Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 19 TEMMUZ 1995 ÇARŞAMBA
OLAYLAR VE GORUŞLER
Eğitim ve Özgürlük II
HÜSEYİN BATÜHAN
Eğitim ve Laiklik
B
undan önceki bir yazım-
da(5Haziranl995)eği-
timin ana görevinin öz-
gûr, yani değişik beğeni,
manç. düşünce ve davra-
nış tûrleri arasından iste-
diğini seçebilen, kişilik sahibi yeni ku-
şaklar yetiştirmek olduğunu söylemiş-
tim. Genellikle duyuş ve düşünüş ufku
dar olan ana-babalar "eğhiın''den ken-
dilennin manevi kopyalannı üretmeyi
anladıklanndan, çocuklan bir an önce
onlann manevi tahakkümünden kurta-
np okula başlatmak. üstelik "zorunlu'
1
eğitimini lise sonuna kadar uzatmak ge-
rektiğini belirtmiştim. Okul eğitimin-
den amaç onlara sadece bir meslek sa-
hibi olmalannı sağlayacak teknik bilgi-
ler kazandırmak değil, aynı zamanda
sanat zevklerini, ahlaki duyarlılıklan-
nı, ama bence en önemlisi düşünce ye-
teneklerini geliştirmektir. Ancak bu şe-
kilde onlann hem kendileri hem de baş-
ka insanlarla banşık, sevecen, anlayışlı
ve hoşgörûlü insanlar olarak yetişmele-
ri mümkündür. Bu eğitimin "zorunhı"
olmasının nedeni -deyim paradoksal
görünse de- onlan daha "özgür" dola-
yısıyla daha "muthı" insanlar olarak ye-
tiştirmek kaygısıdrr. Bu da ancak onla-
ra çok daha zengin bir kültür dünyası-
nın kapılanni açmakla sağlanabilir.
Gerçekten de modern eğitimin biri
estetik, biri kuramsal (teorik) biri de
pratikolmak üzere üç ana görevı \
t
ardır.
Yeni yetişenlere insanoğlunun bugüne
kadaryaratmış olduğu bütün sanat, mü-
zik ve edebiyat eserlerini tanıtıp bunlar-
dan haz almayı öğretmek eğitimin este-
tikgörevidir.
tnsanın duygusal bakımdan incelme-
sine imkân sağlayan sanat ve müzik eği-
timinin yanında edebiyat eğitimi insa-
nın hem kendisini, hem de baskalannı
daha iyi tanımasına, dolayısıyla başka-
lanna karşı daha "anlayışb" ve "hoşgö-
rülü" olmasına yardım eder.
Eğitimin kuramsal görevi yeni yeti-
şenlere bugüne kadar felsefe alanında
üretilmiş çeşitli görüşlerle bilim alanın-
da elde edilmişbilgi ve kuramlan aktar-
mak, amabunu yaparken de bir iddia ya
da kuramı
%4
belğeleme"nin önemini be-
lirtmek, belki daha da önemlisi, onlara
"rasyonel" düşünme alışkanlıklan ka-
zandırmaktır. Buna eğitimin "aydınlat-
ma"görevi de diyebıliriz. Gerçekten de
modern eğitimin baş görevi. "inandma-
ya değer" olan fikirleri "inanılmaması
gereken
n
lerden ayırdetmesini bılen.
davranışlannı elden geldiğince "bil-
gi"ye, yani "doğruluğu yeterince kanıt-
lannuş" fıkirlere dayandırmaya önem
veren, bu nedenle öyle her şeye kolay
kolay inanmayan, "şüpheci", ama her
fıkri tartışmaya açık. sözün kısası "ay-
dm" insan yetıştirmektir,
Eğitimin pratikgörevine gelince: Bu-
na kısaca "yeni yetişenlere toplumun
murluluğunu arttıncı davranışlara yö-
nelme alışkanüğı kazandırma" görevi
de diyebılıriz. Eskı Yunan ve Roma'da
okullarda bu amaçla ahlak filozoflan-
nın eserlen okutulurdu. Batı'da Hıristi-
yanlık resmî din olarak kabul edildik-
ten sonra bu görevi rahipler -din eğiti-
minin bir parçası olarak- kateşizm(cat-
hechisme) kitaplanyla yürüttüler. Oyle
sanıyorum ki, bazı Batı toplumlannda
bugün okutulan din dersleri de daha çok
bu amaca yönelik. Din derslerine yer
vermeyen laikülkelerin okullannda ah-
lak eğitimi ayn bir dersin konusu değil.
ama başta felsefe olmak üzere, öteki
derslerin çerçevesi içinde ahlak sorun-
lan tartışılıyor. Aslında, din gibi ahlak
da "kiştseT' inançlar alanına itilmiş gi-
bi.. zira toplumun özel ahlaki idealler
peşinde koşan insanlara değil. yasalara
saygılı. iyi yurttaşlara ihtiyacı var. Biz-
de "YurttaşukBUgisr ile yetinilmesi de
aynı anlayışın ürünü olsa gerek. Bunun
da nedeni. özellikle dinsel inançlara da-
yandınlan bir ahlak eğitiminin insanla-
n birbirine yaklaştırmak şöyle dursun,
çıkar kaygılanna ek olarak, yeni düş-
manlıklar yarattığının denenmiş olma-
sı.
Bence bugün yeni yetişenlere "Ev-
rensel İnsan Haklan Bfldirgesi
T>
nin oku-
tulması belki onlann ıyı bırer "insan"
olarak yetişmesı ıçin yararlı olabilir, zi-
ra bu bildırge şimdiye kadar gelmiş geç-
miş en bilge kişilerin ortak düşüncele-
rini yansıttığı için bütün insanİığm or-
tak malı sayılabilir. Kaldı ki. bu bildir-
ge yeni deneylerin, ihtiyaç ya da zorun-
luklann etkisi altında değiştirilmeye,
geliştirilmeye, dolayısıyla tarnşumaya
açık olduğu için katı ahlak kurallan
ıçermez. Aynca belli bir milletin, din-
sel ya da budun (etnik) grubun ya da
sosyal sınıfın değil, ayrım gözetmeksi-
zin bütün insanlann mutluluğunu arttır-
mayı amaçladığı için, insanlar arasında
-vaktiyle büyük dinlerin yol açtığı tür-
den- yeni düşmanlıklara neden olmaz.
Bana kalırsa, bu bildirge her tür dini,
milli, etnik ön yargıdan annmış bir me-
tin olması nedeniyle, laik bir ahlak an-
layışının rasyonel ilkelerini dile getiren
bir belgedir ve bu nedenle okullanmız-
da -tartışılarak- öğretilmeye değer.
Oysa, şimdi ne görüyoruz? Okullan-
mızda -hem de 8 yıl süren "zorunhı" bir
ders olarak- "Din kümırü ve Ahlak Bil-
gisi" dersleri okunıluyor, daha doğrusu
belletiliyor, hatta ezberletiliyor. (*)
Türk-lslam sentezcilerinin teşviki ve -
ileride göstereceğim gibi- llahiyat pro-
fesörlerimizin "fetva"sı ile başlatılan
bu uygulama. "evrensel" insan haklan-
nı demokrasinin temel ahlak kurallan
olarak benimsetmeye çalışan çağdaş
toplumlann tersine, çocuklanmıza
"milli ve manevi" (yani "dinî") değer-
lenmizi tanıtmayı amaçlıyor. Milliyet-
çi ve dinci bir anlayışın "insan hakla-
n"nı vurgulayan demokratik bir yaşam
anlayışına ne kadar ters düştüğü, ne ka-
dar "çağ-dışı'' olduğu apaçık.
Ne var kı. demokrasiyi basıt bir "se-
çim sistemi" sanan ya da ışlerine gel-
diği için öyle göstermeye çalışan sözde
aydınlanmızla ilahiyatçılanmız bu
derslerin laikliğe de demokrasiye de ters
düşmediğini kanıtlamak için, lngilte-
re'nin, Almanya'nın ve Norveç gibi ba-
zı Iskandinav ülkelerinin de "zorunlu"
din eğitimi yaptıklannı belirtiyorlar. El-
lerindeki en önemli koz da bu. tlk ba-
kışta haklı gibi görünebüirler, ama sa-
dece "ilk bakışta'"_zıra bu ülkelerin kül-
türel geçmişlerini ve bugün varmış ol-
duklan kültür düzeyini göz önüne getir-
diğimizde, ortaya büsbütün değişik bir
tablo çıkıyor.
Bizde kullanıldığı anlamda laik olan
ülkelerin başmda ABD ile Fransa gelir.
Nitekim, her iki ülkede de devlet okul-
lannda "din eğttimi"yasaktır. Elbet bu-
nun birtakım sosyal, kültürel, hatta psi-
kolojik nedenleri var. Fransa'nın bu ko-
nudaki tutumunu şöyle açıklayabilinz:
Bu ülkede fıkir adarnlan sürekli olarak
din adamlannın, özellikle ilahiyatçıla-
nn baskısı altında bunaldığı için, ister
istemez onlarda dinin fıkir özgürlüğü-
ne, dolayısıyla ilerlemeye engel olduğu
kanısı yerleşmişti. Bunun en tipik örne-
ği V'oltaire'dir(**). Fransa'da bu baskı
"anti-clericalisme" yani "din-adamı
düşmanuğına
n
yol açacaktır. ABD'nin
durumu biraz farklı: Bilindiği gibi, bu
ülkeye ilk göç edenler, Avrupa'daki di-
nî baskıya dayanamayıp oradan kaçmak
zorunda kalan insanlardı. Ancak za-
manla çok değişik dinden, mezhepten,
hatta tarikattan insanlann gelipbu ülke-
ye yerleşmesi din aynhklannı vurgula-
mayan bir eğitim sisteminin kabulünü
zorunlu kılıyordu. Kaldı kı, Amerikan
demokrasisinin "kurucu babalan" olan
Jeffersongibi politikacılar "Aydınlanma
febefesi''ni benimsemiş, dolayısıyla fel-
sefeyle bilime her şeyden çok önem ve-
ren düşünürler olduklan için, okullarda
din eğitimine yer verilmesini sakıncah
buldular.
Buna karşılık, başta lngiltere olmak
üzere, andığım öteki Avrupa ülkelerinin
böyle bir sakınca görmedikleri anlaşı-
lıyor. Ben bunun şöyle açıklanabilece-
ği kanısındayım: Fransa'dan farklı ola-
rak, lngiltere'de filozof ve bilim adam-
lan "din baslasrdiyebileceğimiz bir
durumla pek karşılaşmadılar. Nitekim
orada açıkça "atheisfolduğunu söyle-
yen, hatta dine-aykın kitaplar yazmış
olan Hume herhangi bir dini kovuştur-
maya maruz kalmadı. Hatta ilahiyatçı-
lan nerdeyse kudurtan "Evrim teori-
si"nin yaratıcısı Darwin'i dinsizlikle
suçlayıp cezalandınlmasını isteyen biri
çıkmadı. Kurammı eleştirenler de onu
çürütmek için "bilimsel'' argümanlar
sergilemeye özen gösteriyorlardı. Bir
de şu var: din-adamlannın önemli bir
bölümü aynı zamanda biMm-adamı idi,
bu nedenle lngiltere'de "din-buim düş-
manhğı" söz konusu değildi; zaten bi-
lim-adamlannın da ezici çoğunluğu
dindar mizaçh kişilerdi. Bunun her tür
dogmaohk'tan annmış bir dindarlık ol-
duğunu vurgulamama bilmem gerek var
mı?
Ingiltere o zaman laik bir ülke değil-
di, bugün de değildir, ama durmadan
yeni fikirler üretmiş, insanoğlunun bil-
gi dağarcığına sayısız yeni bilgiler kat-
mış insanlann "düşünüş havası"nı ('cB-
mateofopinion') belirlediği bu ülkede
düşünce özgürlüğüne saygı, din adam-
lan da dahil, herkesin içine öylesine iş-
lemiştir ki, bizim anladığımız anlamda
laikliği resmen kabul etmesine gerek
yoktur. Ona bakarsanız, Ingiltere res-
men bir demokrasi de değildir; ama de-
mokratik fikirlerin beşiği olduğu gibi,
düşünce özgürlüğünün de en güçlü ka-
lesidir. Öteki andığım ülkeler için de bu
söylediklerim -üç aşağı, beş yukan- ge-
çerli.
Görüldüğü gibi, asıl sorun "düşünce
özgürlüğü" sorunu, "laiklik" değil. Bir
devletin anayasal bir ülke olarak laikli-
ği kabul ctmcsi, daha çok bu özgürlüğü
garanti altına almak için başvurulması
gerekli görülen bir önîemden ibaret.
Bundan sonraki yazımda Atatürk'ün
bu önlemi neden gerekli gördüğünü, da-
ha da önemlisi, bugünün Türkiyesi'nde
neden bu ilkeye bütün gücümüzle sanl-
mamız gerektiğini açıklamaya
çalışacağım.
(*) Bu konuyla ilgıli olarak, Bkz.: Hûıevin
Batuhan: Cumhuriyet, 6 Şubat 1990.
(*V Bkz. • Server Tanilli: ' Voltaire veAydın-
lanma'', Cem Yayınevi. 1994.
ARADABİR
ERENDİZ ATASU
Çağdaş Bir "Aziz"!..
Gülmecenin dâhi ustası öldü.. Aziz Nesin,
yüzyıllardır Türk halkının zihninde' e Türk dilinde
bir alt akıntı gibi süren eleştirel gülmecenin (mi-
zahın) acılı pınanndan içmişti.
Nasreddin Hoca'nın torunu...
O, halkının en soylu yanlannın -adalet duygu-
sunun, bozkırcanlılannaözgü vazgeçmeyen mü-
cadele gücünün- ete kemiğe bürünmüş simge-
siydi. Belki de o nedenle, bir yandan ülkesinin ve
ulusunun onurunu dünyaya karşı frtizlikle korur-
ken Türkiye Cumhuriyeti nükümetlerinin -ulusun
ne yazık ki büyük bölümünün tepkisizliğiyle katıl-
dığı- kimi yanılgılanna, o şaşmaz adalet duygu-
suyla hep karşı durdu!
Yaşlılık yıllannı 12 Eylül ve sonrası baskılanna
karşı, insan haklanna, demokrasiye, vicdan öz-
gürlüğüne ve eleştirel akla adanmış bir türkü gi-
bi yükseltti. O, gerçekten bir azizdi!
Tarihteki "aziz"\er, kurumlaşmış inanç sistem-
lerini ve uzantılan çıkar ilişkilerini, vazgeçmedik-
leri taze inançlanyla çatlattıkları için iftiralara uğ-
radılar, işkence gördüler, yakıldılar, öldürüldüler!
Kişinin içine doğduğu, hava gibi soluduğu, kimi
kez baskılarından ürktüğü inanç sistemini benim-
semesi yadırganacak bir şey değildir, kuşkusuz
pek insanca bir tutumdur; ama, "vicdan özgür-
lüğünün"bir belirtisi midir? Hayır!.. Kişinin bu sis-
temi sorgulayabilmesi, eleştirebilmesi ve kimi kez
reddedebilmesidir "vicdan özgühüğü!" Inançla-
n ve inananları incitici tek söz söylemedi Aziz Ne-
sin; yalnızca bireyin kişisel yaşantısına, iç dünya-
sına ait bir olguyu, inanmama özgürlüğünü sa-
vundu! Acılı ve acımasız ülkemizde onu yakma-
ya kalktık! Ve o, ülkesini ve yurttaşlannı yine de
sevebildi!
Aziz Nesin tarihteki azizlerin yazgısını sonuna
dek paylaşmadı!
O, doğru bildiğince yaşadı, öyte öldü ve öyle
gömüldü! Onun ölümü -şu anda fark edebilsek de
edemesek de- 21. yüzyılın öngününde (arifesin-
de), yurdumun kıraç toprağında -bir bozkır çiçeği
gibi- açmak için direnen özgürlük mücadelesinin
zaferidir!
Büyük insanlar öldüğünde bir "boşluk" yaşanır.
Sevenlerin kederli telaşı, sevmeyenlerin acımasız
sevinci yankılantr boşlukta. Tarihin ölçütünde, yal-
nızca bir "an" sürer boşluk. Çünkü "büyükinsan"
ölünce, halkının toprağına bereketli yağmur gibi
düşer. Ve toprak yeşerirL
Bir AIDS olayına tanıklık...
Görülen odur ki, bilinçli bilinçsiz, AIDS'li hastalara Türkiye'de yaşam ve
ölüm hakkı tanınmıyor.
ESENÇAMURDAN
A
IDS olduğunu üç yıl önce öğ-
rendi. Çapa Hastanesi Enfek-
siyon Bölümü'ndeki doktorun
denetimi altında girdi; ağnlan
fazlalaştığında sıkı ilaç teda-
visi görmeye başladı. Yatakta
tedavi aşamasına girmişti ki başına gelecekle-
ri sanki önceden görmüş gibi, "kendisine ve
çevresine zoriuk çıkarmadan, en temiz şekilde
bu işi kendisi bitirme>
T
e" yarar verdi. Yalnız
yaşadığı evde tüple zehirlenmeye kalktı, tüpü
açmayı beceremedi, evde ne kadar yatıştıncı
hap varsa içti.
Yine olmadı. Taksim tlkyardım Hastanesi
Yoğun Bakım Bölümü'ne kaldınldı. Yaşanılan
yoğun telaş ve ölüm korkusu yüzünden önce
gaz zehirlenmesine karşı müdahale yapıldı ve
yakınlan onun AIDS'li olduğunu söylemeyi
akıl edemediler. Açıklandığmda kıyamet kop-
tu. Başında haklı bir tepki gibi göründü bu:
"Neden hemen söylemediniz. önlem alırdık!"
tepkisi.
Oysa öyle değildi: Medyatik haber peşinde
olan bir sürii gazetecinin kol gezdiği koridor-
da bas bas bağınlıyordu: "Bu hastava bakama-
>TZ, bizim ağır hastalarımız var!", "Yarm ta-
burcu ederiz. genel durumu fena değU!*\ "He-
men Haseki'yegöndereBm!''. Yoğun bakım ge-
rektirecek durumdaydı, en iyi niyetle (?) Ha-
seki'de gönderilmek istendiği AIDS bölümüy-
se ancak iki üç yatağı banndırabilen ve genel
seyirlik hastalara bakılan bir yerdi. Sonuç ola-
rak, Taksim llkyardım'm yoğun bakım bölü-
mü yetkilileri HIV+ adını duyar duymaz, ya-
tağı perdeyle çevrelemenin dışında, hiçbir gi-
rişimde bulunmadılar. Hasta kendi haline bı-
raİaldı. Devreye onu üç yıldu- izleyen dokto-
ru girdi; evde yan ölü olarak bulunmasmdan
yedi saat sonra, Çapa Hastanesi Dahiliye Bö-
lümü'nün ilk yarduruna götürülmesine karar
verildi.
Çapa Hastanesi Dahiliye Acil Servisi'nde
beş gün kaldı. Geldiği akşam perdeli bölme-
lerden birine alındı. Serum verildi, oksijen bo-
nısu takıldı burnuna. Söz konusu serviste -her
şeye karşm- beş gün kaldı. Genelde ürkütücü
bir kayıtsızlık yaşadı. Özellikle gece nöbetçfle-
ri AIDS'li hastayla ilgilenmekten kaçındilar.
Serumunu, oksijen suyunun denetlenmesini
çpğunlukla başmdan hiç avnlmayan ûç-dört
yakını yapti. Tansiyonuna, ateşine binbir rica-
dan sonra -o da çift eldiven takılarak- baküdı,
bakılmayınca bunlan da yakınlan yapn. Kimi-
leyin her rica üç dört kez yinelendi, yanıt alına-
mavınca bir süre beklendi. sorumluİaryeniden
uyânldL Nöbetçilerin topluca oturduğu masa-
dan vicdan sahibi biri, sonunda başuu kaldınp
"HastabaJacıy^söyleyin" dediğinde (bölümün
tek hastabakıcısı oradaysa tabii) büyük lütuf-
ta bulunmuş oldu.
tşin en garip yani da olur olmaz tüm "ön-
lemlerin" aluımasına karşın, AIDS'li hastanın
kan tahlili için gönderilen, örneğin üzerine ve
istem kâğıdına 'HTV+ uyansuun yapümama-
a'ydı. Bunu da hastanın yakınlan anımsattı-
lar.
Bir gün oldukça meraklı bir asistan, yakın-
lanndan birine yanaştı, aralannda şöyle bir
konuşma geçti:
"- Hastanız herhalde yurtdışında bulun-
muş—
- Neden sordunuz?
- Şe\~ Hani virûsü kapmasL..
- Siz Türkiye'de AIDS vakası olmadığmı mı
sanıyorsunuz?
- Açıklananm çok çok üstünde HIV+'li var
Türki>
>
e'de.
- Yoo, Türkiye'de öyle bir şey yok!"
Yannın dahiliye doktoru hâlâ AlDS'in bir
"yurtdışı hastahğı
7
' olduğuna inanıyordu!..
21 haziran çarşamba gecesi...
Sekiz kişi nöbette: Dört asistan, dört öğren-
ci. Gürültüleri, acil olarak gelen hastalann in-
lemelerini fazlasıyla bastınyor. îlgisizlik,
AIDS'li hastayı artik yok saymaya dönüşmüş;
yalnızca tıp açısından değil, etik yaklaşun da
inanılmaz boyutlarda: Durumu giderek ağır-
laşmış, Reanimasyon'a gitmesi gerektiği söy-
lenmiş.
Burnundan ciğerlerine aspirasyon borusu
takıh, güçlükle soluk ahyor, inlercesine hınl-
dıyor, bir yandan da canını yakan boruyu çe-
kip atmak istiyor. Yakını, bağlatmak isteme-
diği için, onun ellerini tutuyor, karşılıklı debe-
leniyorlar. Perdeleri açık olan bölmenin önün-
de iki nöbetçi şakalaşıyor, kahkahalar atıyor-
lar... Gecenin ilerleyen saatlerinde masa başın-
daki şamata, can çekişen AIDS'li hastanın ya-
kınlannın artık kaldıramayacaklan bir nokta-
ya gelince, aralanndan biri yavaşça yaklaşıp,
işaret parmağım dudaklannın üstünde tutarak
"Böyle fotoğrafiar vardır hastane koridoria-
nndja, bunlann anlamım biliyor musunuz aca-
ba?" dediğinde ipler kopuyor. Bir meydan sa-
vaşı yaşanıyor AIDS'linin yakınlanyla "on-
lar" arasında.
"Biz buradasabaha kadar nöbetteyiz,gurül-
rü de ederiz eğleniriz de! Siz kim oluyorsu-
nuz?", "Biraz daha ısrarcı olursanız kapuun
yönüne koyanz hastayı!", "Şimdi hepsini ko-
vacağım. kapıyı da kilitieyeceğÛTi!'' Hasta ya-
kınlan dışanya çıkıyorlar. Ortalık yatışıyor.
Bir süre sonra daha da kötüleşiyor.
Ölüm yakın. Yakınlan ne yapacaklarını şa-
şınyorlar. Aralanndan en sessizi, yumuşağı
çekinerek masaya yaklaşıyor: "Hastamız bu
gece ölebflir. Biz ne yapacagunızı bflemeyiz. O
zaman da mı yardım etmeyeceksiniz?'' Yanıt
sondereceaçık: "Biz hiçbirşevyşpmayız, dok-
torun ricasryla tutuyoruz onu. Ölürse şu sed-
yeye yatmhr.'' Ve Istanbul'da bulunan özeli ya
da resmisiyle hiçbir hastane, AIDS'li hastayı
kabul etmiyor. Bir tek Amerikan Hastanesi
olumlu yanıt veriyor, her gece için 30-40 mil-
yon depozito ödenmesi koşuluyla! Bu kez, sı-
ğındığı yerde ona bakabilecek birhemşire ara-
nıyor.
Doktorun çabası sonucundan Çapa'nın En-
feksiyon bölümüne almdı. Menenjit, sanlık
gibi mikrobik hastalüâann tedavi edildiği bir
yerdi burası, doğal olarak. Yattığı oda, altı has-
ta ve onlara eşlik edenlerin bulunduğu koğu-
şumsu bir ortamdı. Böceklerin dolaştığı yer-
leri hasta yakınlan temizliyorlardı.
îki gün daha direnebildi. "Geri dönmek is-
temiyordu.''Dönnıedi. Zamanlama bakımın-
dan da başanlı sayılırdı, en kötü dönemine gir-
meden aynldı aramızdan. Tipik bir olay da de-
ğildi. Yakın çevTesince bilinçle korundu, elden
geldiğince bakıldı. Peki ya ötekiler?..
Görülen odur ki, bilinçli bilinçsiz, AIDS'li
hastalara Türkiye'de yaşam ve ölüm hakkı ta-
nınmıyor. Bu durumda yapılacak bir tek şey
geliyor akla: Hastalığın ağır dönemi başladı-
ğında -hastane bulamayacaklanndan- Taksim
alanındaki çimenlere gelip yatsınlar!.. Çev-
reyi rahatsız ediyorlar diye yetkililer belki on-
larla ügilenme zorunluluğunu duyabilir. Kim
bilir...
PENCERE
Lahavle
Montaigne'in öyküsü ünlüdür; adamın biri buza-
ğısını çok sever. Kucağına alıp okşarmış; bu işe öy-
lesine alışmış ki buzağı koca bir inek olmuş, bizim-
ki yine kucağına alıp sevmeye çalışıyormuş...
Kimi zaman biz de kendimizi kaptırıp saçma sa-
pan işlere sanyoruz; olmadık konularla uğraşmaya
öylesine alıştık ki dışardan biri görse ne der:
- Bunlar çıldırmış!..
•
Anayasayı değiştireceğiz, değil mi?..
12 Eylül faşizminin hukuk mirası, 12 Eylül'den 15
yıl sonra yerli yerinde duruyor; yalnız 82 Anayasa-
sı'nı değil, bir çuval antidemokratik yasayı değiştir-
mek gerek; ama, kimse kılını kıpırdatmıyor.
Peki, 82 Anayasası'nı niçin değiştiriyoruz?
Demokrasiye kavuşmak için mi?..
Yok canım!..
Avrupalı Türkıye'ye diyor ki:
- Seni Avrupa Biriiği'ne almam!.. Hem dernokra-
siden yoksunsun, hem enflasyon canavarıyla kucak
kucağa yaşıyorsun; hem gelişmemişsin; hem Müs-
lümansın!.. Ancak 60 milyonluk bir pazarsın!.. En
iyisi seni Gümrük Bihiği'ne alayım..
- Ne olural!..
- Pol'rtikaya kanşmayacaksın, yönetime katılmaya-
caksın, ben Avrupa Bihiği'nde ne karar alırsam onu
uygulayacaksın, pazannı ardına dek açacaksın...
- Ne dersen razıyım!..
- Yine de pürüz var. Kıbrıs 'ı işgal etmişsin, Güney-
doğu'da Kürtleri eziyorsun, rejimin 12 Eylül faşizmin-
den kalma, cezaevlerinde aydınlar yatıyor. En iyisi
sen bir demokrasi makyajı yap!..
- Ne yapayım?..
- Ne bileyim, hiç olmazsa 82 Anayasası 'nın birkaç
maddesini değiştir ki ben de bizim Avrupa Parla-
mentosu'na dönüp şunları Gümrük Biriiği'ne alalım
diyebileyim...
- Olur...
•
Doğrusunu isterseniz, bunca aşağılanıp küçüle-
ceğimizi rüyamda görsem inanmazdım...
Gerçek bu!..
Ancak Gümrük Biriiği'ne girmek için 82 Anaya-
sası'na makyaj yapma çabaları da suya düştü düş-
medi!.. Söylendiğine göre bizim milletvekilleri bir
yandan demokrasi nutukları atarken öte yandan
anayasada yapılacak değişiklikler için olumsuz oy
kullanıyorlarmış da kimse çakmıyormuş... Çünkü
gizli oy yöntemi geçerliymiş...
Anayasada demokrasi makyajı yapılamazsa ne
olacak?..
Şimdi herkes telaşlı!..
Biri diyor ki:
- Anayasa oylamasının gizli oyla yapılmasını ön-
gören maddeyi değiştirelim, oylama açık olsun!..
Öteki ekliyor:
- Anayasa oylamasının gizli oyla yapılmasını ön-
gören maddeyi değiştirip oylamayı açıkyapabilmek
için yapılacak oylama gizli oyla olmayacak mı?..
- Evet.
- Peki, anayasa oylamasının açık oyla yapılabilme-
sini öngören madde gizli oylamayla değistirileceği-
ne göre yapılacak gizli oylama olumsuz sonuç ve-
rirse ne olacak?..
Çıldırdık mı?..
Tırlattıkmı?..
Anayasayı değiştirmek için gerekli gizli oylamayı
açık oylamaya çevirmek için yapılacak gizli oylama-
nın sonucunda anayasayı değiştirmek için yapıla-
cak gizli oylama açık oylamayı sağlasa bile anaya-
saya demokrasi makyajı yapılabileceğine inanıyor
musunuz?..
HOTEL MAVİ
Bardakçı koyunda, klimalı odanızda, tertemiz bir
denizle iç içe, dûşlediğiniz gibi bir Bodrum tatili için..
ÖZEL TANITIM tNDİRİMt
Tel: 0252 313 03 71-74
Faks:0 252 313 03 75
A&J TOURS
UNUTAllAYACAGimZ TAT1U DaçaAAJTaıstelKoyu
TatİkJe Qampİng! El 0»*nen<4 Dojıy). B^başa
TGccttGünYP.
, 5.450.t
0D
00 TL.
BÛTÛN DÛNYAYA EN EKONOMİKJIÇAK BİLETLERİ
LTEREMW>»« 17-27
300 E
INGILTERE y« Anırikı'dı
DIL EĞITIMI
4 hıltı, hıttıdı 15 tııt dtrı
«t O.K. kentklımt
ŞIRKETLERE VE GRUPLARA OZEL INDIRIM
DARULACEZE VAKFI221
ALAADDIN HOTEL* * * •
İncekum Alaaddin Hoiel, Türkiye'nin yeşil turizm beldesi Antalya'nın Alanya ilçesi Avsallar kasabasında
Akdeniz'in berrak kıyılannda huzur, spor, eğlence dolu bir ortama sahiptir.
Antalya Havaalanı'na 98 km. uzaklıkta olan încekum Alaaddin Hotel 232 oda, 500 yatak kapasitelidir.
Yılın 300 gününün güneşli geçtiği ve deniz sezonunun 8 ay sürdüğü Akdeniz'in bu şirin yöresindeki otelimi-
zin odalan ile tüm kapalı alanlan merkezi ısıtma, soğutma ve havalandırma sistemi ile donaülmışur.
Özel banyolu odalanmız otomatik telefon, 4 kanal müzik yayını, uydu yayın TV sistemi ile otelimiz tatilde
evinizi aratmayacaktır.
İncekum Alaaddin Hotel'de aynca açık ve kapalı barlar, sauna, kondisyon merkezi, disco, 2 yüzme havuzu,
özel plaj alanı, iskele, su sporlan merkezi, tenis kortu bulunmaktadır.
Otelimiz 150 kişilik simültane çeviri sistemi toplanü salonu, 500 kişilik restoran, alakan restoran, pasta salo-
nu, televizyon salonu, oyun odası, ahşveriş mağâzalan, ve manzara teraslan ile unutamayacağınız bir tatil sun-
maktadır.
İncekum Alaaddin Hotel'in mutfak ustalan da gece müziği eşliğinde zengin açık büfeleri ile Türk yemekleri-
nin lezzetinı siziere bir kez daha tattıracaktır.
ALAADDİN OTEL
• • • •
Rezervasyon için:
(0242) 517 14 91 (6 hat)
Incekum-ALANYA