28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 HAZİRAN 1995 ÇARŞAMBA 14 KULTUR Haiti sergisinde politika, yoksulluk, zulüm, voodoo ve ölüm masallan anlatan yapıtlar yer alıyor Bir üçüncü dünya iilket-dııiıı sanabKültür Servisi- tngıltere'dekı October Gallery'de, Haiti sanat yapıtlan sergilenı- yor. Politika. yoksulluk, zulüm, voodoo ve ölüm masallan anlatan yapıtlar hakkında The Sunday Revievv'da £ikan bır yazıda. serginin, sanatseverlere Uçüncü Dünya ül- kelerinın sanatlannı tanıma olanağı verdi- ği belirtiliyor. 'Haiti: Photos, Paintingsand Ironworks' adını taşıyan sergıde yer alan yapıtlann ta- mamı çok önemlı sanat ûrünleri olmasa bi- le; sergi, bir bütün olarak ele ahndığinda çekici olarak nitelendırilebilir. Çağdaş ol- mayı amaçlayan sergide yer alan yapıtlar, Haiti diktatörü Bebe Doc DuvaBer'nın 1986 yılında ülkeden kaçmasından sonra yapılmış, ama yine de, iyimser bir havaya sahıp olduklan söylenemez. Sergilenen ça- hşmalar, halk demokrasisinın başansızlığa uğrayışını, şiddet yanlısı Tontons-Maco- nte'lan. 1991'deki asken darbeyı, devlet başkanı Jean-Bernard Aristidc'in iktidar yıllannı ve batı yanküresindeki en yoksul ûlkenin durumunu yansıtıyor. Sergı, bu kara politik tablonun yanı sıra ABD'nin gücünü ve voodoo ayinlerinin gi- zemini de ortaya koyuyor. Fotograflann yer aidığı bölüm, voodoo'yu, yoksul halkın di- ni olarak gözler önüne sererken; demırden yapılmış çalışmalar, voodoo'nun sanatı na- sıl etkiledığini gösteriyor. 1950'lenn ilk yıllannda, de Witt Peters adında Amerika- lı bir öğretmen, Port-au-Pnnce'ın Croıx- des-Bouquets kasabasında bir demirci us- tasma rastladı. Kasaba mezarlığı ıçin. ol- dukça tuhaf sayılabilecek haçlaryapan Ge- orges Liautaud, Peters'in yüreklendirme- siyle Hıristiyan imgelerini bırakarak vo- lngiltere'de October Gallery'de yer alan 'Haiti: Photos, Paintings and Ironvvorks' başlıklı sergideki yapıtlar, halk demokrasisinin başansızlığa uğrayışını, şiddet yanlısı Tontons- Macoute'lan, 1991'deki askeri darbeyi, devlet başkanı Jean-Bernard Aristide'in iktidar yıllannı ve batı yanküresindeki en yoksul ülkenin durumunu yansıtıyor. odoo'ya yöneldi. Daha önce. basık ve düz bir şekle sahip olan heykeller, Liauta- ud'nun getirdıği yenilık sonucu yuvarlak ve hacimli bir biçim kazandı. October Gallery'de sergilenen çalışma- lar, ucuz sayılabilecek bir fıyata satı lıyor. Bu da, yapıtlann Haiti'liler tarafindan se- ri bır şekilde üretıldiğini gösteriyor. Ha- iti'de yaşam. sanattan önce gelıyor. Koşul- lar çok kötü olduğu ıçin, sanat dahıl, her- hangi bır konuda serbest düşünce, ölümcül sonuçlardoğurabiliyor. 'Haiti: Photos, Pa- intings. Ironworks'de yapıtlan sergilenen sanatçılardan bın olan Stivenson Magloire. geçen ay, sokakta dövülerek öldürüldü. Da- ha önce de. 1994 yılının haziran ayında, Magloire'ı yerel kışladan alan polis, onu, eski araba lastiklerinden yapılmış kauçuk sopalarla ıki saat dövmüştü. Magloire, ta- nınmış bir sanatçı olduğu ve sanatmı kul- lanarak görüşlenni dıle getırdiği ıçin yaşa- mını yitirdi. October Gallery'de sergilenen iki resmınde adalet ve kardeşlik kavramla- nnı işleyen sanatçı. resimlerini kanvas üze- nne akrilik kullanarak yapmıştı. Sergide yer alan çalışmalar, voodoo söy- lencelerini ışliyor. Voodoo; büyücûlük, hayvanlann kurban edılmesi ve yaşayan ölüleri (zombiler) içeren bir mıtoloji saye- sinde. ölümle yaşam arasındakı smın aşı- yor. Fotoğraflar arasında, kadınlann yavru horozlarla yaptıklan çamur banyolannı gösteren çok başanlı çalışmalar dabulunu- yor. Herşeyin ötesinde, ölüler dünyasının İıderi Baron Samedi. kapkara giysileri ve ucundan kan fışkıran cinsel organıyla. se- vışircesine dansederken resmediliyor. Vo- odoo'nun halk arasında bu kadar yaygın ol- masının nedeni, adanın resmi dini Katolik- liğin yabancı bir sınıfa ait olmasmdan kay- naklanıyorolabilir, tıpkı resmi dil Fransız- ca olduğu halde. halkın 'creole' konuşma- sı gıbi... Laennec Hourbon'un 'Voodoo: Truth and Fantasy' kıtabında belirttiğı gi- bı, Papa Doc Duvalier, voodoo*dan, kendi diktatörlüğünü saglamlaştırmak ıçin yarar- lanmış. Duvalier ve Tontons-Macoute adındaki polıslen. voodoo'yu şeytana ta- pınma olarak görüp lanetleyen Katolik ki- Hsesinin gücüne karşı voodoo ayınlerini desteklediler. Öyle görünüyor ki, Haiti'de iktidan ele geçiren yeni askeri yönetim de, voodoo'yu benzer şekilde, kendi amaçla- rına ulaşmak ıçin kullanıyor. Sergide yer alan fotoğraflar arasında, Akx Webb, Maggie Stober ve Leah Gor- don gibi önemli foto muhabırlennin çalış- malan da var. CesetJer, yakılmış otobüsler, pejmürde çocuklar, ünıformalı erkekleT ve silahlar; bu fotograflann başlıca konusunu oluşturuyor. Yapıtlan sergilenen sanatçılar arasında, Stivenson Magloire, gerçekten büyük bir yetenek. Diğer sanatçılardan ProsperPier- reJonis, sembolik resimler yapıyor: Fran- çoisLamothe kağıt üzerıne pastel tekniğıni gelıştirmeye çalışıyor. Sergideki en güzel heykel. kullanmak için kağıt metal bulmayı başarabilen Ser- geJolimeau'ya aıt. Serginin en iyı yapıtıy- sa, Edouard Duval-Carrie'nin 'Le Nou- veau FamiKer' adlı tablosu. Karikatür tar- zı resimler yapan ve halen Miami'de yaşayan Duval-Carrier, bir diktatörü res- mettiği yapıtında, aslında bütün diktatör- lerin aynı olduğu mesajını veriyor; Baron Samedi gibi... Bauhaus, yuvaya döndü Kûhür Servisi - Bauhaus. Weimar'a geri döndü. Alman kasabasında yeniden açılan müze, çağdaş zamanlann en önemlı sanat hareketlerinden birinin yuvaya dönüşünü simgelıyor. Müzede yer alan vapıtlar arasında. VassUy Kandinsky, Paul Kİec, Miks Van Der Rohe ve 1919 yılında VVeimar'da sanat okulu ku- ran WdterGrophıs'un tasanmlan dahil, Ba- uhaus dönemıne ait bıne yakın yapıt bulu- nuyor. Sergilenen yapıtlann birçoğu, müze küra- törü Mkrhael Siebenbrodt'un son yirmı yıl- dır yaptığı çalışmalar sonucu bir araya geti- rilmiş. Sıebenbrodt, aynı zamanda. 1974'te Dessau yakınlannda başka bır Bauhaus oku- lunu yeniden kuran mimar ekibinin bir üye- si. Müzenın, Kandinsky ve Klee gıbi sanat- çılann daha geç dönemlerine ait ünlü yapıt- lannı satın almak ıçin yeterli paraya sahip ol- madığını belirtiyor Siebenbrodt ve ekliyor: - "Müzenin tek armcı. Bauhaus hareketini, acık bir şekilde gözler önüne sermek." Salonlardan bin, Henry Van de Velde'nın mobılya tasanmlanna aynlmış. 'Artnouve- JUT hareketinin önde gelen isimlerinden bı- ri olan Van de Velde, Bauhaus hareketinin de fikır babası olarak tanınıyor. Sanatın ve ta- sanmın işlevsel olması gerektiğine ınanan Van de Velde'nin felsefesi, Gropius tarafin- dan genışletildi ve Birincı Dünya Sava- şı'ndan sonra, içine düşülen sanat yoksunu ortamdan kurtulmak amacıyla, Avrupalı sa- natçıların işbirliği yapmasını sağladı. Kan- dinsky Rus, Klee tsviçreli, Laszk) Mohory- NagyMacar kökenliydi. Yaptıklan tasanm- lar, evlerden avızelere, okul sıralanndan çay- danlıklara kadar bırçok eşyayı kapsıyordu. Staatlıches Bauhaus 1925 yılında, mılli- yetçi otorıteler tarafindan kapattlınca, Des- sau'ya taşındı, ama 1932'de Naziler yüzün- den, yine aynı sonla karşılaştı. Hhler tarafin- dan 'çüriimüş birsanat'olarak nitelendirilip son kez kapatılmadan önce, 1933 yılında, bir yıl süreyle Berlın'de açık kaldı. Müzede yer alan çalışmalar, 70 yıl önce- sine ait olsalar bile, ınanılmayacak kadar çağdaş bır görûnüme sahip. Frank Whh- ford'un 'Bauhaus' adını taşıyan kıtabındaki yazısında, tasanmcı N\blf von Eckhartft, bu durumu şöyle açıklıyor: "Bauhaus hareke- ti, bütün akımlan değiştirerek. günümüzde- ki endüstriyel tasanmcıhğa öncülük etti_. Oturduğunuz sandaKeden okumakta oldu- ğunuz sa>faya kadar her şeyin görünümünü değiştirdL''" Satılık Osmanlı minyatürü SEMUH S.ADİL Paris'te 29 hazuan perşembe günü "Kitab- ı srycr-i nebi"nin dördüncü cildinin bir yap- rağı satılacak. Birinci, ikin- ci ve altıncı ciltlen hâlâ Topkapı Sarayı Kitaplı- ğı'nda bulunan bu altı cılt- lik eser Osmanlı hat ve min- yatür sanatının en yûksek dereceye lö.asır sonunda (1595"te) Sultan 3 .Murat'ın emriyle saray nakkaşhane- sinde yazılıp resimlenmış. Hazretı Muhammed'in re- simli hayat hikâyesı olan bu eserin Topkapı Sarayı'ndan vaktiyle çıkmış olan ciltle- rinden üçüncüsü New York'ta "Publk: Ubrary; Spencer Coflectioa n da bu- lunuyor. 5.Cilt kayıp olarak kabul ediliyor. Dördüncü cilt ise iki dünya savaşı ara- sında Albay R.G.Gayer Anderson'un elıne geçmiş. Albay bu cildi 1939 yılında parçala- mış ve minyatürlü 137 sayfayı o zaman Ches- ter Beatty sann almış. Bu minyatürler bugün Dublin'de "Beattv Iibrarv"de bulunmakta. Kalan 56 minyatürü Albay Anderson dağı- tarak satmış. Bunlardan bir kısmının bugün resmi ve özel koleksiyonlarda olduğu bilini- yor. "Kitab-ı siyer-i nebi"nin özel koleksi- yonlarda olan yapraklann- dan bazılan zaman zaman batışa sunuluyor. Son olarak 1994 yılının nisan ayında Pans'te beş yaprak satılmış- tı ve bunlardan iki tanesı "Louvre Müzesi tsiam Sa- nati" bölümüne hedıye edil- mişti. Digerüç tanesinin ki- min tarafindan alındığmı öğrenemedim. Bugün "Si- yer-i nebi"nin bir sayfasının tekrar memlekete gen geti- rilmesı ıçin yenı bir firsat oluştu: 29 Haziran 1995 Perşembe günü Paris'te Ho- tel Drout'da yapılacak mü- zayedeye (bizde Topkapı Sarayı Müzesi Dostian Ce- raiveti" henüz olmadığtna göre) başta Kültür Bakanlığimızın, resmi ve özel müzelerimızin veya Osmanlı sanatını seven varlıklı vatandaşlanmızın ilgı göstere- rek bu minyatürün satın alınarak ülkemıze geri getırilmesini dilerim. Dans dünyasını saskına•7 3 3 çeviren koreograf - Amerikalı koreograf ;, cinsel ve ırksal so- runlan araştırabileceği bir alan oluşturu- yor. Zenci, eşcinsel ve AIDS olan sanat- çı, bedenini, genellikle orta sınıf beyaz- lardan oluşan izleyicilerini tahrik etmek için kullandığını açıkiamaktan da çekin- miyor. 1982 yılında, sahne üstü ve arka- smda birlikte çalıştığı partneri ArnieZa- ne ile bir dans topluluğu kuran Jones, Za- ne'in yedi yıl önce, AIDS'in yol açtığı bir :•* hastalıktan ölmesi üzerine, sanat yaşamı- na tek başına devam etti ve kendi hasta- lığını da konıı alan yapıtbrsahneleyerek, dans dünyasını şaşkına çevirdi. Geçen yıl sahnelenen 'SüîVHere', Jones'un AIDS hastalanyla ılgili bir çalışmasından uyar- lanmış; yapıt, Amerikalı eleştirmenleri öfkelendirmış ve 'kurban sanab' olmak- la suçlanmıştı. Geçen yıl sürekli koreog- raf olarak atandığı Lyon Opera ve Bale- si, bu ay, Jones'un üçüncü balesini sah- neliyor. Müziğini John Oswald'ın beste- lediği '24 Images Seconde', sınemanın 100. yıl kutlamalan kapsamında, Aııgus- te ve Louis Lumiere'e ithaf edilmiş. Ya- pıtmın, şimdiye kadar sınemada kullanıl- nuş bütün teknikleri keşfetmek için bü- yük bir firsat olduğunu belirtiyor Jones: "lizun zamandır sinematik bir şekflde dü- şünüyordum zaten. Bu vaprtla. sinema- nın benim için ne anlama geidiğini ve üze- rimdeki etkilerini ortaya koymak iste- dfan." Jones'un, sinema denilen hayal dünyasıyla tanışması, on kardeşiyle bir- likte büyüdüğü New York'taki sinemalar aracıhğıyla gerçekleşmiş: "Ailemle bir- likte, Cecil B. de Mille'in 'On Emir* Hl- mini izlemeye gittiğimizi anımsryomm. Kızıl Deniz'in ikiye aynlmasıyla ve Mı- sır'ı kasıp kavuran fclakerJe ilğili görûn- tükr, beni çok etkilemişti."* Jones, daha sonra, koreografı anlayışı üzerinde bü- yük rol oynayan avangard filmlere merak sardı: "Belli bir konusu otaıayan, sovnt filmler dışında hiçbir şe> izlerniyordum artık. Bu filmler. bana. zaman ve mekânı nasıl kuDanabiieceğune dair çokşey öğret- ti." Lyon Opera ve Balesı'nın sahneledi- ği son yapıtında. Jones, sinemanın doğ- duğu dönemi anlatabilmek için 19. yüz- yıl danslannı, ilk filmlerde görülen kısa görüntüleri kullanmış. "Lumierekardeş- lerin yaptıgı filmlerden bazı sahneleri anunsatacak anlar varattım*" diyor Jo- nes. "Perdede görmekten vazgeçtiğüniz kendineözgii birmannk vesüreklilikgör- mek istiyoruz sahnede. Filmlerde görme- ye alışbğımız birçok şe>i sahnede gördü- ğümüzde çokşaşınyoruz. Sanınm. gözün, film izierken bir dakika içinde görebikli- ği her şe>i sahnede gösterip gösteremeye- ceğhni ainlamaya çalışrvorum." NEW YORKTAN İLHAN MİMAROGLU Biz bize ; "En güç iş sizinkiydi" dedi adamın biri yanımdan ge- çip dtşarı çıkarken. Bir anda durmuştu benden b«r ya- nrt bekler gibi. Şaşırdığım için ne diyeceğimi bileme- miştim. Kim olduğumu ve işimin ne olduğunu töre ge- reği alkışa, töre gereği boy göstermiş olmamdan anla- mıştı. En güç işin benimki olup olmadığı ayn bir konuy- du. Amerikalı olmasına şaşmıştm o adamın. Türk top-» lantısına dönüşmüş bir dinletide ne anyordu bir Ame^ rikalı? Ayşegül Durakoğlu Lincoln Center'ın kitaplığında- ki küçük salonda, Bruno VVahter salonunda, geçen yıl» ki gibi bir Türk bestecileri dinletisi düzenlemişti. Uma^ nm gelenekleşir Bayan Durakoglu'nun girişimi de hkj olmazsa yılda bir, birkaç Türk toplanıp kendi besteci- lerinin müziklerini dinlerier. Çevreme bakındığımda hep Türkleri görüyor idiy-T sem de görmediklerim de vardı. Arkadaşlann, tanıdık-^ lann çoğu gelmemişlerdi. Hele elçilikten ve konsolos- luktan hiç kimse yoktu. Kültür Ataşesi dışında. O da be-t nim müziğimden sonra çıktı, gitti. Bunu acaba yalnıi benim müziğimi dinlemeye gelmiş olmasına yorup onuc mu duysaydım? Yoksa müziğimin kültür ataşesi kaçır-^ ma görevini yerine getirmiş olmasıyla mı yetinseydim?; Oraya bir Amerikalının ge/miş olmasının beni şaşınŞ ması pek de gerekmezdi. ön sıralarda yanyana birkaç beyzbol kasketi gözüme ilişmemiş miydi? Demek kı başka Amerikalılar da vardı salonda; daha doğrusu, bu- günlerin geçerlikteki deyimiyleAfrikalı Amerikalılar, de- mek oluyor ki zenciler. Hem de çocuk zenciler. Niye gel- mişlerdi bir Tün< bestecilen dinletisine? Ne anlamışlar-i dı dinlediklerinden? Ömürierinde bir daha ne zaman bir, Türk bestecisinin müziğini dinleyecekierdi? En azın- dan, bestecilerin adlan akıllannda kalacak mrydı? Be-- ni o yaşlarda ilk olarak bir piyano resitaline götürdük~ lerinden bu yana Chopin adını unutmamıştım. Onlarda, Usmanbaş adını hep anacaklar mıydı? Ne ki, dinleti- len müzikJer üzerinde ve bestecilerin kimlikleri konusun-: da ufak tefek bilgileri bile edinmiş olamazlardı, salon-^ daki öbür dinleyiciler gibi. Bayan Durakoglu'nun titiz-, likle hazırladığı bu bilgiler, salonun programlannı bas-; makla görevli kişilerin savsaklığı yüzünden güme git-- mişti. Birkaç hafta önce Sevgi Topyan, Merkin HaH'de-> ki piyano resitalinde yeni bir parçamı çalmıştı. Dinleti-, nin afişinde adım olmadığı ve yeni bir yaprtın ilk olarak, çalınacağı belirtilmediği gibi programdaki öbür beste; cilerin yerine de başka bestecilerin adlan konmuştu. Afişi hazırtayan görevliler, program aylar önce ellerin-rı' de olduğu halde, kendi kafalanndan bir program uy-, durup afişe basmışlardı. Olur mu öyle şey? Buranın bo-, zuk düzeninde daha neler olmuyor ki! Herkesin sıras» geldiğinde dediği gibi: "Burası New York!" '• Bayan Durakoglu'nun programında, Erkin'in piyano, parçalan ve Saygun'un şarkılan yanında, bizim kuşak, besteciler ağır basıyordu. Kuşaklann nerede başlayıp nerede bittığinı pek lyi bilmıyorsam da 21'li llhan Us- manbaş, 23lü Ertugrul Oğuz Fırat ve 26'lı ben, sa-, nıyorum aynı kuşaktan sayılınz. Kemanını A/i Rıza Gül- tekin'in çaldığı keman ve piyano sonatını Usmanbaş,. elli yıl önce bestelemiş. İlk olarak dinliyordum bu sr> natı. Benim şarkılanm az daha yeni. Kırk yıllık. Onlari da ilk olarak dinliyordum. Mezzo-soprano Şebnem Kartal söyledi. New York'a yeni geldiğimde, Columbia, Üniversitesi'nde Douglas Moore'un öğrencisiyken; ödevdiyeyazmıştımoşarkılan, OrhanBurian'ınlngi-^ lizce çevinferıyle Ahmet Haşim, Ahmet Muhip Dıra-, nas ve Cahrt Srtkı Tarancı nın birer şiiri üzerine. Fırat'ın piyano parçası çok daha yeni. Ancak on yı( öncenin ürünü. Onu da ilk dinliyordum. Adı Ingilizce ya- J zılmış programa. Dinletiden spnragidip notaya baktimf, Türkçe adını öğrenmek için. Ingilizceye kolay çevrilir gi-, bisinden değil: "Cehennemde Bir Mevsim ÇaJınmalı- dır." Ötesi de var "Piyano için dikbaş-özlemsel dört' parça." New York'un mevsimlerinden birinde çalınmışî, olduğuna göre cehennem ve mevsim koşullan yerine, getirilmiş sayılabilirse de parçanın adına göre, cehen- nemde çalınması gereken bir mevsim midir? Yoksa ça- lınacak olan, bir mevsim boyunca mı çalınmalıdır? Ba- yan Durakoğlu, dört parçanın yalnız birincisini çaldıy-, sa da ileride hepsini çalmayı aklına koymuş. Bir parçam daha vardı programda. Adı "L'Eruption de la fin". Yeni bir parça. Geçen yıldan kalma. Bundaa; önce bir kez çalınmış idiyse de Ayşegül Durakoglu'nun yorumuyla onu da ilk dinliyor gibiydim. Abidin Dino'yu anmak için Gûngör Mimaroğlu'nun birkaç ay önce dü-< zenlediği toplantıda Hüsnü Onaran çalmıştı. Dino'nunı' anısına sunduğum parçanın "sonun patlayış/"anlamı-, na gelen adı "L'lntemationale"da geçer, müziğindekf1 alıntılar gibi. Gördüğü büyük ilgi üzerine o toplantryı son • dakikada New York Üniversitesi'nin küçük bir salonun-, dan çok daha büyüğüne taşımak gerekmişti. Program-, da müzik ancak araya sıkıştınlmış olmakla kalmayıp geı, cenin tümümü kapsıyor olsaydı, toplantıyı küçük sa-' londan daha da küçüğüne taşımak gerekebilirdi. Gelelim Amerikalının sözünü ettiği güçlüğe. Hiç de güç saymıyorum bestecilik işini. Hem, güçlüklerden hep kaçanm, işin kolayını aranm. Armut piş, ağzıma düş! Kemancının işi çok daha güç, şarkıanın da. Hele Bayan Durakoglu'nun işi. Hem dinleti düzenle hem de baştan sona piyano çal. Sayfa çeviricinin işi özellikle güç olsa gerek. Saati kırk dolarmış sayfa çeviricinin. İşi-, min güçlüğünü ölçmek için göz önünde tuttum bunu. Besteci olarak saat başına değil kırk dolar, kırk para bi- le alamadığıma göre, kolaydan da kolay benim işim. Sayfa çevirici ve orkestra için bir konçerto yazmayı dü- şünüyorum şimdi. Kolayından. DEVLET TİYATROLARI ÜZERİNE - 3 - YUCEL ERTEN Kanımca Devlet Tiyatrolan'nda görülen en büyük eksıklık ya da ek- sikliklen besleyen kaynak, 'siyaset- sizlik'tır Bugün eğer Devlet Tiyat- rolan'nın 2000 yılına yönelik bir stratejisi ve bunun uygulamalannı kapsayan bir master planı yoksa; buna karşılık yalnızca bakanlık ve Meclis koridorlannda "gündefiksi- yaset" yapılarak koltuk kapmaca oynanıyorsa bu hiç kuşkusuz "siya- setsizfik" demektir. Bugün gerek Kültür Bakanlı- ğı'nda gerekse Devlet Tiyatrola- n'nda hiçbir yönetim katmanı, Dev- let Tiyatrolan'nın, 2000 yılında ne durumda olması gerektiğini bilme- mektedir. Bu alanda Devlet Tiyat- rolan'nda da bır çalışma ya da yö- neliş yoktur, olacağı da kuşkuludur. tlkesizlık, plansızhk ve yöntem- sızlik; bölgeler politikası, kadro po- litikası, repertuvar politikası, üre- üm politikası ve sanat politikası gi- bi pek çok konuda adeta alarm ver- mektedir. Şimdi bunlan, sırasıyla kabatas- lak bir incelemeye alalım ve somut bilgi ve gözlemlere dayandırmaya çahşalım. l.Coğrafidengesizük; Devlet Tiyatrolan'nın, yalnızca büyük merkezlerde birkaç sahnesi- nin olması ve bu sahnelerde üst dü- zeyde sanat yapması gerektıği, ba- zı çevrelerce öteden beri öne sürül- müştür. Seçkınci bir anlayışın ürü- nü olan bu düşünceye katılabılme- miz olanaksızdır. Kanımızca Devlet Tıyatrola- n'nın. tıyatro sanatını yurt çapında yaygınlaştırmak ve kökleştırmek için Ankara'dan sonra tzmir. Bursa, Istanbul, Adana, Trabzon, Dıyarba- kır, Antah/a'da yerleşik kadrolu böl- ge tiyatrolan oluşturmuş olması, önemlı ve doğru bir gelişmedir. Bu gelişmeyi sağlamakta katkılan olanlara saygi duyanm. Ancak, te- meide doğru olan bu gelışmenin uy- gulamadaki eksiklerini de görmek gerekir.Bölgelerin hangi zaman sü- reci içinde, nerelere doğru genişle- yeceği konusunda en küçük bir ça- lışma yapılmamış; hemen her defa- sında, ya sıyasi baskılarla ya da spontane gırişimlerle davranılmış ve sonuçta Türkıye coğrafyası açı- sından oldukça garip bir manzara- ya ulaşılmıştır. Bugün Adana hizasmda kuzey- den güneye bir çizgi cekildiği za- man; bunun doğusunda yalnızca Trabzon ve Dıyarbakır Devlet tiyat- rolannın olduğu; batısmda ise 6 ti- yatromuzun bulunduğu görülecek- tır. Bunun sonucu olarak bu iki genç tiyatromuz ile Adana Devlet Tiyat- rosu, bir bakıma mahrumiyet bölge- leri gibi görülmekte ve her çeşit lo- jistik problemi, sankı bir ceza gibi yanında taşımaktadır. Devlet Tiyat- rolan, Türkiye hantasının üzerinde adeta batıya doğru sarkmış durum- dadır. Yurt çapında rasyonel ve ve- nmli bir çözümün, ancak dengeli bir bıçimde doğuya doğru yaygın- laşma politikası ile başanlabilece- ği açıktır. Devlet Tiyatrolan, etkinliğinı, bugün yerleşik olarak bulunduğu 8 ille sınırlı mı bırakacaktır? Yoksa yurt çapında dengeli bır yaygınlaş,- ma ıçin önlem alınıp hazırlık yapıl- malı mıdır? Sorunun yanıtını ara- yan yoktur. Yönetimde siyasetsizlik 2.KadropoBtikasızbğı Bölgelerde yerleşik kadrolann oluştunılmasında, merkeziyetçi yaklaşımın sonucu olarak; önce merkezde sınavia eleman alınmış ve sonra bu elemanlar, bölgelerde çalışmak üzere görevlendirilmiştir. Yazık ki yönetımlerin stratejik ha- tası bununla da kalmamış; görev- lendirilen elemanlann. bu bölgeler- de 3 ya da 4 yıl görev yapacaklan- nı belirleyen kararlar almmıştır. Bu durum, özellikle Adana, Trabzon ve Diyarbakır'daki sanatçı- lara "askerde teskere beklercesiııe'' geçicı bir süre için görev yaptıklan duygusunu aşılamış; kalıcı bir kad- rolaşmayaolanaktanımamıştır. Bir- kaç yıl usulen görev yaptıktan son- ra Ankara ya da Istanbul 'a atanma- yı bekleyen sanatçılarla yurdun bir köşesinde tiyatro sanatını kökleş- tinnenin pek mümkün olmayacağı açıktır. Oysa yeni kurulan bır bölgede, sanatçılann, sanatı ve mesleğı kök- leştirmek için öncülük görevi yap- tıklannın bilıncinde olmalan ve an- cak bu bilinçle. bu ınançla göreve koşulmalan gerekirdı. Yurdun o köşesinde, kıvançla sa- natın ve mesleğın bayrağını taşıma- lan; yöresel koşullarla kucaklaşma- lan; bölgenın çelişkılenni özümse- yerek yanıt aramalan. dönüşümle- ri sorgulamalan; bir ülküyü yaşat- malan gerekirdı. Bölgenin üniversitelerinde ve meslek okullannda, tiyatro dersle- ri ve kurslan düzenlemelen; yerel yönetimleri, yöredeki işçi ve işve- ren kuruluşlannı, vakıflarlademek- leri, işbirliğine rnotive etmeleri ge- rekirdi. Birgün Ankara ve tstanbul'a ta- yin olma düşüncesinı de gönülle- rinde olgunluk dönemleri için bir özlem olarak saklamalan gerekirdı. Ama yazık ki, "taşuna suyia değir- men döndürmevi" andıran bu sıya- set ya da siyasetsizlik, 3-4 yıllık gö- rev süresi koşulunu koymuş; daha sonra bu koşulu bile koruyamamış; çok standartlı kararlarja büsbütün özürlü hale gelmiştir. Öyle ki, aynı durumda olan sanatçılardan bazıla- n, bölgelere hiç tayin edilmemış: tayin edilenlerden bazılan da **ilö- masT> la görev sürelerini tamamla- madan büyük kentlere aktanlmış- lardır. Geride kalan ve tayinini Is- tanbul 'a çıkarmak için arkası olma- yanlann; ne büyük bir inançsızlık knzı yaşadıklannı ve nasıl '^yin" hedefıne kilıtlendiklerini tahmin et- mek zor olmasa gerek. Bu durumda bir bölgede tiyatro- nun gelişıp kökleşmesınin. filizle- nip boy vermesınin olanaksızlığı tartışmasızdır sanınm. 3. Büyük kentierde yığılma: Yıllardır, bölgeler konusunda ka- rarlı bir politika uygulanmadığı için, ya da çeşitli yönlerden gelen baskılar karşısında ilkelı bır tutum korunamadığı için; sürekli olarak büyük kentlere tayin yapılmaktadır. Böylece. sanatçılanmızın büyük kentlerimize yığılması eğimine gi- rilmiştir. Bugün Ankara'dakı sanat- çı sayısı 300'e, tstanbul'da 200'e yaklaşmışken; Diyarbakır, Trabzon ve Adana'da 30'ar sanatçı bile bu- lunmamaktadır. Bu gidişle yakında .Ankara ve Istanbul'da 500'er sanat- çı ile "şişip çatbryan", ama bölgeler- de "dekor'" olarak bulundurduğu 15-20 sanatçı ile "görüntüyü kur- tarma>> a çabşan" bir Devlet Tiyat- rolan ile yüz yüze kahnacaktır. Bu yüzden, Devlet Tiyatrola- n'nın büyük kentlerdekı yapısı da neredeyse cangıla dönüşmüştür. Bir başka deyişle imparatorluk yapısı- nm içinde aynca Ankara ve Istan- bul imparatorluklan oluşmuştur. Yön kaybma yol açan, ucu bucağı belirsız bırcangılı andıran bu şişkin ve bozuk yapılarda, sağlıklı ve ras- yonel üretim mümkün olamamak- tadır. Bu durumdan da "görevden kaçınanlar", "gözü dışanda olan- lar", "ek iş vapanlar", -deyimi ba- ğışlaym- "araziye uvaıüar" yararla- nabilmektedir. Disıplin katkı, kaçınma. verim, verimsizlik, yetenek, yeteneksizhk, başan, başansızlık hepsi birbirine kanşmış; arapsaçına dönmüştûr. Bu boyutta, ınsana üzüntü veren bir du- rum yaşanmaktadır. Paralel olarak yaşanan bir başka konu da sanatçılann boş oturması- dır. Ne ki, bunun nedenlerini dönüp gerilerde aramak gerekir. On yıllar boyunca sanatçı alımında bayan-er- kek dengesi gözetilmediği için; ku- rumda bayan sanatçılann sayısı bo- zuk bir oranda artmıştır. Bu yüzden bazı bayan sanatçılarabir sezon bo- yunca rol bulunamaması söz konu- su olabilmektedir. Ama sanatçılan- mızın da bundan hoşnut olmadıkla- nnı kestirebilmek zor değıldir. 4. Fiziki kosulianıı ihmali: Bölgelerde yerleşik tiyatro aç- mak konusunda bir başka ihmal de gerekli fiziki olanaklann önceden hesaplanmamış olmasıdır. Tiyatro yapmaya uygun bir binanın ve ma- liyeden gerekli kadrolann temın edilmesi ile tiyatro açılmıştır. Ve bir bölge tiyatrosunun gerektırdigi araç gereç, atölye. depo, sosyal alan ve lojman gibi olanaklar gereğince sağlanmamıştır. Bu tedbirsizliğin sonucunda bugün Ankara'dakı mer- kez atölyeleri, bölgeler için de de- korve kostüm üretmek zorunda kal- maktadır. Oıtalama haftada biroyu- nun dekoru ve kostümü üretilmek- te ve kamyonlarla bölgelere yetişti- rilmektedir. Tayin edilecek sanatçı- lara lojman, yararlanabilecekleri te- sisler ve müdürlük için 1 -2 araç sağ- lanması, olağanüstü zorişlemler de- ğildır. Bunlar, brrbakıma. tiyatroya kavuşacak olan kentin de tiyatroya karşı borcudur. Bölgelerde görev yapacak sanatçılann motivasyonu açısından da gerekli olan; paradan çok, bu tür altyapı yetersizlikleri- nin giderilmesidir. Özetlenecek olursa rMietTryat- rolan, 2000'li \illara yaklaşırken, mevcnt varfağııun ve muhtemel ge- leccğinin bojTjtlannın bilincinde ol- madığı izlenimini vermektedir. Oy- sa sorunlanm akıl yoluyla irdele- mek ve hedef belirlemek durumun- dadır. Özen göstermek, yöntem gelıştirmek koşuluyla bu sonınlar birkaç sezon içinde tümüyle gider- ılebilır. Sürecek Iranlı sinemacılar-,- hükümete çattı ; Sinemacılar, Iran Kültür Bakanı Mustafa " Mirsalim'e gönderdikleri, gazetelerde de ^ yayımlanan mektupta bu konudaki ^ düzenlemenin kaldınlması ya da hafifletilmesi çağnsında bulundular. ''^ TAHRAN (AFP) - Iran'da yaklaşık iki yüz film yönetmeni ve prodük- törü, hükümetin ülkedeki sinema endüstrisine müda- hale etmesini kınayarak bu konudaki kısıtlamalann kaldınlmasını istedi. Sinemacılar, tran Kültür Bakanı Mustafa Mirsa- lim'e gönderdikleri, gaze- telerde de yayımlanan mektupta bu konudaki dü- zenlemenin kaldınlması ya da hafifletilmesi çağn- sında bulundular. Sinemacılar, aynca hü- kümetin, ülkede film ya- pılmasına engel olan sıkı denetimini de gevşetmesi- ni istediler. 1979 yıhnda" gerçekle- şen îslam Devrimi'nden sonra Iran'da Kültür Ba- kanlığı. senaryolann yazıl- ması, fılmlerin prodüksi- yon ve dağıtım aşamalan- nı yakjndan izliyor. 214sınemacının imzası- nı taşıyan mektupta "Btf' düzenlemenin ve gozarün- da turma yönteminin kal-j dınlması ya da hafiiletfl- J mesi, etkinliklerimiz için! tehdit oluşturan devlet te-1 kelciliğiıu ve adaletsizligl; önJevecekür" ifadesıne yer; verildi. Sinemacılar film yapmal sürecinin ızlenmesini ve> fonlann daha iyi bir biçim-; de kullamlmasını sağla- mak amacıyla bağımsız bir 'profesyonel ve kfiltürel1 ' meslek birliği oluşturul- 1 ' ması çağnsında bulundu-' lar. Mektupta aynca filrri' endüstrisinin hükümet ta- rafindan değil, sinemaya 1 giden halk tarafindan des-'1 , teklenmesi gerektiğini be-'. lirten yönetmen ve pro-'- düktörler, hükümet tara-, fından sinema için aynlan fonlann başka alanlaraj kaydınlmasından şikâyet, ettiler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle