15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4OCAK1998PAZAR 12 KULTUR Yeni sergisiyle sanatsal geçmişini sorgulayan Hüsamettin Koçan, hep inanmaya güveniyor 'Bütün mesele, çözmeyi sevmektir'• Sivil örgütlenme için hep çözümler üretip mücadele etti. Kurumlar yaratarak devretti; toplumun, tarihin belleğine terk etti. Aslında Hüsamettin Koçan'a göre 'bütün mesele çözmeyi sevmekte'. "Kendinizi iktidar yaparsanız, özveri değildir, o bir tırmanıştır. Inandıramazsmız insanlan. Ben sürdürmek için değil, kurmak için vanm." HANDAN ŞENKÖKEN Son yıllarda Anadolu'nun görsel tari- hini konu aldığı bir dizi sergisiyle gün- deme gelen Hüsamettin Koçan, Mine Sanat Galerisi 'nde yer alan 'Eski Resim- ler' başIıkJı sergisinde geçmişten bugü- ne uzanan sanat serüveni boyunca üret- tiği işlerden örnekler sunuyor. Yenilik kavramının sorgulanmasını gündeme getirmek ıstiyorbu sergiyle: "Yenilikes- ki bir iddiadır. Eski ise tüm şimdiye ait olanlann belleğidir. .. Zaman eskiden yanaoldu. Yeni her şey yoruldu. Yeniyo- ruldu. Eskiyen her şey yeniden güç al- dı. Ama her yeni eskimedi..." Tabulaşan 'yeni'yı tartışmaya açıyor, sorgulanacağı bir ortam yaratmak isti- yor. Bir anımsama- anımsatma niteliği taşıyan. yaklaşık 30 yıllık bir zaman di- liminden kesitler içeren sergı kendisini geçmişe götürüyor: "Dönüp bakoğun- da, yolculuğumu hep Anadolu'ya doğru yapbğum,orada kendimi bugünün insa- nı olarak hissetmeye çalışüğunı görüyo- rum." Küçük bir yüzleşme bu sergi. Hüsa- mettin Koçan, sanatsal geçmişinin mu- hasebesini yaparken, biz de onun kendi geçmişini, çağdaş kültürün oluşması için Türkiye'de sıvıl örgütlenmenin ön- cüsü olarak yaptıldannı anımsadık. Sivil toplum örgütlerinin öncûsû Yeni bir yaşam düzenı kurmaya baş- ladığında, atölyesindeki, evindeki birik- tirdiklerini tek tek elden geçirdi. Son se- kiz yılda büyük coşkuyla, sevinçle sa- natçı örgütlenmesiyle ilgili yaptıklan heryere sızmıştı: Dosyalar, kitaplar, da- vetiyeler, afişler... 10'dan fazla kitap, ciddi yayın yayımlamış, Türkiye'de sa- natın kişisel gereksinimlerinden, öteki sanatlann gereksinimlerine dek çözümler üretmiş, hiç usanmadan bunlan ilgili alanlara taşımış, bir sürü şey yapıp ardına hep kurumsal- laşma amacı koymuş, doğru- dan ciddı bir bil inçlenme sü- Marmara İnhershesi CSF Dekanı Hüsamettin Koçan'ın gündeminde şimdi Günümüz Sanatları Mûzesi var. ortamında sorunları çözmesine değil, ne kadarpopülerleştiğinebakıldı. Baştahiç destek vermeyenler, kuşkuylayaklaşan- lar. sorgulayanlar, üretmeye başlayınca 'el atmaya' başladılar ve süreç içerisin- de 'el atmalar çoğaldıV Üretti, yarattı ve oluşrurduktan sonra "Bizinı işimiz bu- raya kadardu kunım oluştu, bunu Tür- kiye'nin sanat ortamına armağan ediyo- ruz, şimdi başka kurumlar oluşturaca- ğız" dedi. Elinden geleni yapıp gerçekleştirdik- ten sonra artık sonımluluğun topluma ait olduğunu, tartışarak kendi düzenini oluşturmak zorunluluğunu vurguladı. "Dfinyanın hangi yerinde sanatçüar böy- le bir kunım üretip de topluma buyrun, bunu size devrettik, diyor? Ben aslında kurmak istediği sistemleri elinin altında tutmaya yönelik bir bünyedeğilim. Üret- meye yönelik bir insanım. Yeni projeler yapmabyım, bu projelerin devamblığmı sağlayacak olan kesimlere bırakmah- yım." Onun için gerçek dinamizm ve yara- tıcılıkbu. "Belki Sanat Fuan aynı içten- üği sürdürebilseydi, Doğu Avnıpa ve As- ya'yı içersine alan bir merkez etkinlik halinegelecektL Ufkun uzağında kalma- sı ne yank_." diye düşündü ama geriye dönüp zaman yitırmedi, kısırlığa ödün vermedi. Çünkü 'geri dönüş yerine, ge- leceğe yönelik üretkenüğin sorunian çö- zeceğine' ınandı. "Eğer çağdaşsanız ve bu dünyada bir iz bırakmak istiyorsanız, mutlaka o anın kültürünü, söylemini üretmek zorunda- sınız. Türkiye'de bu kısıtlanmışur. Bu- gün Türkiye'de gerçek büyük sorun bu- dur." Önce çağın kültürünu düşünmek için, üreten sanatçınm kuramsal bilgi ve birikim eksikliğini gidermek amacıyla Plastik Sanatlar Derneği'nin düzenledi- ği paneller ve hazırladığı yayınlarla; sa- natçı hakkı kavramı, sanatın serbest do- laşımı, sosyal güvencesi, vergi bağışık- lığı gibi konulan ve yasalann. altyapının oluşturulmasını gündeme getirdi. Araştırma sürecinden sonra sanatçıiar sorunlannın çözümlerini üreterek siya- sal iktidarlara bu çözümlerin uygulan- ması için baskı yapma sürecine girdi. Sanat Fuan kitlesel buluşmayı sağlaya- cak adunlardan biriydi. Örgütlenmenin ardmdan 'özerkyapüanma' sorunu gün- deme geldi. Ulusal Sanat Kurulu ve Öz- erk Sanat Konseyi Girişim Kurulu hep bu girişimler sonunda oluştu. Plastik Sa- natlar Konseyi'nin kuruluşunda olduğu gibi Ulusal Sanat Kurulu girişiminin ön- cülüğünü de bir dönem çok çekiştiği Kültür Bakanı Fıkri Sağlar ile protokol imzalayarak yaptı. "Türkiye'de bence çok partili tarihimizin en ciddi adımlan- nı Fikn Sağlar'ın kültür bakanlığı döne- minde atmışE biz. tlk kez devleti temsil eden bir bakanm, kendi yetldlerini sivil topluma devretme adunı aülmış. Bu az bir şey değiL." Yeni bir yüzyıla girerken onur duyu- lacak adımlaratıldı. Sanat karşiti politi- kalarla karşılaşmca, sanatçılann geniş çaplı örgütlenme adımrnda ne denli hak- lı olduğu, hatta geç bile kalmdığı görül- dü. "Arük kısır değil, üretkeniz. Türki- ye'de siyasetçinin istediği gibi at koştura- büeceği bir alan yoktur, bunu çözdiik, ar- ük karşılannda direnç var." Oğrencisinden hiç vazgeçmedi Çözümler üretip mücadele etti. Ku- rumlar yaratarak devretti; toplumun, ta- rihin belleğine terk etti. Aslında Hüsa- mettin Koçan için 'bütün tneseie çözme- yi sevmekte'. "Kendinizi iktidar yapar- sanız, özveri değildir, o bir tırmantştır. İnandıramazsınız insanlan. Ben sürdür- mek için değil, kurmak için vanm." Sa- dece oğrencisinden vazgeçmedi. Yap- tıklannı yeni kuşaklann alıp götürme- sinden yana. Bunca zorlu savaşımda en çok neye güvenmişti? "Birşeye inanmaya hep gü- venirim, bir de geleceğe.İnanç bir etekt- rik. yansımalar oluyor. İtaatkâr müritler istemedim.'"Çok fazla örselenmemiş bir kuşaktan. Bu yüzden kendisine dönen. örselenmiş gençlikle ilgili: "Bizün kuşa- ğunız toplumu değiştirmede, çabalan- mızuı çok önemli olduğunu ve her biri- miz toplumu değiştirip çağdaşlaşabile- ceğimize inanryorduk. Şimdi bu kuşak, yenilen darbeierden, yaşanan cezalan- dırnıalardan tecrübe edindiler ve bili- yorlar ki tek başına bu toplumu değişti- remeyecekler. Si\il toplum örgütlerinde aktif olmamın, bunu çok önemsememin nedeolerinden biri de bu. Gençlerie or- tak proje yapmayı çok önemsiyonım; çok değerti ve gerçekçi buluyonım." Yaptıklannı paylaşma keyfı gündeme gelince, karşılıksız üretmenin çok de- ğerli olduğunu görüyor; "Hepotophım- sal kapım açık kakın istedim, orada so- luk aldığımı, insan olabildiğimi keşfet- Şimdi Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığını üstlenen Hüsamettin Koçan, hiç vazgeçemediği öğrencileriyle üretim peşinde. Türki- ye'nin gerçek kimliği ortaya çıkarken, dünyaya açılabilmek için bundan sade- ce devletin değil, özel sektörün de so- rumlu olduğunu düşünüyor. Amaç, ki- şisel olarak geleceğe kalmak değil; "Dünyanın belleğine kendimizi katma- mızgerek." Gündeminde ise Türkiye'nin bir kültür haritasının çıkanlması ve tüm disiplinleri biraraya getirecek Günümüz Sanatlan Müzesi'nin kurulması var. recı oluşturmuştu; Sanatçı kavramı, Uluslararası Plas- tik Sanatlar Demeği, UNES- CO AIAP Ulusal Kurulu, Ulusal Sanat Kurumu oluş- ması, Sanat Fuan, Genç Et- kinlik, HABİTAT... Hep üretimden yana oldu. Bütün adımlannda toplum- dan destek gördü ama birlik- te ürettiği insanlar onu 'lanet keçisi' gibi göstermeye çalış- tı. Hiç yılmadı. Bıkmadan usanmadan Türkiye'de sa- natçının kendi sistemıni ken- dısınin oluşturmak; özgürlü- ğünü hak etmek ve kazan- mak zorunda olduğunu anımsattı. 'Sınavla iş üretti', Türkiye'de sivil toplum ör- gütlennı örgütleyebilmenin 'çok büyük yalnızlık' oldu- ğunu gördü: "Müthiş yalnız- lık çektim, riske girdim, fe- raşat ettim." Öncelikle sivil toplum ör- gütü modelinin gelişebilme- si için öteki eğitim kurumla- nnda hiç olmazsa uygulan- ması gerektiğini savundu. A- ma düzenlediği bir sürü kampanyaya hiçbır eğitim kurumu destek vermedi. Bütün mücadelesi üretim içindi. "Türkiye'de aslında mücadele edecek sanatçı için, sanatının dışında da onur ka- zanabileceği bir alanı ve şan- sı var. Bunu iyi değeıiendir- mesi gereki> T or." Ama sanat 'Uflaısevmm,~gdea%edeöyk bakanm 9 Sanatçı olması, aile gelenekleri açısm- dan bir tesadüf. Liseden sonra bir yıl boş kalmış. Yıl 1963. Bayburt. Halkevinde ki- taplar okuyup piyesler yaparken. 'Hayat' dergisinin içinde Degas'nın resimlerini gör- düğünde resim yapmaya karar vermiş. Oy- sa niyetı mühendis olmak... Üç yıl mühen- dislik okulunda öğrenim gördükten sonra bir gün bu işi sevmediğini anlıyor ve Gü- zel Sanatlar'ın sınavma girip kazanıyor! Babasına emrivaki yapıyor, o da müdaha- leetmiyor. Eşraftan birailenin çocuğu. Ba- bası müteahhitlik yapıyor demiryollann- da, gurbetçi. Bazen aıleyi bırakıp gidiyor. iki yıl sonra dönüyor. Hayatlannda hep bir 'bekleme' var. "Ben ufku çok beklemişün- dir, onun için ufku se>"erün ve geleceğe öyie bakanm. Betki ufku beklemem, gelecek ta- sanmı doğurmuştu. Bir geteceği beklerim hep." Belki mücadeleciliğini de küçükken önüne kattığı hayvanlan gütmesine borçlu. Sabah erkenden köyünden çıkıp akşam ço- banyıldızı belirdiğinde geri dönme süre- cinde bir sorumluluğu taşımak ve doğa ko- şullanyla savaşmak zorunda. Ama çocuk yaşında korkuya karşı gelerek sebat edi- yor, inat ediyor... Üç kez 'ÖMÜ' haberi ge- len babayı beklerken, direnmeyi, geleceğe bakmayı ve umutlu olmayı öğretiyor ya- şam ona. Küçük hayvanlan büyütmek, ağaç dikip büyümesini izlemek büyük bir şans 6 yaşında bir çocuk için. Kolektif kim- liği daha o süreçte oluşmuş, çocuksuz ai- lelerin hayvanlannın sorumluluğunu da ta- şıyarak. "Babamıngelmesinibeklemekçok güzel bir du>guydu ve bir gün gelirdi ama çokgüzel gelirdi. Onun için gelecek, hep gü- zelşey getirecek diye düşünürüm ben. Lmu- dum belki orada çok mayalandL-" 'Kendi içine akabilen, yetebilen' bir in- san, çünkü ağalık geleneği olarak yönet- mek için zayıflığa yer yok, adalet duygusu yitirilmeyecek ve demokrat olunacak. 8 kardeş içinde ailenın ikinci ağası, baba ro- lünü üstlenen. muhafazakâr Anadolu aile- sine ilk 'tango getini' getiren de o. Akademiye girdikten sonra büyük sar- sıntı geçiriyor. Belki bir Alman'uı sezgisiy- le 12. kişi olarak girdiği okulda, daha ön- ce hep erkeklerle okuduğu için kızlardan çok ürkmüş, korkmuş. Müthiş panik için- ^anatçı olması, aile gelenekleri açısından bir tesadüf. Mücadeleciliğini doğayla içiçe geçirdiği çocukluğuna borçlu. Üç kez 'öldü' haberi gelen babayı beklerken, direnmeyi, geleceğe bakmayı ve umutlu olmayı öğretiyor yaşam ona. de bir buçuk yıl kantine girmemiş, karşı cinse karşı ternkinli olmak ve açık verme- mek için. Köy Enstitüsü mezunu amcası- nın Cumhuriyet'leri ve 'lnce Memed'lerle sınırlı kültürüyle dalga geçmiş 'şehirli ço- cuklar', sevmemişler onu. Ancak iyi nıye- tini anlayan ve yardımcı olan Almanlar sa- yesinde yabancılann da iyi olabileceğini öğrenmiş. Sonra köyde, yadırgayan bakış- lara aldırmadan bir kütüphane yapıyor - okumanın sadece ders çalışmak anlamını taşıdığı bir yerde-, kardeşini soyup resim- ler yapıyor veokuyor... İkinci sınıfa farklı bir ınsan olarak geliyor, dışlayan arkadaş- lan elvermeye başlıyor. Üçüncü sınıfta ise öğrenci lideri, dernek başkanı seçiliyor! Artık kız arkadaşlannın da tehlikeli olma- dığını öğreniyor, bütün sorunlar çözülüyor. Eski Tatbiİci'nin birikimini 'büyük susa- mayla içen' Hüsamettin Koçan, kültürel boşluklannı da kısa sürede tamamlayarak mezun oluyor. Işsiz. Askerden dönüşte ev- lenecek, para yok. Gündüz badanacılık, bir mağazada duvar resmi yaparken Sheraton Oteli'nin açtığı sanat işleri yanşmasında beş eskizi birden kazanınca, her şey deği- şiyor! Birdenbire eline para geçiyor, atöl- yeler, asistanlık sınavına hazırlık... Sokak- lan galerilere dönüştürme çabasında. O dönemlerde müzelere, biraz sanatın tutsak edildiğı alanlar olarak bakıyor. "İn- san ne büyük yanılgüar \aşıyor, ivi ki de ya- şamışız.Oyk bircoskunun olması da önem- K." Duvar resimlen yaparken amacına ulaş- tığını sanıyor, ancak 'ruhun, dramın, anla- mın olmadığuu' hissedince kendi karşısına dikiliveriyor. "Kendimi yargdamayı, hep onurlu bir alanun olarak görmüşürndür." tlk olarak pentürle olan ilişkisini sorgula- dığında da kurallar içersinde derinleşme şansı olmadığını gördüğünde; "Akademik gelenegin bir uzanüsı onlar. Beni bana gö- türmüyor" diye düşünmüştü. Bu kez de tam satacağı dönemde hepsini bir kenara atıp çamurlarla uğraşmaya başlıyor. "Çok güzel bir yüzleşmeydi, beni eksiltmedi, ço- ğaltti." Sorgulamadan yaratıcılığı, teslımiyet olarak görüyor. Sezgisiyle, sorgulayıcı tavnyla öğrenmeye, yeni coşkulara ve heyecanlara hep açık. Yaşamının hiçbir döneminde yaptığını yeterli bulmuyor. 'Şeytanın Avukatı' filmi Amerika'da tutucu kesimlerin tepkisini çekti 20. yüzyıla damgasını vuran şeytan Kültür Servisi - Sinemalan- mızda önümüzdeki günlerde gösterime girmesi bekJenen "The Devil's Advocate" (Şey- tanın Avukatı) fılmi, ilginç bir hukuk davasına neden oidu. Ünlü bir Amerikalı heykeltı- raş, en kutsal saydığı yapıtlar- dan bınnın. söz konusu fılm- de "deformasyona uğranlarak sunulduğu" gerekçesiyle fıl- min yapımcı şirketi Time War- ner'ada\aaçtı. VVashington'daki ulusal ka- tedralde bulunan dini bir hey- kelin yaratıcısı olan Frederick Hart, açtığı davayı iyilik ile kötülük arasındaki smırlan ko- nu alan filmın gerçek yaşam- daki yansıması olarak nitelen- diriyor. Açgözlülük ve şehvet ka\Tamlannı irdeleyen "Şey- tanuı Avukad" fılmi, katilleri • Amerikalı heykeltıraş Frederic Hart, en kutsal saydığı yapıtlanndan birinin, Al Pacino'nun başrol oynadığı 'Şeytanın Avukatı' filminde küçük düşürülerek kullanıldığı gerekçesiyle filmin yapımcılanna dava açtı. ve çocuk tacizcilerini savunan bir hukuk şirketinin başındaki bir New York avukatını can- landıran Al Pacino ile onun genç, hırslı yardımcısı rolün- deki Keanu Reeves'i bir araya getiriyor. Filmde Pacino, as- lında üstü kapalı olarak 'şey- tan'ı oynuyor. "Şeytanın Avukan" filmi Amerika'da göstenme girdik- ten sonra basına yansıyan 'heykeldavası', Al Pacino'nun canlandırdığı 'şeytan' karak- terinin Manhattan'da sevgili- lerini ağırladığı dairesinin du- vannı süsleyen bir yapıt nede- niyle başladı. Filmin son sah- nelerinde, yapıtın temsil ettiği beyaz fıgürler canlanarak şeh- vet dolu bir oyuna girişirler- ken, kadın fıgürlerden biri, fil- min kahramanını baştan çıkar- maya çalışıyor. Heykeltıraş Frederic Hart, filmde yer alan bu yapıtın, kendisinin 1974-82 yıllan ara- sında yaptığı ve bugün VVas- hington'daki katedralin giri- şinde asıh duran, "Ex Nihflo" adlı büyük boyutlu heykeline son derece benzediğini iddia ediyor ve "Benim yapıtımı ze- hirİediler'' diyor. Katedral yet- kilileri de dünyanın oluşumu- nu temsil eden heykelin "hal- kın gözünde küçükdüşürüldû- ğü" gerekçesiyle Hart'a des- tek oluyor ve filmin yasaklan- masını istiyor. Frederic Hart'ın, heykelini filmde ilk gördüğünde şaşır- dığını. zaman içinde bazı müş- terilerinin "Frederic Hartşey- tana mı inamyor?" gibi soru- lar sorması üzerine derinden sarsıldığını belirterek "Birtür sapıklıknr bu_" diyor. Film. genç bir avukatı para- sıyla satın alan yaşlı, zengin bir a\aıkatın öyküsünü anlatı- yor. Çe\TCSindeki herkesi yol- dan çıkarmayı başaran yaşlı avukat ya da 'şejtan', Al Paci- no'nun görkemli performan- sıyla "Yirmind yüzjıl benim yüzyılımdL Doruğa örmanryo- rum" diyor. BobDolegıbı mu- hafazakâr siyasetçilerin, fılm- lerinde "anİamsız şiddet" ve "duygusuz cinselliği'' empoze ettiği gerekçesiyle kınadığı Ti- me Wamer şirketi, sık sık eleş- tirilere hedef oluyor. Frederic Hart, filmin, "çevremizi sar- mış olan ahlaki boşluktan" kaynaklandığuıı söylüyor. Time Warner, konuyla ilgi- li yorum yapmayı reddediyor. Öte yandan. 1995 yılında Nevv Yorklu bir sanatçının "Bat- man Forever" (Batman Da- ima) fıuninde kullanılan bir sanatçı atölyesinin, yapıtlannı "küçük düşürdüğü" gerekçe- siyle bir film şirketine açtığı dava da hâlâ çözümlenmedı. Al Pacino, şeytani bir avukatı canlandınyor. KÖŞEBENT ENİS BATUR İlber Ortaylı llber Ortaylı'yı. NTV'de konuk edildiği prog- ramda izlerken çeyrek yüzyıl öncesine indim: Onunla ilk defa 1972'de karşılaşmıştım; B«xi- rum'da, Kalenin dibindeki bir kahvede Knidos ve komşu adalarla ilgili bir sohbetine tanık olmuş, üslubu karşısında ikileme düşmüştüm: Neredey- se saldırgan sayılabilecek bir ataklığı vardı, bir yandan da bu özelliğiyle açıkça çelişen bir çeki- cilik sözkonusuydu konuşmasında. Yıllar geçti, arkadaş olduk Ortaylı'yla; güç ve güçlü kişiliği, anlaşılan benim için çekiciliğini hep korudu: Sevgi vardı işin içinde şüphesiz, ama bir o kadar da ilgi ve saygı duyduğumu söylemeli- yim. Dönüp baktığımda, onun bazı konularda derin- lemesine, hemen her konuda genişlemesine bir merak alanı kurmuş olmasının benzersiz bir du- rum yarattığını daha iyi anlıyorum. Gene de llber, her şeyden önce büyük bir üsluptur: Cerbezeli, süslü, doğru bir stil sanatına dayanır. Geçimsiz olmaya çalışmaz, biraz geçimsizdir. Bu geçimsizliğin kaynağında, ne olursa olsun, karşısında kim olursa olsun, doğru bildiğini söy- leme karariılığı yatar. Onu tanıdıkça anlamıştım: Kavgaya girişmeye yoksa özel bir eğilimi yoktu. NTV'de söylediklerini dinlerken, birkaç özelliği üzerinde söz almak gereksinmesi duydum. Bir kere, Türkiye'nin en 'sohbetine doyum olmaz' insanlanndan biri olmasına karşın, bu özelliğin- den ne kadar az yararlanıldığını fark ettim o an. Televizyon ekranına her gün munkabız, renksiz, sığ insanlan taşıyan zihniyetin temsilcileri bu soh- betin derinliğini acaba görmüşler miydi? Ikincisi, 'basmakalıp' tek bir düşünce, fikir öne sürmedi Ortaylı, basmakalıp olanı neredeyse ge- netik bir refleksle bünyesinde taşımıyor gibi gel- di bana. Hayır, özgünlük ya da şaşırtıcılık peşin- de asla değildi; kendiliğinden onda oluşmuş, ge- lişmiş bir boyut olduğu, bunun doğal bir biçim- degerçekleştiği apaçık ortadaydı. Sözgelimi 'res- mi tarih' konusunda Cengiz Çandar'ın yöneltti- ği soruya verdiği yanıtta peşpeşe dizilen düşün- celer: Daha önce hiç kimsede karşılaşmadığım türden bir bilgelik taşıyor; herkese, hepimize yep- yeni bir ışık tutuyordu. Üçüncüsü, kendisine sahici bir özgüven du- yan her aydınlık insan gibi hakbilir, adil, tartımlı bir yaklaşım getiriyordu llber Ortaylı. Gerek, Türki- ye'yi Batı ile Doğu, Kuzey ile Güney arasındaki konumu içine yerleştirirken; gerekse, uğraşı ve mesleği bağlamında eski/yeni, yerli/yabancı ho- ca ve öğretmenlerini değeriendirirken teraziyi ne denli titiz ölçülerle kullandığını hemen sezdiriyor- du. Bütün bunlara elbette tek bir televizyon prog- ramında izlediklerimden hareketle vanyor deği- lim. Özellikle Ankara yıllarımda, llber'le her buluş- mamız benim için keyifli bir gerginlik yaratırdı. Bazen çelişir, hatta dalaşırdık. Daha çok payla- . ^r,^kurcalardık. Ondan hem pek çok şey.öğrgp- dım, hem de lezzet aldım her zaman. llber Ortaylı 'nın öğrencileri, okurlan arasında görüşlerimin altına imza atacak olanlann sayısı herhalde yabana atılamaz. Ne yazık, çok sayıda parlak adam yetişmiyor hiçbir toplumda. Farksa, bazı toplumlar parlak adamlarından daha çok nektartoplamayı, onun balını geniş kesimlere da- ğıtmayı bazı başka toplumlardan daha iyi bece- rebiliyorlar. Ben, llber Ortaylı'nın arkadaşlığından beslen- dim, gurur duydum; yaşadıkça bunun böyle sü- rüp gitmesini de diliyorum. Bir de, diyorum, Türkiye ondan gereğince bes- lense, gurur duysa. Çok mu safcana bir beklen- tidir? Tiyatrokare'de nostaljik bir mini müzikal başlıyor: Soytarı • Kültür Servisi - Kuruluşunun altıncı yılında her ay yeni bir oyun sunmayı amaçlayan Tiyatrokare, direklerarasını ve ramazan eğlencelerini yeniden yasatmak amacıyla 8 Ocak'tan itibaren 'Soytan' adlı nostaljik bir mini müzikale başlıyor. Toron Karacaoğlu'nun başrolü üstlendiği oyun, geleneksel tiyatro motiflerini ve ortaoyunu teknilderini modernleştirerek kullanıyor. Oyunda Esmeray, Aylin Uzunlar, Didem Germen, Birol Engeler, Meral Koro, Kaya Gürel, Dilek Denizdelen, Kevork Türker, Gürcan Erdaş, Alp Balkan, Murat Öncül, Duygu Tipigil, Dinara Kiremeçi rol alırken Özgür Koban ve Gürkan Çakmak da oyuna müzisyen olarak katılıyor. Bekir Büyakarkın'ın yazdığı, Toron Karacaoğlu'nun dekor, kostüm ve rejisini, Gürcan Erdaş'ın müzik direktörlüğünü, Murat Öncül'ün reji asistanlığmı ve Engin Gürmen'in sanatsal koordinatörlüğünü üstlendiği oyun, ocak ayı boyunca Şişli Tiyatrokare'de perşembe, cuma, cumartesi günleri saat 21 .OO'de, pazar günleri de saat 14.00'teizlenebilir. Nehar Tübtek Karîkatür Yarışması • Kültür Servisi - Beşiktaş Belediyesi ile Karikatürcüler Derneği'nin, 6 Mart 1995 tarihinde vefat eden karikatür sanatçısı Nehar Tüblek adına düzenlediği karikatür yanşmasının üçüncüsünün konusu 'beyefendilik' olarak belirlendi. Amatör ve profesyonel herkesin, istediği sayıda karikatürle katılabileceği yansmada teknik ve boy serbest. Ayfer Atay, Ferruh Doğan, Güngör Kabakçıoğlu, Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk, Zeki Beyner, Cem Kenan Öngü'nün seçici kurulu oluşturduğu yanşmaya son katılma tarihi 13 Şubat. Yansmada birinciye 100 milyon, ikinciye 70 milyon, üçüncüye de 40 milyon; onur plaketi kazanan üç yapıtın sahibine de 20'şer milyon TL ödül verilecek. Yanşma kapsamında aynca Beşiktaş Belediyesi Özel Ödülü, Beşiktaş Jirnnastik Kulübü Özel Ödülü, Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü, Dünya Yayıncılık Özel Ödülü, Nehar Tüblek Ailesi Özel Ödülleri yer alıyor. (Nehar Tüblek 3. Karikatür Yarışması, Karikatür ve Mizah Müzesi, Atatürk Bulvarı, Kovacılar Sok. No:12 Fatih Istanbul- 0212 521 12 64) BUGUN • BAKIRKÖY BELEDİYE TTYATROLARI Yunus Emre Kültür Merkezi'nde saat 10.00 ve 12.OO'de 'Uzaydan Sevgi YağdT adlı çocuk oyunu, saat 15.00'te de 'Hadi Oldürsene Canikom' adlı oyun izlenebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle