Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KÜLTÜR
Genco Erkal memurkenti Ankara'da "Çıldıran Memur"u oynuyor
JBirDeJininHatıra DefterfAYŞEGÜL YÜKSEL
"Bir Deiinin Hatıra DefterT'ni 1960larda ilk
kez izlediğimde. Genco Erkal'm psikolog gözüy-
leyaklaştığı Oksans İvanoviçPopriçinkarakteri-
ni nasıl yoğun birinceieme sonucunda çözümle-
yip sahneye getirdiğine tanık obnuş. Gogol'ün
ünlü delisinin iç serüvenini soluğum kesilerek iz-
lemiştim. Oilk yapımda Popnçin'in "delirmesü-
reci" ön düzeydeydi. Popnçin'in öyküsü, Go-
gol'ün o zamanlar yutarak okudugumuz "Pai-
to"sunda ve "Möfettiş"inde yer alan "memur"-
lann serüveniyle buluşunca, oyunun toplumsal
fonunda Çarlık Rusyası beliriveriyordu. Çöküp
gıtrniş eski bir bozuk düzen...
Memura kız vermeyenJerin günden güne
arttığı 6O'Iı, 70'li, 80'li yıllarda Genco Erkal,
Mert Egemen, Rüştö Asyaiı, Popriçin'i. bu kez
"ezilmiş memur" kımlığıni vurgulayarak yeni-
den getirdiler sahneye. Memur kadrolannın si-
yasal partilerce şişirildiği, bir kişinin ölesiye
çaJjşıp beş kişinin boş oturduğu. bürokrasinin
kemikleştiği. mevzuatın dal budak saldığı dö-
nem. Parasal enflasyon yanmda, üretici olma-
yan insan enflasyonu... Ne o. Çarhk Rusyası'na
mı benzemeye başlamıştık yoksa?
Hepüniz biraz'megaloman'iaşmadık mı?
Kemikleşmiş "mevzuat"ın "tepeden inme"
yöntemlerle delinmesiyle >apılan "parasal enf-
lasyonu yok etme" ve "kaikınma hamlesi" gın-
şimlerinin yerleşik bürokratik değerleri altüst et-
tiği son altı-yedi yıl içindeiseyalnız Popriçin gibi
9. dereceden olanlardeğıl. daha üst kademedeki
memurlar da "kimiik bunalımı"na girdiler. öyle
ya devlette ve bürokraside "prens^er ve "pren-
ses"ler dönemine geçilivermişti. Genco Erkal
işte bu aşamada üçüncü krz sahneledi ve sundu
"Bir Deiinin Hatıra Defteri"ni, Bir zamanlar
saygı duyduğu ve kimliğiyle bütünleştirdiği işine
yabancıiaşan, toplum içindekı saygınlığını yitir-
miş, yoksul memurun "mega dösler" kurmaya
başlayarak "gerçek"le olan bağlantısını ko-
panşını pek deyadırgamıyorduk arük. Toplum-
sal ve ekonomik değerlerin altüst edilmesiyle yi-
tirilen kimiik yerine mutlaka başka bir kimiik
yaratır insan kendine. Son yıllardaki değerler
karmaşası içinde. "medya*'daki örneklerden de
yüreklenip hepimiz biraz "megaloman"laş-
madık mı? Popriçin de kendısmi "İspanya
Kralı" ilan ediyor oyunda. Çok mu? 1980'den
bu yana biz ne "kral"lar gördük! #
Yeni vorumlara açık bir başyapıt
Vurgulamak istediğim, yaklaşık 135 yıl önce
yazılmış bir başyapıtın, yeniden gündeme geldi-
ği her tarihsel dönemde yeni çağnşımJara, yeni
değerlendirmelere. yeni yorumlara ulaşma
gücü... Dostlar Tiyatrosunun Ankara turnesi-
nin yerel secimler, "dolar kria" ve "ekonomik
paket" sonrasma ve "tasarruf adına tasfiye" uy-
gulamasmın başladığı aşamaya denk gelmesi
bile oyunun algılanış biçiminı değiştirmiyor.
AJdığı 3.000.000.- TL aylıkla yeni zamian nasıl
Jeyeceğini şaşıran. toplumdaki saygınlığı
ndan da kendi yazgısına terk edilen küçük
urun konumuyla Popriçin'inki neredeyse
ırtüşüyor. Sahnedeyansıyan patolojik durumia
özdeşleşiyor muyuz yoksa? Ne ilginç rastlanü,
çılgın memur Popriçin okuduğu gazetede
Müslümanlığın son yıllarda müthiş bir hızla
yaygınlaştığını. dünyayı sarmaya başladığını
söylüyor! /lahi Gogol!
Genco Erkal, onu, 60'h yıllarda izieyemeye-
cek kadar genç olan kuşaklara sunacağı oyunu,
üçüncü kez yeniden yorumlamış. Duygu SagV
re^fu'nun somut gerçeklegerçek dışını bütünleş-
DÜŞÜNCEYESAYGI
MEMETFÜAT
Afiamalcıfar
Genco Erkai, oj una çoğunluida egemen olan oldukça 'dışa dönûk' yorumla. son aşamadaki içe kapanmanın, onanJması olanaksız çaresizliğin ve
annenin koruyucuiuğuna sığınma özlemivle sıfır nok tasına uiaşan yalnızlığın ve savunmasclığın korkunçluğıınu olağamistü düzevde vurucu kılıyor.
tiren pastel tonlu çevre tasanmı içinde. Sevim
Çavdar'ın yine pastel tonlu özenli Rus giysileri-
ne bürünmüş olmasına karşın, Rus kimliği,
daha geniş boyutlara ulaştınlmış bir Popriçin iz-
liyoruz. Daha önceki yorumlarda sahnede daha
çok anı deftcnni doldururken ve kendi kendine
konuşurken izledigımız Popriçin bu kez nere-
deyse kalemi eline almıyor bile. Anı defterine
yazdıklanru yaşarcasma sahneliyor karşımızda.
Genco Erkal, devingen biroyunculuğu öngören
bu yorumuyla içiçegelişen ikifarklı boyut yaka-
lamış. Öncelikle. oyun kişisinin "deti" kimliği
'içine kapanıklığın" görseİ ve işitsel smjrlannı
aşarak, gündelik yaşam içinde devinen, karşı-
sındaki seyircisiyie neredeyse dertleşen. aramı-
zda gerçekten yaşayan bir insanjn kimliğine dö-
nüşüyor. Böylece, Popriçin "döoyayı başma
yıkıveren" koşullara, seyirciye daha tanıdık ge-
len tepkiler veriyor. Köpeklerin birbinne mek-
tup yazmasını bile do|almişcasınâ benimsiyor-
sunuz. Bu yorumda, delirme sürecini tek başına
yaşayan değil, sejırdye "deü"yı oynayan bır
•Genco Erkal, daha önceiki kez sahnelediği vesunduğu "Bir DeJinin
Hatıra Defteri"ne neredeyse sıfirdan başlayarak getirdiği bu üçüncü
yorum için harcadığı emek, gösterdiği özen vesahnede ulaştıgı duyarlık
düzeyi iletiyatroculuğun nasıl zorlu bir uğraş oJduğunu birkez daha
gösteriyor.
Popriçin var. "Defi"yi yerine göre "sağlıkiı" ol-
duğu dûşünülen insanlarda oynar. Çünkü deli-
lik bir anlamda özgürlüğe açılan bir p>encere,
karşı çıkmanın, başkaldırmanın uç aşamasıdır.
Toplumun kendisine çok gördüğü toplumsal ve
ekonomik düzeydeki saygmhğı, bir başka varo-
luşdüzJeminegeçerek oluşturan Popriçin işegit-
meyiveriyor, çayını yudumluyor, sanki onu izle-
yenlerin bilincindeymişcesine. sevmediği kişıle-
rin dedikodusunu yapıyor, onlara küfrediyor.
Erkal, oyunun neredeyse üçte ikisine egemen
olan bu oldukça "dışa dönûk"yorumla, son aşa-
madaki içe kapanmanm. onanlması olanaksız
çaresizli|in ve annenin koruyucu kollanna
sığınma özlemiyle sıfır nok tasına ulaşan
yalnızlıjm ve savunmasızlığm korkunçJuğunu
olağanû'stü düzeyde vurucu kılıyor.
Lstalık veolağanüstü bir ovunculuk
Popriçinisahııedefızikselolarak daetkin bir
konuma getiren bu yorumun ikinci boyutu da
oyun kişisinin oyunun en başında girmiş olduğu
delirme süreçınin "koıraşma" düzeyinde yansı-
ması. Popriçin'in zihnindekı karmaşayı yanlış
tonlamalarla, sözcük bulmada çekiien zorlukla.
coşkulu vedingin anlardaki söyleyiş farklılığıyla
yansrtan Erkal, oyun kişisini Mete Sakpınar'ın
etkin bir işlev taşıyan müzik düzenlemesıyle be-
lirlenen aşamalarda adım adım kaçınılmaz
"son"a ulaştınyor. Seyirdyi, oyunun belirli bir
aşamasına dek yaşadığı özdeşleşmeden uzak-
Jaşüran. "akrf"yoluyla aranacak çözüm yollan-
na yönelten tüyîer ürpertici bir son...
Genco Erkal, daha önce iki kez sahnelediği ve
sunduğu "Bir Detinin Hatıra DefterTne nere-
deyse sıfirdan başlayarak getirdiği bu üçüncü
yorum için harcadığı emek. gösterdiği özen ve
sahnede ulaştıgı duyarlık düzeyi ile tiyatroculu-
ğun nasıl zorlu bir uğraş olduğunu bir kez daha
gösteriyor. UstaJjğm, olağanüstü oyunculuğun
sürmesi için hergün "yeniden başlamak" gerek-
tiğini de... Genco Erkal'ı bu oyunda mutlaka
-hele Ankaralıysamz hiç zaman geçirmeden- iz-
ieyin.
Toplumsalcı dünya görüşünün yı/lar yılı doğru biiine
yığınlarr yönlendiren değerlendirmeleri, Sovyetler Birl
ği dağılır dağılmaz doğru/uklarını yitiriverdiler.
Şurası yanlış, burası doğru, ya da şu doğrular fazl
abartılmış, şu yanîışlar görü/emerniş filan gibı bir yem
den degerlendirme değil. Birçırpıdanerşeybittı...Sank
bir bafon patladı...
Hiçbir düşüncenin, hiçbir dünya görüşünün birdenbi-
re bütün görünümleriyle, bıçakla kesilir gibi sona erme-
yeceği kesin...
Öyleyse neydi böy/e pat/ayıp yok olan?
En kısa yanıt: Uygulamadaki toplumsalcılığrn faşizm-
le, nazizmle ortak ofan yönü... Dev/et baskısı, özgürlük-
lerin kısıt/anması, irtsanın ezilmesi...
Ne var ki anamalcı dünya görüşünü benimseyenler,
yarattıkları, geJiştirdikleri, savundukları düzenı büfün
acımasızlığı, çarpıklığı, ikiyüzlülüğüyle ortaya döken
eleştirilerin de, baskıcı yönetimlerle birlikte yok olup gıt-
tiğini düşünmeyi uygun gördüler...
Bugün şöyle sözler kolayca soylenebi/tyor:
"Baştan şunu saptayalım. Artık günumüzde sömüren
kapitalist, sömürülen emekçiler gibi kavramlann en
ufak bir geçerliğikalmamıştır."
Neden?
Anamalcı düzenin yapısında, işfeyişinde birdegişiklik
mi oldu?
Toplumsalcı ekonomi çökünce, anamalcılığın "sömü-
/ITanlayışı sona mı erdi?
Anamalcılıktaki sömürünün nedeni toplumsalcı eko-
nomi miydi?
Yoksa anamalcılıkta hiçbir zaman sömürü diye bir şey
söz konusu değildi de, bunu toplumsalcıJar mı uydur-
muşlardı?
Peki, kimse kimsenin sırtından bir şey kazanmıyorsa,
anamal birikimi nasıl oluşuyor?
Belki de yan/fş anlıyoruz, belki de söylenen şudur
"Günumüzde sömürenden sömurülenden söz etme-
nin geçerliği kalmamıştır. Sömurüsuz bir ekonominin
yürümediği görüldü. Anamalcılıktan, serbest pıyasa
ekonomisinden başka bir çıkış yolu bulunmadığına go~
re, sömürüye katlanmak, sömüruyu doğal karşılamak
zorundayız. Boşu boşuna birbirimizi kıracak sozler et-
meyelim. Konuşacaksak, bundan ötesinikonuşalım."
Bir deneyelim bakalım!..
Neye karşıyız?
Devlete... Devlet her şeye burnunu sokuyor, fabrikalar
açıyor, ticaret yapıyor, tekellerkuruyor, köylünün ürünü-
nü topluyor, kredi veriyor, özel otel/er, konuk evleri, tafil
köyleri...
Kaldıralım devleti...
Yok, büabütûn kaldıramayız, onun da birtakım görev-
leri var: Olkenin korunması, iç düzenin sağlanması, ser-
best piyasa ekonomisinin denetlenmesi, kurallarının
konması,toplumsaldengenin sağlanması, eğitim, çev-
re, bilimsel araştırmalar, daha bir sürü şey... Devleti
kaldırmak degil, küçültmek gerek...
Peki, küçültelim de, bu her şeye burnunu sokan koca
devleti bile gönüllerince yönlendirmeyi başaran serbest
piyasa ekonomisinin işbilir anamalcıları o zaman büs-
bütün büyüyüp kendileri devletleşmezler mi? (jlke eko-
nomisini denetimınde tutan dev kuruluşlara nasıl söz
^eçirilebilir? Üstelik birbirlerine de düşerler...
Yanlış anladınız, halkı koruyacak, toplumsal dengeyi
sağlayacak güçte bir devlete elbette gereksinim duyula-
caktır.
Ama her şeye burnunu sokrnasın...
Evet, herhalde başka görevler de düşüyorözlediğiniz
devlete:
örnekse işçilerin sağlıkiı, "sömürülebilecek"dirilikte
olmaları, ayrıca iyi eğitilmeleri gerekir, çağdaş, ileri tek-
nofojinin makinelerini kullanacaklar!..
Sonra bütün topluma daha iyi yaşama özlemi aşılan-
malı, tüketim hızlandırılmalıdır. Piyasa canlı tutulmazsa,
işsizlik oranı yükselir. Böyle önemli bir görev, bütünüyle
reklamcılara bırakılacak degil ya!..
Düşünüyorum da, güçlü ama küçük, yani her şeye
burnunu sokmayan bir devlet, anamalcılar için çok ge-
rekli...
1993 Cannes FestivaJi'ndeAltın Palmiye'yi kazanan fîlm gösterimde
1920'liyıüardangünümüzeÇin tarihi
SUNGUÇAPAN
Batı dünyasının keşfettiği ve
gözdesi haline getirdiği Çin si-
neması olayı sonunda bize de
ulaştı, ulaşıyor îstanbul Film
Fesüvali sayesinde. 1988 Berlin
Film Festivalj'nde yönetmen
Zhang Yimou'nun "Kızü Mısır
Tarlalan"nın Alün Ayı'yı kazan-
masıyla çıkışa gecen ve son 5-6
•yıldır Venedik. Cannes gib)
önemli festivallerin büyük ödül-
lerine adeta abone olan Uzakdo-
ğu sineması, artık pek ya-
banamız sayılmaz.
"Kıal Fenerler", "Qıri Ju'nun
Öykösfi". "Telin Uamdaki Ya-
şam", vb. gibi filmlerle şimdi
kıyısından köşesinden tarudığı-
mız. oysa 15-20yıl öncesinde baş-
kan Mao döneminin, sanau
zapn-rapt altına aimaya calışan
kültür devrimi ve ezberden, hep
bir ağız. slogan atan ürkütücü
kızıl muhafızlar kabusu yüzün-
den, o 'müsamere gibiTılmlerine
. bunın kıvırdığımız Çin sineması
*ve kıta Çin'i, aslında Bernardo
Bertûlııccrnin Oscar ödüllerine
boğulan, ûnlü "SOD tmparator"
filmiyle popülerleşerek Batırun
1 gündemine yerleşmişu sanınz bir
ölçüde.
Kültür devriminin karanlığını
yıriarak. Pekin sinema okuJun-
dan yetişıp 1980'li yıllarda Çin si-
nemasının sesini uluslararası are-
naya taşıyan 'Beşmci Kuşak
1
sine-
maalann getirdiği 'yeni dalga'nın
artık bizim kıyılanmıza da
lilaştığınj söyleyebiliriz 1994"te.
1992'dc "Telin Lcundaki Ya-
«n"la festivafimızin Altın LaJe'-
ini kazanmış olan, 1952 Pekin
ofumJu yönetmen Chen Kaige'-
in, iki hafta önce sonuçlanan 13.
»luslararası îstanbul Film Festi-
ıli'nde seyretmek şansına erdi-
miz, "Hveda Cariyem"i, dün-
•n itibaren Beyoğlu Alkazar si-
Xiaolou ya aşık olan ve sûreklikadınrolünûoynayanve kendisini arök bir kadın olarak gören Dieyi, Xiaolou evlenince ktskanelığından ne yapacağını bilemez.
nemasmda gösteriüyor. Kısaca
özetlemek gerekirse. 1920'Ii yı-
1lardan 1970'li yıllara, savaş sen-
yörierinden Japon istilasına ve
komünist dönemden kültür
devriminekadar Çin'de meydana
gelen, yaklaşık yanm yüzyıllık
evrim ve kargaşa dönemini, Pe-
kin operasının iki ünlü yıldız ak-
törü arasındaki derin duygusal
iliski aracılığıyla anlatan, des-
tansı ve yorucu bir epik "Elveda
Cariyem". Bu yıl en iyi yabancı
filrn Oscar'ına aday gösterilen,
gecen yıl da Cannes'da Alnn Pal-
miye'yi "Piano"yla bölöşen"El*e-
da Cariyan", artık Çın Seddi'ni
iyice aşarak Batıya yönelen
Uzakdoğu sinemasının parlak ve
estetik bir örneği. Çin ve Tayvan
sinemasının uyanışıyla son yıllar-
da Batı'da sürekü ilgı odağı hali-
ne gelen, farklı bir kültürûn
yansıdığı Uzakdoğu sinemasırun
bu uzun ama olağanüstü nite-
Jemesini hakeden filmi, Çin'in
bütün bütüne değıştiği son >anm
ü l iki aktörle bir cariyenin
öyküsü eşliğinde karşımıza getiri-
yor, belırttiğimiz gibi. Kalabalık
ve karmaşık Çin topiumunda ne-
ler olup bitüğini, başanlı bir
oyunculuk. egzotik dekor-
mekanlar, nefis maske- makyaj-
lar. Baü'nın hoşuna gidecek be-
Iirgin sanatsal kaygılar ve gerçek-
ten harika görüntülerle yansıtan,
birkaç yıl öncesinin Bertolucd
yapımı "Son tmparator"u gibi bu
farklı toplum hakkmda bılgi ve fi-
kir veren "Elveda Cariyem
M
e tek
itiraz. aşın anü-komünist yanlar
içermesinden ötürü yapılabilir
herhalde. Sonuçta ilgiyle izlenen,
estetik, dinamik ve modem bır
yapıt "Hteda Cariyem". Sansür-
cüleri harekete gecirip orasından
burasından kesilerek Çin seyirci-
sine sunulan, 1988'den itibaren
New York'a yerleşmiş olan gü-
nümüz Çin sinemasınınBatı stan-
dartlannda film ûreten namlı
temsiids] Chen Kaige'nin bu fil-
mini festivalde izleyemeyen seyir-
cilere hararetle olmasa da salık
veriyoruz tabii ki. Gençliğimizde
yankılan bize kadar da ulaşan o
ürküiesi kültür devriminin hangi
şartlarda genel bir toplumsal bar-
barlığa dönüştüğüne ve gelenek-
lere dayanan görkemli Pekin
operasrndaki eğitim sisteminin
zenginliğjni gözler önüne sermesi
ya da Çin'in son yanm yüzyıldaki
tarihsel evrimterini görüntülere
dökmesi bakımmdan. uzun ve
yoruculuğuna karşın son derece
ilginç bir eser kuşkusuz "Elveda
Cariyem". Alışılnuş deyişle
kaçınlmayacak bir film.
Gerçek ve
sahneyaşamKültür Servisi- Lilian Lee'nin beğenilen bır öyküsünden
uyarlanan ve yönetmenliğini Chen Kaige'nin üstlendiği "Elve-
da Cariyem" Pekin Operasf nm iki ünlü yıldızı arasındaki derin
duygusal ilişkiyî ve yaklaşık ellı yıl süren sosyo politık kargaşa-
lık döneminde olaylann. yaşamlannı ne şekılde değiştirdiğini
konuedinir. Fahişeannesi tarafından 1925yılında Pekin Ope-
rasfnın eğitim bölümüne veriterek terk edilen Dieyi'nin yaşamı
bundan böyle bu kurumda uygulanan aamasızdisipfin altında
sürecektir. Burada edindiği kendine güvenen ve azim dolu ar-
kadaşı Xiaolou (Zhang Fengjı) aynı zamanda onun koruyu-
cusu olmuştur. Görünümünün dişisel olması nedeniyle. ku-
rumda kendine sürekü kadın rolleri verilen Dieyi. zamanla dn-
_ , , , _ . sel kimliğiniyitirirveXiaolou'-
fclveda Canyeni ya a?
ık olur. Artık E»ieyi kendi-
(BavvangBİejİ)/ ni bir kadın ve KraJ'ın cariyesi
Yönetmen: Chen
Y u J l r o I û n û
ovnayan biryıldız
Kaige/Senaryo:LİJİan ^ S u i ^ ' e v i e n ^ n ı
Lee. LU Wei/Kamera: duyduğunda Dieyi kıskançlı-
GuChangweİ/ MÜZİk: ğından ne yapacağım şaşınr.
ZhaoJİpinfi/ ^iaolou'dan aynlır. Aynı ak-
Ovıınrnîar- 1 oJîL
Ş a m J a
P °
n o r d u i a n
Pekin e gi-
Uyuncular Leslie rer X
iaolou tutuklanır.
Cheung, Z h a n g Dieyi. Japon askerlerini eğ-
Fengyi, G o n g Lİ, Lll lendirerek özgürlüğünü koru-
Oİ YingDa/1993
m a
^
t a
^
ı r
- Bu tutumu daha
n\> r_r,L,v v ~
s o n r a o n u n v a t a n
hainliğiyle
Vin-MOng-Kong S
uçlanmasına neden olacaktır.
(IFA) Beyoğlu Mao Tse Tung'un başlatrnış ol-
AJkazar sinemasında. d"!" Küitürcl Devrim üikeye
yayıldıkça, 0 güçlüklerle dolu
dönemde özgıirlüklerini koruyabilenlerin olsa olsa vatan haini
olduklan düşüncesi deyaygmlık kazanmıştır. Chen Kaige 1991
yılında "Telnı Lcundaki Yaşam" adlı filmiyle boy gösterdiği
Cannes Film Festivali'ne tekrar katılırken. bu yeni filminin
nasıl ve neden yaşanjp ölündüğü ile ilgili seceneklerden. aşk ve
seks, gerçek yaşam ve sahne yaşamı arasındaki ilişkilerden
oluştuğunu söylemektedir.
"Genelde gerçek yaşamı sahneye aynı canlılıkta aktarabilen
insanları ûshîn kişiler olarak göriirûz. Buna karşılık. gerçek ya-
şamlannda bazı sahndemderi düşieyenleri ise defi olarak ad-
landtnnz ki bu da temelde bizim iki yûzfüiüğümüzün en açık ka-
nıtıdır."
"Dieyi, benim beklentilerime oldukça uyan bir sanatçı"diyor
yönetmen Kaige, "...bu da onun becerisine sahip ustalann genel-
de toplum içinde çevrelerinde neler olup biteceğini önceden kesti-
rebildikleri anlamına gelir. Asıl sanatın da bu tünfe birşey olması
gerektiğine inamyorum" diye devam ediyor ve "...insanın biraz
ideaiist olması gerek" diye bitinyor sözlerini.
StuartMcGeacbin (Screen International)