22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 MAYIS 1995 CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER Bayramda bir gezinti MELİH CEVDET ANDAY B ayramın son günü ikindi vaktine dogru GaniGirgin hışımla içeri girdi. bana, eşime şöyle üstünkörü bir "Merhaba"dedikten son- ra, elleri arkasında üç aşa- ğı beş yukan dolaşmağa başladı. Böyle zamanlannda Gani'nin Iafa başlamasını beklemekten başka yapacak bir şey yok- tur. Sonunda.. -Bu halka acımak nu laznn, lazmak nu, bilmiyorum. dedi Bdki ikisi bir arada ge- rekiyor: Onun zevksizliğine acıyorum, tahripkârlıgına ve gürühii paürtısına kı- zıyorum. Artık onu deşmenin sırası gelmişti. - Ne oldu, merak ettim, dedim. Gani Girgin, - Ne olacak, dedi. dosdanmız bizi Şi- le'ye görürdüler. Kumbaba otelinde bir gece kalıp döndük. - Ne iyi, ne iyi! Güzel bir hafta sonu ge- çirdiniz demek. - Bundan güzeü düşünülemez. Şehir- den çıktıktan sonra, tadına doyıılmaz bir çam ormanı içinden geçip bambaşka bir iklim bölgesine giriyorsunuz. karşınıza Karadeniz çıkıyor, köpüklü dalgalanyla kıyıyı siirekli döven Karadeniz. Ve önü- miizde uçsuz bucaksız bir kumsai Kum burada doğaya damgasını vurmuş başlı başına bir kişiliktir. Öyle ki sessizliğin maddesidir diyebiliriz ona. Zihnimiz bii- tün gereksiz gürültülerden temizlenmiş otuyor. Kum, denizle birleşince çöllük ni- teliğini tümden yitiriyor. Bahçemiz de kumluktu, ama kavaklan Ue, kaürurnak- lan ve doğal çiçekleri fle bir başka görii- nüm kazanmıştL Ve şaşırbcı bir şey- oteide raüzik yayı- nı yoktu. Orada insan sesi (konuşma). ba- ğınp çağırmaya dönüşmüyordu. kimse kimseyi dinlemiyordu, duymuyordu bik. Hele bu otele Pot deresini sandalla geçe- rek varmanjn ayn bir tadı oldugunu soy- lemeden geçmeyeyim. Cigara yakmasından yararlanarak de- dim ki, - Demek bu güzel şeyler seni isyan et- tirdi, öyle mi? Gani Girgin, gözlerini kısarak bana bir süre baktıktan sonra. - Evet, dedi, bu güzel şeyler olmasaydu kızmamın anlamı kalmazdı. Yurdumu- zun neresine gitsem doğa-insan zıtlaşma- sı bende bu duyguyu yaraûyor. Şunu ka- bul ederim, insan yoksulluk, çaresizlik içindedir, bu yüzden doğaya yeni bir gü- zellik katamıyordur, katamamıştır_ Ama onu çirkinleştirmeyi bağışlatmaz bu du- rum. Yapı çirkiniiklerini anlatmak istiyo- rum. - Bilmediğimiz bir şey değil, dedim. Bunu görmek için hafta tatiline çıkmak hiç de gerekmez, lstanbui'un içinde gör- düklerimiz yeter de artar bik. Gani Girgin, - Hayır, dedi. konu onca basit degil. Bir yapı estetik kurallanna göre başansız, da- hası itki olabilir, ama bir karakteri var- dır. Mimarhk tarihine bir gözatmak bu- nu anlamava yeter. Bir biçim sanatıdır münariık. fnsanlıgm bütün aşamalann- da bu böyle ohnuştur. İstanbuTun bürün kondu semtlerinde ise.egemen olan sade- ce ve sadece biçimsizlik. Anadolu halkı- mız da yoksulluk ve cahillik içindedir ge- nellikle, fakat köylerimizdeki evleri bi- çimsizUİde niteleyemeyiz. Onlar doğa Ue şaşırtKi bir uyum içindedirier. Şimdi, köy- İerinden, kasabalanndan kalkıp kentlere göç edenkrin oturmak, içinde yaşamak için kurduklan yapılarda hiçbir uyum aramamalan, açıkİanmamış bir sorun- dur bence. Gecekondulan bunca çirkin kılan aceteciük. kaçırmacıhk mıdır yainız- ca? Hele bunlann hızla kasabalaşması sü- recindeki başıboşluğu anlamak kolay mı- dır? - Oy avcıuğı. - Hayır dosrum, bu açıklama bana ye- terli görünmüyor. Başka bir şey. nasıl di- yeyim, bir hastalık var bunun altında. Lafi bir yere getıreceğini, şaşırtıcı bir nedene bağlayacağını biliyordum; bekli- yordum bunu. - Çıkar ağzmdaki baklayo, dedim. Gani Girgin, - Dinle, diye sürdürdü sözünü. Halkı- mız zaman kavTamına tümden boş ver- miş durumdadır. - İyi anlayamadım. - Hakusın, kolayca anlaşılabilir bir söz değil benim söy lediğim. Biraz durdu, düşündü. Sonra, - İnsan, dedi. biUncinde olsa da, olma- sa da, yaşamuıı iki kavram içinde sürdü- riir: Bunlardan biri zamandır, öteki me- kân. "Uzam" sözcüğünü kullanamayaca- ğun, kusura bakma; çünkü bu sözcügün kafamda bir imgesi yok daha, belki iler- de olabilir. Şimdi sürdüreyim sözümü: Zaman"a önem \eren toplumlar. ilerle- yen, yaratan toplumlardır. Gerçekte iler- lemek ancak yaratmakla olanak kazanır. tnsanın ölümle savaşımıdır bu. Başka tür- lü söylemek gerekirse, yaşam süreklidir, ölüm geçici; veyaratKi insan yaşama bağ- lılığını hiçbir zaman tüketmemelidir. Yu- karda ele aldıgım iki kategori, zaman ile mekân. birbirieriyle uyum içinde bulun- mak zorundadır. Bu denge bozuldu mu. çirkinlik ortaya çıkar ve toplum yozlaş- maya başlar. Bizim geçirmekte olduğu- muz hastalık, mekân 'ı zaman'dan ayn olarak baştacı ermemizde odaklanıyor. Nasıl olursa olsun. ne olursa olsun, yalnız- camekân Budurumu,göçeden,göçezo- runlu halkımızuı bir hastalığı olarak gör- düğümü sanma. Zenginkrimiz de içinde oünak üzere, insanımız sürekliliği,demek yaşamı unutup mekân'a kendini kapür- mıştır. Korkunç bir şey bu. Denetimsizlik olayı da bundan kavnakJanıyor. Çünkü denetkyecek olan dâ bu hastalığa tutul- muştur. Oy avcılığuun başka bir açıkla- ması bulunamaz: Hemen, şimdi mekân. l vgarlığın ortaya çıktığı çağlarda mezar- lık bik zaman"ı yaraüyordu. - Anladım, dedim. Gani Girgin, - Anladın ama benim sözüm bununla bitmiyor.dedi. - Dinliyorum, dedim. - KumbabaŞa giderken piknikçilerin ormanı, ağaç altlarını doldurduklannı görüyorduk. Dönüşte ise, o yerlerin bir gün içinde çöplüğe dönüjtüğüne tanık o(- duk. Zaman'a boşvermenin bir gösterge- si şimdi, geleceği yokediyordu. Ezipkir- letip geçiyorduk. Kentleşecegimize göçe- beleşiyoruz, Göçebe, bırakacağı yeri iyi, temiz, güzel tutmaz; buna bir gerek yok- rur onun için. O içler acısı, çirkinlige bo- ğulmuş, gürültü parırtı içindeki semtler- de oturanlar da. belki bir gün oralan bı- rakıp başka yeıiere gitmeyi düşünüyor- lardır. "Bu dünyada hepımız geçiciyiz" inancL Bu mu dogru, yoksa uygariık dü- şüncesi mi? Gani Girgin, - Gideyim artık ben, diyerek yerinden kalktı, göçebelik damanmıza işlemiş. ARADA BİR AHMET YORULMAZ İsmet Paşa'nın özdeyişi... Yakın siyaset yaşantımıza baktığımızda, az-öz (la- konik) konuşan devlet adamlarımız, bir elin parmak- lannı geçmez. Beşten ötesi laf-ı güzaf! Laf salatası yapartar; bu salatalan. kendileri gibi siyaset ve tarih sahnesinden günü geldiğinde, yok olup gider! Bu ko- nudaki filmi kırk, kırk beş yıl geriye alın, belleğinizde canlanacak tiplerin, adların, o demokrasi havarisi geçinenlerin, bugünkü çöküntümüzün baş sorumlu- ları olduklarını hayretle saptayacaksınız. Adamlann laflarında tartı yok, tarih ve siyaset bi- linci yok, kültür, görgü-görenek yok! Hatta, yalan söylemeleri nedenıyle de halka yani bizlere saygıla- n yok! "Yahu, ben böyle dryeceğim, ama milletin büyük kesimi bilmese de doğruyu bilenler ayıp- lar beni. O (az olan) insanlarla karşılaştığımda, yüzlerine nasıl bakanm?" diye bır çekinceleri, utan- malan olması gerekır, o da yok! Bazıları için eski bir tanımlamayı tekrarlayalım: Kısacası, yüzleri kasap süngeriyle silinmiş müba- reklerin! Atatürk'le, İsmet Inönü'nün sözleri; tarih, siya- set, sorumluluk, terbiye ve kültür yüklü olduğundan değerkaybınauğramıyortar, klasikleşiyor, yolgöste- riciliklerini sürdürüyorlar. O denli ki günümüzdeki soysuzlaşma karşısında, çağdaşlaşmanın, ileriyegit- menin amentüsü yerine geçiyorlar. Tabii Türkiye öl- çeğinde... Bunlardan İsmet Inönü'nün "Namuslu kişiler, en az namussuzlar kadar cesaret sahibi olmadık- ça..." diye başlayan, çok anımsanması gereken bir özdeyişi vardır. Üstümüze sinmiş pısınklığı, uyuşuk- luğu atmanın büyük reçetesidir bu söz: "Namuslu kişiler, en az namussuzlar kadar ce- saret sahibi olmadıkça..." Dinledikçe ilaç yerine bunu anımsayın, izledikçe anımsayın, basındaki bazı haber ve yazılan okuduk- ça anımsayın! Rahatlamak ve atak yapmak için bire bir olan bu ilacı, kâğıtlara yazıp ceplerinize doldurun, her an görebilmek amacıyla avucunuza dahi yazın! M. Cemal Kuntay'dan menkul (aktarma): M. Akif hasta döşeğinde, günleri sayılı... Mithat Cemal so- rar: "Üstad, Mustafa Kemal için ne düşünüyor- sunuz?" Devrimlerden kaçıp Mısır'a gitmış sonra geri dönmüş şairin yanıtı açık ve çarpıcıdır: "Valla- hülazim büyük adamdır!" Günümüzdeyse Mustafa Kemal'in kurduğu dev- lette, o devletin nimetlerinden yarariananlar, onun anasına avradına küfrediyor! Yıllar öncesinden bir anı: Ünlü bir Yunan yazany- la Atina'da konuşuyoruz. "Mustafa Kemal haklıy- dı" diyordu, "bizim 'büyük felaket' dediğimiz Ana- dolu bozgunu, Türkler için mutluluktur!" Aşağılık duygusundan 'mustarip' yazarımıza, si- yasetçimize bakarsanız Mustafa Kemal 'hain'! 196O'lı yıllan anımsıyorum... Milliyet'in Izmirbüro- su... Katledilen Abdi Ipekçi var, Milliyet'in Izmir şe- fi Ismail Sivri var. Söz nereden dolaşıp geldiyse gel- di, Atatürk için daha o tarihlere dek yazılmış -yurtta ve dünyadaki- kitaplann sayısının beş yüzü aştığını öğreniyoruz. Ne acıdır ki gözü kara Atatürk düşma- nının anlama, kavrama yeteneği de yok. Kışkırtan dev devletlerin desteğınde Anadolu'ya çıkan o zamanki Yunanlı, "Kemal geliyor!" diyerek kaçtı, kendini denize attı. Ne olduğu belirsize göre Mustafa Kemal, özgöre- vini (misyonunu) yerine getirmişti, çekilip Türkiye'yi onların sultasına bırakmalıydı! Çıkarı bozulan dış dünya bile överken içteki aşağılama, laik cumhuri- yete ve kurucusuna verip veriştirmeler neden? Ola- sıdır ki yakınları düşmanla işbirliği yapmışlardı! Küçük yerierde oturanlarımızın görmeye alışık ol- duğu bir tablo vardır: Ailede baba bir yandadır, töv- be etmiştir, ziyaret sofralarında kişiliksizliği üstüne, yılışık yılışık nutuklar atarken evlatlar da kendi dü- menlerinde oluriar! Gerzek olan oğullanndan biri, ab- lak yüzüyle devleti numaralar, öbürüyse öncü görü- nüm arkasında devleti kundaklar! M. Kemal Atatürk'ü ve kurduğu laik cumhuriyeti hareket noktası yapıp daha iyiye, daha zengine, da- ha güzele varma reçetelerini üreteceklerine, nankör- lük kusarak izleyenlerimizin midelerini kaldınrlar! Türkiye, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasındaki hain- liklerin çok daha ağır, çok daha vahim olanlannı ya- şıyor. Verilecek eğitimden sonra. özellikle mayıs-haziran aylannda yoğun olarak çahşabilecek ANKETÖR arkadaşlar anyoruz. Ayrıntılı bilgi için lütfen asagıdaki telelbndan Canan Sucu ya da Aslıhan Doğukan'ı arayınız Tel.:23104 80-81 TARTIŞMA Okunan yazar, yazan yazar ^ ^ ^ ^ ^ ûnümüz M 1 "medya" m kavrarru, I j j ^ zaten ^ k • okuma ^^m^P alışkanlığı edinememiş toplumumuzun kafasını iyice kanştırdı. "Ne okumaü, nasıl okumaü, kimi okumaü, okumah nu, okumamalı nu" gibi sorular, zihınlerde dolanıp dunıyor. Kâğıda yapılan periyodik zam. buna bağlı olarak da sürekli artan kitap fıyatlan, insanlan, okumaktan uzaklaştırdı.. gibisinden bir düşüncenin yanlışlığı, fark edilmeyecek gibi değil. Çünkü Anadolu insanı, herhalde Lale Devri'nden bu yana okumaktan zaten uzak. Ama bir gazete, bugünün degerlen ile 15 bin lira. Her gün alındığında, düşük gelir düzeyindeki bir aileyi olumsuz yönde etkileyecektir. Ancak örneğin pazar günleri alınan bir gazete, ayda 60 bin liralık bir yük getirir ev bütçesine. Ayda 60 bin liraya, hangi gazeteyi okur ya da hangi yazarlann köşeleri ile "haşır-neşir" olursak ufkumuz genişler? lşte yazımızın konusu bu. Artık kimse gazeteleri, "Dün Türkiye'de neler olmuş acaba" diye satın almıyor. Çünkü gelişen görsel yayıncılık, olaylan bize anında sunabiliyor. Dünyanın en uzak köşesindeki, örneğin bir depremi, en fazla bir saatlik bir gecikme ile oturma odamızın içine kadar getirebiliyor. Bu, şüphesiz ki teknolojınin zaferlerinden biridir. Pekiyi gazeteler nasıl satılmalıdır o zaman? Ev. deterjan, makarna, araba, tatil, uçurtma, deodorant vb vererek mi? Hayır! Gazete, olaylara bakış açısı, yaptığı yorum ve okuruna ilettiği mesajlarla satılır. Bu yüzden bazı gazetelerin sabit okur kitlesi vardır. Bazı gazetelerin de sabit kuponkeserleri... Madem gazeteyi bizlere aldıran "yorum ve bakış açısıdır", o zaman. bu işi en iyi yapanlar bizim için okunanlar olacaktır. Yorumu da köşe yazarlan yaptığına göre ufkumuzu, "iyi yazan ve okunacak köşe yazaıian ik" genişletmek durumundayız. Geldik, konunun düğüm noktasına: Okunan yazar ve sadece yazan yazar. "Bana 10 köşe yazannın adını sayar mısınız" diye bir soruyla karşılaştığımızda, kimleri sayanz? Ali, Veli, Ayşe, Fatma... lsimler gelir aklımıza. Pekiyi, nereden biliriz o isimleri? Okuduğumuz için. Aklımıza neden o isimler gelir? Okuduğumuz için. Diğer köşe yazarlannı neden saymayız? Okumadığımız için. İnsanlığa adanmış ilk yüzyıl... >7-H . J _ * j _i » a» ; - oche, başanlaria dotubiryüzyılıgeride trakmaya hazırlanıyor. 8u yûzyıl, Roche'un dünyada insan sağiığına ve muttuluğuna adanmış birbirinden önemli hizmeöerini kucakiıyor. Yapöğı araştırmalaria tıp dönyasına yentffcçiİHtkılarda bulunan, korunma, teşhis ve tedavı teknotojisinde yenilikier sergHeyen, doktor-eczacı dayanışmasm, özenören Roche, tıp 0ûnyasıran güçlü Ikteri olmanın krvancını taşıyor. Büginin, bilimtn, tutku ve sevginm öncüsû Roche, başanlarım getecek yûzyıHafadataşıyacak. Roche. Rodıe HtaWs»toi Smyi A P.K. 16.80622 Lwenl-lstB«ul Ama ismini saymadığımız o köşe yazarlan da "yazıyor"; neden onlann isimleri hafızamızda değil? Yeniden, "okumadıgımız için!" Çok satan bir gazetede köşe yazan olmak ile az satan ama okunan bir gazetede köşe yazan olmak arasındaki fark çok büyüktür. Çünkü genellikle bir çırpıda sayılan isimler, az satan ama okunan gazetenin yazarlandır. Yukandaki gibi bir soru ile karşılaştığımız da sevgili Uğur Mumcu'nun adını anmamak mümkün müydü? Mumcu nerede yazıyordu? Cumhuriyet'te! Cumhuriyet kaç satıyor? (60-70) bin. Ama tirajı yüz binlerle ifade edilen gazetelerden kaç isim sayabilirsiniz? Bir, üç, beş? Bu bize şunu gösterir Işini iyi yapan, hangi ortamda olursa olsun. hangi gazetede yazıyor olursa olsun, okunur. Sevgili Mumcu'nun cenazesinin ardından yürüyen yüz binler, boşuna yorulmadılar. Çünkü Mumcu, okunan bir yazardı. Sadece yazan bir yazar değil. Tayfün Timoçin Bursa AKHİSARASLtYE 1. HUKLK HÂKlMLIĞt'^fDEN DosyaNo: 1994/561 Davacı Müşerref Bay- raktar vekili Av. Nurtaç Kayapınar tarafından da- valı Sabri Bayraktar aley- hine açılan boşanma dava- sının yapılan yargılama- sında; Davacı vekili, 15.12.1994tarihlidavadi- lekçesıyle, taraflann Ak- hisar Reşatbey Mahallesi, 2086 kütük numarada nü- fusa kayıtlı olduklarını, ta- raflann halen evli olup müşterek iki çocuklan bu- lunduğunu, taraflar ara- sında geçimsizlik oldu- ğundan ve davahnın baba- lık görevlerini yerine ge- tirmediğinden boşanma- lanna, çocuklann velaye- tinin davacıya verilerek, 6.000.000.- lıra nafaka takdırine karar verilmesi- ni istemiş, mahkemece davalıya Akhisar Iş Ban- kası karşısındaki Kardeş- ler Lokantası'na tebligat çıkartılmış. davahnın ad- reste bulunmadığından teblıgatın bila iade edildi- ği ve zabıta tahkikatına rağmen de bulunamadı- ğından, duruşmanın bıra- kıldığı 29.5.1995 günü sa- at 09.00'da davaiı Sabri Bayraktar'm duruşmaya geunesi, dava ile ilgili ib- raz etmek istediği belgele- ri var ise ibraz etmesi ve- ya kendisinı bir vekil ile temsil ethrmesi, duruşma- ya gelmediği gibi bir vekil ile de kendisıni temsil et- tirmediğı takdırde duruş- manın yokluğunda devam edileceğı dava dılekçesi ve duruşma günü yenne ka- ım olmak üzere ilanen teb- ligolunur. 29.3.1995 Basın: 21723 PENCERE Bir Servi, Bir Mezar. Cemalettin Kaplan, AJmanya'da gözlerini yaşama kapadı, Allah rahmet eylesin.. Din yalnız bağnazlık demek değildir, çoğu din ilk çı- kışında toplumsal bir dönüşümü vurgular; Roma Im- paratoriuğu'nun efendiler ve köleler dünyasında, Hf- ristiyanlık bir aşamaydı; Ortaçağ Avrupası'nda İIK- çağdaki anlamıyla kölelik tarihe karıştı, yerine 'Serf- lik' denen toprak köleliği geçerii oldu; bu uzun çağ da 1789'da aşılacak, özgür bireye yönelik laiklik fi- kirieri siyasal egemenliğin kökenini gökten yere indi- rerek demokrasiyi oluşturacaktır. Islam, kendinden önceki 'Cahiliye' dönemine gö- re bir devrimi gerçekleştirdi. Ancak Müslümanlığı en gerici biçimiyle yorumla- yan mezhepler ve tarikatlar birbiri ardına pıtrak gibi yayıldılar; Cemalettin Kaplan Hoca da günümüzde Müslümanlığı siyasete alet ederek yaşadı; öldüğü za- man sorulduğunda: - Merhumu nasıl bilirsiniz?.. - İyi biliriz. Ölüm, her şeyin bağışlanması için hayatı noktala- yan bir güçlü gerekçe sayılır; Islamın, gözjerini kapa- yanlara yaklaşımı hoşgörülüdür. Hoşgörü günümüzün koalisyon hükümetine de iş- lemiş ki Cemalettin Hoca'nın cenazesi Türkiye'ye ge- tiriliyor; "Kara Ses" diye anılan tarikat şeyhi, Erzu- rum'un Alıntepe Köyü'ndeki aile mezarlığına gömü- lecek; kısa sürede mezann türbeye dönüştürülmesi beklenebilir... Tarikat bu!.. Kaplan Hoca vaktiyle devlet memuru imiş, Adana Müftüsü olmuş, Diyanet işleri Başkanlığı'nda önem- li görevlereyükselmış, Refahçılarrahmetli Kaplan'ı Al- manya'da 'Milli Görüş Teşkilatı'nın başına getirmiş- ler; ama, boynuz kulağı geçmiş, Cemalettin Hoca RP'yi aşan bir din siyasetinin önderliğine soyunmuş, TC'ye veryansın etmiş, Atatürk'e sövmüş, hakkında davalar açılınca, Almanya'ya sığınmış, 1984'te Ba- kanlar Kurulu karanyla vatandaşlıktan çıkanlmış... Ama, artık dönüyor yurda... Erzurum'un Alıntepe Köyü'ndeki mezariıkta servi varsa, altında yatacak... • Batı uygarlığında sağ ile sola, emek ile sermaye- ye, sendika ile siyasal partiye, insan haklanyla fikir öz- gürlüklerine dayalı demokrasi, Türkiye'de 27 Mayıs Anayasası'yla rayına oturtulur gibiyken askerin zor- gücüne dayanan 12 Eylül gündeme geldi; sol ezildi, sendikalar çiğnendi; cemaatlerie tarikatlara yol açıl- dı. Türkiye'de bugün garip bir demokrasi anlayışı var; etnik çelişki, mezhep çatışması, tarikat ve cemaat pa- zariaması her şeyden önde geliyor... Cemalettin Hoca bu tabloda küçük bir renk... Zehir yeşili bir renk... Yeşilin de yeşili var. Zümrüt yeşili var, uçuk yeşil var, antik yeşil var, açık yeşil var, türbe yeşili var, çinko yeşili var, koyu yeşil var, küf yeşili var. Şeriatçılığın tek yeşili yok ki!.. Süleymancı'nın yeşili, Aczimendi'nin yeşili, Hizbul- lah'ın yeşili, Nurcu'nun yeşili, Fethullahçı'nın yeşili arasındaki ayrımı yapmak gerekiyor; hertarikatın si- yasi partisi ve gazetesi ayn... Cemalettin Kaplan, bunların arasında elin garibi kalıyor; ötekiter anasımn gözü sayılırlar, Türkiye'de politikanın içindeler, kutsal Islamı siyaset ve ticaret- te paraya çevirip Müslümanlığı bankalanyla, holding- leriyle, medyalarıyla kâr aracı olarak kullanıyorlar. • Cemalettin Hoca'nın cenazesi Türkiye'ye getirilryor; devletin hoşgörüsü var. O hoşgörü, Türkçe'nin en büyük şairi ve dünya ozanı Nâzım Hikmet'ten esirgendi... Oysa bu memleketın politikacıları ne yazar!.. Yur- dumuzun bütün ağaçlan, dallannı ve yapraklannı Nâ- zım'ın mezanna saygıyla eğmek için hazır bekliyor- lar. 1. ATATÜRKÇÜ GENÇÜK KURULTAYI "Samsun'a Yeniden Çıkış" 19 Mayıs 1995 Saat: 10.00 GÜNDEM 1 - Açılış Konuşması ve Saygı Duruşu 2- Reşat Bulut'a Saygı 3- Konuklann Konuşmalan 4- Bildirilerin Sunulması Piyano ve Şan Resitali (Osman Bayman - Y. Fuat Gönüç) ARA 5- Bildirilerin Sunulması 6- Kurultay Bildirisinin Hazırlanması 7- Tartışma 8- Kapanış MECtDlYEKÖY KÜLTÜR MERKEZİ KONFERANS SALONU Düzenleyen ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞ1 İSTANBUL MERKEZ ŞUBESİ Tel& Faks:(0212)272 62 18 Not: Delegelerin yanlannda, çagnnm yapıldığı kuruma ûye olduklarını belirtır bır belge bulundurtnalan gerekmektedir. HASRET GÜLTEKIN KÜLTÜR ve SANAT MERKEZl "ANLATIM DANS TOPLULUĞU'* DANSÇI ADAYLARJNI BEKLİYOR! "Dünya değışiyor görmek olası I Bizden sonılacak sonra ılerisi. Katılmazsan bu oyuna I Onlann olacak bütün yarısı. Orada, yerinde misin? I Dunıyor, duyuyor musun?" -B.Ortaçgil- En temel hedefi dansın anlam iletebileceğini göstermek olan dansçı adaylarını anyoruz; kapatıldığınız iç dünyalannızdan, enginlere açtlmanın zamanıdır... Yapılacak olan seçmelere hepinizi bekliyoruz. Tarih: 20-21 / 27-28 MAYIS 1995 Saat: 11.00 -18.00 arası ADRES: Istiklal Caddesi Izzetbey Apt. No: 407/2 Beyoğlu/İSTANBUL Tet: 0 (212) 252 43 30 - 243 18 12
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle