09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 MART 2000 ÇARŞAMB/ 10 D I Ş H A B E R L E R [email protected] Lüksemburg'dan sonra ne AB ne Türkiye değişti. Adaylığın kabulünde Avrasya rol oynuyor AB içiriödüıderepaydosProf. Pr. 1 REŞAT ÖZKAN Aralık 1999 tarihinde Fıniandiya'nın başkenti Helsinki'de toplanan Avrupa Bırliği (AB) doruk toplanüsında Türki- ye'nin A B üyeligı adaylığı bir kez daha ancak, bu kez işlevselliği olduğu görii- len bir karar ile ilan edildi. Bu karar, AB'nin 1997 tarihli Lüksemburg do- ruk toplanostnda Türidye'yi dışlayan yak- laşımından sonra, AB'nin önemli bir ta- vır değişüdigini vurgulaması bakımın- dan Türkiye açısından olumlu bir geliş- me olmakla birlikte, üzerinde özenle du- rulması gereken bir karardır. Lüksemburg'da Türkiye açısından ve- rilmiş olan karar, hiç de öyle beklenme- dik bir gelişme değildi. AB, genişle- me sürecinin ana çizgilerini beliriemiş ol- dugu 1994 tarihli Essen belgesinde de bu- nun açık işaretlerini vermişti. Gerek Es- sen ve gerek Lüksemburg kararlan- na yol açan AB'nin kendi gerekçele- ri bütün unsurlanyla. halen varlığını sür- dürmektedir. O halde değişen neydi? So- ruyu başka bir biçimde yinelersek: "AB, o zunanlar, kendi pkarlan ve vararfan doğruttusunda def erlendirdiği bu un- surtardan ne ohnuştu da vazgeçmişti ya da gerçekten vazgeçmiş mndi?" Bunun yanıtını ararken Lüksem- burg'dan bu yana olan gelişmeleri değer- lendırmek gerekir. Türkiye, Lüksemburg doruğundan hemen sonra çok önemli ve yerinde bir karar alarak, AB ile siyasi di- yaloğunu kesmiştir. O günün koşulla- nnda alınması kaçınılmaz olan bu çok önemli karar ûzerine, Türkiye'de dış po- litikayı "«ölgeiılik'' çizgi- sine oturtmayı alışkanlık haline getirmiş olan ma- lumçevTeler, "TepJdsddav- nuunayabm" gibi söylem- lerie, bu karann arkasında kamuoyu desteginin bulun- madıgı izlenimini venneye yeltenmişlerdir. Asünda bu kesim, Türkiye'yi eşi ben- zeri görülmemiş tek yanli birbağımlılık ılışkısı içine sokanve 1 Ocak 1996 tarihinde başlayan Güm- rük Birlığı (GB) sürecini destekleyenlerie aynı ke- simdir. Ancak negariptirki, yanıldıklan her aşamada birerbirer kanıtlanrruş olan bu kesim, yine de ön plan- dakalmayı başararak, "ah- kim kesmeye" devam et- mekte, geçmişteki yanılgı- lannı kabul etmeyi bile ge- rekli görmemektedirler. Türkiye, "ysnidünya düze- oi" planlan ve onun başlı- ca araçlanndan birisi olan "küreseUeşme" dayatma- lannın karşısında kendisi- ne sağlam bir yer tutabilmek için böy- lesi zihniyetlerin anlayışlannı deşifre et- mek zorundadır. Dönyanın içinde bu- lunduğuuluslararası yapılanma sürecin- de ulusal çıkarlan ön plana çıkarmaya her zamankinden çok daha fazla gerek- sinim var. Eylül 1963'te imzalanıp da Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile başlayan Türkiye-AB (o nanl" AET) ilişkileri, grriş dönemi- nin ardından, "geçSş" dönemini yürürfü- ğe koyan 1973 tarihli "katma proto- koPle gelişme göstermiş ve 6 Mart 1995 tarihli Ortaklık Konseyi Karan (OKK) ile de 1 Ocak 1996 tarihinde GB süreci içine grrilmiştir. Bu konunun tarihsel ge- lisimi ile ilgilı olarak aynntüı bilgiler, çe- şitli kaynaklarda bulunabilir (1). Bura- da fazla aynnüya girmeden bazı genel konulara dikkat çekilmekle yetinilecek- tir. Ankara Anlaşması'run 1. maddesi Türkiye ile AET arasında bir ortakhğın hedeflenmekte olduğunu belirönekle birlikte, anlaşmanın 28. maddesi"_ an- laşmanıniskyişi,topluluğukurananlaş- maiardan doğan yükümlülüklerin rö- mfaûnTüridye'ceüsdenebfleceğinigös- terdiğmde, îkrttaraflar Türkive'ıını top- hduğatafd™*»olanağuu incelerier" ifa- desi ile Türkiye'ye topluluğa üyesi ol- mak açıhmı da verümiştir. Nihayet, top- luluğu kuran Roma Anlaşması'nın 237. maddesıne dayanarak Türkiye'nin 1987 tarihinde yapmış olduğu "üyefik" baş- vurusu, toplsluk tarafindan işleme alın- • Ankara, AB-Türkiye ilişkileri açısından hareketli günlere sahne oluyor. Isveç, Danimarka dışişleri bakanlan ve AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Günther Verheugen'ın ardından dönem başkanı Portekiz'in Dışişleri Bakanı Jaima Gama dün Ankara'da temaslarda bulundu. Prof. Özkan, Helsinki öncesi ve sonrası AB-Türkiye ilişkilerinde yaşanan değişimleri değerlendirdi. mış ve "Matutes Ptanı" çerçevesi ve o tarihte kabul görmemiştir. Bu durum Türkiye'nin GB'yi tamamlamadan da AB'ye "üj*" olabilme olanağını da vur- gulaması bakımından oldukça önemli- dir. Yunanıstan, Ispanya, Portekiz ve di- ğer ülkeler üye oİduktan yaklaşık beş yıl sonra GB 'ye dahil olmuşlardır. Üye- lik öncesinde GB'yi gerçekleştinnenin mutlaka gerekmedıği, GB'yedahil olma- nın üyelik için önkoşul olrna- dığı gerçeği de açıktır. Hal böyle iken, Türkiye'deki ba- zı siyasal çevreler, günün ik- tidarı ve onların basındaki yandaşlan, GB'nin üyelık için mutlak bir ön koşul olduğu- nu ısrarla kamuoyu nezdinde dayatmaya çalısmışlar, GB'ye dahil olrnayı, sanki, AB'ye üye olmakmış gibi çarpıtmaktan geri kaunamışlardrr. Siyasi ödünler GB çerçevesinde ekonomi ve dış ti- caret konulannda verilen ödünler ve ka- bullenmiş olunan tek yanlı bağımlüıkla da iş bitmemektedir. Siyasal ödünlerde, zımnen bile olsa, verürniştir. AB, 6 Mart 1995 tarihli Ortaklık Konseyi toplantı- bir tepsi içinde sunan bir ülkeye, özel- hkle Türkiye'ye karşı, bir sorumluluk bi- linci ile hareket etmesini beklemek, aşı- n bir iyimseriik haJının bile çok ötesin- dedir. Bu anlayışın içinde "GB'yi ba- şardınız, biz de buna karşıhk sdze AB üyeliğine giden kapılan açahm" şeklin- de bir gelenek yoktur. Kozunuz varsa pazarhk edersinız ve de istediklerinizi âltrsınız, evet, yalnız /•üksembuıg'un ardından AB ile siyasi diyaloğunu kesen Türkiye ile ABD, dış politika, güvenlik ve çogunlukla Avrasya merkezli ortak yatınmlar konulannda işbirliği geliştirmiştir. ve yalnızca, siz alırsıruz; başkası size bunu vermez. AB'nin Türkiye'ye kar- şı yükürnlülüklerini, kendi ışıne öyle gel- diği ve Yunanistan'uı da çıkanna oldu- ğu için, uydurma bir'' Yunan vetosu " arkasına sığınıp yerine getirmediği ve bizim de bu oyuna geldiğimiz gerçek değil midir? Bu şekilde gerçekleştirilen GB süre- ci Türkiye'nin AB üyeliğine en önem- rek Türkiye'nin konumlan açısından önemli bir değişikük olmamış, tersine, bunlann tümü daha da kemikleşmiş ve yerleşildik kazanmıştır. Ama baska bir alanda önemli bir gelişme olmustur: Lüksemburg'un ardından AB ile siyasi diyaloğunu kesme karan alan Türkiye ile ABD, geçen süre içinde, özelükle, dış po- litika, güvenlik ve çogunlukla Avrasya merkezli ortak yatınmlar konulannda işbirliğini geLıştinp güçlen- dirmede ve ortak yaİdaşım- lar izlemede belirgin bir ya- kınlaşma süreci içine gjrmis- lerdir. Bu durum, Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemesi- nin kendi ulusal çıkarlan ile bağdaşmadığıru düşündüğü- müz ABD'nin yaranna bir gelişme olarak kendini gös- termiştir (2). Bölgede ve özelükle için- de bulunduğumuzyüzyıla biçün verecek zengin enerji kaynaklanna sahip Avras- ya'da, Türkiye'nin katkısı olmadan ken- dısinın güvenlik ve ekonomik içerikli çıkarlannı yeterince koUayamayacağının ayırdına varan AB, yapmış olduğu Lük- semburg saçmalıgından biran önceann- manm yollannı aramaya karar vermiş ve bu yanhşından dönme yoluna girmiş- Helsinki öncesi ikilenı TürkrvcHcbinki Zirvesi öncesirMfc gerçek bir iküem yaşamışür. Bir yandan Helsinki'nin son aşama otduğunu veMçbirönkı^uI kabul etmeyeceğini kendinden emin btr $ekBdedfe getirirken. öte yandan da, ğ edihnesi konusunda gpoi^mlerini sürdfinhl Bu lkflcm, AB'nin işine y-aradı. (Fotoğraf: REUTERS) sı öncesinde, 24 Şubat 1995 tarihinde bir belge yayımlayarak (Brüksel Belgesi, No: SA1661/95) Kıbns Rum Yöneti- mi'ni (GKRY) "Rum Hükümeti", Kıb- ns Türklerini de "Türk Cemaan"" ola- rak tanımlamıştır. AB, aynca, KRY'nin "KıbnsCumhuriyeti" adı albnda veada- yı temsil etn'gı savı ile yapmış olduğu üye- lik başvurusunu işleme alacağuu ve KRY ile üyelık görüşmelerini başlatacağını acıkça dile getirmıştır. Bu uluslararası hu- kuka aykuıdır. Kıbns Cumhuriyeti'ni kuran ve halen de yürürlükte olan 1959- 60 tarüüi Londra ve Zürih anlaşmalan Kıbns'm bu tür bir başvuruda buluna- bihnesine izin verme- mektedir. (1) Tüm bunJardan ne- den söz etmek gereği- ni duyumsuyonız? Amaç, yazımızın baş- larında sorduğumuz li engeUerden birini oluşturmuştur. O tarihlerde, GB'ye bu şekilde dahıl olmak yerine, "AB ik neden bir' Serbest Bölge Anlaşması' yapmıyonız?'' soru- suna brr türlü doyurucu bir yanıt alama- dık. Ha! Bazüanna göre bir yanıu var, dıyoriarkı: "fyildGB'yedahiotduk Yok- sa biz, biz bize katsaydık, bazı hukuksal düzenlemeien gerçekleştiremezdik."Bu- nun içinde gerçeklık payı. maalesef, yok da değildır, ama böyle bir gerekçeye sı- ğuımamn mantığrm anlamak oldukça zor. Meclis bizim meclisımız, devlet de bizim devletimiz. Ulusal istencin sahi- bi de biziz. Elini kolunu tutan mı var? i^engin enerji kaynaklanna sahip Avrasya'da, Türkiye'nin katkısı olmadan kendi çıkarlannı yeterince kollayamayacağının ayırdına varan AB, Helsinki'de, Lüksemburg'un hatasını onarmaya çalışmıştır. "Şimdi değişen ne" sorusuna yanıt arar- ken GB'ye hangi koşullarda dahil oldu- ğumuzun gözler önüne serümesidir. GB sürecine böylesine tek yanh bagımhhk ve ödün verici bir tutum içinde giren Türkiye, AB karşısında önenüi bir ko- zunu bir hiç uğruna yitirmiştir. Bunun en önemli kanın da. iki yılkk GB süre- cinin ardından AB'nin, kendisi açısın- dan, fûtursuzca aunakta hıçbır sakmca görmedigi Lüksemburg karanandır. Ko- nuya AB açısrndan yaklaşıldığmda, on- Iann bu kararlannı, hiç de yadırgama- mak gerekir. Kendisine GB'yi gümüş Çözüm, kökleri taa yüzyıhn başlanna kadarn^anan "M8iıdaa''zihniyete sığın- mak değildir. Eğer çözüm buysa, tutar- suıız bir taşeron, üÜceyi ona idare etti- rirsiniz olur, biter (.')• Ha! Isminden do- layı da bir sıkıntınız falan ohnasuı. Na- sılsa "küresefleşme" masallan içinde bir isim buluvenrsiniz, hani, olur da, şu "Mandaohk" lafı hoşunuza gitmezse. Tûridye-ABD işbirüği Şimdi sorumuzuyineleyebiliriz. "AB neden tutumunu Hebinki'de değistirmiş- tir?" Ashna bakarsanız, gerek AB ve ge- tir. Bu değişiklikte, Batılı ülkelerin -bu- na ABD ve AB dahildir- bölgedeki çı- karlannı, ancak güçlü ve demokrasisini geliştirmiş bir Türkiye ile daha iyi ko- ruyacağı bihncine varmış olmasının et- kisi de göz ardı edılemez. Ankara'nın tutarsızlığı AB komısyonu, Eylül 1999'da Türki- ye'nin adaylığının Helsinki'de öneril- mesini kararlaştırmıştı. Norveç'te bir araya gelen AB yetkih'leri de, gayri res- mi de olsa, Türkiye'nin adaylığını des- tekleyeceklerini dile getirmişlerdir. Bugelişmelerkarşısrnda Türkiye'nin birbirinden farklı iki çiz- gide ılerlediğini görmek- teyiz. Türkiye biryandan diğer adaylarla aynı sta- tüde değerlendirirmesi gerektiğini ve herhangi bir önkoşul kabul etme- yecegini ileri sürerken, öte yandan da, Helsinki doruğunda 12. aday ülke ola- rak ilan edihneyi güvence altma ahnak için destek arayışlannı sürdünnüştür. Bu ikili görüntü, AB'nin konumu- nun doğru değerlendirihnemesinden kaynaklanmış ve bir ikilemin ortaya çıkmasına neden olmustur. Bir yandan Helsinki'nin son aşama olduğunu ve hiçbir önkoşul kabul et- meyeceğinizi söyleyecek kadar kendi- nizden emin olacaksuuz, öte yandan da, adavbğınızrn ilan edılmesı konusun- da girişimlerinizi sürdüreceksıniz. Bu gerçekten bir ikilemdir ve Eylül 1999'dan Helsinki'ye değin geçen sü- rede, kendi içinde tam anlamıyla rutar- lı bir çizginin izlenmesine engel ol- muşrur. AB işini şansa bırakmamak ve eği- limıni daha önceden belli ederek Tür- kiye'nin tavnnı gözlemlemek istemiş olabilir. Çünkü, GB aşamasında ödün verici bir tutum izleyen Türkiye, Lük- semburg'un ardjndan kesin bir tavirla siyasi diyalogu kesmiş ve Helsinki'nin son aşama olacağmı ilan ermiştir. AB, Helsinki 'de birdenbire bazı koşullarla ortaya çıkmayı ve Türkiye ile iplerin bü- tünüyle kopma noktasına gelmesini, çıkarlan açısından, göze alamazdı. Aülan adım doğruydu Ancak, tüm olumsuzluklanna kar- şın, Helsinki'nin adaylık çagnsuıı ka- bul etmek, Aralık 1999un tablosu için- de atılması gereken oldukça önemli bir adımdı ve Türkiye de, kanımızca, doğ- ru olaru yaparak bu adımı attı. Bu adı- mın ileride olumlu sonuçlara yol açma- sı ise, Türkiye'nin bundan böyle izle- yeceği tutuma bağlıdır. AB ile Uişkiler- de gerekli kararlılık ortaya konula- mazsa, atılan bu adımın olumlu sonuç- lara yol açması beklenmemelidir. Atılan adımın kazanacağı anlam ve kazandıracaklan, Türkiye 'nin hem AB ile ilişkılerde ve hem de kendi içinde izleyeceği anlayış, tutum ve politikala- ra bağlıdır. Türkiye AB ile ilişkilerin- de kesin, karaıiı ve etkin olmak zorun- dadır. Özellikle Ege ve Kıbns gibi ulu- sal çıkarlan çok yakından ilgilendiren konularda kalı- cı banşı sağlayacak çözüm arayışlanna »laşma yollan zorlanmalı, ancak ödün ve- rici bir yaklaşım içine asla girihnemelidir. Bazı çevreler, Türkiye'yi simdi bir edilgenlik ve ödün verici çizgiye sokmaya ça- lışmaktadırlar. Şimdilerde "Şu Kıbns da başımıza yüTardan beri dert oMmverefimdekurrulalım'' diyorlar. Türiaye böyle bir şeyi asla yapamaz ve yapma- yacaktır da. Kıbns gibi, Tür- kiye açısındançok önemli ve haklı bir davada zaaf gös- termenın, Türkiye'nin önün- de yepyeni olanaklar açan Avrasya coğrafyasmda gfi- venirliğm yitirihnesine ne- den olacağı da kuşkusuzdur. Türkiye'nin böylesi bir ba- tamn içine girmesi elbette kabul edilemez. Ancak bu gibi talihsizlere ve nasipsiz- lere yine de fazla kızmamak lazun (!). Çünkü, yurttaşlık ve ulusçuluk anlayışlan bu- dur. Uluslararası Uişkjler söz konusu ol- dugunda, bunlara göre, Türkiye hep ödün veren taraf olmalıdır. AB ile ilışkılenn geleceği açısmdan şimdi top, çoğunun sandığı gibi, karşı tarafta değil, Türkiye'dedir. Ödün ve- rerek bir yerlere varmanın mümkün ol- madığını artık anlamak zomndayız. Daha önceden bir hiç karşıhğrnda el- den çıkanlan ve gelecekte de önenüi bir pazarlık kozu olarak eksikliğinin his- sedileceği belli olan GB kozunun, kar- şı tarafa bir ödün olarak sunulmasının yarattığı olumsuzluğun en önemli ka- mtı, bizzat Lüksemburg kararlarının kendisi olmustur, tabii ki, anlayanlar ve anlamak ısteyenler için. Türkiye bu oyunu, gerçekçi, üretken, kararlı ve inandrncı bir biçimde oyna- mayı başanrsa, bu yamızca Türkiye'nin değil aynı zamanda hem AB'nin ve hem de bölgemizin yaranna olacakör. Görev ve sorumluluk büyüktür. Bunun gereklerinin yerine getiriİrnesi, her yurt- taşm, ülkeyi yönetenlerden en doğal beklentisidir. Bu beklentilerin boşa çık- mayacağı umudunu taşunak istıyoruz. (1) ÖZKAN, 1. Reşat; Dış Politika; Dış Kapımn Dış Mandalı, Çınar Yayınları, Şubat 1997, 2. basım. (2)_ÖZKAN. î. Reşat; ABD Türiaye 'nin AB Üyeliğini Destekliyor mu?, Küresel ÇıkarOyunlanİçinde Türkiye'nin DışPo- litika Sorunlan, Ümit Yayıncılık, Mayıs 1999. AB, KOPENHAG KRİTERLERtNİ KULLAMYOR Türkiye'yi istemiyorlarAB Türkne'yi üye yapmakta hiç de istali değildır. Baü kültüıünü arayanlar, bu kültürün ttınden gelenlerin, kendi çıkarlanndan hiçbir şekilde vargeçmek eğilimindî olmayacağını çok iyi değeriîadireceklerdir. Komşumuz Yunanistan bizim Eylül 199^'dan sonra ortaya koyduğumız ikilemli görimtüda yararlanarak Helsinki hldirgesinde Kıbns ve Türk-'Vman ilişkilerine anf yapıteasuıı saglayarak dıplomati bir başân elde etmiştir. Ailrnda Türk-Yunan sorunlan. Lbns, AB'nin pek de uraurada değildir. Bununla birlikte, bu konulan ileride eiinde koz olarak tutmaktadiT. Biçünsel açıdan, Helsinki bildirgesinde adaylık herhangi bir koşula baglanmanııştır ancak içerik açısından durum hiç de öyle degildir. Azınlık tarüşması Üyelik görüşmelerine başlanması için Türkiye'nin, Kopenhag kriterlerini saglaması koşulu getirümiştir. Demokrasi, insan haklan konulannda yapmamız gerekenler bulunduğu bir gerçektir. Azınlık haklan ise bütünüyle boşlukta duran bir konudur. Türkiye'de azınhklann krmler olduğu Lozan Antlaşması ile bellidir. Bunun dışında bir azınlık tanımlaması ile toprak bütünlüğü üzerinde tartışma açılmastna izin verilmez. Türkiye'nin Kopenhag kriterleri konusunda hiçbir stkınnsı oimaması gerekir. Ancak bu kriterlerin, üyeük görüşmelerinin başlatılması ve sonuçsal olarak üyeliğimizi engellemek amacıyla AB tarafindan kasıth olarak istısmar edihnesi girişimlerine izin verihnemelidir. TÜRKİYE, HAKLARDANİARARLANAMIYOR GB süreci kandırmacasıGûmrük büüğine dahil olmak ve üyelik konulan, birbirlerinden bağımsız iki farklı süreçtir. Aslrnda GB, birliğin işlemesLni saglayan mekanizmanın adıdır. Üye ülkeler, GB süreci içinde mallann, sermayenın, hizmetlerin ve işgücünün serbest dolaşımıyla ve Ortak Ticaret Politikası ve Ortak G ümrük Tarifesi nedeniyle ulusal ekonomilerinin zarara uğradığı savıyla AB'deki çeşitli fonlardan karşüıksız olarak yarariandınhnaktadır. Üyeler arasında korumacıhğın önlenmesı ve teşviklerin buna göre yönlendirihnesini temin etmek amacıyla AB tarafindan sağlanan başka parasal kaynaklar da mevcut tur. Komşumuz Yunanistan ile Portekiz ve îspanya'nın bu yolla ekonomileri için çok önemli kazarumlar elde ertigi bilinmektedir. Yargrya gidemiyor Bir diğer önemli konu da üyelenn, AB'nin karar ve yönetim organiannda söz sahibi olmalan, özellikle mali konularda veto haklannm buhınması ve kendi ulusal çıkaıiartnın zarar gördüğünü döşündüklerinde AB Adalet Divanı'na başvunna haklanntn bulunması burada temsil edihnekte ohnalandır. GB, üyeler için dizayn edilmiş bir mekanizmadır. Türkiye GB'de bulunmakla birlikte AB'nin üyesi olmadığından, bu olanak, yetküerin hiçbirinden yararlanma hakkına sahip olmadığı gibi AB'nin yargı orgaruna başvuru hakkı büe bulunmamaktadır. Türkiye, yalruzca, GB şablonunun yükümlülükler kısmında yer aimakta olup bunlan dengeleyecek hiçbir hak vey etkiye sahip değildir. BIÇAK SIRTI EROL MANİSAU Postmodepn fcnparatortAJarDönemi Büyük ve güçlü devletlerie çokulusiu şirketler (ÇUŞ) küresel bir ortam yaratmak istiyorlar. Güç- lü devletler de ÇUŞ de aralannda birleşiyoriar. Dünya tek pazar olsun derken o tek pazann da yöneticileri olmak istiyorlar. Ekonomik güçter, ma- li piyasa/ar, üstün teknoloji ve silahlar onlann el- lerinde. Bütünüyle antidemokratik bir yapılanma... Bu bütünüyle antidemokratik bir yapılanmadır. Çünkü demokrasinin odak noktasında "insanın" bulunması gerekir. Demokrasi insanlann mutlulu- ğu içindir. Bu mırtluluğun birayağı özgüriükler ise diğer ayağı da "toplumsal refehttr." Toplumsal refah, "aynı taraftaki insanlann (sı- nıfiann) ekonomik refahlannı sağlayabilme öz- gürtükleri ve sonuç alabılecek öngütlenmeleri ile " sağlanabilir. Küreselleşme, bu toplumsal bilinci or- tadan kaldırmaya çalışıyor. Çünkü küreselleşme ortamı içinde sadece güçlü devletlerve ÇUŞ, öz- gür ve egemen olabiliyorlar. Güçlü devletler aralannda yakınlaştıkça güç- sü2 uluslann e\i kolu daha da bağlanıyor. ÇUŞ aralannda birteştikçe bunlann dışındaki büyük çoğunluk daha da çaresiz duruma düşü- yor. Toplumsal ve ulusal bilinç köreltiliyor. Bunun yerine Hindistan'daki Hintliye, "Eğer bilgisayar uzmanı isen Amerika'ya yazılım hizmeti sat, ba- şının çaresine bak, kendini kurtar" deniyor. Hint- li ile dışardaki dev fırma arasında "bağ kurdurv- luyor." Toplumsal bilinç yerine bireysel çıkar sunuluyor. Aynı biçimde politikacıya da, ülkende yükselmek istiyorsan, "Dışardakigüçodaklanile işbirliğiyap" deniyor. Ulusal sanayiciye, ayakta kalmak istiyor- san, dışarda bir "büyük bul" ve ona bağlan öne- risi yapılıyor. Sunulan oyalama araçlan... "Küreseld güçlüler" azgelişmiş dünyaya bazı oyuncaklar da sunuyoriar. Toplumsal refah ve top- lumsal bilinç yerine, Dönem etnik özgüriükler dönemidir, siz bunlar- la uğraşın diyoriar. Içerde etnik çatışmalar hızla- nıyor, başlannı kaldınp ne olup bittiğini göreme- sinler, iç kargaşadan başka şeylerie ugraşamasın- lar diye. Dinsel özgüriükleriniz gelişsin diyoriar, içerde din çatışmalannı körükJüyoriar. Azgelişmişlerdahada zayıflıyor, ülkeler parçalanmaya başlıyor. Ama bir şeyi kesinlikle ağızlarına almıyorlar. Toplumsal demokrasiyi. Toplumsal demokrasiyi unuttunmak için etnik, dinsel, cinsel, ne kadar araç varsa önlerine atıyoriar. Toplumsal demokrasinin aracı: Ulusal politika ' •' Bu nedenle azgelişmiş ülkelerde ulusalcı poli- tikalara düşman gibi bakıyoriar. Çünkü ulusalcı po- litika "toplumsal demokrasi" ve toplumsal refahı öne çıkanr. Bu ise postmodern imparatoriuk kur- mak isteyenlerin önündeki en büyük engeldir. Ulu- salcı politika, birieşen ÇUŞ'ye karşı durmak, ken- dini koaımak için önlem almak demektir. Güçlü devletlerin birleşmelerine karşı zayrf dev- letlerin güç birliği yapmalan demektir. Dünyada dengenin kurulmasını istemiyorlar... Küreselleşme adı altında postmodern impara- toriuklan kunmak isteyenler, "karşılannda bir di- rencin oluşmasını" engellemek amacındalar. Bu- nun yerine önlerine attıklan etnik, dinsel, cinsel, çevresel özgüriük oyuncaklan ile azgelişmişlerin oyalanmalannı istiyoriar. Güçlüler "en ulusalcı" politikalan yürütürken, ka- lan dünyanın ulusal politikadan uzaklaşmasını öneriyoriar. Ulusal gücünüzü, hele savunma endüstrinizi, sa- kın geliştirmeyin diyorlar. Nükleer gibi alanlara sakın ola bulaşmayın, on- lar güçlülerin tekelindedir diye dayatıyoriar. Dünya manzarası ve Türkiye Merdivenleri tırmanmak için "güçlülerin deste- ğlni" almaya çalışan politikacılar mı dersiniz? Dışardaki bazı merkezlerin bir dediğini iki etme- yen bazı iş çevreleri mi dersiniz? Brüksel'den gelen "müfettişlerin" önüne kırmı- zı halı seren hükümetler mi dersiniz? Türkiye'yi vesayet altına sokmak isteyen med- ya çevreleri mi dersiniz? Türkiye'yi "Batılılaştınyoruz diye Şark Pazan durumuna getirenlerin " biraz düşünmeleri gerek- mryor mu? Bizim nükleer santral işine bile burnunu sokup laf eden Papandreu, yann "Metroyu neden Ye- dikule'ye kadar uzatmıyorsunuz" diye telefon ederse hiç şaşmam. Bunu, Türkiye'yi bu hale ge- tirenler düşünsün. Veutansınlar. ... ,.-.: . . - ; İLAN •; T.C. KIRŞEHtRASLtYE 2. HUKUK HÂKİMLİĞt'NDEN EsasNo: 1999/500 Davacı Mehmet Özdamar vekili Av. Doğan Koca tarafindan davahlar Ali Özdamar ve arkadaşlan aleyhine açtığı nüras temlik nedeni ile tapu iptali ve tescil davasının yapılan duruşması sırasında verilen ara karan gereğince, davalı Ali Özdamar'a dava di- lekçesinin ilanen tebliğine karar verihniştir. Bu itibarla; Kırşehir ili Yenice Mahallesi Garipler mevkiinde kain 4254 m2'lik taşınmazda Sabri oğlu Ali Özda- mar'm 14268/107520 pay sahibi olup, bu payın ipta- li için adı geçen hakkında tapu iptali tescil davası açılmış olup davanın duruşması 11.4.2000 günü sa- at 09.50'ye talik edihniştir. Davalı Sabri oğlu Ali Özdamar'ın duruşmaya katılmak istediği takdirde belirtilen gün ve saatte mahkememizde bizzat bu- lunması veya kendısını bir vekille temsil ettirmesi, aksi takdirde dunışmarun yokluğunda sürdürüleceği hususlan HUMKnun 509. maddesi gereğince dava dilekçesi tebliği yerine kaim ohnak üzere ilanen teb- liğolunur. 10.02./ 2000 Basm: 87682
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle