16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6ŞUBAT2000PAZAR 12 PAZAR KONUGU •• • • • • • • Universitelerimizin içinde bulunduğusorunları Universite Oğretim UyeleriDerneğiBaşkanıProf. Dr. KadirErdin'lekonuştuk 'ÖNCE DEMOKRASİKÜLTÜRÜ' n r B. -f \İHr ii Üniversite kan kaybediyor' - AB 'ye aday olan Türkiye'de Aniversitelerde eğitim ve öğretim düzeyi nasıl? - Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) 1999 yıh ıçin verdiği rakamlara göre okul öncesi okullaşma oraru >r üzde 10. Yani okul öncesi 10 çocuğumu2dan ancak birine hizmet verebilıyoruz. AB üyesi ülkelerde bu oran çok yüksektir. Hatta Ingiltere'de bu sonın hemen hemen çözülmüştür. Sekiz yıllık temel eğitim, ülkemiz için çok önemii bir adtmdır. Ama yine DPTnin 1999 rakamlanna göre yüzde üç katılım sağlanamamıştır. Yüzde 97'de kahnıştır. Dilerim bu yüzde 100 e ulaşır. Ortaögrenime geldığimizde okullaşma oranı yüzde 57 dolayındadır. Yani bu, lOçocuğumuzdan dördiine ortaöğretım yaptıramıyoruz demektir. Genel liselere de 10 çocuktan üçünü alabıliyoruz. Meslek liselerinde okullaşma oram yüzde 25, genel liselerde yüzde 32. Birlikte yüzde 57 oranı tutturuluyor. Topiam 10 çocuğumuzdan 6'sına ortaöğrenim yaptırabiliyoruz. Gelelim, yükseköğrenime... 1999 verilerine göre örgün ve açıköğretim toplamı yüzde 25 dolaymda. Bunun anlamı da şu: Bugün universite cağına gelmiş dört öğrenciden ancak birisine yükseköğretim verebiliyoruz. Bu nokrada tıkanıklıgrm aşılması için vakıf üniversitelen modeli oluşrurulmuştur. Sayın Cumhurbaşkanımız Sayın Başbakanımıza ş_öyle bir mekfup yazmış: "Cumbııriyet l'niversitesi, Türkrve'nin üniversitesi olarak ülkenin tarihini, kültürünü, milli degerlerini sahiplenecek; devletin demokratik, laik, hukuk devleti olma niteliklerine, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütiinlüğüne sahip çıkacaktır. Diğer taraftan bir v tiksek bilim. teknoloji ve kiiitür kurunıu olarak diğer uygar ülkelerin kuruluşlanvla vanşabilecektir. Çok genç bir nüfiısa sahibiz, Ülkemizde universite çağma gelmiş gençlerimizin ancak yüzde 15'i örgün öğretimdedir. Türkiye, 21. asnn başında okumamış bir Türkiye olmaktan çıkıp okumuş Türkiye halinc gelmek mecburiyetindedir. Bu da ancak, üniversite çağma gelmiş çocuklanmızuı hiç olmazsa vüzde 30'u, tercihen yüzde 40'ına yükscköğrcnim vermekle nıümkündür." Bunun arkasından, üniversiteler nasıl olmalıdır, biçıminde öneriler de var. Yani, arnaç, daha fazla gence yükseköğretim yaptırmak olunca arkasından çözüm önerileri gelecektir. Çözüm önenlerinden birisi de vakıf üniversiteleridir. Vakıf üniversitelen bugün kamu üniversitelerinin kan kaybına neden olan birer kurum haline gelmışlerdir. Kamu üniversitelerinden yetişen bilım adamlan kamu üniversitelerindeki baskıcı yönetim biçiminin, ekonomik sorunJann ve diğer birtakım kişisel meselelerin de gündeme gelmesiyle artık kamu üniversitelerini terk edip vakıf üniversitelerine geçmektedırler. Danışıklı • • • • • dovuş yapılıyor' - Kamu üniversitelerinden rakıf üniversitelerine kaçışla kamu üniversiteleri bugün ne durumdadır? • Bir kere, genç akademisyen adaylan bulmakta zorluk çekiliyor. Çünkü bugün bir araştırma görevlisinin maaşı 209 mıiyon liradır. Bu parayla genç bir insanı üniversitede akademisyen olarak tutamazsınız. Araştırma görevliliği, asistanlık öğretim üyeliğinin fidanhğıdır. Oralan kurutulursa ya da sağlıklı fıdan yetiştirilmezse o zaman geleceğımiz çok karanlık olacakör, diye düşünüyorum. Kamu üniversitelerinin içi böyîe boşahyor. Bunu bugün hissetmeyebiliriz. Ama 10-15 yıl sonra öniversitelerimizdeki durumla ilgilı çok ilginç gözlemler yapacağız. - Öğretim üyeleti ne yapıyortar? - Dedığimız gibi, öğretim üyelerinin parasal sorunları var. Onlar bu açmazı aşabilmek için alternatif yöntemler üretmişlerdir. En basit yöntem, çok düşük bir yüzdeyle çok daha fazla ders vermeyi tercıh etmektedirler. Bir bölümü de kendilerini akademik olmayan işlere \ermıştir. Danışmanlık yapmak, projeler üzerinde çalışmak gibi... Bir başka bölümü de vakıf üniversitelerinde ders vermeyi tercih edıyorlar ya da kamu üniversitesinden aynlmak için erken emekli oluyorlar. Hatta genç yaşta istifa edip vakıf üniversitelerine geçiyorlar. Bugün vakıf üniversiteleri kamu üniversitelerine en büyük zararı, çekim merkezi olmakla vermektedir. Insan, üniversitesini ne kadar severse sevsin bir gün anti-demokratik uygulamalara ve para sıkıntısına isyan ederek başının çaresine bakar. Üniversiteler gerçekten üniversitesini seven, gerçekten üniversiteden yana olan bir avuç bilim adamının sırtında taşınmaktadır. Büyük bir bölüm bu sisteme uymuş. biçimde görevlerini yerine getirmektedirler. Sistem onlan rahatsız etmediği sürece onlar da sisteme başlannı kaldırmamayı tercih etmektedirler. Oniversitelerde öğretim üyeleri böyle bir danışıklı dövüş içinde görevlerine devam etmektedirler, diye düşünüyorum. LEYLA TÂVSÂNOGLU Ülkemizdeyükseköğrenim kanıyan biryara. 1981 yılında dönemin askeri rejim ara hükümetinin çıkardığı YÖK Yasası, 19yıldır Türkiye'deki yükseköğrenimin bilimsellikten, araştırmadan ve demokratlıktan gittikçe uzaklaşmasına neden oluyor. YÖK'ün dayattığı universiteyönetimleri biçimi, rektör seçimleri, universite öğretim üyelerinin gittikçe tepkisine yol açıyor. Bir de üstüne üstlük, bin doları bile bulmayan maaşlarla yaşamlarını sürdürmek, araştırmalarını yapmak, yabancı yayınları izlemeye mahkûm edilen profesörler daha yüksek bir yaşam standardı tutturabilmek için vakıf üniversitelerine can simidi gibi sarılıyorlar. Ülkemizde eğitim ve öğrenime GSMHden bu kadar azpay ayrılırken nasıl iyi yetişmiş genç kuşaklar bekleyebiliriz? Ya da yükseköğretimi paralı hale getirme anlayışının bilimsellik ve araştırmaya ne gibi katkılar sağlayacağını hiç mi düşünmeyelim? Universitelerimizin içinde bulunduğu bu karmaşa ve sorunları 1. Ü. Orman Fakültesi öğretim üyesi ve Universite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Kadir Erdin 'le konuştuk. PORTRE / Prof. Dr. KADİR ERDİN 1947, Kırklareli doğumlu. Yükseköğrenimini /. Ü. Orman FakültesVnde tamamladu Aynı fakültede asistanlığınıyaptt, doktorasım aldu Bir süre Almanya'da Göttingen Üniversitesif nde misafîr bilim adamı olarak çalıştL Türkiye'ye dönüşündeİ.Ü. Orman FakültesVnde doçentliğini veprofesörlüğünü aldu Halen aynıfakültede öğretim üyesL Aynı zamanda Universite Öğretim ÜyeleriDerneği başkanlığını dayürütüyor. - Bize, YÖK Yasası da denilen 2547 sayıh Yüksek Öğrenım Kanunu 'nu anlatır mısınız? - Bu, 1981, yani ara rejim ürünü 2547 sayıh YÖK Yasası biz- de olduğu gibi, birçok ülkede yükseköğrenim yasası vardır. A- ma bu yasalar oldukça sınırlı ve çerçeve biçimindedır. Oysa bizim YÖK Yasası'na baktığımızda ben doğrusu çok üzüntü duyuyorum. Birtakım maddeleri bızi ciddı değerlendir- meler yapmaya sevkediyor. Örneğin 4. maddeye bakıyorum. Bu madde yükseköğretimin amacıyla ilgili. Diyorkı: "Yükseköğretimin amacı öğrencilere Atarürk inkılaplan ve il- keieri dogrultusunda Atatürk miUiyetçiliğine bağk, Türk milleti- nin milli, ahlaki, insani, manevi ve küftürel değerierini taşryan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan. toplum varannı kişi- sel çıkarlar dışında tutan, aile. ülke ve millet sevgisiv le dolu, Tür- IdyeCumhuriyeti ve devletine karşı görev ve sorumluluklannı bi- len, bunlan davranış haline getiren. hür ve bilimsel düşünce gü- cüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklanna savgılı..." Böyle devam edip gıdiyor. YÖK Yasası'nda hıçbir ülkenin yükseköğrenim yasasında bulunmayan maddeler var. Burada bir şekilcilik, bir şablonculuk hemen yakalayabiliyorsunuz. Dedi- ğim gibi, bu, bir ara rejim ürünü olan bir yasadır. O ara rejim bu yasayı üretirken şu temel ilkeden hareket etmıştir: 1980 ön- cesinin bütün toplumsal olaylannın faturası üniversiteye çıka- nlmıştır. Bütün suç odaklannın merkezinin üniversiteler oldu- ğuna ve ilk iş olarak da üniversiteleri zapt-ü rapt altına almak gerektıgine karar verilmiştır. Bu düşünceden yola çıktıklan için işleri kolay olmuştur. - Bu 2547 sayılfyasa, 1982 Anayasası 'ndan biryü önce çı- karılmamıs mıydı? - Evet. Bu çok ilginçtir. Bu yasayla biz üniversitelerimizi 19 yıldır yönetiyoruz. 19 yıl boyun- ca bu yasa üzerinde çok değişik- likler olmuştur Bu değişiklikle- rin sayısı 58'e yakındır. 'Puyarsızlık var' - Bu değişikliklerde yasanın özü değiştirilmiş midir? Yoksa buna sadece makyaj mı yapıl- mıştir? - Iş, ufak tefek makyajlarla ge- çiştirilmiştir. Bu yasa özünü, baskıcı, aşın merkeziyetçi yapı- sını aynen koruyarak devam et- mektedir. Ne yazık ki bu yasay- la birlikte yeni bir öğretim üye- si kadrosu oluşmuştur. Bu kad- ronun büyük bir kesimi de, bi- zim anladığımız çağdaş, özgür, demokrat, üretken bir universi- te anlayışının ihtiyacını duyma- maktadır. Bu öğretim üyelerin- de, 'universite dediğin böyle olur' biçiminde bir yaklaşım egemen olmuştur. Oniversıte öğretim üyelerinin büyük bir bölümü artık bu yasanın ürettiği öğretim üyesi tıple- ri olmuşlar ve bu sistemin içine kendilerini adapte etmişlerdir. Bence en büyük tıkanıkhk buradan başlamaktadır. - Peki, 1980 öncesi yürürlükteki 1750 sayılı yasada hiç mi aksaklık yoktu? -Gayet tabii ki vardı. Ama o yasada katılımcılık esastı. Oni- versitelere, fakültelere, yükseköğrenim kurumlannm geleceği- ne yönelik kararlar hep katılımla, kurullardan geçirilerek alı- nırdı, her şey seçime dayahydı. 2547 sayıh yasa burüann hepsini tepetakla etti. Ve kişiye öz- gü, şablon bir yönetim biçimini getirdi. Ömeğin bir YÖK baş- kanı bu yasayla biraz daha demokratık ya da biraz daha despot olabilir. Yani, insanın kişiliğine bağlı bir uygulama geliyor. Prof. Doğramaa'dan itibaren YÖK başkanlanna baktığımız- da onlann hep kişilikleriyle ilgili yaptıklannı görürüz. YÖK yö- netimi aslmda kişiye bağlı bir yönetim biçimi olarak tanımla- nabilir. . • • • 'Seçim yerine atama' - Peki, rektörler nasılgöreve geliyor? -Rektörlerin seçimle göreve geldikleri söylenemez. Atamay- la göreve geliyorlar. Bizim universite öğretim üyelerinin baskı- lanyla bir yasal değişiklik yapıldı. Bizler, rektörlük süresi do- lunca toplanıyoruz. Bu toplantımızda altı adaya kadar sırala- ma yapıyoruz. Ama bu altı adaydan üçü YÖK tarafından ele- niyor. Öbür üçü cumhurbaşkanına atanmak üzere gönderiliyor. Cumhurbaşkanı da bu üç adaydan birini rektörlüğe atıyor. Bu seçım filan değil, atamaya dayalı bir ışlem. Birçok üniversite- mizde azami yüzde 28 'le rektör adaylan belirlenıyor. Oysa biz, Istanbul büyükşehir belediye başkanı yüzde 28 oyla seçildi di- ye kınamıyor muyuz? Bir üniversite rektörünün de bu azınlık oyuyla yönetime gelmesi gündeme aynı düşünceyi getiriyor. O zaman, "Bu kadar az oyla seçilen bir insan bütün üniversiteyi, bütün öğretim üyelerini temsil edemez" dıyoruz. Buradan yola çıkarak da katılımcılığı ve seçime dayalı temel ilkeyi gündeme getiriyoruz. Biz diyoruz ki: Rektör adaylan belirlenir. Bu adaylar turla seçilirler ve bu tur- lar bir adayın yüzde 51 oy almasına kadar devam eder. Bu demokratik biryaklaşımdır. Ama anayasa gereği cumhur- başkanına tek aday gönderemeyeceğiniz için iki aday olması ve ıkinci adayın da en yüksek ikinci oyu alan kişi olması gerekti- ğini düşünüyoruz. Cumhurbaşkanı, doğal olarak, en yüksek oy alan kışiyi atayacaktır. Yalnız, bizim burada iki yaklaşımımız var. Anayasa değişıklıği yapılırsa nasıl bir üniversite yasası olur, yapılamazsa nasıl bir üniversite yasası olur? Biz bunun üzerin- de çalışıyoruz. Ben size bugünkü rektörlük seçimiyle ilgili, rek- tör seçimi olmadığına ilişkin bir ömek vermek istiyorum. Mer- sın Üniversitesi'nde rektörlük seçımlen yapıldı. Orada bir mes- lektaşımız, kendisinden sonra gelen adaydan oy dağılımına gö- re üç misli oy alarak birinci oldu. Sistem demokratik bir anla- yış içinde yürütülseydi doğal olarak bu arkadaşımız rektör ata- nırdı. Ama öyle olmadı. Önce altı aday içindeki üç kişiyi YÖK eledi. Sonra, cumhurbaşkanına gidenler arasında en yüksek oyu alan arkadaşımızın adı yoktu. Onun yerine, onun arkasında üçüncü sırada olan, onun oyunun üçte biri oranında oy alan ki- şı rektör olarak atanmıştır. Kültürlü gençler yetigtlrilmeli - Yani rektör atamalarında da mı tercih sistemi işliyor? - Bence de tercihtir. Doğrudan tercih yoluyla atamadır. Bu ne- denle biz, üniversite rektörlennin seçiminde böyle bir yaklaşım içinde olunmasının. demokrasi adına büyük bir yanlış olduğu- nu düşünüyoruz. Demokrasi kültürü üniversitelerde yeşerir. Yann öbür gün, üniversite camiasında demokrasi kültürünü alamamış bir öğrenci, bir öğretim üyesi adayı bu topluma hiz- met sunarken nasıl demokrat olabilir? O nedenle üniversiteler- de öncelikli görev, demokrasinin en özgür biçimde yaşandığı, demokrasi kültürünün yeşerdiği bir ortam yaratılmasıdır. Öğ- rencilere bu hava teneffus ettirilmeli ki gelecekte, meslek ya- şammda o kültürle hareket edebilsinler. O kültürü almamış bir kişinin meslek yaşammda başka türlü davranması mümkün ola- bilecek midir? Yöneticl tek yetfciir - Bu kişiye bağlı yönetim biçimini biraz daha açar mısınız? - Üniversite sayımız, bir vakıf üniversitesinin daha eklenme- siyle 73 oldu. 53 tane devlet, 20 tane de vakıf üniversitesi var. Bu üniversitelerin rektörleri az önce söylediğim yöntemlerle se- çiliyorlar ya da atanıyorlar. Bu yöneticilere baktığımızda YÖK Yasası 'nın kişilere göre uygulandığını görüyoruz. Bazı rektörler var ki bu yasaya karşın çok da demokratik bir yönetim biçimi uygulayabiliyorlar. Ama bazı rektörler var ki ay- nı yasa karşısında kişilıklerinden ve demokrasi kültürlerinden kaynaklanan anlayışlanyla çok da baskıcı bir yöntem uygula- yabiliyorlar. Yani, anti-demokratik yöntemlerle üniversiteyi yö- netebiliyorlar. Yönetim biçimi de buna çok elverişli. Bu, öyle bir yasa ki bü- tün yetkılen yöneticilerde topiamış. Kurumlara yayılması ge- reken yetkiler alınmış, kişilere verilmiş. Çok demokrat olduk- lanna inandığımız bazı kişiler de yönetici olduktan sonra tavır degiştiriyorlar. Çünkü yasa ona her konuda karar alma yetkisi- ni veriyor. Qniversite kurumlan yasaya göre ona sadece istişa- ri anlamda bilgi aktarabilirler. Isterse onlann dediklenni yapar, istemezse de kendi karannı uygular. Dolayısıyla yönetici bu havaya girdikten sonra gerçekten tu- haflaşıyor. Bir arkadaşım bana şöyle bir olay anlatmıştı: Yasanın kendisine verdiği bütün yetkilere karşın bu arkada- şım kurullardaki toplantılarda öğretim üyelerini dinleyip onla- nn ıstekleri doğrultusunda davranma karanndaydı. Ancak sa- atlerce süren toplantılardan sonra, "Rektör bey, biz saatiercetar- Oştık, ama sonuçta en hlsini siz bilirsiniz. tstediğinizi uyguiayın" biçiminde yaklaşımlar alınca da büyük şaşkınhğa düştü. Demin de dediğim gibi üniversitelerde sistemin ürünü olan bir akademik kadro oluştu. Bu, kişiye bağlı. tepeden inmeci bir sistem. Kişiye bağlı olunca da tabandan gelen istekler, öneriler yukanya çıkamıyor. Dolayısıyla da kararlar yukandan aşagıya indiriliyor. Siz ancak yukandan, emir komuta zinciri içinde in- dirilen bir karann karşısında hiçbir savunma, eleştiri hakkınızı kullanamadan bunu kabullenmiş durumda kalıyorsunuz. Işte, bizi bitiren de bu 'Şablonculuk hâkim' - Bu çerçeve içinde bilimsellik, araştırma, hatta öğrenciler- leyakından ilgilenmek nasıl oluyor? - Ögrenci şu anda bu üniversite ortamında ne olduğunu bil- miyor, anlayamıyor. Bu sistem, öğretim üyelerini üniversitele- rine, yaptıklan işe yabancılaşhrmıştır. Çünkü artık o öğretim üyesi üniversıtenın yapı taşlarından birisi olduğunu unutmuş- tur. Kendisine hiçbir şey sorulmamaktadır, herhangi bir düşün- ce istenmemektedır. Size ilginç bir başka noktayı anlatayım. Biz doçentlik içinjü- riler oluştururuz. Bu jürilerde beş tane bilım adamı vardır. Ya- pılan jüri değerlendirmesinin sonucu YÖK'ün verdiği sadece isim yeri boş olan şablonlara imza atılıp gönderilir. Düşünebı- liyor musunuz? Yani bunun anlamı herhaide şu: Beş bilim adamı bir sınav yapıp birjün raporu düzenleyemez anlayışıdır. Şablonculuk artık bu boyutlara ulaşmıştır. Gerçek- ten üniversite yöneticilerinin çok ilginç uygulamalan var. - Bu ilginç uygulamalardan örnekler verir misiniz? - Üniversitelerimizin bazılannda, yakın tarihe kadar üniver- site öğretim üyeleri üzerleri aranarak okula alınmışlardır. Oto- mobilleri aranmıştır. Bu bir güvenlik meselesi olarak sunul- muştur. Bunun arkasından da iç binalara konulan elektronik kontrol sistemlerinden geçirilmişlerdir. Bunlara uymayanjar hakkında da çok kötü sözler söy- lenmiştir. Öğretim üyeleri hakkın- da öylesine geniş kontrol sistem- leri oluşturulmuşturki kimin, ne- rede, ne yaptığı rahatlıkla kontrol altına alınmıştır. Bir üniversite rektörü de fakültelerin bölümleri- ni kapatma yetkisini kendisinde görmüş, bunlan uygulamaya ge- çirmiştir. Bu uygulama o fakülte- lerin öğretim üyelerine hiç danı- şılmadan, hiç sorulmadan yapıl- mıştır. Bu fakültelerin kurullann- dan hiçbir karar çıkartılmamıştır. Sonuçta da böyle tatsız olaylara ulaşıldığını görüyoruz. Üniversite yönetıcileri, üniver- site yönetiminden kopup Anka- ra'dan esen rüzgârlara göre hare- ket etmeyi yeğlemişlerdir. Birçok rektörün davranışı buna göre şe- killenmektedir. Örneğin, Apoola- yından sonra ltalya ve Yunanis- tan'ın tavn nedeniyle üniversite öğretim üyelerinin bu ülkelere git- memeleri bir genelgeyle duyurul- muştur. Ama zaman geçip Yuna- nistan ve Italya'yla aradaki ilişki- ler değişince Yunanistan Dışişle- n Bakanı ünıversıtemızin açılış törenine davet edilmiştir. Daha da ötesi, üniversiteler arasında kardeşlik ilişkileri kurulmayaça- hşılmıştır. Bütün bunlann ötesinde yükseköğretim kurumlann- da, YÖK nedeniyle yaşanan baska darboğazlar var. Bu darbo- ğazlann mutlaka aşılması gerekir. Artık AB kapılanna dayan- mış bir Türkiye'nin bu utanç verici yasadan kendisini kurtar- ması lazımdır. Çağdaş anlamda bir üniversite yasasıyla biz AB adaylığını elde etmiş Türkiye olarak bunu derhal gerçekleştir- meliyiz. - Üniversitelerin en önemlisorunlanndan birinin dekaynak yetmezliği olduğu biliniyor. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nedir? -Evet. Buçokciddibirdurum. Ülkemizde GSMH içinde eği- tim ve öğretime aynlan pay yüzde 3'ün altındadır. Yükseköğ- retime aynlan pay ise yüzde 1 'in altındadır. Bu kadar düşük kaynakJa Anadolu'nun her yanına yayılmış üniversiteleri aynı kefeye koyarak yüceltmek, gerçek anlamda çağdaş bir üniversite eğitimi ve öğrenimi yapmak mümkün de- ğildir. Bu kaynak sorununun çözülmesi lazımdır. Geçenlerde Cumhurbaşkanımız, YÖK Başkanı'na bir öneri- de bulunmuş. "ÖSS sınavını kazanamayan öğrencileri devlet üniversitelerine, vakıf üniversitelerine ödenen ücretleri ödeme- leri suretiyle alalım. Böylece de kaynak sorununu çözeriz" de- miş. Bu yaklaşımı neresinden tutsanız elinizde kalır. Bu yak- laşımla neyin amaçlandığı belli değildır. Bununla kontenjan mı arttınlmaya çahşılmaktadır, yoksa kaynak sorunu mu çözül- mek istenmektedir? Bu öğrenciler sınav kazananlarla aynı sı- nıflarda mı, yoksa farklı sınıflarda mı öğrenim göreceklerdir? Sınav kazanan öğrencilerle aynı sınıfta olurlarsa herhaide eği- tim düzeyi düşecektir. Üniversitede parasal kaynak ağırlık ka- zanıyorsa özveride bulunacak ve dersin düzeyini aşağıya çeke- ceksiniz. Bu epeyce karmaşık bir olay. Bu konuda çok sağlıklı düşünülmesi, çok tartışılması gerekir. Bence bu, üniversitele- rin paralı üniversiteler olmasına yönelik gelişmenin de ilk adı- mını oluşturur. Aynca, öğrenci eğer para ödeyecekse, o zaman kamu üniver- sitesi yerine vakıf üniversitelerini tercih edecektir, diye düşü- nüyorum. Kamu üniversitelennin hali ortada. Vakıf üniversite- sine ödenecek eşitlikte ücretle öğrenci kamu üniversitesi ne gi- recek ve o koşullarda hizmet alıp eğitimini sürdürecekse terci- hi vakıf üniversiteleri yönünde olacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle