27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 MART1994 CUMARTESİ 12 DIZIYAZI Yine bu düşünceye dayanarak: Kuran'ın yaratılmadığı, ezelden beri 'Levh-i Mahfiız'da yazılı olduğu, bu- radan 'vahy' edildiğini belirten, 'Ka- dim' nitemini de yadsıyıp: "Hem Tann'nın tekliğine inanılacak hem de O'nun yaratmadığı bir şey kendinle birlikte ezeli olacak, O'na kıdem bakı- mından eşit sayılacak" diyerek çelişki- yi ortaya koyuyorlardı. Öte yandan Mutezile, Tann'nın duyularla algılamanın ötesinde oldu- ğunu, bu yüzden beş duyu ile algıla- namayacağını, dolayısıyla gözlerin O'nu göremeyeceğini de ileri sürer. Bu göriiş, 'Ruyetullah'a. yani Tann'- nın gözle görülebileceği dogmasına karşı çıkıştır. Mutezile taraftarlan Tann'nm hem cisim olmadığını kabul edip, hem de O'nun gözle görüleceğini ileri sürenlerin düştükleri çeüşİdyi akılcı yolla belirtip, fslam inancına gö- re cennete gidecek kullar için en biiyük armağan olan 'Ruyetullah'ın söz ko- nusu olamayacağına inanırlar. fnsanın eylemlerinden kendisinin sorumlu olduğunu kabul eden Mute-. zile. ancak bu ilkenin benimsenmesiy- le Tannsal tüzenın adaletli olabilece- ğini vurgular. Taraftarlar bu konuda karşıtlanna, "İnsan eylemlerinin so- rumlusu değilse, eylemkrini Tanrı yaptınyorsa, neden kendi yaptırdığını yine kendi cezalandırıyor" diye sorar- lar. Ardından insanın eylemlerini kendi yarattığını ileri sürerek yine İs- lamın temel dogmalanndan olan 'Ka- za ve Kaderi', yani 'alınyazısı'nı yad- sırlar. Çevirilerin etkileri Bütün bunlann sapkınhkla karşıla- nıp, taraftarlann da sapkın olarak suçlandığından söz edilmişti. Ama bu suçlama, Mutezile taraftarlannı top- lu halde öldürmeye, diri diri yakma- ya, linç etmeye dek hiçbir zaman varmamıştır. Aynca. Mutezile kısa bir dönem için de olsa. Abbasi halife- lerince resmi İslam öğreüsi olarak da kabul görmüştür. Bu durum bir bakı- ma doğal karşılanabilir. çünkü dü- şünsel hoşgörü o kadar ileriydi ki Bağdat Sarayı'nda, halifelerin kitap- lığında çeşitli özekinlere (kültürlere) ait birçok çevirinin yanında, İslamın 'Tevhid' (birlik) ilkesine aykın bir din olan 'Manilik'in de kitaplan yer alı- yor, okunuyor, tartışılıyordu. Bu öze- kinsel açılış, Halife Mehdi (775-785) döneminde iyice yaygjnlaşmış, yalnız sarayda değil, Bağdat'ta, Samarra'da (bir ara başkent olmuştur) saygın Müslüman kişilerin evlerindeki ki- taphklarda da bu gibi yapıtlara yer verilmeye başlanmışü. tşte bu çeviri dünyasına ilk adımı atanın îbn El-Mukaffa (Öl. 758) ol- duğu kesindir. İlkin, Hint felsefesine ait 'Kelile ve Dimne'yi çevirir, daha sonra Aristo'nun kimi özetlenmiş ki- taplannı Pehleviceden, Arapçaya çe- virir. Bu çeviri akımı büyük bir hızla yayılarak daha önce sözünü ettiğimiz Suriye'deki Nesturi din adamlannın eski Yunan düşünürlerinden yerel din olan Süryancaya çevirdiklen kitap- lar. yorumlar (şerhler) Arapçaya ka- zandınlır. Maddeci görûşler Aristo'nun o dönem bilinen yapıt- lan, Aristo'dan sonra yazılmış onun- la ilgili kitaplar, yapıtlannın özetleri. Eflatun'un (Platon)Jcimi kitaplan ar- tık Arapçaya çevrilmiştir. İslam dün- yasının düşün ortamında yeni, bam- başka bir devinim başlar. Ömeğin, fslam inancının tam aksine "Evrenin, zamanm yaratılmadığı, ezeli (başlan- gıçsız) olduğu" ortaya konuyor, öte yanda ancak duyulanmızla algıladı- ğımız şeylerin var olduğu ileri sürüle- rek 'madde'den başka bir gerçeğin olamayacağı belirtiliyor. Bu göriiş, Tann'nın cisim olmadığı dogmasına dayanarak O'nu yadsımaya dek uza- nıyordu. Materyalistkr (Maddeciler) adı ve- rilen bu akımın izleyicileri arasında, İbn El-Mukaffa'nın da bulunduğu belirtilir. Tüm maddecilerin yaptığı gibi o da 'vahy'i yadsımış, daha da ile- ri giderek Kuran'ın biçeminin (üslu- bunun) taklit edilemez, aşılamaz olduğu görüşünü akla yatar bulma- yıp, bunu sarsmak için Kuran'a 'nazi- re' yazma girişiminde bulunduğu söylenir. Bütün bu eylemlerinden do- layı yönetimce hakkında herhangi bir kovuşturma açılmadığı gibi dönemin halifesi tarafından kimi görevlere ge- tirilir. Doğacı akun Ne var ki Mukaffa, yöneticileri ye- ren, taşlayan yazılar yazmaktan, kV nuşmalar yapmaktan da kendisini MERIÇ VEUDEDEOGLU 8. yüzyıldan itibaren dünyadaki çeşitli kültürlere ait eserlerin Arapça'ya çevrilmesiyle, İslam düşünsel yaşamında bir hareketlilik başladı. dan aynldığını, buna haikın tanık olmasını istediğini söyler. Eşari'nin karşı çıktığı üç temel gö- rüş, daha önce de belirttiğimiz gibi "Kuran'ın ezeli olmayıp, sonradan ya- ratılması" >ani 'Kıdem Sorunu', 'Tanrı'nın ötedünyada gözle görüleme- yeceğT ile ilgili 'Ruyetullah Sorunu' üçüncüsü de Unsanlann eylemlerinden kendilerinin sorumlu olduğu'nun tartı- şıldığı 'Kaza ve Kader Sorunu'ydu. Eşari'nin bunlara getireceği açıkla- malar, kendi adıyla anılacak olan Eşarilik akımının temelini atacak, da- ha sonra Ebu Hamid Gazali (1058- Islam'daçokseslidönemalamaz. Özellikle Basra Valisi Süf- yan'ın annesiyle ilgili sert bir taşlama- sı, valinin kendisine diş bilemesine neden olur. Halifeye sunulmak üzere yazdığı bir mektupta bu kez onun da canını sıkar. hemen yakalanması iste- nir, bunu fırsat bilen Süfyan yalnız yakalamakla kalmaz, anmda öldü- riir. Bu olay başka materyalistlerin, do- ğacı görüşe sahip 'Tabiiyyun' akımı- nın ya da zamanı yadsıdıklan için 'DehrTler, denen düşünürlerin ortaya çıkmalannı önlemedi elbet. Çünkü çeviri atılımı devletçe ele alınıp. bu işi bilimsel bir yöntemle yapacak, 'Beytü'l Hikıne' adı verilen bir çeviri akademisi Bağdat'ta açılır. Böylece düşünsel çoksesliliği arttıracak, boyu- tunu genişletecek yeni çevrenler (ufuklar) doğar. tşte, ünlü Cabir tbn Hayyan'ın bu dönemlerde yaşadığı ileri sürülür. İs- lam bilim ve düşün tarihinde bir bakı- ma söylence ile kanşık bir ad bırak- mış olan Cabir, hem bir fîlozof hem de kimyanın babası olarak tanınır. Aynca madenlerden altm yapma sa- natıyla yani Simya' ile de ilgilenmiş- tir. Evren (âlem) ve zaman ona göre ilksiz ve sonsuzdur, yani yaratılma- mıştır. Doğanın evrimine, hayvandan insana yükselişe inanır. Evreni oluş- turan öğelerin tek tek incelenip belli yöntemlerle bunlan yeniden elde et- menin mümkün olduğunu ileri süre- rek bu yeni elemanlarla evreni baştan kurmanın olasılığmdan söz eder, bir adım daha atarak, insanı da yeniden yapma, bir bakıma yaratma. olanağj- nı da dile getirir. Cabir'den Descartes'a Bu savlann o çağda yaptığı yankı yalnızca şaşkınlık, zihinlerin kanşma- sı türünden olduğu söylenebilir, çün- kü Cabir'e herhangi bir engelleme ya da saldın söz konusu olduğunu tarih- leryazmıyor. Öte yandan Cabir İbn Hayyan'ın biümde devrim yaratacak önerisi ise doğa olaylannın niceliksel yani sayı- sal olarak ölçülmesiydi. Bir başka anlatımla doğa olaylanru sayıya in- dirgeyerek açıklamaktı. Bizlerin son derece doğal bulduğu bu göriiş o dö- nem için gerçekten bir devrimdi, çün- kü benimsenen Aristo'nun doğasıydı. Buna göre de doğada tüm olup biten- ler sayısal değil, nitelik (vasıf) değiş- mesiydi, ölçülemezdi. Cabir'in bu görüşü yüzyülar sonra Descartes (1596-1650) tarafından yeniden orta- ya konarak. modern bilim çağının kapısı açılacaktır. İbn Ravendi İslamdaki özgür düşünce dönemi- nin ilginç kişilerinden biri de İbn Ra- vendi'dir (01. 910). Özdekçi (madde- ci) göriiş taraftarlanndan olan Ravendi düşünceye sınır tanımıyor- du. Dinin dogmalannı bir bir ele alı- yor, onlan akıl ölçüsüne vuruyor, eleştiriyordu. Yazdığı risalelerde "Onca peygamber gaipten (görün- mezden) haber verdiğini iddia eder, oysa, bunu ispat etmek imkansızdır" diyerek peygamberlik kurumunun anlamsız olduğunu ileri sürüyordu. Ravendi, bu çok köktenci dinsel eleştirilerinden dolayı zaman zaman siyasi takiplere uğramışsa da Bağ- dat'ta yaşamını sürdürmüş, görüşleri- ni açıklama fırsatını hep bulmuştur. Doğaa görüşte olan düşünürlerin kuşkusuz en ünlüsü Razi'dir (841-926). Bilimsel yönü ağır basan Razi bilimde deneye öncelik verir. ışı- ğın kınlmasını ilk gösterendir. Bir düşünür olarak din kunımunu ince- lerken özgün yaklaşımlarda bulunur. Üç vahy dinini de birlikte eleştirir. peygamberlere gerek olmadığını ileri sürer; "Hem Allah'a ait şeylerin bilin- mesi hem de dünya işlerinin düzenlen- mesi için akıl yeterlidir, başka bir kıla- Yukandaki min> arürde üstte oğlu İsmail ile birlikte ve altta Nemrut tarafın- dan ateşe atılmış şekilde betimlenen İbrahim Peygamber, İslamiyet öncesi düşüncelere ve İslam inanışına göre Kabe'nin kurucusudur. Geçerli dinsel geleneğin tam karşısında olan birçok düşünürün, 8. yüzyıldan başlayarak, görüşlerini çekinmeden, önlenmeden ortaya koyabilmeleri, dönemin Abbasi Halifeleri'nin hoşgörüsüne bağlanır. Aynca bu fılozoflann düşüncelerinden uzun soluklu bir akım, bir öğreti oluşmadığı, dolayısıyla halka inmediğinden yönetimce pek sakıncalı görülmediği de belirtilir. 111) bunlan geliştirerek 'Sünni Öğ- reti'nin günümüze dek ulaşan, tartı- şılmaz kesin biçimini oluşturacaktır. Şimdi Eşari'nin, Mutezile'den ay- nlmasına neden olan ilkelere getirdiği çözümlere kısaca bakalım. Mutezile'- nin "Kuran'ın Tann ile birlikte ezeli olmadığı. sonradan yaratümış olduğu" savına karşı Eşari şöyle bir yol tutar: Kuran. Allah indinde kadimdir, fa- kat kelime yani söz olarak zaman içinde yaratılmıştır. Ama bu yaratılış, Peygamber'e vahy edildiği anda de- ğildir. Çok eskiden. Allah'a yakın en üstün meleklere 'melaiketu'l-mukar- rebun'a açıklanmış (beyan edilmiş), daha sonra da Cebrail tarafından Hz. Muhanuned'e bildirilmiştir (tebliğ edilmişlır). Sünni öğretinin günümüzde de var- lığını sürdüren bu görüşüne göre Kuran. Tann'dan insanlara, beşinci aşamada ulaşır: Birincisi Tann katı- dır. ikinci olarak üstün melekler (me- laiketu'l mukarrebun) katı, üçüncüsü Cebraıl. dördüncüsü Peygamber'e bildiriliş, son aşama da halka duyuru- luştur. Bu aşamalı vahy süreci, Eşari düşünürlerini, taraftarlannı sıkıntıya sokan sorularla karşı karşıya getir- miştir. Bunlann en bilinenı Arapça dili sorunudur. İnanışa göre sözcük sözcük. ayet ayet Peygamber'e bildi- rilen Kuran, yine O'nun tarafından yazıcılara yazdınlmıştır. İşte bu yazılı Kuran dili o yüzyılın, yani yedinci yüzyılın Arapçasıdır. Böyle olduğu- nun kanıtı da bu dile o dönemin kom- şu dıllerinden, Farsçadan. Süryanca- dan Yunancadan geçen sözcüklerin Kuran metinlerinde yer almasıdır. Gerek akılcı görüş taraftarlannca ge- rek Hıristiyan araştıncılarca belirtilen bu durum şu soruya neden olmaktay- dı: "Kadim (ezeli) olan Kuran'da bu sözcûkler nasıl oluyor da yer alabili- r' vuza, yol göstericiye ihtiyaç yoktur" der. Aynca dinlerin insanlığa yararlı olması için birleşmeleri önerisini İs- lamda ilk ortaya koyan olduğu ileri sürülür. Geçerli dinsel geleneğin tam karşı- sında olan bu düşünürlerin. görüşleri- ni sekizinci yüzyıldan başlayarak, çekinmeden, önlenmeden ortaya ko- yabilmeleri dönemin Abbasi halifele- rinin hoşgörüsüne bağlanır; aynca bu fılozoflann düşüncelerinden uzun so- luklu bir akım, bir öğreti oluşmadığı, dolayısıyla halka inmediğinden yöne- timce pek sakıncalı görülmediği de belirtilir. Oysa Hıristiyan dünyasında aynı dönemde örneğin bir Johannes Sco- tus'un (810-887) "Akıl doğrulan ile vahy doğrulannın çatışır görüldükleri yerlerde akıl tercih edilmelidir" diye- bilmesi kendisine, lanetlenıp kitapla- nnın yakılmasına mal olur. Tourslu Berenger'in (Öl. 1088) Hıristiyanlığın ilk dogması olan. "Şarapla yenen ek- mefin İsa'nın kan ve bedenine dönüş- mesi"ni yadsımasının cezası. yaşar- ken yetişmeyince ölümünden sonra uygulanır. Elbette İslam dünyasında da bu ta- rihsel süreçte egemen olan hoşgörü- nün zaman zaman, yer yer kalktığı gerçeğine karşı çıkılamaz. Yalnız bunlar yönetimin tutumunda sürekli bir sertlık pohükası yaratmamıştır. Kaderi. alınyazısını kabullenmeyerek iyiliğin de kötülüğün de insana ait ol- duğunu belirtip "Kul ettiklerinin ya- ratıcısıdır" diyen Cahiz'e (776-870) Bağdat'ta saray kitaplığmın sorumlu- luğu verilir. Yönetimin işte bu tutu- munun. aşın uçlu mezheplerin etki- siyle oluşan tutuculuğun, kitlesel bir karşı koyuşa, katliama dönüşmesini önlediği ileri sürülür. Eşari öğretisi Öte yandan gerek bu bilim ağırlıkh düşünürlerin gerekse oldukça yaygın Mutezile'nin akıla görüşlerine karşı, kalıcı bir tepki düşünsel boyutta olu- şup ortaya çıkacaktır. İşte şimdi sözü edilecek olan bu akım 'Eşari Öğre- tisi'dir. Bu öğreti ne tümüyleaklı-yad- sımış ne de dinin bildirimlerinin söz- cüğü sözcüğüne uygulanmasını iste- yen 'Lafza bağh' kalanlann görüşünü olduğu gibi benimsemiştir. Bu tutu- mu yüzünden hem lafza bağh kalan- larca hem Mutezile hem de sonra oluşan Meşşai taraftarlannca şiddetle eleştirilmiştir. Eşariliğin kurucusu olarak kabul edilen Hasan-EI Eşari (873-935), ilkin Mutezile taraftandır, bu öğretinin destekçisidir. Günün birinde yaşadığı Basra kentinin büyük camisinde. cu- ma namazından sonra kalabalığa ses- lenip, Mutezile'nin üç temel inancını yadsıdığını belirterek böylece onlar- Kadim-Hadis ikilemi Bu soruya. "Kuran temelde kadim- dir, yalnız Peygamber bunu, o zaman- da kullanılan dille halka du\ urmuştur" biçiminde venlecek bir yanıt Eşariler- ce. daha doğrusu. Sünni öğretice ka- bul edilemez. Çünkü bu durum Ku- ran'ın hem yaratılmamış (kadim) hem de yaratılmış (hadis) olduğu gö- rüşüne yol açar. İşte bunun gibi akılcı zorlamalar karşısında kaldığında. Eşarilerin iki türlü tutum takındıklan belirtilir: Ya hiçbir şey söylemeyip susmak yoluna girerler ya da nasıîını nedenini sormaksızın 'iman ediş' yo- lunu seçerler. Mutezile taraftarlan, insan ve öteki yaratıklan nitelemede kullanılan sı- fatlann Tann için kullanılamayacağı- nı ileri sürdükleri gjbi Kuran'da Tann'nın elinden. yüzünden söz edil- mesini de mecazi anlatımlar olarak değerlendirirler. Onlara göre 'el'in mecazi anlamı 'kudret', 'yüz' ise *zat' demektir. Eşariler ise bunlann mecazi değil gerçek olduğunu ileri sürerler. ne var ki şu koşulla: Müslümanlar. Tann'nın gerçekten elleri ya da yüzü olduğuna, dolayasıyla görüleceğine inanmah. ama 'nasıl olduğunu, niteli- ğini sormamalıdırlar'. Böylece. Eşari- lerin 'inanç' ile 'aklı' karşı karşıya getirip, inana seçmeyi zorunlu kıldık- lan söz konusu edilir. Öte yandan insanın eylemlerinden sorumlu olmasını, kendi eylemlerini yaratabilmesini Eşariler yadsırlar: in- sanın eylemlenni yaratma yeteneğını, Tann'nın yaratıa gücüne ortak olma gibi görürler. Bundan kaçınmak için. insanın eylemlerini ancak 'kazanma', 'ediıune' durumunda olduğundan söz ederler. Böylece doğacı düşünürlerin ve Mutezile'nin 'akılcılığı' karşısına. Eşarilik de inancı' yani imanı' sür- müştür. Yarın: islamın en verlmll dönemi POLITIKA VE OTESI REFAH PARTİSİ NASIL GÜÇLENDİ Dindgruplara tavizDP dönemindebiiskuh ATtLLÂÖZTÜRK Uiuslararusı İlişkiler ve Kamu Yönetim Uzmanı Laiklik yalnızca din ve devlet işlerinin birbirin- den aynlması değildir. Kişi bazında: her türlü bas- kıdan uzak din ve vicdan özgürlüğünün sağlanma- sı, kurum baanda ise devletin; dini düşünce ve baskılardan uzak, bilimsel değerlere göre ulusal. bağımsız ve çağdaş bir yapıya kavuşturulmasıdır. Atatfirk, çağdaş uygarhk düzeyine ulaşmayı he- defleyen bir devletin kurulması ve yaşamasının tek yolunun devleti teşkil eden bütün kurumlann, bi- limsel verilere göre kurulup çalıştınlmasından geç- tiğini önceden görmüş ve planını buna göre hazır- lamıştır. Atatürk devrimleri; TC'nin esasını teşkil eden kurumlann kurulması ve bunlann laikleştiril- mesidir. Laiklik, aynı zamanda Atatürk ilkelerinin temel esası ve özüdür. Laiklik; ümmet yerine ulus, teokratik devlet yerine haikın kendi kendini yönet- meyi içeren demokratik sistemin kurulmasını sağ- lamışuı. Atatürk'ün kısmen de olsa kurumlaştırdığı çağ- daş ve laik devlet sistemi, 1950'de çok partili siste- me geciş ile bozulmaya basladı. İktidara eelen DP. ekonomik liberalleşmeyi benimserken şeriat ve hi- lafet özlemini çeken dinci gruplann oylannı almak ve onlara hoş görünmek için laiklikten taviz verme- yi prensip edindi. Bunun sonucu, Türkçe okunan ezan tekrar, Arapça okutulmaya başlandı. Toplu- mun çağdaşlaşması için lokomotif görevini gören Halkevleri ve Köy Enstitüleri kapatılarak bunlann yerine imam hatip okullan ve Kuran kurslan açıl- dı. DP'nin anti-laik düşünce konusunda uvguladığı politika 1963 yılmda tekrar yönetime geîen AP, CHP-MSP koalisyonu, 1980 askeri yönetimi, ANAP ve I992'de kurulan DYP-SHP koalisyonu döneminde de devam etti. Türkiye'de şeriat düze- ninin tekrar geri gelmesinı isteyen köktenci tarikat mensuplan, sıkı pazarhk yapmak suretiyle devamlı sağ partileri desteklediler. İktidara gelen sağ parti- ler, dinci gruplara şükran borçlanm. laik devlet düzeninden taviz vererek yerine getirdiler. Ata- türkçülük ise lafta kaldı ve gün geçtikçe yara alma- ya başladı. Devleti yönetenler de gericilerin planlı ilerleyişlerini sesini kısarak gönnemezlikten geldi- ler. Talat Halman, 28 Eylül 1993 tarihinde 700 kişi arasında yaptırdığı bir ankette "Türkiye'ye 70yıMa en zararh kişiler"i % oranlanna göre şöyle tespit etmiştir: (1j Turgut Ozal, 27, Süleyman Demirel 25.5, Adnan Menderes 9.3, Kenan E\Ten 8.4, Celal Bayar 5.6 Ankete kahlanlar en zararlı olma nedenini şöyle sıralamışlardın - Turgut Özal: "Laikliğe darbe. toplumun ahlak seviyesini düşürmesi, değerler sistemini bozması, devlet örgütünü çökertmesi. gericilere >erdiği des- tek, şeriatçılık. Atatürk ilkelerinden uzaklaşma".... - Süleyman Demirel: ".... dini politikaya alet et- mesi,.... gerici adamlara taviz vermcsi,... din n'care- n".... mesi, Köy Enstitüleri'ni kapatması, Atatürkçülük ilkelerine ters düşmesi, dine tavizler vermesi,... laikK- ği çiğnemesi, Halkoleri'ni kapatması".... Kenan Evren: "... gericiliği beslemesi, sahte Ata- türkçüluğü, .... laikliği zedelemesi,... meydanı Atatürk düşmanlanna bırakması, ... Atatürk'e ve devrimlerine ihanet"... Celal Bayar: "... Dinciliği hortlatması, Halkev- leri'ni kapatması, laiklikten tavizler Atatürk ilkelerini bozması, ezanı Arapça okutturması, Köy Enstitüleri'ni kapatması, Nurculara ödün ver- mesi''™.... Türkiye'yi uzun süre yöneten Sayın Özal, Men- deres. Evren ve Bayar'ın ankette çıkan ortak yönle- ri; laikliği zedelemeleri, Atatürk ilkelerinden uzak- laşması ve gericilere taviz vermeleridir. (1) Talat Halman. "En zararlıadam"Milliyet Gazete- sı. 15 $ubat 1994. Adnan Menderes: ".... şeriatı bugünkü boyutlara ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ getirdi,.... Türkçe ezan ve tekbirieri Arapçaya çevir- S Ü R E C E K MEHMEDKEMAL Ziya Hurşit Asılır... Atatürk'e Anadolu'ya geçtikten sonra 1 değil, 11 sui- kastyapılmıştır. Bunlann en ünlüsü Lazistan milletvekili Ziya Hurşit in düzenlediği izmir suikastıdır. O dönemin başarılı gazetecilerinden Feridun Kandemir bunlan yazmıştır. Gazi Paşa'yla Ziya Hurşit'in karşılaşması şöyle oluyor: ...Kapıda bir otomobil duruyor. Şoförün yanındaki po- lis çıkarken, arkadan da bilekleri kelepçeli Ziya Hurşit ile onun çıkmasına yardım eden başkomiser Mehmet Ali görülüyor. Kapıdakiler şaşkınlık içinde, "Neden getirdi- ler, niye getirdiler?" diye aralarında fısıldaşıyorlar. Oy- sa daha önce Gazi Paşa, "Getirin göreyim!" demiş. Yukarı çıkarıyorlar. Gazi ile göz göze gelince bir an du- ralıyor. "Ziya Hurşit Bey! Uzun süre birlikte olmadık mı, bir amaç uğruna birlikte çalışmadık mı?" "EvetPaşam." "Nedir bu suikast? Hem de şebekenin elebaşısı, ruhu siz imişsiniz, öyle mi?" "ÖyleL. Doğrudur!.. Suikast yapmaya geldim. Ama yanda kaldı, gerçekleşemedi." "Sizden bunu beklemezdim." "Dünya beklenmedik şeylerle doludur paşam. Ne ya- payım ki, karşınızda bu durumda suçlu olarak bulunuyo- rum. Ne diyebilirim?" On dakika kadar böyle konuşuyorlar. Gazi Paşa'nın işareti üzerine Ziya Hurşit'i alıp götürüyorlar. O gece hiç uyumuyor. Sabaha kadar, odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıp duruyor. Intihar edebilir diye odasına bir görevli koyuyorlar. Sabah oluyor. "Beni yeniden Gazi'ye götürün, söyleyeceklerim var" diyor. Gazi de o gece uyumamıştır. Yıllarca birlikte ağlayıp birlikte güldükleri ülküdaşları, tam zafere kavuştukları zaman böyle suikastlar düzenliyorlar. Görüşmek isteyen Ziya Hurşit'e Gazi, hiç bir şey söy- lemeden bakıyor; Ziya Hurşit, sözlerine "Paşam" diye başlıyor; şöyle diyor: "... Dün gece hakkımda gösterdiğiniz hoşgörüye karşı çok duygulandım, çok etkilendim. Şaşkınlık içindeydim, konuşamadım. Bazı sorulannızı yanıtlayamadım. Fakat her şeyden önce, bana güven ve cesaret verdiniz. Size karşı birsuikast örgütü bulunduğunu, size kıymak istedi- ğini açıklamak isterim. Bunun sebepleri belli... Epeydir aramızda dozunu arttıran anlaşmazlıklar oldu. Örgütye- ni değildir. Ne zamandır gizlice çalışıp duruyordu. Sui- kast, daha önce Ankara da yapılacaktı. Fakat kardeşim Failc Bey (Ordu Milletvekili) sonuçtan korkarak ertelen- mesini istedi. Belki de korkmuştu. O zaman onu dinle- dik. Bu kez hiç kimseyi dinlemedik. Kararı uyguladık." Ziya Hurşit bunlan söyledikten sonra koğuşa gönde- rildi. öteki tutuklularla beraber oldu. O dönemin ünlü gazetecilerinden Feridun Kandemir, Ziya Hurşit'in yakalanmasını, tutukevine götürülmesini de şöyle anlatır: "... Ziya Hurşit'in Gaffar Zade Oteli'nin üst katında, merdiven başındaki odasının kapısı geceyarısı vurulur, uyanır. Bir anda oda sivilpolislerle dolar, tutuklanır. Hiç itiraz etmez, soğukkanlı ve güleçtir. Gelen memurlara karyolanın altındaki bomba ve silahları kendi eliyle tes- lim eder. Bir yandan da giyinir. Üstünü başını ararlar. Otelden alırlar, müdüriyete götürürler. Yolun sağında solunda, Ragıp Paşa Oteli'nde akadaşlarını görür. Ziya Hurşit, koridorun dibindeki odaya konur. Arkadan öteki- lergelir. Onlar da ayrı ayrı odalara konur. Herkapıda bir nöbetçi vardır." Duruşmalar başladığı zaman, ilk dinlenen Ziya Hurşit olur. Söylediklerini, olduğu gibi, bir de duruşmalarda anlatır. Suikast düzenlemenin ve eyleme geçmenin cezası bellidir; idamdır! Ziya Hurşit ve birkaç arkadaşı Izmir'de asılırlar. Bir de Ziya Hurşit ve arkadaşlarının girişimleri basan kazansa da iktidara Kazım Karabekir gibi paşaların geçtiğini düşünün! Düşünmesi bile korkunç, değil mi? BULMACA 1 2 3 4 5 6 7 8SOLDAN SAĞA: 1/ Doğarken çocuğun çıkmasını kolaylaştırmak için başı tutmaya yara- yan kıskaç biçiminde ay- gıt. 2/ "İrlanda Cumhuri- vet Ördusu"... Bir yöne eğilmiş. 3/ Alanya ilçesin- de, sarkıt ve dikitleriyle ünlü mağara. 4/ Hayvan- lara vurulan damga... Okyanuslann çok derin kesimlerine verilen ad. 5/ Gerçekten ö\le olmadığı halde öyle sayılan. 6/ Marangoz işlerinde ince kenar pervazı... Tevfik Fikret'in. adına şiirler yazdığı oğlu. 7/ Eli açık. cö- mert. yiğit. . Verme. ödeme 8/ Bir düşünce ya da karara karşı çıkma. 9/ Osmanlı ordusunda ve donan- masında hafıf pivade askeri... Po- kerde. birbirini izleyen değişik renkte beş karta verilen ad. YLKARIDAN AŞAĞIYA: 1/Ak- lın yerine imanı koyan teolojik Öğretilerin genel adı. 2/ Bir şevi oluşturan parçalann kendi aralannda ve parçalarla tüm arasın- da bulunan uygunluk... Belirti. 3/ Boyun eğen. kendisini başka- sının buyruğuna bırakan... Sarma. kuşatma. 4/ Teniste topu rakibinarkasına düşürmeyi amaçlayan vuruş... Eski Türkler'de at. köpek. keçi gibi evcil liayvanlann mumyalanna verilen ad. 5/ Avrupa Para Anlaşmasf nın simgesi... Hayvan damı. 6/ Teke Yanmadası'nda. Lik>a'nın altı büyük kentinden biri... Bir rcnk. 7/ Kum ve çakılla yapılan yol. 8/ Osmanlı devietinin Ku- zey Afrika'daki son topraklannı da yitirdiği antlaşmanın adı... Birçalgı.9/ Bağışlama... Matematikte'kesendoğru'anlamında kullanılan terim. ' LİSAN ÇÖZÜM Bizimlelngilizce sorununuzu çok kısa zamanda çözebilirsiniz. Lütfen bizi arayın. Td: 34959 38 BahariyeCad.62/3 llaç Sektörüne Halkla İlişkiler Hlzmeti Veren Yabancı Bir Şirket İçin; SPROJECTMANAGER (Tıp Doktoru ya da Eczacı. Almanca + Ingllizce) ^ASSISTANTTO PROJECT MANAGER (Almanca ve/veya Ingilizce) Contact to Alev Sabır edr Limited 212-2311727 (Pb)Q Boğaziçiliden ortaokullulara Ingilizce ders Tel.:5638549 18.00-22.00 arası
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle