Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15TEMMUZ1994CUMA
OLAYLAR VE GORUŞLER
Aşk imişhernevar âlemde
MELİH CEVDET ANDAY
D
elphofdeki Apollon ta-
pınağının kapısında
['kendini bil" sözü yazılı
imiş eskiden. Zorla bir
buyruk! Bilmeğe kalktı-
ğıruz, bilmemiz gereken
şeyler içinde en güç olaru 'kendimizi
bUmek'tir. Ne ıçler acısı, ya da ne gü-
lünç bir durum! Yıldızlara bakıyoruz
da, kendimızi göremiyoruz. Böyle ol-
masına karşın. herkes iç dünyasının
zenginlıği ile övünür. kimsede bulun-
mayan du>gular, düşünceler vardır
onun ruhunda. Bu yüzden Ince ruhlu'
sözü çıkmıştır ortaya. Kimsenin ruhu
kalın değildır, çünkü sevi, sevgi, seve-
cenlik bannırorada. Saray gibi biryer.
Bir ana. "Ben her aıuıeye benzemem,
ben başkayun" demişti. çocuğunu sev-
mekte hiçbir ana yanşamazmış onun-
la. Ne demış! "Sen de her ana gibi, her
ana kadar seversin çocuğunu" deseniz
ınanmaz.
Sevi (aşk) konusunda da böyledir
bu, kişi bu tutkuya kapıldj mı, kendini
benzersiz sanır, bir o dur böylesine se-
ven. ölçüsü yok ki tartabilesiniz.
Daha da düşündürücü olanı, sevda-
lananlann, böylesine kutsal bir duygu
içinde bulunduklan için bizden saygı
beklemeleridir. Sanki bir sanat yapıtı
yaratmıştır, bir utku kazanmış, benze-
ri olmayan bir başanya ermiştir!
Bir arkadaşımın on dokuz yaşında-
ki kıa, geçende gönlünü kaptırdı bir
deiikanlıya, evlenmeğe kalkmasa bir
sorun çıkmayacaktı: Çocuk, öğreni-
mini yanda bırakmış, bir uğraşı da
yokmuş. Baba dert içindeydi, kızına
çatmış, böyie bir evliliğe razı olmaya-
cağmı söylemiş. Kısaca evleri cehen-
neme dönmüş. Kız, "Ne yapayım, se-
viyorum" diyormuş da bâşka bir şey
demiyormuş.
Ben, yaşlandım mı bilmem ki, arka-
daşımın tutumunu doğru buldum.
tşin içine evlilik girince durum çapra-
şık bir biçim ahyordu: Kız okumuş,
oğlan okumamış; kızın bir işi var, oğ-
lanın yok. Nasıl geçinecek bunlar?
Şimdilik geçim sorununu bir yana
bıraksak da şu sorunun yanıtını ara-
sak iyi olacakür: Bu sevi, bu aşk nasıl
sürer? Ne kadar sürer? Ama bu şoru,
olaya dışardan bakanlar için sözko-
nusudur; sevdaya kapılanlar içinse
hiçbir kuşkuya yer yoktur. "Seviyo-
rum", o kadar!
Ah ne harika bir duygudur sevi!
Yüz kez âşık olsanız da hep baştan
başlarsınız onu tanımaya, hep ilk kez
âşık oluyorsunuzdur. Deneyimlerden
yararlanmanın yeri yoktur bu işte.
çünkü hep acemisinizdir. Akıl size yol
gösteremez. Bırakın sevişenlerin yaka-
sını!
Evet, bırakalım, ama konuyu sür-
dürmekten vazgeçmeyelim.
Sevi. bu eşsiz duygu, nasıl elde edili-
yor?Hangi türçabarun ürünüdür?
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu-
nun kadar beleşten, bunun kadar zah-
metsizce elde edilen hiçbir şey yoktur.
Bedava.
Ne o! Seviyi küçümsemek mi istiyo-
rum? Tann beni öyle bir davranıştan
uzak tutsun! Ben bu duygunun yüceli-
ğini kendimce tanımak, her kuşkuya
karşı saygınlığını korumak için yalın
kılıç ortaya çıkıyorum.
Paracelsus'un bir sözü ile girişeyım
işe. Gençlik iksirini bulduğunu söyle-
yen, 16. yüzyılın bu ilginç hekimi şöyle
diyor:
"Bir şey bilmeyen hiçbir şeyi sev-
mez."
Peki ama, karşı cinsten birinı sev-
mek için neyin bilgisi gereklidir? Para-
celsus baba, "Bir şey bilmeyen..." di-
yor, J'Hiçbir şey bilmeyen..." demektir
bu. Öyleyse hiçbir şey bilmeyen âşık
olamayacak mı?
Elbette olacak, oluyor da, ama bu
tür sevi. cinsel içgüdünün ürünüdür.
Freud, bunu kaşıntıya benzetmişti.
Schopenhauer ise, doğa'nın. döl almak
için bizi aşkla kandırdığını söyler, o
olağanüstü güzellikteki 'Aşkın Metafi-
ziği' adlı yapıtında.
Demek, sevi, cinsel içgüdünün ürü-
nü ise, insanlar arasında eşit olarak
paylaştınlmıştır ve hiçbir çabayı, hiç-
bir bilgiyi gerektirmeyen, ortak bir
tutkudur. Ama cinsel içgüdüyü do-
yurmak için bütün uygar ülkelerde
genelevler vardır ve buralardaki seviş-
me hiç de seviyi yaratmaz. Öyle ise bir
erkeğin bir kadını, bir kadının bir er-
keği sevmesi için cinsel içgüdü dışında,
başka şeyler de gereklidir. Şöyle diye-
lim, aşk cinsel içgüdünün ürünüdür;
ama cinsel içgüdünün her ürünü aşk
değildir.
Boşuna 'Sevme Sanatı' adını koy-
mamış Erich Fromm kitabına; diyor
ki, "Hiçbir şeyin sevmekten daha kolay
olmadıgı inancının karşıtııu doğrulaya-
cak saysız örnek vardır, gene de bu tu-
rum sevgi konusunda en yaygın inanış
olmava devam eder."
İşte bir büme konusunu bulduk:
Cinsellık içgüdüsünün sevi olmadığmı
bilmeliyiz. Sevgisiz birleşmenin acılığı
ağırdır, kişiyi büsbütün yalnız bırakır.
Yalnızlık ise, insanın en büyük soru-
nudur. Erich Fromm, sevi'nin oluş-
ması için tanımak ve saygı ve sorumlu-
luk duygulannın da bulunması gerek-
tiğini öne sürüyor. Yazann şu sözleri-
ni birlikte okuyalım:
"Sorumluluk, sevginin üçüncü ta-
mamlayıcısı saygı'yla birlikte degUse
çabucak zorbalığa dönüşür. Korkmak
ya da çekinmek değildir saygı; sözcü-
ğün köküne göre (Latınce respicere -
bakmak) bir insanı olduğu gibi görebil-
mek, onun kendine özgü bireyselliğini
farkedebilmektir. Bu anlamıyİa saygı,
bir insanın çıkar için kullaıulamayaca-
ğını gösterir. Karşundakini sevivorsam
onunla bir duyarun kendimi, ama o
odur, benim işime yarayacak bir nesne
değildir."
Sonra şunu ekliyor yazısına
Fromm: "Saygı ancak özgürlüğün bu-
lunduğu yerde vardır; eski bir Fransız
şarktsında da söylendiği gibi Tamour
est l'enfant de la liberte", sevgi özgürlü-
ğün çocuğudur, hiçbir zaman zorbalığın
çocuğu olmamıştır."
ARADABIR
YAVUZ GÖR Emekli Elçi
Romantik, Duygusal
Bir Gezi
Bizim okulumuzda -mavi boncuk gibi- bir Muğlalı kar-
deşimiz vardı. Yatılı okuyordu tabii... Güzün okul açılın-
ca gelir, yaz tatilinde dönerdi evine... Ufak tefek ara tatil-
lerinde gidemezdı Muğlaya... Çünkü, bu işler o zaman,
kolay işlerden değildi... Izmir'e vapurla gidecek, oradan
-bulursa- trenle Aydın'a geçecek... Ondan sonrası, tozlu,
topraklı yollarda ahlıya puflaya ilerlemeye çabalayan,
Hazret-iForddankalma 'otobos'larakalmış.
"Yahu Muğlalı! Ne menem yer sizin oraları" diye so-
ruldukta, "Ehhh. Fena değildir!" diye yanıtlardı, bu se-
vimli delikanlı...
Çok yıllar sonra anladık ki bizim Muğlalı "tevazu"
şampiyonuymuş da, bizim haberimiz yokmuş...
•••
Aydın'ınÇineilçesinigeçtiniz... Yaklaşık20km.'lik, gi-
zemli bir vadiye girdiniz... Köylüler, ya ufak mandalina-
lar satıyorlar yol kenarında ya da estetik becerilerinin
ürünü cam eşyalar, bakırgüzellikler... Bir yerde "Muğla
il sınırı" yazıyor, tabelada... Binierce yılın, uzaktan ışıl
ışıl ışıldayan kayaları ve yabanıl zeytin ağaçları arasın-
dan geçip yol biraz yükselecek; uzaktan Yatağan'ı göre-
ceksiniz. Gözünüzü kapayın! Çünkü burası bir 'cinayet
mahalli'dh\ Hava kirliliği...
Bu yazıda tatsızlıklar'dan dem vurmak niyetinde de-
ğiliz. Yatağan için, ören için, çok şeyler yazıldı çizildi. Şu
kadar söylemek gerekir: Neyapıpedipbu korkunçdoğa
ve insan kırımmı durdurmak, aklı başında herkesin kut-
sal görevidir. Itirazı olan var mı?
•••
Biz yine, Güney'e gidiyoruz... İl merkezine geldik...
Durup Muğialılarla konuşun. Güzel yüzleri ve güzel şi-
velerinden aydınlanırsınız.
Şimdi, Gökova cennetine doğru gidiyorsunuz. Sıkı du-
run! Çünkü göreceğiniz manzaraya dünyanın başka bir
yerinde rastlamanız olanağı yok...
"Sakar Geçidi" diyor Karayolları tabelası. Yükselti
(rakım) 670 metre. Bir viraj, bir viraj daha... Denize ine-
ceksiniz, iniyorsunuz, ama bir yere gelindi ve bütün
güzelliği ile aşağıda Gökova Körfezi... Durun ve bakın:
Yemyeşil ormanlarla bezenmiş turkuaz renkli sular...
Biraz düşkurun!
Sularda gelip giden Finikeli tüccarların pupa yelken
gemilerini, Kleopatra'nın, badem rengi teni incinmesin
diye ta uzaklardan ince kum getirip kraliçenin ayakları
dibine seren Roma teknelerini, Türkmen çocuklarından
denizci yetiştirip Akdeniz'e ün salan Osmanlı deniz
adamlarını göreceksiniz... Ve ne kadar inişli çıkışlı, ne
denli sorunlu olursa olsun, evrende yaşamdan başka
yaşam olmadığını, dokularınızın ta içinde duyacaksı-
nız... *• Arkası 19.Sayfada
Şeriatçının malûmu ola...
Osmanlı'nın, şeriatı, kendi devlet yönetimiyle ilgili örfi hukuk alanından
tamamen ayırdığı; şer'i hukuku kendi iradesinin koyduğu örfi hukuk
sının djşında bıraktiğı görülmez.
M.TULUİ SÖNMEZ MSÜÖğ. Grv. Hukukçu
Ş
eriatçı takımı sanmasın ki o öz-
lemini çektiği Osmanlı saltana-
tında hukuksal düzen, tümüyle
şeriat hukukunun egemenliğin-
de idi. Tamamen tersine, şeriat
-zaman zaman büyük zorlan-
malara karşın- devlet yönetimiyle ilgili
hukuksal sistemin içine kanştınlmamış-
tır.
Bu genel olarak bilinir de, bugünkü
Türkiyemizde siyasal akımlann (özel-
likle bazı partilerin) içine itildiği bu şeri-
atçılık akımlanmn kökeni nedir, ne gibi
bir zorunluluğun ürünüdür; bu pek bili-
nemiyor kanımca.
Islam dünyasında son zamanlarda bu
'şeriatçılık cezbesi' zaptedilemez bir du-
ruma geldi. Birçok cinayetler işlenmekte
(soydaş kanı dökülerek).. örnegin
Bangladeş'te Müslüman köktendinciler
feminist yazar Teslime Nesrin idam edil-
mediği takdirde •vahşi bir gösteri' yapa-
caklan; bu arada Dakka'daki yılan
oynatıalar, sepetlerindeki on binden
fazla yılanı sokaklara salacaklan tehdi-
dinde bulunmaktadırlar. İslam dünyası-
nın o bölgesinde hadi bu olur diyelim.
Üç bininci yılın eşiğinde îslam âlemin-
de şeriatı, ez'anı hoparlörsüz okuyama-
yan, Kâbe'de şeytan taşlarken kendi
dindaşlannı çiğneyerek telef eden bir
âlem!..
Amma ya güzeh'm Türkiyemizde!
Türkiyemizde şeriatın işi ne? Zorunlulu-
ğu ne? Ne zaman çeşitli uygarlıklann
egemen olduğu Anadolu topraklan tü-
müyle şeriatçı olmuş? Eminim 'Osman-
Ular döneminde!' diyeceklerdir şeriatçı-
lar. Her şeyi yanlış bildiği, hatta hiç
bilemediği gibi, kendi kökeninin tarihini
de yanlış bilmektedir bu yobaz takımı.
Dogmatik bir kafa yapısına sahip bir
kişiye (bir yobaza) bilimsel bir gerçeği
anlatmak, boşuna uğraşmaktır. Çünkü
o kafa, sadece inanacaktır (inandığı şey
us dışı da olsa inanacaktır); düşünmeye-
cektir.
O takım neye inanırsa inansın, biz
kendi gerçeğimizi arayalım ve Osmanlı
hukukunda 'devlet ve şeriat' konusunu
derinlemesine irdelemiş olan sayın ho-
camız Halil Inalcık'ın "Osmanlı Impara-
torluğu-Toplum ve Ekonomi" adlı yapıtı-
nın üzerineeğilelim.
Sayın İnalcık, bu eserinin "Osmanlı
Hukukuna Giriş / Orfi-Sultani Hukuk ve
Fatih'in Kanunlan" başlıklı 11. bölü-
münde (sayfa 319 ve izle\ enler) Osmanlı
devletinde şeriat hukukunun yürürlük
alanını şöyle açıklar:
"Dokuzuncu asır sonlarına doğru bü-
yük tslam uleması. içtihat kapısınm
kapanmış olduğunu ilan etmişlerdi. İsla-
mi\et, gerek kamu hayatını gerekse fert-
ler arasındaki münascbetleri düzenleyen
ve dini temellere dayanan bir tek kanun
tanıyordu; o da şeriattı. Bir Müslüman
hükümdarı, halife olsun sultan olsun, ka-
nun koyucu sıfatını takınamazdı... Binae-
naleyh, Osmanlı devletinin bir İslam dev-
leti olarak binnazariye (teorik olarak)
şeriattan başka bir kanunu olmaması ge-
rekirdi.
Gerçekte (ise) tamamıyla hususi (özel)
şartları altında gelişen Osmanlı devleti,
şeriatı aşan bir hukuk nizamı geuştirmiş-
tir. Buna imkan veren prensip ise örf.
yani hususi (özel) manasında hükümda-
rın. sırf kendi iradesine dayanarak şeria-
tın şümulüne (kapsamına) girmeyen
sahalarda kanun koyma saJahi>etidir
(Lex principis)... İşte İslam devletindc bu
merhaleye, daha Osmanlılardan önce ku-
rulmuş olan Müslüman Türk devletleri
vasıtasıyla erişilmiş bulunuluyordu. Şeri-
at yanında kanun ve örf, yani 'sırf hü-
kümdann iradesinden doğan' ayTi bir
hukuk düzeni prensibi, Osmanlılardan
önce Türk-tslam devletlerinde tamamıy-
la yerleşmişti... Yakındoğu'da yasa ile
şeriat arasında rekabet, aynı zamanda
ulema' ile bey'ler arasında bir rekabet
halini almıştır...
Bütün bu de>letlerde. devlet idaresinde
ve askeri sınıf arasında mer'i olan örfi hu-
kukla halkın 'muamelatına' inhisar etti-
rilen şeriat arasındaki ayrılığı en açık bir
şekilde gösteren müessese, 'kadı-asker-
lik" (kadı leşkerlik) ve yargıcılık' mües-
sesesidir."
Çok açıkça görülmüyor mu.. Os-
manh'da halkın evlenme, boşanma, mi-
ras, alacak verecek gibi medeni hukuk
(sivil hukuk) alanı içindeki Inuamelatı-
nı' düzenleyen şeriat hukukunun, devle-
tin yönetimiyle ilgili kamusal hukuk
alanı dışında tutulduğu... Çok iyi görül-
müyor mu.. Osmanlı'nın, şeriatı, kendi
devlet yönetimiyle ilgili örfi hukuk ala-
nından tamamen ayırdığı; şer'i hukuku
kendi iradesinin koyduğu örfi hukuk sı-
nın dışında bıraktiğı...
Bu hukuksal yapıyı kanıtlamak ve da-
ha di bir açıklığa kavuşturmak için sa-
yın hocamız. rahmetli Ord. Prof. Dr.
Omer Lütfi Barkan m "Türkiye'de Top-
rak Meselesi-Toplu Eserler/1" isimli
yapıtına başvuracağız. Sayın Barkan bu
kitabında, "Türk Toprak Hukuku Tari-
hinde Arazi Kanunnamesi" konusunu
ırdelerken Osmanlı hukuk sistemi hak-
kında şu gerçekleri ortaya koyar: "Tür-
kiye'de öteden ben şer'i ve örfi olmak
üzere iki nevi hukuk yan yana hükümran
olmuştur. Bunlardan birincisi, esaslan fı-
kıh kitaplarından alınmış olan bir tür
medeni hukuk \aziyetinde olup değişmez
bir sistem teşkil etmekte.. menkul ve gay-
rimenkul mülklerin tevarüsü şekilleri bu
hukuka nazaran tanzim edilmekteydi.
örfi hukukun sahasına giren mir'i top-
raklar rejimiyse örf ve adetlere göre ve
'padişah iradeleriyle' zamanla değişen
bir hukuk sistemine tâbi bulunmaktaydı.
Bizim yaptığunız tetkikata göre bu nevi
hukukun mevzuatını.. 'hususi kanunna-
melerde' bulmaktayız." (a.g.e. sf. 327)
Sayın hocalanmızın bu değerli açıkla-
malan, konumuza yeterli aydınlığı ka-
zandırmaktadır: Osmanlı, şeriatı, kendi
iradesinden doğan örfi hukukun dışın-
da tutmuş; birbirinden ayırmıştır. (Sal-
tanatın bu yüzden, sultanlann hayatla-
nna mal olan büyük sarsıntılar geçirme-
sinerağmen..)
Bizim çözemediğimiz, ezanı ve Ku-
ran'ı anadilinde okuyup anlayamayan
ne idüğü belirsiz şeriatçı takımının, şer'i
hukuktan. fıkıhtan ne anladığıdır!
PENCERE
Anadolu Müslümanı
Şeriata Kapşıtiıp...
"Anadolu halkı, Atatürk'ü sever; ister Sünni olsun, is-
ter Alevi... Şeriatçı Atatürk'ü sevmez; Mustafa Kemale
düşmandır. Şeriatçı, Islamı siyasete ve ticarete alet
eden kişidir. Müslümanlığı particilik için kullanır, Arap
kültürüyle beyin yıkamaya kalkışır... Anadolu toplumun-
da şeriatçılık/a Müslümanlığı birbirinden ayırmak, laikli-
ğe yeşil ışık yakıp yol vermiştir."
23 haziranda bu köşede yayımlanan yukarıdaki satır-
lar üzerine Prof.Dr. Talat Tekln, Yunus Emre'nin şeriat
ve şeriatçılara yaklaşımını ele aldı.
Yunus diyor ki:
Şeriatbir gemidir, hakikat deryasıdır
01 geminin tahtası her nice muhkem olsa
Deniz mevci kat'olsa gemi usanasıdur
(Şeriatbirgemidir, gerçek ise onun denizidir; geminin
lahtaları ne kadar sağlam olsa, denizin dalgalan şiddet-
lenince o gemi parçalanacaktır.)
Yunus Emre'den çeşitli örnekler verdikten sonra Sa-
yın Tekin ekliyor:
"İşte Yunus Emre, şeriatı ve şeriatçıları böyle yorum-
lamış, onlara böyle karşı çıkmıştır. Başka bir şiirinde de
şeriata karşı daha ağır eleştiride bulunmak istediğini,
ancak şeriatçılardan korktuğu için bu eleştiriyi yapama-
dığını açıkça söyler:
Şeriat edebinden korkarım söylemeğe
Yoğısa eydeyidüm dahı ayruksı haber"
•
Anadolu Müslümanı şeriatçı değildir.
Kimileri (öncelikle RP'liler) şeriatla Müslümanlığı bir
sayarak şeriatçı olduklarını söylerler. Bu durumda şe-
riatın ne olup ne olmadığını aydınlatmak gerekiyor.
Şeriatçı Müslümanlığı yalnız bir inanç olarak ele al-
maz; Allah tarafından indirilmiş ve yaşamın bütün ke-
simlerini düzenleyen bir sistem niteliğiyle şeriat kişinin
her adımını, davranışını, ilişkilerini belirler, düzenler,
denetler; insanın nasıl giyineceğini, nasıl soyunacağmı,
ayak yolunda ve hamamda neler yapacağını da saptar;
aile ve ceza, miras hukukundan başlayarak ticarete ka-
dar hayatın her gözeneğine girer, devlet düzenini de
oluşturur.
Şeriata karşı hayatın doğal direnişi, '1923 Devrimi'-
nden ve 'Cumhuriyet Turkiyesi'nden çok önce başladı.
'Tanzimat' da şeriata karşı bir çıkıştır, insan haklarmı ve
temel özgürlükleri benimsemek şeriata ters düşmekle
eşanlamlıdır.
•
Yunus Emre, Anadolu'nun yetiştirdiği en büyük ozan-
lardan biri değil mi1
..
700 yıl önce şeriata karşı çıkıyor...
Tann'nın ve insanın birliğini sevgi potasında yoğuran
tasavvufun özünde şeriatın dışlanması doğaldır. Anado-
lu Müslümanlığı yüzlerce yıldan beri islamı kendince
yorumlamıştır.
Arabın şeriatını Anadolu Türklüğüne uygulamak üze-
re ortaya çıkan islamcı akımın kökü dışardadır.
Refah, kökü dışarda bir parti değil mi?..
ister Sünni olsun, ister Alevi, bu ülkenin kadını, kara
çarşafa girmeyecek; kafasma türban geçirmeyecek,
saçlarını güneşe açacak, rüzgâra verecek; erkeğin köle-
si olmayacak; ikinci sınıf insan derecesine düşmeyecek,
şeriata boyun eğmeyecektir.
İnsan hakları ve temel özgürlüklerle şeriat birbirine
zıttır; bir insan ya şeriatı benimser ya insan haklarmı!..
Kadının erkekle eşit olduğunu söyleyen kişi şeriattan
kopar...
Kopmaklakalmaz..
Şeriata karşı çıkmış olur.
"Ben şeriatçıyım" demek,
"Ben demokrasiye karşıyım " demektir...
"Ben Türkiye Cumhuriyeti'nekarşıyım''demektir...
"Beninsanakarşıyım"demektir..
Altıok'u yaşatmak
için...
AĞUSTOSTA
TÜM BAYlLERDt
AltıokI
Yayıncılık Alanında D e v r i m !
Herkes
Bu
Kitabı
Okuyacak!
A D Yavjncılık
Duygu Asena'dan
Yepyeni Bir Kitap...
Bu kitap görülmemiş tasarımıyla,
üstün kalitesiyle,
inanılmaz fiyatıyla,
Yayıncılık alanında devrim
y a r a t a c a k !
HaftaSonu bir değişiklik y a p ı n
K İ T A P a l ı n !
MMM ve MM MigrosTizr, seçkin kitapevleri
ve tiim gazete bayilerinde...
M
Vstelik Sadece Kitape\ierinm talepleri için: Yeni Çizgi (212) 232 04 81- 240 1782