05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 NİSAN 1995 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 1 4 U L U S L A R A R A S I Î S T A N B U L F İ L M F E S T İ V A L İ PORTRE/ ANG LEE Ang Lee 1954 Tayvan doğumlu. Ülkesinde tiyatro eğitimi gördûkten sonra ABD'ye gidip film yapımcılığı eğitimi gördü ve diploma aldı. Universite sırasında beş kısa metrajlı film yaptı. Bunlardan Fine Line'la ödüller kazandı. 1991'de Pushing Handsile uzun metraja geçti. Ikinci filmi Dûğün Yemeği'yle uluslararası alanda büyük sûkse yaptı ve 1993 Berlin Film Festivali'nde AJtın Ayı'yi aldı. Tath Tuzlu'yla Oscar yanşında son beş film arasına kaldı, ama heykelciğe uzanamadı. BUCÜN EMEK: 12.00/ Tatlı Tuzlu, 15.00/ Kızıl Güvercin, 18.30' Tath Tuzlu, 21.30/ \Vbodstock FİTAŞ 1: 12.00' Tören, 15.00/ Aşk ve lnsan Kalıntılan, 18.30/ Tören, 21.30/ Aşk ve İn- san Kalıntılan FİTAŞ 2: 12.00/ Vahşi Doğu, 15.00/ Woyzeck, 18.30/ Vahşi Doğu, 21.30/ Dolaptaki Adamla Sohbet- ler FİTAŞ 3: 12.00/ Küçük MUck'unÖy- kûsü, 15.00/ Leni Ri- efenstahl'ınMuhteşem.../18.30/ Ozanlar, Ressamlar, Müzisyen- ler, 21.30/Leni Riefenstahl'ın Muhteşem... REKS: 12.00/ Kral ve Kuş, 15.00/Özel BirGün, 18.30/Tan- go, 21.30/ Dr. Strangelove YARIN EMEK: 12.00/ Tutku lmpara- torluğu, 15.00' 2001: Uzay Ma- cerası, 18.30' Tutku lmparator- luğu, 21.30/ 2001: Uzay Mace- rası FİTAŞ 1: 12.00' Felemenk Usta + Islak, 15.00/ Pink Floyd- Duvar, 18.30/ Felemenk Usta + Islak, 21.30/Pink Floyd- Duvar FİTAŞ 2: 12.00/ Kapalı Dünyalar, 15.00'HiroşimaSev- gilim, 18.30/ Kapah Dünyalar, 21.30/ Sebas- tiane FtTAŞ 3: 12.00/ Tommy Tricker'in Dönüşü, 15.00/ Kar- galar, 18.30/ Fantastik Öykûler, Masallar ve..., 21.30/ Kargalar REKS: 12.00/EjderhaDani- el, 15.00/ Jesus Christ Supers- tar, 18.30/ Dûşen Adamlara Bak, 21.30/ Yağmurdan Önce Müzik, aşk ye banş günleri belgeseli... SUNGU ÇAPAN Festıvalın 'GeoçKğiıı Ateşi Müzik' bölümûnûn süper fil- mı 4 "Woodstock"ı, 2. VVoods- tock bezirgânlıgının tezgâh- landığı geçen yıl eylül ayında, Montreal'de. devasa büyük- lükte bir perdede yeniden seyretmiştirn yıllar sonrasın- da. 196O'lı yıllara özgû deği- şim rüzgârlanyla yelkenleri- ni şişirmış çıçek çocuklan- nın. New York yakınlannda- ki bir mandıranın çayırlanna yayılıp 1969'da vüzyıhmızın tarihme geçecek bir üç gün- üç gecelık, unutulmaz bir mü- zik, aşk (sevgi) ve banş kon- ser-festıvalınde toplaşarak dalgalannı geçmelerinin 25. yılı nedeniyle yeniden günde- me gelen "Hbodstock", ka- çınılmaz biçimde benı de geç- mişıme, gençliğıme götür- müştü. Vietnam Savaşı karşıtı çi- çek çocuklan kuşağının, şid- dete, baskıya, otoriteye ve kurallara baş kaldırarak, AIDS benzeri amansız ve de- vasız ılletlerin henüz ufukta görürunediği, 1960'lann çıl- gınca seks özgürlüğüne bula- narak, LSD'li mantarh triple- re çıkarak dünyayı değıştir- meye ve insan haklannı sa- vunmaya soyunduğu o gün- lerde, dış dünyadan tecrit edilmış, her şeyın sert ve öz- gür olduğu, belli sınırlar için- deki bir bölgede gerçekleşti- nlen NVoodstock müzik, sev- gi ve banş fesûvalıru, ekibiy- le filme çeken yönetmen Michaei YVadleigh de bu kon- ser belgesiyle sonradan tur- nayı gözûnden vuracağını bıl- miyordu 1969'da. 1970'inen ıyi belgesel film Oscan'nı ka- zanan, geçen yıl da zaman icinde, giderek kültürel biröl- çüte dönüşetı olayın 25. yılı nedeniyle süresıni 4 saate uzatan kimi eklemeleri de fil- mıne katan yönetmen Wadle- igh'ın yeniden montaj yaptı- ğı haliyle yıllar sonra bir kez daha seyırci karşısına çıkan- lan tt Woodstock"ta, rock ça- ğının ölümsüz tann ve tartn- çalanndan kimler yok? Alfa- betık sırayla Joan Baez, Can- ned Heat, Joe Cocker, Co- untry Joe and the Fish, Cre- edence Cleanvater RevivaL Crosby Stills and Nash, Arlo Guthrie, Richie Havens, Jef- ferson Airplane, Jimi Hend- rtı, Janis Joplin. Mountain. Santana, John Sebastian, Sha-Na-Na, Sly and The Fa- mfly Stone, Ten Years After, The Who ve Johnny Win- ter'ın sahne alıp hünerlenni sergilediğı efsanevi u Woods- tock"un, yönetmeninin yıllar sonra yeniden montajladığı bu 240 dakikalık yeni versı- yonu, lstanbul Film Festiva- li'nin kesinlikle ıskalanmaya- cak gösterilerinden. KAÇIRMAYIN Tören: Japonya'nın usta yönetmeni Na- gisha Oshima'nın yönettiği. döne- minin önde gelen siyasi filmlerin- den biri olan Tören, 2. Dünya Sa- vaşı'ndan günümüze dek zengin bir taşralı ailenin öyküsünü anlatır- ken, törensel aile toplantılanndan yararlanarak Japon toplumunda sa- vaş sonrası oluşan değişimleri yo- rumluyor. Filmdeki karakterlerden her biri ülkedeki farklı politik eğilimleri temsil ederken, öyküdeki olaylar iç ve dış politikadaki dönüşümîere ayna tutuyor. (1971, 121 dk.) Özel Bir Gün: Ettore Scola'nın Marcello Mast- roianni ve Sophia Loren'i bir araya getiren filmi, HMer'in Roma'ya gelişinin kutlandığı 8 Mayıs 1938'de geçiyor. Ama kutlamalan değil, o gün tanışan ve Mussolini hakkında zıt görüşlcre sahip olduk- lan halde birbirlerine bağlanan evli bir kadın- la, eşcinsellikle suçlanarak işinden atılan bir radyo sunu- cusunun öyküsünü anlatıyor. Birlikte geçirdikleri, birbirle- rine sırlannı açtıklan bu gün, ikisi için de 'özel' bir gündür. (1977,106 dk.) KargaJar: Polonyalı genç yönetmen Dorota Kedzieranvska, ürin- ci uzun metrajlı filmi olan Kargalar da, dokuz yaşında, sevgiye aç bir kız çocuğunun yürek burkan portresini çizi- yor. Annesinden yeterli ilgi gö- remeyen, okulda alay edilen. öğretmeni tarafından cezalandmlan küçük Wrona (Karga), kendine sevip sevileceği küçük bir dünya kurmak için evden kaçar. Sokakta rastlayıp yanına aldığı üç yaşındaki kız çocuğuna kendi mahrum bırakıldıgı sevgiyi vermeye çalışır. (1994,66 dk.) Tören fibninden bir sahne. Suyun alb faııllerle dolıı... CUMHtTR CANBAZOGLU Mkhele ApfceUa (Nanni Moret- ti) Italyan Komünist Partisı'nde yüksek mevkilere yükselmiş 35 ya- şında bir politikacı. Otomobil kaza- sı sonucu hafiza kaybına uğruyor ve kendini Acireale'ye şampiyonluğu etkileyecek maça giden bir sutopu takımının otobüsünde buluyor. Maçta uzun süre yedek İculübe- sinde kaJıyor. Havuzdaki sporcula- nn hareketlerini izlerken yavaş ya- vaş anunsamaya başlıyor geçmişi, özel ve politik yaşamı geliyor gö- zünün önüne. Maçın sonuna doğru takımına zaferi getirebilecek penal- tıyı kaçınyorve... 1970'e kadar Italyan Birinci Li- gi'nde, daha sonra da üçüncü ligde profesyonel olarak sutopu oynayan Moretti, Italyan Komünist Parti- si'nin eleştirisini sporla politikayı metafor halinde kullanarak verme- yi denıyor. Filmin adı Kızıl Güver- cin de bu iki konunun bir bileşimi- ni simgeliyor. Kızıl, komünist par- tinin rengi, güvercin ise sutopunda bir atış şekli. Kızıl Güvercin, alışılmadık, 'az sevünli' bir film. Yapısı sürekli ke- silmelerle, geriye dönüşlerle örülü. Aynı sutopu sporuna benziyor. Su- topunda oyun her on saniyede bir hakemın düdüğüyle kesiliyor. Oyuncular sinirli ve sert, suyun üzerindeki gerçekJe altındaki ger- çek farklı. Suyun altı faullerle do- lu. Havuz, politikadaki karmaşayı, dönen dolaplan verebilmek için Bu filme aç 27 marttakı ödül töreninden En Iyi Ya- bancı Film Osca- men önemlı bır tehlikeyle karşı karşıya. Tat alma duyu- su zayıfladığından başkalannın yardımına gereksinim duyuyor. Ayrıca aıledekı gelenek üzerine her pazar öğ- ry-ı •f-f"»'» f*\/1 Tl I n'yla evıne döneme- leyemeğindeenfesyemeklerpişirdiğikızlanna,yaptık- feHlllC V 1 1 1 • di Ang Lee; ama ge- lannı yedirememeye başlıyor; çünkü kızlar kilolanna çen yıl uluslararası piyasada tanmmasıru sağlayan Dûgün Yeraeği'nden son- ra Tatiı Tuzlu'yla söhret tazeledi. Son ana kadar Os- car'ın en güçlü adaylan arasında göstenlen Tatlı Tuz- lu'da Tayvanlı Ang Lee, yıne yemekle ilgıli biröykü su- nuyor sınemaseverlere. Bu kahramanımız, Tayvan'ın en usta ahçısı Chu-Film, emeklılıği gelmış Chu'nun, sana- tını ıcra ederken yaptıklannı gösteren karelerle başlıyor. Ihtıyar ahçı hâlâ önemlı toplantılara çağnlmasına rağ- dikkat ediyorlar. Pazarlan bir masa etrafında toplanıp "ailegörüntüsü" çizen baba ve üç luzı, aslındagelenek- lerinin getirdiği bu zorlama davranışı bir türlû bırbirle- nne ıtıraf edemiyorlar. Tatlı Tuzlu, yemekten yola çıka- rak Doğu toplumundaki kuşaklararası çatışmayı; gele- neklerin ağırlığmı Amerikalı JamesSchamiH ve yönet- men Ang Lee'nin kaleminden veriyor. Filmdeki yüze ya- kın Çin yemegim ülkenın en ıyi ahçısı Ltn Huei-Yın ha- zırlamış. Bu filme aç girmemeye bakm. Kızü Güverdni «ençbir ltahan poUtikacının komünizmi sorgulaması üzerine kunılu. Moretti'ye ideal bir mekân oluşru- ruyor. Babam ve Ustam'daki minik ro- lüyle sinemaya giren, sonralan yö- netmenlikle oyunculuğu bir arada götüren Moretti, yine çok öznel bir konu seçerek, karnerayı kendi yaşa- mına yönelterek gelecek eleşririle- ri kabulleniyor: Bir 'muhakfet fil- mi' yaparken çok derine inmeden, cesurca düşüncelerini olduğu gibi aktanyor. Son yıllarda Avrupa sine- masına ağırlığını koyması da işte bu samimiyete ve cesarete dayanı- yor. 1989'da Venedik'in resmi bölü- münden son anda çıkanlan Kızıl Güvercin, Ayakçı ve Sevgüi Günlü- ğüm'e giden yolda Moretti'yi taru- yabilmek için iyi bir firsat. Şükrü Aysan'ın 1987-1992 yıllan arasında gerçekleştirdiği yapıtlardan oluşan 4. kişisel sergisi Galeri Nev'de Altematif bir dünyaran kendisiJALE NEJDET ERZEN Şükrü Aysan'ın sergisini izlemek, belki farkında bile olmadan, dışandaki dünyanın farklı olabileceğine inanmak demek. Bu seçeneğin farkına vardığınız anda ıse Aysan'ın sunduğu dünyaya -bu dingin varoluş mekânına- asıl olması gereken, olmadan olamaz diye tutulu- yorsunuz. Akıl ile başlayan ve ereği aklı anla- mak olan bir araştırma, verdiği ürünle bir yaşantı dünyası yarattığında, sonuç kaçmılmaz bir şekilde güzellik ve şiir oluyor. Aysan'ın sergisinde resim yü- zeylerınden duyum dünyalanna dalıp gittim, kendimi unutmanın mutluluğu- nuyaşadım. Geometriler, Tantnı'da ya da Pla- ton'un düşüncesinde olduğu gibi âle- min müziğini -mekânı, dili, biçimı- ya- ratıyorlar, aklın kendisi ve bütün başlan- gıçlann ortak paydaşı oluyorlar. Bunla- n düjündüğünüzde Aysan'ın resminin kaynaklarla (orijin) ilgili olduğunu yo- rumlayabilirsiniz. Ama ben, çok uzun bir süre Aysan'ın resmine hiçbir şey dü- şünemeden dalıp gittim, çok uyanık bir şekilde. Şükrü Aysan'ın resimlerinde kareler, üçgen ve daireler var. Bunlar, belirli ge- ometrik sistemlere göre bölünüp eklem- leni>orlar. Ama herhalde Aysan, ge- ometriyi ya da uyguladığı sistematik kontrolleri düşünmemizi istemiyor. Ha- yır, Aysan'ın resmi bize ne gördüğü- müz dünyayı anlatır ne de onu anlatan kavTamlann resmidir. Aysan'ın resmi, alternatif bir dünyanın, asıl gerçek ol- duguıa inanmak istediğimiz (belki de öyledir) bir dünyanın kendısidir. Inan- dınc. olduğu, sizi içinde yaşattığı kadar öneralidir. Özellikle bugün, bu bakım- dan cnemlidir, çünkü insanın asal soru- nu, aştaki dünya ile içteki dünyayı ba- nştnmaksa günümüzde bu daha da zor- laşrnştır. Resim, iki boyutlu fiziği ile aslında bir nekân sanatı. Çünkü sanat, gerçeği gerçîk olmayanla yaratmaksa mekânı mekinla değil, yüzeyle işlemek söz ko- nu&\_ Resim, ister mekânı, ister sanal gerçjği inkâretsin. yine de algı ile iliş- kisi hep mekân anahtanndan geçer. Şükıü Aysan. resmin bu "mekân" ve "yauılsama'' sorununu asal olarak ele alan "destek/> r ûzey" (support/surface) san^t akımının çalışmalanna paralel bir çizgyle resımler ürettı. Resmi temelde bir ^üzey olarak ele alıp bütün fazlalık- lan :erk ederek (şasi, astar, çivi, vb.) yalmzca bez ve boya (yüzey ve leke-iz) kulluımakla yüzeyi duvara iliştiren rap- tiye.çivi, vb. her öğeyi biçimin incel- migbir niteliği olarak kullanıp sanat üretim sürecini -düşünce, madde, teknik, biçim- ve de onu çevreleyen mekânı par- çalanamaz bir bütün olarak işlemektedir. Bu bütünün, varlık alanı içuıde kendi bölünmezliğini koruyabılmesi de onun va- roluş sürecindeki uygulamanın önceden bilinen belirgin ve kontrollü bir unsur ol- masına bağlıdır. Nitekim Aysan, her renk kullanımı, her boya sürüşü ve bunlann ardışması ile il- gili belirli kararlan kendi biçimine uygun bir mantığa göre gerçekleştirmektedir. Bu sistem, zaman, mekân ve madde ile bütün- leşince kendi bilinmezlennı yaratır... Işte karşımzda, sonsuz renk ilişkileri. Aysan'uı yaptığı açıklamaya göre, her seri resımde yeni ve farklı bır teknik söz konusu. Bütün bunlar, Aysan'ın uç nokta- da incelmiş yaratıcı düşünce ve duyarlılı- ğını ortaya koyuyor kuşkusuz. Bunlar, Ay- san'ın resminin asıl değerini olu^^ı ın^u- lar da resminin bütünlüğündeki gerekli mekanizmayı oluşturuyorlar. Aysan'ın resmi, ne kadar yanılsamaya ve yanılsa- Aysan'ın resmi, alternatif bir dünyanın, asıl gerçek oldağuna inanmak istediğimiz (belki de öyledir) birdünyanın kendisidir. tnandına olduğu, sizi içinde yaşattıgı kadar önemlidir. Özellikle bugün, bu bakımdan önemlidir, çünkü insanın asal sorunu. dıştald dünya ile içteki dünyayı banstırmaksa günümüzde bu daha da zorlaşmışür. mayı oluşturan, yoğunlaştıran öğelere, mekânsal iddialara karşı olsa da sizi için- de banndıran, antan ve düşünceleri, kav- ramlan arkada bırakıp varlığın sonsuzlu- ğunda, sürekliliğinde ve değişmesınde sanki boşlukta askıya alan bır mekân oluş- turuyorlar. Kullandığı temel geometrileri düşün- mekle belki ınsan annmaya doğru bır adım atabilir, ama zaten gerçek yaşam ala- nının ve mekânın en temel verisi olan ge- ometrik düzen, tüm yaşam, yaşantı ve ifa- delerin temel biçimlendiricisi. Aysan, asal formlarla akla ve kaynağa ulaşmaya çalı- şıyor. Böyle temel yapısal öğeler renge destek olduğunda ve rengin nefes aldığı alanlan oluşturduğunda, görsellik farklı bir enerji yükleniyor. Aysan'ın resmi, böy- le bir enerji ile yaşıyor. Yorulmuş, parça- lanmış, hep yüzeye vurmuş bir dünyaya karşı Aysan'ın resmi, sizi dingin ve derin, enerji dolu bir bütüne götürüyor. Giderek yalmzca sanal olan bir dünyada sanatın varlığını meşru ve gerekli kılan bir resim. DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FLAT Bir Kitaba Nasıl Kıyılır? Yolu çok... Basımevi, ciltçi, en başta da düzelt- men... Hele hepsi el ele verirlerse işte o zaman ya- şadınız!.. Bilimsel ve Kültürel Araştirmalar Vakfı, Kültür Ba- kanlığı'nın katkılanyla bir kitap yayımladı: Yunus Emre, Nasrettin Hoca ve Hacı Bektaş Veli Düşüncesinde Hoşgörû. İçinde profesörlerin, araştırmacıların, yazartarın yazdıklan 16 yazı var. Başa konmuş olan kısa mesajında, Kültür Bakanı Tımurçin Savaş, UNESCO'nun "Hoşgörü Yılı" ilan ettıği 1995'te yayımlanan bu kitabın dünya banşına, demokrasiye, insanlığın ortak kültürü olan uygariığa katkısı olacağını söylüyor. Arkadan kitabı hazırlayan Dr. Şevket Özdemir'in "Sunuş" yazısı geliyor. Herkesin değerli katkılanna teşekküretmiş... Ama galiba düzeltmenle ciltçiyi unutmuş ki çok kötü öç almışlar. Tasanmcının ise doğrudan öç alma- sı söz konusu değil, çünkü ona daha baştan gerek duyulmamış. O da yokluğuyia yapmış yapacağını. Her neyse, kıtaptaki 16 yazıdan biri, ne yazık ki, be- nim yazım: "Yunus Emre'de Hoşgörû". Aslında ben böyle işlere hiç girmem, bilirim başı- ma neler gelebileceğini, ama Yunus Emre bir güzel- lik, hoşgörü ayn bir güzellik... Sonra Emre Kongar çok sevdiği biröğrencisiydi Izgen'in... Herhalde o da bu işin içindedir, diye düşündüm... Kültür Bakanlığı adına tetefon eden tanımadığım birine, "Olur", deyi- verdim... Derken günlerden bir gün kitap geldi. Yazariara baktım: Pertev Naiö Boratav bile yazıvermiş. Ne güzel... Sonra düzelti iyi yapılmış mı diye kendi yazımı bir kanştıracak oldum: Inanılır şey değil!.. Üstelikde bil- gisayarda yazılmış tertemiz bir müsveddeydi... Bendeki kopyayı önüme koyup yanlışlan düzelt- meye başladım. Sonuç aşağıda: 31 sayfalık yazıda toplam 140 yanlış. Bunlardan 103 tanesi harflerle ilgili, 2 tanesı atlama (bir yerde 9 sözcük, bir yerde 1 sözcük atlanmış). Aralannda an- lamı tersine çeviren, ya da şiirleri bozan yanlışlar da var. 35 yanlış ise düzen yanlışı: Paragraf aralan açıl- mamış, ya da gereksiz açılmış, şiir aralannı gösteren yıldızlar başa konacakken ortaya konmuş vb. Bazılan okurken anlaşılabilecek, bazılanysa anla- şılamayacak olan bu yanlışlann bir tek yazıya, yalnız benim yazıma özgü olduğu söylenemez. Bütün ki- tabın yanlışlar, hatta atlamalarla dolu olduğunun dü- şünülmesi çok doğal. O zaman nasıl güvenilip okunacak öbür yazılar? Bu dizgi düzelti konusu yayımcılığımızın başına gerçekten dert oldu. Aynca müsveddelerde de öylesine özensiz davra- nılıyor ki kimse kimseye güvenemez hale geldi. Aslında herkes yanlış yapabilir. Birbirimizi denet- lememiz, uyarmamız gerekir, ama güvenimizi yitirme- den... Geçenlerde "Cumhuriyet"e gönderdiğim bir yazı- da Savaş Çekiç'in adını Savaş Çelik diye yazmı- şım. Telefon edıp uyardılar. "Tamam, düzeltin", de- dim. Yanlış yaptığımı biliyorlardı, gene de sordular. Doğru olan budur. Annemin ölüm ilanını gönderdiğimde ise, gördük- leri bir yanlışı, acılı bir günümde beni rahatsız etmek istemedikleri için, telefon edip sormadan düzeltmiş- ler. Çok iyi bildikleri bir adı düzeltiyoriar, artık bu da sorulur mu? Başka bir gün olsa sorarlardı kanısındayım. Onlara bu güveni verdiğimi sanıyorum. Neyse yazın tarihçileri için açıklayayım: Piraye'rim nüfus kütüğündeki adı Hatice Zekiye Prayende'dir. "P" ile "r"nin arasında "/" yok. Ama çevresindeki herkes ona "Piraye" derdi. Bu bir saplama, baştaki konumuza değinerek bitirelim. Okurianmdan dileğim, Yunus Emre, Nas- rettin Hoca ve Hacı Bektaş Veli Düşüncesinde Hoş- görü adlı kitaptaki yazımı okurlarsa, içinde 140 yan- lış olduğunu bilerek okumalarıdır. Onu başka bir yer- de, yanlışsız, doğru olduğuna inandığım düzende yayımlayacağım. Omer F. Toprak'ın kitabı tanıtılıyor • Kültür Servisi - 1979'da yitirdiğimiz şair Ömer Faruk Toprak'ın eşi Füruzan Toprak tarafından düzenlenen ve Kültür Bakanlığı'nca yayımlanan düzyazılar kitabmı tanıtmak ve yayınını kutlamak amacıyla bugün saat 15.00'te Ömer Faruk Toprak Halk Kütüphanesi'nde bir toplantı düzenlenecek. Şairin eşi ve Türkiye Yazarlar Sendikası'nca düzenlenen toplantıda şairin eşinin açış konuşmasından sonra TYS adına Genel Sekreter Necatı Güngör bir konuşma yapacak. Içimden doğurduğum görüntü dünyasına düşen gölge GÜLŞENÇALJK Resim yapmaya başladığım ço- cukluk yıllanmda, çadırbiçimli kaf- tanlar giyen yuvarlacık kafalı insan- lar çizip, güneşin sıkışıp kaldığı sol köşede panldamasına ve puf yanak- lı üç bulutun mavi gökte dengelen- mesine rağmen, evet nerede kalmış- tım, resim, yirminci yüzyılda sanat- çının kedisi, sanatçının köpeği gibi, neredeyse tümüyle Medici'lerin em- rinden çıktı, kendi yörüngesinde, kendi gezegenlerini yarata yarata kendi serüvenine koyuldu. Ben de çocuklukta hep o üst sol köşeye sı- kıştırdığım güneşi "azad ettim", (Türkçem hâlâ yirmi yıl öncesinin Türkçesi) ve bu konuda kendi yolu- ma daldım. O sıralar Harlem'de (Manhattan'ın üst taraflannda, ge- nellikle Afrika kökenli Amerikahla- nn oturduğu semtte) viran bir ev sa- tın almıştık. Bu evi yenilerken sütun başlıkla- n, mermer şömine köşeleri, ne bile- yim, 1880'lerden kalma duvar kâ- ğıtlan, eski paralan, art deko mü- cevherler, viran evin köşelerinden üçer beşer belirmeye başladı. Ben duvarlan boyamakla görevliydim ve nefret ederek bu işi yapıyordum. ta ki işten kovulana deİc. Bu duvarlan boyarken bır gün, galiba çok kirli bir duvan resim boyar gibi boyuyor- dum, içimde böyle acaip bir perde, anlatması çok güç bunu, gerildi, ge- rildi, sonra yırhlarak dağıldı mı, yok- sa rüzgârda üfürülürcesine uçup git- ti mi bilmem, o andan itibaren benim gerçekle olan ilişkim değişti. Çok yakınlanma göre boyadan çı- kan zehirli buharlar. belki de üstün- deki garantiye rağmen, içindeki kur- şun, beynimi delip geçmiş, benli- ğimde bir daha geri dönemeyece- ğim, herhalde bir daha onaramaya- cağım bir sarsıntı bırakmıştı. O gün, ben dünyadaki çoğu insanm arasın- dan tamamen sıynlarak bir avuç in- sanın arasında buldum kendimi. Ba- zılan, Türkiye toplumunun kültür bi- rikiminin felsefi düşünme alışkanlı- ğına açık olmadığını, sanat yapıtı- nın da felsefe verileriyle kavranma- sının bu ülkedeki olanaksızlığından yakınır. Ben olayı hiç öyle görmedim. Ka- tılmaya çalıştığım ya da katılmaya çalışmama rağmen katılamadığım, fakat yine de içinde yaşadığım top- lumlarda, kültür ve sanatın insanla- nn çoğu için bir lüks, hatta sürdük- leri otomobilden, kullandıklan de- terjandan daha az vakit verdikleri bir yabancı unsur olduğunu gördüm. Devlet politikasınm sanat ve kül- türü gerçekten gündeme aldığı ülke- lerde sanata bir ölçü kan geliyordu, ama artık iyıce tanıdığımı söyleye- bileceğim ne Türkiye'de ne Ameri- ka'da bu kan sanatçıya yetmiyor, top- lumun çoğunluğu sırtı sanata dönük yaşıyordu. Bazen yaşam koşuluydu bunun nedeni, ama çoğunlukla ya- şam şartından çok ruh tembelliği, akıl tembelliğiydi. Vardığım bu göz- lem ilkinde beni üzdü; sonra sevin- dirdi. Demek ki ben toplumun belki de lüzumsuz bulduğu, oysa benim için su, ekmek ve hava kadar gerek- li olan, aynca su ve ekmekten çok daha eğlendirici bir yan dalına kon- muştum ve coğunluğun düşüneme- yeceği düşünceleri kolluyor, bıleme- diklen gerçekleri izliyordum. Ne mutluydu sanatçı olmak; özgürdüm, zaman zaman çıldınyordum ve ya- şamayı seviyordum. Bu sözlerim •Gülşen Çalık, Maçka Sanat Galerisi'nde yer alan 'Kavramsal Manzaralar' başlıklı sergisinin serüvenini anlatıyor. şimdiki zaman için de geçerlidir. Böyle bir uç daldan sanata ve ha- yata yaklaşırken özerkliğimi kıska- nıyordum her şeyden çok. Fikirlere bile çok fazla bağh kalmamayı ken- di kendime öğütledim. Bana kalsa fazla bağımlılık, bir konuya kesifbir bakış diğer konulan görmemize en- gel oluyordu. Başlangıçta her şeyin aynı derecede değer kazandığı bir ortam yarattım kendime. Kırmızı rengin değeri yeşille eşti. Mavi ve san da, kırmızı ve yeşil kadar özel- likten uzaktılar. Onlan tarihsel ve sembolik geçmişlerinden antarak bır seri deniz manzaralan yaptım. Tabii başkalan için renklerin duy- gusal ve sembolik veya fizik değer- leri çok farklıdır. Doğnısu ben de ba- zı renklere baktığımda o rengin şid- detinden ölebilirim neredeyse. Kır- mızının belirli tonlan gözlerimi ya- kar, birkaç dakika başımı bile ağn- tır. Diyeceğim, bütün bunlan inkâr ederek yola çıktım ben. Önce sade- ce siyah ve beyaz. sonra sadece gri, sonra pembe, yeşil ve turuncu kulla- narak bir düzine deniz manzarası yaptım. Bu, 1988 yıllanndaydı yamlmı- yorsam. Boyut hep aynıydı: 90'a 90 bir kare. Konu dâ hep aynı: Nere- deyse rüzgârlardan kabarrnak üzere olan bir deniz ve hemen hemen ay- nı gökyüzü; sol tarafi bulutlu, sağ ta- rafı açık. Konu kolay bir konuydu. Bana çok şey kazandırdı bu dizi ça- lışma: Birincisi, olmayan bir gerçe- ği o kare tuvalin üstünde yaratıyor, sonra aynı deniz manzarasım bir baş- ka tuvalde bir başka renkle yapar- ken aralanndaki farklılıklan (varsa) gözlüyor, bu farklıhklardan hafif bir mutluluk bile duyuyordum. Seri bende garip bir alışkanlık da yarattı. Galiba aynı kompozisyonu defa- larca yinelerken oldu bu; resmin kendi dünyasına göçtüm bir gün ve renklerin, çizgilerin sessiz, fakat acı- masızca hüküm sürdüğü o sözde iki boyutlu alanda esir düştüm. Hâlâ ço- cuklanmla ilgileniyor, vergılerimı vaktinde ödemeye çalışıyor, işe git- tiğim günler güleryüzle eş dostu se- lamlıyordum, ama galiba hiçbir za- man onlann tam arasına döneme- dim. Dönmedim. Hâlâ da. Bu sergide gördükleriniz New Y- ork'ta otururken yaptığım işlerden sizin ilginizi çekeceğıni sandığım bir derleme. Üç küçük, iki orta boy ve üç büyük resim ve üç sanatçı kitabı. Bu işlerin tümü yukanda sözünü et- tiğim resim alanına kişisel göçümle ilgili. Ben belki bu ziyaretimde faz- la ileri gittim; -nasıl Amerika'dan Türkiye'ye bütün isteğime rağmen bir türlü dönemediysem, ilk başında keyifle kenarlanndan yemlendiğim iki boyutlu resim alanının da bir gün artık vatandaşı oldum ve bir daha dı- şma çıkamadım. Hatta o alanın gerçekliklerini da- ha da ileri götürebilmek, oradan bir daha hiç aynlmama amacıyla arala- nna bo>utlu nesneler ekledim. Gö- rüntülediklerini pekiştirmek ve salt onlann varoluşlanm daha da anlam- lı kılmak amacıyla aralannda görün- tülenen bazı cisimlerin üç boyutlu benzerlerini yanlanna diktim. Bu inandıncı dünyada gerçekleşenler, benim için güneşin çevresinde bite- viye dolanan yaşadığımız şu geze- gen kadar gerçektir. Içine doğduğum görüntü dünyası, yaşamımın bu nok- tasında içimden doğurduğum görün- tü dünyasına zaman zaman gölge- sini düşürüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle