14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 MART 1996 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 ALLEGRO EVtN tLYASOĞLU Sedat Oztoprak, şan ustahğmm doruğımda lstanbul müzik dünyası geçen hafta ta- til günlerinin sessizliğıni yenercesine, ol- dukça hareketli günler yaşadı: lstanbul Deviet Senfoni Orkestrası'nda Mehveş Emeç'in konseri, Cemal Reşit Rey Salo- nu'nda Sedat Öztoprak'ın resitali, Ko- daly Dörtlüsü'nün konseri. Atilla Mani- zade-Vedat Koşal'ın. Manizade'nin 25. sanat yılını kutlayan konserleri ve lstan- bul topraklannda yaşayan müziklerden derlenen ilginç bir program sunuldu. Ne yazık ki bunlardan ancak tek bir etkinli- ği, Sedat Öztoprak'ın şan resitalini izle- yebildım. Kendisine piyanoda Sigmar Steddin eşlik ediyordu. Eleştirmenlerden övgüler topfuyor Öztoprak'ın bu başanlı resitali uzun süre kulaklanrruzdan silinmeyecek. Yu- muşacık bir biçemde, bağinp çağırma- dan, en küçük müzik cürnlesine dahi an- lam katarak söylüyor. Özellikle Italyan dağarcığından seçtiği yapıtlarda belcan- to'yu çok iyi özümsemiş. En küçük ses- lerdeki anlatımı, kendine ve sesine güve- ni, artık iyice profesyonel bir şancıyı ta- nıştırdı bizlere. E vet, Sedat Öztoprak (1959) iyice pro- fesyonel bir opera sanatçısı. Avrupa'nın dört bir yanından davetler alıyor. Aslın- da Almanya'nın ortasında, Kassel opera- sında görevli. Ama bu, onun diğer ope- ralara çağnlmasına engel değil. Alman- ya, Avusturya, tsviçre ve İtalya'da dört ayn emprezaryosu var. Her birinin sun- duğu programı koordine etmek ise sanat- çıya düşüyor. Bu menajerler belli bir çiz- ginin içinde yer alan operalarla işbirliği halindeler. Dortmund. Hannover, St. Gal- lon, Parma, Düsseldorf, Verona. Ve her yerde özelleştiği, uzmanlaştığı Verdi ope- ralanndaki bariton rolleri. Başta Rigolet- to ve Maskeli Balo olmak üzere, Don Carlos, Nabucco, Travyata Kaderin Gü- cü... Her temsilden sonra o kentin gaze- te ve dergilerindeki müzik eleştirmenle- Öztoprak'ın piyanoda Sigmar Steddin eşliğinde verdiği başanlı şan resitali uzun süre kulaklanmızdan silinmeyecek. Yumuşacık bir biçemle, bağınp çağırmadan, en küçük müzik cümlesine dahi anlam katarak söylüyor. Özellikle İtalyan dağarcığından seçtiği yapıtlarda 'belcanto'yu çok özümsemiş. En küçük seslerdeki anlatımı, kendine ve sesine güveni, artık iyice profesyonel bir şancıyı tanıştırdı bizlere. Evet, Sedat Öztoprak (1959) iyice profesyonel bir opera sanatçısı. Aslında Almanya'nın ortasında Kassel operasında görevli. rinden büyük övgüler topluyor. Dort- mund'da geçen mevsim oynadığı Rigo- letto'dan sonra bu kentte çıkan Ruhr Nachrichten başlıklı tiyatro dergisine de kapak olmuştu. Bu dergide Öztoprak 'tan şöylesözediliyordu: "SedatÖztoprak'ın oyunu ve onun harikulade sesini övme- mek mümkün değil. Bazen büyük bir güçle tehdit ederek, bazen de yumuşacık bir tonla okşayarakVerdi'nin istediği tüm şan ifadeierine sahip." WAZ gazetesınde ise onun bir karakter ıncelemcsi sunu- şundan söz edıliyordu. "Oyunculukta güçlü sesiyle duygusal değişimleri mü- kemmel ifade eden bir sanatçu bazen ka> - gılu kederli bir baba, sonra yine v umuşa- cık bir insan! Ksaslı, sağlam, alucL, parlak ve güçlü bjr sesi var." Birkaç yıl önce Belvedere şan yanşma- sında ikincılik alarak Avrupa'ya kcndını tanıtan Öztoprak, klasik Türk müziğinde büyük yeri olan udi Sedat Bey'in torunu, lstanbul Deviet Konservatuvan'ndaBel- kıs Aran ile şana başlamış. 1987'de Si- ena'da Chiciana Akademisi'nde Daniel Ferro ıle çalışmış. 1985'ten sonra katıl- dıgı İstanbul Deviet Operası'nda DonGi- ovannı. Maça KJZI. Konsolos ve Palyaço gıbi oyunlarda yer almıştı. 1990'da Bel- vedere yanşmasında derece almasıyla Avrupa'nın kapılan da ona açılmış oldu. Önceleri lstanbul operasındaki görevini bırakmamış, yazlan Avrupa'dan aldığı tekJifleridegerlendirmişti. Sonra Avrupa temsilleri o kadar arttı ki buradan istifa edip gitmeyi seçti. Yine de ara sıra ver- diği resitallerle kendini unutturmuyor îs- tanbullular'a. Ancak Türkiye'ye bir ope- ra temsili için gelmesi, iki yıl sonra ger- çekJeşebilecek. Çünkü önümözdeki iki yılın herhaftası şimdiden dolmuş. Birde arada çıkan sürpriz temsiller var. Örne- ğin bu haftayı lstanbul'da geçirmeyi plan- larken birden bire Frankfurt operasından Rigoletto için çağnlması gibi. Bu neden- le hep dağarcığını ve belleğini olduğu ka- dar enerjisini de hazır ve zinde tutması gerekiyor. Yeni çağın operasını pynayacak 1990 yanşmasından sonra kendisiyle yaptığımız bir söyleşide, "Btından son- raki çalışnıalanmı ve karartanmı çok iyi degerlendirmeliyim. Böylesi bir yanşma- da derece alınca çeşitti kapıiaraçıiıyor in- sanın önüne. Henüz hiçbir karar verme- dim. İstanbul operasındayım. Ama dün- yanın değişik sahnelerinde deneyim ka- zanmak da herkese nasip oimaz" diyor- du. Son beş yıldır Öztoprak bu fırsatlan degerlendirmiş. Üstelik her çalıştığı or- tamdan bir şeyler öğrenerek kendisini ge- liştirmeyi de başarmış. Birlikte çalıştığı şef ve korepetistleri değerlendirerek on- lardan öğrendikleriyle kendi teknik biri- kimine yepyenı boyutlar katmış. Önümüzdeki yıl bunca geleneksel ope- ranın arasında bir de çagdaş bir besteci- nin, VVolfgang Andreas SchuHz'un dün- ya prömiyeri yapılacak 'Achill underder Madchen' başlıklı operasında yer alacak. Bu kez ne geleneksel İtalyan belcantosu ne alışılmış sahne düzeni var. Yepyeni bir solukla yeni çağın operasını oynayacak. Günümüzde yaratıcı sanatçının görevle- rinden biri de uzmanlaştiğı alanın yanı sı- ra dağarcığını çeşitlendirmck. Araştinlaıı, geHştiiTİeıı düşünce ve müzik AHMETSAY ANKARA- "Uzun tatiTde konser et- kınlıgı olmayınca. dokuzgün ışsız kaldım. Konserlere yer vermeyen bir müzik yazı- sı, şıir yayımlamayan edebıyat dergisine benzer. Oysa şu da var: Eleştiri, deneme, inceleme, anı, mektup, söyleşi gıbı edebı- yat çeşıtlenne yer \ermeyen bir edebiyat dergisi, "söz getirid" özeîliğini yitirir. Bir müzik yazan, konser sezonu dı^ın- da ne gibi konulara değılmelidir? Burası Türkıye! Öyle çok sorun, müzik alanında el değmemış öyle temel konular var kı, yazmakla bıtmez. Alın: Ortaçağ ve Röne- sans müziklennı karşılastırdıgım yazımın yankısı vetepkisı bol oldu. Kılı kırk yaran düzeylı bir okur kıtlesının bana yönelttığı eleştinlerden en ağın. piyanıst, pıyano öğ- retmenı, araştırmacı. "Müzikte Geniş So- luklar" ve "Skriyabin Anaüzleri" gıbi ki- taplann yazan Leyla Pamir'den geldi: "Ortaçağ müziğini boydan boya tekses- li. tekdüze göstermek yanlıstır. Çokseslili- ğin hazırlığı Ortaçağ'da yapılmıştır. Le- oniru Vrtry, Machaut gibi besteciler, polifo- nhi başlatmadı mı? Bu uzun dönenü, bü- tün a\ nnülany la ve karşıtbklam ia biriik- te vermem gerekirdL Rönesans müzigini yücetten o coşkulu .vazuıın nereden kay- naklandığuu bilmesem, seni bağışlamaz- dım." Doğru. Ortaçağ toplumu da kendi ıçin- de çelışkılen, karşıtlıklan içerir. Ortaçağ. bütünüyle "veba salgını" çağı değildir, ama veba salgını bir ortaçağ ılletıdır. Ley- la Pamir'e şunu söyledim: Önemli olan "anarenk"tır ve ortaçağ felsefesinin ana- rengı de "dinseTdır. "Skola" okul demek- tır ."skolastisizm" okutulan. öğretılen fel- sefedir. araştınlan, gelıştinlen değıl. Bilkent Senfoni Orkestrası "Uzun tatU^ı ılk kestırip atan, 27 şubat günü sunduğu konserle Bilkent Senfoni oldu. Beethoven "Egroont Uvertür", Ayşe- M ârtın ilk iki günü şef Cem Mansur yönetimindeki CSO, genç Romen kemancı Florin Ioriescu- Galati'ye eşlik etti. Hayranlıkla izlediğimiz Florin, tam bir yay cambazı ve aynı zamanda müzikal. Konserin ikinci bölümünde Cem Mansur'un yönetimindeki Elgar'ın "Enigma Çeşitlemelen" tam tadındaydı. Çok iyi tanıdığı belli olan bu eseri, provalarda CSO ile sıkı çahşmıştı. gül Sanca'nın solıst olarak katıldığı Schu- mann Piyano Konçertosu ve Beethoven 5. Senfoni vardı programda. Ayşegül Sanca, "doruktan hiç inmeyecek" bir piyanısti- mız olduğunu, "kötü gününde"dedırtebi- lecek kusurlar tanımadığını her konsenn- de bir ke/ daha tanıtlıyor. Onun "insan" tarafını ve müzıkçı kımlığını vermeye ça- lışan kısa bir söyleşi yaptım kendisiyle. Karl Anton Rickenbacher, Bılkent'ın sürekli şefi. ICanyerine bakarsanız. bizım için büyük kazanç: Berlın K.onservatuva- n'nda orkestra şefliğı öğrenımi yap- mış,Karajan ve Boulez ıle çalışmış ve 1969'dan ben Avrupa"nın orta şekerli or- kestralannı yönetmış. Konser kayıtları arasında Londra Filar- monı, Berlın Radyo Senfoni, Bavyera Radyo Senfoni. Bamberg Senfoni ve Bu- dapeşte Senfoni orkestralannın bulundu- gu belırtılıyor. Bu çapta bir şefın. Bilkent Senfoni'ye getireceğı katkılan önemsıyo- ruz. Dünyanın dört bucağında yüzlerce or- kestra şefi dolaşıyor. Bunlann arasında "işgören"ı de var, "iyi"sı de... "İyi bir şef" nedir. hangı özellıklen ta- şır? Karajan gibi "olağanüstü" şefler. za- ten çok ileri düzeyde olan orkestralarda kendi estetık rüzgarlannı estırirler. Onla- n bir yana koyarsak, "iyi şef" orkestrası- nın düzeyını adım adım geliştiren kışidir. Bizde bir zamanlar Lessing' in CSO'ya ka- zandırdığı gelişım çızgısi gıbı... Bir orkestranın basamaklan tırmanma- sı, belli bir süreci gerektirir. Şeflık biraz da futbol antrenörlüğüne benzer. Bızde he- nüz "orkestralar ligi" yok ve Bilkent Sen- foni'den şampıyonluk beklemıyoruz, ama Rickenbacher'ın titız vönetımıne umut bağlamak durumundayız. Bu orkestrada garipsediğim iki husus var- Binncisı, "oturtum" dediğımiz, çal- gı gruplannın podyumdaki dağılım biçi- mı.Alışılagelmış klasik oturtum planı Bil- kent'te değışken. Neden? tkincısi, program kâğıtlannda ya da baş- ka fırsatlarîa orkestra hakkmda somut bil- gi verilmiyor. Konzertmeister kim? Grup şeflennin, üyelerın müzıksel ışlevlen ve adlan neden açıklanmıyor? Bilkent Senfo- ni için önceleri "uluslararası" dendi; da- ha sonra "Ruslararası" dendığini de duy- duk. Dıyelım kı bu orkestranın büyük ço- ğunlugu Rus... Ne var bunda? Müziğin uluslararası diline Ruslann Türkiye'de kat- kıda bulunması saklanmalı mı? 3 mart pazar günü Bilkent'te bu kez özellikle bir konser daha vardı: Alman bes- tecı Werner Egk'in iki yapıtının "diinya BilkentSenfoni konserinin solisti Suna Kan • Bilkent Senfoni Orkestrası Akademik konserleri, 10 mart pazar günü konuk şef Peter Gülke'nin yönetimindeki konserle sürüyor. Schubert'in "Senfonik Fragmanlan- Andante" ve Haydn'ın lO.senfonisinin seslendirileceği konserin solisti Deviet Sanatçısı Suna Kan. Ünlü kemancı Suna Kan, konserde Bilkent Senfoni Orkestrası eşliğinde Mozart'ın "4.Keman Konçertosu"nu seslendirecek. KüJtür Servisi - Bilkent Senfoni Orkestrası Akademik Konserleri. 10 mart pazar günü konuk şef Peter Gülke'nin yönetiminde verilecek bir konserle devam ediyor. Schubert, 'Senfonik Fragmanian-Andante', Mozart '4. Keman Konçertosu've Haydn •10. Senfoni'nin yorumlanacağı konserin solisti Deviet Sanatçısı Suna Kan. Mozart'ın 5. Keman Konçertosu'nu seslendirdiği ilk konserinde henüz 9 yaşında olan Suna Kan, 1948'de İdilBiret-Suna Kan yasası ile Paris'e gönderildi. Sanatçı, öğrenimini Gabriel Boullion'un yanında tamamladı. Paris Konservatuan'nı 1952 yılında birincilik ile bitiren Kan, 1954 yılmda Cenevre Uluslararası Yanşması'nda madalyaaldı; 1955'de Viotti Uluslararası Yanşması'nda, 1956 yılında Münih Uluslararası Yanşması'nda ödülleraldı. 1957 yılında katıldığı M. Long-J. Thibaud Uluslararası Yanşması'nda ise Paris Şehri Ödülü'ne değer görüldü. Dünyanın önemli merkezlerindeki resitallerin yanı sıra P. Fournier, Y. Menuhin, Z. Mehta, A. Navarra gibi birçok ünlü şef ve solistle birlikte çalan Suna Kan. çoksesli müziğin yaygınlaşması amacıyla sayısız konserler verdi. 1988 yılında Bilkent Üniversitesi MSSF tarafından eğitime açılan 'Bilkent Uluslararası Müzik Yaz Okulu' ve bu bünyede oluşrurulan 'Bilkent Üniversitesi Gençlik Senfoni Orkestrası'nın oluşumuna da destek verdi. Kuruluşundan başlayarak beş yıl orkestranın artistik direktörlüğünü üstlenen Suna Kan. aynı orkestra ile 5 ilde çok sayıda konsere solist olarak katıldı. Bilkent Senfoni Orkestrası'nın 10 mart günü vereceği konseri yönetecek olan şef Peter Gülke ise çalışmalannı 1959'dan bu yana Almanya'da sürdürüyor. 1964-1976 yıllan arasında Postdam ve Stralsund da dahil olmak üzere birçok riyatroda başşef olarak çahşan Gülke, Dresden Deviet Öperası ile ABD, Almanya, Isviçre ve Avusturya'ya davet edildi. 1994'de Alman Dili ve Edebiyatı Akademisi'nin 'Sigmund Freud' ödülünü kazanan Gülke, 1986'dan bu yana Wuppertal'da Genel Müzik Direktörü olarak çalışıyor. Pekçok yapıtın ilk seslendirişini yapan sanatçı aynı zamanda unutulmuş bazı yapıtlan yeniden günümüze kazandımıış olmasıyla da tanınıyor. Bilkent Konser Salonu'nda saat 16.00'da başlayacak konserin biletleri Bilkent MSSF Gişesi, Bilkent Bookstore, Çizgi Kırtasiye. ODTÜ Alışveriş Merkezi, Inforium Kitabevi ve Çarşı Çankaya Mağazası'ndan sağlanabilir. prömiyerL." Hem sevindirici. hem düşün- dürücü. Yabancı bir yapıtın dünyada ilk seslendirmesmin Türkiye'de gerçekleşme- sı sevindıricıdir. Werner Egk, ikıncıl bir bestecı olarak bılınır. Genelde operalar yazmıştır. Hitler'ın en azgın dönemınde Berlin Opera Orkestrası'nı 1935-41 yılla- n arasında yöneten bir bestecinin yetmiş yıl önce yazdığı ve kendi ülkesinde bile seslendirilmemiş bu iki yapıtının "diinya prdmlyerf* olarak sünulması düşündûrö- cüdür. Partısyonu Almanya'da arşivlerde bekleyen bu tür yapıtlann ilk kez Türki- ye'de seslendınlmesı, olsa olsa Tacıkıstan ve Afganistan'ı imrendirir. Keman çaltna sanab Martın ılk ıkı günü, şef Cem Mansur yönetimindeki CSO, genç Rumen keman- cı Florin Ionescu-Galati'yeeşlik ettı. Hay- ranlıkla izledığımiz Florin, tam bir yay cambazı ve aynı zamanda müzikal. Saint- Saens'ın "Rondo Capriccotoso"su ile Sa- rasate'nın ünlü "Zjgeunerweisen"ının bı- rer "keman gösterisi" özeîliğini bu yirmi beş yaşındakı çocuk öyle güzel vurguladı ki, dinleyıcı havalara uçtu. Gerçekten çok yetenekli ve olağanüstü bir teknik... Oysa "keman çalmasanad", asıl Beethoven'İer- de, Brahms yapıtlannda gerçek değerinı göstenr. Kemancının geri plandaki denn- liği, düşünsel yaklaşımı ve kavrayışı ora- da belli olur. Kendisini bu yapıtlarda tanı- mak ıstiyoruz. Cuma akşamı Cem Mansur öyle bir Brahms yönettı ki, Hamidiye Marşı san- dım. Forte girip, işin içinden forte çıkan böyle bir Brahms hiç dinlememıştim. Ger- çekte "trajik_" Ama konsenn ikinci bö- lümünde Cem Mansur kendini bağışlattı: Elgar'ın "Enigma Çeşjtlemeteri" tam ta- dındaydı. Çok iyi tanıdığı belli olan bu eseri, provalarda CSO ile sıkı çahşmıştı. Kıssadan hisse British Council, ünlü gaydacı Kathryn Tıckell'in yapıtlanndan ve geleneksel mü- ziklerden oluşan programıyla "Kathryn TkkeU Trio"ya Türkiye'de bir turne yaptı- nyor. 6-26 mart tarihleri arasında gerçek- leşecek bu turne, dokuz kentimizı kapsı- yor: Mersin, Adana, Antalya, Trabzon, Es- kışehır, lstanbul, Bursa, lzmir, Ankara. So- ralım şimdi: Hangi müzikçimiz ve müzik topluluğumuz son zamanlarda yırmi gün içinde dokuz kentimizı dolaştı? Türkiye'de Türk müzikçiler için böyle bir organizas- yon başanlamıyor, ama British Council Anadolu'da yedı iklim dört bucak konser düzenliyor. Kathryn Tickell Trio'yu Ankara Festiva- li'nde dinleyeceğim, ızlenimlerimi o za- mananlatınm... Onemsediğim birolayı si- zın de bilmenizi diliyorum: Ankara'da "Çoksesli Müzik DernegTnin genel kuru- lu vardı cumartesi günü. Bu çeşıt dernek- ler, dünyanın her yerinde "dernekçi- Bk"yapmak için değil, "müzik yapmak" ıçın kurulmuştur. Çeyrek yüzyıllık bir geçmişi olan bu derneğin çatısı altındaki gençlik ve çocuk korolan, sadece Ankara'da ve yurtiçinde yüzlerce konser vermekle kalmamış, Av- rupa'nın hemen bütün ülkeierinde Türki- ye'yi temsil etmiştir. Koro şefi Prof. Mu- zafter Arkan'ın yönetimindeki "Ankara GençlikKorosu", yurtdışında katıldığı fes- tivallerde "Türkiye'de basbayağı bir koro müziği oWuğu"nu kanıtlamış, bununla da yetınmeyerek Avrupa'daki koro yanşmala- nnda bınncilikler kazanmıştır. Yetmiş yaşını aşan ve Ankara Konserva- tuvan'ndan geçen yıl emeklı olan Arkan'ı genel kurulda yine dipdiri, zıpkın gibi gör- düm. Ona konservatuvarda "Atom Kann- ca" derlerdi. Genel kurulda "Atatürkî Ata- türk! Çokseslilik" sözcükleri dalgalanıp durdukça, sonunda gözlenmden yaşlar bo- şandı. Bızim kuşak bu konularda epey duyar- lı... Anlatabiliyor muyum? DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FUAT Hıtumbilimcilep "Ben zenginleri severim!"sözü bir deviet adamının, hele seçimlerde adaylığını koyup yoksullardan da oy isteyecek bir siyasa adamının ağzından çıkınca dü- şündürücü oluyor. Arkasında başka anlamlar yoksa, çarpıcı, unutul- maz birtümceyle daha derin bir şeyier anlatılmak is- tenmiyorsa neden böyle çocukça bir söz edilsin!.. Bütün ömrü boyunca toplumsal çatışmalarda emekçilerden yana çıkmış bir tanıdığımın küçük kızı bir gün konuşma arasında, "Ben yoksullan sev- mem/"deyivermişti. Annesinin kendisini yumuşat- ma, sağduyuya çekme çabalarına da önce bayağı di- renmiş, sonunda yırtık pırtık giyinmeye, pisliğe kar- şı olduğu, sokaklarda dilenen insanların üstüne üs- tüne gelmelerinden korktuğu anlaşılmıştı. "Biz de yoksuluz kızım, ayın sonunu zor getiriyo- ruz, görüyorsun! Şimdi sen beni, babanı sevmiyor musun?" sorusuyla kapanmıştı tartışma. "Ben zenginleri severim!"sözij de hem çocukça hem de boşlukta bir söz... Para ya da varlık nasıl sevginin ölçüsü olur? İyi insanlar, kafa dengı insanlar sevılir. Birtakım ni- teliklerini begenerek variıklı bir insanı sevebileceği- niz gibi, yoksul bir insanı da sevebilirsiniz. Orhan Veli variıklı bir insan değildi, ama şiirleriyle okurfarının sevgilisi oldu. Tersine de örnek verelim: Vehbi Koç variıklı bir insandı, ama kitle iletişim araçlarına yansıyan yaşam biçimıyle, gösterişten ka- çışı, alçakgönüllülüğü, tutumluluğu, diyelim sigara- nın en ucuzunu içişiyle halkımızın sevgisini kazandı... Variıklı olduğu için değil... Kamu yararına yaptığı işler de söz konusu sevgiyi desteklemiştir bir oranda, ama kamu yararına işler yapan her varlıklıyı sevmiyor halkımız. Örnekse çocuklarının Vehbı Koç gibi sevildiğini sanmıyorum. "Benzenginleri sevenm/"sözünün arkasındaki an- lam aranırken akla ilk gelen serbest piyasa tutumbi- limi oluyor. Bu tutumbilim seçeneksiz olarak benim- senince, zenginleri sevmek kaçınılmazdır. Çünkü anamal birikimi her şeyın temeli... Variıklılar.zenginlerolacakkiyatırımlaryapılabilsin, serbest piyasa tutumbilimi işlesin... Emekçilere de çalışma alanları açılsın... Anamalcı düzenin dışında başka bir düzen yoksa, yirminci yüzyılın seçeneği toplumsalcılık, tutumbi- limcilerin ileri sürdüğü gibi, artık bir seçenek olmak- tan çıktıysa, "Benzenginleriseverim" sözü de yok- sullara karşı bir söz olmaktan çıkar... Mademki her şey zenginlerin, para babalarının var- lığına bağlı... Emekçılerın yaşamı, iş, aş, barınak on- ların elinde... Mademki sömürüye seçenek yok... "Benden izin sana, I seeeeev / sevebildiğin ka- dar... " da, her zengin, her variıklı insan girişimci mi- dir? Yaptığımız yakıştırma pek tutmadı gibi... Söylediklerimiz düşünülmüş olsa şöyle denmesi gerekirdi: "Ben girişimcileri severim!" İşin ilginç yanı tutumbılime vızgeliyor kımin kimi sevdiği... O küreselleştire, özelleştire dörtnala gidi- yor... Tutumbilimciler ise sıradan insanların anlayıp an- lamayacaklarına hiç önem vermeden kendi dillerin- de konuşup duruyorlar... Bırinın söylediği öbürünün söylediğini tutmuyor. bunu seziyorsunuz, ama o kadar, daha ötesi yok. Neden, niçın, hangisi doğru? Hepsi inandırıcı, ağırlıklı, anlaşılması güç, yani çok bilimsel de, ne oluyor, neden o öyle dedi. bu böyle, bir türlü çözemiyorsunuz... Derken boylu boyunca siyasa dalıyor işin içine... Memleket çıkarlan mı, halkın çıkarları mı, bir sını- fın çıkarları mı, bir grubun çıkarları mı, onun bunun çıkarları mı, oy verecek insanlar bu toz dumanda na- sıl görecekler önlerini!.. Tutumbilimsel doğrulan bir yazı dizisinde ya da bir köşede söyleyip geçmek yetmiyor, sürekli yinelen- melerı, kafalara yerteştirilmeleri gerek... Bilim adamı onuru taşıyan, gerçeklere saygılı, te- rimlere saplanıp kalmadan, herkesin anlayacağı bir dille konuşabilen tutumbilimcılere, bu yalanlar üze- rinde yükselen yeni dünya düzeninde, büyük görev- lerdüşüyor... BUGUN KONFERANS Uzman psikolog Alanur Özalp, Barometre Kültür Merkezi'nde saat 18.30'da "Korkular hayatımızı nasıl yönlendiriyor?" konulu bir konferans veriyor. SİNEMA Orhan Oğuz'un yönettiği "Dönersen Islık Ça!" adlı film, saat 18.30'da Alman Kültür Merkezi'nde izlenebilir. "İki gece kuşu" arkadasm ilişkilerinin anlatıldığı filmde başrolleri, Fıkret Kuşkan ve Mevlüt Demiryay paylaşıyor. Alain Comeau'nun yönettiği ve Yean-Pierre Maielle, Gerard Depardieu'nun yönettiği"Dünyanın Tüm Sabahlan" adlı film, saat 15.30'da ve 19.00'da Atatürk Kitaplığı'nda gösteriliyor. REStM SERGİSt Bilgehan Uzuner'in resim sergisi, bugünden başlayarak Garanti Sanat Galerisi'nde görülebilir. "Dünya Kadınlar Günü Dolayısıyla Bir Sofra" adlı, Beral Madra'nın düzenlediği; Ebru Acar, Ayla Aksungur, Hale Arpacıoglu, Elvan Alpay, Selda Asal, Bala Anduru, Fatma Başoğlu, Hülya Botasun, Sebla Eczacıbaşı, Nilüfer Ergin. Esra Ersen. Tuba Ersen, Inci Eviner, Anna Fairchild, Candeger Furtun, Suzy Hug Levy, Şeyma Reisoğlu Nalça, Leyla Sakpınar, Gonca Sezer, Şehnaz Sayar, Seyhun Topuz ve Müşerref Hekimoğlu'nun karma sergisi, BM Çağdaş Sanat Galerisi'nde bugün açıiıyor. MÜZİK Akbank Oda Orkestrası, saat 19.30'da Sabancı Center, Hacı Ömer Salonu'nda bir konser veriyor. Şef I. Ionescu'nun yöneteceği, Victor Pikaizen (keman), ve Tatiana Pikaizen (piyano) solist olarak katılacağı konserde G. Rossini, B. Britten ve F. Mendelssohn'un eserleri seslendirilecek. Amerikalı countpy sanatçısı Minie Pearl öMü NASHVTLLE (Reuter> Radyo ve televizyonlarda yaptığı 'country' programlanyla tanınan Amerikalı gösteri sanatçısı Minie Pearl pazar günü 83 \aşında Nashville'de öldü. Kariyerine 1940 yılında bir radyodaki country müzik programıyla başlayan ve yanm yüzyıla yaklaş^ın bir sahne deneyimıne sahip sanatçı, gerçek ismi Sarah Ophelia Cannon yerine sahnede Minie Pearl adını kullanıyordu. Minie Pearl tiplemesiyle dünya çapında bir hayran kitlesine ulaşan Cannon, 1975 yılında Country Müzik Eğlence Okulu'na başladı. Daha sonra George Burns ve Graice Allen ile çeşitli radyo showlan yaptı. Elvis Presley ile 195O'de bir eğlence programında da birlikte çahşan Cannon, radyo programlannın yanında televizyondaki "Hee Hoaw" adıyla anılan country programlannın daima vazgeçilmez isımlerinden biri olmuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle