Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 1997 PERŞEMBE
OLAYLAR VE GORUŞLER
Enflasyon, Çürüme ve Çevrecilik
Prof. Dr.UÇKUN GERAY
Ç
ok yalın bir biçimde enf-
lasyon olgusuna bakıldı-
ğında bunun iki ayn yanı-
nın bulunduğu ortaya çık-
maktadır. Enflasyon bir
yanıyla eldeki kaynaklann
ve bu arada paranın atanması (tahsisi
veya harcanması) ile bir yanıyla da bu
kaynaklann oluşturulmasıyla çok ya-
kından ilgilidir.
Harcanan kaynaklara denk bir üreti-
min ortaya çıkması, enflasyon yaratma-
ma açısından ıdeal bir durumdur. Ayn-
ca harcanan kaynaklara alınacak üretim
yanıtlannın hemen ortaya çıkması da
enflasyonu önleyen çok önemli bir et-
kendir. Bütün bunlan, bir kuyuya atılan
taşm sesinin hemen ve olabildiğince
güçlü olarak geri gelmesi biçiminde ör-
neklendirebiliriz.
Özellikle gelişmekte olan veya azge-
lişmiş ülkeler, yapısal niteliklerinden
dolayı hemen yanıt alınamayacak veya-
hut harcama dûzeyinde yanıt alınama-
yacak konulara kaynak ayırmak zorun-
dadırlar. Bunlar, eğitim, altyapı, tanm-
sal destek, çevre.. konulanndaki harca-
lst. Üni. Orman Fakültesi
malar olarak örneklendirilebilir.
Benzer biçimde, özellikle bu ülkeler,
kaynak oluştururken de darboğazlarla
karşüaşırlar ve uygun düzeyde kaynak
yaratamazlar. Örneğin yeterli milli ge-
lir, etkin vergi toplama örgütû.. ortada
yoktur. Dolayısıyla enflasyonun ikinci
yanı açısından da iyi bir noktada bulun-
mayabilirler. Harcanan kadar parayı
toplumdan çekememenin enflasyonist
baskısını yaşarlar.
O nedenle, denilebilir ki gelişmekte
olan bir ülke belli ölçülerde enflasyonu
yaşamak zorunda kalmaktadır. AJıcak
yukanda sayılan teknik. yapısal ve gö-
rünürdeki enflasyon nedenlerinin dışın-
da kalan pek çok neden enflasyonu az-
dırmada büyük bir paya sahiptir.
Kaynaklan harcama ve kaynak oluş-
turma konusundakı boşluklar insan de-
ğerleriyle de açıklanabilir. Adam kayır-
maktan kredi yolsuzluklanna uzanan
çûrümüşlûkler kaynaklann hem harcan-
ması, hem oluşturulması aşamalannda,
esasen var olan sıkınülan daha ileri nok-
talara taşımaktadır. Ama nedense enf-
lasyonla ilgili yazılann çok büyûk bir
bölümü insan değerlerindeki çöküntü-
ye değinmemekte ve teknik. piyasayla
ve ücretle ilgili maddesel.parasal açık-
lamalarla yetinmektedir. Oysa örneğin
rüşvet sahtecilik, dolandıncılık, kaçak-
çılık, kadın dövme, evi terketme, sokak
çocuklan.. düzeyleri birerdeğişken ka-
bul edilerek enflasyon analizleri yapıla-
bilir ve yapılmalıdır.Bize göre bugûnûn
yüzde 100'e varan enflasyon orarunın
en az yansı toplumdaki ahlak çöküntü-
sü ile açıklanabilir Aynca enflasyon bir
dönem sonra, değerleri daha da yozlaş-
tıran bir geri besleme yapmaktadır. Ya-
ni ahlak çöküntüsü sürdüğü takdirde
enflasyonun yüzde 50'den düşük çık-
ması beklenmemelidir.
Yine bize göre toplumun elinde enf-
lasyonu en aza indirebilecek yeterli kay-
nak bulunmaktadır. Aynca toplumun en
uygun harcama biçiminin ne olduğunu
saptama bilgisıne de sahiptir. Ancak ka-
mu tarafından kaynak oluşturulurken ve
harcama yapılırken bireyler kurallan
acımasızca delerek çıkar sağlamakta-
dır. Bireylerin derdi. zoru yalnızca ve
yalnızca kendi çıkarlan olmuştur. Dev-
let halkından güçsüz ve fakir hale geti-
rilmiştir. Kredi vurgunu, vergi adaletsiz-
liği, hayali ihracat, aşm kâr hırsı, gös-
teri tüketimi, savurganlık, günlük ve
keyfi kararlar, oy avcılığı, üretmeden
kazanma, devlet malını kapatma, kal-
kınma planlannı rafa kaldırma, rüşvet..
ahlak çöküntüsünün somutlaştığı ör-
neklerdir.
Daha beteri, bu çöküntüye yeni dün-
ya düzeni ve küreselleşme de ivme ka-
zandırmaktadır. O kadar ki bağımsız-
lık, örgütlü toplum, ulus olma, paylaş-
ma. ulusal sırur ve devlet kavramlan bi-
le küreselleştirme taşeronu sözümona
yazar ve düşünürler tarafından sulandı-
nlmakta ve değer olmaktan çtkanlmak-
tadır.Ne var ki bu ahlak çöküntüsü ve
küreselleşme şarlatanlığı yoksulluk so-
rununu olağanüstü boyutlara getirmiş-
tir. Istatistik veriler bu durumu Türkiye
ve dünya ölçeğinde kanıtlamaktadır.
Yoksulluk ise çevre yıkımı açısından bir
numaralı sorun haline gelmiştir. Çevre-
ye iiişkin sözleşmelerde, toplantılarda..
bu açıkça görülmektedir. Dolayısıyla
ahlak çöküntüsü, küreselleşme, yoksul-
luk ve çevre yıkımı birbirini besleyen et-
kenler olarak karşımızdadır.
Küreselleşme yürüdükçe yoksullaş-
manın, ahlaki çöküntünün, çevre yıkım-
lannın ve devletin güçsüzlüğünün önü-
ne geçilmesi olanaklı değildir. Ne yazık
ki G8'lerin yakın geçmişte aldıklan ka-
rarlar bu sürecin kuvvetlenerek yüriitü-
leceğini göstermektedir.
Aynca özellikle azgelişmiş toplum-
larda küreselleşmenin liberal ve şoven
yanının yürüdüğü, ama demokratik ya-
nının soysuzlaştığı anlaşılmaktadır. Az-
gelişmiş ve gelişme yolunda olan ve gü-
dülen toplumlarda küreselleşme çevre-
nin düşmanı olduğu kadar demokrasi-
nin de düşmanıdır. Köktendinciliğin be-
sinı de, kapitalızmin yenılenmiş proje-
sidir.
Çevre yıkımındaki temel mekanizma
bu olduğu halde pek çok çevreci sivil
toplum örgütü ya da ilişkileri göreme-
miş durumdadır, ya da ilişkileri örtmek
istemektedir. Şu halde sivil toplum ör-
gütlerinin kilitleneceği asıl konular çü-
rüme, maliye politikalan, adalet sıstemi,
yoksulluk.. sorunlan olsa gerektir. On-
lann dikkatleri orman, tanm ve çevre
bakanlıklanndan çok maliye ve adalet
bakanlıklanna dönük olmalıdır. "Neden
devietin, çevrenin yıkımını önlemeye
nheti ve gücü yok" sorusunun peşinin
bırakılmaması gerekir.
ARADA BtR
DOÇ. DR. YILDIZ SERTEL
Yılların Özlemi:
Demokrasi
4 Aralık'ta, bundan 52 yıl önce Tan gazetesinin,
baltalı, balyozlu demokrasi düşmanları tarafından
yıkılmasını bir demokrasi töreniyle anımsayıp ana-
cağız. Tan gazetesi faşist bir kalabalık tarafından
tuzla buz edümiş, yazarları Sabiha ve Zekeriya
Sertel tutuklanıp mahkemeye verilmişlerdi. Soaın
neydi?
22 Ağustos 1945 tarihli Tan gazetesinde, Ze-
keriya Sertel, şöyle yazıyordu: "Türkiye'nin daha
geniş bir demokrasiye geçmesi gerektiğinde
cumhurbaşkanından en basit vatandaşa kadar
herkes beraberdi... Bunun için anayasaya ve ulus-
lararası taahhütlerimize uymayan mevzuatlı (ya-
saları) değiştirmek, fer'i kanunlarda değişiklikler
yaparak vatandaşlara demokratik haklannı kul-
lanmak olanağını vermek gerekir." Z. Sertel, bu
degişiklikleri hükümetin ve BMM'nin yapamaya-
cağını ileri sürüyor, seçime gidilmesini öneriyor. Z.
Sertel, başka yazılarında da vatandaşın hesap
sorma hakkını savunuyor. 1 Aralık 1945 tarihinde
çıkan biryazısında, "Dünbeşparalanyokken, bü-
yük servetler yapmış kimselerte halk önünde he-
sapiaşmak istiyoruz" diyordu. Sabiha Sertel ise
"Muvafakatın Feryadı" başlıkh yazıstnda şöyle di-
yordu: "Şimdi Türk basınında iki gazete gerçek
anlamda birözgühük ve demokrasinin gerçekleş-
mesi, halkın kaderine egemen olması, yolsuzluk-
lann, aşın kâhann önlenmesi, Türk milletinin bü-
tün devlet mekanizmasını kontrolü altına alması
için muhalefete geçmiştir. Kökü halkın içinde olan
bu muhalefetin, Meclis'te ve basındaki temsilci-
leri sayıca sınıriı olduğu halde, muvafakatın (ıkti-
dann) bunu boğmak için sarf ettiği gayret sınır-
sızdır."
Bu iki gazeteci, işte bu yazılarından ötürü hap-
se ve mahkemeye düşmüş, sonra da süren bas-
kılar sonucu yurdu terk etmek zorunda kalmışlar-
dı.
O günden bugüne Türkiye'nin siyasal yaşamın-
da pek çok sular aktı. Demokrasi savaşında pek
çok kurbanlar verildi, işkenceler çekildi. Hâlâ da
çekiliyor ancak demokrasi ağacı bir türlü meyve
vermiyor. Bu savaşın tarihi, Tan olaylannın çok ge-
risine, Tanzimat'a ve özellikle Meşrutiyet devrimi-
ne kadar uzanır. Bir buçuk yüzyıl süren bir savaş-
tan sonra biz hâlâ düşünce özgüriüğünü, işken-
ceyi, insan haklannı, yargı bağımsızlığını tartış-
makta, düşünen insana zulmü sürdürmekteyiz.
Acaba neden?
Diyebilirsiniz ki, ceberrut devlet Osmanlı'dan bu
yana bir gelenek halini aldı. Tepede bir ayncalıklı
azınlık yurdu sömürürken; hak, kanun, eşitlik, öz-
gürlük arayanları ezdi. Bu bir sosyal yasadır. Yurt-
taşı tatmin edemeyen idare onu ezer, baskıyla
susturur. Toplumsal yapı sorununu ileri sürebilir-
siniz. Gelir dağılımındaki dengesizlik, kırsal yöre-
lerin yüzyıllar boyunca okulsuz, bilgisiz kalmasın-
dan doğan cehalet birikimini ileri sürüp yurttaşın
kolay kandınldığını söyleyebilirsiniz. Durumdan si-
yasal partileri sorumlu tutabilirsiniz. Oy peşinde,
dinsel gericiliğe ödün verdiler, halkın eğitim düze-
yini düşürdüler, bilinçsiz yığınlar yarattılar, diyebi-
lirsiniz. Ya 12 Mart-12 Eylül darbeleri! Yürürlükte-
ki anti-demokratik anayasayı, üniversitelere bas-
kıyı, faşist uygulamaları onlar getirmedi mi?
1945'te Türkiye'de demokrasi savaşı veren ancak
iki gazete vardı. Ya bugün? Medyamız, halkta ve
idarecilerde demokrasi bilincini uyandıiTnak için ne
tür bir savaş veriyor? Halkı avutup uyutmak, ça-
nak çömlek satmak savaşı mı? Diyebilirsiniz ki, bu
böyle bir düzendir. Ancak halkı eğitmek, uyandır-
mak, demokrasiyi savunmak gerekli degil. Bu dü-
zende değerier parayla ölçülür. Ahlaki değerterin,
yurt için gerçekten savaşmanın, özverilerin moda-
sı geçti. Paranın para getirdiği yerde ulusal görev-
den söz edilir mi? Demokrasi hep özlemli mi ka-
lacak?! Bunu bugün düzenlenen panelde tartışa-
cağız: TarıkZaferTunaya Kültür Merkezi'nde, (Tü-
nel) saat 15.00-17.45 arası.
MUĞLA ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ'NDEN
Sayı: 1996,349
Davacı Tedas vekili Av. Muzaffer Demırcan tarafin-
dan davalılar Asaf Çetinkaya ve Mehmet Erol Erberk
aleyhine açılan alacak davasının mahkememizce yapı-
lan duruşmalan sırasında; Ak-Ba-Deniz Ürünleri Tic.
Lmt. Ştı. Karacasöğüt'Marmaris adresinde ıkamet etti-
gi bıldirilen davalı Mehmet Erol Erberk adına çıkanlan
dava dilekçesı bıla teblığ ıade edilmış olup, zabıta ma-
rifetiyle yapılan tahkikatta da açık adreslerinin tesbit
edılemedıği bıldinlmış olmakla, davalı Mehmet Erol
Erberk'in HUMK.nin 213, 337. maddeleri gereğince
duruşmanın bırakıldığı 19/12/1997 gûnü saat 09.00'da
Muğîa Aslıye Hukuk Mahkemesi salonunda hazır ol-
ması veya kendisıni bir vekille temsıl ettirmesi, aksi
takdirde duruşmanm yokluklannda yapılıp, karar
verileceği ilanen teblığ olunur. 09.07.1997
Basın: 46967
Tıp Eğitimi ve Sağlık Ocaklan...
Prof. Dr. SEZER Ş. KOMSUOGLU
S
ağlık Bakanımız, 1998 'in ilk ayından
başlayarak sağlık düzeltimi (reformu)
rüzgân eseceğini, düzeltimın en
önemli atılımlanndan biri olarak sağ-
iık ocaklannın yeniden canlanacağı-
nı ve aile hekimi yetiştinlmesine özen
gösterileceğini dile getirmişti (17 Ekim 1997, Ba-
sın).
5278 sağlık ocağından ancak 1458'inin çahşır
durumda olduğunu üzülerek ögreniyoruz. Sayın
Bakan, sağlık ocaklannın halkımız tarafından
unutulmuş bir kurum (müessese) olduğunu be-
lirtmişti. Bence son yıllarda uygulanan nice yan-
hş sağlık politikalan, hükümetlerin koruyucu sağ-
lığa bakıştaki inanılmaz umursamazlığı, bu unu-
tulmuşlukta önemli bir neden.
Birinci basamak sağlık hizmeünin verildiği sağ-
hk ocaklan ıstenilen ve yıllardan beri amaçlanan
hizmetı bir türlü veremiyorlar. Sunulan sağlık hiz-
metinde, biraksaklık olduğunda odak noktası ola-
rak hep hekimler görülmüş. Oysa onlar sağlık hiz-
metindeki uzun bir zincirin yalnızca bir halkası.
Sağlık hizmetini, alan da veren de memnun de-
ğil. Sağlık ocaklannda, bugün çoğunluğu görevin-
den memnun olmayan, genç prarisyen helcimler
çalışıyor. Uzmanlık sınavına girip çıkıyorlar. Has-
talar ise bir üst kuruma sevk için doktorlan ikna-
ya çalı^ıyoriar. Oralardabulunmalan geretcen halk
sağlığı uzmanlan ya da aile hekimlerinin sayılan
az, mevcut olanlar da büyük kentlerde ya da üni-
versitelerde.
Eğer birinci basamak sağlık hizmetleri. alan
açısından verimli ve güvenilir, veren açısından
yeterli (tatminkâr) kılınır ve hekimin konumuna
prestij kazandınlırsa, zincirin hekimlerin oluştur-
duğu halkasında önemli adımlar atılmış oluna-
caktır.
Birinci basamak, ülkemizde sağlık hizmetleri-
nin en sorunlu yeridir ve ivedilikle güçlendinlme-
si gerekmektedir. Bu bağlamda hekim açısından
iki noktanın önemle göz önüne alınması gereki-
yor: 1 - Tıp fakültesinden mezun olan genç dok-
torlar birinci basamak sağlık hizmetini vermeye
hazır olarak mı yetişiyor, yetiştirilıyor? Uygula-
malanna halkın güveni ne kadar? Sağlık ocakla-
nnda çahşmaya gönülden istekleri varmı? 2- Sağ-
lık ocağı. ilçe hastaneleri gibi 1. ve 2. basamak ku-
nımlanna gönderdiğimiz bu doktorlara toplumun
verdiği değer nedir? Ne olmalıdır? Sağlanan ya-
şam olanaklan onlan ayakta tutmaya yetiyor mu?
Birinci sorunun çözümü tıp fakûltelerinde eği-
timi yeniden gözden geçirmek ve programlamak-
ta, ikıncisinin çözümü ise hükümet politikalann-
da yer almaktadır. Hükümetlerin sağlığa, ama her-
kesin sağlıgına, sağlık personeline ve hekime ba-
kış açısı bu noktada büyük önem kazanmaktadır.
Bu yazıda bir öğretim üyesi olarak birinci so-
runun üzerinde duracağim. Dünyada son yirmi
beş yılda tıp fakülteleri eğitim sistemlerini yeni-
den gözden geçiriyorlar. Kendi ülkelerini ve yurt-
taşlannı iyi tanıyan, kendi ülkelerinin sağlıkla il-
gili önceliklerini bilen ve buna göre eğitilen he-
kimler yetiştirmeye çalışıyorlar. Öğrencilerine
kendilerinin, başka hekimlerin, hemşirelerin, di-
ğer sağlık personelinın ve toplumbilimcilerin gö-
rev aldığı bir ekibin üyesi olduklannı ve buna gö-
re davranmalan gerekliliğini öğretiyorlar.
Türkiye'de yeni kurulanlarla birlikte 71 üniver-
site var. Bunun 17'si vakıf üniversitesi. Hemen
hepsinde tıp fakültesi var. Yüksek öğrenimin ül-
ke yüzeyinde hızla yayılması elbette arzu edilen
bir durumdur ve bu yeni kurumlan yüzyıllık kök-
lü kurumlarla karşılaştırarak karamsarlığa kapıl-
mak yersizohtbiltr. Ancak bu ktırumlann açılma-
lan ve gelişTncterinin iyi planlanması, özelliklç tıp
fakülteleri için yaşamsal önem taşımaktadır. Fa-
külte ile birlikte kurulan aynhnaz parça, eğitim ve
uygulama hastaneleri, buzdağının görünen kısmı
gibidir. Buzun su altında bulunan kısmı ise temel
eğitimdir. YÖK üyelerince yapılan değerlendir-
melerde orta veya iyi notlar alan fakültelerimizin
bile çoğunda temel eğitim hâlâ çok zayıftır. Hal-
buki kuruluşundan itibaren sürekli kaynak tüke-
ten, öğretim kadrolan bakımından klinik tıp dal-
lan gibi çekici görünmeyen temel tıp eğitimi, işin
can alıcı noktalanndan biridir. Yeni kurulan tıp fa-
kültelerinin bu konuya yakın gelecekte çözüm
sağlayabileceklerini düşünemiyorum.
- Çözüm olarak kamuoyunun isteğini de karşı-
layacak yeni tıp fakültelerinin hastanelerinin eği-
üm ve araştırma hastanesi olarak yaşama geçiril-
mesi, ancak temel tıp öğrencisini başlatmak için
KJDSBYtBU
HAKAN
REKER
O ŞEBNEM
DÖNAAEZ
SİNLİ
HBR ÇARŞAMBA, BÜTÛN BİR HAFTAl
belirli bir yeterlilik seviyesine ulaşmalan beklen-
melidir. Her bölgede merkez seçilecek bir tıp fa-
kültesi. bu alanda akademik teknik kadro ve do-
nanım açısından özel sektör ışbirliği ile kurulacak
konsorsiyumlar aracılığı ile bu merkezler destek-
lenebilir ve bu temel bilimlerden mezun olan öğ-
renciler bir sertifıka ile kendi fakültelerine gön-
derilebilirler.
- Temel tıp eğitiminde bir başka sorun öğrenci-
ye verilen, verilmeye çalışılan bilgilerin çok ay-
nntılı (detaylı) olabıleceğidir. Neyin gerekli, ne-
yin gereksız olduğu bu konuyu bilenlerce tartışıl-
maktadır. Bu alandaki çalışmalannı Academic
Medicine 1993 "teki makalesinde yayımlayan
YV'ottgang Vbgal, hangi tıp bilgilerinin gerekli ve-
ya gereksizliğinin. verildiği yıllara, ülkenin o gün-
kü koşullanna ve güncel medikal gelişmelere bağ-
h olduğunu söylüyor. Örneğin ABDcle tüberkü-
loz çok nadirdi. Şimdi göçler dolayısıyla artıyor.
Bizde 1950'lerde sıtma en günceldi. On yıl önce
AIDS hiç gündemde yoktu, şimdi eğitim program-
lannda yer alıyor. Bir başka konu, temel tıp ve kli-
nik bilimlerindeki öğretilerin yıl içinde yatay, yıl-
lar içinde dikey ilışkisi sağlanmalıdır. Böylece ya-
şamsal ya da terk edilebilir bilgiler yerli yerine otu-
racaktırdeniliyor. Eğitimde vebilginin değerlen-
dirilmesinde esas. olmazsa olmazdan başlayıp,
terk edilebilıre doğru gitmek olmalıdır.
Gelışmiş ülkelerde tıp eğitiminde bir başka de-
ğişjklik; temel bilimlerde klasik <tee saatleri ye-
rine, tıp.ekonorriisi, tıp iş sahalan. spor hckimli-
ği, tıbbi etik. ilaç alışkanhğı gibi güncel dersler
yerleştiriliyor.
Çok önemli bir başka değişiklik de belki
1910'larda Flexner'den buyana bilinen bazı Ame-
rikan üniversitelerinde (Michigan State, Harvard,
McMaster) ve Rusya'da uygulanan modern tıpta
ise son on yıldır tartışmaya açılan 'Probtemi Çöz-
meye YöneKk' eğitim şeklidir. Burada esas, temel
bilgiler ve klinik derslerverilmeden önce bile has-
tanın sorunlan ile öğrenciyi tanıştırmak ve anla-
tımı, bilgiyi bu yönde genişletmek olarak tanım-
lanıyor. Bu yöntemi savunanlar klasik yöntemle
öğrencilerin birçok bilgi ile yüklendikten sonra,
hasta ile karşılaştıklannda öğrendikleri bilgiler
mental organizasyonlarla yerli yerine oturduğu
için bu bilgileri tek tek çıkanp, kliniğe uygulamak-
ta zoriuk çekmekte olduklannı söylüyorlar. Özel-
likle halk sağlığı ve aile hekimi yetiştirilmesinde
bu yöntemin çok daha yarar-
lı olduğu savunulmaktadır
(AlbanaseM. 1993 Ac. Me-
dicine).
Bizdeki eğitimi ve üp bil-
gisini ölçen ulusal sınav
(TUS) yüklü temel ve klinik
bilimlerağırlıklıdır. Özellik-
le 1. ve 2. basamakta çok ge-
rekli olan pratik bilgiler, has-
ta başı uygulamalar daha az
veya hiç dikkate alınmıyor.
ABD'de bile bugün bilgiyi
ölçen. National Board Of
Medical Examiner's sınavı-
na, bir de pratiği ölçen Li-
censing Examination adı al-
tında bir sınav ekledi. Sına-
vı olsun veya olmasın yeni
mezunlar mutlaka uygula-
mah mezuniyet sonrası
kurslanna tabi tutulmalılar.
Tabipler odasının başlattığı
kredili sistem, yaptınm gü-
cü olan uygulamaya dönüş-
melidir.
Sağlık hizmetlerinin su-
nulması ve hizmetten yarar-
lanma bakımından XIX.
yüzyılın yeniden biçimlen-
me çagı olacağı açıkça gö-
rülmektedir. Sağhk hizmet-
lerinden yararlanmanın bir
insan hakkı olarak kabul
edilmesi konusu 1946'da
Dünya Sağlık Orgütü Ana-
yasasfnda yer almıştı.
j, ^m Halkın sağlığını korumak
bugün en gelişmiş ülkelerde
bile devletin görevidir. Bu
koruyucu sağlık hizmetleri-
nı içeren temel kurum sağlık
ocaklandır. Buradaki yeter-
sizlik 3. ve 4. basamak olan
üst tedavi ve araştırma ku-
rumlanna yansımaktadır.
O • Çığ gibi artan özel sağlık ku-
7/ *J ı I rumlannın bu koruyucu sağ-
c\\£ğ A | lık hizmetlerini yerine getir-
meyecelderi açıktır. Tıp fa-
külteleri eğitimlerinde, hü-
kümet politikalan uy-
gulamalannda, birinci
basamak, yetişen genç dok-
torlara ve öbür sağlık per-
soneline çekici ve üstün du-
ruma getirihnelidir.
Şevkini duyan meşak-
katini çekecektir.
PENCERE
Zamsn Yaşamanın
Dayamlmaz Ağınlığı...
Hükümet açıkladı:
"KfT ürünlerine 6 ay zam yokl.."
Ne yapacağımızı şaşırdık..
Ağlaşmaya başladık..
Her kafadan bir ses çıkıyor:
-Olurmu?..
- Hükümet bunu bize yapmayacaktı.. ,- ..
- Bu işin içinde bir iş var..
- Tutturamazlar..
Neredeysesokaklara döküleceğiz, gösteri yürü-
yüşleri düzenleyeceğız: . •-
- Zam isteriz!..
"Alışmış kudurmuştan beterdir" derler ya, tep-
kilerimiz bir tuhaflaştı...
Zamsız yaşanır mı canım?..
Hayatın tadı kaçacak!..
•
Uzman geçinenler ukalalık etmek zorunda ol-
duklan için karann üstünü altını kurcalıyorlar, drye-
lim ki bu onlann işidir, ama çoğu kodamanın eş-
şekten düşen karpuza döndüğü bir gerçek!..
Enflasyon lobisi kaygılı:
- Ya tutarsa?..
Enflasyonsuz ve zamsız hayatı görmemiş ve ya-
şamamış olan kuşaklar, büyüklere soruyortar:
- Yani şimdi zam yok mu?
- Evet...
- Nasıl olur? Ayda birya da haftada bir zam ol-
mazsa her şey altüst olur, piyasa tıkanır, toplum
düzeni bozulur, iflaslar başlar, fırmalarbatar...
Zam zincirine alışmış olan kişi, zamdan yoksun
kaldığı zaman sudan çıkmış balığa dönecek...
•
Ya hükümet ne deseydi:
- Daha çok zam yapacağım!..
- Neden?..
- Çünkü popülist ekonomi politikası uygula-
mam, kimsenin gözünün yaşına bakmam, halk
dalkavukluğu yapmam, KİT ürünlerini zamanında
zamlamadığın zaman zamazingoyu yersin, mali-
yetin altında mal satmam, ekonominin dengeleri
korunmalıdır, gerçekçi olalım...
Belirli çevreler ayağa kalkıp alkışlardı:
- Yaşa!.. Sonunda gerçekçi bir hükümete kavuş-
tuk!..
Kapitalizm Türkiye'de sermaye birikimi sürecin-
de işliyor; Batı bu işi geçmiş yüzyıllarda gerçekleş-
tirdi; bizde sermaye yeni palazlanıyor; ama bu işi
"paradan para kazanmak" yöntemiyle yapıyor, enf-
lasyon toplumdaki gelir adaletsizligini keskinleşti-
rerek sürüyor; emmebasma sömürü tulumbası ça-
lışıyor... Bu 'saadet zinciri'n'm halkalarını kim ko-
parabilir?..
Şu hükümete bak sen!..
Zam yapmayacakmış...
• .'
Peki, hükümet ne yaptığını biliyor mu?..
Ne demek "Zam yapmayacağım" açıklamasının
anlamı?
Birdeney!..
KlTler şimdiye dek günah keçisi g
Enflasyonun sorumlusu sayılmıyorfar mıyrJı?..
KlTler olmasa özel kesimin başı göğe ermeyecek
miydi?..
Al sana KİT zamlarından yoksun bir ortam!..
Piyasa şaşkın!..
Alışmış kudurmuştan beterdir, bakalım 6 aycık
olsa bile zamsızlığa dayanabilecek miyiz?..
ANMA
Sevgili varlığımız
HASAN HUSEYİN
ER'İ
Kör karanlıkta yitirişimizin birinci yılında
acı ve özlemle anıyoruz. tdealleri ve acısı
hep yüreğimizde olacak.
AİLESİ
T.C
İLAN
ZEYTtNBURNU SULH HUKUK
MAHKEMESt
EsasNo: 1989 64 Vasi
Karar No: 1989/61 Vasi
Hakim: Kemal Güzel 20998
Kitip: Nuran Taşkıran
MÜTEFERRİK KARAR HÜKÜM ÖZETİ
tLANI
ZEYTtNBURNU SULH HUKUK
MAHKEMESt'NDEN İLANEN
TEBLİĞ OLUNUR
Zeytinburnu Sulh Hukuk Mahkemesince verilen
1989/64 vasi esas 1989/61 karar sayıh 13.10.1997 ta-
rihli müteferrik karar ile daha evvel Sevim Coşkun'a
vasi olarak tayin edilen eski vasi Muharrem GüryoFun
vasiliğinin kaldınlarak hacir altında bulunan Sevim
Coşkun'a yeni vası adayı oğlu Gencay Coşkun'un vasi
tayin edilmesine karar venlmıştir. Bu husus ilan olunur.
15.10.1997. Basm: 54969
TC
ÎLAN
ANKARA 25. ASLÎYE HUKUK
MAHKEMESİ'NDEN İLANEN TEBLİGAT
DosyaNo: 1997/369
Davalı: Görmeyenler Kültür Birleşme Derneği
Davacı ASKİ vekili tarafından davalı Görmeyen-
ler Kültür Birleşme Derneği aleyhine açılan alacak
davasının yapılan duruşmasında davalıya PTT yo-
luyla tebligat yapılamadığindan ve zabıta tahkikatı
sonuçlanna göre tespit edilen adrese de tebliğ edile-
mediğinden ilanen duruşma günü ve dava dilekçesi
tebliğine karar verilmiştir. îlk itirazlannız ile birlik-
te esas dava hakkındaki cevaplannız ve varsa karşı
delilleriniz dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itiba-
ren 10 gün içinde mahkeme kalemine bildirmek ve
bir öraeğini davacıya tebliğ ettirme zorunda bulun-
duğunuz, 05.02.1998 duruşma günü saat 10. O5'te
mahkememizde hazır bulunmadığımz takdirde tah-
kikata yokluğunuzda devam edileceği, işbu ilamn
gazetede yayın tarihinden itibaren 7 gün sonra tara-
finıza tebliğ edilmış sayılacağı Tebligat Kanunu ve
H.U.M.K.'nin 195.213 ve 377. maddelen gereğince
ilanen tebliğ olunur. 17.11.1997.
Basm: 53527