Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 11 HAZİRAN 1995 PAZAR
12 DIZIYAZI
Sınırlar alçaldıkça
engeller yükseliyor
AVRUPA'DA
SERBEST A .,
DOLAŞIM*?
SORUNU
Dr. M. Ataıııan Aksövek ka\han l\«ur 1
• 26 Mart 1995 tarihinde
yürürlüğe giren Schengen
Sözleşmesi, Schengen'e üye
ülkelerin iç sınırlannda vize
zorunluluğunu ortadan kaldırması
dolayısıyla o ülkelerde yaşayan
üçüncü ülke vatandaşları ve bu arada Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlan açısından olumlu bir
gelişme şeklinde sunulmaktadır.
14 Haziran 1985 tarihinde
Benelüks ülkeleri, Federal
Almanya ve Fransa tarafin-
dan imzalanan Schengen
Sözleşmesi. bu ülkeler arasın-
da ortak iç smırlarda kont-
rollerin kaldınlmasını amaç-
lamaktaydı. Yıllar süren dip-
lomatik çabalardan sonra ni-
hayet 26 Mart 1995'te yedi
ülke arasında; Federal Al-
manya, Hollanda, Belçika,
Lüksemburg, Fransa, Ispan-
ya ve Portekiz'in oluşturdu-
gu "Schengen Topraklan"
denilen alanda iç sınır kont-
rollen kaldınldı. AB huku-
ku dışında ve devletlerarası
bir nitelik taşıyan bu Sözleş-
me'nin yürürlüğe girmesiy-
le, bu ülkelerdeki yerleşik
bulunan yurttaşlanmızın
• Schengen Alanı'nda üç avı
geçmeyen seyahatleri için v i-
ze isteme zorunluluklan
kalktı. Türkiye'den bu ülke-
lere seyahat edecek olanlar
da sadece tek vizeyle yedi ül-
keye giriş- çıkış yapabilecek-
ler. Orneğin Federal Alman-
ya'da oturma iznine sahip
olan bir yurttaşımız Ham-
burg'dan Hollanda, Belçika,
Lüksemburg, Fransa, Ispan-
ya üzerinde vizesiz olarak
Portekiz'e kadar gidip döne-
bilecek. Bu ülkelerden birin-
de oturma ızni olmayan yurt-
taşlanmız ise bu ülkelerin
herhangi birinden alınan vi-
zeyle aynı seyahati yapabile-
cekler.
Değerlendlrme
yaıilışı
• Sözleşmenin içeriği ve özellikle
vizenin yerini alan "Bildirim
Sistemi" dikkate alındığında bu
yorumun fazlaca iyimser olduğu
sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu
sözleşme, diğer yerleşmiş üçüncü
ülke vatandaşları gibi yerleşmiş Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlan için de 'haklar'
açısından bir gerilemedir.
Rodenkirchen
Godorf
Sürth
500 m
,***••
Günümüzde yaşanan koşulların doğal sonucu olarak AB üyelerinin hükümetieri dış sınırlannı -özellikle kişi (emek) ser-
best dolaşımına- açmayacaklardır. Bir yandan iç sınırlan alçaltırken bunu telafi edici önlemleri de getirmektedirler. Dış
sınıriann yûkseltilmesi ise insan haklannı zedeleyici düzeye gelmiştir.
Olay Türkiye'de, hatta Av-
rupa'da bir kısım medya ta-
rafindan "serbest dolaşınT
alanında önemli bir ilerleme
olarak değerlendirildi. Hat-
ta, gümrük birliğıyle ilinti-
lemeye kadar gittiler. Oysa,
Schengen Sözleşmesi'nin
"serbest doJaşım"la ilgisi
yokru. Gümrük birliğiyle
uzaktan yakından ilgisi ol-
madığı gibi sadece Avru-
pa'daki "gurbetçilerimisd'"
değil, Schengen ülkesi va-
tandaşlanni, Avrupa Birli-
ği'ne üye olup Schengen'e
üye olmayan ülkelenn va-
tandaşlannı ve diğer ülkele-
rin vatandaşlannı ilgilendi-
riyordu.
Schengen serbest dolaşım
değil, bir serbest geçiş belge-
sidir. Schengen sistemine dahil olan ül-
keler, sınırlan ortadan kaldırmamışlar,
sadece sınırlarda sistematik olarak yapı-
lan kontrollere son vermişlerdir.
Schengen anlaşmasının doğrudan etkı-
leri yanında, Avrupa'nın başka ülkelerin
insanlanna karşı düşmanca yaklaşımını
pekişrirmek gibi yan etkileri de olacak-
tır.
İnsan hakları sorunu
Serbest dolaşım, tûm ekonomik öne-
mine rağmen, sadece ekonomik bir olgu
değildir. Mal, hizmet, sermaye ve eme-
ğin dolaşımının gündeme girdiği birkaç
yüzyıl önce, bu konular temel insan hak-
lan olarak kabul edilmeye başlanmıştır.
Avrupa'nuı bitmeyen sancısı: Birlik
Schengen Sözleşmesi'ni yerli yerine oturtmak
gerekmektedir. Bunun çerçevesi ise lkincı Dün-
ya Savaşı'ndan bu yana oluşumu sürdürülen "Av-
rupa Birtiğr (AB) fıkri ve oluşumlandır. AB'nin
temel felsefesi, kâr ve rantabilitenin yükselece-
ği mal. hizmet, emek ve sermayenin serbest dc-
laşabildiği bir bölgesel birliğin oluşturulması-
dır.
AB; serbest dolaşım, ortak para politikalan.
ortak ekonomik ve sosyal politikalarla tamam-
lanarak evvela ekonomik, onu takiben, doğal ola-
rak vanlması gereken politik bir birliğı amaçla-
maktadır.
Avrupa, ekonomik birlik yolunda önemli
adımlar attı. Ne var ki para sistemi içine girdiği
ağırkrizden birtürlü çıkamıyor. Sosyal birlik, alı-
nan mesafeye rağmen, olması gereken noktadan
çok uzaktadır. Politik bir birliğin yokluğu Kör-
• Avrupa, ekonomik birlik yolunda
önemli adımlar attı. Ne var ki para
sistemi içine girdiği ağır krizden bir
türlü çıkamıyor. Sosyal birlik, alınan
mesafeye rağmen, olması gereken
noktadan çok uzakta.
Politik bir birlik ise yok.
fez krizı ve Yugoslavya'daki katliam süresinde
tüm açıkhğı ile ortaya çıktı.
Bazı Avrupa çevreleri, birlik modelinin karşı-
sına daha gevşek bir işbirliği modelini, bir ser-
best tıcaret bölgesi modelini çıkarmaktadırlar.
Bugün için bu çizgi azınhkta ise de dünyanın
içinde bulunduğu hızlı değişim sürecinde, "Na-
sıl Bir Avrupa" üstüne olan tartışmalann kolay
kolay sona enneyeceğini rahatlıkla söyleyebili-
Serbest dolaşım evrensel bir kavram
olup, bilinen tüm aksaklıklanyla gerçek-
leştirilebilen temel hak ve özgürlükler,
mal ve hızmetlerin dolaşımıyla ilgili eko-
nomik ve sosyal haklar ile kişilerin ve
sermayenin serbest dolaşımıyla ilgili ki-
şisel haklan da içermektedir.
Konuya bu genel çerçeve içinde de-
ğindikten sonra tüm Batı Avrupa ülkele-
rinin dahil olduğu 4 Kasım 1950 tarihli
"Avrupa İnsan Haklannı ve Temel Öz-
güıiükleri Konıma SözleşmesPnın bir-
çok maddesinin, yine Batı Avrupa ülke-
lerinin dolaşım ile ilgili yabancılar huku-
kundaki uygulamalan sonucu çiğnendi-
ği ortadadır. Aynca 12 Eylül 1963 tari-
hinde imzalanıp 1 Aralık 1964'te yürür-
lüğe giren ve Avrupa Topluluğu ile Tür-
kiye arasında bir ortaklık yaratan Anka-
ra Anlaşması ile 23 Kasım 1970'te ûn-
zalanif) 1 Ocak 1973'te yürürlüğe giren
Katma Protokol'un Türkiye Cumhuriye-
ti vatandaşlanna serbest dolaşım doğrul-
tusunda kazandırdığı haklann işletilme-
diği görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Al-
manya, Belçika, Hollanda ve Fransa ara-
sında yapılan ikili anlaşmalann birçok
hükmü de uygulamada ihlal edilmekte-
dir.
Son olarak değinmek istediğimiz bir
diğer nokta, çok taraflı ve ikili uluslara-
rası anlaşmalarla Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlanna tanınan haklann yanı sı-
ra Avrupa Topluluğu' na üye ülkelerde on
yıllardır yerleşmiş olan tüm diğer üçün-
cü ülke vatandaşlanyla birlikte, insan
haklan konusundaki çeşitli uluslararası
• Avrupa'da son yıllarda egemen
olan 'kapalı kapıcılık' ve
'ayırımcılık' eğilimi burada da
kendini göstermektedir. Belçika
Göç Politikası Komiserliği'nin
raporunda da görüldüğü gibi,
"Avrupa vatandaşları arasındaki eşitliği arttırmak
için atılan her adım, onlarla göçmenler arasındaki
uçurumu derinleştirmeye yönelmektedir."
Cumhuriyeti vatandaşlan
için de "haklar" açısından
bir gerileme ifade etmekte-
dir.
Derlnleşen uçurum
Bugün Avrupa Birliği adı-
nı almış olan Avrupa Toplu-
luğu yetkili ve sorumlulan-
nın "iyi niyet dohı" tüm me-
sajlanna rağmen, Toplu-
luk'ta son yıllarda egemen
olan "kapalı kapicıhk" ve
"ayıruncıhk'' eğilimi Schen-
gen Sözleşmesi'nde de ken-
dini göstermektedir. Belçika
Göç Politikası Kraliyet Ko-
miserliği'nin Şubat 1993 ta-
rihli raporunda görüldüğü
gibi "Avrupa vatandaşlan
arasındaki esitligi artünııak
için atılan her adım, oniarla
topluluk-dışı göçmenler ara-
sındaki uçurumu derinleştir-
meye yönelmektedir.'*
Günümüzde yaşanan ko-
şullann doğal sonucu olarak
AB üyelerinin hükümetieri
dış sınırlanıu -özellikle kişi
(emek) serbest dolaşımına-
açmayacaklardır. Bir yandan
iç sınırlan alçaltırken bunu
telafi edici önlemleri de ge-
tirmektedirler. Dış sınıriann
yûkseltilmesi ise insan hak-
lannı zedeleyici düzeye gel-
miştir.
Bu çalışmamızda asıl ko-
numuz Schengen Anlaşması
ve Uygulama Sözleşmesi'dir.
Tüm metinler, kısaca
"Schengen Sözleşmesi'' ola-
rak adlandınlacaktır. 14 Ha-
ziran 1985 tarihinde, Bene-
lüks devletleri, Federal Al-
manya ve Fransa arasında
imzalanan "Schengen Sözfcş-
mesi" bu ülkeler arasındaki
ortak sınırlarda kontrollerin
aşamalı olarak kaldınlmasını
amaçlamaktaydı. Anlaşma-
nın hedefi, bu beş ülke ara-
sında, Avrupa Topluluğu
üyesi diğer ülkelerinin de ka-
tılmalannı sağlayacak bir
perspektif ile kişi, mal ve hiz-
metlerin serbest dolaşımını
gerçekleştirmekti.
1984 yılında Avrupa'nın iç
sınırlan, uzun kuyruklan ve
beklemeleri protesto eden
ağır vasıta sürücülerinin sı-
nır kapılannı kapamalan ile
tıkandı. Eylem, ülkeler ara-
sındaki trafiği felce uğrattı.
Bu protestolara cevap vere-
bilmek için Federal Almanya ve Fransa,
13 Temmuz 1984 yılında, Schengen An-
laşması'nın "anası" olan ve basamaklı
olarak Fransız- Alman sınırlannda kişi-
lerin kontrolünü kaldırmaya gidecek
olan, Saarbrük .Ajılaşması'nı ımzaladı-
lar.
tki ülke bunu müteakip, 1960 yıhndan
bu yana kendi aralannda iç sınırlardaki
kontrolü kişi ve mal geçişine tamamen
kaldırmış olan Benelüks (Belçika-Hol-
landa-Lüksemburg) ülkeleriyle ilişki
kurdular ve Saarbrük Anlaşması 'ndan 12
ay sonra Schengen Grubu kuruldu ve Be-
nelüks Genel Sekreterliği, Schengen Ge-
nel Sekreterliği görevini de yüklendi.
riz. Bilindiği gibi "uhısaldevtet" kavramının bir-
kaç asırlık. çok uzak olmayan bir geçmişi vardır.
Ulusal devletin ortaya çıkışı, ulusai pazarlan
oluşturan bir ekonomik harekete paralel olarak
gerçekleşmiştir. AB bölgesel bir oluşumdur.
Dünyanın değişik yörelerinde başka bölgesel
oluşumlar da mevcuttur. A>Tica mal, hizmet, ser-
maye ve emeğin dolaşımının sadece bölgesel
planda değil, küresel planda da büyük hızla art-
tığı görülmektedir ve ekonominin küreselleşme-
si, gündemin en önemli konulanndan biridir.
Bugünkü, "dfinyanın yaşanan düzensizliği*'
hakkında tartışmalara girmeksızin, sadece şunu
kaydetmekleyetinelim; Batı Avrupa'nın bir yan-
dan kendi içinde sıkı bir birlik oluşturup öte yan-
dan da kapılannı dış dünyaya kapatması. eşya-
nın doğasına aykındır ve böylesi biryönelim, her
adımda yeni başansızlıklarla karşılaşacaktır.
anlaşmalardan doğan haklardan da ya-
rarlanmamız gerektiğidir.
Çizmeye çalıştığımız bu çerçeve için-
de, 26 Mart 1995 tarihinde yürürlüğe gi-
ren Schengen Sözleşmesi, Schengen'e
üye ülkelerin iç sınırlannda vize zorun-
luluğunu ortadan kaldırması dolayısıyla
o ülkelerde yaşayan AB dışında kaîan
üçüncü ülke vatandaşlan ve bu arada
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlan açısın-
dan olumlu bir gelişme şeklinde takdim
edilmektedir. Sözleşmenin genel bir in-
celemesi ve özellikle yerleşmiş yabancı-
lara dahi zorunlu kılınan vizenin yerini
alan "Bildirim Sistemi" dikkate alındı-
ğında bu yorumun fazlaca iyimser oldu-
ğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Kanımız-
ca, bu sözleşme, diğer yerleşmiş üçüncü
ülke vatandaşlan gibi yerleşmiş Türkiye
Yarın: Roma Anlasması'ndan
günümüze
LAİKLİK İLKESİNİN ATATÜRK DEMIİMLERİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ I ATtLLA ÖZTÜRK / Uluslararas, llişldler ve Kamu Yönetimi Uzmam
Laüdik demokrasinin önkoşıdudur-3-
Siyaset bilimcisi Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı,
laiklik ilkesinin Kemalizmin altı ilkesi içindeki
önem ve yerini şöyle yorumlamaktadır. " „ Laiklik,
devietçiük dışındâki diğer ilkelerin de ön koşuDan
içinde yer alır. Demokrasinin ön koşuludur; çünkü
laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de
olamaz, gerçek bir özgür seçimde millhetçiliğin ön
koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşı-
yan öge ulus değil. inananlaruı oluşturduğu 'üm-
met'tir. Devrimdliğin ön koşuludur; çünkü laikliği
kabul etmemiş bir toplumda, bilinıin ve çağm gerek-
lerinin gerisüıde kalmış kunımlan değiştirmenin
tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçıiığın ön
koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekle-
ri değU, dinsel seçkinlerin düşunceleri onemBdir"
(M)
Laikdevlet
Laikliğin, devlet, demokrasi ve eşitlik kavramla-
n ile olan ilişkisi incelendiğinde;
Laik devlet demek, devletin resmi birdini bulun-
maması ve devletçe müsamaha edilen din veya din-
lerin olmamasıdır. Böyle bir sistemde din, insan
vicdanında yerini bulan, fertlerle Allah arasında
kutsal bir varlıktır. Dini makamlar, devletten tama-
men aynlmış ve özel kurumlarca yürütülmektedir.
Atatürk devrimi, laik devlet ilkesini benimsemiş
• Demokraside egemenlik kişidedir. Bu da kişilerin her türlü baskıdan uzak
olacak şekilde hür düşünceye sahip olması ve ifade etmesidir. Demokrasi
rejimine bu içeriği kazandıran kavram laiklik ilkesidir. Kişi vicdanı; gizli,
girirmez kutsal bir sahadır. Bu korumayı sağlayan çelik zırh, laiklik ilkesidir.
• Devlet hayatına din girince, korku duygusu da beraber girer. Korku ve
baskının bulunduğu devlet yaşamında düşünce ve vicdan özgürlüğü
bulunamaz ve gelişemez. Din ile özgürlüğün bir arada yaşayabilmesi için
laikliğe ihtiyaç bulunmaktadrr.
ve anayasanın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul
ermiştir Laiklik, siyasal bir kavram olup, yönetme
yetkisinin Tann'dan veya din adına hareket edenler-
den alınarak halka verilmesidir. Laik devlet siste-
mi, halkın kendi kendini yönetmesinin bir sonucu
olarak. kişilere din ve vicdan özgürlüğünü gerirmiş,
kişileri devlet veya başta din kurumlan olmak üze-
re çeşitli baskı gruplan ve kişilerden gelecek baskı
ve zorlamalardan korumuştur.
Demokrasi ve ö/güriük
Demokrasi, hukuki ve siyasi bir kavramdır. Dini
bir kavram değildir. Demokraside egemenlik kişi-
dedir. Bu da kişilerin her türlü baskıdan uzak ola-
cak şekilde hür düşünceye sahip olması ve ifade et-
mesidir. Demokrasi rejimine bu içeriği kazandıran
kavram laiklik ilkesidir.
Kişi vicdanı; gizli girilmez kutsal bir sahadır. Bu
korumayı sağlayan çelik zırh, laiklik ilkesidir. La-
iklik ilkesinin amacı, kişilere düşünce ve inanç hür-
riyetini sağlamaktır.
Laiklik, düşünce ve inanç özgürlüğünü imtiyaz-
lı, devlet ve kişilerin herçeşit müdahalesinden uzak
bir alan haline getirir. Bu da kişilerin özgür iradesi
ile kendilerini yönetmesine, yani demokrasi rejimi-
nin oluşmasına neden olmaktadır. Demokrasi siste-
minin oluşmasında vazgeçilmez kural özgürlük
olup, ancak laik bir ortam ve devlet sisteminde olu-
şabilir. Devlet hayatına din ginnce, korku duygusu
da beraber girer. Korku ve baskının bulunduğu dev-
let yaşamında düşünce ve vicdan özgürlüğü bulu-
namaz ve gelişemez. Dinde hoşgörüye yer yoktur.
Her din değişmeyen kural lar getirir ve yalnız ken-
disinin en doğru olduğunu iddia eder ve kendisin-
den başka inançlan hoş görmez. Buna karşılık öz-
gürlükte ise hoşgörü mevcuttur. Din ile özgürlüğün
bir arada yaşayabilmesi için laikliğe ihtiyaç bulun-
maktadır. Laiklik ilkesi, toplumu oluşturan katrnan-
lar, kişiler arasında; düşünce, inanç, cinsiyet ve hu-
kuk açısından eşitlik sağlamaktadır. Şeriat kuralla-
nna göre bir erkek birden fazla kadın ile evlenebi-
lir ve yalnız erkek boşanma hakkına sahiptir.
Siyaset bilimcisi Prof. Dr. Toktamış Ateş, laikli-
ği "uluslaşmanın çimentosu ve demiri" kabul et-
mekte ve şöyle yorumlamaktadu": "Ben Tûrk dev-
rimini 'Teokratik kökenli bir monarşiden halk ege-
menliğine dayanmaya çalışan laik bir cumhuriyete
geçiş' olarak tanımuyorum. Yani teokratik monar-
şinin kullan yerine, laik cumhuriyetin yurttaşlanna
geçiş. Ancak yüzyülar süren bir birildm ve ahşkan-
lıktan sonra, kul olmaktan, yurttaş olmaya geçiş pek
de kolay olmayacaktır.
Fakat bu devrimin asıl 'çimentosu' ve 'demiri' öz-
gür yurttaş temeli üzerinde yükselen 'laiklik' anla-
yışıdır. Laiklik olmadan bunlann hiçbir değeri kal-
mazdı. Ama bunlar yapdmasaydı laikliğe ulaşması
da mümkfin değüdir." (15)
(14) Kışlalı, op. cit. s. 30.
(15) Ateş, op. cit, s. 100
SÜRECEK
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇt
Dil Bilinci (5)
İlerici-Gerici Kavgası...
Dünyanın pek çok ülkesinde, ülkenin dilinin özleş-
tirilmesi çalışmalanyapıldı. Prof. Cem Eroğul, bunun
güzel birtaramasını yapmış, özellikle Fransızcanın arv-
laştırılması konusundaki çabalan, bir bir saptamış.
Fransa ileTürkiye'nin bu konularda neleryaptığını ser-
gilemiş. Prof. Cem Eroğul, özetle şöyle diyor araştır-
masında:
"... Gerçek şudur ki, bütün diller bilinçli bir çaba ile
geliştirilmişlerdir. llk büyük örnek, Yunanca karsısın-
da üstinceyigeliştıren Vergilius, Cicero gibi, I.Ö. bi-
rinçi yüzyılın ünlü Romalı yazariannca verilmiştir. Ay-
nı işi, daha sonra, Araplar da yapmışlardır. Yunan di-
linin terimlerinin çevrilmesi için Abbasi halifesi Elme-
mun (9. yüzyıl) Bağdat'ta 'Beytülhikme' adıyla bir
'Akademi' kurdurtmuş ve böylece, otuz-kırkyıl için-
deyetkin bir Arapçanın oluşturulmasını sağlamıştır.
Ön dördüncü yüzyılın başında Oante, Latince ile
Italyanca arasında gidip geldikten sonra, siyasal an-
lamı açık bir yeğlemeyle Jtalyancaya yönelmiştir. Ay-
nı tutum, on altıncı yüzyılın başında Luther tarafın-
dan sergilenmiştir. Başta Saksonya lehçesi olmak
üzere çeşitli Alman lehçe ve ağızlanndan yararianan
Luther, yabancı sözcüklere yer vermediöı Incil çevi-
risinde, bilinçli bir çabayla ortalama bir Almanca ya-
zım dili yaratmıştır. Luther'in öğrencisi olan Agrico-
la, aynı yüzyılda, Fin yazın dilinin temelini atmıştır.
Aşağıyukan aynı dönemde yaşayan Shakespeare'/n
çağcıl Ingilizcenin oluşumundaki payını herkes bil-
rnektedir. On yedinciyüzyılda Komensky, ülkesinde-
ki Latince yerine Çekçe eğitime önayak olmuştur. Ma-
carlar da, dillerini geliştirme çabasını, on sekızinci
yüzyılın sonundan itibaren, büyük bir direçkeniikle
yürütmüşlerdir..."
Dillerde yapılan özleştirme çabalannın böyle uzun
uzun anlatılması, kimi okurlara sıkıcı gelebilir. Bunu bi-
liyorum. Kimi okuriar, benim de politikacılar arasında-
ki dedikodulara yer vermemi isteyebilirier. Örnegin,
Süleyman Bey'in, Uzakdoğu gezisinden dönerken,
bavullaryüzünden uçağın kalkamadığını yazmak, çok
tatlı birdedikodu olabilirdi. Kulaktan kulağa söylenti-
tere göre, sözde, bu bavul dedikodusunu Tansu Ha-
nım çıkanp yaymış. Süleyman Bey'in gazetecileri var
da, Tansu Hanım'ın yok mu? Süleyman Bey, dediko-
dulan öğrenince küplere bınmiştir, binmez mi?
Ben, Prof. Cem Eroğul'un araştırmalanna geleyim:
Cem Eroğul, Macarlann sözcük türetme yöntemlerini
ünlü dilci Agop Dilaçar'ın ağzından şöyle aktanyor.
"Yenicılenn yöntemi başlıca şu yollardan yürümûş-
tür: Eski sözcükleh dıriltrnek; ağız sözcüklerini yazın-
da kullanmak; sözcukleri kırpmak, bitiştirmek, parça-
lananlara bağımsızlık vermek; donmuş kökleri bağım-
sız olarak canlandırmak; ses uyumu sağlamak; ekler-
le sözcük türetmek; dilde bulunmayan kavramlan an-
latan yabancı sözleri çeviri yoluyla dile almak ve her
seyden sonra, yeni sözcüklere biryaşama savaşı hak-
h, anlamlara yerleşip durulması için de bir ara süre-
si tanımak..."
Cem Eroğul, bu aynntılı alıntıyı yaptıktan sonra, gö-
rüşünü şöyle açıklıyor
... Dil, birçok ülkede bir 'siyasal mühendislik'/ş/o/-
muştur. Büyük dillerin, bilinçli çabalar olmadan ken-
diliğinden geliştiğini sananlar çok yanılıyorlar. Sadri
Maksudi'n/n (ArsaQ (7930 Türkçesiyle) dedlği gibi:
'Dil daima yaradılır; iptidai halklarda şuursuz yaradılır,
medeni olmak isteyen milletlerde ise şuuria yaradılır.
Dil yaradılmakdan murat, dillerin esas unşurtan, söz
kökleri hazinesi ve gramer şekftteri değiştirilemez, de-
mektir'."
Cem Eroğul, dilin özleşmesi konusunda, gençliğin-
de uzun süre, 'Dil doğal gelişimine bırakılmalıdır al-
datmacasına kendini kaptırdığını söylüyor, bu konu-
da şöyle diyor
"Dil alanında en tehlikeli olan savlardan (kJdialar-
dan) biri de, 'Dil doğal gelişimine bırakılmalıdır' savı-
dır. Tehlikesi, bu görüşün ilk anda çok doğru görün-
mesidir. Oysa, biraz düşünüldüğünde, bunun aldatı-
cı olduğu hemen görülür. Dil bilincinin doğmadığı dö-
nemlerde, gerçekten de, 'doğal' denmeşe bile 'ken-
diliğinden' diye nitelenebilecek birgelişim olmuştur.
Ancak, dil sorunu bir kez ortaya atildıktan sonra, ar-
tıkyansız kalma, işi oluruna bırakma gibi seçenekler
kalmamiftır. Hepimiz ister istemez bir yan tutmakta-
yız. Türkıye'de heraydın, daha ağzını açtığı ya da ka-
lemi eline aldığı anda, dil kavgasında yerini alır. Böy-
lece de ortada 'doğal' gelişim diye bir şey kalmaz.
Böyle olması için, konuşma ya dayazı konusunun dil
olması da gerekmez. Hertıangi bir konuda düşünce
yürûtülmekte olunması yeter. Dahası, kişinin dil ko-
nusundaki tuturpu bilinçsiz bile olabilir. Orneğin, cok
s/radan bir işimize ilişkin olarak 'ayakyolu' yerine I U -
valet' (ya da 'hela','WC 'vb.) dediğimiz an, yan tutmuş
oturuz. Bundan kurtulmak olanâksızdır.
Onun içindir ki, Türkiye'de, bilinçli olsun ya da ol-
masın, en yaygın siyasal kavga, dil kavgasıdır. Her-
kes bunun içindedir. Sorun, bu kavgada, ileriden ya-
na mı, geriaen yana mı tutum takınılacağıdır. Yoksa,
tutum takınmamak diye bir seçenek yoktur. Durum
böyle olduğuna göre de, en ussal çözüm, hiç değil-
se yaptığını bilerek yapmaya çalışmaktr..."
•••
Karaman'da Dil Bayramı kutlamalan bir_şölen biçi-
minde geçti. Son gün, Sevgi Özel, Emin Ozdemir le
birlikte ben de konuştum. Karamanlılara, özellikle eza-
nrn yenkjen Türkçe okunması için çaba göstermele-
rini önerdim. Karamanoğlu Mehmet'in buyruğunun
gereğiydi bu. Bir de, namaza çağn olan ezanın, 'ses-
yükseltir'den (hoparlör) değil; ezgisiyle, güzel sesli
kişilerce söylenmesi gerekir.
B U L M A C A SEDAT YAŞAYAN
1 2 3 4 7 8 9
-
SOLDANSAĞA:
1/ Pazar ya da pa-
nayır kurulan
gün... Algılanan
nesnelenn temel
niteliği. 2A-'aşak
denilen hayvanın
ufakbirtünl...Kir- 4
liliği gösteren iz. 3/
Renyum elementi-
nin simgesi... Lenf 6
düğümleri yangısı.
4/ Aza... Din
adamlannın sim-
gesi sayılan başlık.
5/ Tath sularda ya-
şayan bir balık. 6/ Etek ucuna
doğru genişleyen giysi... ln-
giltere'de çok sevilen bir bira
çeşidi. 7/ Balık yumurtasıyla
yapılan bir tür meze... Tuzağa
düşürülen şey. 8/ "Oç melek
gördüm elinde üç " (Sü-
leyman Çelebi)... Kitap getir-
memış peygamber. 91 Kedi ve
köpeğin ön ayağı... Belirteç
olarak kullanılan eylem soylu
sözcük.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/Gelinın çeyızi... Bir yanşın belirii uzaklığı kapsayan bölüm-
lerinden her biri. 2/Cınsiyet... Baş örtûsü olarak kullanılan bir
tür ipekli dokuma. 3/ Bir nota... Tutsaklık. 4/ Yapma, etme...
En çok, en yüksek. 51 Ritim. 6/ Osmanlı devletinde kadılara
ve müderrislere verilen ad... Eski Mezopotamya halklannın
gök tannsı. 7/ Ev giysileri ve sabahlık yapımında kullanılan
dökümlü bir kumaş... Birorganımız. 8/ Sonuçsuz, başansız...
Antalya yöresine özgü, kaburga kemığı ve pırinçle yapılan bir
yemek. 9/ Oğuz Kağan ile özdeşleştınlen Hun imparatoru...
Türk müziğinde bir makam.