29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 TEMMUZ 1995 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GORUŞLER Eğitim ve Özgürlük II HÜSEYİN BATÜHAN Eğitim ve Laiklik B undan önceki bir yazım- da(5Haziranl995)eği- timin ana görevinin öz- gûr, yani değişik beğeni, manç. düşünce ve davra- nış tûrleri arasından iste- diğini seçebilen, kişilik sahibi yeni ku- şaklar yetiştirmek olduğunu söylemiş- tim. Genellikle duyuş ve düşünüş ufku dar olan ana-babalar "eğhiın''den ken- dilennin manevi kopyalannı üretmeyi anladıklanndan, çocuklan bir an önce onlann manevi tahakkümünden kurta- np okula başlatmak. üstelik "zorunlu' 1 eğitimini lise sonuna kadar uzatmak ge- rektiğini belirtmiştim. Okul eğitimin- den amaç onlara sadece bir meslek sa- hibi olmalannı sağlayacak teknik bilgi- ler kazandırmak değil, aynı zamanda sanat zevklerini, ahlaki duyarlılıklan- nı, ama bence en önemlisi düşünce ye- teneklerini geliştirmektir. Ancak bu şe- kilde onlann hem kendileri hem de baş- ka insanlarla banşık, sevecen, anlayışlı ve hoşgörûlü insanlar olarak yetişmele- ri mümkündür. Bu eğitimin "zorunhı" olmasının nedeni -deyim paradoksal görünse de- onlan daha "özgür" dola- yısıyla daha "muthı" insanlar olarak ye- tiştirmek kaygısıdrr. Bu da ancak onla- ra çok daha zengin bir kültür dünyası- nın kapılanni açmakla sağlanabilir. Gerçekten de modern eğitimin biri estetik, biri kuramsal (teorik) biri de pratikolmak üzere üç ana görevı \ t ardır. Yeni yetişenlere insanoğlunun bugüne kadaryaratmış olduğu bütün sanat, mü- zik ve edebiyat eserlerini tanıtıp bunlar- dan haz almayı öğretmek eğitimin este- tikgörevidir. tnsanın duygusal bakımdan incelme- sine imkân sağlayan sanat ve müzik eği- timinin yanında edebiyat eğitimi insa- nın hem kendisini, hem de baskalannı daha iyi tanımasına, dolayısıyla başka- lanna karşı daha "anlayışb" ve "hoşgö- rülü" olmasına yardım eder. Eğitimin kuramsal görevi yeni yeti- şenlere bugüne kadar felsefe alanında üretilmiş çeşitli görüşlerle bilim alanın- da elde edilmişbilgi ve kuramlan aktar- mak, amabunu yaparken de bir iddia ya da kuramı %4 belğeleme"nin önemini be- lirtmek, belki daha da önemlisi, onlara "rasyonel" düşünme alışkanlıklan ka- zandırmaktır. Buna eğitimin "aydınlat- ma"görevi de diyebıliriz. Gerçekten de modern eğitimin baş görevi. "inandma- ya değer" olan fikirleri "inanılmaması gereken n lerden ayırdetmesini bılen. davranışlannı elden geldiğince "bil- gi"ye, yani "doğruluğu yeterince kanıt- lannuş" fıkirlere dayandırmaya önem veren, bu nedenle öyle her şeye kolay kolay inanmayan, "şüpheci", ama her fıkri tartışmaya açık. sözün kısası "ay- dm" insan yetıştirmektir, Eğitimin pratikgörevine gelince: Bu- na kısaca "yeni yetişenlere toplumun murluluğunu arttıncı davranışlara yö- nelme alışkanüğı kazandırma" görevi de diyebılıriz. Eskı Yunan ve Roma'da okullarda bu amaçla ahlak filozoflan- nın eserlen okutulurdu. Batı'da Hıristi- yanlık resmî din olarak kabul edildik- ten sonra bu görevi rahipler -din eğiti- minin bir parçası olarak- kateşizm(cat- hechisme) kitaplanyla yürüttüler. Oyle sanıyorum ki, bazı Batı toplumlannda bugün okutulan din dersleri de daha çok bu amaca yönelik. Din derslerine yer vermeyen laikülkelerin okullannda ah- lak eğitimi ayn bir dersin konusu değil. ama başta felsefe olmak üzere, öteki derslerin çerçevesi içinde ahlak sorun- lan tartışılıyor. Aslında, din gibi ahlak da "kiştseT' inançlar alanına itilmiş gi- bi.. zira toplumun özel ahlaki idealler peşinde koşan insanlara değil. yasalara saygılı. iyi yurttaşlara ihtiyacı var. Biz- de "YurttaşukBUgisr ile yetinilmesi de aynı anlayışın ürünü olsa gerek. Bunun da nedeni. özellikle dinsel inançlara da- yandınlan bir ahlak eğitiminin insanla- n birbirine yaklaştırmak şöyle dursun, çıkar kaygılanna ek olarak, yeni düş- manlıklar yarattığının denenmiş olma- sı. Bence bugün yeni yetişenlere "Ev- rensel İnsan Haklan Bfldirgesi T> nin oku- tulması belki onlann ıyı bırer "insan" olarak yetişmesı ıçin yararlı olabilir, zi- ra bu bildırge şimdiye kadar gelmiş geç- miş en bilge kişilerin ortak düşüncele- rini yansıttığı için bütün insanİığm or- tak malı sayılabilir. Kaldı ki. bu bildir- ge yeni deneylerin, ihtiyaç ya da zorun- luklann etkisi altında değiştirilmeye, geliştirilmeye, dolayısıyla tarnşumaya açık olduğu için katı ahlak kurallan ıçermez. Aynca belli bir milletin, din- sel ya da budun (etnik) grubun ya da sosyal sınıfın değil, ayrım gözetmeksi- zin bütün insanlann mutluluğunu arttır- mayı amaçladığı için, insanlar arasında -vaktiyle büyük dinlerin yol açtığı tür- den- yeni düşmanlıklara neden olmaz. Bana kalırsa, bu bildirge her tür dini, milli, etnik ön yargıdan annmış bir me- tin olması nedeniyle, laik bir ahlak an- layışının rasyonel ilkelerini dile getiren bir belgedir ve bu nedenle okullanmız- da -tartışılarak- öğretilmeye değer. Oysa, şimdi ne görüyoruz? Okullan- mızda -hem de 8 yıl süren "zorunhı" bir ders olarak- "Din kümırü ve Ahlak Bil- gisi" dersleri okunıluyor, daha doğrusu belletiliyor, hatta ezberletiliyor. (*) Türk-lslam sentezcilerinin teşviki ve - ileride göstereceğim gibi- llahiyat pro- fesörlerimizin "fetva"sı ile başlatılan bu uygulama. "evrensel" insan haklan- nı demokrasinin temel ahlak kurallan olarak benimsetmeye çalışan çağdaş toplumlann tersine, çocuklanmıza "milli ve manevi" (yani "dinî") değer- lenmizi tanıtmayı amaçlıyor. Milliyet- çi ve dinci bir anlayışın "insan hakla- n"nı vurgulayan demokratik bir yaşam anlayışına ne kadar ters düştüğü, ne ka- dar "çağ-dışı'' olduğu apaçık. Ne var kı. demokrasiyi basıt bir "se- çim sistemi" sanan ya da ışlerine gel- diği için öyle göstermeye çalışan sözde aydınlanmızla ilahiyatçılanmız bu derslerin laikliğe de demokrasiye de ters düşmediğini kanıtlamak için, lngilte- re'nin, Almanya'nın ve Norveç gibi ba- zı Iskandinav ülkelerinin de "zorunlu" din eğitimi yaptıklannı belirtiyorlar. El- lerindeki en önemli koz da bu. tlk ba- kışta haklı gibi görünebüirler, ama sa- dece "ilk bakışta'"_zıra bu ülkelerin kül- türel geçmişlerini ve bugün varmış ol- duklan kültür düzeyini göz önüne getir- diğimizde, ortaya büsbütün değişik bir tablo çıkıyor. Bizde kullanıldığı anlamda laik olan ülkelerin başmda ABD ile Fransa gelir. Nitekim, her iki ülkede de devlet okul- lannda "din eğttimi"yasaktır. Elbet bu- nun birtakım sosyal, kültürel, hatta psi- kolojik nedenleri var. Fransa'nın bu ko- nudaki tutumunu şöyle açıklayabilinz: Bu ülkede fıkir adarnlan sürekli olarak din adamlannın, özellikle ilahiyatçıla- nn baskısı altında bunaldığı için, ister istemez onlarda dinin fıkir özgürlüğü- ne, dolayısıyla ilerlemeye engel olduğu kanısı yerleşmişti. Bunun en tipik örne- ği V'oltaire'dir(**). Fransa'da bu baskı "anti-clericalisme" yani "din-adamı düşmanuğına n yol açacaktır. ABD'nin durumu biraz farklı: Bilindiği gibi, bu ülkeye ilk göç edenler, Avrupa'daki di- nî baskıya dayanamayıp oradan kaçmak zorunda kalan insanlardı. Ancak za- manla çok değişik dinden, mezhepten, hatta tarikattan insanlann gelipbu ülke- ye yerleşmesi din aynhklannı vurgula- mayan bir eğitim sisteminin kabulünü zorunlu kılıyordu. Kaldı kı, Amerikan demokrasisinin "kurucu babalan" olan Jeffersongibi politikacılar "Aydınlanma febefesi''ni benimsemiş, dolayısıyla fel- sefeyle bilime her şeyden çok önem ve- ren düşünürler olduklan için, okullarda din eğitimine yer verilmesini sakıncah buldular. Buna karşılık, başta lngiltere olmak üzere, andığım öteki Avrupa ülkelerinin böyle bir sakınca görmedikleri anlaşı- lıyor. Ben bunun şöyle açıklanabilece- ği kanısındayım: Fransa'dan farklı ola- rak, lngiltere'de filozof ve bilim adam- lan "din baslasrdiyebileceğimiz bir durumla pek karşılaşmadılar. Nitekim orada açıkça "atheisfolduğunu söyle- yen, hatta dine-aykın kitaplar yazmış olan Hume herhangi bir dini kovuştur- maya maruz kalmadı. Hatta ilahiyatçı- lan nerdeyse kudurtan "Evrim teori- si"nin yaratıcısı Darwin'i dinsizlikle suçlayıp cezalandınlmasını isteyen biri çıkmadı. Kurammı eleştirenler de onu çürütmek için "bilimsel'' argümanlar sergilemeye özen gösteriyorlardı. Bir de şu var: din-adamlannın önemli bir bölümü aynı zamanda biMm-adamı idi, bu nedenle lngiltere'de "din-buim düş- manhğı" söz konusu değildi; zaten bi- lim-adamlannın da ezici çoğunluğu dindar mizaçh kişilerdi. Bunun her tür dogmaohk'tan annmış bir dindarlık ol- duğunu vurgulamama bilmem gerek var mı? Ingiltere o zaman laik bir ülke değil- di, bugün de değildir, ama durmadan yeni fikirler üretmiş, insanoğlunun bil- gi dağarcığına sayısız yeni bilgiler kat- mış insanlann "düşünüş havası"nı ('cB- mateofopinion') belirlediği bu ülkede düşünce özgürlüğüne saygı, din adam- lan da dahil, herkesin içine öylesine iş- lemiştir ki, bizim anladığımız anlamda laikliği resmen kabul etmesine gerek yoktur. Ona bakarsanız, Ingiltere res- men bir demokrasi de değildir; ama de- mokratik fikirlerin beşiği olduğu gibi, düşünce özgürlüğünün de en güçlü ka- lesidir. Öteki andığım ülkeler için de bu söylediklerim -üç aşağı, beş yukan- ge- çerli. Görüldüğü gibi, asıl sorun "düşünce özgürlüğü" sorunu, "laiklik" değil. Bir devletin anayasal bir ülke olarak laikli- ği kabul ctmcsi, daha çok bu özgürlüğü garanti altına almak için başvurulması gerekli görülen bir önîemden ibaret. Bundan sonraki yazımda Atatürk'ün bu önlemi neden gerekli gördüğünü, da- ha da önemlisi, bugünün Türkiyesi'nde neden bu ilkeye bütün gücümüzle sanl- mamız gerektiğini açıklamaya çalışacağım. (*) Bu konuyla ilgıli olarak, Bkz.: Hûıevin Batuhan: Cumhuriyet, 6 Şubat 1990. (*V Bkz. • Server Tanilli: ' Voltaire veAydın- lanma'', Cem Yayınevi. 1994. ARADABİR ERENDİZ ATASU Çağdaş Bir "Aziz"!.. Gülmecenin dâhi ustası öldü.. Aziz Nesin, yüzyıllardır Türk halkının zihninde' e Türk dilinde bir alt akıntı gibi süren eleştirel gülmecenin (mi- zahın) acılı pınanndan içmişti. Nasreddin Hoca'nın torunu... O, halkının en soylu yanlannın -adalet duygu- sunun, bozkırcanlılannaözgü vazgeçmeyen mü- cadele gücünün- ete kemiğe bürünmüş simge- siydi. Belki de o nedenle, bir yandan ülkesinin ve ulusunun onurunu dünyaya karşı frtizlikle korur- ken Türkiye Cumhuriyeti nükümetlerinin -ulusun ne yazık ki büyük bölümünün tepkisizliğiyle katıl- dığı- kimi yanılgılanna, o şaşmaz adalet duygu- suyla hep karşı durdu! Yaşlılık yıllannı 12 Eylül ve sonrası baskılanna karşı, insan haklanna, demokrasiye, vicdan öz- gürlüğüne ve eleştirel akla adanmış bir türkü gi- bi yükseltti. O, gerçekten bir azizdi! Tarihteki "aziz"\er, kurumlaşmış inanç sistem- lerini ve uzantılan çıkar ilişkilerini, vazgeçmedik- leri taze inançlanyla çatlattıkları için iftiralara uğ- radılar, işkence gördüler, yakıldılar, öldürüldüler! Kişinin içine doğduğu, hava gibi soluduğu, kimi kez baskılarından ürktüğü inanç sistemini benim- semesi yadırganacak bir şey değildir, kuşkusuz pek insanca bir tutumdur; ama, "vicdan özgür- lüğünün"bir belirtisi midir? Hayır!.. Kişinin bu sis- temi sorgulayabilmesi, eleştirebilmesi ve kimi kez reddedebilmesidir "vicdan özgühüğü!" Inançla- n ve inananları incitici tek söz söylemedi Aziz Ne- sin; yalnızca bireyin kişisel yaşantısına, iç dünya- sına ait bir olguyu, inanmama özgürlüğünü sa- vundu! Acılı ve acımasız ülkemizde onu yakma- ya kalktık! Ve o, ülkesini ve yurttaşlannı yine de sevebildi! Aziz Nesin tarihteki azizlerin yazgısını sonuna dek paylaşmadı! O, doğru bildiğince yaşadı, öyte öldü ve öyle gömüldü! Onun ölümü -şu anda fark edebilsek de edemesek de- 21. yüzyılın öngününde (arifesin- de), yurdumun kıraç toprağında -bir bozkır çiçeği gibi- açmak için direnen özgürlük mücadelesinin zaferidir! Büyük insanlar öldüğünde bir "boşluk" yaşanır. Sevenlerin kederli telaşı, sevmeyenlerin acımasız sevinci yankılantr boşlukta. Tarihin ölçütünde, yal- nızca bir "an" sürer boşluk. Çünkü "büyükinsan" ölünce, halkının toprağına bereketli yağmur gibi düşer. Ve toprak yeşerirL Bir AIDS olayına tanıklık... Görülen odur ki, bilinçli bilinçsiz, AIDS'li hastalara Türkiye'de yaşam ve ölüm hakkı tanınmıyor. ESENÇAMURDAN A IDS olduğunu üç yıl önce öğ- rendi. Çapa Hastanesi Enfek- siyon Bölümü'ndeki doktorun denetimi altında girdi; ağnlan fazlalaştığında sıkı ilaç teda- visi görmeye başladı. Yatakta tedavi aşamasına girmişti ki başına gelecekle- ri sanki önceden görmüş gibi, "kendisine ve çevresine zoriuk çıkarmadan, en temiz şekilde bu işi kendisi bitirme> T e" yarar verdi. Yalnız yaşadığı evde tüple zehirlenmeye kalktı, tüpü açmayı beceremedi, evde ne kadar yatıştıncı hap varsa içti. Yine olmadı. Taksim tlkyardım Hastanesi Yoğun Bakım Bölümü'ne kaldınldı. Yaşanılan yoğun telaş ve ölüm korkusu yüzünden önce gaz zehirlenmesine karşı müdahale yapıldı ve yakınlan onun AIDS'li olduğunu söylemeyi akıl edemediler. Açıklandığmda kıyamet kop- tu. Başında haklı bir tepki gibi göründü bu: "Neden hemen söylemediniz. önlem alırdık!" tepkisi. Oysa öyle değildi: Medyatik haber peşinde olan bir sürii gazetecinin kol gezdiği koridor- da bas bas bağınlıyordu: "Bu hastava bakama- >TZ, bizim ağır hastalarımız var!", "Yarm ta- burcu ederiz. genel durumu fena değU!*\ "He- men Haseki'yegöndereBm!''. Yoğun bakım ge- rektirecek durumdaydı, en iyi niyetle (?) Ha- seki'de gönderilmek istendiği AIDS bölümüy- se ancak iki üç yatağı banndırabilen ve genel seyirlik hastalara bakılan bir yerdi. Sonuç ola- rak, Taksim llkyardım'm yoğun bakım bölü- mü yetkilileri HIV+ adını duyar duymaz, ya- tağı perdeyle çevrelemenin dışında, hiçbir gi- rişimde bulunmadılar. Hasta kendi haline bı- raİaldı. Devreye onu üç yıldu- izleyen dokto- ru girdi; evde yan ölü olarak bulunmasmdan yedi saat sonra, Çapa Hastanesi Dahiliye Bö- lümü'nün ilk yarduruna götürülmesine karar verildi. Çapa Hastanesi Dahiliye Acil Servisi'nde beş gün kaldı. Geldiği akşam perdeli bölme- lerden birine alındı. Serum verildi, oksijen bo- nısu takıldı burnuna. Söz konusu serviste -her şeye karşm- beş gün kaldı. Genelde ürkütücü bir kayıtsızlık yaşadı. Özellikle gece nöbetçfle- ri AIDS'li hastayla ilgilenmekten kaçındilar. Serumunu, oksijen suyunun denetlenmesini çpğunlukla başmdan hiç avnlmayan ûç-dört yakını yapti. Tansiyonuna, ateşine binbir rica- dan sonra -o da çift eldiven takılarak- baküdı, bakılmayınca bunlan da yakınlan yapn. Kimi- leyin her rica üç dört kez yinelendi, yanıt alına- mavınca bir süre beklendi. sorumluİaryeniden uyânldL Nöbetçilerin topluca oturduğu masa- dan vicdan sahibi biri, sonunda başuu kaldınp "HastabaJacıy^söyleyin" dediğinde (bölümün tek hastabakıcısı oradaysa tabii) büyük lütuf- ta bulunmuş oldu. tşin en garip yani da olur olmaz tüm "ön- lemlerin" aluımasına karşın, AIDS'li hastanın kan tahlili için gönderilen, örneğin üzerine ve istem kâğıdına 'HTV+ uyansuun yapümama- a'ydı. Bunu da hastanın yakınlan anımsattı- lar. Bir gün oldukça meraklı bir asistan, yakın- lanndan birine yanaştı, aralannda şöyle bir konuşma geçti: "- Hastanız herhalde yurtdışında bulun- muş— - Neden sordunuz? - Şe\~ Hani virûsü kapmasL.. - Siz Türkiye'de AIDS vakası olmadığmı mı sanıyorsunuz? - Açıklananm çok çok üstünde HIV+'li var Türki> > e'de. - Yoo, Türkiye'de öyle bir şey yok!" Yannın dahiliye doktoru hâlâ AlDS'in bir "yurtdışı hastahğı 7 ' olduğuna inanıyordu!.. 21 haziran çarşamba gecesi... Sekiz kişi nöbette: Dört asistan, dört öğren- ci. Gürültüleri, acil olarak gelen hastalann in- lemelerini fazlasıyla bastınyor. îlgisizlik, AIDS'li hastayı artik yok saymaya dönüşmüş; yalnızca tıp açısından değil, etik yaklaşun da inanılmaz boyutlarda: Durumu giderek ağır- laşmış, Reanimasyon'a gitmesi gerektiği söy- lenmiş. Burnundan ciğerlerine aspirasyon borusu takıh, güçlükle soluk ahyor, inlercesine hınl- dıyor, bir yandan da canını yakan boruyu çe- kip atmak istiyor. Yakını, bağlatmak isteme- diği için, onun ellerini tutuyor, karşılıklı debe- leniyorlar. Perdeleri açık olan bölmenin önün- de iki nöbetçi şakalaşıyor, kahkahalar atıyor- lar... Gecenin ilerleyen saatlerinde masa başın- daki şamata, can çekişen AIDS'li hastanın ya- kınlannın artık kaldıramayacaklan bir nokta- ya gelince, aralanndan biri yavaşça yaklaşıp, işaret parmağım dudaklannın üstünde tutarak "Böyle fotoğrafiar vardır hastane koridoria- nndja, bunlann anlamım biliyor musunuz aca- ba?" dediğinde ipler kopuyor. Bir meydan sa- vaşı yaşanıyor AIDS'linin yakınlanyla "on- lar" arasında. "Biz buradasabaha kadar nöbetteyiz,gurül- rü de ederiz eğleniriz de! Siz kim oluyorsu- nuz?", "Biraz daha ısrarcı olursanız kapuun yönüne koyanz hastayı!", "Şimdi hepsini ko- vacağım. kapıyı da kilitieyeceğÛTi!'' Hasta ya- kınlan dışanya çıkıyorlar. Ortalık yatışıyor. Bir süre sonra daha da kötüleşiyor. Ölüm yakın. Yakınlan ne yapacaklarını şa- şınyorlar. Aralanndan en sessizi, yumuşağı çekinerek masaya yaklaşıyor: "Hastamız bu gece ölebflir. Biz ne yapacagunızı bflemeyiz. O zaman da mı yardım etmeyeceksiniz?'' Yanıt sondereceaçık: "Biz hiçbirşevyşpmayız, dok- torun ricasryla tutuyoruz onu. Ölürse şu sed- yeye yatmhr.'' Ve Istanbul'da bulunan özeli ya da resmisiyle hiçbir hastane, AIDS'li hastayı kabul etmiyor. Bir tek Amerikan Hastanesi olumlu yanıt veriyor, her gece için 30-40 mil- yon depozito ödenmesi koşuluyla! Bu kez, sı- ğındığı yerde ona bakabilecek birhemşire ara- nıyor. Doktorun çabası sonucundan Çapa'nın En- feksiyon bölümüne almdı. Menenjit, sanlık gibi mikrobik hastalüâann tedavi edildiği bir yerdi burası, doğal olarak. Yattığı oda, altı has- ta ve onlara eşlik edenlerin bulunduğu koğu- şumsu bir ortamdı. Böceklerin dolaştığı yer- leri hasta yakınlan temizliyorlardı. îki gün daha direnebildi. "Geri dönmek is- temiyordu.''Dönnıedi. Zamanlama bakımın- dan da başanlı sayılırdı, en kötü dönemine gir- meden aynldı aramızdan. Tipik bir olay da de- ğildi. Yakın çevTesince bilinçle korundu, elden geldiğince bakıldı. Peki ya ötekiler?.. Görülen odur ki, bilinçli bilinçsiz, AIDS'li hastalara Türkiye'de yaşam ve ölüm hakkı ta- nınmıyor. Bu durumda yapılacak bir tek şey geliyor akla: Hastalığın ağır dönemi başladı- ğında -hastane bulamayacaklanndan- Taksim alanındaki çimenlere gelip yatsınlar!.. Çev- reyi rahatsız ediyorlar diye yetkililer belki on- larla ügilenme zorunluluğunu duyabilir. Kim bilir... PENCERE Lahavle Montaigne'in öyküsü ünlüdür; adamın biri buza- ğısını çok sever. Kucağına alıp okşarmış; bu işe öy- lesine alışmış ki buzağı koca bir inek olmuş, bizim- ki yine kucağına alıp sevmeye çalışıyormuş... Kimi zaman biz de kendimizi kaptırıp saçma sa- pan işlere sanyoruz; olmadık konularla uğraşmaya öylesine alıştık ki dışardan biri görse ne der: - Bunlar çıldırmış!.. • Anayasayı değiştireceğiz, değil mi?.. 12 Eylül faşizminin hukuk mirası, 12 Eylül'den 15 yıl sonra yerli yerinde duruyor; yalnız 82 Anayasa- sı'nı değil, bir çuval antidemokratik yasayı değiştir- mek gerek; ama, kimse kılını kıpırdatmıyor. Peki, 82 Anayasası'nı niçin değiştiriyoruz? Demokrasiye kavuşmak için mi?.. Yok canım!.. Avrupalı Türkıye'ye diyor ki: - Seni Avrupa Biriiği'ne almam!.. Hem dernokra- siden yoksunsun, hem enflasyon canavarıyla kucak kucağa yaşıyorsun; hem gelişmemişsin; hem Müs- lümansın!.. Ancak 60 milyonluk bir pazarsın!.. En iyisi seni Gümrük Bihiği'ne alayım.. - Ne olural!.. - Pol'rtikaya kanşmayacaksın, yönetime katılmaya- caksın, ben Avrupa Bihiği'nde ne karar alırsam onu uygulayacaksın, pazannı ardına dek açacaksın... - Ne dersen razıyım!.. - Yine de pürüz var. Kıbrıs 'ı işgal etmişsin, Güney- doğu'da Kürtleri eziyorsun, rejimin 12 Eylül faşizmin- den kalma, cezaevlerinde aydınlar yatıyor. En iyisi sen bir demokrasi makyajı yap!.. - Ne yapayım?.. - Ne bileyim, hiç olmazsa 82 Anayasası 'nın birkaç maddesini değiştir ki ben de bizim Avrupa Parla- mentosu'na dönüp şunları Gümrük Biriiği'ne alalım diyebileyim... - Olur... • Doğrusunu isterseniz, bunca aşağılanıp küçüle- ceğimizi rüyamda görsem inanmazdım... Gerçek bu!.. Ancak Gümrük Biriiği'ne girmek için 82 Anaya- sası'na makyaj yapma çabaları da suya düştü düş- medi!.. Söylendiğine göre bizim milletvekilleri bir yandan demokrasi nutukları atarken öte yandan anayasada yapılacak değişiklikler için olumsuz oy kullanıyorlarmış da kimse çakmıyormuş... Çünkü gizli oy yöntemi geçerliymiş... Anayasada demokrasi makyajı yapılamazsa ne olacak?.. Şimdi herkes telaşlı!.. Biri diyor ki: - Anayasa oylamasının gizli oyla yapılmasını ön- gören maddeyi değiştirelim, oylama açık olsun!.. Öteki ekliyor: - Anayasa oylamasının gizli oyla yapılmasını ön- gören maddeyi değiştirip oylamayı açıkyapabilmek için yapılacak oylama gizli oyla olmayacak mı?.. - Evet. - Peki, anayasa oylamasının açık oyla yapılabilme- sini öngören madde gizli oylamayla değistirileceği- ne göre yapılacak gizli oylama olumsuz sonuç ve- rirse ne olacak?.. Çıldırdık mı?.. Tırlattıkmı?.. Anayasayı değiştirmek için gerekli gizli oylamayı açık oylamaya çevirmek için yapılacak gizli oylama- nın sonucunda anayasayı değiştirmek için yapıla- cak gizli oylama açık oylamayı sağlasa bile anaya- saya demokrasi makyajı yapılabileceğine inanıyor musunuz?.. HOTEL MAVİ Bardakçı koyunda, klimalı odanızda, tertemiz bir denizle iç içe, dûşlediğiniz gibi bir Bodrum tatili için.. ÖZEL TANITIM tNDİRİMt Tel: 0252 313 03 71-74 Faks:0 252 313 03 75 A&J TOURS UNUTAllAYACAGimZ TAT1U DaçaAAJTaıstelKoyu TatİkJe Qampİng! El 0»*nen<4 Dojıy). B^başa TGccttGünYP. , 5.450.t 0D 00 TL. BÛTÛN DÛNYAYA EN EKONOMİKJIÇAK BİLETLERİ LTEREMW>»« 17-27 300 E INGILTERE y« Anırikı'dı DIL EĞITIMI 4 hıltı, hıttıdı 15 tııt dtrı «t O.K. kentklımt ŞIRKETLERE VE GRUPLARA OZEL INDIRIM DARULACEZE VAKFI221 ALAADDIN HOTEL* * * • İncekum Alaaddin Hoiel, Türkiye'nin yeşil turizm beldesi Antalya'nın Alanya ilçesi Avsallar kasabasında Akdeniz'in berrak kıyılannda huzur, spor, eğlence dolu bir ortama sahiptir. Antalya Havaalanı'na 98 km. uzaklıkta olan încekum Alaaddin Hotel 232 oda, 500 yatak kapasitelidir. Yılın 300 gününün güneşli geçtiği ve deniz sezonunun 8 ay sürdüğü Akdeniz'in bu şirin yöresindeki otelimi- zin odalan ile tüm kapalı alanlan merkezi ısıtma, soğutma ve havalandırma sistemi ile donaülmışur. Özel banyolu odalanmız otomatik telefon, 4 kanal müzik yayını, uydu yayın TV sistemi ile otelimiz tatilde evinizi aratmayacaktır. İncekum Alaaddin Hotel'de aynca açık ve kapalı barlar, sauna, kondisyon merkezi, disco, 2 yüzme havuzu, özel plaj alanı, iskele, su sporlan merkezi, tenis kortu bulunmaktadır. Otelimiz 150 kişilik simültane çeviri sistemi toplanü salonu, 500 kişilik restoran, alakan restoran, pasta salo- nu, televizyon salonu, oyun odası, ahşveriş mağâzalan, ve manzara teraslan ile unutamayacağınız bir tatil sun- maktadır. İncekum Alaaddin Hotel'in mutfak ustalan da gece müziği eşliğinde zengin açık büfeleri ile Türk yemekleri- nin lezzetinı siziere bir kez daha tattıracaktır. ALAADDİN OTEL • • • • Rezervasyon için: (0242) 517 14 91 (6 hat) Incekum-ALANYA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle