Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15 MART 2000 ÇARŞAMB/
10 D I Ş H A B E R L E R dishab@cumhunyetcom.tr
Lüksemburg'dan sonra ne AB ne Türkiye değişti. Adaylığın kabulünde Avrasya rol oynuyor
AB içiriödüıderepaydosProf. Pr. 1 REŞAT ÖZKAN
Aralık 1999 tarihinde Fıniandiya'nın
başkenti Helsinki'de toplanan Avrupa
Bırliği (AB) doruk toplanüsında Türki-
ye'nin A B üyeligı adaylığı bir kez daha
ancak, bu kez işlevselliği olduğu görii-
len bir karar ile ilan edildi. Bu karar,
AB'nin 1997 tarihli Lüksemburg do-
ruk toplanostnda Türidye'yi dışlayan yak-
laşımından sonra, AB'nin önemli bir ta-
vır değişüdigini vurgulaması bakımın-
dan Türkiye açısından olumlu bir geliş-
me olmakla birlikte, üzerinde özenle du-
rulması gereken bir karardır.
Lüksemburg'da Türkiye açısından ve-
rilmiş olan karar, hiç de öyle beklenme-
dik bir gelişme değildi. AB, genişle-
me sürecinin ana çizgilerini beliriemiş ol-
dugu 1994 tarihli Essen belgesinde de bu-
nun açık işaretlerini vermişti. Gerek Es-
sen ve gerek Lüksemburg kararlan-
na yol açan AB'nin kendi gerekçele-
ri bütün unsurlanyla. halen varlığını sür-
dürmektedir. O halde değişen neydi? So-
ruyu başka bir biçimde yinelersek: "AB,
o zunanlar, kendi pkarlan ve vararfan
doğruttusunda def erlendirdiği bu un-
surtardan ne ohnuştu da vazgeçmişti ya
da gerçekten vazgeçmiş mndi?"
Bunun yanıtını ararken Lüksem-
burg'dan bu yana olan gelişmeleri değer-
lendırmek gerekir. Türkiye, Lüksemburg
doruğundan hemen sonra çok önemli ve
yerinde bir karar alarak, AB ile siyasi di-
yaloğunu kesmiştir. O günün koşulla-
nnda alınması kaçınılmaz olan bu çok
önemli karar ûzerine, Türkiye'de dış po-
litikayı "«ölgeiılik'' çizgi-
sine oturtmayı alışkanlık
haline getirmiş olan ma-
lumçevTeler, "TepJdsddav-
nuunayabm" gibi söylem-
lerie, bu karann arkasında
kamuoyu desteginin bulun-
madıgı izlenimini venneye
yeltenmişlerdir. Asünda bu
kesim, Türkiye'yi eşi ben-
zeri görülmemiş tek yanli
birbağımlılık ılışkısı içine
sokanve 1 Ocak 1996
tarihinde başlayan Güm-
rük Birlığı (GB) sürecini
destekleyenlerie aynı ke-
simdir. Ancak negariptirki,
yanıldıklan her aşamada
birerbirer kanıtlanrruş olan
bu kesim, yine de ön plan-
dakalmayı başararak, "ah-
kim kesmeye" devam et-
mekte, geçmişteki yanılgı-
lannı kabul etmeyi bile ge-
rekli görmemektedirler.
Türkiye, "ysnidünya düze-
oi" planlan ve onun başlı-
ca araçlanndan birisi olan
"küreseUeşme" dayatma-
lannın karşısında kendisi-
ne sağlam bir yer tutabilmek için böy-
lesi zihniyetlerin anlayışlannı deşifre et-
mek zorundadır. Dönyanın içinde bu-
lunduğuuluslararası yapılanma sürecin-
de ulusal çıkarlan ön plana çıkarmaya
her zamankinden çok daha fazla gerek-
sinim var.
Eylül 1963'te imzalanıp da Aralık
1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara
Anlaşması ile başlayan Türkiye-AB (o
nanl" AET) ilişkileri, grriş dönemi-
nin ardından, "geçSş" dönemini yürürfü-
ğe koyan 1973 tarihli "katma proto-
koPle gelişme göstermiş ve 6 Mart 1995
tarihli Ortaklık Konseyi Karan (OKK)
ile de 1 Ocak 1996 tarihinde GB süreci
içine grrilmiştir. Bu konunun tarihsel ge-
lisimi ile ilgilı olarak aynntüı bilgiler, çe-
şitli kaynaklarda bulunabilir (1). Bura-
da fazla aynnüya girmeden bazı genel
konulara dikkat çekilmekle yetinilecek-
tir. Ankara Anlaşması'run 1. maddesi
Türkiye ile AET arasında bir ortakhğın
hedeflenmekte olduğunu belirönekle
birlikte, anlaşmanın 28. maddesi"_ an-
laşmanıniskyişi,topluluğukurananlaş-
maiardan doğan yükümlülüklerin rö-
mfaûnTüridye'ceüsdenebfleceğinigös-
terdiğmde, îkrttaraflar Türkive'ıını top-
hduğatafd™*»olanağuu incelerier" ifa-
desi ile Türkiye'ye topluluğa üyesi ol-
mak açıhmı da verümiştir. Nihayet, top-
luluğu kuran Roma Anlaşması'nın 237.
maddesıne dayanarak Türkiye'nin 1987
tarihinde yapmış olduğu "üyefik" baş-
vurusu, toplsluk tarafindan işleme alın-
• Ankara, AB-Türkiye ilişkileri açısından hareketli günlere sahne oluyor.
Isveç, Danimarka dışişleri bakanlan ve AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri
Günther Verheugen'ın ardından dönem başkanı Portekiz'in Dışişleri Bakanı Jaima
Gama dün Ankara'da temaslarda bulundu. Prof. Özkan, Helsinki öncesi ve sonrası
AB-Türkiye ilişkilerinde yaşanan değişimleri değerlendirdi.
mış ve "Matutes Ptanı" çerçevesi ve o
tarihte kabul görmemiştir. Bu durum
Türkiye'nin GB'yi tamamlamadan da
AB'ye "üj*" olabilme olanağını da vur-
gulaması bakımından oldukça önemli-
dir. Yunanıstan, Ispanya, Portekiz ve di-
ğer ülkeler üye oİduktan yaklaşık beş
yıl sonra GB 'ye dahil olmuşlardır. Üye-
lik öncesinde GB'yi gerçekleştinnenin
mutlaka gerekmedıği, GB'yedahil olma-
nın üyelik için önkoşul olrna-
dığı gerçeği de açıktır. Hal
böyle iken, Türkiye'deki ba-
zı siyasal çevreler, günün ik-
tidarı ve onların basındaki
yandaşlan, GB'nin üyelık için
mutlak bir ön koşul olduğu-
nu ısrarla kamuoyu nezdinde
dayatmaya çalısmışlar, GB'ye
dahil olrnayı, sanki, AB'ye
üye olmakmış gibi çarpıtmaktan geri
kaunamışlardrr.
Siyasi ödünler
GB çerçevesinde ekonomi ve dış ti-
caret konulannda verilen ödünler ve ka-
bullenmiş olunan tek yanlı bağımlüıkla
da iş bitmemektedir. Siyasal ödünlerde,
zımnen bile olsa, verürniştir. AB, 6 Mart
1995 tarihli Ortaklık Konseyi toplantı-
bir tepsi içinde sunan bir ülkeye, özel-
hkle Türkiye'ye karşı, bir sorumluluk bi-
linci ile hareket etmesini beklemek, aşı-
n bir iyimseriik haJının bile çok ötesin-
dedir. Bu anlayışın içinde "GB'yi ba-
şardınız, biz de buna karşıhk sdze AB
üyeliğine giden kapılan açahm" şeklin-
de bir gelenek yoktur.
Kozunuz varsa pazarhk edersinız ve
de istediklerinizi âltrsınız, evet, yalnız
/•üksembuıg'un ardından AB ile
siyasi diyaloğunu kesen Türkiye
ile ABD, dış politika, güvenlik ve
çogunlukla Avrasya merkezli
ortak yatınmlar konulannda
işbirliği geliştirmiştir.
ve yalnızca, siz alırsıruz; başkası size
bunu vermez. AB'nin Türkiye'ye kar-
şı yükürnlülüklerini, kendi ışıne öyle gel-
diği ve Yunanistan'uı da çıkanna oldu-
ğu için, uydurma bir'' Yunan vetosu "
arkasına sığınıp yerine getirmediği ve
bizim de bu oyuna geldiğimiz gerçek
değil midir?
Bu şekilde gerçekleştirilen GB süre-
ci Türkiye'nin AB üyeliğine en önem-
rek Türkiye'nin konumlan açısından
önemli bir değişikük olmamış, tersine,
bunlann tümü daha da kemikleşmiş ve
yerleşildik kazanmıştır. Ama baska bir
alanda önemli bir gelişme olmustur:
Lüksemburg'un ardından AB ile siyasi
diyaloğunu kesme karan alan Türkiye ile
ABD, geçen süre içinde, özelükle, dış po-
litika, güvenlik ve çogunlukla Avrasya
merkezli ortak yatınmlar konulannda
işbirliğini geLıştinp güçlen-
dirmede ve ortak yaİdaşım-
lar izlemede belirgin bir ya-
kınlaşma süreci içine gjrmis-
lerdir. Bu durum, Türkiye'nin
AB üyeliğini desteklemesi-
nin kendi ulusal çıkarlan ile
bağdaşmadığıru düşündüğü-
müz ABD'nin yaranna bir
gelişme olarak kendini gös-
termiştir (2). Bölgede ve özelükle için-
de bulunduğumuzyüzyıla biçün verecek
zengin enerji kaynaklanna sahip Avras-
ya'da, Türkiye'nin katkısı olmadan ken-
dısinın güvenlik ve ekonomik içerikli
çıkarlannı yeterince koUayamayacağının
ayırdına varan AB, yapmış olduğu Lük-
semburg saçmalıgından biran önceann-
manm yollannı aramaya karar vermiş
ve bu yanhşından dönme yoluna girmiş-
Helsinki
öncesi
ikilenı
TürkrvcHcbinki
Zirvesi öncesirMfc
gerçek bir iküem
yaşamışür. Bir
yandan Helsinki'nin
son aşama otduğunu
veMçbirönkı^uI
kabul etmeyeceğini
kendinden emin btr
$ekBdedfe
getirirken. öte
yandan da,
ğ
edihnesi konusunda
gpoi^mlerini
sürdfinhl Bu lkflcm,
AB'nin işine y-aradı.
(Fotoğraf:
REUTERS)
sı öncesinde, 24 Şubat 1995 tarihinde bir
belge yayımlayarak (Brüksel Belgesi,
No: SA1661/95) Kıbns Rum Yöneti-
mi'ni (GKRY) "Rum Hükümeti", Kıb-
ns Türklerini de "Türk Cemaan"" ola-
rak tanımlamıştır. AB, aynca, KRY'nin
"KıbnsCumhuriyeti" adı albnda veada-
yı temsil etn'gı savı ile yapmış olduğu üye-
lik başvurusunu işleme alacağuu ve KRY
ile üyelık görüşmelerini başlatacağını
acıkça dile getirmıştır. Bu uluslararası hu-
kuka aykuıdır. Kıbns Cumhuriyeti'ni
kuran ve halen de yürürlükte olan 1959-
60 tarüüi Londra ve Zürih anlaşmalan
Kıbns'm bu tür bir başvuruda buluna-
bihnesine izin verme-
mektedir. (1)
Tüm bunJardan ne-
den söz etmek gereği-
ni duyumsuyonız?
Amaç, yazımızın baş-
larında sorduğumuz
li engeUerden birini oluşturmuştur.
O tarihlerde, GB'ye bu şekilde dahıl
olmak yerine, "AB ik neden bir' Serbest
Bölge Anlaşması' yapmıyonız?'' soru-
suna brr türlü doyurucu bir yanıt alama-
dık. Ha! Bazüanna göre bir yanıu var,
dıyoriarkı: "fyildGB'yedahiotduk Yok-
sa biz, biz bize katsaydık, bazı hukuksal
düzenlemeien gerçekleştiremezdik."Bu-
nun içinde gerçeklık payı. maalesef, yok
da değildır, ama böyle bir gerekçeye sı-
ğuımamn mantığrm anlamak oldukça
zor. Meclis bizim meclisımız, devlet de
bizim devletimiz. Ulusal istencin sahi-
bi de biziz. Elini kolunu tutan mı var?
i^engin enerji kaynaklanna sahip Avrasya'da, Türkiye'nin
katkısı olmadan kendi çıkarlannı yeterince
kollayamayacağının ayırdına varan AB, Helsinki'de,
Lüksemburg'un hatasını onarmaya çalışmıştır.
"Şimdi değişen ne" sorusuna yanıt arar-
ken GB'ye hangi koşullarda dahil oldu-
ğumuzun gözler önüne serümesidir. GB
sürecine böylesine tek yanh bagımhhk
ve ödün verici bir tutum içinde giren
Türkiye, AB karşısında önenüi bir ko-
zunu bir hiç uğruna yitirmiştir. Bunun
en önemli kanın da. iki yılkk GB süre-
cinin ardından AB'nin, kendisi açısın-
dan, fûtursuzca aunakta hıçbır sakmca
görmedigi Lüksemburg karanandır. Ko-
nuya AB açısrndan yaklaşıldığmda, on-
Iann bu kararlannı, hiç de yadırgama-
mak gerekir. Kendisine GB'yi gümüş
Çözüm, kökleri taa yüzyıhn başlanna
kadarn^anan "M8iıdaa''zihniyete sığın-
mak değildir. Eğer çözüm buysa, tutar-
suıız bir taşeron, üÜceyi ona idare etti-
rirsiniz olur, biter (.')• Ha! Isminden do-
layı da bir sıkıntınız falan ohnasuı. Na-
sılsa "küresefleşme" masallan içinde bir
isim buluvenrsiniz, hani, olur da, şu
"Mandaohk" lafı hoşunuza gitmezse.
Tûridye-ABD işbirüği
Şimdi sorumuzuyineleyebiliriz. "AB
neden tutumunu Hebinki'de değistirmiş-
tir?" Ashna bakarsanız, gerek AB ve ge-
tir. Bu değişiklikte, Batılı ülkelerin -bu-
na ABD ve AB dahildir- bölgedeki çı-
karlannı, ancak güçlü ve demokrasisini
geliştirmiş bir Türkiye ile daha iyi ko-
ruyacağı bihncine varmış olmasının et-
kisi de göz ardı edılemez.
Ankara'nın tutarsızlığı
AB komısyonu, Eylül 1999'da Türki-
ye'nin adaylığının Helsinki'de öneril-
mesini kararlaştırmıştı. Norveç'te bir
araya gelen AB yetkih'leri de, gayri res-
mi de olsa, Türkiye'nin adaylığını des-
tekleyeceklerini dile getirmişlerdir.
Bugelişmelerkarşısrnda Türkiye'nin
birbirinden farklı iki çiz-
gide ılerlediğini görmek-
teyiz. Türkiye biryandan
diğer adaylarla aynı sta-
tüde değerlendirirmesi
gerektiğini ve herhangi
bir önkoşul kabul etme-
yecegini ileri sürerken, öte yandan da,
Helsinki doruğunda 12. aday ülke ola-
rak ilan edihneyi güvence altma ahnak
için destek arayışlannı sürdünnüştür.
Bu ikili görüntü, AB'nin konumu-
nun doğru değerlendirihnemesinden
kaynaklanmış ve bir ikilemin ortaya
çıkmasına neden olmustur.
Bir yandan Helsinki'nin son aşama
olduğunu ve hiçbir önkoşul kabul et-
meyeceğinizi söyleyecek kadar kendi-
nizden emin olacaksuuz, öte yandan
da, adavbğınızrn ilan edılmesı konusun-
da girişimlerinizi sürdüreceksıniz. Bu
gerçekten bir ikilemdir ve Eylül
1999'dan Helsinki'ye değin geçen sü-
rede, kendi içinde tam anlamıyla rutar-
lı bir çizginin izlenmesine engel ol-
muşrur.
AB işini şansa bırakmamak ve eği-
limıni daha önceden belli ederek Tür-
kiye'nin tavnnı gözlemlemek istemiş
olabilir. Çünkü, GB aşamasında ödün
verici bir tutum izleyen Türkiye, Lük-
semburg'un ardjndan kesin bir tavirla
siyasi diyalogu kesmiş ve Helsinki'nin
son aşama olacağmı ilan ermiştir. AB,
Helsinki 'de birdenbire bazı koşullarla
ortaya çıkmayı ve Türkiye ile iplerin bü-
tünüyle kopma noktasına gelmesini,
çıkarlan açısından, göze alamazdı.
Aülan adım doğruydu
Ancak, tüm olumsuzluklanna kar-
şın, Helsinki'nin adaylık çagnsuıı ka-
bul etmek, Aralık 1999un tablosu için-
de atılması gereken oldukça önemli bir
adımdı ve Türkiye de, kanımızca, doğ-
ru olaru yaparak bu adımı attı. Bu adı-
mın ileride olumlu sonuçlara yol açma-
sı ise, Türkiye'nin bundan böyle izle-
yeceği tutuma bağlıdır. AB ile Uişkiler-
de gerekli kararlılık ortaya konula-
mazsa, atılan bu adımın olumlu sonuç-
lara yol açması beklenmemelidir.
Atılan adımın kazanacağı anlam ve
kazandıracaklan, Türkiye 'nin hem AB
ile ilişkılerde ve hem de kendi içinde
izleyeceği anlayış, tutum ve politikala-
ra bağlıdır. Türkiye AB ile ilişkilerin-
de kesin, karaıiı ve etkin olmak zorun-
dadır. Özellikle Ege ve Kıbns gibi ulu-
sal çıkarlan çok yakından
ilgilendiren konularda kalı-
cı banşı sağlayacak çözüm
arayışlanna »laşma yollan
zorlanmalı, ancak ödün ve-
rici bir yaklaşım içine asla
girihnemelidir.
Bazı çevreler, Türkiye'yi
simdi bir edilgenlik ve ödün
verici çizgiye sokmaya ça-
lışmaktadırlar.
Şimdilerde "Şu Kıbns da
başımıza yüTardan beri dert
oMmverefimdekurrulalım''
diyorlar. Türiaye böyle bir
şeyi asla yapamaz ve yapma-
yacaktır da. Kıbns gibi, Tür-
kiye açısındançok önemli ve
haklı bir davada zaaf gös-
termenın, Türkiye'nin önün-
de yepyeni olanaklar açan
Avrasya coğrafyasmda gfi-
venirliğm yitirihnesine ne-
den olacağı da kuşkusuzdur.
Türkiye'nin böylesi bir ba-
tamn içine girmesi elbette
kabul edilemez. Ancak bu
gibi talihsizlere ve nasipsiz-
lere yine de fazla kızmamak
lazun (!). Çünkü, yurttaşlık
ve ulusçuluk anlayışlan bu-
dur. Uluslararası Uişkjler söz konusu ol-
dugunda, bunlara göre, Türkiye hep
ödün veren taraf olmalıdır.
AB ile ilışkılenn geleceği açısmdan
şimdi top, çoğunun sandığı gibi, karşı
tarafta değil, Türkiye'dedir. Ödün ve-
rerek bir yerlere varmanın mümkün ol-
madığını artık anlamak zomndayız.
Daha önceden bir hiç karşıhğrnda el-
den çıkanlan ve gelecekte de önenüi bir
pazarlık kozu olarak eksikliğinin his-
sedileceği belli olan GB kozunun, kar-
şı tarafa bir ödün olarak sunulmasının
yarattığı olumsuzluğun en önemli ka-
mtı, bizzat Lüksemburg kararlarının
kendisi olmustur, tabii ki, anlayanlar ve
anlamak ısteyenler için.
Türkiye bu oyunu, gerçekçi, üretken,
kararlı ve inandrncı bir biçimde oyna-
mayı başanrsa, bu yamızca Türkiye'nin
değil aynı zamanda hem AB'nin ve
hem de bölgemizin yaranna olacakör.
Görev ve sorumluluk büyüktür. Bunun
gereklerinin yerine getiriİrnesi, her yurt-
taşm, ülkeyi yönetenlerden en doğal
beklentisidir. Bu beklentilerin boşa çık-
mayacağı umudunu taşunak istıyoruz.
(1) ÖZKAN, 1. Reşat; Dış Politika; Dış
Kapımn Dış Mandalı, Çınar Yayınları,
Şubat 1997, 2. basım.
(2)_ÖZKAN. î. Reşat; ABD Türiaye 'nin
AB Üyeliğini Destekliyor mu?, Küresel
ÇıkarOyunlanİçinde Türkiye'nin DışPo-
litika Sorunlan, Ümit Yayıncılık, Mayıs
1999.
AB, KOPENHAG KRİTERLERtNİ KULLAMYOR
Türkiye'yi istemiyorlarAB Türkne'yi üye yapmakta
hiç de istali değildır. Baü
kültüıünü arayanlar, bu
kültürün ttınden gelenlerin,
kendi çıkarlanndan hiçbir
şekilde vargeçmek
eğilimindî olmayacağını çok
iyi değeriîadireceklerdir.
Komşumuz Yunanistan bizim
Eylül 199^'dan sonra ortaya
koyduğumız ikilemli
görimtüda yararlanarak
Helsinki hldirgesinde Kıbns
ve Türk-'Vman ilişkilerine
anf yapıteasuıı saglayarak
dıplomati bir başân elde
etmiştir. Ailrnda Türk-Yunan
sorunlan. Lbns, AB'nin pek
de uraurada değildir.
Bununla birlikte, bu konulan
ileride eiinde koz olarak
tutmaktadiT. Biçünsel açıdan,
Helsinki bildirgesinde
adaylık herhangi bir koşula
baglanmanııştır ancak içerik
açısından durum hiç de öyle
degildir.
Azınlık tarüşması
Üyelik görüşmelerine
başlanması için Türkiye'nin,
Kopenhag kriterlerini
saglaması koşulu
getirümiştir. Demokrasi,
insan haklan konulannda
yapmamız gerekenler
bulunduğu bir gerçektir.
Azınlık haklan ise bütünüyle
boşlukta duran bir konudur.
Türkiye'de azınhklann
krmler olduğu Lozan
Antlaşması ile bellidir.
Bunun dışında bir azınlık
tanımlaması ile toprak
bütünlüğü üzerinde tartışma
açılmastna izin verilmez.
Türkiye'nin Kopenhag
kriterleri konusunda hiçbir
stkınnsı oimaması gerekir.
Ancak bu kriterlerin, üyeük
görüşmelerinin başlatılması
ve sonuçsal olarak
üyeliğimizi engellemek
amacıyla AB tarafindan
kasıth olarak istısmar
edihnesi girişimlerine izin
verihnemelidir.
TÜRKİYE, HAKLARDANİARARLANAMIYOR
GB süreci kandırmacasıGûmrük büüğine dahil
olmak ve üyelik konulan,
birbirlerinden bağımsız iki
farklı süreçtir. Aslrnda GB,
birliğin işlemesLni saglayan
mekanizmanın adıdır. Üye
ülkeler, GB süreci içinde
mallann, sermayenın,
hizmetlerin ve işgücünün
serbest dolaşımıyla ve Ortak
Ticaret Politikası ve Ortak G
ümrük Tarifesi nedeniyle
ulusal ekonomilerinin zarara
uğradığı savıyla AB'deki
çeşitli fonlardan karşüıksız
olarak yarariandınhnaktadır.
Üyeler arasında
korumacıhğın önlenmesı ve
teşviklerin buna göre
yönlendirihnesini temin
etmek amacıyla AB
tarafindan sağlanan başka
parasal kaynaklar da mevcut
tur. Komşumuz Yunanistan
ile Portekiz ve îspanya'nın
bu yolla ekonomileri için
çok önemli kazarumlar elde
ertigi bilinmektedir.
Yargrya gidemiyor
Bir diğer önemli konu da
üyelenn, AB'nin karar ve
yönetim organiannda söz
sahibi olmalan, özellikle
mali konularda veto
haklannm buhınması ve
kendi ulusal çıkaıiartnın
zarar gördüğünü
döşündüklerinde AB Adalet
Divanı'na başvunna
haklanntn bulunması burada
temsil edihnekte ohnalandır.
GB, üyeler için dizayn
edilmiş bir mekanizmadır.
Türkiye GB'de bulunmakla
birlikte AB'nin üyesi
olmadığından, bu olanak,
yetküerin hiçbirinden
yararlanma hakkına sahip
olmadığı gibi AB'nin yargı
orgaruna başvuru hakkı büe
bulunmamaktadır. Türkiye,
yalruzca, GB şablonunun
yükümlülükler kısmında yer
aimakta olup bunlan
dengeleyecek hiçbir hak vey
etkiye sahip değildir.
BIÇAK SIRTI
EROL MANİSAU
Postmodepn
fcnparatortAJarDönemi
Büyük ve güçlü devletlerie çokulusiu şirketler
(ÇUŞ) küresel bir ortam yaratmak istiyorlar. Güç-
lü devletler de ÇUŞ de aralannda birleşiyoriar.
Dünya tek pazar olsun derken o tek pazann da
yöneticileri olmak istiyorlar. Ekonomik güçter, ma-
li piyasa/ar, üstün teknoloji ve silahlar onlann el-
lerinde.
Bütünüyle antidemokratik bir
yapılanma...
Bu bütünüyle antidemokratik bir yapılanmadır.
Çünkü demokrasinin odak noktasında "insanın"
bulunması gerekir. Demokrasi insanlann mutlulu-
ğu içindir. Bu mırtluluğun birayağı özgüriükler ise
diğer ayağı da "toplumsal refehttr."
Toplumsal refah, "aynı taraftaki insanlann (sı-
nıfiann) ekonomik refahlannı sağlayabilme öz-
gürtükleri ve sonuç alabılecek öngütlenmeleri ile "
sağlanabilir. Küreselleşme, bu toplumsal bilinci or-
tadan kaldırmaya çalışıyor. Çünkü küreselleşme
ortamı içinde sadece güçlü devletlerve ÇUŞ, öz-
gür ve egemen olabiliyorlar.
Güçlü devletler aralannda yakınlaştıkça güç-
sü2 uluslann e\i kolu daha da bağlanıyor.
ÇUŞ aralannda birteştikçe bunlann dışındaki
büyük çoğunluk daha da çaresiz duruma düşü-
yor.
Toplumsal ve ulusal bilinç köreltiliyor. Bunun
yerine Hindistan'daki Hintliye, "Eğer bilgisayar
uzmanı isen Amerika'ya yazılım hizmeti sat, ba-
şının çaresine bak, kendini kurtar" deniyor. Hint-
li ile dışardaki dev fırma arasında "bağ kurdurv-
luyor."
Toplumsal bilinç yerine bireysel çıkar sunuluyor.
Aynı biçimde politikacıya da, ülkende yükselmek
istiyorsan, "Dışardakigüçodaklanile işbirliğiyap"
deniyor. Ulusal sanayiciye, ayakta kalmak istiyor-
san, dışarda bir "büyük bul" ve ona bağlan öne-
risi yapılıyor.
Sunulan oyalama araçlan...
"Küreseld güçlüler" azgelişmiş dünyaya bazı
oyuncaklar da sunuyoriar. Toplumsal refah ve top-
lumsal bilinç yerine,
Dönem etnik özgüriükler dönemidir, siz bunlar-
la uğraşın diyoriar. Içerde etnik çatışmalar hızla-
nıyor, başlannı kaldınp ne olup bittiğini göreme-
sinler, iç kargaşadan başka şeylerie ugraşamasın-
lar diye.
Dinsel özgüriükleriniz gelişsin diyoriar, içerde din
çatışmalannı körükJüyoriar. Azgelişmişlerdahada
zayıflıyor, ülkeler parçalanmaya başlıyor.
Ama bir şeyi kesinlikle ağızlarına almıyorlar.
Toplumsal demokrasiyi. Toplumsal demokrasiyi
unuttunmak için etnik, dinsel, cinsel, ne kadar
araç varsa önlerine atıyoriar.
Toplumsal demokrasinin aracı:
Ulusal politika ' •'
Bu nedenle azgelişmiş ülkelerde ulusalcı poli-
tikalara düşman gibi bakıyoriar. Çünkü ulusalcı po-
litika "toplumsal demokrasi" ve toplumsal refahı
öne çıkanr. Bu ise postmodern imparatoriuk kur-
mak isteyenlerin önündeki en büyük engeldir. Ulu-
salcı politika, birieşen ÇUŞ'ye karşı durmak, ken-
dini koaımak için önlem almak demektir.
Güçlü devletlerin birleşmelerine karşı zayrf dev-
letlerin güç birliği yapmalan demektir.
Dünyada dengenin kurulmasını
istemiyorlar...
Küreselleşme adı altında postmodern impara-
toriuklan kunmak isteyenler, "karşılannda bir di-
rencin oluşmasını" engellemek amacındalar. Bu-
nun yerine önlerine attıklan etnik, dinsel, cinsel,
çevresel özgüriük oyuncaklan ile azgelişmişlerin
oyalanmalannı istiyoriar.
Güçlüler "en ulusalcı" politikalan yürütürken, ka-
lan dünyanın ulusal politikadan uzaklaşmasını
öneriyoriar.
Ulusal gücünüzü, hele savunma endüstrinizi, sa-
kın geliştirmeyin diyorlar.
Nükleer gibi alanlara sakın ola bulaşmayın, on-
lar güçlülerin tekelindedir diye dayatıyoriar.
Dünya manzarası ve Türkiye
Merdivenleri tırmanmak için "güçlülerin deste-
ğlni" almaya çalışan politikacılar mı dersiniz?
Dışardaki bazı merkezlerin bir dediğini iki etme-
yen bazı iş çevreleri mi dersiniz?
Brüksel'den gelen "müfettişlerin" önüne kırmı-
zı halı seren hükümetler mi dersiniz?
Türkiye'yi vesayet altına sokmak isteyen med-
ya çevreleri mi dersiniz?
Türkiye'yi "Batılılaştınyoruz diye Şark Pazan
durumuna getirenlerin " biraz düşünmeleri gerek-
mryor mu?
Bizim nükleer santral işine bile burnunu sokup
laf eden Papandreu, yann "Metroyu neden Ye-
dikule'ye kadar uzatmıyorsunuz" diye telefon
ederse hiç şaşmam. Bunu, Türkiye'yi bu hale ge-
tirenler düşünsün.
Veutansınlar. ... ,.-.:
. . - ;
İLAN •;
T.C.
KIRŞEHtRASLtYE 2. HUKUK
HÂKİMLİĞt'NDEN
EsasNo: 1999/500
Davacı Mehmet Özdamar vekili Av. Doğan Koca
tarafindan davahlar Ali Özdamar ve arkadaşlan
aleyhine açtığı nüras temlik nedeni ile tapu iptali ve
tescil davasının yapılan duruşması sırasında verilen
ara karan gereğince, davalı Ali Özdamar'a dava di-
lekçesinin ilanen tebliğine karar verihniştir.
Bu itibarla;
Kırşehir ili Yenice Mahallesi Garipler mevkiinde
kain 4254 m2'lik taşınmazda Sabri oğlu Ali Özda-
mar'm 14268/107520 pay sahibi olup, bu payın ipta-
li için adı geçen hakkında tapu iptali tescil davası
açılmış olup davanın duruşması 11.4.2000 günü sa-
at 09.50'ye talik edihniştir. Davalı Sabri oğlu Ali
Özdamar'ın duruşmaya katılmak istediği takdirde
belirtilen gün ve saatte mahkememizde bizzat bu-
lunması veya kendısını bir vekille temsil ettirmesi,
aksi takdirde dunışmarun yokluğunda sürdürüleceği
hususlan HUMKnun 509. maddesi gereğince dava
dilekçesi tebliği yerine kaim ohnak üzere ilanen teb-
liğolunur. 10.02./ 2000
Basm: 87682