29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21AĞUSTOS1994 PAZAR HABERLEREV DEVAMI Kacırılan f lutcuyle iigiii teori: Kaçtnlalı 9 gün olduğu halde, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Sertoğlu'yla ilgili herhangi biripucu,henûzek gecirikmedi. Erdim Sertoğlu, ormanla birlikteyakılmış olabilir Haber Merkezi - Balıkesir'- deki yazbğının yakınında, otomobUine binen biri kadın iki kişi tarafından 12 ağustos gûnü kaçınlan Cumhurbaş- kanlığı Senfoni Orkestrası'nın flütçüsü Erdim Sertoğlu, bü- tûn aramalara karşın buluna- mıyor. Erdim Sertoğlu'nun kaçınl- ması olayıyla ilgili polis tara- fından yapılan çabşmalar so- nunda. biri kız iki Türk ve üç Gûrcü gözaltına alınmış, bun- lardan Gülçilen Demir, olayla ilgısi bulunmadığının anlaşı- lması üzerine serbest bı- rakılnuştı. Kaçınlma olayında son olarak da Erdim Sertoğlu'nun öldürüldükten sonra kasten çıkanlan bir orman yangınına aüldığı teorisi târtışılıyor. Aramalar, Balıkesir yöresin- deki geniş bir alanda polis, jandartna, orman ekipleri ve Erdim Sertoğlu'nun yakınlan tarafından sürdürülüyor. G Ü N D E M MUSTAFA BALBAY TGS: Çalışanlann haklaı ı da saydamlaşsın Istanbul Haber Servisi-Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Yö- netim Kurulu, son günlerde med- yada, devletin basın sektörüne verdiği teşvikler ve fon kaynaklı yatınm kredileri nedeniyle yaşa- nan karşıbkb suçlama ve tartış- malara yönelik yapuğı açıklama- da, yalnızca basın-yayın kuruluş- lannın parasal kaynaklan ile bunlann kullamm şekillerinin de- ğil; çalışanlann haklannın da saydamlaştınlması gerektiğinı bildirdi. Açıklamada, Türk bası- • nında son günlerde yaşanan, dev- let teşviki ve fon kaynaklı kre- diler nedeniyle, karşılıklı suçlama ve tartışmalarda kullanılan üslu- bun, basının kamuoyundaki say- gınhğmı zedelediği görüşü belirti- lerek şöyle denildi: "Dikkat çekki bir başka husus ise. basın kuruluşlannın, kendi bünvelerinde çok sayıda şirket ku- rarâk, betn teşvik ve krediterden daha fazla vararianma yotlannı bulmalan hem de istibdam ettikle- ri personeli bu şirketlere dağıtıp, bölüp, küçûk gnıpiara ayırarak, onlarm sutından ucuz etnek eMe etmejeridir. Kunılan ve tarttşma- larda gözardı edilen bu çirkin çark, bu çarkın daha hızlı döndü- rülmesine yardımcı olanlar dışın- daki, tek ideali mesleğinin gereğini yerine gefirmek ve gecimini bun- dan sağfamak olan binlerce gaze- teci ve basın çaitşaıunı dişiiieri arasında öğütmektedir. Basın ve yayın organlan çalışanları bu ne- denle, topluma karşı ödev ve so- rumluluklarını yerine getireme- mekte, haber kaynaklan nezdinde saygınlıklannı ve güveraluiikleriııi yitiımekte, bir meslek giderek yok obnaktadır. Bu gidişe önceiikk basın mensupları ve onlann örgüt- ieri dur' demeiidir. Saydam basının da, öncelikle, her basın ku- rulusunun. kendi büm.esindeki tek bir şirket eliyle faaliyet gösterme- sL, alacaksa teşvik ve kredileri bu şirket adına alması. çalışanlannuı tamamını bu şirket kadrolannda istihdam ctmesi> le mümkün olabi- leceği göriişündeyiz. TGS olarak, saydam basının yaratıbnası. gaze- tecinin ve mesleğimn eski saygınuğma kavuşması, basın çahşanlannuı çeşitli şirketler arasında, örgütlülükten de uzak bir şekikk dolaştırılarak, emeğin sömürülmesinin rtntenmesi konu- sunda bir kampanyanın başlab- Iması için elden gelen tüm imkan- larunızı seferber etme kararlı- uğımızı kamuoyuna saygıyla du- vunınız." Bayülgen'den Cumhuriyet7ziyaret tstanbul Haber Servisi - Ulusal Biriik ve Dayaıuşma Derneği Baskanı Av. Doğudan Bayülgen ve yönetim kurulu üyeleri dün ga/etemizi ziya- ret etti. Gazetemiz Genel Yayın Danışmajıı Orhan Erinc ve öteki yöne- tkilerte görüşen dernek yöneticileri, Misakunilli sınırlannın bile tartışıldığı farklı bir dönemden geçikliğini belirterek, toplumun uyan- bnası gerektiğini kaydettiler. Ulusai Biriik ve Dayanışma Derneği'nin Atatürk ilke ve derrunlerini korumavı ilke edindiğini beiirten Av. Do- ğudan Bayülgen, dernek olarak tüm gücleriyk çalışacaklannı söyledi. ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ • Baştarafi 12. Sayfada ken yaşandı. Bu kez ben de öne oturmuştum, olup biten- leri seyrediyorum. Yazarlardan biri kalktı, Başbakan'ın yanına doğru gitti, belli ki, bir şey sorup, uçaktaki gaze- tecileri atlatacak. Gazetecilikte buna "sağmak" denir. - Eyvaaah, Başbakanı sağıyor! Göz göre göre bizi at- latıyorl Kimi de tek gitmez, yanına bir kişi daha alır ki, konu- şan: -Oooo, iki gazetenin adamı gelmiş, kırmayayım, konu- şayım! diye düşünsün, sağılmaya razı olsun! Gidenler, Başbakan'ın ya da Genelkurmay Başkanı'- nm yanından dönerken bir afra tafrayla dönerler. Sonra- dan öğreniyoruz, Tansu Çiller, onları fırçalamış! "Attığı- nız başlıklar yanlış" demiş. Atılan fırçayı bile, bir "övgü" sayacak denli yağcılık, bağışlanacak şey değil. Bu, Hacı TÖ zamanında mı baş- lamıştı? O yarattı asıl gazeteciler arasındaayrılığı. Kimi- ne "Sol amigo" dedi, kimini cezalandırdı yemeğine çağırtmadı! Köşe muhabirleri, yalnız üstdüzey kişilerle konuşurlar, onlarla içli dışlıdırlar. Sanki ülkeyi birlikte yönetirler. Asıl görevleri, yöneticilerle patronları arasın- da ilişki kurmaktır... Oün Nadir Nadi'nin ölümünün üçüncü yılıydı. Gazete- ciliğin giderek öldüğünü, düzeyinin gün geçtikçe düştü- ğünü görse nasıl üzülürdü? Gazetecilerin birbirlerini sevmeleri gerektiğini durmadan yazıp söyleyeceğim. Yanıbaşındakini sevmeyenler, Güneydoğu'dakini nasıl sevecek? Kürt halkını nasıl sevecek, Kürt sorununa ic- tenlikle nasıl çözüm arayacak? • Baştarafi 1. Sayfada ömrünü tamamlamadı. Normandiya çıkarmasının 50. yılında bir araya ge- len "eski askerler"'ın yaş ortalaması- na baktığımızda en çok bir-iki on yıl daha, "yaşayan tanık" olarak savaş anılarını anlatmayı sürdürecekler. Sonra savaşın izleri, kitaplarda, film- lerde, belgelerde, müzelerde kala- cak. Bir de savaşın tüm acımasızlığıyla sürdüğü coğrafyalarda; Auschwitz- de, Mekong Deltası'nda, Kwai Köprü- sü'nde... Tayland'ın başkenti Bangkok'un yaklaşık 150 kilometre kuzeybatısı- nda, Khwae Noi ırmağı üzerindeki Kwai Köprüsü bugün, soğuk siyah demirleriyle, az otesindeki binlerce askerin yattığı mezarlarıyla savaşın sonuçlarını anlatmaya devam ediyor. Köprüye, Bangkok'tan bir minibüs- le, Alman, İtalyan ağırlıklı turist gru- buyla gittim. Muson yağmurlarının gelip gittiği bir havada, tropik ağaç- ların arasından iki saatlik biryolculuk sonrasında önce Kanchanaburi JE- ATH Savaş Müzesi'ne, sonra Kwai Köprüsü'ne ulaştık. Müzenin adı, Ikinci Dünya Savaşı- nda bu bölgede karşı karşıya gelen ülkelerin başharfleri alınarak kon- muş. J Japonya'yı, E Ingiltere'yi, A Amerika ve Avusturalya'yı. T Tay- Kwai Köppflsü land'ı, H Hollanda'yı gösteriyor. Bu başharfler bir araya getirildiğinde oluşan JEATH kelimesi, İngilizcede, "ölüm"anlamına gelen "Death"keli- mesini çağrıştınyor. Tayland'ı işgal eden Japonya, bölgede rahat hareket edebilmek için Tayland-Burma arasında bir demir- yolu hatfa inşa etmeyi planlar. Japon mühendislerj bölgeyi dolaşır, dağlık alanları, nehirleri dikkate alarak, 415 kilometrelik demiryolu hattının en iyimsertahminleöyıldabitirilebilece- ğini söylerler. Bölgedeki Japon ko- mutanlar ise sabırsızdır -18 ayda... Çin, Hindistan, Endonezya, Malez- ya, Singapur, Tayland ve Bûrma'dan zor kullanılarak yüz bin işçi getirtflir, savaşta esir alınan çoğu ingiliz ve Hollandalı 30 bin asker de bölgeye taşınır ve 16 Eylül 1942de yapım baş- lar. Yüz bin işçinin yarısı ile 30 bin sa- vaş esirinin 16 bini hastalık ve çeşitlı nedenlerle yaşamını yitırir. Demiryo- lu hattı ise 15 ay 9 gün sonra 25 Aralık 1943'te tamamlanır. Savaş esirlerinin kaldığı, hasır ko- ğuşların aynısı yeniden yapılarak bu- günkü müzeoluşturulmuş. Dışarıdan, bölgedeki birkaç çiftçinin bir araya gelerek kurduğu basit evler gibi gö- rünüyor. içeride ise 1942-43 yılları- ndan arta kalan çok az silah ve diğer eşyalar sergilenmiş. Kabzası tahta piyade tüfekleri, birkaç kırık daktilo, çalar saat, askeri giysiler, fotoğraflar ve mektuplar. Savaşta karşı karşıya gelen ulusla- rın askerleri barış mektuplarında bu- luşmuş. Demiryolunun inşası adına hükümetten madalya alan Japon subayı W. De Jokg'un mektubuyla sa- vaş esiri olarak hatta çalışmış Hollan- dalı Van der Stermeninki yan yana... Ikisi de farklı cümlelerle artık savaş- ların olmaması gerektiğini yazmışlar. Kwai Köprüsü, müzeden araçla beş dakikalık uzaklıkta. Fransız yazar Pierre Boulle'in romanını yazdığı, sonra da yapım öy- küsü sinemaya aktarılan köprü bu- gün, bir destan kahramanı görüntû- sünden çok, yalnızhğı anlatıyor. Kısa bir süre için gelen Batılı ziya- retçiler, soğuk soğuk dolaşıp gidiyor. Batı yakasında yapım öyküsünü anla- tan büyük bir pano, yanında köprüyü bombalayan Amerikalıların kul- landığı bombanın maketi, doğu ya- kasında ise yemyeşil, geniş yapraklı tropik çiçeklerle süslü bir bahçe var. Sütunları yosun tutmuş köprünün üzerinde makasla birbirine bağlanan dört ray var. Çocukların en büyük key- fi raylar üzerinde yürüme yarışı. Köprünün başından sonuna kadar gi- debileni yok, ama raylardan düştükçe basıyorlar kahkahayı. Yöredeki gençlerin neşesi ise iki ray arasındaki aralıklı tahta bölmeler- de bisiklet ya da motosikletle olabildi- ğince hızlı gitmek. Zaman zaman tu- ristlerle çarpışsalar da bu alışkanlığı bırakacak gibi görünmüyorlar. Bu yüzden hatıra resmi çektirmek iste- yen turistler için köprü üzerinde bir- kaç özel bölme inşa edilmiş. Tabii, Japon mühendisler inşa sırasında bunu düşünmemişler! Müzedeki sorumlular köprünün her metresi için 38 kişinin öldüğünü söylüyor. Bugünkü ziyaretçiler arası- nda o günleri yaşamış olanları seç- mek zor değil. Ağır ağır ilerliyorlar, zaman zaman gözlerini belli bir nok- taya dikip dakikalarca hareketsiz kalı- yorlar. Yeryüzünde yeni Kwailerin yaşan- maması dileğiyle köprüden ayrıldık. Japon yapımı minibüsle dönüş yolunu tutarken şoförün yardımcısı Bangkok'ta geceyi geçirebileceğimiz eğlence yerlerinin fotoğraflı adresini dağıtıyordu. Saadet ziııciri büyüdü • Baştarafi 1. Sayfada ğanüstü kongre hazırlığımn söz konusu olmadığını anlatan Mesut Yılmaz'a yöneltilen so- rular ile yanıtlan şöyle: - ANAP iktidarlarının düşük kur-yüksek faiz" biçiminde ad- landırdarak eleştirilen ekonomi politikası, partidekj yerini koru- yor mu? - ANAP iktidan döneminde düşük kur-yüksek faiz şeklinde özetlenen politika, Sayın Baş- bakan tarafından da 'saadet ziııciri' olarak nitelenmişti. Bu saadet zincirinin sadece Tür- kiye'ye döviz getirerek, Tür- kiye'de yatınm yapan baa spekülatörlere aşın kazanç sağ- layan mekanizma olduğu id- diası var. Sayın Başbakan'ın kendi dönemlerinde bu saadet zincirinin kınldığıyla ilgili id- diası, gülünçtür. Çünkü mese- lenin kökenine inildiğinde gö- rülecektir ki, ANAP dönemin- de eğer böyle bir saadet zinciri varsa, bunun spekülatörlere sagladığı reel faizkazana hiçbir zaman yüzde 15'i geçmemiştir. Oysa Çiller hükümeü dönemin- de yüzde 100'e yaklaşan reel fa- iz getirisi elde edilen bir saadet zinciri olayıyla karşı karşıyayız. 91 'de secime giderken iddiamız, bozulmaya başlandığı kamu fı- nansman dengelerinin sağlıklı biçimde bir an önce tesis edil- mesi gerektiğiydi. Maalesef 1992 Kasımı'ndan iübaren koalisyon hükümetleri döne- minde izlenen politikalar, den- gesizliğin daha da artmasını teşvik edici yönde olmuştur. Ama dengelerin asıl altüst ol- ması, işin çığnndan çıkması ve Türkiye'nin, cumhuriyet tarihi- nin en büyük ekonomik krizine sürüklenmesi, tümüyle 1993 Haziranı'ndan itibaren Çiller hükümetinin ızlediği ekonomik politikanın bir sonucudur. Tür- kiye, 1993 yılında, tarihinin en büyük dış ticaret açığıyla karşı karşıya kalmışür. - Cari işlemler açığındaki artı- şı, ANAP iktidarları dönemine göre hangi düzeyde değerlendiri- yorsunuz? -'Net hata-ooksan' hesabı da dikkate alındığında. 8 milyar dolarlık cari işîemler açığı, sa- dece cumhuriyet tarihinin en yüksek cari işlem açığı değildir. Aynı zamanda ANAP'ın 8 yıl- lık iktidar dönemindeki bütün cari işlem açıklannın toplamı- nın üç katına yaklaşmaktadır. 1993 yıJının ikinci yansında iz- lenen ekonomi politikası, ta- mamen, DYP'nin kasım ayın- da yapılan kongresine ve 27 Mart yerel secimlerine endeks- lenmiştir. Geriye doğru böyle bir değerlendirmenin ortaya koyduğu sonuç, bugün yaşa- nan ve topluma olağanüstü ver- ramı, her şeyden önce asgari 3 yıllık bir perspektife dayanma- lıdır. Bu perspektif içerisinde ey\ela yapısal istikrar tedbirle- ri, hedefleri belirlenmelidir. Bunlardan bir tanesi, kayıtdışı ekonomiyi kayıt alüna alacak gilerle, ek vergilerle aşın KtT gerçek anlamda bir vergi refor- zamlanyla, yüksek faizle, yük- mudur. Vergi oranlannı düşü- ren, vergi tabanını genişleten ve tümüyle vergi gelirlerini arttı- nrken yaunmlan teşvik eden bir vergi reformu uygulanmalı- dır. İkinci önemli tedbir; devle- tin ekonomideki rolünü asgari- ye indirecek ciddi bir program uygulamaktır. Bugünkü deyi- miyle özelleştirme. Özelleştir- me, mutlaka belli ilkelere bağlı kalınarak yürütülmesi gereken çok ciddi bir politikadır. Bu il- kelerden birincisi, özelleştirme- nin hepimizin ortak malı olan bazı işletmelerin mülkiyet devri olayı olduğunu unutmadan. özelleştirmeyi anayasaya uy- gun bir yasal çerçeveye oturt- mak meselesidir. Bugüne kadar özelleştirme uygulamalannda sonuç ahnamamasının en önemli nedenı de, hükütnetin etmektedir. Önümüzdeki gün- bukonudayanbşyoldaısraret- lerde yapılacak revize tahmin- mesidir. ' ikinci önemli ilke, şeffaflık il- Özelleştirme sek döviz kurlanyla büyük öz- veri getiren tedbirlerin uygulan- masını zorunlu kılan bu ekono- mik kriz, tümüyle Çiller hükümeunin izlediği seçime en- deksli popülist politikanın so- nucudur ve maalesef uygula- nan istikrar programı Türkiye'- de kalıcı istikran sağlayacak hiçbir yapısal tedbir getirme- miştir. Bu krizin ne zaman yeni- den patlak vereceği, yeniden bir fınans krizinedönüşeceği tartış- masından daha önemli olan, Türkiye'de üretimin sürekli ge- rilemesidir. - Böyüme hedefinin tutturula- mayacağı görüşüne katıhyor musunuz? -Hükümet, bu sene için yüz- de 1.6'lık bir eksi büyüme, yani bir ekonomik daralma tahmin lerle, bunun daha da artacağını, yüzde 3'lere, 4'lere ulaşacağını düşünüyonım. Böyle bir eko- nomik gerileme, küçülme, da- ralma Türkiye'de planlı kalkın- ma döneminde hiçbir zaman yaşanmamışür. Ekonomik da- ralma, 1994 yılında kamu gelir- lerinin de önemli ölçüde düşme- sıne yol açacaktır. Halbuki 1994 yıhndaki istikrar progra- mının en büyük yükünü çalışan kesimler çekmeİctedir. 1995 yı- lında bu kesimleri artık daha fazla fedakarlığa, özveriye zor- lamak mümkün değildir. Onun için devletin başta perşonel gi- derleri olmak üzere cari giderle- rinde önemli artışlar kaçınıl- mazdır. 1994 yılında tamamen durmuş olan yatınm harcama- lannın da '94 yılında artık daha fazla durdurulması, bekletilme- si mümkün değildir. 1995 yılı kamu harcamalannjn zorunlu olarak artacağı. buna mukabil kamu gelirlerinde nisbi azalmalann yaşanacağı bir yıl olarak görüimektedir. Bu da 1995 yılında Hazine'nin giderek daha yüksek faizle, da- ha fazla miktarda borçlanması zorunluluğunu getirmektedir. - Partinizin öngördüğü alter- natif ekonomi politikası hakkın- da bilgi verir misiniz? -Uygulanacak istikrar prog- Dinciler birbirine girdi • Baştarafi 1. Sayfada Sanıklar tehdit, gasp yohıyla boş kağıda imza amrarak şirket hisseierinin devrini sağtamak'la suçlanıyor. Davaa, eski Dokuz Eylül Üni- versitesi Makina Mühendisliği Bölümü ögretim görevlilerinden Mehmet Toker. Toker, ortağının ve hakem he- yeü'ni oluşturan sanıklann, elin- deki şirket hisselerini bedelsiz ve zorla almak istediklerini öne sü- rüp, tehdit edildiğini söylüyor... E)avalarda çok ilginç sanıklar, kuruluşlar, şirketler, bağlanülar var. Baş sanık, Akyazıb Vakfı'- nın şimdiki başkanı Tahsin Şim- şek. tkinci sırada, aynı vakfın 2. Başkanı O. Gürbüz Özkara geli- yor. Sanıklar arasında eski ANAP İzmir il başkanı İsmafl Katmerci göze çarpıyor. Afamet Naci Şençekicüer, .Viehmet L'sio, Mustafa Çevik, Ovül Yürekh'türk ve Argun Sekiüz de diğer sanı- klanndan... Davalara konu olan işlem, bundan 4 yıl öncesıne uzanıyor. Toker, o dönemde üni- versiteden aynlır. Içinde bulun- duğu cevrenin önerisiyle sanık Tahsin Şimşek ve kardeşleri ile sanık Mustafa Çeyik'i de aralan- na alarak, Kayseri'de Kent Ma- denciük AŞ'yi ve Alabalık İşlet- me Tesisi'ni kurarlar. Tesisin kara ^çmesinin ardından şirket ortaklan arasında anlaşmazlık doğar. Bundan sonrasını Toker'- in Ağır Ceza Mahkemesi'ne sun- duğu dilekçesinden okuyahm: "Tahsin Şimşek ve kardeşleri benden hisseieriıni devretmemi is- tediler. Kabul etmeyince Şimşek, 18 Haziran 1993 günü yapılan şir- ket toptanttsmda bu kez diğer or- tağımız olan Çevik'e de hisseieri- mizi devretmemenıiz dununımda könî olacağmı söyledi. Bir gün sonra da Mustafa Çevik'i evinden arabasma bindirip, Menemen gü- zergahında bir tarlaya göhlrmüş ve runsaüı tabancasmı cıkararak 'bu silahı Mehmet Toker'i veseni öldürmek için aldım" dije tehdit etmiştir. Şirket hisselerimizi be- delsiz devretmemizi istemiştir. Aynı gün Mustafa Çevik bana pa- nik içmde tetefon etti..." Bundan sonra dava dosya- sında çok ilginç bir isme rastla- nıyor. Toker, deyreye FethuDah Gülen'in girdiğini belirtiyor. Bu olayı ifadesinde şöyle anlatıyor Toker: "20 haziran günü kardeşhn Me- tin Toker'i de alıp, Çevik'in evine gittim. Mustafa Çevik bana, bun- lann sevgj ve saygı duyduğu Fet- hullah Gülenie görüşmeıni söyle- di. Durumun ciddi bir tehdit oMu- ğunu, bunun yüzünden birkaç kişj- nin ölebikceğini söyledi. Bunun üzerine Fethullah Gülenie görfiş- me amacıyla randevu talep etthn. kesidir. Özelleştirme uygula- malan oldu-bittiye getirilemez, keyfı birtakım satışlara göz yu- mulamaz. Üçüncü önemli ilke, özelleştirmeden elde edilecek gelirlerin yine özelleştirmeyi gerçekleştirmek için harcan- masıdır. Özelleştirme bir fınansman modeli olarak be- nimsenir ve karlı işletmelerin saüşından elde edilecek gelirler sadece bütçe açığının fınans- manı için kullanılırsa, bu bizim anladığımız manada genel- leştiren değil, tersine sabote eden bir uygulama olur, özelleştirmenin önünü kapayan bir uygulama olur. Özel- leştirmeden elde edilecek gelirlerin bir fonda toplanması doğrudur. Bu fondan, özel- leştirme nedeniyle işsiz kalacak işçilerin ek sosyal güvenlik haklannın sağlanması, onlann mesleki becerilerini arttıracak eğjtim programlannın fınans- manı, zararlı çalışan KİTlerin özelleştirilmesi için harcama yapılmalıdır. Son olarak, kamu bankalan- nın özelleştirilmesine öncelik verilmelidir. Bugünkü hükü- metin bize göre özelleştirme konusundaki en sakat yakla- şımlanndan biri de, kamu ban- kalannm özelleştirilmesi konu- Beni çağırması üzerine de bu teh- dit durumunu anlattun. Kendisi, Tahsin Şimşek'in böyle bir şey yapmasını kınadı ve bu probiemin çözümünde yardımcı olacağmı söytedi. Kendisine nasıl ulaşabiie- ceğimi sorduğumda, Sevgi ınşaat Ltd. Şti'nin sahibi Recep Uzunalh vasıtasıyla temas kurabileceğimi ifade ettfler. Recep Bey bana O. Gürbüz Özkara, tsmail Katmerci, Naci Şençekicfler, Mehmtıt Uslu, Övül Yüreklitürk adlı kişilerin arabulucu olarak görevlendirildik- lerini söv ledi. Daha sonra yüz yüze yaptığun görüşmede Osman öz- kara bu arabuiuculann temsilcisi olduğunu ve kendisinin Fethullah Gülen tarafından görevlendiril- diğini ifade etti..." Toker'in ifadesinde belirttiği hakem heyetini kuran Recep UzunaDı, bir yanıyla Zaman ga- zetesiyle ihşkıü. Efes Oteli'nin karşısında, Batı îşhanı'nın 1. kaüna tümüyle sahip Zaman ga- zetesi İzmir Bürosu'nun telefon- lannı çevirip, Recep Uzunallı is- tendiğinde, direkt bağlantı yapıb- yor. Aynı numaradan Uzunalh'- nın sahibi olduğu Sevgi İnşaat'a da ulaşılıyor. İsimler ve ilişkiler böylesine birbirine girerken davaa Toker ifadesinde, 10 temmuz tarihli toplantıyı şöyle anlatıyor: "Toplantı Gürbüz Ozkara'nın işyerinde yapddı. Bu toplanöya sunda hiçbir haarlığının olmamasıdır. Kamu bankalan özelleştirilmeden sağlıklı bir özelleştirme yapılacağına inan- mıyorum. Yapısal tedbirlerin üçüncüsü olarak; Türk sanayi- sinin rekabet gücünün arttın- lması ve döyiz sağlayıcı işlemle- rin teşvikini görüyoruz. Bu ted- birlerin yanında, mesela 3 yıllık bir perspektif koyarsanız, 3 yıl sonunda bu hedefleri gerçekleş- tireceginizi baştan ilan etmeniz lazım. Özelleştirrne, ÇiIIer'e kurban ediliyor - ANAP, iktidar partileriyle, özeUeştirme çaljsmalarına des- tek sağlamak için görüşmeler yaparken, KİT satışlarından sağlanacak gelirierin olası bir erken seçim için kullanılacağı endişesi var mı? - Tabii var, çünkü Başbakan bunu saklamıyor. Başbakan, 'Devletin iki geüri var, birisi ver- gi, birisi özeUeştirme' dıyor. Buradan çıkan sonuç, Başba- kan'ın PTT gibi en karlı devlet işletmelerini satıp, bunlann ge- lirleriyle bir seçim ekonomisini fınanse etme arzusunu taşıdığı- dır. Özelleştirme şimdiye kadar bir hukuki yanlış nedeniyle ge- ciktiği gibi, bundan sonra da Başbakan'ın seçim ekonomisi- ni fınanse etmek için kurban edilmeye çalışıbyor. Endişemiz budur. özelleştirme getirlerinin bir fonda toplanmasını öneri- yoruz. Ancak, bu fonun, mev- cut kanun teklifınde olduğu gibi, sadece yüzde 15'inin sos- yal harcamalara aynlıp, geri kalan yüzde 85'inin Başbakan'- ın takdiriyle kullarulmasına karşıyız. - Peş peşe istifalann yaşandığı bir partinin lideri olarak, yanlış anlaşıldığınızı düşünüyor musu- nuz? _ - Yanlış anlaşıldığım kesin. Üç saat konuştuğum bir top- lantıda, konuşmamdaki unsur- lara değil de, sadece gözlüğü- me, kıyafeüme haber değeri biçen bazı medya organlanyla güçlüğüm var. Türkiye'de. 'ha- ber değeri' anlayışının irdelen- mesi gerektiğjne inanıyorum. Okuyucuya da inisiyatif tanı- nması gerektiğini düşünü- yonım. Medyadaki bazı ciddi kişilerin de aynı durumdan yakınmalanndan ve bu duru- mu tartışma konusu yap- malanndan, ileriye dönük bir iyimserlik duyuyorum. tehdit edOerek cağnldığımdan, tedbir olsun diye kardeşün Metin Toker'i de yanıma alarak gittim. Toplantıya jgirer girmez, yerime oturmadan Özkara elimc, imzala- mam için kareii boş bir kağıt verdi. özkara ve diğer samklar bu boş kağıdı imzalamamı. aksi halde zor kullanacaklannı söylediler. Bir ara odadan kaçmayı denedim. Fa- kat kapıda beni yakaladılar..." Toker'in anlatımma göre. bu- rada devreye ilginç bir isim daha giriyor. Toker, sanıklann da tanıdığı, arkadaşı Doç. Dr. Mus- tafa Güneş'i, yardımcı olması için telefonla toplantıya çağınyor. Güneş, DEÜ İktisadi İdari Bi- limler Fakültesi'nde öğretim üye- si. (Bu fakülte aynı zamanda RP'nin verimli tarlası. RP, 27 Mart yerel seçimlerinde bu fakül- teden 3 öğretim üyesini Kayseri, Çorum ve İzmir'den aday göster- mişti.) Güneş toplantıya katıhyor. Ancak durum değişmiyor. Toker ifadesinde "Çok kalabalık ve si- lahlı olduklan için, kardeşim ömer de çok sinirli idi, bir çok ih- timali düşünerek Doç. Güneş ve ömer Toker'in önünde boş kağıda imza atmak zorunda kaldım..." diyor. Böylece Toker şirket hisse- lerini devretmiş oluyor. Toker, bu anlaümlardan sonra mahkemeden Fethullah Gülen ile Recep Uzunalb'nın tanık ola- Tansiyonu düşen Dilipak paneli terketti İstanbul Haber Servisi - tstan- bul özgür Üniversitesi tarafm- dan düzenlenen "Din, Şiddet ve Devlet" konulu panel, konuşma- alar arasında sert tarüşmalara neden oldu. Panele konuşmaa olarak katılan gazeteci-yazar Ab- durrahman DUipak. Özgür Cni- versite öğretim görevlilerinden Suat Parlar'ın İslamiyet ve şidde- te ibşkin düşüncelerini açıklarken kuUandığı tarz nedeniyle salonu terk etti. Panel sırasında gerginle- şen ortam nedeniyle tansiyonu düşen Dibpak, başka bir odada sakinleştirilmeye çabşıldı. DiU- pak, kendisinin panele geri dön- mesi için yoğun çaba saif edenle- re, Parlar'm konuşması sırasında kullandığı tara, şahsma saygısız- lık olarak niteleyip bu düzeyde bir polemiğe girmek istemediğini söyledi. İstanbul Özgür Üniversitesi ta- rafından düzenlenen "Din, Şid- det ve Devlet" konulu panel, dün Ikusat Mezunlan Cemiyeti'nde gerçekleştirildi. Avukat Kemal Kelesoğhj'nun yönetüğı panelde ilk konuşmayı yapan gazetemiz yazarlanndan Prof. Toktamış Ateş, günümüzde devletin, hangi sınıfın yönetimindeyse o sınıfa hizmet veren bir mekanizmaya dönüştüğünü söyledi. Devletin, toplum içinde şiddeti kullanma yetkisine sahip tek güç olduğunu ifade eden Prof. Ateş, dünyanın hiçbir yerinde sınırsız özgürlük obnadığını belirtti. "özgüriükler smırbdn-" diyen Prof. Ateş, bu sı- nın, bireysel ve toplumsal olay- larda başkalannın özgürlüğü olarak açıklacb. Daha sonra söz alan gazeteci- yazar Abdurrahman Dibpak da devletin şiddete dayandığmı öne sürdü. Dinin temebnde ise banş ve kardeşbğin esas olduğunu be- brten Dibpak, dinde zorlama obnadığını belirtti. Eşat Korkmaz ise köktendin- ciliğin yayıbna tehbkesine dikkat çekerek "Bugün, köktendincflik, vicdanlara dar geliyor. Kökten- dindlik, vicdanlardan çıkmak Lsti- yor. Hukuk yanını geçerli kılma- nın yoilannı anyor" dedi. Suat Parlar ise "DGM'lerin ba- taklık, Nusret Demiral'ın ise sj>ri- sinek olduğu bir ülkede hukukçu olmaktan ırtanç duyuyorum" dı- \erek günümüz Türkiyesi'nde Ismail Beşikçi gibi pek çok kişi- nin düşüncelerini açıkladıklan gerekçesiyle cezaevlerinde oldu- ğunu hatırlatü. rak dinlenmesini istiyor. Bu iste- mini içeren dilekçesinde her iki tanığın adresini, Zaman gazetesi İzmir Bürosu olarak veriyor. An- cak mahkeme. 17.2.1994 tarihli duruşmada Gülen ve Uzunalb'- nın 'olayla doğrudan ilgileri ol- madığı' gerekçesiyle. tanık olarak dinlenmelerini yersiz buluyor. Sanıklar da aynı duruşmada suçlamalann asılsız olduğunu söylüyorlar. Ağırcezadaki tehdit ve gasp' suçlamaianyla açılan bu dava debl yetersizliği nedeniyle beraatle sonuçlandı. Ancak dava Yargjtay'da, temyiz aşamasında. Aynı konu ve suçlamalarla aynı sanık lara yönebk izmir Asli- ye Hukuk Mahkemesi'nde açılan dava ise, sürüyor. Bu davada il- ginç bir isim daha göze çarpıyor. Zaman gazetesi başyazan Fehmi Koru'nun avukatı Feti Ün de ola- ya kanşıyor. Sanık avukatlan Bi- lal Eyüpoğlu ve Ahmet Rasün Sezgin'in mahkeme tutanaklan- nda yer alan ifadelerinde Fethi Ün'ün olaydaki rolü şöyle an- latıbyor: "Taraflar hakemlerle, hakem ozkara'nın evinde toplanmtşlar. topiajıtı\a nezaret eden avukat Feti Ün tarafından bir hakem ka- ran yazılarak hazır üç ortağa imzalatıbnıştır. Müvekkilleri- miz bu hizmetlerin karşıbğında hakaret, istismar ve iftira gör- müşlerdir..." OLAYLAREV ARDINDAKI GERÇEK • Baştarafi 1. Sayfada parazzi milletvekili" adıyla ün yapan ANAP'lı Mehmet Seven'e göre bu kez işin ren- gi biraz değişiyor. "Kuşa- dası'nda yolsuz ve imarsız araziyi ucuza kapatan" Gö- nül Hanım, 8 yıldır Başbakan Çiller ailesinin yanında çalı- şıyormuş, istanbul Beledi- yesi'nden emekli olan Gönül Hanım'ın bu tür işleri kıvıra- cak kadar gözü açık, bileği kuvvetli ve cüzdanı şişkin ol- madığını ileri sürenler, arazi- nin gerçek sahibinin Başba- kan ailesi olduğunu söylüyor- lar... Doğru mu?.. Bu yolda ortaya atılan iddia hafife alınacak gibi değil!.. Başbakan ailesinin adı bu gi- bi işlerde öylesine dallanıp budaklandı ki "olmaz olmaz deme, olmaz olmaz" özdeyi- şi kamuoyunun bilincini ku- şatmıştır. Kuşadası'ndaki arazi, Çil- lerler'in arsa, apartman, vil- la, özetle gayrimenkule düş- künlüklerinin bir halkası ola- rak koleksiyona eklenmiş olabilir. istanbul'da Sarıyer sırtlarından Amerika'ya ka- dar uzanan arazi paftalarına Kuşadası'nda 90 bin metre kare neden eklenmesin?.. Atalarımız "Ahrette iman, dünyada mekan" dememiş- ler mi?.. Başbakan Çiller'in iş anlayışı ve yaşam ilkesi de bu çizgide gelişmiş.. Ancak şimdiye dek kanıtlı, belgeli, apaçık ve yadsına- maz biçimde sergilenen ol- guların yanında, Kuşadası'- ndaki arazi işi biraz dolaylı gibi görünüyor. Bu yolda Çiller'in açıkla- masını beklemek gerek... ••• Çillerearsa • Baştarafi 1. Sayfada değil, 'evlerinde çalışan' Suna Pebster adına tapuya kaydedil- di. Suna Pelister'in, İstanbul Belediyesi'nden emekli olduğu anımsatılarak, "Çok mütevazı bir gelire sahip bulunan Suna Hanım'ın 14-15 milvar lira ödeyip bu arazi) i sahn alabilmesi müm- kün değil. Bu sattş besbeUi ki ÇU- lerier'e noter senedi yolu ile yapüdı" deniliyor. Özer Çiller'in 1993Temmuzu'- nda Antalya Beldibi'ndeki arazi için Turizm Bakanbğı'ndan 'tah- sis' abrken de ön plana çıkmaya- rak, AYTAŞ şırkeünın hisseleri yolu ile ismini gızlediğî anı- msatıbyor. Kaynaklar. tapu kayıtlannda arazinin 1 milyar 400 mUyon bra- ya satın abndığının gösterilmesi- ne karşıbk, bedebnin 14 milyar li- radan aşağı olamayacağmı da be- lirterek. "MaUye Bakanlığı'nın bu işin üzerine gitmesi lazım, besbeUi vergiden kaçmak için bedel düşük gösteribniş. Aynca belediye emeklisi Suna Pelister'in bu arazi- yi satın alabilecek malvartığı var mıdır? Esas araştırüması gereken konu budur" dıyorlar. Ankara'da siyasi çevrelerde çok tartışılan ve sonbaharda TBMM platformuna ANAP ta- rafından getirileceği bildirilen di- ğer bir konu ise Başbakan Çiller'- in annesi, Muazzez Çiller'in du- rumu. Tansu Çiller'in malvarüğı ile ilgili savlarda hep, "Babamdan önemli menkuller >e gayrimenkul- ler kalmıştı, bunlan değerlendire- rek mal vaıiığımı ileriettim" dedi- ğı anımsattlarak şu soru yöneltib- yor: "Dikkat edilecek olursa Tansu Çiller'in kendi açıkladığı belgeler- de de annesi Muazzez Çiller ûıtifa hakkını tercflı eden muris duru- mundadır. Demek ki mal varlığının yüzde 50'si Muazzez ÇiDer'e ait. Bu mallar yıllar önce- sinde satılarak Marsan Hokiüıg'e nasd sermaye yapılnuş? Acaba Muazzez Çiller bunu onaylamtş mıydı? Yoksa vesayet altmda mıdır?" Başbakan Çiller'e yakınbğı ile bibnen bir Başbakanbk yetkıbsi- ne. "Muazzez Çiller'in dunımu nedir?" sorusunu yönelttiğimizde şu şaşırtıa yanıtı aldık: Beyin damarlan rahatsız "Muazzez Çiller hukuken şu anda ktn Tansu Çiller'in vesayeti altında. Epeyce yaşlandığı (85 yaşında) için ve beyin damarlan ile ilgili bir rahatsızuğı bulunması ne- deniyle bu vesayet durumu devam ediyor. Dolayısıyla Muazzez Hanım'ın mallan ve varsa nakdi gelirleri için her türlü tasarruf yet- kisi Tansu Hanım'dadır. Ancak bu malvarhği tartışmas»- nda benûn de çözemediğim olay şu idi. Muazzez Hanım'ın vesayet altma almması yeni bir gelişme... Çünkü yakın zamanlara kadar kendisinin Maçka'da oturduğu evin kiralan için ödemeleri biz yaptık. Bu kadar büyük bir mal varlığından söz edUirken, Muaz- zez Çiller'in niçin kirada oturdu- ğunu ben şahsen çözemednn." Muazzez Çiller'ın 'kimseflegö- rüştüriUmediği'ni. Çillerler' in Ye- niköy'deki yabsında ikamet etti- ğini de aynı kaynak açıkladı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle