26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11EYLÜL1994PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CUNDEMDEKIKONU MEDYA(2) ONATKUTLAR Karaoke Ka,. araoke deneyimi için Tûrkive'de kulübe falan gitmeye gerek yok. Çevreye oakmak yeterli. Örneğin televizyonlara. Ekranlarda her gün non-stop göbek atarak şarkı söyleyen silikon göğüslü kadınlarla saç-sakal, altın zincirli oğlanlar Karaoke'den başka bir şey yapmıyorlar. Kendi sesleriyle Karaoke... Sevgili Başbakanımızı dinlerken hep, onun uzun yıllar Japonya'da Karaoke stajı yaptığını düşünüyorum. Söylediği hiçbir söz bana inandırıcı gelmiyor. Sanki hep bir başkası konuşuyor, o sadece ağanı oynatıyor. gun olarak kıpırdatıyordunuz. Böylece birkaç dakika için "FJvis'miş gibi otayordumız..." Salondaki öbür Karaoke müş- terileri sizi çılgınca alkışlıyordu. Salondan çıkarken (herald yani) yûklüce bir para ödüyor- dunuz. Kulüp de size, sizi sah- nede şarkı söyleyip alkışlanır- ken gösteren bir video bandı ar- mağan ediyordu. îlerde sık sık seyredip kendinizle gurur du- Cuma gûnü, sabahın çok er- ken saatinde, şu yaşadığımız "Karaoke" dûnyaanı sızlere nasıl anlatacağımı kara kara düşünürken Mdflı Ceydet An- day'ın yansı ışıltılı bir zeytin dalı gibi dûştû masamın üstüne. "Kıyıda çökmüş, denizdeki . renkli taşlara bakıyordum; bir gezi teknesi geldi geldi iskelenin önönde demirledi..." dıye başb- yordu yazısma Anday. Sonra ûnlü düşsel konuğu Gani Gir- ginie balkonda bir söyleşiye dalıyordu. Eşinin hazırladığı güzel sofrada, balkonun kıyıcı- ğındaki zeytin ağacının gölgesi alünda. Ağaç pıtrak gibi zeytin- le dolu. Bir ara şunlan söylüyordu dostu Girgin'e: "Bmk şirodi KaUre'yi dediın. Dün bu zeytin ağacmm sabibi komşom Fatma Hanım geldi, bir zeytin kopanp elinde ezdi, kok- ladı ve 'Daha yağ yürümemiş' dedi. Şaşırdmı..." Bu satırlan okurken bir an masamdaki kağıtlan, denizden ' gelen yosun ve iyod kokusu yüklü serin bir esintiye kanşan ezümiş taze zeytin kokusu sar- dı. Müthiş bir keyif. Bu keyfi sabahlan çok erken uyanmama ve kapıanın izne çı- kmasına borçluyum. Kapıanın kardeşi Mehmet, birkaç gün- dür çok erken geü'riyor gazete- yi. Erken kalkma alışkanlığını da babama borçluyum. öncele- ri yargıçlık yaparken sonra çift- çiük işine yönelen babam, tûm çiftçiler gibi çok erken uyanırdı. Alacakaranhkta. Gözlerimi gi- derek solan, yıldızh gökyüzûne açtığımda ortabğı taze kahve kokusuyla sanlmış bulurdum. Bu kokuya, yazlan üstünde yatüğımız toprak 'seki'nin kıyı- sına dikilmiş fesleğenlerin ko- kusu kanşırdı. Şimdi de bu ahşkanhğı sür- dürüyorum. Daldığım kitabın ya da gaze- tenin sayfalan üstünde gün usuka aganrken ortahğı esp- resso kahve ve 'reyban'ın ablası 'basOka' yapraklannın kokusu dolduruyor. Ben de günlerdir Le Monde'- un olağanüstü bir yayını olan 'Le Monde Diplomatique'ın L- AGONIE DE LA CULTURE (Kültür'ün Can Çekişmesi) özel sayısında Ignacio Ramo- net'nin "Karaoke" yazısını okuyorum.Bana bu Karaoke'- den yıllar önce Işal ve AB öz- gentûrk söz etmişlerdı, ilk kez. Ali'nin "At" filminin Tokyo Festivali'nde ödül kazandığı yü gittikkri Japonya'da karşı- laşmışlardı bu tuhaf "sügmHa. Evet, bir salgmdı bu. Hemen her ortahalli Japon, akşamüstü işten çıkınca bir Karaoke kulü- büne gjdiyor ve Karaoke yapı- yordu. Olay şuydu: Normal bir Ja- ponsanız, cebinize yenleri dol- durup ya da kredi karunızı cüz- Haninira koyup gjttiğiniz Kara- oke kulübünde sahneye çıkıyor, birkaç dakika için ünlü bir şarkıcı oluyordunuz. Bunun için sadece begendiğiniz şarkı- cının ve onun "taft" şarkısınm adını söylemeniz yeterüydi. Eli- nize bir mikrofon veriyorlardı. Salonun dibinde bir yerde ek- randa şarkının sözleri geciyor- du. Play-back yöntemiyle Elvis Presley ünlü şarkısını söylerken siz şarkı söylüyormuş gibi ya- pıp dudaklannızı o sözlere uy- Juliette Lewis, 'Natural Born Killers'le Hollvwood'un birinci sınıf starlan arasında girdi. yasınız diye. 1990'larda Japonya'da'Ka- raoke salonlannın sayısı beş yüz bine ulaştı. Japonlar inanıl- maz teknoloji dehalan ile Ka- raoke'ye yenilikler getirdiler. Artık sesiniz berbat bile olsa, şarkı söylemeyi bilmeseniz bile ne gam! Elektronik aygıtlar devreye gjriyor, Elvis'in sesini sizinkine dönüştürüyor. Sizin sadece küçük ve renksiz sesinizi bu aygıtlara vermeniz yeterli. Gerisini aygıtlar hallediyor. Salgın kısa sürede Amerika'- ya, sonra da Avrupa'ya ulaştı. Şimdi Istanbul'da bile var Ka- raoke kulüpleri. Hangi zeka yaşı grubuna hitap ediyor bil- miyorum ama, var. Zaten Karaoke deneyimi için Türkiye'de kulübe falan gitme- ye gerek jok. Çevreye bakmak yeterli. Örneğin televizyonlara. Ekranlarda her gün non-stop göbek atarak şarkı söyleyen si- likon göğüslü kadınlarla saç- sakal altın zincirli oğlanlar Ka- raoke'den başka bir şey yapmı- yorlar: Kendi sesleriyle Karao- ke. Her şey play-back. Günün geri kalan saatlerinde üçüncü sınıf Amerikan aktörleri öde- nekh tıyatrocu sesıyle "Bunu duyduğuma sevindim... Kahret- sin... L'zgünûm..." tarzında a- acayip bir Türkçeyle konuşur- ken de öyle. Sevgili Başbakanımızı dinler- ken hep, onun uzun yıllar Ja- ponya'da Karaoke stajı yaptı- ğını düşünüyorum. Söylediği hiçbir söz bana inandınci gel- miyor. Sanki hep bir başkası konuşuyor, o sadece agzını oy- natıyor. Küçük oğlan ve kız çocuklan Tarkan'ın, Ajda'nın, Yonci- mik'in, Sezen'in sesi ve jestleri ıle TV'de show yapıp ödüller kazanırken beni hiç şaşırtmı- yorlar. Çünkü onlar da aynı şeyi yapıyor. Yedideıı yetmişe milletçe Karaoke yapmaya ba- yılıyoruz. Necip milletimizin de bu işe kendini pek kaptırdığı anlaşılı- yor. En ünlü sanatçılanmız, başka ünlüleri en iyi taklit ede- bilenler, onlann sesiyle ve mi- mikleri ile konuşabilenler. Le- vent Kırca'dan Uğur YüceTe. yetenekü oyunculanmız bile en çok parayı ve en yüksek "ra- ting"i böyle kazanıyorlar. Bu Karaoke meselesi kulüp- lerde, TV'lerde, play-back'ler- de, show-game'Ierde, dublajlar- da kalsaydı belkı pek ciddiye al- maz, yo-yo, houla-hoop, fris- bee gibi çocuksu bir iştir der, güler gecerdik. Abdurrahman Palay sesiyle "Nayır... nolamaz" diyen star- lara güldüğümüz gibi. Ama ne yaak kı asıl Karaoke politika, medya, ekonomi, kül- tür gibi ciddi alanlarda oynanı- yor. Önemli bir kesim (toplumu en çok etkileyenler) ne kendi ka- fasıyla düşünüyor, ne içtenlikle kendi duygu ve düşüncelenru söylüyor, ne de söylediği şeyler gerçeği yansıtıyor. En çok "yûksekn değer" bu: Sahtelık ve maskelilik. Bunu üstelik en yaşamsal alanlarda ve sağdan sola tüm bir yelpazede görüyonız. "Terörün bdi kırüdı. İnşallah bir daha 1980 öncesine dönme- yiz" diyorlar, bir düşünüyorsu- nuz, terörle bağlantılı günlük ölüm sayısı 1980 öncesinin beş kaü. Her gün "demokratikleştne"- den söz ediyorlar. Bir düşünü- yorsunuz, yakın tarihın hiçbir Necip milletimizindebu işe kendini pek kaptırdığı anlaşılıyor. En ünlü sanatçılanmız, başka ünlüleri en iyi taklit edebilenler, onlann sesiyle ve mimikleri ile konuşabilenler. Levent Kırca'dan UğurYücel'e, yetenekli oyunculanmız bile en çok parayı ve en yüksek "rating"i böyle kazanıyorlar. döneminde hapishanelerde bu- günkü kadar düşünce suçlusu yok; yargısız infaz, işkence, an- tidemokratik baskı uygulaması bugünkü kadar yoğun degil. Herkes doğa hayranı, çevre tutkunu. Ama hiçbir zaman bu kadar orman yanmadı, kıyılar bu derece berbat hale gelmedi, denizler ve karalar bunca kir- lenmedi. Tıpkı İtalya'daki gibi her ağ- anı açan "temiz eller"den söz ediyor, ama her gün küçük hır- sızlar büyüyor, büyük hırsızlar tepemize çıkıyor. Devlet adamlannın büyük çoğunluğu her fırsatta "deniok- ratik, laik cumhuriyet"ten söz ediyor, ama aynı devletin milli eğitim sisteminde şeriatçılık gi- derek daha fazla kökleşiyor. Herkes yükselen "bilgi top- Iumu"ndan söz ediyor, ama TV'lerde "Kadınlann tnmak uç- lanodan ötesi görünmeli mi? Çıplak heykel olur muT" tartış- malan yapılıyor. Bibm adamla- n kuantum fıziği ve atom konu- sunda en yetkin açıklamayı Sa- id-i Nursi'nin yaptığını yazıyor. Herkes bir şeyleri inatla ve ıs- rarla "halkın iyiügi'' için yapı- yor, ama halkın siyasal, ekono- mık. kültürel gücü her gün azalıyor; kim olduklan biline- meyen faili ve asıl fıili meçhul" birileri mafya üyesi gibi güçle- niyor. Ve kan, yoksulluk, umutsuz- luk diz boyu... Bileşik kaplarda yükselmeye devam ediyor. Peki nedir çağımızda yükse- len şey? riiyor ki Le Monde'un yazan Ignacio Ramonet, "Narcisse ve Promethee" başlıkh yazısında, "Agonie can cekişme anlamına geldigi kadar Vunanca köküne bakarsak direniş, savaşun, kav- ga anlamına da gelir. Batı uy- gariığmın tûm entelekrüel >arîı- ğının can çekişir göriindüğü gü- nümüzde kültürün neyin kav- gasını >e sa>aşunını \ereceğini sormak gerekmez mi? Aydın, sa- natçı, yaradcı her birey. bugün her zamankinden daha fazla far- kında ki uygarlık bir yol ayrı- mmda. Karar saati bir kez daha çalıyor, ama yeni bir çağın eski- sinin yerine gecmek üzere oldu- ğu şu anda hiçbir kerteriz yok. 'Tüm kesınlemelerin çöktüğü bir döneme gırdik" diyor Edgar Morin. 'Yeryüzü tam anlamıy- la belirsiz bir an yaşıyor.' Çün- kü tarihsel ve büyfik yol ayrımla- n benûz beürroedi. Nereye gide- ceğimizi bilmiyonız. Büyük kıtlıklar ve durgunluklar mı ola- cak, peş peşe patlayan savaşlar büyüyecek mi, bflmiyoruz. Gene bilmiyoruz, acaba uygarlaştırıcı bir süreç dünyamızı az çok yap»- cı, kooperativ bir duruma uîaştı- racak mi? Gelecek, çok belir- siz..." Ramonet, daha sonra, son birkaç yılın umutlanna değini- yor: 1989'un ikinci yansına. Prag'da kadife devrim, Berlin'- de utanç duvannın yıkılışı. Bükreş'te despotluğun sonu. Yeryüzü aydmlannda uyanan umutlar; demokratik erdemler, ahlaki ilkeler, sorumluluk bilin- ci üstüne kurulmuş bir toplum. Çıkar ve iktidar ilişkilerinin, ye- nni ortak yaşam çabası ve baş- kasına saygıya bıraktığı bir yer- yüzü. Ama hiçbiri olmadı. Giderek daha kanlı boğuşmalara dönü- şen savaşlar, milliyetçiligin akıl- dışı patlaması. kınlerin bilen- mesi, açlık, yoksulluk, işsizlik, fanatizmin dur durak bilmeyen yükselişı. Peki bütün bu kanlı ve ka- ranlık kargaşada kimin değer- leri yükseliyor? Kim kazanıyor bu İcanlı oyunda? Televizyon- larda, basında hiç durmadan aydınlara, aydınlığa, sanata, kültüre, dayanışmaya, sola sal- dıran bu "kafaoke"lerin ardın- da konuşan kimdir? Kimden alıyorlar bu suratsız suratlarda- ki müthiş saldırgan, küçümse- yen ifadenin gücünü? Diyor ki "Artemio Cruz'un Ölümfi''nün büyük Meksikalı yazan Carlos Fuentes, "Düşün- dûrücü olan şudur: Bundan sade- ce dört yıl önce verimli bir yüzyıl sonunu kutluyorduk. Tarihin so- nundan söz ediliyordu. Sonınla- nn çözümünden. kapitalizmin ve demokrasinin zaferinden. Dört yıl sonra şimdi tam bir kafa kan- şıklığına gömühnüş durumdayız. Her şeyi galiba yeniden formüle ebnek zorundayız. Yeniden dü- şûnmek zorunda..." Masamın üstünde düşsel bir zeytin dalı. Melih Cevdet An- day'ın yazısından. Düşündü- ğüm çok şeyin sahte olduğunu gördükçe şaşınyorum. Ama o zeytin dalının sahıci olduğunu biÜyorum. Ardında bir yaşan- mışlık olduğunu. Ben bir çıftçi çocuğuyum. Karanlık odalarda çevre afışleri ile yetinemiyonım. Karaoke'- den de nefret ediyorum. Arka- daki sesin sahibini görmek isti- yorum. Siz, sevgili okurlar gibi. 5 7 . ULUSLARASIVENEDİK FİLM FESTTVALİ'NDEN NOTLAR: Woodstock'tan Taraıtimo'ya. MEHMETBASUTÇU VENEDİK - "Senaryoda önemli olan, gerilim ve mizahtır. Bir an geliyor, yıllann birikimi bir çırpıda kağıda dökülüveri- yor. Filmlerimin senaryolannı genellikle üç-dört hafta içinde tamamlayrveriyorum..." Bu sözleri, dört ay önce Cannes Festivali'nde büyük ödül alan Amerikalı genç yönetmen Qu- entin Tarantino söylüyor. Lido Adası'ndakı Casino'nun önün- de, ağaçlann altına kurulan sahneye rahatça yerleşen Ta- rantino, elinde mikrofon, soru- lan yanıtlamakta... Karşısında- ki kalabahğın çoğunluğunu oluşturan yüzlerce genç. Taran- tino'yu sanki tapınırcasına din- lemekteler... Tarantino, Vene- dik'te hem oyuncu hem de öy- küsü sinemaya uyarlanmış bir ır kasketleriyle boy göster- Kısacası, izleyeni sarhoş edip serseme çevirirken tüyler ürper- tici beklenmedik hazlar da ver- meyi başaran şimşekli bir fılm... Genç izleyiciler, yakından tanı- dıklan, kodlannı ezbere bildik- leri bir dünya içinde keyifle yol alırken TV ağının henüz gevşek olduğu dönemlerde yetişmiş olanlann yüzlerinde tanımı zor bir yorgunluk, amansız bir umutsuzluk. derin bir hüzün okunuyor... Quentin Tarantino'nun yıldı- zı parlamadan önce, yıllar bo- yunca çalışüğı, her türden video kasetler kıralayan mağazada binlerce kötü fıhnle beslendiği- ni unutmamak gerekiyor... Oli- ver Stone, istedıği kadar gerçek olaylardan ahntılar yapsın, ruhbilimsel açıklama çabalan ardına sığınsın; bu sağhksız kültürel beslenmenin etkilerini iyiye inanmaya başladık..." ' "Natural Born Killers", 51. Venedik Film Festivaü jünsine başkanlık eden David Lynch'in kuşkusuz çok hoşuna gidecek bir fılm... Oliver Stone, kendi- sinden beklenmeyen bir türdeki bu konuyu 'güncel bir sinema dili'yle işlerken, meslektaşı Lynch'in sınemasal beğenileri- ne çok yakın bir çizgi izlemiş. Pazartesi verilecek ödüllerin. tartışmalı bir jüri toplantısı so- nunda sahiplerini bulacağını kestirmek güç değil. Secici ku- rul üyelerinin değişik beğeni ve kültürel tercihlerini, olsa olsa çok ödüllü bir liste bağdaştıra- biHr... Quentin Tarantino'yu, ayn- ca yine yanşmab ana bölümde sunulan, Alexandre Rockweu"- in gerçekleştirdiği "Somebody to Love" (Ölesiye Sevmek) adlı lekte... Katil Doğanlar SEVGİLİ GÜL (DERMAN) "Efsanelerin Istanbulu'ndan" sonsuza bir ışıkaktı, Renk... Coşku... Sevgiyle... Seni tanımak, seninle gülmek, seninle çalışmak büyük keyifti. Seninle gerçek sanatın, gerçek sanatçının, sanata gönül verenlerin yüceliğine bir kez daha inandık. Coro'nun dediği gibi bir gün gökyüzünü de boyayacağız, "Dostluk ve Barışla". En güzel gülen hanımefendiye, dünyanın bütün gülleri ve senfonileri ile güle güle... Işığınhiçsönmesin. Mi-Ge Art MİNE ÖZMAN "JFK", "Heaven and Earth" gibi güriiltü koparan fıbnlerin yönetmeni Oliver Stone'un çek- tiği "Natural Born KiUers" (Ka- til Doğanlar), Quentin Taran- tino'nun yazdığı bir öyküden senaryolaştınbruş ve olağan olarak Tarantino dünyasının tüm özelliklerini taşıyor: Hiçbir mantığı olmayan bedava şid- det... tçgüdüsel bir öldürme dürtüsünün karşı konulmaz gücü... Ekranın her yanına bu- laşan kan... Televizyon denilen medya organının bilinçleri kör eden hegemonyasının dalga dalga taşıdığı kültürel sığbk... Şiddeti ve ölümü küçük ekran- da naklen yayımlamaya dek va- ran hastalıklı oburluk... Por- nografınin sınırlannda dolaşan vıcık vıak bir erotizm... Çizgi fıbnin yam sıra video ve 8 ya da 16 müimetrelik kameralarla saptanan, kimi siyah-beyaz ki- mi renkli görüntülerin iç içeb- ğinden, teknolojinin getirdiği tüm yeni olanaklann yerü yer- siz kullanılmasından doğan görsel cümbüş... Elden ele dola- şan, heükopterden yere inip çı- kan ve merceklerini bir ileri bir geri alırken yatayhk-dikeybk kavramlannın pusulasını yitir- mişbirkamera... • 'Altın Aslan'ın başlıca adaylan arasındaki Oliver Stone'un çektiği "Natural Born Killers" (Katil Doğanlar), Quentin Tarantino'nun yazdığı bir öyküden senaryolaştınlmış ve olağan olarak Tarantino dünyasının tüm özelliklerini taşıyor: Hiçbir mantığı olmayan bedava şiddet... silmeyi başaramıyor. Yönetmenin getirdiği açıkla- malar gerçekten ilgjnç: "Bu fil- mi 1992 sonunda çekmeye baş- ladığmıızda. konusu gerçeküstü bir boyut içermekteydi. 1994'te tamamlandığında ise tümüyle- gercekçi bir film olup çıkıver- mişti! Çünkü bu arada acayip bir dönem yaşadık. Tonya Har- ding, Rodney King, Menendez Kardeşler ve Lorena Bobbitt gj- bi sözümona ünlü adlar, bu ülke- de, hatta tüm dünyada yaşayan- larn dikkatini, kendi bencil inti- kam öykülerinin üzerine topladı- lar. Amerikan medyalan gün geçmiyordu ki, satış ya da izlen- me oranlannı arttıran, böylece kendilerine daha çok para ka- zandınrken toplumsal çılgınhğı da alabildiğine körükleyen bu olaylann yarattığı yeni dramlan pazarlamasmlar... Tonya Har- ding, 5-6 kez New York" Times'- m baş sayfasına çıkmayı başa- rmca, 20. yüzyıl Amerikasrnın, anlamsızlıklar ve saçmalıklar dönemiyle son bulacağına iyiden fılmde bir barmeni, her zaman- ki rahatbğıyla yorumlarken bu- luyonız. Los Angeles'ın kenar mahallelerinde küçük umutlar peşinde koşan ve yaşamın tadını çıkarmaya çabalarken yara bere içinde kalan gençlerin küçük dramlannı anlatan bu film, sevmenin güçlüğü üzerine sevimli bir çalışma... ölesiye ve öldüresiye aşık ohnak teması üzerine ilgjnç bir çeşitleme... Peki, 'ölesiye Sevmek'ten geri- ye, hoşça bir zaman geçirmiş ol- manm dışında ne kalacaktır acaba? Herhalde oyuncu kad- rosunun parlaklığı dışında de- rin bir iz kalmayacaktır. Har- vey Keitel, Antbony Quinn ve Samuel Filler, küçük birer rolle bu fılme güzel birer renk katmı- şlar..."SomebodytoLove","Na- tural Born KiUers" yanında son derece masum kalan bir fihn! VV'oody Allen dışında yanş- mab bölümde yalnız iki örneği bulurunasına karşm, Amerikan sineması Venedik'te başlıca ilgi odağı olmayı başarmış durum- da. Elden ne gehr? Beğenmesek de kızıp köpürsek de, izlemeden edemiyoruz. Sonra da, o öfkey- le uzun uzun sözünü etmekten kendimizi alamıyoruz... Gözle- rimizi kapamamn bir yaran yok: TV dibni ve biçimini usta- bkla kullanan Amerikan sine- ması, yepyeni abşkanbklar ya- ratrnış durumda... 'Natural Born Killers'tan Çiktıktan sonra, gece seansında, Woodstock'ta 25 yıl önce çeki- len belgesebn yeniden elden ge- Çİrilen dört saatlik yeni kop- yasını, yer bulamamak korku- su içinde, koşa koşa izlemeye gidiyorum. Bir de ne göreyim! Festival saraymın büyük salonunda, üç koltuktan ikisi boş... Gençler çoğunlukta, ama 25 yıl öncesi- nin müziği onlan hiç de coştur- muyor... Oliver Stone'un fıl- minden aldıklan hazzın onda birini bile, anne ve babalannı heyecandan titreten bu müzikte bulamıyorlar. Altmışb yıllann sonlannda esen, özgürlük, aşk ve banş rüzgannın anısı karşısı- nda, günümüz gençleri alabildi- ğine ilgisizler. Gece ilerledikçe salon boşabyor, fıbnin yönet- meni ve çevresindekiler, engin bir çölün ortasındaki yeşjlh'k gibi kabveriyorlar koskaca si- nemada.. "Mostra", bu güz gerçekten Çok sakin bi^ yıl yaşamakta. Politik çekişmeler bütçe kısıntı- lanna eklenince, sinemaya ilgi azalmış. Salonlar, Amerikan fihnlerinde bile yan yanya boş kalabib'yor: Oysa festival prog- ranu yine alabildiğine zengin. Merakb sinemaseverler zaman sıkmüsı çekiyorlar... Wim Wen- <lers'ın hiç kimse tarafından be- ğenilmeyen son belgesel çalı- şrnası yanında, Jacoues Doil- •otfun ya da Danimarka sine- maanın genç adlanndan Lars Y<* Trier'in televizyon için çek- tiğ diziyi izlemek mümkün. Kkg Vidor'un sinemasını se- venlerin ise keyiflerine diyecek yok... NJe yazık ki, salonlann dolu- luk oranının genelde yüzde elli- lerde kabnası, sorunlu geçen son iki yıbn kavgalanndan, fes- ti^alin derin yaralar aldığının bir başka kanıtı...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle