Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 ŞUBAT 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Değişik bir
anlayışla
Tigaro'nun
ıü'
Kültür Servisi - lngıltere'de
Mozart'ın 'CosiFanTırtte-Bü-
tün Kadınlar Böyle Yapar-
lar'adlı operasmın, ûnlü Ital-
yan modacı Armanitarafindan
hazırlanan modern kostümler-
le sergilenmesinin ardmdan.
Glasgow'da da 'Figaro'nun
Düğünü' değişik bir anlayışla
20. yüzyıla taşınıyor.
David Leveaıut tarafından
Glasgovv Kralıyet Tıyatro-
su'nda sahneye konan ve cin-
sellik öğesinin ön plana çıka-
nldığı fskoç Operası'nın bu
prodüksiyonunda, Marcellina,
en göz kamaştıncı ve cazibeli
kadın olarak ön plana çıkanlı-
yor.
Bu rolü üstlenen Fiona
Kimm, Ava Gardner, Sophie
Loren ve Gina Lollobrigi-
da'nın bir kanşımı adeta.
Jonathan Miller'ın sahneye
koyduğu 'Cosi Fan Tutte' gibi,
Leveaux'nun 'Figaro'su da
modern kostümlerle sergileni-
yor. Kontes"ın, hizmetçısi Su-
sanna'nın ve özellikle de Figa-
ro'nun annesinin gıysilen,
1920-1950 yıllan arasındaki
herhangı bırdönemi çağnştın-
yor.
Leveaux, 'Rgaro'nun Düğü-
nü'nün cinsel dürtülerle ilgili
olduğunu duşünüyor. Bu ne-
denle uvertürde birkaç çiifti, bi-
raz karanlık bir sandık odasın-
da buluşturuyor. Sonradan bu
odanın Susanna ve Figaro'nun
da buluşma yeri olduğu anlaşı-
lıyor. Uveıîür sırasında perde
açıhnca, seyirci adeta bir kos-
tüm deposunun sandık odasıy-
la karşılaşıyor. Bu odaya sıra
sıra giren çıftler uy gunsuz du-
rumlardagörülüyorlar. Kendı-
lerinı gözetleyen Basilio'yu
fark etmiyorlar tabii... Bürün
bunlar garip bir biçimde erotık
bir 'Figaro' prodüksiyonunun
ortaya çıkmasına neden olu-
yor. Ancak bu prodüksıyonda
cinselliğın ön plana çıkanlma-
sıyla, olaylar örgüsünün dü-
ğümlendigi ve heyecanın do-
ruğa ulaştığı kimı bölümler et-
kısini yitıriyor.
'Düşler'
8. sayıyla
yeniden
çıkıyor
Kültür Servisi - Iki ayda bir >a-
yımlanan kültür \e sanat dergısı
Düşler, bir süre aradan sonra se-
kızıncı sayısıyla okurlanna ulaş-
tı. Dergınin bu sayısında Cç Çi-
çek dergısıne aynlan dosyada
Oktav Taftalı'nın "Toplumsal
Nedensellik ve Gecmişte Lç Çi-
çek Dergisi"', Tuğrul Tamol'un
"ÜçÇiçek Dergisi ve80'ti VıUar",
Yletin CelaTın ~\ ülar Sonra Üç
Çicek'le Beraber" başlıklı yazı-
ları yer alıyor.
Bu sayıda Adnan Özer'ın "Ya-
zarlar ve Yazar Örgütlenmesi
Üzerine Düşünceter" başl ıklı ya-
zısıyla, Hulki Aktunç'un "Bir
Şeyin Varoluşu" (V, VI, VII, VI-
11). Halil tbrahim Özcan'ın "Gü-
rültü Acelesi" ve Rüstem As-
lan'ın "Bu Hayattan O Tenha-
ya". "Süriildüğüm Adar
başlık-
İı şıirlennın yanı sıra Abdülkadir
Budak'la yapılmış bir söyleşi yer
alıyor.
Dergıde aynca C. Baudela-
ire'den DostKörpe'nın çevırdiğı
"Edgar Allen Poc Üzerine Not-
lar". Rüstem Aslan'ın "Frank-
furt Kitap Fuan'ıun Ortaya Çı-
kışL Gelişmesi ve Kitap Fuarlan-
nın Günümüzdeki tşlevi Üzeri-
ne" ve Taner Av'ın "Dünyamtn
Batıklaşüran Sembolter", Rüs-
tem Aslan'ın "Bozkırkurdu mu
Kitapkurdu mu?". J. L. Bor-
ges'in. Çetin Bariz tarafından
çevnlen "Tango'nun Tarihçesi"
başlıklı yazısı okunabılır.
13. TLTAP lstanbul Kitap Fu-
an dolayısıyla MürşitBalabanb-
lar, Metıs Yayınlan. Oğlak Ya-
vınlan, Yapı Kredı Yayınlan Dış
llışkiler KoordinatörüAvşeSfliv-
ri ve Altıkırkbeş Yaym, "Kitap
fiıarlanıun yaranna inanıyor
musunuz; inanıyorsanız külrür
hayahmıza katkılan nelerdir? /
tyi bir kitap fuan sizee nasıl ouna-
lıdır" sorulannı yanıtlıyor.
Dergınin yenı sayısında Ru-
ben Dario'nun "Nymphe (Su fle-
risi)" adlı öyküsüyle. "BirHüs-
nühat İsterdim Kûfiden", "Âşık
Değüsen F.ğcr. Bırak Kapını Çal-
sm Aşk", "Yok Ölüme Çare",
"Hüzünle, Derin HüzünleJ" ve
"Bahar DenüerT başlıklı şiırle-
n, aynca Roald Dahl'ın "Otos-
topçtı" adlı öyküsü buîunuyor.
Düşler dergısı, ocak-şubat sa-
yısında aynca, okurlara El Yaa-
sı Şiir Irmağı - 21 Şair adlı bir şı-
ır seçkisi de sunuyor. Hilmi Ya-
vuz, Ataol Behramoğlu. Eray
Canberk, Abdülkadir Budak,
Hulki Aktunç, Tuğrul Tanyol,
Haydar Ergülen, Oktay Taftah,
Metin Celal, Metin Cengiz, Le>-
la Şahin, Yusuf AJper, Oğuzhan
Aka>, V.B. Ba> nl, Merih Akoğul,
Hasan Oztoprak, Osman Hakan
A, Irfan \ üdız,Osman Çakmak-
çı ve Alper Çeker'ın şıırlennin
yeraldığı seçkıde, şıırlerin elyaz-
ması kopyaları da buîunuyor.
Maçka Sanat Galerisi'nde sergisi süren Aliye Berger Boronai'nin sanatı üzerine...
Lnge ürethni ve sonsuztuk sarmah
NECMt SÖMV1EZ
Aliye Berger Boronai'nin çağ-
daş Türk sanatı içindeki yerini,
önemıni belirleyebilmek ıçin ön-
celikle onun kişiliği etrafında
örülen efsanelerden, hikâye ve
söylemlerden sıynlarak. içınde
sadece onun "sanatı''nın yer al-
dığı geniş çaplı bir daire çizmek
gerekıyor. Çevre faktörlennden
kurrulup bu dairenin merkezine
doğru ilerlemeye başladığımız-
da. Berger'in 1947-74 yıllan ara-
sında gerçekJeştirdiği çalışmala-
nndan yansıyan güçlü, kendin-
denleşmiş sanatsal dinamiklerle
karşılaşıyoruz.
Bunlar ımge üretme, imge do-
laşımı alanlannda yoğunlaşıp,
sanatçının sürekli olarak dene-
melerde bulunmasından kaynak-
lanan "araştınnacıçizgi''yle bir-
leşerek, "o dairenin" merkezin-
de öncesiz, sonrasız ve zamansız
bir sanatçıyla baş başa kalınaca-
ğına işaret ediyor.
Başından itibaren
'imge'rtin peşinde
"Gravüre yöneimem bir fela-
ketten örürü oldu; zevcemi ka>-
betmemden." Sanat yaşamına bu
büyük acının eteklerinde başla-
yan Bergen, siyah-beyazın bü-
yük bir önem taşıdığı gravür sa-
narında, çizgileriyle, lekeleriyle
başından itibaren bir "imge"nin
peşine düşmüş oluyordu böyle-
ce. Tıpkı yitik zamanın peşinde-
kı yazarlar gibi, onun da gravü-
rü tanımaya başladığı ilk yıllar-
da sürekli olarak eşi Carl Ber-
ger'i çizdigini, anılanndakı de-
taylann ızini sürdüğünü görüyo-
ruz Boşuna değil bu uğraş. Çiz-
gilerini bilinen gerçekliğin dışı-
na taşıran sanatçının, teknik ye-
terlilik gerektiren gravür sanatı-
nın katı kalıplannı aşarak giriş-
tiği "jaratma" eylemi, onun bir-
bınnın aynı hiçbir gravürü olma-
masında kendıni göstermiştir.
Böylece Berger'in kimlıgınde
çatallanan ikı ana izlek kendini
okunur kılıyor. Bunlardan ılki,
sürekli olarak "imge"nin peşin-
de olmak, ikincisiyse sanatın
teknik sorunlannı bir tarafa ite-
rek sadece "imge"ye özgü bir ke-
relik renk ve form birlikteliğini
araştırmak.
Küçük notlamalardan
oluşan dizgeler
1947-50 y ıllan arasında Lond-
ra'da John Bucland VVright Atöl-
yesi'ne devam eden sanatçının
bu yı1larda gerçekleştirmiş oldu-
ğu gravürlerinin tamamı, kimi
zaman bir parçası, kimi zaman
da bir ya da birkaç öğesi aynı
noktanın etrafında dönen duygu-
lann, heyecan ve üzüntülenn
notlanyla dolu. Aliye Berger'de
benı ilgılendiren, "imge arayı-
şı"adını verdigim bu küçük not-
lamalardan oluşan dizgeler. Carl
Berger. Büyükada ve güncel ya-
şamdan detaylar olarak da özet-
lenebilecek olan ilk dönem çalış-
malannda sanatçı bunlardan yo-
la çıkarak yaşamının tüm dönüm
noktalannı, gitgide genişleyen
daıreler içinde e!e alır. Her daire-
nin içinde duran imge öbekleri-
çözmeye çalışırsak, bunlar
Aliye Berger'in çevresinde geli-
şen özgün sanatı "anlamakta'*
kullanabileceğimız en kapsamlı
dizgeler durumuna gelecektır.
1951'de lstanbul'a geri dön-
mesinden 1954'edek sanatçının
ele aldıgı temalan "iç mekânlar"
ve "içsel peyzajlar" olarak iki
gruba ayırmak mümkün Oda,
mutfak, pencere, sandık odası.
merdiven gibi, "iç mekânlan"
ele alan çalışmalannda ve Büyü-
kada'daki Isatepe'vi, Çamlık'ı.
Iskele'yi konu eden ıçsel peyzaj-
lannda Bergen. kendı psıkolojik
durumunu, kompozisyonlannda
kuliandığı nesnelenn yardımıy-
la bir "gerçeklik" olarak yorum-
layıp ona anlam veriyor. Onun
kompozisyonlannda sıradan. ba-
sıt gibi görünen nesnelerin (şam-
dan, süpürge. ayna, keman, şem-
siye vs.) metaforik bir karakter
kazanması, birbırinin tabanını
oluşturan bir dızi imgenin ürünü,
sonucu olabiliyor. Bu bağlamda
sanatçının son derece kendine
özgü olarak gelıştirdığı "çizgiseJ-
Kk"ten, çizgi devinıminden bah-
setmek mümkündür.
Tekrar bakmak, onu
büyûteç alfana almak
Aslında sanatçının çizgileri
son derece yalın; anlatmak ıste-
dıği bir çırpıda okunabiliyor.
Ama bu çizgileri yorumlamaya
çalıştıgımızda. kimi zaman hıç
kavranamayacak denli özel de
olabilıyorlargaliba. Buda sanat-
çının "kapah imgetere" kayan ki-
şisel tavnnın, iç dünyasının esra-
rengizliğinden ka>naklanıyorol-
sa gerek. Bu özellığı anlaşılır kjl-
marun tek yolu. Aliye Berger'e
daha iyi ve uzun süre bakmak,
tekrar bakmak ve onu bir büyü-
teç altına almak.
1954'te Yapı Kredi Banka-
sı'nın açtığı resim yanşmasında
jüri üyesi olan uluslararası ünlü
sanat tarihçileri, bu yanşma için
ilk kez yağlıboya ile çalışan Ali-
ye Berger'e vermişlerdi birinci-
lık ödülünü. Bu ödül, sanatçının
renklerle de "imge üretimini"
sürdürebıldığinın kanıtı olarak,
AJıye Berger'in sanatında bir dö-
nüm noktasını teşkıl ediyor. Ya-
şayabılmek ıçin değışiklik yap-
manın gereklılığıne, imgelenn
durmadan düzenlenilmesi gerek-
tığıne ınanıyordu sanatçı. "Gü-
neşin Doğuşu" ısmıni verdiğı bü-
yiik tablosunda. resme konu olan
imgenin sonsuz bir devinim ıçın-
de olduğunu. renklerinse çılgın-
ca birbirleriyle çarpıştığını gö-
rüyoruz.
nı
Çagdaş Türk sanatının sıradı-
şı "başyapıttanndan" biri olan
bu kompozisyon, bana bir hayat
dersi gibi gelmiştır. Çünkü bura-
da sergılenen "gerçekük". dün-
yadan kopmuş kuru bir form
araştırması değildir. Tersine, ha-
yatın, zamanın sarkacında bir
ıleri geri giden vahşi ritmini ya-
kalamış, ama bunu ancak gerçek
bir sanatçının sahip olduğu filt-
reden geçirerek, düzayak bir öy-
küden kurtanp "yorumlayabU-
miştir." Berger'in "hayaü" bu
resmine konu etmesi, ımge üre-
timi gücünde, bir bozma-yeni-
den kurma gücü görmesinden
ötürüdür.
Türk kültürünûn
kendine has özeüikleri
Tablonun sağ alt köşesınde gö-
rülebılecek olan karartılan ve
guneşin sağ tarafindaki kahve-
rengi lekeleri, kompozisyonun
tamamındaki renk coşkusunu
yatıştırmaya yönelik "karşı" ta-
sanmlar olarak değerlendirebili-
riz. Bu yüzden "Guneşin Doğu-
;un
nda, sanatçının iç dünyasın-
dan alıp imgelerine kattığı bir ya-
şanmışlık vardır. Bu yaşanmışhk
yeniden üreyerek başka çalışma-
lara, özellikle de renkli gravürle-
re kaynaklık edecektir.
Gerçekleştirmiş olduğu yüz-
lerce gravüre paralel olarak sayı-
ca fazla olmayan renkli gravür-
ler de üretmiş olan Berger, tül-
bentlere, kasap ve zımpara kâ-
ğıtlan üzenne tasarladığı bu ça-
lışmalannda başka bir imge di-
zisine açılarak yapıyı aralar.
Renk, Berger'in kimyasını çok
iyı bıldiği, anlatım gücünü son
derece başanlı olarak kendın-
denleştirdiği bir konudur.
"Mevlevfler, Süngerciler. Çif-
tetelli, Karagöz, Davukular"
isimlerinı taşıyan renkli gravür-
lennde (1959-72). sanatçının
rengi düz bir boyama olarak de-
ğil, çizgiye "eşdeğer" bir kom-
pozisyon elemanı olarak kendi
dünyasına kattığı görülür. Tıpkı
çizgilerini olduğu gibi renkleri-
ni de belli bir noktanın etrafında
dönen "sarmaUar" olarak kulla-
nan sanatçı, bu yolla bir bakış
açısını betimliyor. Bu bakışı
oluşturan, yine birtakım imgeler
dizisi. Belli bir düşüncenin, bel-
li bir anda üretmiş olduğu "im-
ge", bir dairenin etrafında döner-
cesine sarmal sarmal oluyor Ber-
ger'in çalışmalannda. Sonsuza
dek dönebılecek güçlen olduğu-
nu duyumsatan bu sarmallar,
Berger'in her çahşmasında, sa-
natçının bıreysel imge dızilenn-
den başlayarak içinde yaşadığı
özel dünyanın çeşitli katmanlan-
nı, bunlann ötesinde de dış çev-
resinin, Türk kültürünûn kendi-
ne has özelliklerini içine alır.
Kendisi etrafinda dönen
bir daire
Yazımın başında, Aliye Ber-
ger'i kendisi etrafinda dönen bir
dairenin içinde değerlendirmek
gerektiğini savunmuştum. Evet,
o kendine özgü dünyasında im-
ge sarmallanyla sürekli olarak
dönen. yenı imgeleri çoğaltan,
yayan. ileten bir Aliye Berger
"yaşamaktadır."
Eleştirmen Bloom
yazın tarihini sorguluyor
Kültür Servisi - The Sunda> Times'ın
haftalık kitap ekmde çıkan bir yazıda,
Amerika'nın en önemlı eleştirmenlerin-
den bıri olan Harold Bloom'un son çıkan
ve yazın tarihine ışık tutan 'The Canon'
adlı kitabı yorumlanıyor. Harold Bloom,
Amenka'nın en önemli ve seçkın eleştir-
menı. Zırvede olması, yazdığı kitabın ver-
diği mesaja, rahatsız edıci bir ağırlık ve
önem kazandınyor. Bu da politik doğru-
luğun, Amerikan ünıversitelerinde, yazın
çalışmalannı ortadan kaldırması.
Feministleri, Marksistleri ve Afrika kö-
kenlileri içeren "Ofke Ekolü. Bloom'un
belirttiği gibi Batı geleneğinden gelen bü-
yük yazarlara duyulan güvenin ortadan
kalkrnasına ve onlann şimdi, etnik ve cin-
sel yönden aynmcı baskınm gizli ajanla-
n olarak görülmesme yol açtı. Bloom'un
önemsenmeye değmez estetik değerlere
sahıp olduklannı söyledıği yeni ve "yeni-
den keşfedilmiş" siyah ve kadın yazarlar,
bu klasık yazarlann yerini aldı.
Bloom, bu devnmde, suçluluk duygu-
sunun da büyük bir rolü olduğunu öne sü-
rüyor. Solcu akademisyenler, bütün ya-
şamlannı kitap okumakla geçirdiklerinin
düşünülmesinden utanarak politik ve sos-
yal değişikhklere katılıyormuş gibi yap-
maya başladılar Bu arada, kitap okumak,
televizyon ve dığer zararlı şeylenn etki-
siyle. hemen hemen tarihe kanştı. "Yal-
mzca bir avuç öğrenci, kitap okuma konu-
sunda gerçek bir tutkuyla Yale Üniversi-
tesi'ne girijor arük" diyor Bloom. Yazı-
nı sevenlerin, Bloom'un söylediklerine
kayıtsız kalması olanaksız. Bakış açısı
Amerikalı, ama şikâyetçi olduğu belirti-
ler îngiliz üniversitelerinde de görülebi-
lir. Günümüzde tngiliz yazını çalışmala-
n dar fıkirli olarak nitelendiriliyor ve kûl-
türel çahşmalar ya da eleştiri kuramıyla
yer değiştiriyor. 1960'lardan beri, kabul
görmüş önemlı yazarlann "temel kitap-
lan", resmi görüşün çevirdiği dolaplan
temsil ettikleri ve aykın sesleri bastırdık-
ları gerekçesıyle saldınya uğruyor.
Bloom'un bu suçlamaya verdiği yanıt.
hem inandıncı hem de birçok sıradan
okurun sağduyusuyla aynı çizgide. "Te-
mel kitaplar, kummlar tarafından icat
Klasiklerin muhteşem dönüşü
edilmedi, vainızca onlardan bir şeyler öğ-
renebileceklerini düşünerek kendiierini
geçmişin > azariany la özdeşleştiren yazar-
lar tarafından belirlendrdiyor Bloom. Bu
"güçlü" \e etkilı yazarlar, temel anlam-
da uygun görüldüler, çünkü onlan okuyup
öğrenmedikçe, yazın tarihinin nasıl geliş-
tiğini anlamak olanaksız. Temel kitapla-
nn gelişimini gösterebilmek için Bloom,
Dante'den Beckett'a kadar 26 yazan ele
alıyor ve onlan bu kadar etkili kılan şe-
yin ne olduğunu araştınyor. Chaucer ve
Montaigne'den etkilenen Shakespeare'i
Batı temelinin merkezine yerleştiriyor.
Daha sonra Mitton, Dr. Johnson ("Batı
yazın eleştirisinin en bü>üğü"X Goethe,
Ibsen, Freud (psikanalizi Shakespe-
are'den öğrenmişti) ve Jayce geliyor. Blo-
om'un romancılar için çıkardığı soyağa-
cı Cervantes'ten başlıyor, Austen, Dic-
kens, George Eliot, Tobtoy, Proust, VVoolf
ve Kafka'ya kadar uzanıyor. Çağdaş şi-
ırın yaratıcısı olarak gösterilen W>rds-
worÖı'ün roman üzerinde de etkisi oldu-
ğu belırtiliyor. Moliere, Montaignedışın-
da. antolojide yer verilen bir başka Fran-
sız yazar. Kıtapta söz edilen Amerikalı-
lar da \Vhitman ("Amerikan temelinin
merkezi") ve Emily Dkkinson (Bloom,
Dickinson'ın, Shakespeare'den sonra ge-
len yazarlann en akıllısı olduğunu söylü-
yor). Whitman'ın mirasçılan Borges, Ne-
ruda ve Pessoa, Latin Amerika ve Porte-
kiz'i temsil ediyor.
Bloom, temel kitaplar ya da yazarlar
arasına girmesi olası diğer yazıncılan da
milliyetlerine ve klasik dönem, Rönesans
ve Augustan dönemi (15.-18. yüzyıllar),
19. yüzyıl ve çağdaş zamanlar olarak be-
lirlenen dört çağa göre ayınyor. Seamus
Heaney, bu sınıflamaya giren yaşayan bir-
kaç şairden biri. Ted Hughes ve Syhia
Plath. bu bölümde yer almıyor. Bloom,
bütün temel yazarlann ortak özellikleri-
nin "tuhaflık" olduğunu ileri sürüyor.
Dante'mn Beatrice'i azizelik mertebesi-
ne yukseltmesi, dindar Katolikler için bü-
yük bir saygısızhktı. Milton'ın "Yitik
Cennet"i de Ortodoks Hıristıyanlık için
bilim kurgu romanı gibiydi. Faust'un 2.
bölümü, PeerGynt ve Kafka'nın öyküle-
n de aynı şekilde tuhaf.
Bloom, saldırganlık içgüdüsünü doyu-
ma ulaştırmak ve kilisenin ya da devletin
ahlak kurallanndan kurtulmak için kitap
okuduğunu itiraf ediyor. Bloom, yazmın,
farklı bakış açılannı aşılama ve bu şekil-
de saldırganlık yerine kişinin kendinden
şüphe duyması ve kendisiyle alay etmesi
gibi özellikleri geliştirme kapasitesinden
(Montaigne ve Austen'a mınnettarlığını
belirterek) söz ediyor, ama yine de bun-
dan pek etkilenmemişe benziyor. En yo-
ğun olarak kuliandığı benzetme, çatışma.
"Bir yazar, yalnızca estetik gücüyle temel
kitaplar arasında yer a!abilir"diyor Blo-
om. Bu yazarlann, her çağda, ekonomik
ve politik güçlerle işbirliği yaptığını da
ekliyor. Aslında, Bloom'un kültürün te-
meli olarak rekabet, başan ve seçkinlik
üzerinde durması, Amerikan eğitim sis-
teminin yüksek paralar verilen megastar-
lannın ve piyasa güçlerinin bir ürünü ve
Bloom'un kendisini de yaratan gelişme-
nin bir sonucu.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Ünivepsite Hocalığı, Bilim
ve Politika
Kavram kargaşalarının günlük yaşam uygulamasına
doğrudan yansıması, özellikle genel eğitilmişlik düzeyi açı-
sından sallantılı zeminlerde çoğu kez yanlış beklentilerin
ve değerlendirmelerin ortaya çıkmasına neden olur. Bilin-
diği gibi, genel mantık kuralları çerçevesinde, birkavramın
rasgele bütün alanlarda kullanılabilmesi gibi bir olanak, söz
konusu değildir.
Tıpkı 'üniversite hocalığı' kavramının politikada kullanı-
lamaması gibi...
Üniversite hocalığı, yalnızca bilim kökenli, yalnızca bi-
limsel araştınmalar ve bilimsel eğitim bağlamında işlev ta-
şıyabilen, taşıması gereken bir kavram ve bir unvandır. Bu
unvanın aktif politikada kullanılması, onun taşıyıcısının üni-
versite ile ilişkisini kesip politikaya atılması, bilimin yansız-
lığı ve doğruyu bulma yolunda ödün tanımazlığı ile, politi-
kanın zorunlu yanlılığı ve türlü denge hesapları arasında
tam bir karşıtlık oluşturur. Ülkemizde profesörlük unvanı-
nı aldıktan sonra üniversiteyle ilişkılerini kesıp politikaya atı-
lanlann hemen hepsinin en azından 'sönmelerinin', çoğu
kez de bir zamanlarki akademik kariyer çizgileriyle hazin
karşıtlıklar oluşturan başarısızlıklar sergilemelerinin temel
nedenı, kanımızca bu noktada aranmalıdır.
Özellikle profesörlük, ülkemizde on yıllardır süren bir
yanlış uygulamanın ne yazık kı aşılamayı başardığı yanlış
ve zararlı bir inancın aksine, vanlan bir 'son nokta' değil,
ama bilimsel çalışmalar bağlamında 'asıl başlangıç nok-
tası' niteliğindedir. 'Olması gereken' açısından olaya ba-
kıldığında, profesöıiüğe ulaşan bilim adamı, birikimleri açı-
sından en verimli dönemindedir ve gerek bilime, gerekse
bilimsel eğitime katkılan asıl o evrede başlayacaktır. Bu 'ol-
ması gereken', bir kez unvanlarına kavuştuktan sonra üni-
versiteleriyle ilişkilerini yalnızca derslerine girerek -çoğu
kez bunu da savsaklayarak!- sürdüren, onun dışındaki tüm
zamanlarını avukatlık bürolarında, muayenehanelerinde
ya da kliniklerinde veya parıltılı şirketlerdeki görkemh oda-
lannda geçiren, medya sütunlarına ve ekranlanna bilimsel
başanlanyla ve yazdıklan eserierle değil, fakat gösterişli da-
valarla ve yine 'gösterişli' ameliyat ücretlenyle yansıyabi-
len, biryandan öğrencilerine 'adalet' düşüncesini öğretir-
ken, adlıye kondorlannda aldığı rüşvetin 'gereğini yerine
getirmemış' birinden o rüşveti geri almak için dava açtık-
larını açıkça söyleyebilecek kadar unvanlannı çamura bu-
lamaktan çekinmeyen 'bilim(!) adamlan' için elbet geçer-
li değildir!
Sözümüzü yine 'olmasıgereken' bağlamında sürdürür-
sek, bilim adamlannın aktif politikaya gırmelerını clumsuz
karşılamamız, kesinlikle onlann politikaya uzak kalmalan
gerektiği yolunda anlaşılmamalıdır. Yalnızca bilim adamı
değil, ama hiçbir düşünen insan, politikadan, başka deyiş-
le yönetenlerle yönetilenler arasındaki ılişkiler bütünün-
den, bu konuda düşünceler üretme ve bunları başkalany-
la tartışma eyleminden uzak kalamaz. Fakat burada çok
dikkat edilmesi gereken ince bir aynm vardır: Bilim ada-
mının 'polıtikliği', genelde -yıllanmış birikimlerinin besle-
diği- düşünceleri aracılığıyla gerçekleştirdiği bir danışma
ve yol gösterme eylemiyle gerçek anlamda etkinlik kaza-
nabilen bir politiklik konumudur; bilim alanında hak edil-
miş otorite, öteki alanlara yine kökenine aykın kaçmaya-
cak araçlarla, yazılarla, kitaplaıia ve türlü açıklamalarla
yansıyabildıği ölçüde yanıtlar getirir, yeni ve üretken soru-
lann gündeme gelmesini sağlayabilir. Öte yandan üntver-'
sitede, öğrencilerie kurulan ilişkinin, bir tür 'geleceğin bi-
linçlerine çok boyutluluk kazandırma' eylemi olduğu da
unutulmamalıdır, çünkü üniversite düzeyındeki eğitimin
özü, konulann belletilmesi değil, ama o konular üzerinde
düşünce üretme'run yollannın gösterilmesıdir.
Üniversite yaşamını noktalayıp aktif pofıtikaya atılmak -
bu, herkesin olduğu kadar örneğin bir profesörün de tar-
tışılamayacak özgürlükleri arasındadır. Gelgelelim, özgür-
lüklerin kullanılmasının, onlann taşıyıcılannı çeşitli iç hesap-
laşmalara ginşme yükümlülüğü altına soktuğu/sokması
gerektiği de tartışmasız bir gerçektir. Bir bilim adamı 'ülke
yararlan' gerekçesıyle universiteyi terk edip politikaya atıl-
mış olabilir. Ama özellikle Türkiye gibi bir ülkede, gelece-
ği biçımleyecek kuşaklara düşüncenin ağırlığını benim-
setmek gerçekten saygın bilimsel geleceklerin oluşması-
na katkıda bulunmak, bunlar aracılığryla, hangi konuda
olursa olsun, bilginin yol göstericiliğindeki tartışmanın ve
diyaloglann önemini kanıtlamak, üniversite kurumunu pek
çok konuda ağırlıklı 'son sözlerin' kaynağına dönüştürmek
- bütün bunlar da 'ülke yararian'ndan değil midir?
Sanınz tartışmaya değer...
Hoşgörü Karikatürleri Sergisi'
• Kültür Servisi- Kankatürcüler Dernegi; 1995 Bırleşmiş
Milletler Dünya Hoşgörü Yılı nedeniyle yann Karikatürcüler
Derneği'nde "Hoşgörii Karikatürleri Sergisi" açıyor.
Kankatürcüler Derneği bu sergi üzenne şunlan söylüyor:
"Bırleşmiş Milletler 1995 yıhnı bizden habersız bir şekilde
Dünya Hoşgörü Yılı ilan etmiş. Biz karikatürcülerin hazırlıksız
yakalandıklannı zannederlerse hava alırlar... Bizler
kankatürlerimizı yaklaşık 4 yıl önce çızdik. 1992 Yunus Emre
Sevgi-Hoşgörü Karikatürlen başlığı altında sergıler açıp albüm
bile basmıştık. Bu geçen yıllar içinde Birleşmiş Milletler
Teşkilatı örnek olarak Sırplara epey 'hoşgörülü' davrandılar.
Belkı de günah çıkanyorlar." Sergi. 3 mart tarihine dek açık
kalacak.
Özel Moda Eğitim Kupumlan'ndan
nesim yanşması
• Kültür Servisi- Bu yıl 30. kuruluş yılını kutlayan Özel Moda
Eğitim Kurumlan, lstanbul il sınırlan içinde oturan ve
1.1.1979-31.12.1989 tarihleri arasında doğan çocuklara
yönelik bir resim yanşması düzenledı.
"Benım lstanbulum" konulu, üç ayn yaş gnıbunda yapılacak
olan ve toplam 15 adet ödülün verileceği yanşmanın son
katılma tanhi 22 mart. Ödül töreni ve sergisi Altunizade
Capitol Alışveriş ve Eğlence Merkezi'nde yapılacak olan
yanşmanın jürisi, Basın Müzesi Galenlen yöneticisi ve ressam
Mine Arasan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi Heykel
Bölümü öğretim üyesı Doç. Ferit Özşen,
Miliiyet gazetesi ve Mıllıyet Sanat dergisi yazan ve eleştirmen
Ahmet Köksal, pedagog Suna Tanaltay ve ressam Muzaffer
Akyol'dan oluşuyor. Yapıtlann teslim adresi,
Özel Moda Lisesi llkokulu, Şifa Sok. No.43/Kadıköy (0216
346 91 37).
Amerikalı tiyatro yönetmeni George
Abbott öldü
• MIAMI BEACH (AA>- ABD'de uzun yıllar boyunca gerek
yönetmen, gerek oyun yazan ve oyuncu olarak tiyatro sanatma
emek veren George Abbott önceki gün öldü. 107 yaşındaki
Abbott, tıyatroyla 1913 yılında tanışmış. öldüğü güne kadar da
tiyatroyla ıç ıçe yaşamıştı. 120"den fazla müzikal ve oyuna
ımza atan George Abbott, 1960 yılında Pulitzer ödülünü
almıştı. ilk çıkışını 1926 yılında yönettiği "Broadway"
müzıkaliyle yapan. 1989 yılında "Frankestein" filmini
sahneye uyarlayarak yönetmiş ve bu çalışmasıyla büyük bir
başan elde etmişti. "Tiyatroyla ilgili bir iş yapmadan
yaşayamam" diyen sanatçı, Broadvvay'in "Damn Yankees" ve
'"The Pajama Game" adlı oyunlanna da imza atmıştı.