Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11EYLÜL1994PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
CUNDEMDEKIKONU MEDYA(2)
ONATKUTLAR
Karaoke
Ka,. araoke deneyimi için Tûrkive'de kulübe
falan gitmeye gerek yok. Çevreye oakmak yeterli. Örneğin televizyonlara.
Ekranlarda her gün non-stop göbek atarak şarkı söyleyen silikon göğüslü
kadınlarla saç-sakal, altın zincirli oğlanlar Karaoke'den başka bir şey
yapmıyorlar. Kendi sesleriyle Karaoke... Sevgili Başbakanımızı dinlerken hep,
onun uzun yıllar Japonya'da Karaoke stajı yaptığını düşünüyorum.
Söylediği hiçbir söz bana inandırıcı gelmiyor. Sanki hep bir başkası
konuşuyor, o sadece ağanı oynatıyor.
gun olarak kıpırdatıyordunuz.
Böylece birkaç dakika için
"FJvis'miş gibi otayordumız..."
Salondaki öbür Karaoke müş-
terileri sizi çılgınca alkışlıyordu.
Salondan çıkarken (herald
yani) yûklüce bir para ödüyor-
dunuz. Kulüp de size, sizi sah-
nede şarkı söyleyip alkışlanır-
ken gösteren bir video bandı ar-
mağan ediyordu. îlerde sık sık
seyredip kendinizle gurur du-
Cuma gûnü, sabahın çok er-
ken saatinde, şu yaşadığımız
"Karaoke" dûnyaanı sızlere
nasıl anlatacağımı kara kara
düşünürken Mdflı Ceydet An-
day'ın yansı ışıltılı bir zeytin
dalı gibi dûştû masamın üstüne.
"Kıyıda çökmüş, denizdeki
. renkli taşlara bakıyordum; bir
gezi teknesi geldi geldi iskelenin
önönde demirledi..." dıye başb-
yordu yazısma Anday. Sonra
ûnlü düşsel konuğu Gani Gir-
ginie balkonda bir söyleşiye
dalıyordu. Eşinin hazırladığı
güzel sofrada, balkonun kıyıcı-
ğındaki zeytin ağacının gölgesi
alünda. Ağaç pıtrak gibi zeytin-
le dolu.
Bir ara şunlan söylüyordu
dostu Girgin'e:
"Bmk şirodi KaUre'yi dediın.
Dün bu zeytin ağacmm sabibi
komşom Fatma Hanım geldi, bir
zeytin kopanp elinde ezdi, kok-
ladı ve 'Daha yağ yürümemiş'
dedi. Şaşırdmı..."
Bu satırlan okurken bir an
masamdaki kağıtlan, denizden
' gelen yosun ve iyod kokusu
yüklü serin bir esintiye kanşan
ezümiş taze zeytin kokusu sar-
dı.
Müthiş bir keyif.
Bu keyfi sabahlan çok erken
uyanmama ve kapıanın izne çı-
kmasına borçluyum. Kapıanın
kardeşi Mehmet, birkaç gün-
dür çok erken geü'riyor gazete-
yi. Erken kalkma alışkanlığını
da babama borçluyum. öncele-
ri yargıçlık yaparken sonra çift-
çiük işine yönelen babam, tûm
çiftçiler gibi çok erken uyanırdı.
Alacakaranhkta. Gözlerimi gi-
derek solan, yıldızh gökyüzûne
açtığımda ortabğı taze kahve
kokusuyla sanlmış bulurdum.
Bu kokuya, yazlan üstünde
yatüğımız toprak 'seki'nin kıyı-
sına dikilmiş fesleğenlerin ko-
kusu kanşırdı.
Şimdi de bu ahşkanhğı sür-
dürüyorum.
Daldığım kitabın ya da gaze-
tenin sayfalan üstünde gün
usuka aganrken ortahğı esp-
resso kahve ve 'reyban'ın ablası
'basOka' yapraklannın kokusu
dolduruyor.
Ben de günlerdir Le Monde'-
un olağanüstü bir yayını olan
'Le Monde Diplomatique'ın L-
AGONIE DE LA CULTURE
(Kültür'ün Can Çekişmesi)
özel sayısında Ignacio Ramo-
net'nin "Karaoke" yazısını
okuyorum.Bana bu Karaoke'-
den yıllar önce Işal ve AB öz-
gentûrk söz etmişlerdı, ilk kez.
Ali'nin "At" filminin Tokyo
Festivali'nde ödül kazandığı yü
gittikkri Japonya'da karşı-
laşmışlardı bu tuhaf "sügmHa.
Evet, bir salgmdı bu. Hemen
her ortahalli Japon, akşamüstü
işten çıkınca bir Karaoke kulü-
büne gjdiyor ve Karaoke yapı-
yordu.
Olay şuydu: Normal bir Ja-
ponsanız, cebinize yenleri dol-
durup ya da kredi karunızı cüz-
Haninira koyup gjttiğiniz Kara-
oke kulübünde sahneye
çıkıyor, birkaç dakika için ünlü
bir şarkıcı oluyordunuz. Bunun
için sadece begendiğiniz şarkı-
cının ve onun "taft" şarkısınm
adını söylemeniz yeterüydi. Eli-
nize bir mikrofon veriyorlardı.
Salonun dibinde bir yerde ek-
randa şarkının sözleri geciyor-
du. Play-back yöntemiyle Elvis
Presley ünlü şarkısını söylerken
siz şarkı söylüyormuş gibi ya-
pıp dudaklannızı o sözlere uy- Juliette Lewis, 'Natural Born Killers'le Hollvwood'un birinci sınıf starlan arasında girdi.
yasınız diye.
1990'larda Japonya'da'Ka-
raoke salonlannın sayısı beş
yüz bine ulaştı. Japonlar inanıl-
maz teknoloji dehalan ile Ka-
raoke'ye yenilikler getirdiler.
Artık sesiniz berbat bile olsa,
şarkı söylemeyi bilmeseniz bile
ne gam! Elektronik aygıtlar
devreye gjriyor, Elvis'in sesini
sizinkine dönüştürüyor. Sizin
sadece küçük ve renksiz sesinizi
bu aygıtlara vermeniz yeterli.
Gerisini aygıtlar hallediyor.
Salgın kısa sürede Amerika'-
ya, sonra da Avrupa'ya ulaştı.
Şimdi Istanbul'da bile var Ka-
raoke kulüpleri. Hangi zeka
yaşı grubuna hitap ediyor bil-
miyorum ama, var.
Zaten Karaoke deneyimi için
Türkiye'de kulübe falan gitme-
ye gerek jok. Çevreye bakmak
yeterli. Örneğin televizyonlara.
Ekranlarda her gün non-stop
göbek atarak şarkı söyleyen si-
likon göğüslü kadınlarla saç-
sakal altın zincirli oğlanlar Ka-
raoke'den başka bir şey yapmı-
yorlar: Kendi sesleriyle Karao-
ke. Her şey play-back. Günün
geri kalan saatlerinde üçüncü
sınıf Amerikan aktörleri öde-
nekh tıyatrocu sesıyle "Bunu
duyduğuma sevindim... Kahret-
sin... L'zgünûm..." tarzında a-
acayip bir Türkçeyle konuşur-
ken de öyle.
Sevgili Başbakanımızı dinler-
ken hep, onun uzun yıllar Ja-
ponya'da Karaoke stajı yaptı-
ğını düşünüyorum. Söylediği
hiçbir söz bana inandınci gel-
miyor. Sanki hep bir başkası
konuşuyor, o sadece agzını oy-
natıyor.
Küçük oğlan ve kız çocuklan
Tarkan'ın, Ajda'nın, Yonci-
mik'in, Sezen'in sesi ve jestleri
ıle TV'de show yapıp ödüller
kazanırken beni hiç şaşırtmı-
yorlar. Çünkü onlar da aynı
şeyi yapıyor. Yedideıı yetmişe
milletçe Karaoke yapmaya ba-
yılıyoruz.
Necip milletimizin de bu işe
kendini pek kaptırdığı anlaşılı-
yor. En ünlü sanatçılanmız,
başka ünlüleri en iyi taklit ede-
bilenler, onlann sesiyle ve mi-
mikleri ile konuşabilenler. Le-
vent Kırca'dan Uğur YüceTe.
yetenekü oyunculanmız bile en
çok parayı ve en yüksek "ra-
ting"i böyle kazanıyorlar.
Bu Karaoke meselesi kulüp-
lerde, TV'lerde, play-back'ler-
de, show-game'Ierde, dublajlar-
da kalsaydı belkı pek ciddiye al-
maz, yo-yo, houla-hoop, fris-
bee gibi çocuksu bir iştir der,
güler gecerdik.
Abdurrahman Palay sesiyle
"Nayır... nolamaz" diyen star-
lara güldüğümüz gibi.
Ama ne yaak kı asıl Karaoke
politika, medya, ekonomi, kül-
tür gibi ciddi alanlarda oynanı-
yor.
Önemli bir kesim (toplumu en
çok etkileyenler) ne kendi ka-
fasıyla düşünüyor, ne içtenlikle
kendi duygu ve düşüncelenru
söylüyor, ne de söylediği şeyler
gerçeği yansıtıyor.
En çok "yûksekn değer" bu:
Sahtelık ve maskelilik.
Bunu üstelik en yaşamsal
alanlarda ve sağdan sola tüm
bir yelpazede görüyonız.
"Terörün bdi kırüdı. İnşallah
bir daha 1980 öncesine dönme-
yiz" diyorlar, bir düşünüyorsu-
nuz, terörle bağlantılı günlük
ölüm sayısı 1980 öncesinin beş
kaü.
Her gün "demokratikleştne"-
den söz ediyorlar. Bir düşünü-
yorsunuz, yakın tarihın hiçbir
Necip
milletimizindebu
işe kendini pek
kaptırdığı
anlaşılıyor. En
ünlü
sanatçılanmız,
başka ünlüleri en
iyi taklit
edebilenler,
onlann sesiyle ve
mimikleri ile
konuşabilenler.
Levent Kırca'dan
UğurYücel'e,
yetenekli
oyunculanmız
bile en çok parayı
ve en yüksek
"rating"i böyle
kazanıyorlar.
döneminde hapishanelerde bu-
günkü kadar düşünce suçlusu
yok; yargısız infaz, işkence, an-
tidemokratik baskı uygulaması
bugünkü kadar yoğun degil.
Herkes doğa hayranı, çevre
tutkunu. Ama hiçbir zaman bu
kadar orman yanmadı, kıyılar
bu derece berbat hale gelmedi,
denizler ve karalar bunca kir-
lenmedi.
Tıpkı İtalya'daki gibi her ağ-
anı açan "temiz eller"den söz
ediyor, ama her gün küçük hır-
sızlar büyüyor, büyük hırsızlar
tepemize çıkıyor.
Devlet adamlannın büyük
çoğunluğu her fırsatta "deniok-
ratik, laik cumhuriyet"ten söz
ediyor, ama aynı devletin milli
eğitim sisteminde şeriatçılık gi-
derek daha fazla kökleşiyor.
Herkes yükselen "bilgi top-
Iumu"ndan söz ediyor, ama
TV'lerde "Kadınlann tnmak uç-
lanodan ötesi görünmeli mi?
Çıplak heykel olur muT" tartış-
malan yapılıyor. Bibm adamla-
n kuantum fıziği ve atom konu-
sunda en yetkin açıklamayı Sa-
id-i Nursi'nin yaptığını yazıyor.
Herkes bir şeyleri inatla ve ıs-
rarla "halkın iyiügi'' için yapı-
yor, ama halkın siyasal, ekono-
mık. kültürel gücü her gün
azalıyor; kim olduklan biline-
meyen faili ve asıl fıili meçhul"
birileri mafya üyesi gibi güçle-
niyor.
Ve kan, yoksulluk, umutsuz-
luk diz boyu... Bileşik kaplarda
yükselmeye devam ediyor.
Peki nedir çağımızda yükse-
len şey?
riiyor ki Le Monde'un yazan
Ignacio Ramonet, "Narcisse ve
Promethee" başlıkh yazısında,
"Agonie can cekişme anlamına
geldigi kadar Vunanca köküne
bakarsak direniş, savaşun, kav-
ga anlamına da gelir. Batı uy-
gariığmın tûm entelekrüel >arîı-
ğının can çekişir göriindüğü gü-
nümüzde kültürün neyin kav-
gasını >e sa>aşunını \ereceğini
sormak gerekmez mi? Aydın, sa-
natçı, yaradcı her birey. bugün
her zamankinden daha fazla far-
kında ki uygarlık bir yol ayrı-
mmda. Karar saati bir kez daha
çalıyor, ama yeni bir çağın eski-
sinin yerine gecmek üzere oldu-
ğu şu anda hiçbir kerteriz yok.
'Tüm kesınlemelerin çöktüğü
bir döneme gırdik" diyor Edgar
Morin. 'Yeryüzü tam anlamıy-
la belirsiz bir an yaşıyor.' Çün-
kü tarihsel ve büyfik yol ayrımla-
n benûz beürroedi. Nereye gide-
ceğimizi bilmiyonız. Büyük
kıtlıklar ve durgunluklar mı ola-
cak, peş peşe patlayan savaşlar
büyüyecek mi, bflmiyoruz. Gene
bilmiyoruz, acaba uygarlaştırıcı
bir süreç dünyamızı az çok yap»-
cı, kooperativ bir duruma uîaştı-
racak mi? Gelecek, çok belir-
siz..."
Ramonet, daha sonra, son
birkaç yılın umutlanna değini-
yor: 1989'un ikinci yansına.
Prag'da kadife devrim, Berlin'-
de utanç duvannın yıkılışı.
Bükreş'te despotluğun sonu.
Yeryüzü aydmlannda uyanan
umutlar; demokratik erdemler,
ahlaki ilkeler, sorumluluk bilin-
ci üstüne kurulmuş bir toplum.
Çıkar ve iktidar ilişkilerinin, ye-
nni ortak yaşam çabası ve baş-
kasına saygıya bıraktığı bir yer-
yüzü.
Ama hiçbiri olmadı. Giderek
daha kanlı boğuşmalara dönü-
şen savaşlar, milliyetçiligin akıl-
dışı patlaması. kınlerin bilen-
mesi, açlık, yoksulluk, işsizlik,
fanatizmin dur durak bilmeyen
yükselişı.
Peki bütün bu kanlı ve ka-
ranlık kargaşada kimin değer-
leri yükseliyor? Kim kazanıyor
bu İcanlı oyunda? Televizyon-
larda, basında hiç durmadan
aydınlara, aydınlığa, sanata,
kültüre, dayanışmaya, sola sal-
dıran bu "kafaoke"lerin ardın-
da konuşan kimdir? Kimden
alıyorlar bu suratsız suratlarda-
ki müthiş saldırgan, küçümse-
yen ifadenin gücünü?
Diyor ki "Artemio Cruz'un
Ölümfi''nün büyük Meksikalı
yazan Carlos Fuentes, "Düşün-
dûrücü olan şudur: Bundan sade-
ce dört yıl önce verimli bir yüzyıl
sonunu kutluyorduk. Tarihin so-
nundan söz ediliyordu. Sonınla-
nn çözümünden. kapitalizmin ve
demokrasinin zaferinden. Dört
yıl sonra şimdi tam bir kafa kan-
şıklığına gömühnüş durumdayız.
Her şeyi galiba yeniden formüle
ebnek zorundayız. Yeniden dü-
şûnmek zorunda..."
Masamın üstünde düşsel bir
zeytin dalı. Melih Cevdet An-
day'ın yazısından. Düşündü-
ğüm çok şeyin sahte olduğunu
gördükçe şaşınyorum. Ama o
zeytin dalının sahıci olduğunu
biÜyorum. Ardında bir yaşan-
mışlık olduğunu.
Ben bir çıftçi çocuğuyum.
Karanlık odalarda çevre afışleri
ile yetinemiyonım. Karaoke'-
den de nefret ediyorum. Arka-
daki sesin sahibini görmek isti-
yorum.
Siz, sevgili okurlar gibi.
5 7 . ULUSLARASIVENEDİK FİLM FESTTVALİ'NDEN NOTLAR:
Woodstock'tan Taraıtimo'ya.
MEHMETBASUTÇU
VENEDİK - "Senaryoda
önemli olan, gerilim ve mizahtır.
Bir an geliyor, yıllann birikimi
bir çırpıda kağıda dökülüveri-
yor. Filmlerimin senaryolannı
genellikle üç-dört hafta içinde
tamamlayrveriyorum..." Bu
sözleri, dört ay önce Cannes
Festivali'nde büyük ödül alan
Amerikalı genç yönetmen Qu-
entin Tarantino söylüyor. Lido
Adası'ndakı Casino'nun önün-
de, ağaçlann altına kurulan
sahneye rahatça yerleşen Ta-
rantino, elinde mikrofon, soru-
lan yanıtlamakta... Karşısında-
ki kalabahğın çoğunluğunu
oluşturan yüzlerce genç. Taran-
tino'yu sanki tapınırcasına din-
lemekteler... Tarantino, Vene-
dik'te hem oyuncu hem de öy-
küsü sinemaya uyarlanmış bir
ır kasketleriyle boy göster-
Kısacası, izleyeni sarhoş edip
serseme çevirirken tüyler ürper-
tici beklenmedik hazlar da ver-
meyi başaran şimşekli bir fılm...
Genç izleyiciler, yakından tanı-
dıklan, kodlannı ezbere bildik-
leri bir dünya içinde keyifle yol
alırken TV ağının henüz gevşek
olduğu dönemlerde yetişmiş
olanlann yüzlerinde tanımı zor
bir yorgunluk, amansız bir
umutsuzluk. derin bir hüzün
okunuyor...
Quentin Tarantino'nun yıldı-
zı parlamadan önce, yıllar bo-
yunca çalışüğı, her türden video
kasetler kıralayan mağazada
binlerce kötü fıhnle beslendiği-
ni unutmamak gerekiyor... Oli-
ver Stone, istedıği kadar gerçek
olaylardan ahntılar yapsın,
ruhbilimsel açıklama çabalan
ardına sığınsın; bu sağhksız
kültürel beslenmenin etkilerini
iyiye inanmaya başladık..."
' "Natural Born Killers", 51.
Venedik Film Festivaü jünsine
başkanlık eden David Lynch'in
kuşkusuz çok hoşuna gidecek
bir fılm... Oliver Stone, kendi-
sinden beklenmeyen bir türdeki
bu konuyu 'güncel bir sinema
dili'yle işlerken, meslektaşı
Lynch'in sınemasal beğenileri-
ne çok yakın bir çizgi izlemiş.
Pazartesi verilecek ödüllerin.
tartışmalı bir jüri toplantısı so-
nunda sahiplerini bulacağını
kestirmek güç değil. Secici ku-
rul üyelerinin değişik beğeni ve
kültürel tercihlerini, olsa olsa
çok ödüllü bir liste bağdaştıra-
biHr...
Quentin Tarantino'yu, ayn-
ca yine yanşmab ana bölümde
sunulan, Alexandre Rockweu"-
in gerçekleştirdiği "Somebody
to Love" (Ölesiye Sevmek) adlı
lekte...
Katil Doğanlar
SEVGİLİ GÜL (DERMAN)
"Efsanelerin Istanbulu'ndan" sonsuza bir ışıkaktı, Renk... Coşku... Sevgiyle...
Seni tanımak, seninle gülmek, seninle çalışmak büyük keyifti.
Seninle gerçek sanatın, gerçek sanatçının, sanata gönül verenlerin yüceliğine bir kez daha inandık.
Coro'nun dediği gibi bir gün gökyüzünü de boyayacağız, "Dostluk ve Barışla".
En güzel gülen hanımefendiye, dünyanın bütün gülleri ve senfonileri ile güle güle...
Işığınhiçsönmesin.
Mi-Ge Art
MİNE ÖZMAN
"JFK", "Heaven and Earth"
gibi güriiltü koparan fıbnlerin
yönetmeni Oliver Stone'un çek-
tiği "Natural Born KiUers" (Ka-
til Doğanlar), Quentin Taran-
tino'nun yazdığı bir öyküden
senaryolaştınbruş ve olağan
olarak Tarantino dünyasının
tüm özelliklerini taşıyor: Hiçbir
mantığı olmayan bedava şid-
det... tçgüdüsel bir öldürme
dürtüsünün karşı konulmaz
gücü... Ekranın her yanına bu-
laşan kan... Televizyon denilen
medya organının bilinçleri kör
eden hegemonyasının dalga
dalga taşıdığı kültürel sığbk...
Şiddeti ve ölümü küçük ekran-
da naklen yayımlamaya dek va-
ran hastalıklı oburluk... Por-
nografınin sınırlannda dolaşan
vıcık vıak bir erotizm... Çizgi
fıbnin yam sıra video ve 8 ya da
16 müimetrelik kameralarla
saptanan, kimi siyah-beyaz ki-
mi renkli görüntülerin iç içeb-
ğinden, teknolojinin getirdiği
tüm yeni olanaklann yerü yer-
siz kullanılmasından doğan
görsel cümbüş... Elden ele dola-
şan, heükopterden yere inip çı-
kan ve merceklerini bir ileri bir
geri alırken yatayhk-dikeybk
kavramlannın pusulasını yitir-
mişbirkamera...
• 'Altın Aslan'ın başlıca adaylan arasındaki
Oliver Stone'un çektiği "Natural Born Killers"
(Katil Doğanlar), Quentin Tarantino'nun yazdığı
bir öyküden senaryolaştınlmış ve olağan olarak
Tarantino dünyasının tüm özelliklerini taşıyor:
Hiçbir mantığı olmayan bedava şiddet...
silmeyi başaramıyor.
Yönetmenin getirdiği açıkla-
malar gerçekten ilgjnç: "Bu fil-
mi 1992 sonunda çekmeye baş-
ladığmıızda. konusu gerçeküstü
bir boyut içermekteydi. 1994'te
tamamlandığında ise tümüyle-
gercekçi bir film olup çıkıver-
mişti! Çünkü bu arada acayip bir
dönem yaşadık. Tonya Har-
ding, Rodney King, Menendez
Kardeşler ve Lorena Bobbitt gj-
bi sözümona ünlü adlar, bu ülke-
de, hatta tüm dünyada yaşayan-
larn dikkatini, kendi bencil inti-
kam öykülerinin üzerine topladı-
lar. Amerikan medyalan gün
geçmiyordu ki, satış ya da izlen-
me oranlannı arttıran, böylece
kendilerine daha çok para ka-
zandınrken toplumsal çılgınhğı
da alabildiğine körükleyen bu
olaylann yarattığı yeni dramlan
pazarlamasmlar... Tonya Har-
ding, 5-6 kez New York" Times'-
m baş sayfasına çıkmayı başa-
rmca, 20. yüzyıl Amerikasrnın,
anlamsızlıklar ve saçmalıklar
dönemiyle son bulacağına iyiden
fılmde bir barmeni, her zaman-
ki rahatbğıyla yorumlarken bu-
luyonız. Los Angeles'ın kenar
mahallelerinde küçük umutlar
peşinde koşan ve yaşamın
tadını çıkarmaya çabalarken
yara bere içinde kalan gençlerin
küçük dramlannı anlatan bu
film, sevmenin güçlüğü üzerine
sevimli bir çalışma... ölesiye ve
öldüresiye aşık ohnak teması
üzerine ilgjnç bir çeşitleme...
Peki, 'ölesiye Sevmek'ten geri-
ye, hoşça bir zaman geçirmiş ol-
manm dışında ne kalacaktır
acaba? Herhalde oyuncu kad-
rosunun parlaklığı dışında de-
rin bir iz kalmayacaktır. Har-
vey Keitel, Antbony Quinn ve
Samuel Filler, küçük birer rolle
bu fılme güzel birer renk katmı-
şlar..."SomebodytoLove","Na-
tural Born KiUers" yanında son
derece masum kalan bir fihn!
VV'oody Allen dışında yanş-
mab bölümde yalnız iki örneği
bulurunasına karşm, Amerikan
sineması Venedik'te başlıca ilgi
odağı olmayı başarmış durum-
da. Elden ne gehr? Beğenmesek
de kızıp köpürsek de, izlemeden
edemiyoruz. Sonra da, o öfkey-
le uzun uzun sözünü etmekten
kendimizi alamıyoruz... Gözle-
rimizi kapamamn bir yaran
yok: TV dibni ve biçimini usta-
bkla kullanan Amerikan sine-
ması, yepyeni abşkanbklar ya-
ratrnış durumda...
'Natural Born Killers'tan
Çiktıktan sonra, gece seansında,
Woodstock'ta 25 yıl önce çeki-
len belgesebn yeniden elden ge-
Çİrilen dört saatlik yeni kop-
yasını, yer bulamamak korku-
su içinde, koşa koşa izlemeye
gidiyorum.
Bir de ne göreyim! Festival
saraymın büyük salonunda, üç
koltuktan ikisi boş... Gençler
çoğunlukta, ama 25 yıl öncesi-
nin müziği onlan hiç de coştur-
muyor... Oliver Stone'un fıl-
minden aldıklan hazzın onda
birini bile, anne ve babalannı
heyecandan titreten bu müzikte
bulamıyorlar. Altmışb yıllann
sonlannda esen, özgürlük, aşk
ve banş rüzgannın anısı karşısı-
nda, günümüz gençleri alabildi-
ğine ilgisizler. Gece ilerledikçe
salon boşabyor, fıbnin yönet-
meni ve çevresindekiler, engin
bir çölün ortasındaki yeşjlh'k
gibi kabveriyorlar koskaca si-
nemada..
"Mostra", bu güz gerçekten
Çok sakin bi^ yıl yaşamakta.
Politik çekişmeler bütçe kısıntı-
lanna eklenince, sinemaya ilgi
azalmış. Salonlar, Amerikan
fihnlerinde bile yan yanya boş
kalabib'yor: Oysa festival prog-
ranu yine alabildiğine zengin.
Merakb sinemaseverler zaman
sıkmüsı çekiyorlar... Wim Wen-
<lers'ın hiç kimse tarafından be-
ğenilmeyen son belgesel çalı-
şrnası yanında, Jacoues Doil-
•otfun ya da Danimarka sine-
maanın genç adlanndan Lars
Y<* Trier'in televizyon için çek-
tiğ diziyi izlemek mümkün.
Kkg Vidor'un sinemasını se-
venlerin ise keyiflerine diyecek
yok...
NJe yazık ki, salonlann dolu-
luk oranının genelde yüzde elli-
lerde kabnası, sorunlu geçen
son iki yıbn kavgalanndan, fes-
ti^alin derin yaralar aldığının
bir başka kanıtı...