06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 NİSAN1994 PERŞEMBE 10 DIZIYAZI 12Mart'ınaagünleri Ben Ankara'da savcılık görevine alandığım günlerde, 12 Mart Muhtırası verildi. Atamalar da bu nedenle dur- duruldu. Nihat Erim başba- kan olunca. bu durdurma ka- ran kaldınldı ve göreve başla- yabildim. Başka bir deyişle, bu karanlık dönemi bir savcı olarak yaşadım. Bu nedenle de dönemin bir başka açıdan tanığı oldum. 12 Mart, ülkemizi içine sü- rüklediği zulüm ve karanlığm yanı sıra, benim için birçok dostumun gözaltına alındığı. lutuklandığj bir dönem ola- rak acı doludur. Üç çocukluk arkadaşı Bunlardan ikisinin acısı hiç dinmedi. Dönemi yaşayanlar Kor Koçalak ve Sibel Ay adlannı anımsa>acaklardır. Her ikisi de Deniz Geznüş'i saklamakla suçlanmışlardı o günlerde. Kor. tutuklanmış ve işkence görmiiş, Sibel ise her nasılsa tutuklanmaktan kurtulmuş- tu. Kor da Sibel de benim ma- balle ve çocukluk arka- daşımdı. Savcılığımın daha ilk günlerinde. hani daha henüz evrak imzalatıp durduklan ve başka bir iş vermediklen o günlerde. başyardımcı. o gün 4. Asliye Ceza Mahkemesi'- nin savcısının gelmemiş oldu- ğunu, yargıcın duruşma salo- nunda beklediğini söyleyerek duruşmaya hemen benim çıkmamı istedi. Yani boşluk dolduracaktım. Yeni yaptırmış olduğum cübbemi de kapıp kolumun altına ala- rak duruşma salonuna gittim, heyecanla kürsüye çıkıp otur- dum. İlk davanın sanığı çağn- lacaktı. Ben ise ne davanın ne olduğunu biliyordum. ne de dosyalara bir göz atmak ola- nağım olmuştu. Mübaşir, koridora çıkıp sa- nığın adını bağırdı: Sibel Ay! Gerçekten de içeriye o okul- dan birlikte kaçtığımız Sibel girdi. Onunla birlikte bir sürü gazeteci ve polis... Bir an için Sibettn sanık, benim savcı olarak bir mahkeme salonun- da karşı karşıya gelmemiz. bana gerçeküstü bir şey gibi geldi. Gerçeklik duygumu yi- tirirgibi olmuştum. Yoksa bu bir kabus muydu? Durum, Sibel için de aynıydı. O duruşmada tanık din- lenecekmiş. Çağnldı: Kor Koçalak! O birlikte top oy- nadığımız. bisiklete bindiği- miz, delikanlıhkta birlikte meyhaneye gittiğimiz, ama kimi zaman da kötürüm kar- deşinin başında büyük bir öz- veri ile beklemek zorunda kaldığı için bizi ancak pen- cereden seyredebilen Kor! Kor'un kelepcelerini çözdüler. İşkence yapıldığj, aradan günler geçmiş olması- na karşın o denli besbelliydi ki... Yüzünde gözünde hala çürükler vardı, dişleri dökül- müştü, ayakta zorlukla dura- biüyordu. Sıkıntıdan, ama daha çok çaresizlikten tüm vücudumu bir ateş sardı. Terlemeye baş- ladım. Elimdeki kalemi tuta- maz oldum, ellerim öylesine terlemişti ki. kalem kayıp gi- diyordu. Sırtımdaki kırmızı yakası defne yapraklan ile süslü cübbem. tonlarca ağırmış gibi beni ezmekteydi. Kor. beni görünce ellerini bana doğru uzatır gibi oldu. Sibel, iri kara gözlerini bana dikmiş. yardım etmemi bekleyerek bakıyordu. Kor'un elleri hala gecmişin derinliklerinden bana uzanır, Sibel'in o bakışı hala yüreğimi dağlar. Yargıçlar, savcılarve kitaplar 12 Mart yönetimi. hangi evde. nerede kitap görse top- laüp durmuştur. Dönem. san- ki kitap düşmanlığı dönemiy- di. İş o boyutlara vanyordu ki, bugün inanmak zor gelir o günleri yaşamamış olanlara. Söz gelimi, bir gencin evinde topu topu üç kitap bulunmuş, ama o bu kitaplar yüzünden bir-iki gününü gözaltında ge- .çirmişti. Kitaplardan biri. bir aşk romanı; ötekisi. tarihsel bir roman; üçüncüsü ise bir polıs şefı tarafından yazılmış ve polisin bazı çözülmesi güç cinayetleri nasıl aydınlattığını anlatan bir kitaptı. Genci ge- tiren polise bu kitaplar yü- zünden niçin onu gözaltına alıp savcılığa kadar getirdik- lerini sorduğumda aldığım yarut şu olacaktı: - Kitap kitaptır! Bir keresinde iki üniversite öğrencisinin birlikte kaldı- klan evdeki tüm kitaplar iki çuvala doldumlup bu çocuk- d 1/JJJJJJJ Çetin Yetkin 7?A. ^ Mart dönemi tüm ülkeyi zulüm ve karanlığa sürükleyen bir dönem oldu. Asılsız ihbarlarla insanlar işkenceye uğradı, hapislerde yattı. Kitap okumak, kitap bulundurmak suç haline getirildi. Evindeki 3 kitap için gözaltına alınanlaroldu... Savcı Çetin Yetkin, Ankara'da göre\ > aptığı günlerde Ankara Adli Tabibi Dr. Sait Altay'la bir olayın raporunu hazıriarken. lann sırtına yüklenerek nöbetçi savcılığa öyle getirilmişti. Çu- valın en üstünde yer alan iki ki- taptan biri Suut Kemal Yetkin'- in. biri de benim yazmış oldu- ğum bir kitaptı. Bunlan polisle- re göstermeden gizlice alıp sak- ladığımı utanarak anımsıyo- rum. Ankara Cinayet Masası Şefı Başkomiser Sabri Güveli'nin adliyede odama gelerek alçak bir sesle söylediği şu sözler bir döneme ışık tutacak nitelikte- dir. - Bir türlü bir avukata sora- madım. laf olur diye çekiniyo- rum. Siz yabancı değilsiniz savcı bey. allahaşkına. evde ki- tap bulundurmak suç mu ki, bize ikide bir de ev bastınp ki- tap toplattınyorlar. Ben de ki- tap okumaya merak sardım, bir meşgale olsun istedim. Yani şimdi ben de mi suç işlemiş olu- yorum? Bu konuşmanm bir polis şefı ile bir cumhuriyet savcısı ara- sında geçtiğini unutmayın sa- kın! Şimdi anlatacağım olay ise daha bir üzücü olmuştur benim için. Yağmurlu, vıcık vıcık çamur- lu pis bir gündü. Adliye emanet memuru çıkıp geldi ve dedi ki: Mamak'ta bir askeri depoda bulunan bu toplatılmış kitaplar yakılarak imha edilecekmiş. is- tersek bizler. yani yargıçlar ve savcılar bunlardan diledikleri- mizi alabilirmişiz. Birkaçyargjç ir gencinevinde topu topu üç kitap bulunmuş, ama o bu kitaplar yüzünden bir-iki gününü gözaltında geçirmişti. Kitaplardan biri. bir aşk romanı; ötekisi, tarihsel bir roman; üçüncüsü isebir polis şefı tarafından yazılmış ve polisin bazı çözülmesi güç cinayetleri nasıl aydînlattığmı anlatan bir kitaptı. Genci getiren polise bu kitaplar yüzünden niçin onu gözaltına akp savcılığa kadar getirdiklerini sorduğumda aldığım yanıt şu olacaktı: Kitap kitaptır! ve savcı bir arabaya doluştuk ve bu depoya gittik. Nöbetçiler. emanet memurunu tanıyorlar- dı. kimliklerimizi de kontol et- tikten sonra bizim depoya git- memize izin verildi. Depo, ucak hanganna benziyordu. İçinde kitaplar bir dağ gibi yığılmıştı. Bu dağın tepe noktasının yer- den yüksekliği 5-6 metreyi bul- maktaydı. Emanet memuru: - Buyurun, seçin! dedi' Yığının yere yakın yerleri ıs- lanmış ve çamurlanmış olduğu için her birimiz bir yanından ki- taplara basa basa bu tepeye tır- mandık. Başladık kitaplan kanştırmaya. Her kitaptan yüzlerce vardı, o nedenle de en temizini secmeye çalışıyorduk. İstediğimiz bazı kitaplar ise da- ha altlardaydı. Bu yüzden de üstteki kitaplan kaldınp bir ya- na atıyorduk. Kısa sürede her yargjç ve savcının çevresinde küçük küçük kraterler oluşma- ya başlamıştı. Sonunda. kucak- layabildiğimiz kadar kitapla yığının üzerinden indik. Bu kitaplar kendilerini be- ğendirebildikleri için biz hukuk adamlannın kucaklanna sığı- narak yakılarak yok edilmek- ten kurtulmuşlardı. Beğenme- diklerimizi ise çamurlu ayakla- rımızla ezmiş. çiğnemişlik. Gerçi yalnızca birkaç kucak dolusu da olsa o kadar kitabı ölümden kurtarmıştık. ama bu- na bir türlü sevinemedim. Mustafa Ekmekçi'nin 13 Ni- san 1979 günlü Cumhuriyet'tc "Ankara NotlarT köşesinde şu satırlar yer alır: "12 Mart dönemi işkenceleri- nin sürüp gittiği sıralar olmalıy- dı. Diyelim, yıl 1972'dir. Sıkıyö- netim de var. Ankara'da on beş otel, otellerde fuhuş yapıldığı ge- rekçesiyle komutanlıkça kapa- tıldı. Gelgelelim. aradan on gün geçmeden de açıldı oteller yeni- den. Ne olmuştu on gün içinde? Dunımdan meraklanan bir savcı. işin ardını kurcaladı. Em- niyetteki dosyada. sıkıyönetim müşaviriiği başlıklı bir yazı var- dı. Şöyleydi: "... Her ne kadar Ankara'da adı geçen oteller Sıkıyönetim Komuıanlığı karanyla fuhuş yapmalan nedeniyle kapatıl- mışlarsa da Cumhurbaşkan- hğı'ndan aldığımız yazıda ken- dilerinin cumhurbaşkanını zi- yaret ettiklerini. bu işlere bir daha devam etmeyeceklerini. pişman olduklannı bildirdikle- rinden. cumhurbaşkanımız kendilerini bağışlamış bulun- makla bu otellcrin yeniden açıl- masında bir sakınca görülme- miştir...•...•" Sakın, "Olur mu böyle şey?" 12 Mart'ın sayın muhbirvatandaşları SoysaTın 'kirmzı'seriiveni12 Mart denilince, hiç unutulmaması gereken şeylerden biri de bu dönemde muhbirliğin ülkemizi yönetenlerce nasıl kurumsallaştınldığı olmalıdır. Sıkıyöne- tim bildirileri ile insanlar birbirlerini ih- bar etmeye çağnlıyor ve muhbirlerin ödüllendirileceği açıklanıyordu. İş öylesi- ne çıgnndan çıkmıştı ki, bu bildirilerde muhbirlerden "Sayın Muhbir Vatandaş" diye söz edilmekteydi. Bu dönemin ünlü sanıklanndan Prof. Dr. Miimtaz Soysal da aynca bir de bir ihbann kurbanı olmuştu. Soysal'ı ihbar edenler de eşleri ile birlikte bulunduklan bir yemekte konuk olan iki profesördü. Birlikte yiyip içmişler. söyleşmişler, ne var ki. bir süre geçip 12 Mart'ın gerçek yüzü ortaya çıkınca, koşup o gece Soy- sal'ın komünizm propagandası yaptığını öne sürerek ihbarda bulunmuşlardı. Ne hazindir ki, bu muhbirlerin kendi eşleri Soysal'ı o gece söylediği öne sürülen söz- leri hiç söylememiş olduğunu soruşturma sırasında alınan anlatımlannda belirte- ceklerdi. Burada önce hiçbir yorum yapmaksı- zın olayla ilgili belgeleri görelim: 22 Haziran 1971 Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne, Üniversitelerle ilgili yasalar gözden ge- çirildiğj bu günlerde, üniversitelerde an- cak tek yönde düşünceye müsaade edil- mesi gibi durumlann önlenmesi için mü- eyyidelere ihtiyaç olduğunu bilginize arz ederiz. 12 Mart döneminin ünlü simalarından Mümtaz Soysal da ünlü 'sayın muhbir vatandaşlar'ın kurbanı olanlardandı, an- cak sonıicta aklanmtştı. Bu sözle neyi kast ettiğimizi aşağıdaki canlı misalle agklamamızda fayda var- dır. 25 Mart 1971 günü Büyük Ankara Oteli'nde Yunanistan Sefareti'nin verdiği resepsiyonda o zamanın Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı olan Prof. Mümtaz Soysal'ın öğünerek şu sözleri söylediğine şahit olduk: "Fakültede tek renk vardır, o da kırmıztdır. Bunun değişik tonları olabi- lir. Fakat başka bir renge müsahama edile- mez." Yeni mevzuatta üniversilelerin üst de- net organlan ümit ederiz ki. bu düşünce- de olan yöneticilere gcrckli dersi verecck yetkiye İcavuşsunlar. Saygılanmızla Prof. Dr. (......). Dekan Hacettepe Üniversitesi Profcsörü Prof. Dr. (......) Hacettepe Üniversitesi Profesörü Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İhsan Doğramacı, bu ihbarı. 27.7. 1971 günlü ve 010 28612 sayılı bir yazı ile Soysal'ın bağlı olduğu Ankara Üniversi- tesi'ne göndermiş \e bu üniversite rcktör- lüğü de Prof. Dr. Faruk Erem'i olayı so- ruşturmakla görevlendirmiştir. Prof Dr. Erem. yaptığı soruşturma sonucunda ih- bann asılsız oldğunu bildirmiş. ancak bu kere de Ankara Üniversitesi Rektörlüğü "gereği" yapılmak üzere dosyayı Ankara Cumhuriyet Savcılıgı'na gönderecektir. Dosya. savcıhğın 1974 2017 hazırlık sayısına kaydedildi. Sonuç, 18 Ocak 1974 günlü 'Takipsizlik Karan' oldu. Ancak bu kez. bu karann son bölümü şöyleydi: "Bu nedenlerle sanık hakkında herhangi bir soruşturmaya yer olmadığına, ancak muhbirlerin de asılsız ihbarda bulunduk- lan da bu şekilde anlaşılmış olduğundan, muhbirler hakkında Türk Ceza Kanunu'- nun 285/1 maddesi gereğince kamu davası açılmasına..." Bu dava 31 Ocak 1974'te açıldı. demeyin. Aynen oldu. Ekmek- çi, olayı nereden öğrenmiş bile- mem. Fakat, yazdıklan gerçe- ğin ta kendisi! Ama eksik. Eksiklikleri de ben anlatayım size. çünkü "işin ardını kurcala- yan", daha doğrusu kurcalaya- mayan savcı bendim. Koçaş'tan gelen ivedi yazı Evrak. Ankara Cumhuriyet Savcılıgı'na. Başbakanlık'tan ve 12 Mart'ın ünlü kişisi Başba- kan Yardımcısı Sadi Koçaş'm imzası ile gelmişti. Sadi Kocaş. başında "ivedi" ve "önemli" kaydı bulunan yazısında, An- kara'da bazı otellerde fuhuş yapıldığının, bu işe bazı emni- yet görevlilerinin ortak olduğu- nun öğrenildiğini belirtiyor ve hükümetin bu konuda çok du- yarlı olduğunu kaydettikten sonra da konunun önemle so- ruşturulmasmı ve sonuçtan bil- gi verilmesini istiyordu. Soruşturma bana verildi. Olayı deştikçe Koçaş'a ulaşan bilgilerin doğru olduğu ve özel- likle de bazı emniyet görevlileri- nin işin içinde bulunduklan or- taya çıkıyordu. Ankara Emniyet Müdürlüğü 2. Şube Müdürü Kamil Özdilek ile bu soruşturmayı yürütürken tanıştım. Bir gün adliyeye çıka- geldi, kendisini tanıttı ve dedi ki: Mesleğin onuru için - Benim için polislik kutsal- dır. her şeyin üstündedir. Ben bu mesleğe mukayyit (= evrak kayıt memuru) olarak başla- dım. İçimizdeki namussuzlar sizden çok benim düşmanım. Mesleğin onuru için izin ve- rin, ben de size yardım ede- yim... Söyledikleri sözcüğü sözcü- ğüne böyle değildi kuşkusuz, ama bu anlama geliyordu ve hemen söyleyeyim: Kamil Öz- dilek benim tanıdığım en dü- rüst. en onurlu ve en çahşkan polistir. Mesleğini Samsun Em- niyet Müdürlüğü'nden emekli olarak noktalayan Özdilek'i. size bir parça olsun tanıtabilmek için burada bir ayraç açarak onun bir uygulamasını anlat- mama izin verin. Kamil Bey, aşın içki içip de olaylara neden olan kimi polisler alkol muaye- nesi için adli tabibe gönderil- diklerinde o polisi muayene için getiren polislerin muayeneye iç- ki içmemiş bir arkadaşîannı soktuklannı bildiğinden ola- nak buldukça kendisi o içkili polisi muayeneye getirirdi. Söz sözü açıyor. ama yine değinme- den edemeyeceğim: Yine böyle bir olayda muayene odasına gi- ren ve ayakta duramayacak öl- çüde sarhoş olan bir polise, o gün nöbetçi olan adli tabip, po- lisi kayırmak için, "Alkol alrna- nnstır" raporu verince Kamil Bey'in ne hale gelmiş olduğunu vann siz düşünün! Neyse. Kamil Bey'in sağladı- ğı olanaklarla soruşturma biti- rildi. Otel sahiplerinden bazılan tutuklandı. Gerçekıen de başta bir emniyet amiri olmak üzere bazı polislerin de işin içinde ol- duklan anlaşıldı. Bu otel sahip ve sorumlulanna dava açıldı. Polislere gelince; evrakın üç ör- neği çıkanlıp İçişleri Bakan- lığı'na, Ankara ValiliğTne ve Ankara Emniyet Müdürlüğü'- ne gereği yapılmak üzere gön- derildi. Durum Sadi Koçaş'a da bir yazı ile bildirildi. Otelcilerden gelen tehdit Sonuç: Otelciler. birkaç gün içinde scrbesl bırakıldı. Bu olay. 1972 yılında olmuştu. Ben 1975 yılının temmuz ayında İs- tanbul'a atandım. o emniyet amiri o tarihte hala görevinin başındaydı. Bu arada bu otelcilerin adamlan beni tehdit ettiler. korkumdan eve gidiş geliş yolu- mu her gün dcğıştirir oldum. bir dc silah cdinip taşımaya başla- dım. Hcmcn arkasından oteller yeniden açılıp eskisi gibi çalış- maya başlayınca ve Kamil Bey de aynı zamanda Fuhuşla Mü- cadele Komisyonu Başkanı ol- duğu için aklım sıra bundan sonra onu sornmlu görerek bir arabaya atladığım gibi emniye- te gidip hırsla odasına girdim. Ters ters konuşmaya başlamış- tım ki. Kamil Bey. odada bulu- nanlan dışanya çıkardı. beni oturttu. birçay söyledi, sumeni- nin içinden Mustafa Ekmekçi'- nin köşesine aldığı o yazıyı çı- kanp verdi!.. Hep merak etmişimdir: Aca- ba ben de cumhurbaşkanından kendisini ziyaret edip soruştur- manın ortaya çıkardığı gerçek- leri anlatmak ve bu adamlann işi kapatmam için beni tehdit ettiklerini belirterek bana yar- dım etmesini dilemek için ran- devu isteseydim, kabul eder miydi1 ' Yarın:Her $eyi yapan Insan ANKARA NOTLABI MUSTAFA EKMEKÇİ ismet Paşa Küsmü Gitti? (2) Briç Çok Taüıydı... Briç çok tatlıydı.... Anadolu Kulübü'nün başkanı, AGİK Yarkurul Başkanı Dr. Münif Islamoğlu anlatıyordu, Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un verdiği yemekte. Bizim masada, Tunç Bilget, Hürrıyet'ten İsmet Solak, NATOTürk Grubu Başkanı Fethi Akkoç, Tuncelı Mılletvekılı Sinan Yer- likaya var; kimi yalnız, kimi eşlı gelmiş. Başka masalarda, Meclis başkanvekillerıni, bu arada Hinthorozu Erdal Bey ı görüyorum. Onun masasırtda sıkmabaş bir bayan var; DYP'lilerden bırinin eşi. Masamızda, Münif Islamoğlu, ismet Paşayla briçi nasıl oynadıklarını, CHP'lilerin Paşa'dan nasıl kaçtıklarını anlatı- yor, zevkle, ancak biraz da içımiz burkularak dinliyoruz. İs- lamoğlu anlatıyor: "Gece saat 01.00'e yaklaşmış, hatta kulübün önündeki taksiler de gitmiş, yalnız ismet Paşa'nın arabası bekliyor- du. -Tabii üye olduğu için araba verilmişti Paşa'ya. - Evet, evet. Eski cumhurbaşkanlanna araba tahsis et- mişler, polisi de var. Ondan sonra, Paşa 'yı yolcu edeceğiz.. "Siz ne yapacaksınız' diye sordu. Nuri Beşer. 'Ben Mola Oteli'nde kalıyorum, karşıda, kulübün karşı- sında,ordayım.' dedi. 'Müsaadenızle'deyip,Paşa'nınelini sıktı, gıttı. Ahmet Salih Bey dedi ki: - Meşrutıyet'in başında benim evim, ben şuradan geçer giderim! Paşa, bana döndü: - Sen ne yapacaksın? - Ben de eve gıdeceğim... - Gel, seni götüreyım! - Aman Paşam, zahmet buyurmayın, ben bir araba bulu- rum. -Yok yok gel! - Efendim, müsaade buyurun! dedimse de, ısrarını emir kabul ederek bindim. Yolda gidiyoruz: - Senın evın nerde? diye sordu. • Sizden sonra, sizin evden sonra! dedim. Halbuki, ondan önce benim evim, ama Paşa'nın beni evıme bırakmasım istemiyorum. (Ben soruyorum) - Eviniz nerde sizin? - Benim Gaziosmanpaşa 'da; Paşa 'nın zahmet etmemesi için beni evime bırakmasım uygun görmedim, büyük zah- met, hatta saygısızlık olacağını düşünerek, 'Paşam, sizin evden sonra' dedim. - Peki, peki! dedi. Yine ısrar ediyor yolda, 'Eğer buralar- daysa ben seni bırakayım' diyor. En sonunda, kendisinin koruma polisi, 'Efendim, ben doktor beyin evini biliyorum, sizden sonra...' dedi. koruma polisini tanıyordum, daha önce Sayın Demirel 'in koruma polisiydi. O da beni takviye etti! Köşk'e geldik. Haaa, gelmeden o arada bana sordu: - Doktor, dedi, seçimleri nasıl görüyorsun? - Efendim, Adalet Partisı aşagı yukarı aynı şeyi alır... - Onu bırak! CHP ne yapar? -Oda, 100-120 alır! dedim. - Alamaz o kadar doktor, alamaz! dedi. (İsmet Paşa'nın 'Alamaz o kadar' dediği CHP, 1973 se- çimlerinde, 185 milletvekili çıkarmış, AP 149'da kalmıştı. MSP 48, Demokratik Parti 45, Cumhuriyetçi Güven Partisi 13, MHP 3, Türkiye Birük Partisi 1, Bağımsızlar6 milletvekili almışlardı. Münif Islamoğlu'na 'Demek ki Paşa CHP'nin al- masını istemiyor' dedim.) Münif islamoğlu, anlatmayı sür- dürdü: - Anlaşılan öyle. Benim de samimi kanaatim alacağt yö- nünde değildi, ama yanıldım tabii. - Paşa da Almasın!' istıyor. - Paşa da istemiyor! Ondan sonra 'Pembe Köşk'e geldik. Demir kapı açıldı, köşkün içinde durduk. Arabadan indi, ben de indim, tabii. Hanımefendi, torunu ile kapıyı açtı, ka- pının önünde duruyordu. Paşa: - Hanımefendi, hanımefendi! dedi, seni uykusuz bıraktım, briç çok tatlıydı, ayrılamadım! - Paşam, siz mesut olun da, ben sabaha kadar beklerim sizi! Paşa, sonra beni Hanımefendisine takdim etti, ısrarla kahve içmeye çağırdı. Başka zaman gelirim' dedim. Beni arabaya ısrarla bindırdi. Ceketini Hikledi, selamladı. Evime gittim..." Münif İslamoğlu, o geceyarısı evine dönerken neler dü- sünmüştü? Herhalde, en başta Bülent Ecevit ile kimi CHP'- lilerin ismet Paşa'ya olan vefasızlıklarını. ismet Paşa'yı devirmek için, "her türlü tertibi" yapmışlar, sonra bucak bucak ondan kaçmışlardı... Münif İslamoğlunun pek çok anısı vardı Paşa'yla. Paşa, Anadolu Kulübü'ne her gelişinde süt ısmarlar, kendi de süt içerdi. islamoğlu anlatıyor: "Bir gün ışmarladı, sütümüzü içtik. Briç oynuyoruz. Bak- tım, garson İsmet Paşa 'nın arkasında bekliyor: - Ne beklıyorsun? diye sordum. - Paşa emretti! dedi. Paşa, bazan para ödemeyi unutu- yormuş, bu nedenle 'Benim paramı peşin alın! demiş. Gar- son, Paşa 'nın parayı ödemesini bekliyormuş. Garsona: - Git! dedim, ben veririm parayı. Kendisi duymadığı için garsonla konuşabıliyorum. O gün İsmet Paşa unuttu, para vermeyi. Oyun bitti, İsmet Paşa'yı yolcu ettik. Ertesi günü oyun salonunun girişinde oturuyorum. İsmet Paşa, yine geldi, benim önümde bir re- verans yaptı saygıyla; ben şaşırmıştım: - Aman efendim, Paşam emredin! dedim. - Süt için teşekkür ederim! dedi. Sormuşgarsonlara, 'Neden parayı peşin almadınız?' di- ye, onlarsöylemişler, 'Münif Bey ödedü' diye. Briç oynadık- fan sonra da, parayı kuruşu kuruşuna verir, yeni paralarla öderdi borcunu. Defterine de yazardı: 'Beş lira kaybettim..', 'iki lirakazandım..' diye.." BULMACA 1 2 3 4 5 6 7 8 9SOLDAN SAĞA: 1/ Bir düşünce biçiminin yazılı ya da sözlü anlatı- mı... Bir nota. 2/ Sınır ni- şanı... Kitaplı peygam- ber. 3/ Espri... Verme. ödeme. 4/ Işık akısı biri- mi. 5/ Bir ülkede. kentte c ya da semtte oturanlann tümü... "Şiirler pençe-i 6 kahnmdan olurken ler- •, zan Beni bir gözleri 'ya zebûn etti felek" 8 (Yavuz Sultan Selim). 6/ g Yeterince aydınlık olma- yan... Taş ya da tuğladan yapılmış olan. 7/ Zamir... Kâğıt ya da bez yapıştırmakta kullanılan kaynatıl- mış nişasta bulamacı. 8/ Kaynar suda haşlanıp üzerine yağgezdiri- len mısır unu yemeği. 9/ Odeşme, razı olma... Bir cetvel türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ucuz mobilya ve lambri yapı- mında kullanılan. yüzü suni reçi- neyle kaplanmış, formika görü- nümlü sunta. 2/ Otlak... Sığır cobanı. 3/ Bir sorunu ele ahş ve ona bakış biçimi. 4/ Çok ince gözenekli dokuma... Söz, lakırdı. 5/ Kısır, hiç doğurmarruş hayvan... Adlan sıfat yapmakta kul- lanılan bir yapım eki. 6/ Kuzu sesi... Bağıt. 7/ Yahudi tapınağı. 8/ Ortadoğu'da bir göl... Padişahlann, gönül almak ya da ödül- lendirmek için birine giydirdikleri değerli kaftan. 9/ Başa örtü- len bir cins şal.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle