelelim kimin umuru. Türkçe yazımı kolaylaştırdıklannı sananlar ( A ) işa- retini ortadan kaldırdıktan sonra, hengâme busbü- tün evlere şenlik oldu. Uzatılması ya da inceltilmesi gerekenler kısa, kaJın okunurken, bazan da, kibarlık taslayan inceltmeler, uzatmalar kulağınıza çarpıyor. Halkl Ziya Bey'in özene bezene romanına kon- durduğu 'ma;'nin zaman içinde maviye dönüşmesi- ni anlamak gerekir. Ama arabesk sanatçısının kısa kısa mavi mavi'sini hoşlana hoşlana dinlemek pek o kadar kolay olmuyor. Gazetelerimizin çok okunan, "Ayheryazısına ba- yılıyonım!" bir köşe yazan da, epey önce, Türkçe- nin virgüllerine takmıştı. Hiçbir dilde bu kadar çok virgül kondurulmuyor diye tutturuyordu. Sözgelimi . Franstzca baştan aşağı virgüNü, noktah virgüHObin*" 1 dildir ama, mesele o değil. Mesele, yazı dılimizden virgülün sepetlenmesi. (Noktalı virgül çoktan sepetlenmişti.) Yakında nok- tayı da kaldınnz, olur biter. Böylece konuşma dilimiz için biricik öğrenme olanağı yazı dili ortadan kalka- cak ve hiçbirimiz birbirimizin dediğini anlamayacak, çok 'iletişimsel' bir dönem başlamış olacak. Fonetiği yok, noktalama işaretleri yok, zengin de- yimlerinin handiyse hiçbiri yok, sözcüklerinin dörtte üçü kullanılmayan gündeş Türkçe, yirmi yıldan beri sürekli "ça<J atlayan" bedbaht Türkiye'ye elbette denk düşüyor. Takvimde lz Bırakan: "Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazma- yacakbm. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bek- leyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapama- dım." Sait Faik Abasıyanık, "Haritada Bir Nokta". tarfhi eserter tan'a geri verilîyor • ATİNA (AFP) - Avustralya Kültür Bakanlığı, 1994 yılında Atina metrosunun yapımı sırasında çalınan 33 parça tarihi eseri Yunanistan'a iade etti. Çoğu seramik vazolardan oluşan MÖ 6. yüzyıla ait eserler, 1995 yılmda Melbourne'da ele geçirildi. İade çalışmalan beş yıl süren eserler, geçen hafta Yunanistan Kültür Bakanlığı'na teslim edildi. Kültür Bakanı Theodore Pangalos, Avustralya'mn bu konudaki titiz çalışmasından memnun olduklannı belirten bir açıklama yaptı. Saydamlar turnede • Kültür Servisi - Soprano Ezgi Saydam, babası piyanist Prof. Ergican Saydam'm eşliğinde Almanya ve Isviçre'de dört resital verecek. Programda, Schuman, Brams, Grieg'in 'Liedler'inin yanı smı Chopin'in de besteleri yer alacak. Saydamlar'uı turnesi on gün sürecek. K Ü L T Ü R » Ç t Z t K K  M İ L M A S A R A C I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle