Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
31MART1994PERŞEMBE CUMHURİYET 2 SAYFA
KULTUR
Ülkü Ayvaz'ın yazdığı, Murat Karasu'nun yönettiği 'Nihavent Longa' Taksim Sahnesi'nde
Gününbeüeğiykgeçnuşebakarkeıu..
TURGAYNAR
Bursa Devtet Tiyatrosu
yapımı olan Clkü Ayvaz'ın
yazdığı, Murat Karasu'nun yö-
iıettiği "Nihavent Longa"adlı
oyun Taksim sahnesinde sah-
neleniyor. Bu yıl Kültür Ba-
kanlığı ödülünû alan "Niha-
vent Longa", yüz yıl önce Çıra-
ğan Vakası adıyla tarihe geçen
bir olayda başına sopayla vuru-
larak öldûrülen gazeteci Ali Su-
avi'yi doğduğu yerde yüzyıl
sonra yaşaüyor Yazar Ülkü
Ayyaz, "Nihaveat Longa"yı öl-
düriilen gazeteciler ile eski
baskı tekniğinde kurşun zehir-
lenmesinden akciğerlerini ki-
taplara veren matbaacılara
adadığını beliıtiyor.
Bu yıl yönettiği üçüncü oyun
üzerine Murat Karasu ile ko-
nuştuk.
- "Nihavent Longa" iki dö-
nem üzerine kurgulanmış. Ta-
rihsel bir kişilik Ali Suavi, gün-
cel bir karakterde birleştirilıniş
ya da çakışmava dönüştüriil-
müş. Bu dunımda rejinin güçlük-
lerle karşdaşması çok doğal...
Oysa oyun son derece rahat bir
biçimde oynanıyor. Nasıl zor-
luklarla karşılaştmız?
Bizler, an'da yaşayanlar. bir
bellek ile gündelik yaşam içinde
deviniriz. Şu kadar bilgiyle ya
da şu kadar birikimle. Oyunda
yüzyıl önceki bir kişinin, yüzyıl
sonra yaşayanlarla karşı karşı-
ya gelmesi, bellekte bir hesap-
laşmadır. Kimin hesaplaşması?
Yüzyıl önceki Ali Suavi'nin mi.
ötekilerin mi? Elbette 1970li yı-
Uarda yaşayanın. Burada
önemli bir soru var: Günün bel-
legi, geçmişe bakarken hem
kendi duygu düşünce dünya-
sıyla. hem de yüzyıl öncesinden
gelen bilgi ve birikimle hareket
ediyor.
Belki de kişisel bir tarih ya-
ratılıyor böylece. Bu soru ça-
ğımız insanının kazanç ve ka-
yıplannın bir hesaplaşmasıdır.
Seyirci açısından bakıldığında
ise bir üçüncü zaman sözkonu-
su. Çünkü seyirci, yüzyılhk bir
karşılaşmanın o andaki tanığı
durumunda. Yani bir üçüncü
belleğin içinde. Bu farklı zaman
düzlemleri, okurken çok net al-
gılanamayan ancak sahne üze-
Bursa Devlet Tiyatrosu yapımı 'Nihavent Longa'da Kemal Başar, Hüseyin Danyal ve Haül Balkanlar oynuyorlar.
rinde oyunu işlemeye başladığmızda de-
rinleşen ve dağ gibi dikilen sorular çı-
kanyor karşınıza. Elimizden geldiğince,
sorulan oyunun içinde yanıtladığımızı
ve doğal olmayan durumları doğal bir
akış içinde çözümlediğimizi düşünüyo-
rum.
- Oyuncularla çalışırken oyunculuk
tekniği açsından ne gibi sorunlarla
karşüaştınız?
Doğal olmayan dunımlan doğal bir
akışta değerlendirmek deyince oyuncu-
nun işi gerçekten çok ağırlaşıyor. Bu
fantastik kurguyu seyirciye hissettir-
mek ve onu hep oyunun içinde tutmak
neyi, neden, ne adına yaptığınızı iyi bil-
menizi ve ayaklannızı sağlam bir alt
metne dayamaruzı gerektiriyor. Benim
calışmalar boyunca oyuncu arkadaş-
lanma aktarmaya calıştığım da bu alt
metin oldu. Üst kısmını da arkadaşla-
nm kendi becerileriyle gerçekleştirdiler
zaten.
- Dekor, mûzik ve ışık tasarunJarında
etkinlikler olduğunu düşünüyor musu-
nuz?
Dekor ve müzik konusunda bir şeyle-
rin eksik kaldığını söyleyemem. Dekor,
düşündüğüm gibi iki mekanı ve farklı
bir atmosferi gerçekçiymiş gibi görünen
bir çizgide, üstelik bana göre çok ba-
şanlı olarak gerçekleştirdi. Müzik zaten
belli: Nihavent Longa ve onun çeşitle-
meleri... Biliyorsunuz Nihavent, Tanzi-
mat Dönemi'nde ortaya çıkan bir Türk
Musikisi makamı, Longa bu makam
sonradan eklenmiş bir tarzdır.
Işık konusuna gelince, gerçekten bir
oyuncu gibi oyunun içinde yer alması
gerekiyor ışığjn. Kullanılan malzeme-
nin eksikliğini görünce, arkadaşlar bu
işi nasıl kotardılar diye dehşete düşü-
yorsunuz. Tiyatrolanmız ne yazık ki
hala teknolojinin çok gerisinde donanı-
mlarla çahşıyorlar. Bunca yoksunluğun
içinde ancak yaratıcılığımızla işin üste-
sinden gelebıliy oruz.
- Oyun metnini çözûmlerken hangi bo-
yutlarda tarih okumalannda bulundu-
nuz? Bu konuda yazarla işbiriiğiniz hangi
dûzeyde gerçekleşti?
Tarih okumak zaman zaman ilgimi
çekmiş, ancak genellikle uzağımda
kalmıştı. Oyunu çalışmaya başlamamla
birlikte Tanzimat Dönemi, Yeni Os-
manlılar ve özellikle Ali Suavi'yi anla-
t?.n ulaşabildiğim tüm kaynaklan oku-
dum. Okudukça da resmi tarihin kendi
içinde bu kadar çelişki banndırması
hem şaşkmlık hem de keyif verdi bana.
Clkü Ayvaz ile. İstanbul Devlet Tiyat-
rosu bünyesinde aynı ofıste çalışmak
gibi bir şansım oldu. Provalara girme-
den önce, oyunun fınali dışında her
noktada belli bir görüş birliğimiz ol-
muştu zaten. Provalar süresince de ge-
rek telefon, gerek faks, gerekse mektup
kanalıyla ilişkimiz hep sürdü. Ülkü Ay-
vaz çok yetenekli ve yönetmen olarak iş
birliği yapmanın çok rahat ve keyifli ol-
duğu bir yazar.
- Oyunu sahneye koyarken, yazarla
yaptığınız ortak cauşmada çatı-
şmalar yaşadınn mı?
•'Nihavent Longa" genel ola-
rak iyi kurgulanmış, zekice ya-
zılmış bir oyun. Bu yüzden ilk
kez bir oyun metnine bu kadar
az müdahale ettim diyebilirim.
Temel sıkıntım oyunun finali
ile ilgiliydi ki onu da Ülkü'nün
onayıyla çözdüm. Doğaldır ki
iki üretim yer yer birbiriyle ör-
tüşür, yer yer birbiriyle catışır.
Örtüştüğü yerlerde sorun yok-
tur, ancak çatıştığı yerlerde mü-
dahalelere gereksinim vardır.
Yazann nzası ile elbette. Niha-
vent Longa'da benim açıktan
açığa metinle çaüştığırn yer fi-
nal sahnesiydi. Ülkü'nün
onayıyla benirı sahnelediğim
biçimde değişikliğe uğradı.
- Oyuna karşı seyircinin re-
aksiyonu son derece olumluydu.
Aynca oyuncular belli bir iç bü-
rünlük göstererek, rejinin
yalınlığına katkıda bulunuyor-
lardı. Bir oyunda, oyuncular
arası uyumu sağlamada yönet-
mene düşen nedir?
Eğer ekip çalışması yapmak
üzere yola çıkmışsanız- ki be-
nim için vazgeçilmez bir yön-
temdir- oyunculann tümü ile
sağlıkh ve iyi ilişkiler kutmak,
kendi aralanndaki ilişkilerde
arabulucu, yol gösterici olmak
durumundasınız.
Bir yandan oyunla boğuşur-
ken diğer yandan oyuncularla
diyaloğunuzu geliştirmek ve
tüm bunlan 5-6 haftahk bir çalışmanın
içine sıkıştırmak hayli yonıcu. Benim
Nihavent Longa'da çahştığım ekibin
önemli bir bölümüyle, daha önce ve
uzun süreli çalışma birlikteliğim olmuş-
tu. Provalar boyunca bunun çok ya-
rannı gördüm. Belki de beni ısrarla Bur-
sa'da calışmaya çeken bu geçmişe dayalı
dil birliğıdir.
- Oyunda Ali Suavi derinh'kli bir oyun
kişisi olarak karşımıza çıkıyor. Ali Sua-
vi'yi nasıl değerlendirdiniz?
Ali Suavi gazeteciliğin pirlerinden
biri. Jön Türkler hareketinin önemli bir
eylemcisi; henüz otuzlu yaşlarda gazete-
ler yayınlamış, makaleler yazmış bir gö-
nül adamı. Üzerine yazılan incelemeler
kararsızlık ve belirsizliklerle dolu. Al
;
Suavi gerici mi? îlerici mi? Kişiliksiz biri
mi? Düşünceleri etki uyandıran biri mi?
Oyun bu çelişkileri bir bütün içinde ele
alıyor. Ben rejide dengeleri kolladım.
yargıya varmaktan kaçındım. Yargı se-
yircinin.
Ölümünden yanm yüzyıl sonra şair Marina Tsvetayeva için bir kitap yazıldı
'Dizekrinrin depahahşarapkwgibigünügelecek'
K
ültür Servisi - O gün hava çok güzeldi.
31 ağustos 1941 güneşli bir gündü.
1941 yılmın 31 ağustosuydu. Ve Mari-
na Tsvetayeva. ahşap evinde kendini
yorgun ve yalnız hissediyordu. Balıklarla dolu
tavanın alünı söndürdü ve önlüğünü bile çıkar-
nıadan eline bir ip
aldı, ipi düğümledi
ve bir sandalyenin
üzerine çıktı. ipi
boğazma geçirdi
ve sandalye ayak-
lannın altından
kaydı.
20. yüzyıjda Ma-
yakovski ile birlik-
te lirik Rus şiirinin
en büyük ustalan-
ndan Marina Tsve-
tayeva, oğlu Mour
ile birlikte, Nazi is-
tilasından sonra
yerleştiği küçük bir
tatar kasabası olan
Elabouga'da ken-
dini asarak yaşa-
ma veda etmişti.
Cesedi ortak bir
mezarlığa gömül-
dü sanatçırun. Öl-
düğü zaman 49
yaşmdaydı. Şiir
onun için kendi ve
diğerleri arasında,
buradan oraya
doğru giden sevgi
dolu bir meditas-
yondu.
Marina Tsveta-
yeva, 1892 yılında
Moskova'da, küf-
lü kitaplarla dolu
bir kitaplık gibi
kokan bir evde doğdu. Babası profesördü, an-
nesi yetenekli bir piyanistti. Başucunda Puşkin'-
in kitaplanyla yaşayan 18 yaşında bir genç
kızken "Gece Albümü" adlı ilk şiir kitabıru yayı-
mlamıştı. O sıralarda da aşk yaşamı yeni yeni
başlamıştı. 1911 yılında sonradan evleneceği
Serge Efron'a rastladı. Onun gülüşünü çok be-
ğeniyordu. Bu kınlgan genç adam, sonradan
KGB'ye karşı casusluk yapan Beyaz Ordu'da
görev alıyordu. Marina Tsvetayeva'nın ilk çocu-
ğu Ariane, Serge Efron'dandı. Ossip Mandels-
tam ile olan aşkı ise şairin yeni bir şair olan
Sophia Parnok ile ilişkisini öğrenene dek sürdü.
Tsevatayeva. "Priere-Yakanş" adlı şiirinde
"Tüm yoDara bir seferde gidebiunek LStiyorum"
diyordu.
Sanatçının günlük formundaki linzmı, tüm
tutkulannı, aalannı, gençliğin sürprizlerini,
mutluluğun kaynaklannı kurutan yaşlıhğı
yansıtır. Burada, yaşam sevinci egemendir
yazdıklanna. Şiirinde her şey akkor halindedir,
kaynama noktasında gibidir ve ölüme çok
yakın olmanın tehlikesini taşır. Şiirinin ritmi
edebi olarak yüksek bir dozda day anılmaz dere-
cede yüksektir. Soluk soluğa, kesik ve parlak bir
sesi, düşünce ve duygulann birlikteliğiyle bü-
tünleşen şiirleri. bir dizesinde belirttiği gibi
*'Yalnızca ateşte şarkı söyleyen", "buz ateşi, ateş
çeşmesi" gibi Phoenix kuşuna benzer. Bu, bilin-
cin en somut haliyle ortaya çıkmasıdır. Hiçbir
zaman Manna, şurlerinde ülkesinin acılannı,
nostaljisini ve dilinı işlemedi.
Yazıyordu
çünkü bu onun
için yemek, ci-
ğerlerine hava
doldurmak gibi
gerekliydi. Fa-
kat göğsündeki
rahatsızlık aş-
kından daha
yaşlıydı.
1922. O yıl bir
göçebelik baş-
lamıştı. Yaşaya-
bilmek için in-
sanlar akın akın
Avrupa'ya göç
ediyorlardı.
"Ben nereye
gideceğini? Hiç-
bir yer yaşana-
cak gibi değiP'.
Açhktan ölecek
duruma gelmiş,
serseriler gibi gi-
yinmiş, saçlan
kazınmış bir hal-
de ona Prag'da,
Berlin'de, Brük-
sel'de, 15 yılını
geçirdiği Paris'in
banliyölerinde
rastlamak müm-
kündü. Oralarda
Nabokov, Ber-
berova ve o sıra-
lar Eluard ile bir-
likte olan, daha
sonra Dali ile evlenen Gala Diacanova ile tanıştı.
Üzgün yeşil gözleri ve kazınmış kafasıyla şiirle-
rini hızlı ve boğuk sesiyle okuyor ve dinleyenleri
hipnotize ediyordu. Çok hızlıydı. Çok kızgındı.
Moskova"daki genç Pasternak ile de mektup-
laşıyordu. Fakat Marina'nın yaşamak için tut-
kuya ihtiyaa vardı. "Yazmak ya da ölmek" baş-
ka alternatif yoktu onun için.
Bir erkeğe duyduğu tutkulu aşkı çok rahatlıkla
bir kadına da duyabilirdi. Hiçbir zaman ye-
terince sevemediği izlenimi verirdi çevresindeki-
lere. Her zaman en yüksek noktadaydı ve yenil-
mişlerin tarafına, "şeytanın tarafı"na yakın du-
rurdu. İnsanın içindeİci eşcinselliği anlardı fakat.
onu yargılardı. Çünkü kadının çığlığı, kadının
içinden gelen çığlığı duyardı. "Bir cocuğa sahip
ohnak"isterdi. Onu çarpan ve üzen şey eşcinsel-
liğin yalnızlığıydı. "Aşksız yaşanmaz. Aşkı
ayakta tutan şeyse çocuktur". Marina Tsvetaye-
va gitgide tükendiğini hissediyordu. Çıkmaz bir
sokakta gibiydi. Kızkardeşlerine yazdığı bir
mektupta "Beni bağışlayın, dayanamadun" di-
yordu. Fakat yaşam ondan hiç özür dilemedi ve
dizeleri hiçbir şeyi bağişlamadı. Uzun süre ya-
pıtlan ortaya çıkmadı. yayımlanmadı. 1968
yılında Elsa Triolet onun şiirlerini çevirdi.
'Çocuk, doğmadan önce
bizim içimizde oluşmaya
başlar. Insanm umudu ve
mutsuzluğu içinde yıllarca
süren gebelikler vardır.'
K
ültür Servisi- Fransız yazar Dominkjue
Desanti, öJümünden yanm yüzyıl son-
ra Marina Tsvetayeva'yı edebiyatse-
verlere tanıttı. Desanti'nin yolu Tse-
vatayeva ile Paris'te, büyük Rusgöçü yıllannda
kesişmiş. Bu çok önemli şairin unutulduğunu ve
hakettiği değeri
görmediğini dü-
şünen Desanti,
onunla ilgili bir
kitap yazarak, bu
döneminin
önemli şairine
saygısını sunuyor
bir anlamda. "Be-
nim dizelerimin de
/pahah şaraplar
gibi / günü gele-
cek." diyen Tse-
vatayeva'nm ya-
şamı bu kitapla
birlikte gün
ışığına çıkıyor.
- Marina Tsve-
tayeva'da sizi en
çok etkileyen ne-
dir?
O yenilikçi,
aşk, acı. gerginlik
gibi insanın en te-
mel duygulannı
şurlerinde büyük
bir başanyla ak-
tanyordu.
Ve onlara şiir-
sel bir form veri-
yor. adeta bir
altın külçesini iş-
ler gibi titizlikle
şiiri üzerinde
çalışıyordu.
- Biyografînizd
"gerçek roman'''
tarzında yazmışsınız.
Roman insanın kafasında kurduğu şeylerin
dışa vurumudur. Bir "gerçek roman"da ise tüm
bilgiler somut bir şekilde elinizdedir. Bir insanın
yaşamındaki tarihleri değiştirmeniz ola-
naksızdır. O zaman buna niçin roman diyoruz?
Çünkü ben bu romanı yazarken şairimin hayal
gücünü ve heyecanlannı yeniden yaratmak gibi
bir işe giriştim.
- Marina Tsvetayeva'nın adına ilk kez 31 Ağus-
tos 1941 günü, doğum gününüzde bir arkadaşını-
zm hediye ettiği kitapta rastlamtssıntz. Aynı gün,
şair Rusy a'da intihar etmişti.
Bu gerçekten çok ilginç bir tesadüf. Hiç kuş-
kusuz aynı gün bir çok insan kamplarda ölmüş-
tü. Fakat Marina'nın bende yer etmesi, belleği-
me kazınması onun Puşkin üzerine yazdığı bir
yaayla oldu.
Çünkü bu büyük şaire onun gibi ben de tapı-
yordum. Onlarca yıl sonra onun 31 ağustos
1941 günü intihar ettiğini öğrendim.
- Siz Paris'te Marina Tsvetayeva'nın arkadaş-
larıyla ilişki içindeydiniz. O sırada kendisiyle hiç
karşılaşmadınız mı?
Marina'nın çok yakın arkadaşı olan Marc
Slonim benim Rus edebiyaüna ilgi duyduğumu
O yenilikçi, aşk, acı,
gerginlik gibi insanın en
temel duygulannı şurlerinde
büyük bir başanyla
aktanyordu.
biliyor ve bana sürüyle Rus yazar adı veriyordu.
Fakat beni Marina'nın yaşadığı banliyöye hiç
götürmedı.
- Neden?
Çünkü yazar Boris Zaitzev'in kızı bana onun
hiç de güleryüzlü bir insan olmadığını ve sürekli
değişen bir karak-
teri olduğunu söy-
lemişti.
-Fakat buna
karşin onunla
karşılaştnuz...
Evet, 1937
yılında, şiirlerini
okuduğu bir gece
onunla karşı-
laştım. Fakat o
güne ilişkin hiç bir
şey hatırlamıyo-
rum. Gördünüz
mü böylece ben-
den öcünü almış
oldu.
- Bu kitatn yaz-
ma düşüncesi sizde
nasıl oluşru?
Çok büyük te-
sadüfler sonucu
oldu. Bu kadının
çok gizemli bir ya-
şamı var. 26 yıl
evli kaldığı kocası
Serge'in Rus ajanı
olduğunu öğreni-
yor. Ve. iki savaş
arasında Paris ile
Rusya arasmda
bir yaşam sürü-
yor. Marina Tsve-
tayeva'nın ya-
şamı ve yazdıklan
benim çok ilgimi
çekiyordu ve anı-
lanmı yazmaya başlamadan önce bu büyük şai-
ri insanlara tanıtmak istedim.
Şiir
Tepeler mavileşti Moskova çevresinde,
Tütüyor ılık havada, toprak ve katran.
İyileşiyor olmalıyim kikıştan
tüm gün uyuyonun, tüm gün birgülümseyiş
yüzümde.
Eve dönüyorum usul adımlarla.
Canı cehnneme, yazılmamif şiirlerin!
Kavrulmuş badem ve sesi araba tekerleklerinin
Tüm dizelerden daha değerli bana.
Böyle havalanıp durması başımm
Yüreğimin doluluğundan olmalı!
Günlerim, andırıyor küçük dalgaları
Köprünün üzerinden baktığım.
Birinin bakışlarıpekfazla sevecen
Şu okşayan, ılık havada...
Tutulmak üzereyim yaz hastalığına
Kiftan henüz iyileşmisken.
ODAKNOKTASI
AHMET CEMAL
llkin de Yok...HUK
ölüm, son zamanlarda çevirmenleri gözüne kestirmiş
olmalı. Hür Yumer'in acısı küllenmeden, geçen pazar
sabahı bu kez Armağan ilkin'in haberi geldi. Selim İle-
ri'nin telefonda çekine çekine verdiği haber: "Sana acı
birhaberim var. Biliyorum üzüleceksin ama... Armağan
ölmüş..."
Hasta mıydı, neydi hastalığı falan diye, o her yitirişin
ardından sıralanan saçma sapan sorulan ben de yinele-
dim. Sanki ölümünün ayrıntılarını öğrenmek, artık ara-
mızdan ayrılanı birazcık olsun ölmemiş kılabilirmiş gibi.
Oysa ne değişebilir ki! Yok işte; "ArmağanHanım", cilt-
lerce kitabı Ingilizceden eşi az bulunur birTürkçeyle biz-
lere kazandıran, yıllar yılı karıncalar gibi, hiç ses çıkar-
maksızın köşesinde çalışan, insanlar yüzünden uğ-
radığı düş kırıklıklarına, onlar için çevirdiği, onlara ar-
mağan ettiği eserlerle yanıt veren Armağan Hanım, yok
artık...
Bana "Sen", der benim de ona: "Armağan" demem
için ısrar ederdi. Ama ben, duyduğum sevgiyle yarışan
birsaygı nedeniyle, "ArmağanHanım"demeyi hepsür-
dürdüm.
Yaklaşık iki yıldır görüşemiyorduk. Eşiyle ve kedileriy-
le birlikte adı istanbul olan vahşet ormanını terk etmiş,
sessiz bir köşeye, kedileri için de daha mutlu bir ortam
olan bahçeli bir eve çekilmişti. Bundan yıllar önce, Le-
vent'teki evine ilk kez gittiğimde, evini dolduran onca
kediyle kurmuş olduğu "insanca" ilişkiyi görünce, her-
halde yitirdiği her insanın yerine bir kedi koyuyor, diye
düşündüğümü anımsıyorum. Zaman geçtikçe bu düşün-
cemin doğru olduğunu, ama o kedilerin aynı zamanda
sevme gücünü her şeye ve herkese karşın yitirmeyen
bir insanın direnişinin canlı simgeleri anlamına da gel-
diğini anladım.
Çevirmen Armağan llkin, son yıllarda iyice çoraklaş-
maya yüz tutan çeviri yaşamımızda, koşullar böyle sü-
rüp gittiği takdirde yeni adaylarla desteklenmesi olasılı-
ğı çok zayıf bir çevirmenler kuşağının son temsilcilerin-
dendi. J. Conrad'dan"Zafer", E.M.Forster'öan "Melek-
lerin Uğramadığı Yer", Mario Vargas Uosa'dan "Mayta-
nın Öyküsü" İlkin'in unutamadığım çevirilerinden ilk
aklıma geliverenler. Son yıllarda ise Murathan Mun-
gan'ın Remzi Yayınevi için dantel işlercesine özenle
oluşturduğu "Ç/VefrD/'z/s/"ndeçıkmışbazıkitapları hatır-
lıyorum. Orneğin Hatricia Hinghsmith'den, polisiye ro-
man türünün önemini yeniden kanıtiarcasına çevirdiği
"Bay Ripley" dizisi ve Armistead Maupin'den dilimize
kazandırdığı "KentMasalları"gibi...
Bütün düşünenler gibi, sevgili Armağan İlkin'in de ya-
şadığımız ortamdan kaynaklanma kırgınlıkları, umut-
suzlukları vardı. Nüfusu yetmiş milyonu zorlamaya baş-
lamış bir ülkede kitap basım sayısının iki bınlere. bin beş
yüzlere inmesinin nelerin habercisi ve göstergesi oldu-
ğunu çok iyi biliyordu. Bunu bilmekten kaynaklanan
umutsuzluk nedeniyle kaç kez "artık" çeviri yapmama-
ya karar vermiş, ama bu konudaki kararlılığı ancak ken-
disini heyecanlandıracak bir sonraki kitapla karşılaşın-
caya kadar sürmüştü. Üstelik geçim kaynağı, çevirileri
değildi. Çevirmeyi sürdürmesinin tek nedeni. her şeye
karşın bir şeyleri bizim iklimlerimize taşıma tutkusuydu.
Üretimin her alanda hızla gerilediği, hele hele özenli
üretime neredeyse bütünüyle yabancılaşıldığı, en^k^şa^
yoldan parasal kaîfanç sağlamanın birincil hedefe tiö»
nüştü, hemen her sokakta döviz büroları açılırken, kitap-
çı dükkanlarının artık semtlerde bile bulunamadığı bir
ülkede Armağan ilkin'in ve onun gibilerinin çabaları
üzerine konuşmak boş bir fantezi gibi de gelebilir. Ama
şu da unutulmamalı ki tarih, sağhklı yollara fantezi gö-
züyle bakmış toplumların nerelere gittiklerinin acı ör-
nekleriyle doludur.
Bir gün "Armağan Hanım"m istanbul dışında yaşadığı
bahçeli evine gidecektik. Bahçesinde o nefis yemekle-
rinden yiyecektik. O bahçede, kenttekı zincirlerınden
kurtulmuş kedilerin mutluluğunu birlikte yaşayacaktık.
Sonra...
Sonrası olmayacak. Çünkü artık Armağan ilkin de
yok...
Kavrom Yayınlan'ndan'i
Kitap
Kokteyti'
Kültür Servisi - Kaynak Yayınlan, ilk kitaplan yayımlanan
Handan Kaynak (Geriye Dönüşsüzlük) ve Can
Eryümlü'yü (Gri Kıyılannda) yaşadıklan kent olan
Ankara'da. yazar, sanatçı ve gazetecilerle taruştırmak için
bir kokteyl düzenliyor. Yann, No Name Bar'da yapılacak
kokteyl için yayınevi yetkilileri kitaplann da diğer sanat
ürünleri gibi. yayımlanışlannda toplantı. kokteyl gibi
organizasyonlann yapılması gerektiğini söy lediler.
Handan Kaynak'ın ilk şiir kitabı olan "Geriye
Dönüşsüzlük" mart başında çıkmıştı. Can Eryümlü'nün
öykülerini topladıği "Gri Kıyılannda" ise geçen günlerde
yayımlandı.
Arıburnu ÖdüllerVne aday
filmlerjüri önünde
Kültür Servisi- Şair.
sinemacı Orhan Murat
Anburnu anısına bu yıl
beş dalda 5'incisi
verilecek olan Anburnu
Ödülleri'ne sinema ve
video dallannda aday 33
film yann jüri önüne
çıkacak.Saat 12.00'de
Fotoğrafevi Sinema
Salonu'nda
gerçekleştirilecek
gösterimlerde 10"a yakın
ödül sahiplerini bulacak. Cevat Çapan. Atıf Yılmaz, Tank
Akan. Tunç Bayaran ve Şerif Sezer'den oluşan jürinin
değerlendirmesi sonucu. sinema ve video dallannda
verilecek ödüllerin yanı sıra bir filmdeki oy unculuğundan
ötürü birerkek oyuncuya verilecek "Yaman Okay Jüri
Özel Ödülü" ile birlikte, özel ödüller de verilecek.
Kültür Bakankğı'nın müzikalleri
ANKARA (ANKA) - Kültür Bakanlığı tarafından Türk
tiyatro ve Türk müziği repertuvanna yeni eserler
kazandırmak amacıyla 14 besteciye sipariş edilen müzikal
eserlerden üçü bakaniığa teslim edildi. Kültür
Bakanlığı'nın isteği üzerine müzikal hazırlığı yapan
sanatçılardan Bora Ayanoğlu'nun "Çiçekli Saksı Sokağı",
Şanar Yurdatapan'ın "Herhangi Bir Öykü" ve Yalçın
Tuğra'nın "Sevmek Nedir" adh besteleri bakaniığa teslim
edildi. Diğer besteciler Nevit Kodallı, Zülfü Livaneli.
TimurSelçuk.OnnoTunç. MuammerSun. Melih Kibar.
Esin Engin, Bülent Ortaçgil, Cem Karaca. Turgay Erdener
ve Cemldiz ise besteçalışmalannabaşladılar. Kültür
Bakanlığı, bueserlerin telif haklannı da sanatçılara
vererek, sanatçı haklannın korunmasını hedeflemişti.
Kültür Bakanlığı aynca. hazırlanacak müzikal eserlerin
gelecek sezon Devlet Tiyatrolan, opera ve bale ile özel
tiyatrolarda sergilenerek halka ulaştınlmasını amaçbyor.