Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 1997 PERŞEMBE
12 KULTUR
Theo Angelopoulos, yeni filmi 'Bir Sonsuz ve Bir Gün'ü Selanik'te çekiyor
ve doğa, öliime yanıtını^GÖNÜL DÖNMEZ-COLÎN
SELAN'İK-Avrupa sineması-
nın en önde gelen yönetmenle-
rinden Theo Angelopoulos yeni
bir fîlme soyunuyor. 1995 yılın-
da saygı değerbir alay ödül alan
"Ulis'in Bakışı" fîlminden son-
ra ilk kez kamera ardına geçen
yönetmen, "Bir Sonsuz ve Bir
Gün" adını \ erdiği yeni filminin
çekimine geçen kış Selanik'te
başlamış. ancak bir hafta sonra
hava koşullan nedeniyle uzun
bir ara vermek zorunda kalmış-
tı. Sisli, bulutlu. yağmurlu gün-
leri seven Angelopoulos için Se-
lanik kenti geçen şubat, mevsi-
me aykın günlük güneşlik, ılık
bir bahar havası yaşıyordu. On
ay bir süreden sonra kasım ayın-
da yeniden başlandı çekime.
Filmin öyküsü son günlerini
yaşayan bir ozanın çevresinde
dönüyor. Yaşlı ozan bir gün tra-
fik ışıklannda araba camlan si-
lerek geçimini sağlayan bir so-
kak çocuğuyla tanışınca arala-
rında doğan yakın arkadaşlık ül-
kenin çeşitli yörelerinı içeren bir
yolculuğa itiyor ikisini. "UUs'in
Bakışı" gibi yine bir "yol" filmi
desek pek yanlış olmaz "Bir
Sonsuz ve Bir Gün" ıçin.
Yaşlanmış ozanı ünlü Alman
oyuncu Bruno Ganz canlandın-
yor. Sokak çocuğu Stavros Nis-
sis'in yanı başında yardımcı rol-
len paylaşanlar arasında İsabel-
le RenauH (Fransa) ve Fabrizzio
Bentivotio'nun (ltalya) yam sıra
Yunanlı oyuncu Despina Bebe-
delei de var. Angetopoulos'un
"Siste Manzaralar" filmindeki
genç kızı oynayan Yunanlı Tani
Paleologou ıse konuk sanatçı
olarak görünüyor.
Italya'nın yetenekli senaryo
yazarlanndanToninoGuerra ve
Yunan Petros Markaris bırlikte
çalışmış Angelopoulos'la senar-
yo üzerinde. Yapımcılar ise
"Ulis'in Bakışı" fılminin takamı.
Selanik'in orta- ^ ^ — —
sında Aristotelous
meydanı bir akşam
kapanmış trafiğe.
Denize dönük ka-
merayı umursama-
dan gelen geçen bir
alay insan. Figüran-
larbunlar. Şemsiye-
li iki adam, kürklü
iki kadın, ellenndc
yeşil bayrak gösteri
yapanlar, tümûnün
giysileri onlarca yıl
geriye atıyor bizi.
Derken bir pazar
günü. Hafta içinde
yoğun trafığin nefes
aldırmadığı Tsimiski Cadde-
si'ne çekileri kordon kuş uçurt-
muyor sete. Yine de aradan ka-
yıp yakın bir göz atmaya çalışan
meraklılan atlatmak kolay ol-
muyor. Ve derken dağılıyor sis-
ler ve bulutlar, pınl pınl güneş
Angelopoulos'a*motor" dedir-
temiyor.
Geçen hafta sona eren Sela-
nik Uluslararası Fihn Festiva-
.* aşlı bir
ozanın son
günlerini
anlatan
Angelopoulos,
'yaşam
üzerine bir
film, aynı
zamanda ölüm
üzerine bir
filmdir' diyor.
li'nde en az üç kez söz verildi ga-
zetecilere, çekimi izletmek için.
Tamam. dediler, kulede Angelo-
poulos, (Bir zamanlar hapishane
olarak da kullanılan ünlü kulesi
bu Selanik'in.) güneş açtı yine
olmadı. Derken randevu Balkı
pazanndaydı, o da gerçekleşme-
di. Usta biraz da saklambaç oy-
nuyor gibiydi gazetecilerle.
Hakkı da yok değildi gerçekte.
"Yaşam üzerine bir film, aynı za-
— — ı ^ manda ölüm üzeri-
ne bir filmdir" dı-
yor Angelopoulos.
"Ölüm düşüncesi
Ue karşı karşıya geJ-
diğiniz an başka
türtüyaşamayabaş-
larsınız. Ama ka-
ranhk bir film değil
bu. Ölüm düşünce-
sini çürütmek isti-
yor bir bakıma. Ve
sonunda geleceğe
doğru bir kapı açıh-
yor."
"Bir Sonsuz ve
Bir Gün"ün senar-
™^—^—• yosu yaz mevsi-
minde iki hafta içinde yazılmış.
Yazdığı en iyi senaryo olduğuna
inanıyor Angelopoulos. Böyle
bir konuyu ele alırken sorun şu
diyor: "Yaşam deneyimlerinin
baslası içinde ölüme bakarsanız,
bunalun tehlikesine gircrsiniz.
Bu beni ügüendirmiyor. Ölüm
sorunonakarşı kişisel yanıtun şi-
ir ve doğaüstünde."
Kuzey Yunanistan'a olan tut-
kusu için ise şöyle diyor sanat-
çı: "Hiçsormayınbanabukonu-
yu. Psikanalistin işi bu!"
Film dünyasında 1964 yılı Pa-
ris dönüşü sol eğilimli Dimokra-
tifı Allaghi gazetesinde eleştir-
men olarak ışe başlayan Theo
Angelopoulos, cuntanın gazete-
yi kapatmasının ardından yönet-
menliğe soyunup ilk fîlmi "Ye-
niden Yapılanma"yı 1970 yılm-
da gerçekleştirmişti. Bunu izle-
yen yı1larda bir düzine filme im-
za attı, çeşitli ödüller aldı. Oysa
ağır ve düşündürücü sinema tek-
nigi nedeniyle uzun yıllar sanat
çevrelerinin dışında geniş toplu-
luklara seslenemedi. Amerikalı
tanınmış oyuncu Harvey Ke-
itel'in başrolünü oynadığı
"Ulis'in Bakışı" filmi ile bu sı-
nırlar da kalkmış oldu. Cannes
Film Festivali jürisi 1995 yılın-
da Altın Palmiye için daha gös-
terişli bir filmi, Emir Kusturi-
ca'nın "Yeraltı" (Underground)
yapıtını seçtiyse de "Ulis'in Ba-
kışı" 1990'lannençoksözüedi-
len filmleri arasına girdi. Bunun
bir kanıtı da geçen günlerde
Theo Angelopoulos üzerine In-
gilizce dilinde iki inceleme kita-
bının birden yayımlanması.
Bunlann ilki Andrew Horton'un
derlediği "Son Modernist: Theo
Angelopoulos'un Fîlmleri", ikin-
cisi ıse Andren Horton'un yaz-
dığı ve Princeton Üniversitesi ta-
rafından yayımlanan "Teho An-
gelopoulos'un Filmleri: Düşünce
SinemasL"
Angelopoulos, Selanik'te gazetecilerle saklambaç oynar gibiydi
w w
Ozcan Başkan: Aykın' bir dil ustasıAYŞEGUL YUKSEL
Prof. Dr. Özcan Başkan ı 11
Kastm'da yitırdik. Dilbilım,
Türk dili ve yabancı dil dünya-
mıza 1950'lerde fırtına gibi gel-
di, estı, savurdu, sonra en bek-
lenmedik anda, kimseye haber
vermeden çekip gitti. Dilbilımin
yıllar öncesinden bugünlere u-
laşmasına bırincı elden katkıda
bulunmuş, Türkiye'deki dil eği-
timi konusunda zorlu bir savaşı-
ma soyunmuş "gerçekçi" bir us-
taydı.
Özcan hocanın 38 yıldır öğ-
rencisiyim. Son 32 yıl içinde
yalnızca 5-6 kez karşılaşmış ol-
sak da... Öğrencisi olmuş olan-
lar şanslıdır. Olmayanlar -ya da
Bernard Shaw'un ünlü profesör
Higgins'ini anımsatan acıma-
sız.'alaycı eğitici tavnndan tedir-
gin olup. "öğrencisi" olmayı red-
dedenler- ise yapıtlannı okuya-
rak, onun "aykin" doğrulann-
dan pay alma şansına bugün de
sahiptir.
Davranış ve yaşama biçimiy-
le böylesine kurallara uygun,
düşüncelerini açıklamabiçimiy-
le böylesine "aykırı" başka bir
insan tanımadım. Son söyleye-
cegini en önce söyleyerek yarat-
tığı şok etkisi. çok özel gülme-
ce anlayışının süzgecinden geçi-
rerek ilettiği ığneleyici eleştin-
\er. çevreye "hoş görünme" ko-
laylığına hicbir zaman sığmma-
mış olmasu olmazsa olmaz dü-
rüstlüğü nedeniyle hiçbir zaman
"popüleroyuncu" olmadı. Onun
usta işi oyunculuğunun tadına
\armak ıçin emek gerekırdi.
Yıl 1959. (Demekkı 30yaşm-
daymış) lstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesı'nin bir am-
fisınde çoğu "kolej" mezunu,
çoğu süslü ve makyajlı kızlar co-
ğunluğundan oluşmuş, kalaba-
lık, uğultulu bir sınıf. Hoca'nın
"Time" dergisinden verdiği kar-
maşık cümleyle didişirken sesi-
mizi fazlaca yükseltmiş olmalı-
yız ki fırtına bizim üstümüzde
kopuyor: "hanımlar, hanımlar.
kolejdeokudukdiye İngilizcebil-
diginizi sanmavm." Donakalıyo-
ruz.
Yıllar sonra, aynı kalabalıkta-
ki bir sınıfa aynı sözleri söyler-
ken yakalıyorum kendimi. Ho-
canın ne demek istediğini zaman
içinde kavramışım. O gün hedef
tahtası biz olmuşuz ama, hoca-
nın iletisi sınıfin geneline: "Bu-
rası ünrversite. Oğreneceğiniz
çok şe>
r
var. Amacmız öğrenmek
değil de fiyaka vapmaksa buna
izin vermem." Özcan Başkan' ın
yaşamı boyunca savunduğu iki
îemel ilkeden ilki "beftrti bir a-
maç." Üniversiteye "niçin" gel-
dığini, neyı "niçüı" ögrendiğini
bileceksın. Eğiticiysen yine ay-
nı kural. Neyi "mçin" öğrettiği-
ni bil.
Hep işlevselliği savundu
Eğitım anlayışı içinde belirle-
diği "amaç"lar dogrultusunda,
müthiş hızlı ve kestirme yön-
temlerle hiç bilmediklerimizi,
hiç unutmayacaklanmıza dö-
nuştürüyor. Artık yalnız Ingiliz-
cedeki değil, Türkçedeki tümce
• Davranış ve yaşama biçimiyle böylesine
kurallara uygun, düşüncelerini açıklama
biçimiyle böylesine 'aykın' başka bir insan
tanımadım. Özcan Başkan yaşamda gördüğüm
en tutarlı insandı. 'Aykın' yaklaşımı yüzünden
sürekli savaşım vermek zorunda kaldı.
yapılanna da egemeniz. Göz
açıp kapayıncaya dek fonetik al-
fabesini, İngilizcenin ve Türk-
çenin tonlama özelliklerini öğ-
renmişiz. Dahası ortaçağ Ingı-
lizcesini anlayıp ünlü "Canter-
bury Masallan"nın tadına bile
varabiliyoruz. (Dilci olduğu ve
edebiyarın üniversitede öğretil-
me biçimini eleştirdiği için
"edebiyat düşmanı" damgasını
daha o zamanlarda yemişti. Oy-
sa Ingiliz dilinde yazılmış olan-
larla sınırlı kalmayan, Doğu'yu
da Batı'yı da kucaklayan bütün-
cül bir edebiyat anlayışı vardı.
"Karşılaşnrmah edebiyat" olgu-
su akademık bir disiplin olarak
daha yeni yeni giriyor üniversi-
telerimizin tartışma gündemi-
ne.) Yüksek sınıflara ulaştığı-
mızda. ilk yıldaki kalabalık
elendiği için bölümce gezilere
filan gidebilirdik. Bir piknikte
domates kesme işi bana düşmüş.
Elimde küt bir bıçak, domatesi
katlermekteyim. Tatlı-sert bir
Özcan Başkan eleştirisi geldi:
"Kem alat ile kemalat olmaz."
(Kötü araçlarla iyi işler çıkartıl-
maz). Sık sık değerlendirdiği ve
eğitim sürecinin içinde sık sık
başvurdugu müthiş bir sözcük,
deyim ve özdeyiş dağan vaTdı.
Hocadan öğrendiğım bu atasö-
zünü yüzlerce kez yineledim ya-
şamım boyunca. (Ne kadar ge-
rekliymiş meğerse!) Kıssadan
aldığım hisseye ise -el becerisi
gerektiren işler dışında- özellik-
le eğitim yaparken sonuna dek
uymaya çalıştım. Doğru "ama-
ca" ulaşma dogrultusunda doğ-
ru "araç
r
kullanmak, hocanın
eğitim anlayışının ikinci temel
ilkesi...
Meslek yaşamı boyunca eği-
timde hep işlevselliği savundu.
Gereksinmeye göre uzman ye-
tiştirmeyi, bilgi öğretimiyle be-
ceri öğretimini birbirine kanş-
tırmamayı. belirli bir beceride
yeteneği olmayanı zorlamama-
yı... Çevresindeki olgulan ilk
kez görüyormuşçasına algılaya-
bilen, bu nedenle de eğitimdeki
yanlış koşullanmışhklan sapta-
yabilen, çoğunluğun görmezden
geldiği garip uygulamalan
amansızca sorgulayabilen ender
insanlardandı. Pek çok eleştıri-
sınde ve önerisinde haklı oldu-
ğu, zaman içinde anlaşıldı, anla-
şılacak.
Özcan Başkan yaşamda gör-
düğüm en tutarlı insandı. "Aykı-
n" yaklaşımını yaşamı boyunca
sürdürdüğü için sürekJi olarak
savaşım vermek zorunda kaldı.
Eleştiri dozunu hiç değıştirme-
di. Yaşı elliyi geçince babacan-
lığın yumuşaklığına sığınmadı.
Çahşma disiplinini, her eyle-
'Fujifilm World Music Days Volume 3' konserlerinde Baaba Maal ve Africando
Afiika'nın kalbinden doğan seslerKültürServisi-Bu yıl üçüncüsü düzen-
lenecek olan dûnya müzikleri festivali
'Fujifflm Wörld Music Da>^ Vbhıme 3'te
Afrika müziğinin iki ünlü ısrni Baaba
Maal ve Africando, tstanbullu müziksev-
erlerle buluşacak. 5-6 Aralık tarihleri
arasında eğlenceli bir parti çerçevesinde
Staras Stüdyolan'nda düzenlenecek olan
'Fujifilm VVorld Music Days Volume 3'ün
organızasyonunu Pozitıf üstleniyor.
Fujı Film World Music Days Volume 3
partilerinin ilk konuğu, köklerinden ödün
vermeden Afrika'nın yerel ritimleri ve
çalgılannı hip-hop, Latin. reggae gibi dans
müzikleriyle kaynaştıran Baaba Maal ve
13 kişilik grubu. Afrika ve Senegal'deki
kuşaklararası uçurumu bağdaştıran bir
müzik yaratan Baaba Maal, müzığinde
melodi kadar sözlere ve Afrika halkının
geleneksel çalgılanna önem veriyor.
Müzik yaşamına kora, riti hoddu ve yedi
telli Afrika gitan çalarak başlayan sanatçı,
DakarSchool of Art'm müzik bölümünde
eğitim görmek için burs kazandı ve yetmış
üyeli bir müzik birliği olan Asly Fouta'ya
katıldı. Paris'te Ecole des Beaux Arts'ta
beste eğitımine de\ am ederek çağdaş Batı
müzıği ile öğrendiklerinı bırleştirecek
kavramlar geliştirdi.
1985 yılmda Senegal'e dönen sanatçı,
Daande Lenol (Halkın Sesi) adıyla kendi
müzik grubunu kurdu. Kendi müzıği için
"Müzjgi doğalTOİIardanyaradrsan. yani
Baaba Maal ve 13
kişilik grubu,
Afrika 'nın yerel
ritimleri ve
çalgılarmı
hip-hop, Latin,
re^ae gibi dans
müzikleriyle
ka^Tiaştınyor.
PapaSeck,
Medoune Diallo
ve Nicolas
Menheim üe
Kübah
sanatçdann
oluşturduğu
Africando ise
Afrika'nın
kalbinden doğan
seskri.
müzik kalbinden gelirse dünyadaki tüm
insanlarla üetişim kurarsın. Benim
müziğim de işte bunun üzerine kurulu"
diyen Baaba Maal'in önemli albümleri
arasında Demgalam, Yela, Lam Toro,
Homady Boiro, Olel, Lem Gi ve Firin'in
Foutasavılabilir.
İkinci gecede ise Senegal'ın efsanevi
miizısyenlen Papa Seck, Medoune Diallo
ve Nicolas Menheim'ın Kübah sanatçılar-
la bir araya gelmesiyle oluşan 'African-
do'yu konuk edecek. 1993 yılında ilk al-
bümünü çıkardığmda salsa severlerden
büyük ilgi gören topluluk; nefesli sazlar,
çeşitli vurmah ve yaylı çalgılar eşliğinde
enerji, dinamizm ve kıvraklık dolu bu
müzik, köle ticaretiyle, Karayib adalarına
taşınan Afrika ritim ve ezgilerinin salsa
ve Afro-Küba müzikleri olarak anavatana
dönüşün bir kutlaması olarak dünyada
büyük ilgi gördü. Küba çıkışlı montuno.
charanga ve bolero türlerinin bir Senegal
dili olan Wolofça seslendirümesiyle yeni
bir soluk bulan Africando projesi; Afrika
ritimleri, Karayibler'in melodik yapısı ve
Afrika'nın kalbinden doğan seslerden
oluşuyor.
rrunde ortaya koyduğu "sistema-
tik" yaklaşımı. "tenüz" iş çıkar-
ma tutkusunu hep sürdürdü. Ho-
canın yayımlanndan büyük kat-
kılar alarak yazdığım ve ödüle
değer bulunduğu için geniş ilgi
uyandıran "Yapısalcüık ve Bir
Uygulama" başlıklı kitabımın
belirli bir sayfasındaki korkunç
yanlışı bir tek Özcan hoca far-
ketmiş, araya elçiler koyarak be-
nı (ivedilikle) bilgilendirmişti.
(Yanlışın düzeltilmiş olduğu
ikinci baskıyı birkaç yıl önce eli-
ne verdiğimde. onu son kez gör-
düğümü bilebilir miydim!)
Dimdik geldi, dimdik gitti
Daha sonrakı kıtaplanmı her
iletişimde beni -onun eleştirel
tutumunu yadırgamadığım için-
çok mutlu eden mektuplar alır-
dım. Önce kitaptaki baskı yan-
lışlan ve başka atlamalara ilişkin
bir düzeltmeler cetveli. Ne iki
satır övgü, ne de herhangi birbi-
çimde gönül alma... (Yaşamada
yanm yüzyılı geride bırakmış
olmam ya da taşıdığım profesör
unvanı ilişkimizi değiştirmemiş-
ti ki... Ben yine de öğrencisiy-
dim). Ama ardından, savunduğu
eğitim anlayışı konusunda, uzun
süredir "kolejli hanımlar" ula-
mının dışında değerlendiregel-
diği eski öğrencisini kendisiyle
eşit sayan bir iç dökme... Özcan
Başkan'm sert tutumu içinde sı-
nırsız bir sevecenlik banndırdı-
ğını üniversite öğrenciliğimizin
son yıllanndan bu yana biliriz.
Ama ben onun "kuilgan" yam-
ru bu yazılanndan anladım. O-
nun kimseyi kırdığını sanmıyo-
rum. Olsa olsa herkesi kızdınr-
dı. Ama belli ki çok kınlmış, ktr-
gınlıklan yüreğinden atamamış-
tı. Özcan Başkan hocanın dilbi-
lim alanmda oynadığı öncü rol
bu alanın uzmanlannca değer-
lendirilecektir kuşkusuz. Ancak
"Büdirişim" başlıklı 500 sayfa-
lık kitabında (Altın Kitaplar,
1988) yer alan "Türkçe Dfl Yet-
kinliğT ve "Yabancı DU Eğiti-
mi" başlıklı bölümler Türki-
ye'nin her yaştan ve eğitim dü-
zeyinden insanını ilgilendirecek
ve bilgilendirecek bir anlatımla
kaleme alınmıştır.
"BUdirişim"i alın ve Özcan
Başkan'ın "aykm" doğrularuıın
tadını çıkarmak için en azından
bu bölümleri okuyun. Yabancı
dil uzmanı bir bilim adammın
Türkçe eğitimine verdiği önemi,
Türkçe eğitiminde gördüğü ak-
saklıklan (eğitimde yabancı dil-
ler "misafir muamelesi" gör-
mekte iken Türkçenin "hane
halkından" sayılıp nasıl ihmal
edildiğinı). zorunlu yabancı dil
eğitimine karşı oluşunu, yaban-
cı dilde eğıtimi yararsız ve onur-
suz bir uygulama sayışını, okur-
ken hem biraz şaşıracak, hem de
yapılan saptamalann hiç de "ay-
kın" kaçmadığını. sunulan öne-
rilerin son derece "gerçekçi" ol-
duğunu göreceksiniz.
Özcan Başkan. eğitimdeki
yanlış koşullanmışhklan yık-
mak için çıkmıştı Türkıye sah-
nesıne. Dimdik geldi, dimdik
gitti. Saçlan ağardı, o kadar...
IŞELDAK YE YELPAZE
ATtLLA BİRKİYE
Haydi Abbas!
İlk önce, eski daktiloyu depodan çıkarmalı; ki-
tapları seçmeli ikinci iş olarak. Ki, en zoru da bu.
Tüm kitaplar götürülemeyeceğine göre, özenle
seçmeli. Gel de seç, seçebilirsen!
Belki de fazla abartmamalı. Birkaç top kâğıt. Bir
gemici feneri, küçük bir radyo; haberler için yal-
nızca. Belki de almamalı...
Doğruca, özellikle telvizyondan, "yeni med-
ya "mızdan uzak bir yere göç etmeli. Güller yetiş-
tinmeli: Haziranda açan, kınmızı güller.
Bir kedi bir köpek; belki de bir tavşan, bir sin-
cap belki de; ve doğal arkadaşlan: Kaplumbağa,
kirpi gibi. Kuşlar, hiç kuşkusuz...
Fideler götürmeli; en önemlisi. Zordur tutması
ama; niye olmasın bir karayemiş fidesi. Bakarsı-
nız tutar.
•
Geçenlerde bir arkadaşım nasıl olduğumu sor-
muştu. Bizim Cumhur Canbazoğlu'nun sürekli
verdiği yanıtı vermiştim, ben de: Süper. Arkada-
şım, "Hertıalde televizyon izlemiyorsun" demişti.
Haklryrdı.
Sayım günü, niye evde hapis kaldığımızı sorgu-
larken, bir yandan da televizyon kanallannda do-
laşıyordum ki, karşıma bir görüntü çıkıverdi. As-
lında gündüz televizyon izleme alışkanlığım yok-
tur. Ama madem televizyon kanallan sayım için
özel(!) eğlence programlan yapmışlardı; bir baka-
lım dedik.
atv'de iki sunucu birtürkücü yan yana yere bağ-
daş kurmuş, oturuyorlardı. Biraz sonra klametçi de
geldi yanlanna; oturdu. Ortada birtabak, bir şey-
ler atıştınlıyor; bir bardak, bir şeyler içiliyordu. Çi-
lingir sofrası mizanseni vardı, sizin anlayacağınız.
Türkücü bir "şarkı" söylüyordu. Türkü ile şarkı
formunda ve Arap ezgileri içeren, ki bir yandan da
eller "oryantaT durumundaydı, bir "şar*c/"ydı bu.
Ne var bunda diyeceksiniz. Genellikle eğlence
programlannın genel görüntüsü böytedir. Ama şar-
kının sözleri Cahit Sıtkı'nın ünlü "Abbas" şiiriydi.
Türkücü, yanındakilerle bırlikte, zaman zaman
bir oyun havası ritmiyie, zaman zaman da bir mak-
ber ezgisiyle Cahit Sıtkı'nın kemiklerini sızlatıyor-
du.
•
Pazarlan genellikle dışarı çıkmam. Ama geçen
pazar, "geçici mahkûmluk" stresini yaşarken; bir
de bir edebiyat yapıtına, bir şiire, bir şaire yapılan
"tecavüz" olayına tanık oluyordum!
Aslında şaşıracak ya da kızacak pek bir şey yok!
Çünkü bu durum genelleşti. "Halkımız böyle isti-
yor" diyen, "medya iktidannı" eline geçirmiş ya-
yımcılar, birbirinden kötü programlara imza atmak
için yanşırken, bir yandan da böylesine berbat "/c-
ra"lara yer veriyorlardı.
Çünkü zamanımız böyleydi! Tüm yaşantımız,
her şeyimiz yatay bir durum almtştı. Yani yüzeysel
öğrenme, yüzeysel eğlenme, yüzeysel sanat, yü-
zeysel bilgi, yüzeysel kültür, yüzeysel politika, yü-
zeysel estetik, yüzeysel etik vb.
Derinfik hak'gdtlre... Derinlikten kaç&ı
1
btâütetr:
Felsefeden kaçar oldular. Bir iki laf ettiniz mi; bi-
raz yaşamı ve yapılanlan sorgulamaya başladınız
mı, "aman entelektüel olmayalım" yanıtını bulur ol-
duk.
Entelektüellikten neden korkuluyorsa!
Orhan Veli'nin şiirini anımsayarak söylersek:
Her şey ucuzladı. Sanat, kültür, ün, bilgi, önem.
Her şey.
Geçmişin sanatsal ve kültürel zenginliğini, çiz-
gisini taşıyanlardan kaçar olundu. "Medya" da eli-
nizde ya, tamam; istediğiniz "estetiği" oluşturur-
sunuz!
•
Pazar günü Türkiye sayılırken, belki başka yer-
lerde de benzer durumlar oluyordu, Cahit Sıtkı'nın
ciddi bir biçimde hakarete uğradığına tanık olduk.
Tabii bu Türkiye'nin telif haklannı da gündeme ge-
tiriyor.
Kim, bu adamlann böylesine "beröat" besteler
yapmasına izin veriyor? Ya da izin alınıyor mu?
Neyse bizim yapabileceğimiz bu yazının yani sıra
şiiri bir kez daha anımsatmak:
"Haydi Abbas, vakit tamam I Akşam diyordun
işte oldu akşam. I Kur bakalım çilingir soframızı I
Dinsin artık bu kalp ağnsı. I Şu ağacın gölgesin-
de olsun; I Tam kenannda havuzun. I Aya haber
sal çıksın bu gece; I Görünsün şöyle gönlümce.
I Bas kırbacı sihirii seccadeye, I Göster hükmet-
tiğini mesafeye I Ve zamana. I Katıp tozu duma-
na, I Var git, I Böyle ferman etti Cahit, I Al getir
ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan; I Yaşamak istiyorum
gençliğimi yeni baştan."
Ali Poyrazoğlu liyatrosu'nda
'Eski Çanüar Bardak OMu1
• Kültür Servisi- Geçen yıl Fındıkzade'de yapılan
yeni bınasına taşınan Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu,
1997-98 tiyatro sezonunu bugün 'Eski Çamlar
Bardak Oldu' adlı güldürü ile açıyor. Bill
Naughton'un lngiltere'de yirmi ytldır arahksız
sahnelenen 'Eski Çamlar Bardak Oldu' adlı yapıtı
Türkçeye Ali Poyrazoğlu tarafından uyarlandı.
Demokrasiyi aileden başlatmak isteyen gençlerle
onlara direnen bir babanın öyküsünü konu alan
oyunda Ali Poyrazoğlu, Suzan Aksoy, Özdemir
Çiftçioğlu, Levent Can, Özden Ayyıldız, Ebru
Ayyıldız, Onur Şenay ve Berrak Kuş rol alıyor.
BUGUN
• ATATÜRK KÜUTÜR MERKEZİ' nde
G.Bizet'nin 'Carmen' operası saat 20.00'de
izlenebilir.
• AKSANAT'ta saat 12.30'da laser-disc'ten 'Pink
Floyd" konseri, saat 18.30 ve 19.00'da Izzet
Kehribar'ın 'Bulutlann Ardındaki Krallık:
BHUTAN' başhklı dia gösterisi izlenebilir.
• BEKSAV'da Lawrences Schiller'in 'Hitler'e
Suikast" adlı filmi saat 18.30'da izlenebilir.
• BAKIRKÖY BELEDtYE TİYATROLARI'nda
'Açıl Susam Açıl' adlı oyun saat 20.30'da izlenebilir.
• tFSAK'ta 'Aym Saydam Yanşması' saat 19.30'da.
3. AVRUPA FİLMLERİ FESTİVALİ (ANKARA)
BUGUN
Kavaklıdere Sineması
• 1230 Bir Adam (kısa) / Marian
• 15.00 Gece Taksisi (kısa) / An Kovanının Ruhu
• 19.00 Close Up (kısa) / Zevk Komploculan
• 2130 Anıt (kısa>Tanatik Oğlum