29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 ŞUBAT 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Değişik bir anlayışla Tigaro'nun ıü' Kültür Servisi - lngıltere'de Mozart'ın 'CosiFanTırtte-Bü- tün Kadınlar Böyle Yapar- lar'adlı operasmın, ûnlü Ital- yan modacı Armanitarafindan hazırlanan modern kostümler- le sergilenmesinin ardmdan. Glasgow'da da 'Figaro'nun Düğünü' değişik bir anlayışla 20. yüzyıla taşınıyor. David Leveaıut tarafından Glasgovv Kralıyet Tıyatro- su'nda sahneye konan ve cin- sellik öğesinin ön plana çıka- nldığı fskoç Operası'nın bu prodüksiyonunda, Marcellina, en göz kamaştıncı ve cazibeli kadın olarak ön plana çıkanlı- yor. Bu rolü üstlenen Fiona Kimm, Ava Gardner, Sophie Loren ve Gina Lollobrigi- da'nın bir kanşımı adeta. Jonathan Miller'ın sahneye koyduğu 'Cosi Fan Tutte' gibi, Leveaux'nun 'Figaro'su da modern kostümlerle sergileni- yor. Kontes"ın, hizmetçısi Su- sanna'nın ve özellikle de Figa- ro'nun annesinin gıysilen, 1920-1950 yıllan arasındaki herhangı bırdönemi çağnştın- yor. Leveaux, 'Rgaro'nun Düğü- nü'nün cinsel dürtülerle ilgili olduğunu duşünüyor. Bu ne- denle uvertürde birkaç çiifti, bi- raz karanlık bir sandık odasın- da buluşturuyor. Sonradan bu odanın Susanna ve Figaro'nun da buluşma yeri olduğu anlaşı- lıyor. Uveıîür sırasında perde açıhnca, seyirci adeta bir kos- tüm deposunun sandık odasıy- la karşılaşıyor. Bu odaya sıra sıra giren çıftler uy gunsuz du- rumlardagörülüyorlar. Kendı- lerinı gözetleyen Basilio'yu fark etmiyorlar tabii... Bürün bunlar garip bir biçimde erotık bir 'Figaro' prodüksiyonunun ortaya çıkmasına neden olu- yor. Ancak bu prodüksıyonda cinselliğın ön plana çıkanlma- sıyla, olaylar örgüsünün dü- ğümlendigi ve heyecanın do- ruğa ulaştığı kimı bölümler et- kısini yitıriyor. 'Düşler' 8. sayıyla yeniden çıkıyor Kültür Servisi - Iki ayda bir >a- yımlanan kültür \e sanat dergısı Düşler, bir süre aradan sonra se- kızıncı sayısıyla okurlanna ulaş- tı. Dergınin bu sayısında Cç Çi- çek dergısıne aynlan dosyada Oktav Taftalı'nın "Toplumsal Nedensellik ve Gecmişte Lç Çi- çek Dergisi"', Tuğrul Tamol'un "ÜçÇiçek Dergisi ve80'ti VıUar", Yletin CelaTın ~\ ülar Sonra Üç Çicek'le Beraber" başlıklı yazı- ları yer alıyor. Bu sayıda Adnan Özer'ın "Ya- zarlar ve Yazar Örgütlenmesi Üzerine Düşünceter" başl ıklı ya- zısıyla, Hulki Aktunç'un "Bir Şeyin Varoluşu" (V, VI, VII, VI- 11). Halil tbrahim Özcan'ın "Gü- rültü Acelesi" ve Rüstem As- lan'ın "Bu Hayattan O Tenha- ya". "Süriildüğüm Adar başlık- İı şıirlennın yanı sıra Abdülkadir Budak'la yapılmış bir söyleşi yer alıyor. Dergıde aynca C. Baudela- ire'den DostKörpe'nın çevırdiğı "Edgar Allen Poc Üzerine Not- lar". Rüstem Aslan'ın "Frank- furt Kitap Fuan'ıun Ortaya Çı- kışL Gelişmesi ve Kitap Fuarlan- nın Günümüzdeki tşlevi Üzeri- ne" ve Taner Av'ın "Dünyamtn Batıklaşüran Sembolter", Rüs- tem Aslan'ın "Bozkırkurdu mu Kitapkurdu mu?". J. L. Bor- ges'in. Çetin Bariz tarafından çevnlen "Tango'nun Tarihçesi" başlıklı yazısı okunabılır. 13. TLTAP lstanbul Kitap Fu- an dolayısıyla MürşitBalabanb- lar, Metıs Yayınlan. Oğlak Ya- vınlan, Yapı Kredı Yayınlan Dış llışkiler KoordinatörüAvşeSfliv- ri ve Altıkırkbeş Yaym, "Kitap fiıarlanıun yaranna inanıyor musunuz; inanıyorsanız külrür hayahmıza katkılan nelerdir? / tyi bir kitap fuan sizee nasıl ouna- lıdır" sorulannı yanıtlıyor. Dergınin yenı sayısında Ru- ben Dario'nun "Nymphe (Su fle- risi)" adlı öyküsüyle. "BirHüs- nühat İsterdim Kûfiden", "Âşık Değüsen F.ğcr. Bırak Kapını Çal- sm Aşk", "Yok Ölüme Çare", "Hüzünle, Derin HüzünleJ" ve "Bahar DenüerT başlıklı şiırle- n, aynca Roald Dahl'ın "Otos- topçtı" adlı öyküsü buîunuyor. Düşler dergısı, ocak-şubat sa- yısında aynca, okurlara El Yaa- sı Şiir Irmağı - 21 Şair adlı bir şı- ır seçkisi de sunuyor. Hilmi Ya- vuz, Ataol Behramoğlu. Eray Canberk, Abdülkadir Budak, Hulki Aktunç, Tuğrul Tanyol, Haydar Ergülen, Oktay Taftah, Metin Celal, Metin Cengiz, Le>- la Şahin, Yusuf AJper, Oğuzhan Aka>, V.B. Ba> nl, Merih Akoğul, Hasan Oztoprak, Osman Hakan A, Irfan \ üdız,Osman Çakmak- çı ve Alper Çeker'ın şıırlennin yeraldığı seçkıde, şıırlerin elyaz- ması kopyaları da buîunuyor. Maçka Sanat Galerisi'nde sergisi süren Aliye Berger Boronai'nin sanatı üzerine... Lnge ürethni ve sonsuztuk sarmah NECMt SÖMV1EZ Aliye Berger Boronai'nin çağ- daş Türk sanatı içindeki yerini, önemıni belirleyebilmek ıçin ön- celikle onun kişiliği etrafında örülen efsanelerden, hikâye ve söylemlerden sıynlarak. içınde sadece onun "sanatı''nın yer al- dığı geniş çaplı bir daire çizmek gerekıyor. Çevre faktörlennden kurrulup bu dairenin merkezine doğru ilerlemeye başladığımız- da. Berger'in 1947-74 yıllan ara- sında gerçekJeştirdiği çalışmala- nndan yansıyan güçlü, kendin- denleşmiş sanatsal dinamiklerle karşılaşıyoruz. Bunlar ımge üretme, imge do- laşımı alanlannda yoğunlaşıp, sanatçının sürekli olarak dene- melerde bulunmasından kaynak- lanan "araştınnacıçizgi''yle bir- leşerek, "o dairenin" merkezin- de öncesiz, sonrasız ve zamansız bir sanatçıyla baş başa kalınaca- ğına işaret ediyor. Başından itibaren 'imge'rtin peşinde "Gravüre yöneimem bir fela- ketten örürü oldu; zevcemi ka>- betmemden." Sanat yaşamına bu büyük acının eteklerinde başla- yan Bergen, siyah-beyazın bü- yük bir önem taşıdığı gravür sa- narında, çizgileriyle, lekeleriyle başından itibaren bir "imge"nin peşine düşmüş oluyordu böyle- ce. Tıpkı yitik zamanın peşinde- kı yazarlar gibi, onun da gravü- rü tanımaya başladığı ilk yıllar- da sürekli olarak eşi Carl Ber- ger'i çizdigini, anılanndakı de- taylann ızini sürdüğünü görüyo- ruz Boşuna değil bu uğraş. Çiz- gilerini bilinen gerçekliğin dışı- na taşıran sanatçının, teknik ye- terlilik gerektiren gravür sanatı- nın katı kalıplannı aşarak giriş- tiği "jaratma" eylemi, onun bir- bınnın aynı hiçbir gravürü olma- masında kendıni göstermiştir. Böylece Berger'in kimlıgınde çatallanan ikı ana izlek kendini okunur kılıyor. Bunlardan ılki, sürekli olarak "imge"nin peşin- de olmak, ikincisiyse sanatın teknik sorunlannı bir tarafa ite- rek sadece "imge"ye özgü bir ke- relik renk ve form birlikteliğini araştırmak. Küçük notlamalardan oluşan dizgeler 1947-50 y ıllan arasında Lond- ra'da John Bucland VVright Atöl- yesi'ne devam eden sanatçının bu yı1larda gerçekleştirmiş oldu- ğu gravürlerinin tamamı, kimi zaman bir parçası, kimi zaman da bir ya da birkaç öğesi aynı noktanın etrafında dönen duygu- lann, heyecan ve üzüntülenn notlanyla dolu. Aliye Berger'de benı ilgılendiren, "imge arayı- şı"adını verdigim bu küçük not- lamalardan oluşan dizgeler. Carl Berger. Büyükada ve güncel ya- şamdan detaylar olarak da özet- lenebilecek olan ilk dönem çalış- malannda sanatçı bunlardan yo- la çıkarak yaşamının tüm dönüm noktalannı, gitgide genişleyen daıreler içinde e!e alır. Her daire- nin içinde duran imge öbekleri- çözmeye çalışırsak, bunlar Aliye Berger'in çevresinde geli- şen özgün sanatı "anlamakta'* kullanabileceğimız en kapsamlı dizgeler durumuna gelecektır. 1951'de lstanbul'a geri dön- mesinden 1954'edek sanatçının ele aldıgı temalan "iç mekânlar" ve "içsel peyzajlar" olarak iki gruba ayırmak mümkün Oda, mutfak, pencere, sandık odası. merdiven gibi, "iç mekânlan" ele alan çalışmalannda ve Büyü- kada'daki Isatepe'vi, Çamlık'ı. Iskele'yi konu eden ıçsel peyzaj- lannda Bergen. kendı psıkolojik durumunu, kompozisyonlannda kuliandığı nesnelenn yardımıy- la bir "gerçeklik" olarak yorum- layıp ona anlam veriyor. Onun kompozisyonlannda sıradan. ba- sıt gibi görünen nesnelerin (şam- dan, süpürge. ayna, keman, şem- siye vs.) metaforik bir karakter kazanması, birbırinin tabanını oluşturan bir dızi imgenin ürünü, sonucu olabiliyor. Bu bağlamda sanatçının son derece kendine özgü olarak gelıştirdığı "çizgiseJ- Kk"ten, çizgi devinıminden bah- setmek mümkündür. Tekrar bakmak, onu büyûteç alfana almak Aslında sanatçının çizgileri son derece yalın; anlatmak ıste- dıği bir çırpıda okunabiliyor. Ama bu çizgileri yorumlamaya çalıştıgımızda. kimi zaman hıç kavranamayacak denli özel de olabilıyorlargaliba. Buda sanat- çının "kapah imgetere" kayan ki- şisel tavnnın, iç dünyasının esra- rengizliğinden ka>naklanıyorol- sa gerek. Bu özellığı anlaşılır kjl- marun tek yolu. Aliye Berger'e daha iyi ve uzun süre bakmak, tekrar bakmak ve onu bir büyü- teç altına almak. 1954'te Yapı Kredi Banka- sı'nın açtığı resim yanşmasında jüri üyesi olan uluslararası ünlü sanat tarihçileri, bu yanşma için ilk kez yağlıboya ile çalışan Ali- ye Berger'e vermişlerdi birinci- lık ödülünü. Bu ödül, sanatçının renklerle de "imge üretimini" sürdürebıldığinın kanıtı olarak, AJıye Berger'in sanatında bir dö- nüm noktasını teşkıl ediyor. Ya- şayabılmek ıçin değışiklik yap- manın gereklılığıne, imgelenn durmadan düzenlenilmesi gerek- tığıne ınanıyordu sanatçı. "Gü- neşin Doğuşu" ısmıni verdiğı bü- yiik tablosunda. resme konu olan imgenin sonsuz bir devinim ıçın- de olduğunu. renklerinse çılgın- ca birbirleriyle çarpıştığını gö- rüyoruz. nı Çagdaş Türk sanatının sıradı- şı "başyapıttanndan" biri olan bu kompozisyon, bana bir hayat dersi gibi gelmiştır. Çünkü bura- da sergılenen "gerçekük". dün- yadan kopmuş kuru bir form araştırması değildir. Tersine, ha- yatın, zamanın sarkacında bir ıleri geri giden vahşi ritmini ya- kalamış, ama bunu ancak gerçek bir sanatçının sahip olduğu filt- reden geçirerek, düzayak bir öy- küden kurtanp "yorumlayabU- miştir." Berger'in "hayaü" bu resmine konu etmesi, ımge üre- timi gücünde, bir bozma-yeni- den kurma gücü görmesinden ötürüdür. Türk kültürünûn kendine has özeüikleri Tablonun sağ alt köşesınde gö- rülebılecek olan karartılan ve guneşin sağ tarafindaki kahve- rengi lekeleri, kompozisyonun tamamındaki renk coşkusunu yatıştırmaya yönelik "karşı" ta- sanmlar olarak değerlendirebili- riz. Bu yüzden "Guneşin Doğu- ;un nda, sanatçının iç dünyasın- dan alıp imgelerine kattığı bir ya- şanmışlık vardır. Bu yaşanmışhk yeniden üreyerek başka çalışma- lara, özellikle de renkli gravürle- re kaynaklık edecektir. Gerçekleştirmiş olduğu yüz- lerce gravüre paralel olarak sayı- ca fazla olmayan renkli gravür- ler de üretmiş olan Berger, tül- bentlere, kasap ve zımpara kâ- ğıtlan üzenne tasarladığı bu ça- lışmalannda başka bir imge di- zisine açılarak yapıyı aralar. Renk, Berger'in kimyasını çok iyı bıldiği, anlatım gücünü son derece başanlı olarak kendın- denleştirdiği bir konudur. "Mevlevfler, Süngerciler. Çif- tetelli, Karagöz, Davukular" isimlerinı taşıyan renkli gravür- lennde (1959-72). sanatçının rengi düz bir boyama olarak de- ğil, çizgiye "eşdeğer" bir kom- pozisyon elemanı olarak kendi dünyasına kattığı görülür. Tıpkı çizgilerini olduğu gibi renkleri- ni de belli bir noktanın etrafında dönen "sarmaUar" olarak kulla- nan sanatçı, bu yolla bir bakış açısını betimliyor. Bu bakışı oluşturan, yine birtakım imgeler dizisi. Belli bir düşüncenin, bel- li bir anda üretmiş olduğu "im- ge", bir dairenin etrafında döner- cesine sarmal sarmal oluyor Ber- ger'in çalışmalannda. Sonsuza dek dönebılecek güçlen olduğu- nu duyumsatan bu sarmallar, Berger'in her çahşmasında, sa- natçının bıreysel imge dızilenn- den başlayarak içinde yaşadığı özel dünyanın çeşitli katmanlan- nı, bunlann ötesinde de dış çev- resinin, Türk kültürünûn kendi- ne has özelliklerini içine alır. Kendisi etrafinda dönen bir daire Yazımın başında, Aliye Ber- ger'i kendisi etrafinda dönen bir dairenin içinde değerlendirmek gerektiğini savunmuştum. Evet, o kendine özgü dünyasında im- ge sarmallanyla sürekli olarak dönen. yenı imgeleri çoğaltan, yayan. ileten bir Aliye Berger "yaşamaktadır." Eleştirmen Bloom yazın tarihini sorguluyor Kültür Servisi - The Sunda> Times'ın haftalık kitap ekmde çıkan bir yazıda, Amerika'nın en önemlı eleştirmenlerin- den bıri olan Harold Bloom'un son çıkan ve yazın tarihine ışık tutan 'The Canon' adlı kitabı yorumlanıyor. Harold Bloom, Amenka'nın en önemli ve seçkın eleştir- menı. Zırvede olması, yazdığı kitabın ver- diği mesaja, rahatsız edıci bir ağırlık ve önem kazandınyor. Bu da politik doğru- luğun, Amerikan ünıversitelerinde, yazın çalışmalannı ortadan kaldırması. Feministleri, Marksistleri ve Afrika kö- kenlileri içeren "Ofke Ekolü. Bloom'un belirttiği gibi Batı geleneğinden gelen bü- yük yazarlara duyulan güvenin ortadan kalkrnasına ve onlann şimdi, etnik ve cin- sel yönden aynmcı baskınm gizli ajanla- n olarak görülmesme yol açtı. Bloom'un önemsenmeye değmez estetik değerlere sahıp olduklannı söyledıği yeni ve "yeni- den keşfedilmiş" siyah ve kadın yazarlar, bu klasık yazarlann yerini aldı. Bloom, bu devnmde, suçluluk duygu- sunun da büyük bir rolü olduğunu öne sü- rüyor. Solcu akademisyenler, bütün ya- şamlannı kitap okumakla geçirdiklerinin düşünülmesinden utanarak politik ve sos- yal değişikhklere katılıyormuş gibi yap- maya başladılar Bu arada, kitap okumak, televizyon ve dığer zararlı şeylenn etki- siyle. hemen hemen tarihe kanştı. "Yal- mzca bir avuç öğrenci, kitap okuma konu- sunda gerçek bir tutkuyla Yale Üniversi- tesi'ne girijor arük" diyor Bloom. Yazı- nı sevenlerin, Bloom'un söylediklerine kayıtsız kalması olanaksız. Bakış açısı Amerikalı, ama şikâyetçi olduğu belirti- ler îngiliz üniversitelerinde de görülebi- lir. Günümüzde tngiliz yazını çalışmala- n dar fıkirli olarak nitelendiriliyor ve kûl- türel çahşmalar ya da eleştiri kuramıyla yer değiştiriyor. 1960'lardan beri, kabul görmüş önemlı yazarlann "temel kitap- lan", resmi görüşün çevirdiği dolaplan temsil ettikleri ve aykın sesleri bastırdık- ları gerekçesıyle saldınya uğruyor. Bloom'un bu suçlamaya verdiği yanıt. hem inandıncı hem de birçok sıradan okurun sağduyusuyla aynı çizgide. "Te- mel kitaplar, kummlar tarafından icat Klasiklerin muhteşem dönüşü edilmedi, vainızca onlardan bir şeyler öğ- renebileceklerini düşünerek kendiierini geçmişin > azariany la özdeşleştiren yazar- lar tarafından belirlendrdiyor Bloom. Bu "güçlü" \e etkilı yazarlar, temel anlam- da uygun görüldüler, çünkü onlan okuyup öğrenmedikçe, yazın tarihinin nasıl geliş- tiğini anlamak olanaksız. Temel kitapla- nn gelişimini gösterebilmek için Bloom, Dante'den Beckett'a kadar 26 yazan ele alıyor ve onlan bu kadar etkili kılan şe- yin ne olduğunu araştınyor. Chaucer ve Montaigne'den etkilenen Shakespeare'i Batı temelinin merkezine yerleştiriyor. Daha sonra Mitton, Dr. Johnson ("Batı yazın eleştirisinin en bü>üğü"X Goethe, Ibsen, Freud (psikanalizi Shakespe- are'den öğrenmişti) ve Jayce geliyor. Blo- om'un romancılar için çıkardığı soyağa- cı Cervantes'ten başlıyor, Austen, Dic- kens, George Eliot, Tobtoy, Proust, VVoolf ve Kafka'ya kadar uzanıyor. Çağdaş şi- ırın yaratıcısı olarak gösterilen W>rds- worÖı'ün roman üzerinde de etkisi oldu- ğu belırtiliyor. Moliere, Montaignedışın- da. antolojide yer verilen bir başka Fran- sız yazar. Kıtapta söz edilen Amerikalı- lar da \Vhitman ("Amerikan temelinin merkezi") ve Emily Dkkinson (Bloom, Dickinson'ın, Shakespeare'den sonra ge- len yazarlann en akıllısı olduğunu söylü- yor). Whitman'ın mirasçılan Borges, Ne- ruda ve Pessoa, Latin Amerika ve Porte- kiz'i temsil ediyor. Bloom, temel kitaplar ya da yazarlar arasına girmesi olası diğer yazıncılan da milliyetlerine ve klasik dönem, Rönesans ve Augustan dönemi (15.-18. yüzyıllar), 19. yüzyıl ve çağdaş zamanlar olarak be- lirlenen dört çağa göre ayınyor. Seamus Heaney, bu sınıflamaya giren yaşayan bir- kaç şairden biri. Ted Hughes ve Syhia Plath. bu bölümde yer almıyor. Bloom, bütün temel yazarlann ortak özellikleri- nin "tuhaflık" olduğunu ileri sürüyor. Dante'mn Beatrice'i azizelik mertebesi- ne yukseltmesi, dindar Katolikler için bü- yük bir saygısızhktı. Milton'ın "Yitik Cennet"i de Ortodoks Hıristıyanlık için bilim kurgu romanı gibiydi. Faust'un 2. bölümü, PeerGynt ve Kafka'nın öyküle- n de aynı şekilde tuhaf. Bloom, saldırganlık içgüdüsünü doyu- ma ulaştırmak ve kilisenin ya da devletin ahlak kurallanndan kurtulmak için kitap okuduğunu itiraf ediyor. Bloom, yazmın, farklı bakış açılannı aşılama ve bu şekil- de saldırganlık yerine kişinin kendinden şüphe duyması ve kendisiyle alay etmesi gibi özellikleri geliştirme kapasitesinden (Montaigne ve Austen'a mınnettarlığını belirterek) söz ediyor, ama yine de bun- dan pek etkilenmemişe benziyor. En yo- ğun olarak kuliandığı benzetme, çatışma. "Bir yazar, yalnızca estetik gücüyle temel kitaplar arasında yer a!abilir"diyor Blo- om. Bu yazarlann, her çağda, ekonomik ve politik güçlerle işbirliği yaptığını da ekliyor. Aslında, Bloom'un kültürün te- meli olarak rekabet, başan ve seçkinlik üzerinde durması, Amerikan eğitim sis- teminin yüksek paralar verilen megastar- lannın ve piyasa güçlerinin bir ürünü ve Bloom'un kendisini de yaratan gelişme- nin bir sonucu. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Ünivepsite Hocalığı, Bilim ve Politika Kavram kargaşalarının günlük yaşam uygulamasına doğrudan yansıması, özellikle genel eğitilmişlik düzeyi açı- sından sallantılı zeminlerde çoğu kez yanlış beklentilerin ve değerlendirmelerin ortaya çıkmasına neden olur. Bilin- diği gibi, genel mantık kuralları çerçevesinde, birkavramın rasgele bütün alanlarda kullanılabilmesi gibi bir olanak, söz konusu değildir. Tıpkı 'üniversite hocalığı' kavramının politikada kullanı- lamaması gibi... Üniversite hocalığı, yalnızca bilim kökenli, yalnızca bi- limsel araştınmalar ve bilimsel eğitim bağlamında işlev ta- şıyabilen, taşıması gereken bir kavram ve bir unvandır. Bu unvanın aktif politikada kullanılması, onun taşıyıcısının üni- versite ile ilişkisini kesip politikaya atılması, bilimin yansız- lığı ve doğruyu bulma yolunda ödün tanımazlığı ile, politi- kanın zorunlu yanlılığı ve türlü denge hesapları arasında tam bir karşıtlık oluşturur. Ülkemizde profesörlük unvanı- nı aldıktan sonra üniversiteyle ilişkılerini kesıp politikaya atı- lanlann hemen hepsinin en azından 'sönmelerinin', çoğu kez de bir zamanlarki akademik kariyer çizgileriyle hazin karşıtlıklar oluşturan başarısızlıklar sergilemelerinin temel nedenı, kanımızca bu noktada aranmalıdır. Özellikle profesörlük, ülkemizde on yıllardır süren bir yanlış uygulamanın ne yazık kı aşılamayı başardığı yanlış ve zararlı bir inancın aksine, vanlan bir 'son nokta' değil, ama bilimsel çalışmalar bağlamında 'asıl başlangıç nok- tası' niteliğindedir. 'Olması gereken' açısından olaya ba- kıldığında, profesöıiüğe ulaşan bilim adamı, birikimleri açı- sından en verimli dönemindedir ve gerek bilime, gerekse bilimsel eğitime katkılan asıl o evrede başlayacaktır. Bu 'ol- ması gereken', bir kez unvanlarına kavuştuktan sonra üni- versiteleriyle ilişkilerini yalnızca derslerine girerek -çoğu kez bunu da savsaklayarak!- sürdüren, onun dışındaki tüm zamanlarını avukatlık bürolarında, muayenehanelerinde ya da kliniklerinde veya parıltılı şirketlerdeki görkemh oda- lannda geçiren, medya sütunlarına ve ekranlanna bilimsel başanlanyla ve yazdıklan eserierle değil, fakat gösterişli da- valarla ve yine 'gösterişli' ameliyat ücretlenyle yansıyabi- len, biryandan öğrencilerine 'adalet' düşüncesini öğretir- ken, adlıye kondorlannda aldığı rüşvetin 'gereğini yerine getirmemış' birinden o rüşveti geri almak için dava açtık- larını açıkça söyleyebilecek kadar unvanlannı çamura bu- lamaktan çekinmeyen 'bilim(!) adamlan' için elbet geçer- li değildir! Sözümüzü yine 'olmasıgereken' bağlamında sürdürür- sek, bilim adamlannın aktif politikaya gırmelerını clumsuz karşılamamız, kesinlikle onlann politikaya uzak kalmalan gerektiği yolunda anlaşılmamalıdır. Yalnızca bilim adamı değil, ama hiçbir düşünen insan, politikadan, başka deyiş- le yönetenlerle yönetilenler arasındaki ılişkiler bütünün- den, bu konuda düşünceler üretme ve bunları başkalany- la tartışma eyleminden uzak kalamaz. Fakat burada çok dikkat edilmesi gereken ince bir aynm vardır: Bilim ada- mının 'polıtikliği', genelde -yıllanmış birikimlerinin besle- diği- düşünceleri aracılığıyla gerçekleştirdiği bir danışma ve yol gösterme eylemiyle gerçek anlamda etkinlik kaza- nabilen bir politiklik konumudur; bilim alanında hak edil- miş otorite, öteki alanlara yine kökenine aykın kaçmaya- cak araçlarla, yazılarla, kitaplaıia ve türlü açıklamalarla yansıyabildıği ölçüde yanıtlar getirir, yeni ve üretken soru- lann gündeme gelmesini sağlayabilir. Öte yandan üntver-' sitede, öğrencilerie kurulan ilişkinin, bir tür 'geleceğin bi- linçlerine çok boyutluluk kazandırma' eylemi olduğu da unutulmamalıdır, çünkü üniversite düzeyındeki eğitimin özü, konulann belletilmesi değil, ama o konular üzerinde düşünce üretme'run yollannın gösterilmesıdir. Üniversite yaşamını noktalayıp aktif pofıtikaya atılmak - bu, herkesin olduğu kadar örneğin bir profesörün de tar- tışılamayacak özgürlükleri arasındadır. Gelgelelim, özgür- lüklerin kullanılmasının, onlann taşıyıcılannı çeşitli iç hesap- laşmalara ginşme yükümlülüğü altına soktuğu/sokması gerektiği de tartışmasız bir gerçektir. Bir bilim adamı 'ülke yararlan' gerekçesıyle universiteyi terk edip politikaya atıl- mış olabilir. Ama özellikle Türkiye gibi bir ülkede, gelece- ği biçımleyecek kuşaklara düşüncenin ağırlığını benim- setmek gerçekten saygın bilimsel geleceklerin oluşması- na katkıda bulunmak, bunlar aracılığryla, hangi konuda olursa olsun, bilginin yol göstericiliğindeki tartışmanın ve diyaloglann önemini kanıtlamak, üniversite kurumunu pek çok konuda ağırlıklı 'son sözlerin' kaynağına dönüştürmek - bütün bunlar da 'ülke yararian'ndan değil midir? Sanınz tartışmaya değer... Hoşgörü Karikatürleri Sergisi' • Kültür Servisi- Kankatürcüler Dernegi; 1995 Bırleşmiş Milletler Dünya Hoşgörü Yılı nedeniyle yann Karikatürcüler Derneği'nde "Hoşgörii Karikatürleri Sergisi" açıyor. Kankatürcüler Derneği bu sergi üzenne şunlan söylüyor: "Bırleşmiş Milletler 1995 yıhnı bizden habersız bir şekilde Dünya Hoşgörü Yılı ilan etmiş. Biz karikatürcülerin hazırlıksız yakalandıklannı zannederlerse hava alırlar... Bizler kankatürlerimizı yaklaşık 4 yıl önce çızdik. 1992 Yunus Emre Sevgi-Hoşgörü Karikatürlen başlığı altında sergıler açıp albüm bile basmıştık. Bu geçen yıllar içinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı örnek olarak Sırplara epey 'hoşgörülü' davrandılar. Belkı de günah çıkanyorlar." Sergi. 3 mart tarihine dek açık kalacak. Özel Moda Eğitim Kupumlan'ndan nesim yanşması • Kültür Servisi- Bu yıl 30. kuruluş yılını kutlayan Özel Moda Eğitim Kurumlan, lstanbul il sınırlan içinde oturan ve 1.1.1979-31.12.1989 tarihleri arasında doğan çocuklara yönelik bir resim yanşması düzenledı. "Benım lstanbulum" konulu, üç ayn yaş gnıbunda yapılacak olan ve toplam 15 adet ödülün verileceği yanşmanın son katılma tanhi 22 mart. Ödül töreni ve sergisi Altunizade Capitol Alışveriş ve Eğlence Merkezi'nde yapılacak olan yanşmanın jürisi, Basın Müzesi Galenlen yöneticisi ve ressam Mine Arasan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü öğretim üyesı Doç. Ferit Özşen, Miliiyet gazetesi ve Mıllıyet Sanat dergisi yazan ve eleştirmen Ahmet Köksal, pedagog Suna Tanaltay ve ressam Muzaffer Akyol'dan oluşuyor. Yapıtlann teslim adresi, Özel Moda Lisesi llkokulu, Şifa Sok. No.43/Kadıköy (0216 346 91 37). Amerikalı tiyatro yönetmeni George Abbott öldü • MIAMI BEACH (AA>- ABD'de uzun yıllar boyunca gerek yönetmen, gerek oyun yazan ve oyuncu olarak tiyatro sanatma emek veren George Abbott önceki gün öldü. 107 yaşındaki Abbott, tıyatroyla 1913 yılında tanışmış. öldüğü güne kadar da tiyatroyla ıç ıçe yaşamıştı. 120"den fazla müzikal ve oyuna ımza atan George Abbott, 1960 yılında Pulitzer ödülünü almıştı. ilk çıkışını 1926 yılında yönettiği "Broadway" müzıkaliyle yapan. 1989 yılında "Frankestein" filmini sahneye uyarlayarak yönetmiş ve bu çalışmasıyla büyük bir başan elde etmişti. "Tiyatroyla ilgili bir iş yapmadan yaşayamam" diyen sanatçı, Broadvvay'in "Damn Yankees" ve '"The Pajama Game" adlı oyunlanna da imza atmıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle