24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 TEMMUZ 1999 CUMA HABERLER Tmtm dolandırıcılarma dikkat • ANKARA (ANKA) - TÜRSAB Başkanı Talha Çamaş, turizm sektörünün • içerisinde bulunduğu krizden çıkanlması için TÜRSAŞ ve TÜROB'un ortaklaşa yaptığı 'turizmde çözüm ortaklığV çalışmalan kapsamında, üyelerin de katkılannı alrnak amacıyla bir kampanya başlattıklannı bildirdi Yürütûlen bu çalışmadan yararlanmak isteyen bazı art niyetli kişilerin, otel. acente ve diğer tesis ve işletmeleri dolaşıp, çeşitli kurum, kuruluş ve kişilerin adını vererek 'tanıtıma katkı payı' adı altında para topladıklan duyumunu aldıklannı belirten Çamaş, bu tür dolandıncılıklara itibar edilmemesi konusunda sektörû uyardı. 'Oyuımı geri verf kampanyası ADANA (Cumhuriyet Cüne> İlleri Bürusu) - CHP'nin, "Oyumu Geri Ver" kampanyası başladı. Parti binası ve tnönü Parkı önüne kurulan iki standda kampanyanın başlamasından sonra bir açıklama yapan ll Başkanı E. HakkıOztürk, "18 Nisan secimlerinde düşünmeden oy verenler 5 yıl daha düşünmek zorunda kalacaklannı 3 ay içerisinde gördüler. 57. hükümet icraatlan ıle kaygıtanmızda haklı olduğumuzu gösterdi. Bir zamanlar işçiyi sahaya inmemekle suçlayan Ecevit, şimdi hakkını aramak için meydanlara çıkanlarla adeta alay ediyor, kûçümsüyor. Bu böyle devam edemez, etmemeli" dedi. Amerikan Hastaneler Birliği'ne Tiirk üye • ANKARA (AA) - Ankara'daki Alkan Hastanesi, Amerikan Hastaneler Birliği Şüyeliğine kabul edilen ilk Türk hastanesi oldu. Alkan Hastanesi'nden yapılan açıklamaya göre, ağırlıklı olarak kardiyoloji ve kartiyovaskülercerrahi dallannda faaliyet gösteren Alkan Hastanesi, Amerikan Hastaneler Birliği üyeliğine kabul edildi. Hastanede, kurulduğu günden bu yana geçen bir yıllık süre içinde binin üzerinde açık kalp ameliyatı ve 2000'e yakın kardiyolojik girişim gerçekleştirildiğı belirtilen açıklamada, dünya çapında bir kalp. merkezi olmanın amaçlandığı kaydedildi. Alacak meselesi kaniı bitti • DİYARBAKIR (Cumhuriyet) - Diyarbakır'ın Bismil ilçesi Tepe beldesinde Çelebi ailesinin bireyleri arasında yaşanan borç tartışması kanlı bitti. Alacak yüzûnden amcasının çocuklanyla tartışan Mahmut Çelebi. Tahir ve Ali Çelebi'yi tabancayla vurarak öldürdü. Mahmut Çelebi ise kaçmayı başardı. Yetkililer, olayla ilgili soruşturmaya başlandığını belirterek. Tepe beldesinde geniş güvenlik önlemi alındığmı söylediler. Muş'ta hain saldHM • MUŞ(AA)-Muş'un Bulanık ilçesi yakınlanndaki Alparslan 1 baraj inşaatinda devriye görevi yapan askeri araca teröristler tarafından ateş açılması sonucu Jandarma Er Hilmi Çağlar şehit oldu, " bir asteğmen ile altı jandarma er yaralandı. Köktendinci tarikat ve vakıflara yükseköğretimin bırakılması ortaçağ karanlığına sürüklenmektir ' Yükseköğretim özefleştirilm< DEMtRTAŞCEYHUN -6- 1982 Anayasası'nın "kâr amaa gütme- mek koşulu ile vataflara" da yükseköğretim kunımu kurma hakkı veren 130. maddesi- nin ikinci fıkrası ıle, gene aynı anayasanm 174. maddesinde özel koruma altına alma- rak bir anlamda "anayasanın tamamlayıcı parçası" haline getirilmiş olan. 1924 yılın- da medreseleri bile vakıflann efinden alarak devletteştirmiş Tevhid-i Tedrisat yasası ara- sında gerçekten hiç çelişkı yok mudur aca- ba? Gene, anayasanın 174. maddesi. ger- çekten bu yasalan da bir anlamda, amaçla- n nedeniyle anayasanın maddeleri haline getirmemekte midir acaba? Yani, bu yasa- lara aykınlık da bu maddeye göre anayasa- ya aykınlık olarak yorumlanıp değerlendi- rilebilecek midir, değerlendirilemeyecek midir? Bir hukukçu olmadığım için, bu so- rulann yanıtlannı öylesine merak ediyorum ki dogrusu... Bu sanal üniversitelerde bari billmsel özerttlik olabillr ml? 1982 Anayasası, özerklik kavTamını, dev- let ûniversiteleri için de salt "biHmselözerk- lik'' şeklinde sınırlandırarak kullanmakta- dır bılindiği gibi. Ögretim üyelerinin vakıf yöneticilerince özel ölçütlere göre belirlendiği, rektörünün, dekanlannın, genel sekreterinin, müdürleri- nin. memurlannın vakıf mütevelli heyetin- ce seçilip atandığı. görevden ahndıgı, büt- çesi de bütünüyle vakıf muhasebecilerince yönetilen bu sanal üniversitelerde bir yönet- sel ve mali özerklikten söz edebilmek elbet- teolanaksızdırzaten. Doğrusu, bugün YÖK yüzûnden devlet üniversitelerinde gerçek anlamda bir bilimsel özerkliğin olabileceği- ni söyleyebilmek de oldukça zordur kuşku- suz. Ancak bir devlet üniversitesinde bilim- sel özerkliği üstüne tıtizlenecek bir profesö- re verilecek en büyük ceza da galiba bir baş- ka uzak köşedeki küçük devlet üniversitesi- ne sürülmektir olsa olsa... Ama diyelim, dinsel amaçlı bir vakıfça kurulmamış herhangi bir sanal üniversitede, bir ögretim üyesine, 2547 sayıh Yükseköğ- retim Yasası 'nm 33. maddesine göre araştır- ma ve incelemelerde bulunmak üzere "yol- luklan dahD her çesit sosyal ve diğer gider- leri ünhersitece karşüanacak" şekılde. hiç olmazsa bir yıllığına ızüı venlebileceğini ya da gene aynı yasanın 39. maddesınin 1997 yılındaeklenmış son fıkrasına göre, diyelim "Türk cumhuriyetlerinden birindcn resmi davet almış" bir ögretim üyesinin "bütün özlük haklan sakh kalmak koşuhıyla" üç yı- la kadar izinli sayılabileceğini ise düşünmek bile, olsa olsa bir ütopyadır galiba. Çünkü, bu ögretim üyeleri, bu sanal üniversitelere sadece ve sadece, okula çok yüksek ücret- ler ödeyen öğrencilerin eğitimini bir saniye bile aksatmadan sürdürmeleri için böyle binlerce dolar aylıklarla devlet üniversitele- nnden transfer edilmişlerdir, hiç kuşku yok ki... Yeni bir bilimsel araştırma yapmak is- teyen ögretim üyesine ise eminiz hemen devlet üniversitelerinin kapısı gösterilse ge- rektir. Tarikatlara bağlı vakıflarca kurulmuş sanal üniversitelerde de ola ki ortaçağda ka- lemeahnmış Sünni-Hanefı doğrultudaki ki- mi elyazması kaynaklan da görmeleri için Kahire'ye fılan birileri gönderilmiştir... Kısacası, bu sanal üniversiteler için ayn- casız tek sorun. hiç kuşku yok ki öğrend sa- yısıdır. Nitekim bu amaçla, dinsel vakıflar. tarikat paralanyla bol keseden burs dağıta- rak kurduklan sanal üniversitelerin öğrencı sayısmı artnrmaya çalışırlarken öteki vakıf- larda medya ile organik bağlar kurarak, üni- versitelerinin ne bulunmazbir Bursa knma- şıolduğukonusunda yoğun reldam kampan- yalan düzenlemektedirler. Kimi bilmem hangi Amerikan üniversitesinin Türkiye şu- besi olduğunu öne sürmekte, kimi bilmem gene hangi Amerikan üniversitesinden bil- mem kaç ton kitap getirttiği haberini gaze- telere uçurtmaktadır. Şayet bir skandal ol- mamışsa, devlet üniversiteleriyle ilgili tür- ban konusu dışında tek satır haber çıkmaz- ken, gerçekten de büyük gazetelerimizde ki- mi holdinglerin kurduğu sanal üniversiteler üzerine ardı ardına köşe yazılan çıkmakta, çarşaf çarşaf röportajlar yayımlanmaktadır. Bu sanal üniversitelerin tnternet bürolan oluşturduklan. bütün öğrencilere laptop(di- züstü bilgisayarian) verileceğı, üstelik bun- lann her yıl yenıleneceği duyurulmaktadır altı çizili satırlarla. Ancak, burada hemen şunu da belirtme- liyiz ki öğrenci sayısmı arttırmak amacıyla bu sanal üniversitelerin giriştikleri propa- ganda kampanyalan ne yazık ki yakın bir ge- • Devlet pijama yapmaz diyerek Sümerbank fabrikalannı arsa fiyatına satan politikacılanmız şimdi de devletin yükseköğrenimden elini çekmesini istiyor. lecekte bütün üniversite eğitimimizi toptan yozlaştıracak olumsuz gelişmelere de neden olmaktadır, gördüğümüz kadanyla. Ömeğin, bu sanal üniversitelerden kimi- leri, daha şimdiden dinsel değerlere sahip çı- kan bir eğitim verdikleri propagandasını açık açık yaparak tutucu çevrelerin çocuk- lannı kendilerine çekmeye çalışırlarken, ki- mileri de laik kesimin çocuklannı çekebil- mek için çağdaş, hatta solcu üniversiteler olduklan propagandasını yaygınlaştırmak- tadıriar çeşitli yöntemlerle. Öyle ki lstanbul Bilgi Cniversitesi'nde görevli bir profesör, birkaç ay önceki bir gö- rüşmemizde. kendilerinin gerçek bir ilerici, Kemalist ve solcu üniversite olduklannı ta- nıtlayabilmek için "örneğin Prof. Nevzat YaJcıntaş'ın üniversitelerinde dersveremeye- ceğini" göğsünü gere gere söylemekte her- hangi bir bilimsel sakınca görmemiştir. tl- ginçtir, daha düne kadar görüşlerinden do- layı türlü zorluklarla karşılasan profesörle- rin solculuklan, bugün imaj nedeniyle kimi sanal üniversiteler tarafından büyük para- larla transfer edilmelerinin temel nedeni ol- muştur. Orneğin, Prof. Haül Berktay'm Bo- ğaziçi Üniversitesi'nden Sabancı Üniversi- tesi'ne transferinin büyük gazetelerimizde haber olarak çıkması, bizce hiç kuşku yok araştnnaroerkezteri.çok pahalı yaönmlar- dır". dolayısıyla "özel sektörün gerçek an- lamda bir üniversite yaünmının yükünü ta- şryabtlmesi tarOşılır'" bir konudur. Aynca unutuhnamalıdır kı yapılacak yatınmın geT- çek anlamda bir üniversite nıteliğine kavu- şabilmesi için de nice yıllann bırikimi bir de- neyim zengüüiginin sağlanmasını beklemek gerektir. Sanal üniversiteler ise güçlerini bildikle- rinden, bu açddannı, ya deneyimli devlet üniversitelerinin parlak ögretim üyelerini parlak ücretlerle transfer ederek ya da ken- dilerine, üniversite eğitimini yozlaştırmak pahasına yeni imajlar verdirterek kapatabil- menin yollannı aramaktadırlar. Ne var ki daha çoğu ilk mezunlannı bile vermemişken, bu sanal üniversiteler, bu yöntemlere ve onca devlet desteğine karşın, bekledıklen "minimum yatınmla maksi- mum kân" elde edebileceklennden artık umuüannı yavaş yavaş kesmeye başlamış olmalılar ki şimdi de bir yandan gene dev- let bütcesinden daha büyük parçalar kopa- rabilmenin yollannı ararlarken, öte yandan da tıpkı Petlas vb. devlet kurumlannın özel- leştirilmelerinde olduğu gibi yok pahasına kapatacaklanndan kuşku duymadıklan de- neyimli devlet üniversitelerine göz dikmiş- MMKİFİ ki bu nedenle olsa gerektir. Yani, vakıflarca kurulan bu sanal üniver- siteler, daha üniversite bile olamamışlarken, şimdiden sağcı solcu diye hızla kamplaşma- ya başlamışlardır ne yazık ki... Çağdışı yak- İaşımla bir de siyasal anlamda kamplaşmış bu kurumlarda ise bilimsel özerklik kavra- mından söz edebilmek bile olanaksızdır el- bette. Sıra jlmdl de devlet ünlversi- teierinde ml? tlginçtir, tıpkı "Şu mektepleroimasa ma- arifı ne güzel idare ederdim" diyen II. Ab- düflumid'in MaanfNazın Haşim Paşaman- tığıyla bugün de devletin nesi var nesi yok hepsini satıp özelleştirirlerse ülkeyi daha iyi yöneteceklerine inanan siyasilerimiz, gali- ba 1982 Anayasasfm değiştirirken onca sözcük oyununu da salt özel sektöre yüksek eğitim ticaretini yeniden sağlamak amacıy- la yapmamışlar; asıl amaçlan devlet üniver- sitelerini nasıl özelleştireceklerini düşüne- rek daha o günden kılıf hazırlamakmış me- ğer. Çünkü, Izmir Ûniversiteleri Oğretim Elemanlan Derneği Başkanı Prof. Hamza Buhrt'un 12 Şubat 1998 günlü Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazısında belirttiğı gibi, bizce de "kapitalist ekonominin ild temel ayağmdan biri maksimum kazanç,öteldsi de minimum maliyettir'". oysa "üniversite ve lerdır, anlaşıldığı kadanyla. Hani Bo|aziçi L niversitesi, tTÜ, ODTÜ, tstanbul C nivçratesi (hiç olmazsa yansı) Mi- mar Sinan Üniversitesi, Marmara Ünrversi- tesL Ankara L nrversitesi'n ın Shasal Bilgiler, Hukuk ve Dü ve Tarih Coğrafya gibi fakül- teleri. Hacettepe Üniversitesi gibi kimi ünlü üniversitelerin vakıf kisvesı altında, yok pa- hasına kapatılarak özelleştirilmeleri halinde, bu eğitim ticaretinden ne büyük kazançlar elde edilebileceği düşünülünce, bu tüccar- lara hak vermemek de galiba elde degıldir doğrusu. Nitekim, 2 Haziran 1999 günlü Hürriyet gazetesinde çıkan ZeynepGüven'in "YolAy- nmında Bir Okul" başlıklı yazısmdan öğ- rendiğimize göre, politikacılarımızın, yük- seköğretimin de bir an önce özelleştirihne- si için, yasalara vakıf üniversitelerine de devlet bütcesinden bol keseden yardım ya- pılmasına olanak veren maddeler ekleyerek ilk sanal üniversitelerin açılmasını sağladık- lan yı1larda, 1992'de, meğer Boğaziçi Cni- versitesi'nde de "20 ögretim üyesinden du- şan Stratejik Plan Komisyonun adıyla bir kurul kurulup, üniversitenin nasıl özelleşti- rilebileceğinin yollan aranmaya başlanıl- mıştır. Rektör yardımcısı Prof. Hamit Rşek'in verdiği bilgilere göre de bu adı şatafatlı ku- rul, üniversitenin sorunlan aşabilmesi için, "vakuTaşmayı" da bir çözüm olarak öner- mektedir. Ancak Sayın Rektör Yardımcı- sı'nın Zeynep Güven'e, "Biz gerçek anlam- da bir vakıfüniversitesi ofanayı tarBşıvoruz" demesine bakılırsa, bu öneri, galiba çoktan benimsenmiştir. Dolayısıyla Boğaziçi Üni- veratesi'ni de önce BOkent'leştirerek vakıf üniversitesi şeklinde özelleştirecek bir yasa tasansı bugünlerde Meclıs gündemine geti- rilirse, sanınz şaşırmamak gerektir. Nitekim, gene Zeynep Güven'in yazısın- dan öğrendiğimize göre üniversite öğrenci- leri de çıkardıklan Dönüşüm adlı gazetede "OzeHeştirmezaten bugünden yanna dmaz. OzeBeştirme başladı bile. Yemekhane özel- leştirildi, > urüar özeUeştirüdi. l zun vadede okul da özeUeştirikcek. Vakıf modeliyle bu- nun alryapısı hazırlanıyor" demektedırler. Kimılerine göre hatta alınacak ücret bile be- lirlenmıştır. Şimdıhk, öğrencilerden 3 bin 500 dolar istenecektir, yıllık ücret olarak. Bugün bütün öğrencilerin üniversite giriş sı- navlannda ilk sırada yazdıklan, Türkiye'nin en gözde üniversitesi olduğu düşünülürse, Boğaziçi Üniversitesi'nin özelleştirilmesi- nin, yıllık 3 bin 500 dolarhk ücretle bile ne büyük bir kazanç kapısı olduğunu görme- mek olanaksızdır elbette. Kuşkusuz, sıra şimdi de öteki ünlü devlet üniversitelerinde, örneğin ODTÜ'de, iTÜ'de, Marmara'da, Gazi'de, Mimar Si- nan'da vb.'lerdedir mutlaka. Ancak anlayamadığımız bir nokta. Özel- leştirme Idaresi Başkanbğı devlet üniversi- telerinin özelleştirilmesiyle, gerçekten ni- çin ilgilenmemektedir acaba? Oysa, devlet üniversiteleri de böyle vakıf oyunlanyla özelleştirilerek görültüye getirilmek yerine, öteki KlT'ler gibi OzeHeştirme ldaresi'nce haraç mezat saülsa, eminiz, politikacılanmı- za gönüllerince harcayabilecekleri çok önemli yeni bir kaynak sağlanacaktır. Ay- nca bizce bu üniversitelerin de tek bir birim olarak özelleştirilmeleri yerine, tıpkı TEK, SEK, PTT, Sümerbank, Etibank vb. büyük KlT'ler gibi parçalanarak satılmastnda bü- yük yarar vardır ye de bu parçalama, Boğa- ziçi Üniversitesi'nde olduğu gibi, kesinlik- le ticaretten anlamayan üniversite yönetici- si profesörlerin eline bırakılmamalıdır. Çanlar çalıyor beylerl.. Unutmayalım ki bir ülkenin insanının eği- tim sorunu da en az savunma sanayii kadar stratejik bir konudur. Oysa, özellikle yüksek eğitim konusunda, 1980'lerden bu yana ül- kede tam bir politikasızlık, bir başıboşluk egemendir. Örneğin, 15 Temmuz 1999 günlü Hürri- yet gazetesinden öğrendiğimize göre devle- tin bir kesimi, yükseköğretimin de özelleş- tirilmesini teşvik etmek amacıyla, diyelim Koç Cniversitesi'ne Bdgrad Ormanı'nda 193 bektaıiık, Sabana Cnh ersitesi'ne Kurt- köy'de 1 mihon 360 bin metrekarelik. Işık Üniversitesi''ne Şile ormanlannda, Baü Üni- \trsitesi'ne Çatalca'da 1300 dönümiük, Mal- tepe ÜnKersitesi"ne Bu\Tİkbakkalköy"de700 dönümiük, Yeditepe Ünhersitesf ne de Ka- \işdağı"nda 100 dönümiük yer tahsis eder vna inşaat izni verirken, de\ letın bir başka kesimi. Damştay fdari Da\a DaireleriGenel Kurulu da Orman Mühendisleri Odası'mn baş-vurusunu haklı görerek Koç tnrversite- si'ne >apılan tahsisi iptal etmiştir. Salt bu ör- nek bile eğitim konusundakı başıboşluğu ve oynanan oyunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. "Devtet pijama yapmaz" diyerek Sümer- bank fabrikalannı arsa fiyatına satıp birçok kişinin işsiz kalmasına neden olan, 1974 Kıbns savaşı sırasında ortaya çıkan savaş uçaklannın lastik sorununu çözmek için, stratejik önemi nedeniyle yapılabilirlik ve verimlilik hesaplan dikkate alınmadan Ana- dolu'nunortasına kurulan Petlas'ı "kârlıde- P " diyerek yok pahasına bir holdinge dev- reden politikacılanmız, ne yazık ki şimdi de önünü ardım fazla düşünmeden devletin yükseköğretimden de elini çekmesine çalış- maktadırlar sanki. Eyyy!.. 1960'larda bir kez daha oynanan, yükseköğrenimin özelleştirilmesi oyununa "Özel Yüksekokullara Hayır!" diyerek son veren 68'ligençler!.. Eyyyy!.. Sivilyadaaskeryadamemur... Uygar topiıun örgütü üyeleri!.. Bir kez daha sesleniyorum sizlere!.. Yük- seköğretimin, özelleştirihne kisvesi altında, köktendinci tarikat vakıflanna bırakıhnası bu toplumu ortaçağ karanlığına sürüklemek demektir. "Yükseköğretimin özeUeştirflmesine ha- yır!'' diye bir kez daha hep birlikte bağıralım. Haydin!.. ÜTTÎ BÎRBAKIMA SERVER TANİLLİ Bip Güniin İçinden Türkiye gazetelerinden günübirlik Milliyet ve Hürriyet'm Avrupa baskılannı okurum. Üç-dört gün arayla da, gazetemiz yönetiminin -lütfedip- yolladığı Cumhuriyet'] izlerim. Çarşamba gün- leri de yazı günümdür. Perşembe sabahı faks- la gönderdiğim yazımın öğleye doğru provası gelir; hemen düzeltir, iade ederim. Cuma da okur önüne çıkar. Bu yazımda, 28 Temmuz günlü Milliyet ve Hürriyet'ten -kendime göre- bir haber seçkisi sunacağım; beraberinde de kendi düşüncele- rimi ekleyeceğim. Bir de böylesini deneyelim bu sıcak günler- de... • Iran'la ilişkilerimiz malûm. Içerde paçası a- kışan Mollalar, halkın dikkatini başka yönlere çekmek için, hır çıkarmanın arkasında. İçinde debelendikleri bataklık kurutuluncaya kadar, bu böyle sürecek. Yunanistan'la ilişkilerimiz de sorunlaria dolu. Atatürk le Venizelos'un kur- duklan barışın arkasından gelip durduğumuz nokta, hiç de iç açıcı degil. Ne var ki, düzelmenin pınltılan da görülüyor. Bunlardan birine'bakıpM////yef, "Atina tabu- lan yıkıyor" diye başlık atmtş. Olay da şu: Yu- nanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, bugüne değin yok sayılan Batı Trakya Türkle- rinin "Türk" olarak tanımlanabileceğini söyle- miş. Hürriyet de, "Bravo Yorgos!" diye başlık atmış. Bir pınltı bu. Ha gayret! • Milliyette bir başlık: "Havuzda yok olduk!" Altında daaçıklaması: "Avrupa YüzmeŞam- piyonası'nda art arda şampiyona rekorian kı- nlıyor. Ülkeler art arda altın madalyaya uzanı- yor. Hiçbirbaşan gösteremeyen Türkyüzücü- ler ise rakiplerini seyretmekle yetiniyor." Spordaki genel politikamızın sonuçlanndan biridir bu. Ama o politika, bütün öteki yurt so- runlan için iziediğimiz politikanın dışında ola- bilir mi? Türkiye uyandıkça sporu da rayına oturacak. • Bu uyanışın ilk menzili, bağımsız bir toplum- da, ekonomisiyle, hukukuyla, kısacası her şe- yiyle çağdaş bir düzen kurmanın bilincine sa- hip olmaktır. Ancak, yabancı sermaye gelsin de ne olursa olsun derseniz, nereye vanr bağım- sızlığınız ve ekonominizin dirilişi? Daha temkinli yürüyemez miyiz? Ama anayasasından başlayarak hukuk dev- letini kurmada doludizgin gidebilirsiniz. Her adım yüzünüzü ağartacaktır çünkü. Hürriyet, başlık atmış: "Işkenceye 8 yıl ha- pis!" Altında da aynntısı: "Hükümet, işkence yapanlara 8 yıl ağır hapis öngören bir yasa ta- sansjnı TBMM'ye sevketti. TCK'nin ilgili mad- desini değiştiren tasan benimsenirse cezalan artacak, işkencecilermemuriuktan da atılacak. Işkenceyi gizleyen doktoriara da 8 yıla kadar hapis verilecek." Gecikmeden yapınız bu reformu, ama uygu- layınız da! Hüm'yet'te bir başka anlamlı başlık: "Hapis- teki gazeteci sayısı Abdülhamit döneminden çok!" Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, 55'in üzerinde gazetecinin hapiste olduğunu ya da hapis cezası aldığını belirterek, "Tüm baskı dö- nemlerinde bile bu kadar hapse atılan gazete- ci yok" demiş. Doğru da söylemiş. Bunu gider- mek üzere, kimi hükümet üyelerine bir "aftas- lağı" sunulmuş durumda. Zaten hükümet, bir pişmanlık ve af yasa tasansı üzerinde çalışma- lannı -son süratle- sürdürüyor. Dileriz sadece "kader kurbanlan"nı değil, bütün "fikirsuçlu- lan"n\ lâyıkıyla kapsasın çıkanlacak kanun. Kalemin ve kelâmın özgüriüğüne kıymayalım! • Milliyet'te "Doğulu kadının 'analık' trajedisi" başlığı altında, çocuk yapmayan kadının hor görüldüğü Doğu ve Güneydogu Anadolu'da, kadınlann hamile kalmak için başvurduklan ge- leneksel yöntemlersıralanıyor. Neleryok ki için- de! Insanın nutku tutuluyor. Kısırlığın sadece kadından kaynaklandığına inanılan, erkeklerin- se hiçbir çabada bulunmadığı sorunu çöze- cek, olsa olsa tıp, ama gelin de anlatın! Doğrudan doğruya kültür düzeyiyle ilgili bir konu. Onu sağlayabilmiş değiliz. Köy Enstitü- leri deneyimi sürseydi, dallanıp budaklansa ve bütün yurt düzeyini çiçeklendirseydi, bu so- run, en azından bugünkü ilkelliğini sürdürüyor olabilir miydi? Ne dersiniz sevgili okuriar? IRMIK /AYDIN ENGİN aengin(g doruk.nettr. Akdeniz yazı bu. Temmuz, ağustosa devrilmek üzere. Yaşama tat veren küçük keyiflerin, yılın öteki mevsimlerine göre, bir- birine daha sık eklemlendiği günler. Bir dilim Manyas peyniri, bir iri ve hor- monsuz domates, bardağı buğulanmtş bir duble buzlu rakı... Kravat, ceket, ütülü pantolon, boyalı ayakkabılann cenderesinde geçmiş bir kı- şın, hatta bahann ardından, sırtında bol bir fanila, kıçında rahat bir şort, ayaklannda şı- pıdık plastik terlikler... Bahçede hortumla oynayan veletlerin yanına bile bile yanaşır; çaktırmadan oyunlanna ortak olur; belli etmeden on- lan kışkırtıp, hortumu üstüne tutturursun. Minnacık bir özgürtük soluğudur. Kimse sana "Ne bu halin? Sırılsıklam olmuş- sun"demeyecektir. Kışın "suç" olan şim- di keyiftir. Gecedir. Belki de dolunaydır. (Ömeğin bugün çarşamba ve dolunay.) Akşamüstü- nün imbatından artakalmış bir esinti, seıin öpücükler kondurur omuz başlanna. Ge- ce yansıdır ve üstünde hâlâ deniz kokan bir şortla, adını bilmediğin, merak da etmedi- ğin bir beyaz şarabı yudumlamaktasındır. Susurluk'ta Bir Yaz Günü Bu gazetenin okuyuculannın epey bü- yük bir kesiminin de benzer duygulanım- larda gezindiğini düşünürsün. Bir tatil köyünde, bir kıyı kampında, al- çakgönüllü ama sevimli bir yazlıkta, Sa- matya'da, Beşiktaş'ta, Salacak'ta bir çay bahçesinde, ızmir Kardonboyu'nda bir meyhanede, Pasaport Iskelesi'nde bir kah- vede, Antalya limanında bir seyyar don- durmacının önünde, Denizli'de kucağında bir avuç kabak çekirdeği ile bir açık hava sinemasının tahta iskemlesinde, Susur- luk'ta dereboyuna serilmiş bir hasınn üs- tünde... Susurluk'ta? Susurtuk'ta mı dedin? Nerden geldin ku- zum şimdi Susurluk'a? Susurluk da nereden çıktı şimdi? Yazı kendiliğinden akıp seni Anadolu'da gezdirirken yolun niye düştü Susurluk'a? Denizli, Antalya, Beşiktaş, Izmir derken pek keyifliydin de, Susurluk yazdığında beyninin kıvnmlanna niye birdenbire ince, uzun bir iğne saplandı? Niye dişçi koltu- ğunda gibi acıyla kasıldın birden? N'oldu baştan çıkancı Akdeniz yazının taşıdığı o uçan düşüncelere? Sana demediler mi, "Bu yaz günlerin- de okuyucu ağır, kasvetli yazılara bir göz atar ve okumadan geçer. Daha yumu- şak, daha uçucu tırmıkla" diye öğütle- mediler mi? Nereye gidecek şimdi bu yazı? • • • 24 Ocak 1980 - 24 Temmuz 1999. İki ta- rih, iki dönemeç. 24 Ocak 1980'di. Türkiye 5 cent'e muh- taçtı. Borç gırtlağa dayanmıştı ve borç ve- ren yoktu. Demirel başbakandı. Turgut Özal diye bir adam ekonominin dizginlerini ele aldı. Yorgun ve yoksul beygiri acımasızca kam- çılayıp dörtnala kaldırdı. Bastı kamçıyı, "Sorç ödeyeceğiz. Döviz lazım. Koş ve dö- viz sağla!" diye böğürdü. Adına "ihracata dayalı iktisadi büyüme modeli" dendi. Üretimi arttırmaya, yatınm- laryapmaya kesin bir "dur" buynjğu çekil- di. Üretileni yok pahasına da olsa ihraç edip döviz sağlama tek ekonomik hedef oldu. Işçinin, memurun, çalışanın boğazından kesildi ve haraç mezat dövize çevrildi. "Zor" reçeteydi. "Zorba" birdestekge- rekti: 12 Eylül darbesiyle faşizme başvurul- du. Para bu. Üstelik mark, dolar cinsinden para. Faşizmin daniskasını kursan nafile. Nitekim faşizmin daniskası kuruldu, gene de kâr etmedi, döviz yetmedi. Ağırlıklı olarak Isviçre - Lüksemburg ban- kalarında yuvalanmış "kapkara para"ya davetiye çıkanldı. Uyuşturucu, sigara, si- lah, altın kaçakçılanyla pazarlığa oturuldu. Adına "ihracatı teşvik ve ihracatta vergi ia- desi paketi" dendi. Kapılar ardına kadar kara paraya açıldı. Açılan kapıdan kara paracılar, eroin ta- cirleri, mafya babaları, pasaport yerine "işadamı" yazan kartvizitleriyle girdiler. "Vatan için" kurşun atan, kurşun sıkan, kurşun satan, kurşun yapan, kurşunlayan alçaklann günü doğdu. Susurluk bir kez daha doğdu! •** Temmuz 1999'dur. Türkiye 5 cent'e muhtaçtır. Borç gırtlağa dayanmıştır ve ne içte, ne dışta borç bulunamamaktadır. Me- murayüzde 20 zam dayatılmıştır. Deliği ka- pamak için SSK'nin boğazı sıkılmaktadır. Yetmemektedir. Vergi Yasası'nı kendi elleriyle boğup yurt- dışındaki "bıyıklı dolariar"a davetiye çıka- nlmıştır. "Vefer ki döviz getir. Asla nereden buldun diye sorvlmayacaktır" denmiş, ye- min billah edilmiştir. Borsa vurgunlan ver- giden kurtanlmıştır. Tahkim Yasası ile hu- kuk denetimi kaldınlmıştır. Anayasaya, OzeHeştirme "ara başlığı" eklenip kamu mülkünü haraç mezatlayıp üç kuruş daha döviz sağlayıp, "yeniden dış borç alabil- mek için" borç faizi ödeyebilme olanağı aranmaktadır. Susurluk'a bir kez daha gün doğmuştur. ••• Akdeniz yazı boğucudur. Güneş kavurur. Gece yaprak kımıldamaz. Deniz irin gibidir. Rakı ılıktır, peynir tuza kesmiştir ve do- matesin tadı yoktur. Boğulursun!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle