28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2-IOCAK 1999 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 UYCARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCt 'Sipariş' üzerine hazırlanan ÇED raporlan 'işverenin beklentilerine' de bağımlı oluyor Fırtıııa Vadisfnde 4 ÇED' ve kültürR z e nin Çamlıhemşin ilçe- sinceki Fırtına Vadisi'nde yapı- mıra başlanan Dilek-Güroluk Hkta&ktrik Santrah'yla (HES) ilgi ı taiışma^ar, ülkemizdeki 'ÇED nevzuannın' ne denli hu- kuk dışı olduğunu belgelerken bu me\zuata yön veren resmi ÇE D anlayışının da ne denli 'çev- rekütürii yoksunıT bir duyarsız- lık taşıdıgını sergılemış oldu. Çinkü, HES inşaatım yükle- nen 'şirket' tarafmdan, bir baş- ka özel 'şirkete' sipariş edilerek hazırlatılan ÇED raporu, Fırtına Vadisi havzasındaki doğal ve kül- türel mirasm korunmasıyla elde edilecek 'uygarfak değeri' yerine, bu mirası tahrip etme pahasına üretılecek enerjinın 'ekonomik değerinT gözeten bir yaklaşımın izlerini taşıyor. O kadar ki -aslında hiç de 'üze- rine vazife' olmadığı halde- ör- neğin; 'devlet harcamalanna ek yük getirmeyecek', 'işletme aşa- masmda yaklaşık 30 kisiye iş im- kânıyaraalacak' vb. gibi 'propa- ganda' tıpı söylemlerle de sanki bir ÇE D raporu yerine temel at- ma törenlerindeki siyasal konuş- malan' çağnştıran ifadelere bi- le yer verilebıliyor. Fırtına Vadisi'ndeki HES gi- rişimine ait ÇED raporunda göz- lenen bu durum, aslında ilk ve son örnek de değil. 2872 sayılı Çevre Yasası, da- ha yürûrlüğe girerken 'amaç' maddesine eklenen: 'çevrenin ancak ekonornik kalkınma he- deflerine uygun olarak koruna- bfleceği' şeklindeki hüküm, bu tür 'gödümlü' ÇED raporlanyla Türkiye'nin 'kandınlacağını' da- ha yönetmelik büe çıkmadan san- ki haber vermişti. Nitekim, yasadakı bu 'önleıne' rağmen ancak uzun hazırlık yıl- lanndan sonra yürürlüğe giren yönetmelik de ÇED raporlannın gerektiğinde 'çevreyi daha de- ğerü bularak yaOnmı sorgula- mak' yerine, yatınmı 'endeğer- H' bularak çevreden verilecek 'ödünleri' belirlemeye dönük ha- zırlanması sürecini başlattı. Böy- lesi bir anlayışın ürünü olarak da 'yer seçimini meşrulaştınnak' ve yatınmcının ya da girişimin 'kal- kınmaya olan katkısını savun- mak' dışında hemen hiçbir mis- yonu olmayan çok sayıda ÇED raporu ortaya çıktı... Temel yanlışlıklar Şimdı. Parmaş AŞadlı birözel 'araşnrma ve mühendislik şirke- ti'tarafindan Fırtına Vadisi'nde- ki HES inşaatım yüklenen 'BME AŞ'ye sipariş karşılığında hazır- lanan raporda da karşımıza şu temel sorunlar çıkıyor. 1- Bu tür raporlann. yatınm- cıyla doğrudan 'profesvonel iliş- kfler' içine giren özel firmalar- ca hazırlanması, ulusal ve evren- sel çevre çıkarlanmn kamu adı- na savunulması ve korunması yerine 'işverenin beklentflerinin' gözetilmesi sonucunu yaratıyor. ÇED mevzuatımız bu niteliğiy- le, Nasreddin Hoca'nın ünlü 'pa- rayı veren düdüğü çalar' deyi- şinden bile habersiz görünüyor... 2- Çevrenin korunabilmesi açı- sından en önemli ve temel karar 'yer seçiminin beUrknmesi' iken ÇED raporlan bu seçim 'kesin- leştikten sonra' hazırlanıyor. An- laşılan yine ÇED mevzuatının müellifleri. bu kuralı benimser- lerken de 'ab alan Csküdar'ı ge- çer' atasözümüzün değeri ni hâ- • Trabzon Koruma Kurulu'nun SlT karannda Fırtına Vadisi'ndeki özgün köy ve köyaltı yerleşmeleri 'kültürel miras' olarak tanımlanırken HES inşaatım yüklenen şirketin özel bir firmaya hazırlattığı ÇED raporunda aynı yerleşmelerden 'en belirgin özellikleri çok düşük bir nüfus yoğunluğu' şeklinde söz ediliyor. Bu iki yaklaşımdan hangisinin Fırtına Vadisi'ne 'saygılı' olduğu yönündeki karan vermek ise Türkiye'nin bir çevre sorunu değil, artık bir 'onur sorunu' haline geldi... Fırüna Vadisi'ndeki gekneksel Karadeniz evleri ÇED raporuna göre 'çevre değeri1 sayümıyor... tnsanemeğİNC doğa arasındaki dostluk bağlan, korunması ge- rekii küJtüriin ilk adımlanru oluştumyor. lâ kavrayamamış durumdalar... 3- Bu iki aymazlığa ek olarak özellikle Türkiye gibi bir 'uy- garhklarülkesinde' ÇED rapor- lan nın hazırlanışı sürecinde göz önûne alınması gereken 'küttü- rel çevre' kavramı ise mevzuat- ta ve uygulamada hemen hiç yok. Bu topraklarda yaşamış ve ya- şayan insanlann tarihsel derinlik içinde Anadolu'yu 'ülke' yapan kültûr birikimlen, resmi ÇED sûrecinin ve bu sürece 'iş yapan' ÇED raporculannın umurlann- da değil. (Nitekim bu nederüe 'ÇED pazannı' ellerinde tutan fırmalann araştııma ekipleri ara- sında örneğin mimar. sanat tarih- çisi, arkeolog, toplumbilimci, antropolog, şehirci vb. gibi uz- manlara hemen hiç rastlanmaz- ken antma tesislerinin mekani- ği üzerinde eğitım yapan çevre mühendıslerinin genellikle başı çekmesi de aynı umursamazlı- ğın birgöstergesi...) 'Ülkeye yabancT raporiar tşte böylesi bir anlayışın ege- menliğı altında, söz gelimi Ça- nakkale Boğaa'na kurulmak is- tenen 'köprû' için önceki yıllar- da hazırlanmış bir ÇED raporu, boğazın 'en dar yeri' olduğunu 'keşfederek' tarihi Çimcnlik ve Kilitbahir kalelerini altına alan bir güzergâhın Gelibolu Tarihi Milli Parkı'nı da tehdit etmesi- ni nasıl 'değerlendirme dışında' tutabilıyorsa, benzer şekilde şim- di Fırûna Vadisi'nı 'inceleyen'(!) ÇED raporu da HES havzasın- da kalan kültürel mirasın doğay- la uyum içinde yaratılan 'bütün- leşikzenginliğiıu" gözardı ediyor. Zaten, çevre mevzuatımızda- ki bu 'ülkeyeyabancT duyarsız- lık yüzündendir ki tarih ve doğa- nın bir bütün olarak korunması alanında ortaya çıkan boşluğu Çevre Bakanlığı yerine Kültür Bakanlığı doldurmaya çalışıyor. Türkiye'nin 'kültür değerleri- ni' korumakla yükümlü Koru- ma Kurallan, doğal çevredekı yaşam zenginlıklerini de bir 'üy- garhk mirası' olarak gelecek ku- şaklara aktarabilmek için aslın- da başka kurumlarca sahıplenil- mesi gereken bölgeleri 'SİT ka- rarbnyla' güvenceye alarak çev- re, imar ve orman mevzuatının duyarsızlığına karşı da koruma- ya gayret ediyorlar... Tıpkı, Trabzon Koruma Ku- rulu'nun yine Fırtına Vadisi için aldıği SlT karannda olduğu gi- bi... Konımacılarve 'ÇED'cfler trabzon Koruma Kurulu'nun 23 Ocak 1998 günü Çamlıhem- şin'de yaptığı 161 No'lutoplan- tısinda aldığı 3060 sayılı karann- da şu saptama var: "Fırtına de- resi ve koUannın (Palovit ve Ha- la dereleri dahil) oluşturmuş ol- duğu vadinin doğal değerler açı- sından endemik (yörev e has) bit- ki, ağaç türleri içermesi; vadinin harekedi topografŞası üe ender bu- lunan ilginç görüntüler sunma- sı; eğimli arazide doğa ile uyum- luöİçekleşmis. köy ve köyaltı yer- leşmeterinin çoğunun kültür var- lığı niteliği taşıması(...) nedenle- rinden ötüni vadinin bütünü SİT karakteri taşunaktadır^" Yasal ve 'etik' >önleriyle bir 'kamu kurumu' niteliği taşıyan Koruma Kurulu'nun yine 'ka- musal sonımluluk' altında yap- tığı bu saptamaya karşı. yine ya- sal açıdan sadece bir Ikari şir- ket' niteliği taşıyan Parmaş AŞ adlı fırmanın, kendi 'özel sorum- luhıklan' içinde hazırladığı ÇED raporunda ise SlT karanndaki 'yerleşmedokusu' hakkında ba- kın ne söyleniyor "Yöredeki sosyal çevrenin en belirgin özdlikleri,çok düşük bir nüfus yoğunluğu ve kısıtlı iş im- kânlandır»" Yine Parmaş AŞ'nin böylesi ender bir doğal yaşam ve kültür vadisine sadece 'nüfus' ve 'iş' gözlüğüyle baktığı bu 'çevrede- ğeriendHTnesi' (!) raporunun son- lannda ise HES nedeniyle do- ğacak tahribatın nasıl giderilece- ği şöyle açıklanıyor: "tnşaat iş- temlerinin tamamlanmasmı taki- ben, (..) gerekli restorasyon ve pe>zaj çalışmalan yapılacakar_" Şımdı Türkiye'nin. bu ıkı fark- lı yaklaşım ve farklı duyarlılık karşısında 'ulusal karannı' ar- tık vermesi gerekiyor. Fırtına Va- disi 'nde. sadece devletten aldık- lan ve son derece düşük volluk ve toplantı paralanyla bu ülke- ye hizmet vermeye çalışan Ko- ruma Kurulu üyelerinin gözlem- leri mi belirleyici olacaktır; yok- sa yatınmcı firmadan aldıİclan yüksek paralar karşılığında *iş' ya- panlann sipariş üzerine düzenle- dikleri ÇED raporlan mı?.. Bu sorunun yanıtı. sadece Fır- tına Vadisi'nin değil, bütün bir ül- kenin geleceğini de belirleyen yanıt olacak... Merakla bekliyoruz. C u m h u r i y e t l n 7 5 . y ı l ı n a b l n l e r c e y ı l ı n a r m a ğ a n ı 'Kapadokyagibiidtapz."1998'de, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devlednin kuruluşunun 75. \ihnda, Anadolu \a>lasında Ka- padokya yöresinin c\rensel kültür- deki yerini bilimsel verilerle tanıtma- yı amaçla>an bu kitabı. hazııiavan ve vayımla>an arkadaslanmızla birlik- te, Türkiye Cumhuriveti'ne arma- ğan etmektenövünç \ç onur duyuyo- ruz_ w Bu sunuş. Ayhan Şahenk Vakfi ta- rafindan Körfezbank'ın sponsorlu- ğunda ve Prof. Dr. Metin Sözen'in edi- törlü^üyle hazırlanıp yajimlanan 590 sayfalık u Kapadokya" kıtabının ka- pak içinde yer alıyor. Türkiye Cum- huriyeti'nin Yetmişbeş Yılı logosu- nun da yine kapak içinde yer alma- sı ise kitaptan ötürü duyulan övünç ve onurun "atçakgönüBü" bir>xnt sev- gisine dayandığını gösteriyor. Zaten kitabı elinıze alıp. sayfala- nndaki uçsuz bucaksız tarih derinli- ğine daldığınızda. Anadolu sevgisi ve Anadolu uygarlıklan "hıtkusu" ol- madan, böylesi bir emeğin ve inanıl- maz bir titizliğin de gösterilemeye- ceğini -o an düşünmeseniz bile- he- men hissediyorsunuz... Nitekim Ayhan Şahenk de kitabı yaratan duygulan özetlediği önsö- zünde:"_ bu esen ülkenıiz kültürle- rinin düma kültürlerine katkı bovut- lannın bir kanıadır" dedikten sonra Atatiirk'ün ünlü deyişini anımsatıyor "Türkiye CumhuriyetTnin temeli külhlrd'ür-" Metin Sözen ise bu kültürün de- ğerini ve kitabı yaratanlar üzerinde- ki etkisini "giriş" yazısmda şöyle özetliyor: "Anadohı'nun dümaya sundugu sa- \ısız uygarlık ürününün arkasında. hiç kuşkusuz. bu topraklarda özenle vaşamış binierce yüın insanlan dur- maktadır." Evet... Anadolu insanı, tüm kıta- lardaki uygarlık tarihinin "en bü>ük böKunünde" bu topraklara en zengin "kültür birikimini" armağan etti. Günümüzden 700 yıl önce nöbeti de\Talmaya başlayan Osmanh da bu birikime yeni değerler kazandırdı. ama "lObin yılhkderinligin"' aynmı- na varamamıştı... Hasan ÂB Yücel'in dediği gibi. ta- rihin sadece övünmek için değil, ge- leceği daha uygar kılmada geçmiş kazanımlan "öğrenmek" için araş- tınlması, belgelenmesı ve korunma- sı "bflind" ise insanoğlunun '^ara- tra akhnr rehber alan aydınlanma- nm ancak "Cumhuriyetdevriıniyie'' birlikte bu ülkeye kazandınlmasıy- la serpildi, gelişti... tşte Kapadokya kitabı, bu çağdaş bilincin 75 yıllık •'biliınsel birildmi- ni" de Cumhuriyetin 75. yılma arma- ğan ederken. aydmlanmacı kadrola- nn tarihi kucaklamalannda ulaştık- lan düzeyi de belgeliyor. Içeriği ve kapsamındaki zenginliği ise aynı bi- linç ve birikimle birlikte. elbette ki Kapadokya'nın Anadolu uygarlık- larının "bağnnda" taşıdığı kendı "büjüklüğünün" de bir ürünü... Pekı, acaba Türkiye, bir yandan 75 yılda böylesine bir "eseri" orta- ya çıkartabilecek düzeyde bilgi ve duygu yoğunlugunu taşıyan beyinle- re ve yüreklere sahip olurken, öbür yandan aynı düşün ve sevgıyi "ko- ruma ve imar poütikalanna" neden yansıtamıyor? Galiba Kapadokya kitabı, "çarpı- a" boyutlan ve "etküeyid'' sunuşuy- la, işte bu çelişkinm de 75. yılda "sor- gulanmasını" sağlayacak önemli bir işlevi üstlenmiş olmanın ağırlığını taşıyor. Yeter ki bu ayncalıklı ülke- nin "nasıl kuUanılmas" gerektiği ko- nusunda tarihın insanlık adına yük- lediğı sorumluluklann hâlâ farkında olamayanlar, hiç degilse bu kitabı el- lerine aldıklannda şimdiye dek go- remediklen Anadolu'yu yeniden öğ- renmeye ve Cumhuriyetin uygarlık savaşçılanndan da artık "özür dile- meve" karar verebilsınler... (Fotoğraf: NEVZAT ÇAKIR) Höller'in BaseFdeki sergisi değişik kurgulan, stratejileri ortaya çıkarması açısından önem taşıyor Farkh keşiflerle yeni bir dünyaya bakış Carsten HöDer - "Giivercinler", 1992, yerleştirme, Basd. NEGVti SÖNMEZ B^KSEL-Çalışmalan 1990'lannor- tasmdan beri büyük çaplı uluslara- rası sergilerden eksik olmayan Cars- ten HöDer'in 'Neue VVeKTYeni Dün- yabaşlıklı sergisi, Basel kentindekı ünlü Museum für Gegenwarts- kunst'ta açıldı. Son Istanbul Biena- li'ne, Aya trini'de sergilenmiş olan 'UçuşMakinesi'ylekatılan Höller'in başlıca üç grup çalışmasından olu- şan sergi, her şeyden önce araştırma- lannı bilinmeyen. keşfedilmesi bek- lenen kavramsal olgular üzerinde şe- killendiren sanatçının izlediği fark- lı kurgulan, stratejileri ortaya çıkar- ması açısından önem taşıyor Çün- kü Höllerın geliştirmiş olduğu sa- nat yapıtlan, ilk bakışta ne oldukla- n anlaşılamayan, neyi, neden sorgu- ladıklan belli olmayan meteorlan andınnaktadır. Müzeye girildiğinde, izleyici, önce yüksek voltlu ampul- lerle oluşturulmuş, kapmın üzerin- de konumlandınlmış bir ışıklı pano ile karşılaşıyor. Gözlerinizi i>ice kıs- tığınızda 'Neue Welt'/Yeni Dünya' yazısını okuduğunuz bu pano, sergi- deki diğer tuhaf, çözülmesı zor nes- nelerle karşılaşacak olan izleyicile- re adeta "Merhaba. Gördüklerine dikkatet!'diyor. Gördüklerine dikkat et! Dört yıl önce birçok kişiyle birlik- te oynanabilecek olan değişik oyun- lan toplamaya başlayan sanatçının Basel'de sergilediği işlerinin birbö- lümü bu oyunlann üzerine kurulu. Müzenin ginşindekı büyük salonda arkası arkasma sıralanmış ve numa- ralandınlmış olan yedi nesne, daha ilk bakışta gariplikleriyle izleyiciye fonksiyonlannı sorgulatıyor. Güver- cinlerin taşıdığı bir çocuk pantolo- nundan bir an evvel havalanmaya hazırbirhelikopteri andıran metalik gereçlere dek, ne olduğu anlaşıla- mayan bu nesnelerin her biri, sanat- çı tarafindan denenmiş olan farklı keşifleri, buluşlan temsil ediyor. Bu yedi araç, sanki birazdan hareket edeceklermiş de birinin 'start' ver- mesini bekliyorlarmış gibi duruyor- lar. Burada karşılaşılan soru şu: Ne işe yanyor bunlar? Müzenin. Rhein'aakan küçükbir ırmağın üzerinde kurulu olması, su- yun çağlayan sesini izleyicilerin ku- laklanndan bir türlü eksik etmiyor. Uzun bir koridordan sonra girilen salonda, sanatçının büyük ekranla- ra yansıtılmış olan üç video çalış- ması gösteriliyor. Bu filmler. dans eden birçiftin adımlanndan uyuştu- rucu bağımlısı bir gencin günlük ya- şam akışına değin farkh temalan ele alıyor. Her biri on beş dakikalık sü- relerle durmadan tekrarlanan fılm- lerin birçırpıda anlamlandınlması zor. Çünkü Höller, bu filmlerde hep ola- sılıklar üzerine duruyor. "Eğer bu böyle ohırsa, şu şöyle hareket ederse sonuç ne olabilir" gibi, tamamıyla biünmezlikler, deneyler üzenne ku- rulmuş. araştırmaya dayalı bir bakış açısı burada son derece açık birtarz- da ortaya çıkıyor. Serginin üçüncü bölümü ise sa- natçının, grup halinde oynanabilecek olan 150 oyunu değişik kişilere de- netirken çektiği fotoğraflardan olu- şuyor. Bu fotograflaroldukça komik yüz ifadelerini. vücut formlannı gös- teren özellikJere sahip. Örneğin 'du- daklanm simetrik hale getirmeden gülme oyunu'nun fotoğraflan. bir- çok oyuncunun sağ ve sol mimıkle- rini nasıl dıkkatle kıpırdattıklannı gösteriyor. Bu komik fotoğraflara, alt yazılanna bakarken sesli olarak gülmemek neredeyse imkânsız. Höl- ler'in, izleyicileri 'mutlu kılan' bu fotoğraflan, 1988'den bu yana per- formance. aktion geleneğine son de- rece farklı metotlar ve eğilimlerle eklemlenen işler üreten sanatçının izlediği stratejiyi açık olarak ele ve- ren çalışmalanndan biri. Olasılıklar, varsayımlar ve hipotez- ler üzerine kurulu olan deneyler üre- ten Carsten Höller'in sergisi, 19901ar- da uluslararası sanat ortamında gün- deme gelen çarpıcı eğilimlerden bi- ri hakkında derli toplu bilgi veren birözelliğe sahip. Araştırmalannda 'garip, farkh ve tanımsıznk' olmayı hedefleyen sanatçı. gelıştirdiğı 'an- lanm bıçüniyle', hazır başan reçete- lerinin dışında kalan biryol ızlemek- tedir. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Şanatın Özgürlüğü ve Özgüplüğün Ahlakı (I) Uygulamalarda kendi ahlakının temeline oturtu- lamamış bir ilkeyi ya da kavramı savunmaya kalkış- manın yaran yoktur. Bu bağlamda, insanlığın en temel değerlerinden olan özgüriük kavramına da bir ayncalıktanınamaz. Her somut olayda özgüriük. onu kullananlar özgür- lüğün ahlakına ne ölçüde uyabilmişlerse, ancak o ölçüde savunulabilir. Çünkü kendi ahlaktemelinden yoksun bir özgüriük, serseri mayından farksızdır ve gelişigüzel sürüklenişi sırasında çarpıp patlayaca- ğı yer, kimi zaman, üstelik de ne yazık ki çoğu za- man, doğrudan özgüriüğün yok edıldıği nokta ola- bilir. Son zamanlarda Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvan Sahne Sanatları Bölümü'nde, Bertolt Brecht ın "Ana"adlı oyunu çıkış noktası ya- pılarak, sanatın özgürtüğünün sırtından hem sanat, hem de özgüriük adına söylenen yalanlar, özgüriü- ğün ahlakına uzanan yolun ne denli çetin olduğunu bir kez daha gösterdi. Bir süredir olayların kamuoyuna sunuluş biçimi- ne göre, ilgili kurumda Brecht ve "Ana" oyunu ya- saklanmıştır; bu oyun, baştan beri hep "siyasal" açıdan eleştirilmiştir; aynca bu oyunun yönetmeni olan öğretim üyesinin görevine de, yine "siyasal", dolayısıyla "ideolojik" nedenlerle son verilmiştir. Bu arada öğrencilere de "yalan" söylenmiştir. Bir noktayı hemen belirteyim: Sunuşun son kıs- mı, doğrudur. Yani konservatuvar öğrencilerine ger- çekten de yalan söylenmiştir. Ama bu yalan, üniver- site ya da konservatuvar tarafindan değil, başkala- nnca, öğrencilerle doğrudan ilışkide olan kişilerce ve sanatın özgürlüğü bahane edilerek söylen- miştir! Bu olaydaki dışarıya yansrtılan yalanlar zinciri, "Ana"adlıoyunun rejisinindahaen baştan "yalnız- ca siyasal açıdan" eleştirildiğınin ısrarla savunul- masıyla başlar. Böylece yapılmak istenen, tiyatro es- tetiği açısından hiçbir eksiği bulunmayan bir oyu- nun salt "ideolojik nedenlerle" yasak\and\ğ\ imge- sini, daha doğrusu, yanılsamasını pekiştirmektir. Oysa gerçekte, daha en başta oyunun sahnele- niş biçimi eleştirilmiştir. Üstelik ilk eleştirı de doğru- dan oyunda rol alan son sınıf öğrencileri tarafindan, bu satıriann yazannın vermekte olduğu "çağdaş ti- yatro" dersinde dile getırilmiştir. Öğrenciler, "oyu- nun ikinci bölümünde, Bir Mayıs Şarkısı'nı söy- '; lerken ve kızıl bayrağı sallarken, coşup" adeta \ kendilerinden geçtiklerinden yakınırlar ve hocaları- '• na: "Sizce bu kadar coşku ve kendini kaptarma, Brecht estetiğine uygun mudur?" diye sorarlar. ' Hocalan da oyunun provalarını daha izlemediğini, ancak durum gerçekten dendiği gibiyse. böyle bir - rejinın bu oyuna ilişkin notlannda da hep "çok me- safeli ve soğuk bir reji"den söz eden Brecht'e ke- » sinlikle uygun düşmeyeceğini söyler. 1 Oyunun rejisine tiyatro estetiği açısından yönel- JJen eleştiriler, daha spnra da gündemden eksik ol- ' "maz. Örneğin bütün r 6ğrencilerih ve ögretim ele- ! manlannın katıldığı bir toplantıda -ideolojik nokta- lann yanında- estetik bağlamındaki eleştiriler de ağırlıklı yer tutar. Dolayısıyla "Ana" oyununun "hep siyasi olarak eleştirildiği" savı, ne yazık ki sözü edi- len yalanlar zincirinin ilk halkasıdır. Bu satıriann yazan, oyunun provasını izledikten son- ra tiyatro estetiği açısından yapmış olduğu eleştıri- lere bu kez -şimdi kimilerince "ideolojik" diye nite- lendirilen- bir eleştiri daha ekler ve gizli kapaklı de- ğil, ama başta öğrencileri olmak üzere, bu konuda konuştuğu herkese şunu açıkça soyler: "Bence bu oyunun marşlı ve bayraklı sahnesi, temsilden son- ra çok büyük bir olasılıkla öğrencilerimizin dı- şardan gelecek sorgulamalarla karşılaşmalan- na yol açabilir. Bu nedenle rejinin o noktasında değişiklik yapılmalıdır..." Bu eleştırinın sahıbi, yıllardır Brecht çevirileri yap- makta ve Brecht üzerine yazmaktadır. Ama bu sa- kıncayı bir çevirmen ya da bir yazar olarak değil. öğ- rencilerine karşı sorumluluğunu asla yalnızca ders- lere girip çıkmakla sınıriamayan bir üniversite ho- cası kimliğiyle dile getirir. Bu sorumluluğu görevi gereği taşıyan ve zaten tü- müyle bu sorumluluğun bilincinde olan Konserva- tuvar Müdürü Prof. Dr. Bahadır Gülmez de aynı gö- rüştedir. Haftaya, öykünün devamında buluşmak üzere... email: ahmetcemal(<ı superonline.com Fransa ressam Olivier Debre İstanbul'a geliyor • Kültür Servisi - Fransız Kültür Merkezı. Fransızlann ünlü ressamı Olivier Debre'yı ve yapıtlannı Istanbul'da ağırlayacak. 'Olivier Debre'nin 50 Yıllık Sanat Yaşamından: Özgün Baskı. Litografi \e Gravürlen" başlıklı sergi 27 Ocak Çarşamba günü açılacak. 1920"de doğan Debre, savaş sonrası Fransa'sında önemli sanat akımlannı yaratan kuşağın bir üyesi. Güzel Sanatlar Okulu Mimarlık Bölümü'nde eğitım gören sanatçı, yüzyılın ilk yansınm avant-garde'lannın kübizmden sürrealizme dek uzanan mirasından sıynlmaya çalıştı. İlk kişısel sergısinı 1950'de New York'ta Perspecîi\e Gallery'de açtı. Gravürve litografi çalışmalannı Paris, VVashington ve Ne\v York'taki sergileri izledi. Cin. Norveç, ABD, Crdün. Senegal. İsrail gibi ülkelere yaptığı geziler sırasında da çalışmalannı sürdürdü. E!li yılı aşkın sanat yaşamında gerçekle ilişkisint kesmeden yarattığı tarzı ile 1950'li yıllann başındaki Courbert ya da Picasso'nun soyut tablolannm ve büyük formath soyut çalışmalanyla tanınan dönemın ünlü Amerikalı ressamlan Pollock. Rothko ve Kline'ın yanında özgünlüğünü konıdu. (244 44 95) BUGUN • CRR'de 'Mirzayev International Project' adlı topluluğun, Azeri asıllı bestecı İl>asMirayev'ın modern caz sesindeki bestelenni seslendireceği dinleti, saat 20.00'de başlayacak. (232 98 30) • BELGESEL SİNEMACILAR BtRLİĞI nde Mehmet Eryılmaz'ın yönettiği 'Alaaddin Yavaşça' adlı belgesel, saat 13.00'ten 19.00"a kadar her saat başı gösterilecek. (292 39 84) CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ'NDE BUGÜN • Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün Taksım"deki Sergi Salonu'nda müzik yazan ve eleştirmenı Evin Ih/asoğlu, 17.00-19.00 saatleri arasında kitaplannı imzalayacak ve okurlanyla söyleşecek. (252 38 81)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle