25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15TEMMUZ1994CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER Aşk imişhernevar âlemde MELİH CEVDET ANDAY D elphofdeki Apollon ta- pınağının kapısında ['kendini bil" sözü yazılı imiş eskiden. Zorla bir buyruk! Bilmeğe kalktı- ğıruz, bilmemiz gereken şeyler içinde en güç olaru 'kendimizi bUmek'tir. Ne ıçler acısı, ya da ne gü- lünç bir durum! Yıldızlara bakıyoruz da, kendimızi göremiyoruz. Böyle ol- masına karşın. herkes iç dünyasının zenginlıği ile övünür. kimsede bulun- mayan du>gular, düşünceler vardır onun ruhunda. Bu yüzden Ince ruhlu' sözü çıkmıştır ortaya. Kimsenin ruhu kalın değildır, çünkü sevi, sevgi, seve- cenlik bannırorada. Saray gibi biryer. Bir ana. "Ben her aıuıeye benzemem, ben başkayun" demişti. çocuğunu sev- mekte hiçbir ana yanşamazmış onun- la. Ne demış! "Sen de her ana gibi, her ana kadar seversin çocuğunu" deseniz ınanmaz. Sevi (aşk) konusunda da böyledir bu, kişi bu tutkuya kapıldj mı, kendini benzersiz sanır, bir o dur böylesine se- ven. ölçüsü yok ki tartabilesiniz. Daha da düşündürücü olanı, sevda- lananlann, böylesine kutsal bir duygu içinde bulunduklan için bizden saygı beklemeleridir. Sanki bir sanat yapıtı yaratmıştır, bir utku kazanmış, benze- ri olmayan bir başanya ermiştir! Bir arkadaşımın on dokuz yaşında- ki kıa, geçende gönlünü kaptırdı bir deiikanlıya, evlenmeğe kalkmasa bir sorun çıkmayacaktı: Çocuk, öğreni- mini yanda bırakmış, bir uğraşı da yokmuş. Baba dert içindeydi, kızına çatmış, böyie bir evliliğe razı olmaya- cağmı söylemiş. Kısaca evleri cehen- neme dönmüş. Kız, "Ne yapayım, se- viyorum" diyormuş da bâşka bir şey demiyormuş. Ben, yaşlandım mı bilmem ki, arka- daşımın tutumunu doğru buldum. tşin içine evlilik girince durum çapra- şık bir biçim ahyordu: Kız okumuş, oğlan okumamış; kızın bir işi var, oğ- lanın yok. Nasıl geçinecek bunlar? Şimdilik geçim sorununu bir yana bıraksak da şu sorunun yanıtını ara- sak iyi olacakür: Bu sevi, bu aşk nasıl sürer? Ne kadar sürer? Ama bu şoru, olaya dışardan bakanlar için sözko- nusudur; sevdaya kapılanlar içinse hiçbir kuşkuya yer yoktur. "Seviyo- rum", o kadar! Ah ne harika bir duygudur sevi! Yüz kez âşık olsanız da hep baştan başlarsınız onu tanımaya, hep ilk kez âşık oluyorsunuzdur. Deneyimlerden yararlanmanın yeri yoktur bu işte. çünkü hep acemisinizdir. Akıl size yol gösteremez. Bırakın sevişenlerin yaka- sını! Evet, bırakalım, ama konuyu sür- dürmekten vazgeçmeyelim. Sevi. bu eşsiz duygu, nasıl elde edili- yor?Hangi türçabarun ürünüdür? Doğrusunu söylemek gerekirse, bu- nun kadar beleşten, bunun kadar zah- metsizce elde edilen hiçbir şey yoktur. Bedava. Ne o! Seviyi küçümsemek mi istiyo- rum? Tann beni öyle bir davranıştan uzak tutsun! Ben bu duygunun yüceli- ğini kendimce tanımak, her kuşkuya karşı saygınlığını korumak için yalın kılıç ortaya çıkıyorum. Paracelsus'un bir sözü ile girişeyım işe. Gençlik iksirini bulduğunu söyle- yen, 16. yüzyılın bu ilginç hekimi şöyle diyor: "Bir şey bilmeyen hiçbir şeyi sev- mez." Peki ama, karşı cinsten birinı sev- mek için neyin bilgisi gereklidir? Para- celsus baba, "Bir şey bilmeyen..." di- yor, J'Hiçbir şey bilmeyen..." demektir bu. Öyleyse hiçbir şey bilmeyen âşık olamayacak mı? Elbette olacak, oluyor da, ama bu tür sevi. cinsel içgüdünün ürünüdür. Freud, bunu kaşıntıya benzetmişti. Schopenhauer ise, doğa'nın. döl almak için bizi aşkla kandırdığını söyler, o olağanüstü güzellikteki 'Aşkın Metafi- ziği' adlı yapıtında. Demek, sevi, cinsel içgüdünün ürü- nü ise, insanlar arasında eşit olarak paylaştınlmıştır ve hiçbir çabayı, hiç- bir bilgiyi gerektirmeyen, ortak bir tutkudur. Ama cinsel içgüdüyü do- yurmak için bütün uygar ülkelerde genelevler vardır ve buralardaki seviş- me hiç de seviyi yaratmaz. Öyle ise bir erkeğin bir kadını, bir kadının bir er- keği sevmesi için cinsel içgüdü dışında, başka şeyler de gereklidir. Şöyle diye- lim, aşk cinsel içgüdünün ürünüdür; ama cinsel içgüdünün her ürünü aşk değildir. Boşuna 'Sevme Sanatı' adını koy- mamış Erich Fromm kitabına; diyor ki, "Hiçbir şeyin sevmekten daha kolay olmadıgı inancının karşıtııu doğrulaya- cak saysız örnek vardır, gene de bu tu- rum sevgi konusunda en yaygın inanış olmava devam eder." İşte bir büme konusunu bulduk: Cinsellık içgüdüsünün sevi olmadığmı bilmeliyiz. Sevgisiz birleşmenin acılığı ağırdır, kişiyi büsbütün yalnız bırakır. Yalnızlık ise, insanın en büyük soru- nudur. Erich Fromm, sevi'nin oluş- ması için tanımak ve saygı ve sorumlu- luk duygulannın da bulunması gerek- tiğini öne sürüyor. Yazann şu sözleri- ni birlikte okuyalım: "Sorumluluk, sevginin üçüncü ta- mamlayıcısı saygı'yla birlikte degUse çabucak zorbalığa dönüşür. Korkmak ya da çekinmek değildir saygı; sözcü- ğün köküne göre (Latınce respicere - bakmak) bir insanı olduğu gibi görebil- mek, onun kendine özgü bireyselliğini farkedebilmektir. Bu anlamıyİa saygı, bir insanın çıkar için kullaıulamayaca- ğını gösterir. Karşundakini sevivorsam onunla bir duyarun kendimi, ama o odur, benim işime yarayacak bir nesne değildir." Sonra şunu ekliyor yazısına Fromm: "Saygı ancak özgürlüğün bu- lunduğu yerde vardır; eski bir Fransız şarktsında da söylendiği gibi Tamour est l'enfant de la liberte", sevgi özgürlü- ğün çocuğudur, hiçbir zaman zorbalığın çocuğu olmamıştır." ARADABIR YAVUZ GÖR Emekli Elçi Romantik, Duygusal Bir Gezi Bizim okulumuzda -mavi boncuk gibi- bir Muğlalı kar- deşimiz vardı. Yatılı okuyordu tabii... Güzün okul açılın- ca gelir, yaz tatilinde dönerdi evine... Ufak tefek ara tatil- lerinde gidemezdı Muğlaya... Çünkü, bu işler o zaman, kolay işlerden değildi... Izmir'e vapurla gidecek, oradan -bulursa- trenle Aydın'a geçecek... Ondan sonrası, tozlu, topraklı yollarda ahlıya puflaya ilerlemeye çabalayan, Hazret-iForddankalma 'otobos'larakalmış. "Yahu Muğlalı! Ne menem yer sizin oraları" diye so- ruldukta, "Ehhh. Fena değildir!" diye yanıtlardı, bu se- vimli delikanlı... Çok yıllar sonra anladık ki bizim Muğlalı "tevazu" şampiyonuymuş da, bizim haberimiz yokmuş... ••• Aydın'ınÇineilçesinigeçtiniz... Yaklaşık20km.'lik, gi- zemli bir vadiye girdiniz... Köylüler, ya ufak mandalina- lar satıyorlar yol kenarında ya da estetik becerilerinin ürünü cam eşyalar, bakırgüzellikler... Bir yerde "Muğla il sınırı" yazıyor, tabelada... Binierce yılın, uzaktan ışıl ışıl ışıldayan kayaları ve yabanıl zeytin ağaçları arasın- dan geçip yol biraz yükselecek; uzaktan Yatağan'ı göre- ceksiniz. Gözünüzü kapayın! Çünkü burası bir 'cinayet mahalli'dh\ Hava kirliliği... Bu yazıda tatsızlıklar'dan dem vurmak niyetinde de- ğiliz. Yatağan için, ören için, çok şeyler yazıldı çizildi. Şu kadar söylemek gerekir: Neyapıpedipbu korkunçdoğa ve insan kırımmı durdurmak, aklı başında herkesin kut- sal görevidir. Itirazı olan var mı? ••• Biz yine, Güney'e gidiyoruz... İl merkezine geldik... Durup Muğialılarla konuşun. Güzel yüzleri ve güzel şi- velerinden aydınlanırsınız. Şimdi, Gökova cennetine doğru gidiyorsunuz. Sıkı du- run! Çünkü göreceğiniz manzaraya dünyanın başka bir yerinde rastlamanız olanağı yok... "Sakar Geçidi" diyor Karayolları tabelası. Yükselti (rakım) 670 metre. Bir viraj, bir viraj daha... Denize ine- ceksiniz, iniyorsunuz, ama bir yere gelindi ve bütün güzelliği ile aşağıda Gökova Körfezi... Durun ve bakın: Yemyeşil ormanlarla bezenmiş turkuaz renkli sular... Biraz düşkurun! Sularda gelip giden Finikeli tüccarların pupa yelken gemilerini, Kleopatra'nın, badem rengi teni incinmesin diye ta uzaklardan ince kum getirip kraliçenin ayakları dibine seren Roma teknelerini, Türkmen çocuklarından denizci yetiştirip Akdeniz'e ün salan Osmanlı deniz adamlarını göreceksiniz... Ve ne kadar inişli çıkışlı, ne denli sorunlu olursa olsun, evrende yaşamdan başka yaşam olmadığını, dokularınızın ta içinde duyacaksı- nız... *• Arkası 19.Sayfada Şeriatçının malûmu ola... Osmanlı'nın, şeriatı, kendi devlet yönetimiyle ilgili örfi hukuk alanından tamamen ayırdığı; şer'i hukuku kendi iradesinin koyduğu örfi hukuk sının djşında bıraktiğı görülmez. M.TULUİ SÖNMEZ MSÜÖğ. Grv. Hukukçu Ş eriatçı takımı sanmasın ki o öz- lemini çektiği Osmanlı saltana- tında hukuksal düzen, tümüyle şeriat hukukunun egemenliğin- de idi. Tamamen tersine, şeriat -zaman zaman büyük zorlan- malara karşın- devlet yönetimiyle ilgili hukuksal sistemin içine kanştınlmamış- tır. Bu genel olarak bilinir de, bugünkü Türkiyemizde siyasal akımlann (özel- likle bazı partilerin) içine itildiği bu şeri- atçılık akımlanmn kökeni nedir, ne gibi bir zorunluluğun ürünüdür; bu pek bili- nemiyor kanımca. Islam dünyasında son zamanlarda bu 'şeriatçılık cezbesi' zaptedilemez bir du- ruma geldi. Birçok cinayetler işlenmekte (soydaş kanı dökülerek).. örnegin Bangladeş'te Müslüman köktendinciler feminist yazar Teslime Nesrin idam edil- mediği takdirde •vahşi bir gösteri' yapa- caklan; bu arada Dakka'daki yılan oynatıalar, sepetlerindeki on binden fazla yılanı sokaklara salacaklan tehdi- dinde bulunmaktadırlar. İslam dünyası- nın o bölgesinde hadi bu olur diyelim. Üç bininci yılın eşiğinde îslam âlemin- de şeriatı, ez'anı hoparlörsüz okuyama- yan, Kâbe'de şeytan taşlarken kendi dindaşlannı çiğneyerek telef eden bir âlem!.. Amma ya güzeh'm Türkiyemizde! Türkiyemizde şeriatın işi ne? Zorunlulu- ğu ne? Ne zaman çeşitli uygarlıklann egemen olduğu Anadolu topraklan tü- müyle şeriatçı olmuş? Eminim 'Osman- Ular döneminde!' diyeceklerdir şeriatçı- lar. Her şeyi yanlış bildiği, hatta hiç bilemediği gibi, kendi kökeninin tarihini de yanlış bilmektedir bu yobaz takımı. Dogmatik bir kafa yapısına sahip bir kişiye (bir yobaza) bilimsel bir gerçeği anlatmak, boşuna uğraşmaktır. Çünkü o kafa, sadece inanacaktır (inandığı şey us dışı da olsa inanacaktır); düşünmeye- cektir. O takım neye inanırsa inansın, biz kendi gerçeğimizi arayalım ve Osmanlı hukukunda 'devlet ve şeriat' konusunu derinlemesine irdelemiş olan sayın ho- camız Halil Inalcık'ın "Osmanlı Impara- torluğu-Toplum ve Ekonomi" adlı yapıtı- nın üzerineeğilelim. Sayın İnalcık, bu eserinin "Osmanlı Hukukuna Giriş / Orfi-Sultani Hukuk ve Fatih'in Kanunlan" başlıklı 11. bölü- münde (sayfa 319 ve izle\ enler) Osmanlı devletinde şeriat hukukunun yürürlük alanını şöyle açıklar: "Dokuzuncu asır sonlarına doğru bü- yük tslam uleması. içtihat kapısınm kapanmış olduğunu ilan etmişlerdi. İsla- mi\et, gerek kamu hayatını gerekse fert- ler arasındaki münascbetleri düzenleyen ve dini temellere dayanan bir tek kanun tanıyordu; o da şeriattı. Bir Müslüman hükümdarı, halife olsun sultan olsun, ka- nun koyucu sıfatını takınamazdı... Binae- naleyh, Osmanlı devletinin bir İslam dev- leti olarak binnazariye (teorik olarak) şeriattan başka bir kanunu olmaması ge- rekirdi. Gerçekte (ise) tamamıyla hususi (özel) şartları altında gelişen Osmanlı devleti, şeriatı aşan bir hukuk nizamı geuştirmiş- tir. Buna imkan veren prensip ise örf. yani hususi (özel) manasında hükümda- rın. sırf kendi iradesine dayanarak şeria- tın şümulüne (kapsamına) girmeyen sahalarda kanun koyma saJahi>etidir (Lex principis)... İşte İslam devletindc bu merhaleye, daha Osmanlılardan önce ku- rulmuş olan Müslüman Türk devletleri vasıtasıyla erişilmiş bulunuluyordu. Şeri- at yanında kanun ve örf, yani 'sırf hü- kümdann iradesinden doğan' ayTi bir hukuk düzeni prensibi, Osmanlılardan önce Türk-tslam devletlerinde tamamıy- la yerleşmişti... Yakındoğu'da yasa ile şeriat arasında rekabet, aynı zamanda ulema' ile bey'ler arasında bir rekabet halini almıştır... Bütün bu de>letlerde. devlet idaresinde ve askeri sınıf arasında mer'i olan örfi hu- kukla halkın 'muamelatına' inhisar etti- rilen şeriat arasındaki ayrılığı en açık bir şekilde gösteren müessese, 'kadı-asker- lik" (kadı leşkerlik) ve yargıcılık' mües- sesesidir." Çok açıkça görülmüyor mu.. Os- manh'da halkın evlenme, boşanma, mi- ras, alacak verecek gibi medeni hukuk (sivil hukuk) alanı içindeki Inuamelatı- nı' düzenleyen şeriat hukukunun, devle- tin yönetimiyle ilgili kamusal hukuk alanı dışında tutulduğu... Çok iyi görül- müyor mu.. Osmanlı'nın, şeriatı, kendi devlet yönetimiyle ilgili örfi hukuk ala- nından tamamen ayırdığı; şer'i hukuku kendi iradesinin koyduğu örfi hukuk sı- nın dışında bıraktiğı... Bu hukuksal yapıyı kanıtlamak ve da- ha di bir açıklığa kavuşturmak için sa- yın hocamız. rahmetli Ord. Prof. Dr. Omer Lütfi Barkan m "Türkiye'de Top- rak Meselesi-Toplu Eserler/1" isimli yapıtına başvuracağız. Sayın Barkan bu kitabında, "Türk Toprak Hukuku Tari- hinde Arazi Kanunnamesi" konusunu ırdelerken Osmanlı hukuk sistemi hak- kında şu gerçekleri ortaya koyar: "Tür- kiye'de öteden ben şer'i ve örfi olmak üzere iki nevi hukuk yan yana hükümran olmuştur. Bunlardan birincisi, esaslan fı- kıh kitaplarından alınmış olan bir tür medeni hukuk \aziyetinde olup değişmez bir sistem teşkil etmekte.. menkul ve gay- rimenkul mülklerin tevarüsü şekilleri bu hukuka nazaran tanzim edilmekteydi. örfi hukukun sahasına giren mir'i top- raklar rejimiyse örf ve adetlere göre ve 'padişah iradeleriyle' zamanla değişen bir hukuk sistemine tâbi bulunmaktaydı. Bizim yaptığunız tetkikata göre bu nevi hukukun mevzuatını.. 'hususi kanunna- melerde' bulmaktayız." (a.g.e. sf. 327) Sayın hocalanmızın bu değerli açıkla- malan, konumuza yeterli aydınlığı ka- zandırmaktadır: Osmanlı, şeriatı, kendi iradesinden doğan örfi hukukun dışın- da tutmuş; birbirinden ayırmıştır. (Sal- tanatın bu yüzden, sultanlann hayatla- nna mal olan büyük sarsıntılar geçirme- sinerağmen..) Bizim çözemediğimiz, ezanı ve Ku- ran'ı anadilinde okuyup anlayamayan ne idüğü belirsiz şeriatçı takımının, şer'i hukuktan. fıkıhtan ne anladığıdır! PENCERE Anadolu Müslümanı Şeriata Kapşıtiıp... "Anadolu halkı, Atatürk'ü sever; ister Sünni olsun, is- ter Alevi... Şeriatçı Atatürk'ü sevmez; Mustafa Kemale düşmandır. Şeriatçı, Islamı siyasete ve ticarete alet eden kişidir. Müslümanlığı particilik için kullanır, Arap kültürüyle beyin yıkamaya kalkışır... Anadolu toplumun- da şeriatçılık/a Müslümanlığı birbirinden ayırmak, laikli- ğe yeşil ışık yakıp yol vermiştir." 23 haziranda bu köşede yayımlanan yukarıdaki satır- lar üzerine Prof.Dr. Talat Tekln, Yunus Emre'nin şeriat ve şeriatçılara yaklaşımını ele aldı. Yunus diyor ki: Şeriatbir gemidir, hakikat deryasıdır 01 geminin tahtası her nice muhkem olsa Deniz mevci kat'olsa gemi usanasıdur (Şeriatbirgemidir, gerçek ise onun denizidir; geminin lahtaları ne kadar sağlam olsa, denizin dalgalan şiddet- lenince o gemi parçalanacaktır.) Yunus Emre'den çeşitli örnekler verdikten sonra Sa- yın Tekin ekliyor: "İşte Yunus Emre, şeriatı ve şeriatçıları böyle yorum- lamış, onlara böyle karşı çıkmıştır. Başka bir şiirinde de şeriata karşı daha ağır eleştiride bulunmak istediğini, ancak şeriatçılardan korktuğu için bu eleştiriyi yapama- dığını açıkça söyler: Şeriat edebinden korkarım söylemeğe Yoğısa eydeyidüm dahı ayruksı haber" • Anadolu Müslümanı şeriatçı değildir. Kimileri (öncelikle RP'liler) şeriatla Müslümanlığı bir sayarak şeriatçı olduklarını söylerler. Bu durumda şe- riatın ne olup ne olmadığını aydınlatmak gerekiyor. Şeriatçı Müslümanlığı yalnız bir inanç olarak ele al- maz; Allah tarafından indirilmiş ve yaşamın bütün ke- simlerini düzenleyen bir sistem niteliğiyle şeriat kişinin her adımını, davranışını, ilişkilerini belirler, düzenler, denetler; insanın nasıl giyineceğini, nasıl soyunacağmı, ayak yolunda ve hamamda neler yapacağını da saptar; aile ve ceza, miras hukukundan başlayarak ticarete ka- dar hayatın her gözeneğine girer, devlet düzenini de oluşturur. Şeriata karşı hayatın doğal direnişi, '1923 Devrimi'- nden ve 'Cumhuriyet Turkiyesi'nden çok önce başladı. 'Tanzimat' da şeriata karşı bir çıkıştır, insan haklarmı ve temel özgürlükleri benimsemek şeriata ters düşmekle eşanlamlıdır. • Yunus Emre, Anadolu'nun yetiştirdiği en büyük ozan- lardan biri değil mi1 .. 700 yıl önce şeriata karşı çıkıyor... Tann'nın ve insanın birliğini sevgi potasında yoğuran tasavvufun özünde şeriatın dışlanması doğaldır. Anado- lu Müslümanlığı yüzlerce yıldan beri islamı kendince yorumlamıştır. Arabın şeriatını Anadolu Türklüğüne uygulamak üze- re ortaya çıkan islamcı akımın kökü dışardadır. Refah, kökü dışarda bir parti değil mi?.. ister Sünni olsun, ister Alevi, bu ülkenin kadını, kara çarşafa girmeyecek; kafasma türban geçirmeyecek, saçlarını güneşe açacak, rüzgâra verecek; erkeğin köle- si olmayacak; ikinci sınıf insan derecesine düşmeyecek, şeriata boyun eğmeyecektir. İnsan hakları ve temel özgürlüklerle şeriat birbirine zıttır; bir insan ya şeriatı benimser ya insan haklarmı!.. Kadının erkekle eşit olduğunu söyleyen kişi şeriattan kopar... Kopmaklakalmaz.. Şeriata karşı çıkmış olur. "Ben şeriatçıyım" demek, "Ben demokrasiye karşıyım " demektir... "Ben Türkiye Cumhuriyeti'nekarşıyım''demektir... "Beninsanakarşıyım"demektir.. Altıok'u yaşatmak için... AĞUSTOSTA TÜM BAYlLERDt AltıokI Yayıncılık Alanında D e v r i m ! Herkes Bu Kitabı Okuyacak! A D Yavjncılık Duygu Asena'dan Yepyeni Bir Kitap... Bu kitap görülmemiş tasarımıyla, üstün kalitesiyle, inanılmaz fiyatıyla, Yayıncılık alanında devrim y a r a t a c a k ! HaftaSonu bir değişiklik y a p ı n K İ T A P a l ı n ! MMM ve MM MigrosTizr, seçkin kitapevleri ve tiim gazete bayilerinde... M Vstelik Sadece Kitape\ierinm talepleri için: Yeni Çizgi (212) 232 04 81- 240 1782
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle