04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SKYFA CUMHURİYET 6 MART 1997 PERŞEMBE 14 KULTUR İDOB'de"Kuğu Gölü " balesini sahneleyen îngiliz Ulusal Balesi Artistik Direktörü Derek Deane: Türkiye'de sanatçıdan çok şey isteniyorGÜL ERÇETtN tstanbul Devlet Opera ve Balesi Çaykovsld'nin ölümsüz esen "Ku- ğu Gölü" balesinin prömıyerini bu akşam gerçekleştınyor. Sümerbank veThe Britısh Council'in sponsor- luğuyla sahnelenecek olan balenin koreografi tngıliz Ulusal Balesi Ar- tistik Direktörü Derek Deane. Klasık bale olarak 10 yıldan bu yana ılk kez sahnelenen "Kuğu Gö- lü", Türkiye'de klasik balenin gele- ceği açısından büyük önem taşıyor. Mükemmellik gerektiren, asla hata affetmeyen klasik balenin bu başya- pıtı; dansçılanmızın iç eğitimi açı- sından çok önemli ve dünya ölçüt- lerinegörekotanlması gereken, dans tekniğlni zorladıgı kadar geliştiren, bir üst dûzeye sıçratan bir yapıt. Bu nedenle, teknik açıdan dansçılan motive etmek için repertuvara alı- nan Çaykovski'nin ölümsüz yapıü *Kuğu Gölü" balesinin koreografi, Türkiye'de ilk kez çalışan Îngiliz Ulusal Balesi Artistik Direktörü De- rek Deane ile yapınn hazırlık süre- ci ve Türk balesi üzerine söyleştik. Çok iyi uyum sagladık -Töridye'ye gebneden önceTürk balesi hakkmda ne büryordunuz ve davetediküğinizde neler hissettiniz? - Aslında neler hıssettığımi tam olarak bilemiyorum, çünkü Türk balesi ve çalışacağım topluluk hak- kında neredeyse hiçbir şey bilmıyor- dum. İlk olarak Ankara'da Türk ba- lesınm kurulması aşamasında önem- li rol almış olan Dame Ninette De Vklois ile görüştüm. Bakış açım onun bana aktardıklanyla sinırlıydı. Tek bildığım, yeterli para ve teknik ola- naklann olmadığıydı. -Çahşmalara başbdığınBdaTürk balesini nasıl değerlendirdiniz? - Ashnı söylemek gerekırse bir yandan oldukça üzücü öte yandan da heyecan venci bir konumdaydı. İstanbul Devlet Opera ve Bale», Çaykovsld'nin 'Kuğu GöKT balesinin prömiyerini bu akşam gerçekleştiriyor. (KADER TUĞLA) JL würk balesinin hem üzücü hem de heyecan verici bir konumda olduğunu gördüm. Burada bir bale topluluğunun içinde yaşamak zorunda olduğu koşulları görmek beni gerçekten çok üzdü. Öte yandan heyecan vericiydi; çünkü, bu olanaksızlıklara karşın dansçılar çok hevesliydi ve çok çaba harcadılar. Türkiye'de işler yürümesi gerektiği gibi yürümüyor. Sanatçılar yeteneklerinin çok azını sergileyebiliyorlar ve bu onlann suçu değil. Bu ülkede yönetimi ve dansçılan da aşan ve balenin gelişmesini engelleyen en başta bürokratik engeller ve bütçe yetersizliği var. Bu ülkede dansçılar ve koreograflardan görev ve sorumluluklannın dışında da çok şey isteniyor.' Czücüydü; çünkü, salonun, dans- çılann çalışnklan stüdyc ve zemin- leri ıyi konuma getirmek, dansçıla- nn yaşamlannı kolaylaştıımak için yeterli para yok. Burada bir bale topluluğunun ıçınde yaşamak zo- runda olduğu koşullan görmek be- ni gerçekten çok üzdü. Öte yandan heyecan vericiydi; çünkü, bu olanak- sızlıklara karşm dansçılar çok heves- lıydiler. Çalışmaya başladığımız an- dan itibaren ne yapmak istediğimi- zi biliyorlardı ve bizim hızımıza ye- tişebilmek için çok çaba harcadılar. Olanakstzlıklann yanı sıra zamanı- mız da çok azdı. Bu nedenle dans- çılar çok çalışmak zorunda kaldılar. - "Kuğu Göiü" için ne kadarbr- Hkteçahşonız? - Ben işinen başında birhafta ça- lıştırdım topluluğu. Daha sonra beş hafta boyunca iki asistanımla çalış- tılar. Yedıncı haftamızda da tekrar ben döndüm işin başına. -tDOB'ninldyfesirinçahşma tar- znuz ve klasik baleye yaldaşnnınız- da farkhhklar var mrydı? - Kesinhkle vardı. Öncelikle dans- çılan bu kadar yoğun bir çalışma programı için motive etmek zor ol- du. Çünkü ortaya koyacağımız işle ilgili görüşleri çok dağınıku. Bizim- ki gibı saatler süren, yoğun, zorla- yıcı çalışma programlanna alışkın değillerdi. tlk çalışma dönemi on- lar için tam anlamıyla bir şok oldu. Dansçılar için oldukça yıpratıcı bir dönemdi bu. -Danscuana ilişkinb nasıkh? - Başlangıçta kurallar. çalışma tarzi veroldağılımı konusunda be- nı çok şaşırtan yaklaşımlar sergile- dıler aslında. Başrol pynamayınca provalara gelmemek gibi eğilimle- ri vardı. Ancak çok kısa süre için- de yapılan işin kendilennin yaran- na olduğunu fark ettiler, harcadık- lan zaman ve emeğin karşılığını Mansur, çağdaş Türkiye'nin sanat kurumlannın desteklenmesi gerektiğini vurguluyor 'Aydınlar kolektifbir büinç oluşturmahJ ZEYNEPSAYGI Akbank Oda Orkestrası 'nın, dün Ruşen Gü- neş'in solistlığı ve Cem Mansur yönetimin- de, Sabancı Center Hacı Ömer Salonu'nda ger- çekleştirdiğı konser, bu akşam saat 19.30'da Boğaziçi Universitesi Büyük Toplantı Salo- nu'nda yineleniyor. Konser prgoramı Mo- zart'ın Do Mınör Adagio ve Füg, Tetemann'ın Sol Majör Viyola Konçertosu, Weber'in Do Minör Andante ve Macar Rondosu, Çaykovs- ld'nin Andante Cantabile ve Dvorak'ın Mi Ma- jör Yaylı Çalgılar Serenadı adlı yapıtlanndan oluşuyor. Şef Mansur bilınen ve sevilen eser- lerin yanı sıra Mozart'ın Bach etkileriyle ka- leme aldığı ve kendi döneminde bir geriye ba- kış olarak nitelenebilse de sanatçımn dehasi\ - la birleştiğinde "flginç'' bir yapıt olarak orta- ya çıkan Do Minör Adagio ve Füg'ünü kap- sayan programı "kontrastü" olarak niteliyor Konserde Ruşen Güneş. Telemann'ın Vı- yola Konçertosu ve Weber'in Do Minör An- dante ve Macar Rondosu'nda şolist. Prog- ramda yeT alan Dvorak'm Yaylı Çalgılar Se- renadı'nı Mansur şöyle tammlıyor: "Doğdu- ğu topraklann haik müzigini ve senfonik mü- ziği özümseyen Dvorak'ın sevdiğun her yö- nünü banndıran olağanüstü bir yaprt." Kon- serde, Çaykovski'yi o dönemde gördüğü ilgi nedeniyle bıktıran Andante Cantabile de yer alıyor. Adamsendecüik yok eder Mansur, Akbank Oda Orkestrası 'yla çalmak- tan, orkestranın çoğunluk gençlerden kurulu olması nedeniyle çok keyif aldığmı söylüyor, sanat adına* devletten bağımsız girişimlerde bulunmanın önemini vurguluyor ve ülkemiz- deki orkestralarda, yıllardır yurtdışında yaşa- yan bir sanatçı olarak gözlemlediği değişim- leri şöyle anlatıyor: "Son bir yıl içinde hoş bir dönüş yaşandı. Daha önceden yalnızca ai- levi nedenlerle geliyordum Türkiye'ye. Bu- rada yeni bir kuşak yetişmeye başlıyor 1989 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nden aynldığımdan beri önemli bir kan değişikli- ği olmuş orkestralarda." - Şimdıkiler daha mı yetenekliler? "Bu aslında eğitim ve kafa yapısı ve o ku- rumlan yönetenlerin kafa yapılanna, kendi- lerindebir misyon görüp gönnemelerine bağ- h. Şimdikiler daha iyi yerişmiş, daha klealist ve konsantre mü- zik yapmak isteyen bir kuşak. Bubeni memnunediyor. Daima yeni gelen kuşaklar olmuştur. Benim zamanımda da~ Kabi- liyetli ve iyi olanlar da vardı aralannda, ancakzaman için- de bulunduklan kurumlann aşüadığı devlet memuru zihro- yetiyle, kısa zamanda idealist- liklerini yitiriyoriar. Ve genel hamur içinde yoğrulupgitgide birbirterine benzht)rlardı. Oy- saşinıdikikrin içleri>i eni bir şey yapma tsteğrvledolu ve bu ku- rumlan deM-almışlar. Aynca enstriimantal kalite olarak da belirgin bir fark varf Ancak müzik kurumların- daki bu iyileşme, Mansur'a göre şanssız bir döneme rast- Iıyor. Mansur ortak bir yargı- yı dile getinyuı "Çağdaş bir ülke olma gibi bir kküanuz varsa, bunun en ucuz ve en çarpıcı yolu sana- tıdestekleınektir. Ancak sanatw sanat kurum- lanyla gerçeklesebilir. Bu > üzden devletin des- teği çok önemlL \e bugün. kurumlann orga- nik > apısında gelişnıe olurken, devletten \ç di- ğer resmi kuruluşlardan aklıklan desteğin azahnaya başladığı şanssız bir dönem icinde- yiz, Küİtür Bakanlığı'nın ödeneklerde kısrtia- ma>a gittiğini duydum. Bunlar kısa vadeli, küçük politik hesaplar. Bu hesaplan yapan- lar verdikleri zararın farkındalar. Tam iyhe gitme\e başladığı bir dönemde bu kurumlan yıpratmaya başlarsak kaybedenlerin yerine konması onlarca yıl sürer. Ancak bizimçağdaş Türldye'yi gördügümüz şeklrvlegörmeyen insanlarvar Kültür Bakan- lığı'nda. Devlet kurumlarryla hiçbir ilişkim olmadığı için rahat konuşabiliyorum. Emi- nim bakanhkve hükümetteki kişOerde benim- le hemfikir Id bu kurumlan çürütmenin en iyi yolunu bulmuşlar! Oyleyse Türkiye'nin ay- c^ ^ a yurtdışında sürdüren genç orkestra şefi Cem Mansur, Akbank Oda Orkestrası'nı yönetmek üzere Türkiye'deydi. Dışandan bakan bir göz olarak ülkemizdeki müzik kurumlannda bir tazelenme ve iyileşme yaşandığını belirten Mansur, bu kurumlann organik yapısında bir gelişme olurken devletten ve diğer resmi kuruluşlardan ahnan desteğin azalmasını şanssızhk olarak niteliyor. dın insanlannm devlete rağmen, tkari spon- sorlar ya da dernekler aracüıgryia bu kunım- lara sahip çıkması gerekiyor. Eskiden Kültür Bakanlığı bu kurumlaıia en azından ilgilenir görünüyordu. Şimdiyse açık açık karşılar. Çünkü çağdaş Türkiye'nin en belirgin sem- boBerinden biri bu kurumlan Adamsendeci- lik, inşası yıllar sürmuş bu kununlara devlet yardımnun politik ya da ideolojik nedenlerle pat diye kesflmesine neden olabilir. Oyleyse aj- dınlar ortak bir bflinç oluşturmah ve çağdaş Türkiye'nin en önemli sembollerinden biri olan bu kunımlara sahip çıkmaİL." Sorumluluğum sanatsal olmalı Mansuryedi yıl baş şefliğini üstlendiği Ox- ford Şehir Orkestrası'ndan geçen yıl aynla- rak "AcademrvofOsford" adlı topluluğu kur- muştu. Acaba yurtdışındakı müzik kurumla- n da benzer sorunlar yaşıyor mu? "tngütere'de devlet desteği çok az. Bu yüz- den kurumlann sponsorlanyla çok iyi geçin- mesi çok önemlL Bir orkestrayla yedi vüdan fazla çabşacaksam, benim yapmak istedikle- rimi tctnsil edebiüyor olması gerekir. Yönetim kurulunda anlaşamadığımız biri vardı. O ay- nlmayınca hep beraber istifa ettik ve Aca- demy of Oıford'u kurduk. Para bulma so- runlan dünyanın her yerinde var. Ancak yine de ayıu yerde on yıl kalmak istemiyonım. Bu- nu başarabilen şefler yok değil, çünkü çahş- uklan kurumlann şartlan ve yönetimi çok iyL 'Bir orkestrayı şuradan şuraya getirdım' demek önem taşTvor elbette. Ama bu da bü- yük ölçüde idari ve mali şartlara bağk Veben aıiıkklarisorumluhıkalmakistenıryorum.So- rumluhığumun tamamen sanatsal olduğu yer- lere gitmek beni çok daha murJu edhor. Ayn- ca çaüşdğım insanlarla da iyi ilişki içinde ol- mak isterim, ne de oba orkestranın görünen yüzüsünüz." Çağdaş müzik kalmadı Mansur'un çağdaş müzikteTi hoşlandığı bi- liniyor. Bu türe bakışı nasıl? "Ashnda çağdaş müzik diye bir şey kahna- dL Çok daldan dala atiayan tüıier günümüz- deçağdaş olarak nitetendirOiyor.Günümüzbes- tecDeri sanınm bir dönem etrafı saran modern ouna kaygısuıdan kurtuldular. Batı bestecisi- nin çok uzun süre en büyük kaygısı. daha ön- ce Idmsenin yapmadığı bir şeyler yapmak ol- muş. Bu saplantı savçsinde ikrleme kaydetmtş. Ancak arük denenmeyen bir şey kalmadı. Ar- moniye yeni bir dfl getiremezsiniz. VVagner, Schuman'dan daha modern bir besteciydi, Debussy ondan ileri gitmiş, Stravinsky de on- dan ileri gitmiş, Schöenberg o tonaüteyi tama- men yıkıp öne geçmiş. Nihayet 20. yüzyıhn so- nunda bestecisi bu yenilikçUikten kurtuldu. Beni hep karmaşık model \v atonal eseıier et- kilemiştir. Bir orkestra şefı olarak bu eserleri çözümlevip yönetmekten çok zevk ahyonım. Ancak her zaman bilincindeoldum ki bir din- leyki olarak o kadar zevk ahnazdım." "Sözlerle, çizgilerle anlatamadığnmz şey- ler olduğu için müzik vaç" dıyor Mansur. Ve müziğin dinleyici taraftndan algılanan soyut yanınm ötesinde, müzisyene ulaşan matema- tiksel ve somut bir yanının da olduğunu ek- liyor. Bu noktada, bir eserin matematiksel gerçeği ve formüllerini çözümlemeyi öğrenen- ler için müziğin entelektüel bir yanı olduğu- nu da belirriyor. gördüler ve çok iyi bir uyum yaka- ladık. - Sizce bu yedi haftahk çahşma süreci Kuğu Golü'nü İstanbul Dev- let Opera ve Balesinin repertuvan- na katmak dışında topluluğa ve Türk klasik balesine neler kazan- dırdı? - Öncelikle bir profesyonelin na- sıl çalışması gerektiği konusunda farklı birbakış açısı kazandılar. Ba- le açısından baktığımızda Türki- ye'de işler yürümesi gerektiği gibi yürümüyor. Dansçılarbizimle çahş- tıktan sonra çok daha iyisini yapa- bileceklerini gördüler. Ancak bun- laryeterli değil elbette. Sanatçılarye- teneklerinin çok azını sergileyebi- liyorlar ve bu onlann suçu değil. Türkıye dışına çıkıp daha çok top- luluk izlemeleri gerekiyor. İstan- bul'a pek çok topluluk geliyor, ama Türk balesi sadece Rus balesine ku- cakaçmışdurumda. Doğrusunu söy- lemek gerekırse Rus balesinin ka- litesini ve tarzmı beğenmiyorum ve oldukça kaba buluyorum. Hâlâ bir efsaneyi sürdürmeye çalışıyorlar. RusbaksminizİCTİHİmmeB - Peld azin bale anlayışmız ne? - Ben daha ciddi bir kaliteden ya- nayım. Daha az geometrik hareket- ler, daha fazla sadelik ve saflık. Be- nim tarzımda da zor figürlere yer var; ama bunlann, kabalıktaa abarndan sıynlması gerekiyor. Klasik bale, özellikle de "Kuğu Gölü" bunu ge- rektiriyor. Bu nedenle çalışırken ön- celikle Rus balesinin izlerini sil- memız gerektı. - Koreografiden önce siz de dans ediyordunuz. Sahnede dans etmeyi ve hazuiadığıruz koreografi>i sahne- de izfemevi karşdaştırır mısınız? - Çok farklılar. Dansetmeyi de se- verdım; ancak, dans ederken sade- ce size söyleneni en iyi şekilde yap- makla yetiniyorsunuz. Şimdi daha çok karar verme, seçim yapma hak- kına sahibim ve sanınm bu beni rahatlahyor. - Türkiye'de bir bale sah- nelerken en çokhangi konu- brda zorlandınız? T^Jevn. yc*)ebolen ve dansçılar yaklaşımlanmız farklı olmasına karşın bize hiçbir sorun çıkarmadılar. Kendi kararlanmızı alma ve uygulama konusunda son derece özgürdük ve bu ko- nudaonlarda ellerinden gel- diğince bize yardımcı oldu- lar. Ancak bu ülkede yöne- timi ve dansçılan da aşan ve balenin gelişmesini engel- leyen sorunlar var. Bürokra- tik engeller ve bütçe yeter- sizliği elbette başta gelen- ler. Bu ülkede dansçılar ve koreograflardan görev ve so- rumlululdannın dışında da çok şey isteniyor. Garip bir düzensizlik var ve bu dü- zensizlik için hep mazeret- ler üretiliyor. Sanatçılann tam anlamıyla başanlı ola- bilmeleri için salon, prova mekânı, kostüm gibi konu- larla ilgilenmemeleri gere- kiyor, ama Türkiye'de sa- natçılann akıllan hep bun- larla meşgul ediliyor. 'Arte'de üç saat Yaşar Kemal MtŞEL PERLMAN PARİS - Fransız ve Alman tele- vizyonlannın ortak kanalı 'Arte', ön- ceki akşam yaklaşık 3 saat süreyle İe- manprogramı'nı YaşarKemai'e ayır- dı. Fransızlarla Almanlannbirlikte ça- hştığı 'Arte', entelektüel izleyicileri hedefleyerek, zaman zaman belirli tema'lan ele ahp konuyu aynntıh bir biçimde irdeliyor. Bu kez program, Yaşar Kemal'in gerek yazar, gerek- se siyasal faaliyetlerini izleyicilere ta- nıttı. Öte yandan programı sunanLibe- ration gazetesinde yazan, saygın ede- biyat eleştirmenlerinden Antoinede Gaudemar, Yaşar Kemal'in Türki- ye'de 'son derece ünlü' olduğunu vur- guladı ve "'onun sayesinde Türk di- ünin hayret verecek biçimdeyeniden canlandığı" görüşünü dile getirdı. "Anadolulu Haik Ozanı Yaşar Ke- mal'e Ateş" başlıklı yazıda, bu ta- nınmış Türk yazanrun, "Ankara ta- rafindan ezilen bir halkın savunucu- su" olduğu ifade edildikten sonra DGM'den aldığı mahkûmiyete de- ğinildi. 'Arte' kanalının önceki akşam ya- yımladığı tema', iki belgesel fılm- le Yaşar Kemal'in 'Yer Demir Gök Bakır' romanımn sinemaya uyarla- nışını kapsamaktaydı. Osman Ok- kan'ın gerçekleştirdiği belgesel, ar- şivlerden alınmış fotoğraflan, ama- tör filmleri küçük ekran aracılığıyla izleyicilere sunuyordu. Ikinci belge- sele imzasını kovan Merlyn Soiakhan ile Manfred (Sank, özellikle Yaşar Ke- mal'in Çukurova'ya köklü bağlanı- şı üstünde durmayı yeğledi. Ute Casper'in girişimiy le gerçek- leştirilen 'Arte'ninprogramında özel- likle durulan noktalardan biri, Fran- sa'nm eski cumhurbaşkanlanndan FrançoisMitterrandoldu. Gerçekten de, yıllarca önce Mitterrand Fransız TV'sinin bir edebiyat programında, henüz devlet başkanı değilken, Ya- şar Kemai'e güçlürutkusunu dile ge- tirmişti. O günden bu yana Fransa"da Yaşar Kemal'i tanımayan pek kal- madı. GeBşme beni etkfledi - Siz Türkiye'de balenin genşebîhnesi için neler öne- riyorsunuz? - Eğitimin değişmesi ge- rekiyor öncelikle. Bunun için de elbette daha çok pa- raya ihtiyaç var. Önce ögret- menler sonra da öğrenciler yurtdışına gönderilmeli ve yurtdışında güzel olan ne varsa bu ülkeye getirilmeli. Sadece Rusya'mn değil, Amerika, Ingiltere ve Fran- sa'nın deneyimlerinden de yararlanılmah. Türkiye bu güzelliklen hak ediyor. -Yedi haftahk çalışma sü- renizinasıl değerlendirivor- sunuz? - Yaşanan bütün sorunla- ra karşın çok zevkliydi; çün- kü hevesİi ve bize güvenen insanlarla calışhk. Yedi haf- tada büe dansçüann göster- dikleri gelişme beni çok et- kiledi. - Yeni projefcriniz neler? Başka ülkelerin toplulukla- nnı da çahşnrmayı düşünü- yormusunuz? - Cuma günü Londra'ya dönüyorum ve döner dön- mez Kuğu Gölü'nü kendi topluluğumla çahşmaya baş- layacağım. 200 kişüik bir toplulukla hazırlayacağım bu çalışrnayla tumeye çıka- cağız. Londra'daaslında çok yoğun bir program bekliyor beni. tstanbul'u çok sevdim, ama topluluğumdan ayn kal- mayı pek sevmiyorum. Bir süre kendi topluluğumla ça- lışmak istiyorum. Daha son- ra belki başka topluluklarla yeni pTOJelere başlanz. IŞILDAK YE YELPAZE ATÎLLA BtRKİYE Kırkıncı Gün Hiç kimsenin yüreği Cyrano de Bergerac gibi kanamamıştır. Edebiyat tarihinin, en yaman âşığı- dır; karşılıksız bir aşkın doruğudur. Belki de gizli bir aşk, "platonik" bir aşk demek gerekir. Cyrano'nun kuzeni Roxane'a olan aşkına. Bu büyükaşktan Roxane'ın haberi olmamtştır. O, Cyrano'nun sözleriyle Baron de Neuvilette tara- fından itiraf edilen "aşk'atanık olur. Cyrano'nun ru- hunun zenginliğini, duygulannın yüceligini Baron'un- ki sanır. Baron'a, görür görmez hayran olmuştur ama; asıl sevdiği âşık olduğu Cyrano'nun ruhu ve zekâ- sıdır ki güzeller güzeli Roxane bunu yıllar sonra an- layacaktır. Ancak "iş işten geçmiş", Cyrano kolla- nnda can vermektedir... Büyük bir aşk, gururtu bir adamın yüreğinde yıl- larca gizlenmiştir. Yaşamda da benzer "serûyen'lere tanık olmu- yor muyuz? Böyie olmasa, kitaplardakini kim ya- zacak? Şair Paul Vincent'ın Mireille Scanni'ye olan aş- kı da biraz bize Cyrano'yu anımsatır. Bu aşk, söz- cüğün tam anlamıyla "karşılıksız aşktır." Yıl 1930'ların başıdır; Avrupa henüz Hitler bela- sıyla karşılaşmamış; Henry Miller Paris'e yeni gel- miş ve Yengeç Dönencesi'ni yazmakta; öte yandan Anais Nin de hummalı bir şekilde günlüklenne gö- mülmüştür. Paris'teo yıllar, entelektüellerin, yazarlann, sanat- çılann sıkça gittiği kafelerden biri de Cafe Hub-. lot'dur. ; Romantik şair Paul Vincent, bir gün bu kafede önündeki kâğıtlara bir şeyler karalamaktayken ka-, pı açılır; şair de kafasını kapıya doğru çevirir. Içeri • genç bir kadın girer; güzel bir kadındır. Kadınla bir • an göz göze gelirler; kadın birine bakınmaktadır, ar-: dından şairin arkadaşı yazar Hubert Dreux girer. • Kadın, kafeye onunla birlikte gelmiştir. Paul kadınla göz göze geldiğinde, bir anda çar-1 pılmıştır. Kadında, kolay kolay kimsenin ilgisiz ka- • lamayacağı bir cazibe, bir çekicilik vardır. < Şair, o anda, kendisini genç kadının çekim ala- > nının içinde bulmuş; sonra aylarca çıkamamıştır. Ya- - zar Dreux arkadaşı olduğundan masasına otur- j muşlardır. Böylece kadınla da tanışır. Bu genç ve güzel kadın, Mireille Scanni'dir. Ital- yan kökenli aristokratik bir aileden gelmektedir. Sa- natçı çevrelerinde bulunmuş, ancak rastlantı ese- • ri o güne kadar Paul ile karşılaşmamışlardır. Paul bu karşılaşmayı, büyük bir aşkın başlangı- cı olarak yorumlar. Daha sonraki günlerde kadının zekâsına tanık olduğunda, artik ona sınisıklam âşık- tır. O bakışma anı, gizemli bir an, bir işarettir. Büyük bir aşkın işareti. Çünkü genç kadın içeri gırdiğinde ilk önce ona bakmıştır. Mireille, bunun öylesine bir bakış olduğunu, baş- ka bir arkadaşını aradığı için etrafa baktığını, bu- nun bir işaret olmadığını söylemışse de genç şaire bir türtü anlatamamıştır. Aşkını itiraf etmiştir etmesine ama; Mireille ona karşı özel birduygusu olmadığı, yalnızca dost ola- bilecekleri yanıtını vermiştir. Kadın, yanlış bir zamanr laona^olcluğurm defalarca söytemışse de romantik şairPaul "a?fcA>asfa//g/"natutulduğundan, hiçbir şey duymaz, görmez... „ Bir süre sonra, bu karşılıksız aşk bir acıya dönü- şür. Paul acılar içindedir. Genç kadına tam kırk gün şiir yazıp gönderir. Kırkıncı gün, kadının kendisine "ben de seni seviyorum" demesini umut ederek kırk günü geçirir: "Düşbakışlı Mireille, gözlerinde Paris uyuyor, Güzel gözlü Mireille, gözlerinde Paris uyanıyor." Şiirler, mektuplar, doğrusu pek işe yaramamıştır. Gerçi Paul, yüreğinin sesini, duyumsadıklannı yaz- mış; yüregini tüm içtenliğiyle Mireille'in önüne koy- muş, onu mutlu edeceğine olan inancını hiç yitir- memiştir. Öte yandan, bir gün, belki yıllar sonra bir gün, genç kadınla duygusal bir ilişkisinin olacağına olan inan- cını da hiç yitirmemiştir... O da büyük bir aşkı, Cyrano gibi yalnızca yüre- ğinde beslemiştir. Kırkıncı günün sonunda ne olmuştur? Aslında bu yaşanan öykünün sonunun şu veya bu olmasından çok, Paul'ün kırk gün boyunca genç kadını tanımlayan dizeler yazıp göndermesi; kır- kıncı gün, genç kadının kendisine geleceğine ina- narak beklemesidir. Yüreğinin kırk gün boyunca, he- yecanla çarpmasıdır. Şair Paul Vincent'ın aşkı, kitap sayfalannda de- ğil, yıllar önce Paris kafelerinde, Paris sokaklann- dadır Karşılıksız bir aşk, tek başına yaşanan bir aşk... Kırkıncı gün gönderdiği şiirin son dizesi şöyledir: "Mireille, adın artık elveda mı?" Yansımalar'dan Bab-ı Esrar'a • Kültür Servisi - A. Şenol Filiz ve Birol Yayla, 1990 yılından beri geleneksel müziğimizden yola çıkarak günümüzü yansıtan ve geniş bir yelpazeye açılabilen sade ve dingin bir müzik anlayışını yorumluyor. 1996 yılına dek yurtiçi ve yurtdışında verdikleri pek çok konserin yanı sıra 'Yansımalar' ve 'Bab-ı Esrar' adlı iki albüm yayımlayan ikili vurmah çalgılarda Engin Gürkey'in katılımıyla yoluna devam ediyor. Topluluk uzun bir aradan sonra 14 mart cuma günü saat 20.00'de ÎTÜ Macka G Amfısi'nde verecekleri konserde yeniden Istanbullu müzikseverlerin karşısına çıkacak. Albümlerinden parçalar ve yeni çalışmalanndan örnekJer sunacaîdar. Konserde topluluğa Samim Karaca (ut), Mumammer Ketencoğlu (akoTdeon), Cengiz Onural (gitar) ve Brena MacCrimon (vokal) eşlik edecek. BUGÜN • İDOB'de P. İ. Çaykovski'nin 'Kuğu Gölü' adlı yapıtı izlenebilir. • AKSAISAT'ta saat 12.30'da lazer-discten, Peter Gabriel 'Secret World Uve' konseri ve saat 18.30'da 'Aysun Timurcan ve Grup Dost Yürek' canlı konseri izlenebilir. (25235 00) • BEYÂZIT DEVLET KÜTÜPHANESt'nde Doç. Dr. Ahmet Davudoğlu'nun katıldığı 'Tarih Metodolojisi ve Geleneğinin Yorumlanması' başlıklı konferans saat 15.00'te. • BEKSAV'da saat 18.30'da YümazGüney'in İ önettiği 'Umut' adlı film gösterilecek. (349 9155) I FRANSIZ ANADOLU ARAŞTIRMALARI ENSTtTÜSÜ'nde saat 17.30"da Dr. Zeki Coşkun'un katıldığı "Kent, tktidar, Şenfik ve ŞMdeT başlıkl» seminer izlenebilir. • İSTANBUL ÜNtVERStTESt Öğrenci Kültür Merkezi'nde Arkeoloji Kulübü'nün hazırladığı. Prof. Dr. Mehmet Özdoğan'ın katıldığı 'Türkmenistan ve Orta Asya tzlenimleri' başlıklı konferans saat 14.00'te. • FEST KÜLTÜR MERKEZtnde saat 19.00'da Doç. Dr. Zühre Indirkaş'ın katıldığı 'Klasik Mitoloji' başlıklı seminer izlenebilir. • TÜRSAK perşembe söyleşileri kapsammda Berhan Şimşek ve Reis ÇeKkin katıldığı 'Yaraticılaruun Gözünde Işıklar Sönmesin' başlıklı söyleşi saat 18.00'de. (24452 51)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle