Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 28 NİSAN1994 PERŞEMBE
10 DIZIYAZI
12Mart'ınaagünleri
Ben Ankara'da savcılık
görevine alandığım günlerde,
12 Mart Muhtırası verildi.
Atamalar da bu nedenle dur-
duruldu. Nihat Erim başba-
kan olunca. bu durdurma ka-
ran kaldınldı ve göreve başla-
yabildim. Başka bir deyişle,
bu karanlık dönemi bir savcı
olarak yaşadım. Bu nedenle
de dönemin bir başka açıdan
tanığı oldum.
12 Mart, ülkemizi içine sü-
rüklediği zulüm ve karanlığm
yanı sıra, benim için birçok
dostumun gözaltına alındığı.
lutuklandığj bir dönem ola-
rak acı doludur.
Üç çocukluk arkadaşı
Bunlardan ikisinin acısı hiç
dinmedi.
Dönemi yaşayanlar Kor
Koçalak ve Sibel Ay adlannı
anımsa>acaklardır. Her ikisi
de Deniz Geznüş'i saklamakla
suçlanmışlardı o günlerde.
Kor. tutuklanmış ve işkence
görmiiş, Sibel ise her nasılsa
tutuklanmaktan kurtulmuş-
tu. Kor da Sibel de benim ma-
balle ve çocukluk arka-
daşımdı.
Savcılığımın daha ilk
günlerinde. hani daha henüz
evrak imzalatıp durduklan ve
başka bir iş vermediklen o
günlerde. başyardımcı. o gün
4. Asliye Ceza Mahkemesi'-
nin savcısının gelmemiş oldu-
ğunu, yargıcın duruşma salo-
nunda beklediğini söyleyerek
duruşmaya hemen benim
çıkmamı istedi. Yani boşluk
dolduracaktım. Yeni
yaptırmış olduğum cübbemi
de kapıp kolumun altına ala-
rak duruşma salonuna gittim,
heyecanla kürsüye çıkıp otur-
dum. İlk davanın sanığı çağn-
lacaktı. Ben ise ne davanın ne
olduğunu biliyordum. ne de
dosyalara bir göz atmak ola-
nağım olmuştu.
Mübaşir, koridora çıkıp sa-
nığın adını bağırdı: Sibel Ay!
Gerçekten de içeriye o okul-
dan birlikte kaçtığımız Sibel
girdi. Onunla birlikte bir sürü
gazeteci ve polis... Bir an için
Sibettn sanık, benim savcı
olarak bir mahkeme salonun-
da karşı karşıya gelmemiz.
bana gerçeküstü bir şey gibi
geldi. Gerçeklik duygumu yi-
tirirgibi olmuştum. Yoksa bu
bir kabus muydu?
Durum, Sibel için de
aynıydı.
O duruşmada tanık din-
lenecekmiş. Çağnldı: Kor
Koçalak! O birlikte top oy-
nadığımız. bisiklete bindiği-
miz, delikanlıhkta birlikte
meyhaneye gittiğimiz, ama
kimi zaman da kötürüm kar-
deşinin başında büyük bir öz-
veri ile beklemek zorunda
kaldığı için bizi ancak pen-
cereden seyredebilen Kor!
Kor'un kelepcelerini
çözdüler. İşkence yapıldığj,
aradan günler geçmiş olması-
na karşın o denli besbelliydi
ki... Yüzünde gözünde hala
çürükler vardı, dişleri dökül-
müştü, ayakta zorlukla dura-
biüyordu.
Sıkıntıdan, ama daha çok
çaresizlikten tüm vücudumu
bir ateş sardı. Terlemeye baş-
ladım. Elimdeki kalemi tuta-
maz oldum, ellerim öylesine
terlemişti ki. kalem kayıp gi-
diyordu. Sırtımdaki kırmızı
yakası defne yapraklan ile
süslü cübbem. tonlarca
ağırmış gibi beni ezmekteydi.
Kor. beni görünce ellerini
bana doğru uzatır gibi oldu.
Sibel, iri kara gözlerini
bana dikmiş. yardım etmemi
bekleyerek bakıyordu.
Kor'un elleri hala gecmişin
derinliklerinden bana uzanır,
Sibel'in o bakışı hala yüreğimi
dağlar.
Yargıçlar, savcılarve
kitaplar
12 Mart yönetimi. hangi
evde. nerede kitap görse top-
laüp durmuştur. Dönem. san-
ki kitap düşmanlığı dönemiy-
di. İş o boyutlara vanyordu
ki, bugün inanmak zor gelir o
günleri yaşamamış olanlara.
Söz gelimi, bir gencin evinde
topu topu üç kitap bulunmuş,
ama o bu kitaplar yüzünden
bir-iki gününü gözaltında ge-
.çirmişti. Kitaplardan biri. bir
aşk romanı; ötekisi. tarihsel
bir roman; üçüncüsü ise bir
polıs şefı tarafından yazılmış
ve polisin bazı çözülmesi güç
cinayetleri nasıl aydınlattığını
anlatan bir kitaptı. Genci ge-
tiren polise bu kitaplar yü-
zünden niçin onu gözaltına
alıp savcılığa kadar getirdik-
lerini sorduğumda aldığım
yarut şu olacaktı:
- Kitap kitaptır!
Bir keresinde iki üniversite
öğrencisinin birlikte kaldı-
klan evdeki tüm kitaplar iki
çuvala doldumlup bu çocuk-
d 1/JJJJJJJ
Çetin Yetkin
7?A. ^ Mart dönemi tüm ülkeyi
zulüm ve karanlığa sürükleyen bir
dönem oldu. Asılsız ihbarlarla
insanlar işkenceye uğradı, hapislerde
yattı. Kitap okumak, kitap
bulundurmak suç haline getirildi.
Evindeki 3 kitap için gözaltına
alınanlaroldu...
Savcı Çetin Yetkin, Ankara'da göre\ > aptığı günlerde Ankara Adli Tabibi Dr. Sait Altay'la bir olayın raporunu hazıriarken.
lann sırtına yüklenerek nöbetçi
savcılığa öyle getirilmişti. Çu-
valın en üstünde yer alan iki ki-
taptan biri Suut Kemal Yetkin'-
in. biri de benim yazmış oldu-
ğum bir kitaptı. Bunlan polisle-
re göstermeden gizlice alıp sak-
ladığımı utanarak anımsıyo-
rum.
Ankara Cinayet Masası Şefı
Başkomiser Sabri Güveli'nin
adliyede odama gelerek alçak
bir sesle söylediği şu sözler bir
döneme ışık tutacak nitelikte-
dir.
- Bir türlü bir avukata sora-
madım. laf olur diye çekiniyo-
rum. Siz yabancı değilsiniz
savcı bey. allahaşkına. evde ki-
tap bulundurmak suç mu ki,
bize ikide bir de ev bastınp ki-
tap toplattınyorlar. Ben de ki-
tap okumaya merak sardım, bir
meşgale olsun istedim. Yani
şimdi ben de mi suç işlemiş olu-
yorum?
Bu konuşmanm bir polis şefı
ile bir cumhuriyet savcısı ara-
sında geçtiğini unutmayın sa-
kın!
Şimdi anlatacağım olay ise
daha bir üzücü olmuştur benim
için.
Yağmurlu, vıcık vıcık çamur-
lu pis bir gündü. Adliye emanet
memuru çıkıp geldi ve dedi ki:
Mamak'ta bir askeri depoda
bulunan bu toplatılmış kitaplar
yakılarak imha edilecekmiş. is-
tersek bizler. yani yargıçlar ve
savcılar bunlardan diledikleri-
mizi alabilirmişiz. Birkaçyargjç
ir gencinevinde topu topu üç kitap
bulunmuş, ama o bu kitaplar yüzünden
bir-iki gününü gözaltında geçirmişti.
Kitaplardan biri. bir aşk romanı; ötekisi,
tarihsel bir roman; üçüncüsü isebir polis
şefı tarafından yazılmış ve polisin bazı
çözülmesi güç cinayetleri nasıl
aydînlattığmı anlatan bir kitaptı. Genci
getiren polise bu kitaplar yüzünden niçin
onu gözaltına akp savcılığa kadar
getirdiklerini sorduğumda aldığım yanıt
şu olacaktı: Kitap kitaptır!
ve savcı bir arabaya doluştuk
ve bu depoya gittik. Nöbetçiler.
emanet memurunu tanıyorlar-
dı. kimliklerimizi de kontol et-
tikten sonra bizim depoya git-
memize izin verildi. Depo, ucak
hanganna benziyordu. İçinde
kitaplar bir dağ gibi yığılmıştı.
Bu dağın tepe noktasının yer-
den yüksekliği 5-6 metreyi bul-
maktaydı.
Emanet memuru:
- Buyurun, seçin!
dedi'
Yığının yere yakın yerleri ıs-
lanmış ve çamurlanmış olduğu
için her birimiz bir yanından ki-
taplara basa basa bu tepeye tır-
mandık. Başladık kitaplan
kanştırmaya. Her kitaptan
yüzlerce vardı, o nedenle de en
temizini secmeye çalışıyorduk.
İstediğimiz bazı kitaplar ise da-
ha altlardaydı. Bu yüzden de
üstteki kitaplan kaldınp bir ya-
na atıyorduk. Kısa sürede her
yargjç ve savcının çevresinde
küçük küçük kraterler oluşma-
ya başlamıştı. Sonunda. kucak-
layabildiğimiz kadar kitapla
yığının üzerinden indik.
Bu kitaplar kendilerini be-
ğendirebildikleri için biz hukuk
adamlannın kucaklanna sığı-
narak yakılarak yok edilmek-
ten kurtulmuşlardı. Beğenme-
diklerimizi ise çamurlu ayakla-
rımızla ezmiş. çiğnemişlik.
Gerçi yalnızca birkaç kucak
dolusu da olsa o kadar kitabı
ölümden kurtarmıştık. ama bu-
na bir türlü sevinemedim.
Mustafa Ekmekçi'nin 13 Ni-
san 1979 günlü Cumhuriyet'tc
"Ankara NotlarT köşesinde şu
satırlar yer alır:
"12 Mart dönemi işkenceleri-
nin sürüp gittiği sıralar olmalıy-
dı. Diyelim, yıl 1972'dir. Sıkıyö-
netim de var. Ankara'da on beş
otel, otellerde fuhuş yapıldığı ge-
rekçesiyle komutanlıkça kapa-
tıldı. Gelgelelim. aradan on gün
geçmeden de açıldı oteller yeni-
den. Ne olmuştu on gün içinde?
Dunımdan meraklanan bir
savcı. işin ardını kurcaladı. Em-
niyetteki dosyada. sıkıyönetim
müşaviriiği başlıklı bir yazı var-
dı. Şöyleydi:
"... Her ne kadar Ankara'da
adı geçen oteller Sıkıyönetim
Komuıanlığı karanyla fuhuş
yapmalan nedeniyle kapatıl-
mışlarsa da Cumhurbaşkan-
hğı'ndan aldığımız yazıda ken-
dilerinin cumhurbaşkanını zi-
yaret ettiklerini. bu işlere bir
daha devam etmeyeceklerini.
pişman olduklannı bildirdikle-
rinden. cumhurbaşkanımız
kendilerini bağışlamış bulun-
makla bu otellcrin yeniden açıl-
masında bir sakınca görülme-
miştir...•...•"
Sakın, "Olur mu böyle şey?"
12 Mart'ın sayın muhbirvatandaşları
SoysaTın 'kirmzı'seriiveni12 Mart denilince, hiç unutulmaması
gereken şeylerden biri de bu dönemde
muhbirliğin ülkemizi yönetenlerce nasıl
kurumsallaştınldığı olmalıdır. Sıkıyöne-
tim bildirileri ile insanlar birbirlerini ih-
bar etmeye çağnlıyor ve muhbirlerin
ödüllendirileceği açıklanıyordu. İş öylesi-
ne çıgnndan çıkmıştı ki, bu bildirilerde
muhbirlerden "Sayın Muhbir Vatandaş"
diye söz edilmekteydi.
Bu dönemin ünlü sanıklanndan Prof.
Dr. Miimtaz Soysal da aynca bir de bir
ihbann kurbanı olmuştu. Soysal'ı ihbar
edenler de eşleri ile birlikte bulunduklan
bir yemekte konuk olan iki profesördü.
Birlikte yiyip içmişler. söyleşmişler, ne
var ki. bir süre geçip 12 Mart'ın gerçek
yüzü ortaya çıkınca, koşup o gece Soy-
sal'ın komünizm propagandası yaptığını
öne sürerek ihbarda bulunmuşlardı. Ne
hazindir ki, bu muhbirlerin kendi eşleri
Soysal'ı o gece söylediği öne sürülen söz-
leri hiç söylememiş olduğunu soruşturma
sırasında alınan anlatımlannda belirte-
ceklerdi.
Burada önce hiçbir yorum yapmaksı-
zın olayla ilgili belgeleri görelim:
22 Haziran 1971
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne,
Üniversitelerle ilgili yasalar gözden ge-
çirildiğj bu günlerde, üniversitelerde an-
cak tek yönde düşünceye müsaade edil-
mesi gibi durumlann önlenmesi için mü-
eyyidelere ihtiyaç olduğunu bilginize arz
ederiz.
12 Mart döneminin ünlü simalarından
Mümtaz Soysal da ünlü 'sayın muhbir
vatandaşlar'ın kurbanı olanlardandı, an-
cak sonıicta aklanmtştı.
Bu sözle neyi kast ettiğimizi aşağıdaki
canlı misalle agklamamızda fayda var-
dır.
25 Mart 1971 günü Büyük Ankara
Oteli'nde Yunanistan Sefareti'nin verdiği
resepsiyonda o zamanın Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dekanı olan Prof. Mümtaz
Soysal'ın öğünerek şu sözleri söylediğine
şahit olduk: "Fakültede tek renk vardır, o
da kırmıztdır. Bunun değişik tonları olabi-
lir. Fakat başka bir renge müsahama edile-
mez."
Yeni mevzuatta üniversilelerin üst de-
net organlan ümit ederiz ki. bu düşünce-
de olan yöneticilere gcrckli dersi verecck
yetkiye İcavuşsunlar.
Saygılanmızla
Prof. Dr. (......). Dekan
Hacettepe Üniversitesi Profcsörü
Prof. Dr. (......)
Hacettepe Üniversitesi Profesörü
Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. İhsan Doğramacı, bu ihbarı. 27.7.
1971 günlü ve 010 28612 sayılı bir yazı ile
Soysal'ın bağlı olduğu Ankara Üniversi-
tesi'ne göndermiş \e bu üniversite rcktör-
lüğü de Prof. Dr. Faruk Erem'i olayı so-
ruşturmakla görevlendirmiştir. Prof Dr.
Erem. yaptığı soruşturma sonucunda ih-
bann asılsız oldğunu bildirmiş. ancak bu
kere de Ankara Üniversitesi Rektörlüğü
"gereği" yapılmak üzere dosyayı Ankara
Cumhuriyet Savcılıgı'na gönderecektir.
Dosya. savcıhğın 1974 2017 hazırlık
sayısına kaydedildi. Sonuç, 18 Ocak 1974
günlü 'Takipsizlik Karan' oldu. Ancak
bu kez. bu karann son bölümü şöyleydi:
"Bu nedenlerle sanık hakkında herhangi
bir soruşturmaya yer olmadığına, ancak
muhbirlerin de asılsız ihbarda bulunduk-
lan da bu şekilde anlaşılmış olduğundan,
muhbirler hakkında Türk Ceza Kanunu'-
nun 285/1 maddesi gereğince kamu davası
açılmasına..."
Bu dava 31 Ocak 1974'te açıldı.
demeyin. Aynen oldu. Ekmek-
çi, olayı nereden öğrenmiş bile-
mem. Fakat, yazdıklan gerçe-
ğin ta kendisi! Ama eksik.
Eksiklikleri de ben anlatayım
size. çünkü "işin ardını kurcala-
yan", daha doğrusu kurcalaya-
mayan savcı bendim.
Koçaş'tan gelen ivedi yazı
Evrak. Ankara Cumhuriyet
Savcılıgı'na. Başbakanlık'tan
ve 12 Mart'ın ünlü kişisi Başba-
kan Yardımcısı Sadi Koçaş'm
imzası ile gelmişti. Sadi Kocaş.
başında "ivedi" ve "önemli"
kaydı bulunan yazısında, An-
kara'da bazı otellerde fuhuş
yapıldığının, bu işe bazı emni-
yet görevlilerinin ortak olduğu-
nun öğrenildiğini belirtiyor ve
hükümetin bu konuda çok du-
yarlı olduğunu kaydettikten
sonra da konunun önemle so-
ruşturulmasmı ve sonuçtan bil-
gi verilmesini istiyordu.
Soruşturma bana verildi.
Olayı deştikçe Koçaş'a ulaşan
bilgilerin doğru olduğu ve özel-
likle de bazı emniyet görevlileri-
nin işin içinde bulunduklan or-
taya çıkıyordu.
Ankara Emniyet Müdürlüğü
2. Şube Müdürü Kamil Özdilek
ile bu soruşturmayı yürütürken
tanıştım. Bir gün adliyeye çıka-
geldi, kendisini tanıttı ve dedi
ki:
Mesleğin onuru için
- Benim için polislik kutsal-
dır. her şeyin üstündedir. Ben
bu mesleğe mukayyit (= evrak
kayıt memuru) olarak başla-
dım. İçimizdeki namussuzlar
sizden çok benim düşmanım.
Mesleğin onuru için izin ve-
rin, ben de size yardım ede-
yim...
Söyledikleri sözcüğü sözcü-
ğüne böyle değildi kuşkusuz,
ama bu anlama geliyordu ve
hemen söyleyeyim: Kamil Öz-
dilek benim tanıdığım en dü-
rüst. en onurlu ve en çahşkan
polistir. Mesleğini Samsun Em-
niyet Müdürlüğü'nden emekli
olarak noktalayan Özdilek'i. size
bir parça olsun tanıtabilmek
için burada bir ayraç açarak
onun bir uygulamasını anlat-
mama izin verin. Kamil Bey,
aşın içki içip de olaylara neden
olan kimi polisler alkol muaye-
nesi için adli tabibe gönderil-
diklerinde o polisi muayene için
getiren polislerin muayeneye iç-
ki içmemiş bir arkadaşîannı
soktuklannı bildiğinden ola-
nak buldukça kendisi o içkili
polisi muayeneye getirirdi. Söz
sözü açıyor. ama yine değinme-
den edemeyeceğim: Yine böyle
bir olayda muayene odasına gi-
ren ve ayakta duramayacak öl-
çüde sarhoş olan bir polise, o
gün nöbetçi olan adli tabip, po-
lisi kayırmak için, "Alkol alrna-
nnstır" raporu verince Kamil
Bey'in ne hale gelmiş olduğunu
vann siz düşünün!
Neyse. Kamil Bey'in sağladı-
ğı olanaklarla soruşturma biti-
rildi. Otel sahiplerinden bazılan
tutuklandı. Gerçekıen de başta
bir emniyet amiri olmak üzere
bazı polislerin de işin içinde ol-
duklan anlaşıldı. Bu otel sahip
ve sorumlulanna dava açıldı.
Polislere gelince; evrakın üç ör-
neği çıkanlıp İçişleri Bakan-
lığı'na, Ankara ValiliğTne ve
Ankara Emniyet Müdürlüğü'-
ne gereği yapılmak üzere gön-
derildi. Durum Sadi Koçaş'a
da bir yazı ile bildirildi.
Otelcilerden gelen tehdit
Sonuç: Otelciler. birkaç gün
içinde scrbesl bırakıldı. Bu
olay. 1972 yılında olmuştu. Ben
1975 yılının temmuz ayında İs-
tanbul'a atandım. o emniyet
amiri o tarihte hala görevinin
başındaydı.
Bu arada bu otelcilerin
adamlan beni tehdit ettiler.
korkumdan eve gidiş geliş yolu-
mu her gün dcğıştirir oldum. bir
dc silah cdinip taşımaya başla-
dım.
Hcmcn arkasından oteller
yeniden açılıp eskisi gibi çalış-
maya başlayınca ve Kamil Bey
de aynı zamanda Fuhuşla Mü-
cadele Komisyonu Başkanı ol-
duğu için aklım sıra bundan
sonra onu sornmlu görerek bir
arabaya atladığım gibi emniye-
te gidip hırsla odasına girdim.
Ters ters konuşmaya başlamış-
tım ki. Kamil Bey. odada bulu-
nanlan dışanya çıkardı. beni
oturttu. birçay söyledi, sumeni-
nin içinden Mustafa Ekmekçi'-
nin köşesine aldığı o yazıyı çı-
kanp verdi!..
Hep merak etmişimdir: Aca-
ba ben de cumhurbaşkanından
kendisini ziyaret edip soruştur-
manın ortaya çıkardığı gerçek-
leri anlatmak ve bu adamlann
işi kapatmam için beni tehdit
ettiklerini belirterek bana yar-
dım etmesini dilemek için ran-
devu isteseydim, kabul eder
miydi1
'
Yarın:Her $eyi
yapan Insan
ANKARA NOTLABI
MUSTAFA EKMEKÇİ
ismet Paşa Küsmü Gitti? (2)
Briç Çok Taüıydı...
Briç çok tatlıydı.... Anadolu Kulübü'nün başkanı, AGİK
Yarkurul Başkanı Dr. Münif Islamoğlu anlatıyordu, Meclis
Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un verdiği yemekte. Bizim
masada, Tunç Bilget, Hürrıyet'ten İsmet Solak, NATOTürk
Grubu Başkanı Fethi Akkoç, Tuncelı Mılletvekılı Sinan Yer-
likaya var; kimi yalnız, kimi eşlı gelmiş. Başka masalarda,
Meclis başkanvekillerıni, bu arada Hinthorozu Erdal Bey ı
görüyorum. Onun masasırtda sıkmabaş bir bayan var;
DYP'lilerden bırinin eşi.
Masamızda, Münif Islamoğlu, ismet Paşayla briçi nasıl
oynadıklarını, CHP'lilerin Paşa'dan nasıl kaçtıklarını anlatı-
yor, zevkle, ancak biraz da içımiz burkularak dinliyoruz. İs-
lamoğlu anlatıyor:
"Gece saat 01.00'e yaklaşmış, hatta kulübün önündeki
taksiler de gitmiş, yalnız ismet Paşa'nın arabası bekliyor-
du.
-Tabii üye olduğu için araba verilmişti Paşa'ya.
- Evet, evet. Eski cumhurbaşkanlanna araba tahsis et-
mişler, polisi de var. Ondan sonra, Paşa 'yı yolcu edeceğiz..
"Siz ne yapacaksınız' diye sordu.
Nuri Beşer.
'Ben Mola Oteli'nde kalıyorum, karşıda, kulübün karşı-
sında,ordayım.' dedi. 'Müsaadenızle'deyip,Paşa'nınelini
sıktı, gıttı. Ahmet Salih Bey dedi ki:
- Meşrutıyet'in başında benim evim, ben şuradan geçer
giderim! Paşa, bana döndü:
- Sen ne yapacaksın?
- Ben de eve gıdeceğim...
- Gel, seni götüreyım!
- Aman Paşam, zahmet buyurmayın, ben bir araba bulu-
rum.
-Yok yok gel!
- Efendim, müsaade buyurun! dedimse de, ısrarını emir
kabul ederek bindim. Yolda gidiyoruz:
- Senın evın nerde? diye sordu.
• Sizden sonra, sizin evden sonra! dedim. Halbuki, ondan
önce benim evim, ama Paşa'nın beni evıme bırakmasım
istemiyorum. (Ben soruyorum)
- Eviniz nerde sizin?
- Benim Gaziosmanpaşa 'da; Paşa 'nın zahmet etmemesi
için beni evime bırakmasım uygun görmedim, büyük zah-
met, hatta saygısızlık olacağını düşünerek, 'Paşam, sizin
evden sonra' dedim.
- Peki, peki! dedi. Yine ısrar ediyor yolda, 'Eğer buralar-
daysa ben seni bırakayım' diyor. En sonunda, kendisinin
koruma polisi, 'Efendim, ben doktor beyin evini biliyorum,
sizden sonra...' dedi. koruma polisini tanıyordum, daha
önce Sayın Demirel 'in koruma polisiydi. O da beni takviye
etti! Köşk'e geldik. Haaa, gelmeden o arada bana sordu:
- Doktor, dedi, seçimleri nasıl görüyorsun?
- Efendim, Adalet Partisı aşagı yukarı aynı şeyi alır...
- Onu bırak! CHP ne yapar?
-Oda, 100-120 alır! dedim.
- Alamaz o kadar doktor, alamaz! dedi.
(İsmet Paşa'nın 'Alamaz o kadar' dediği CHP, 1973 se-
çimlerinde, 185 milletvekili çıkarmış, AP 149'da kalmıştı.
MSP 48, Demokratik Parti 45, Cumhuriyetçi Güven Partisi
13, MHP 3, Türkiye Birük Partisi 1, Bağımsızlar6 milletvekili
almışlardı. Münif Islamoğlu'na 'Demek ki Paşa CHP'nin al-
masını istemiyor' dedim.) Münif islamoğlu, anlatmayı sür-
dürdü:
- Anlaşılan öyle. Benim de samimi kanaatim alacağt yö-
nünde değildi, ama yanıldım tabii.
- Paşa da Almasın!' istıyor.
- Paşa da istemiyor! Ondan sonra 'Pembe Köşk'e geldik.
Demir kapı açıldı, köşkün içinde durduk. Arabadan indi,
ben de indim, tabii. Hanımefendi, torunu ile kapıyı açtı, ka-
pının önünde duruyordu. Paşa:
- Hanımefendi, hanımefendi! dedi, seni uykusuz bıraktım,
briç çok tatlıydı, ayrılamadım!
- Paşam, siz mesut olun da, ben sabaha kadar beklerim
sizi!
Paşa, sonra beni Hanımefendisine takdim etti, ısrarla
kahve içmeye çağırdı. Başka zaman gelirim' dedim. Beni
arabaya ısrarla bindırdi. Ceketini Hikledi, selamladı. Evime
gittim..."
Münif İslamoğlu, o geceyarısı evine dönerken neler dü-
sünmüştü? Herhalde, en başta Bülent Ecevit ile kimi CHP'-
lilerin ismet Paşa'ya olan vefasızlıklarını. ismet Paşa'yı
devirmek için, "her türlü tertibi" yapmışlar, sonra bucak
bucak ondan kaçmışlardı...
Münif İslamoğlunun pek çok anısı vardı Paşa'yla. Paşa,
Anadolu Kulübü'ne her gelişinde süt ısmarlar, kendi de süt
içerdi. islamoğlu anlatıyor:
"Bir gün ışmarladı, sütümüzü içtik. Briç oynuyoruz. Bak-
tım, garson İsmet Paşa 'nın arkasında bekliyor:
- Ne beklıyorsun? diye sordum.
- Paşa emretti! dedi. Paşa, bazan para ödemeyi unutu-
yormuş, bu nedenle 'Benim paramı peşin alın! demiş. Gar-
son, Paşa 'nın parayı ödemesini bekliyormuş. Garsona:
- Git! dedim, ben veririm parayı. Kendisi duymadığı için
garsonla konuşabıliyorum.
O gün İsmet Paşa unuttu, para vermeyi. Oyun bitti, İsmet
Paşa'yı yolcu ettik. Ertesi günü oyun salonunun girişinde
oturuyorum. İsmet Paşa, yine geldi, benim önümde bir re-
verans yaptı saygıyla; ben şaşırmıştım:
- Aman efendim, Paşam emredin! dedim.
- Süt için teşekkür ederim! dedi.
Sormuşgarsonlara, 'Neden parayı peşin almadınız?' di-
ye, onlarsöylemişler, 'Münif Bey ödedü' diye. Briç oynadık-
fan sonra da, parayı kuruşu kuruşuna verir, yeni paralarla
öderdi borcunu. Defterine de yazardı: 'Beş lira kaybettim..',
'iki lirakazandım..' diye.."
BULMACA
1 2 3 4 5 6 7 8 9SOLDAN SAĞA:
1/ Bir düşünce biçiminin
yazılı ya da sözlü anlatı-
mı... Bir nota. 2/ Sınır ni-
şanı... Kitaplı peygam-
ber. 3/ Espri... Verme.
ödeme. 4/ Işık akısı biri-
mi. 5/ Bir ülkede. kentte c
ya da semtte oturanlann
tümü... "Şiirler pençe-i 6
kahnmdan olurken ler- •,
zan Beni bir gözleri
'ya zebûn etti felek" 8
(Yavuz Sultan Selim). 6/ g
Yeterince aydınlık olma-
yan... Taş ya da tuğladan yapılmış
olan. 7/ Zamir... Kâğıt ya da bez
yapıştırmakta kullanılan kaynatıl-
mış nişasta bulamacı. 8/ Kaynar
suda haşlanıp üzerine yağgezdiri-
len mısır unu yemeği. 9/ Odeşme,
razı olma... Bir cetvel türü.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Ucuz mobilya ve lambri yapı-
mında kullanılan. yüzü suni reçi-
neyle kaplanmış, formika görü-
nümlü sunta. 2/ Otlak... Sığır cobanı. 3/ Bir sorunu ele ahş ve
ona bakış biçimi. 4/ Çok ince gözenekli dokuma... Söz, lakırdı.
5/ Kısır, hiç doğurmarruş hayvan... Adlan sıfat yapmakta kul-
lanılan bir yapım eki. 6/ Kuzu sesi... Bağıt. 7/ Yahudi tapınağı.
8/ Ortadoğu'da bir göl... Padişahlann, gönül almak ya da ödül-
lendirmek için birine giydirdikleri değerli kaftan. 9/ Başa örtü-
len bir cins şal.