Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3AT1994ÇARŞAMBA CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
CDler kültür düzeyimizin ölçütü
Gürer Aykal yönetiminde Ankara Oda Orkestrası ile Ayşegül Sanca'nın seslendirdiği Mozart'lann devamı gelecek
EVİN tLYASOĞLU
P
iyarist Ayşegül
Sarca'nın şef Gü-
rer Aykal yöneti-
mirde Ankara Oda
Orkestrası ile
I H M H M çaldğı Mozart
konçertolannınplağıru dinliyo-
rum. Pınl, pınl. hiçbir Avrupalı
yorumundan, yabancı kayıttan
farklı değil. Sanca'nın Mozart
yorumu tam zamanının Mo-
zart'ı: Abarülmamış bir şiirsel-
Kk. Her iki konçertoda (K.450,
no. 15 ve K.488. no. 23) çocuk-
su-trajik karakterlerin karşıtlığı
kristal gibi özünlenmiş. Klasik
konçerto gereğı solist ve çalgı
ropluluğunun birbirleriyle ne-
zaket içindeki söyleşisi incelik-
leriyle gözetilmış. CD'nin den-
geli kayıt kalitesi de aynca öv-
güye deger. Bu compact disci
dinlerken Talat Halman ile bir
söyleşimizi anımsıyorum: Hal-
man, New York'ta yaşayan bir
küJtür-sanat adamımız.
Yuıtdışmdaki sanatçılanmızı
nice dış temsilcilerimizden daha
îyı tanır.
Türkiye'in tanhini ve güncel
sanatını tanıtma adına nice res-
mi unvanh kişiden çok daha
önerrüi görevleri vardır. Hal-
man yıllar yılı Dışişleri veya
Kültür Bakanlığı'nca paralar
harcanıp dış ülkelerde Türk sa-
natçılara düzenlenen konserlerde ne
çok hüsran yaşandığına tanık olmuş.
Bu nedenie Türk müzisyenlerini en iyi
tanıtma yolunun ilk aşamada Batılı
besteciyi Türk yorumcusuna çaldırtıp
plaklar yaptırtmak olduğunu söyler.
ıkinci aşamada doğal ki yabana or-
kestra ve solistlere Türk yapıtı seslen-
dirtme olanağı aramaktır. Işte Ayşe-
gül Sanca ve Gürer Aykal'ın Mozart
konçertolan Halman'ın dileğinin ılk
bölümünü tamamlamış! Türk yorum-
cular Mozart çalmışlar. Önceki yıllar-
da dışardan bulduğu olanaklarla CD
yapan PekineOer, İdil Biret, Gülsin
Onay, Ruşen Güneş, Hüseyin Sermet,
Gürer Aykal. Rengim Gökınen gibi sa-
natçılanmızın plaklanm dış basında
gördükçe ne denli övünmüştük. Hik-
met Çetin Yunus Emre Oratoryosu'nu
ilk kez Hungaraton'a yaptırdığında
Macarca bile söylenmiş olsa bizim için
birdönüm noktasıydı.
Bu haffa fstanbul'da çal an Ludnig Dörtlüsü, 1985 yılında Fransız asrllı sanatçılar tarafından kurulmuş. Floransa Oda Müziği ve
Portsmouth l luslararası \ anşmalan'nın vanı sıra Menuhin Vakfı ödülünü de kazanan dörtlü, Ra>el ve Berg seslendirdi.
Gelelim şu sıralarda ülkemizde ger-
çekleştirilmeye çalışılan CD'lere: Gü-
rer Aykal yönetiminde Ankara Oda
Orkestrası ile Avşegül Sanca'nın ses-
lendirdiği Mozartlar'ın ardından
Schubert. Beethoven, Elgar, Debussy,
Grieg, Rachmaninof. Çaykovski gele-
cek. Suna Kan, Ayla trduran, Cihat
Aşkın, Ruşen Güneş, Cumhurbaşkan-
lığı Senfoni Orkestrası çalacak. 1yi de.
daha önceki yazılanmızda alkışladığı-
mız bu projenin bu günlerde sürekli
CD üreteceğini duyurmuştuk. Hatta
okurlanmıza her köşebaşmda ucuz bir
fiyatla kendi yorumculanmızın plağı-
nı bulacaklannı müjdelemiştik.
12 CD'nın hedeflcndiği projeye
Kültür Bkanlığı'nın bugüne kadar
olan katkısı sembolik düzeyde kalmış.
Daha öteye götürebilmek için yalnız
resmi kuruluşlara değil, özel kuru-
luşlara da çağn yapmak gerek.
Yıldönümü kutlamalannda, yeni
yılda böylesi kalıcı bir armağan vere-
mezlcr mi? Hem de Türk yorumculan-
nın bugüne dek ilk kez bir araya getiri-
len bu külliyatına katkıda bulunmakla
Türk müzik tarihine katkjda bulun-
muş olacaklar. Bir şey daha var: Onca
yıl y urtdışında sesini duyurmuş, ken-
dine göre bir ekol yaratmış bu yorum-
culanmızı canlı konserler dışında ne-
rede dinleyebilirsiniz? Onlann plağını
yapıp seslerini canlı tuıabilirsek yeni
kuşaklara da kalıcı birer örnek sun-
muş olacağız. Umanz ülkemizde işti-
ha ile başlayıp \anm kalan projeler-
den biri olmaz bu CD dizileri. Dünya-
nın her yerinde hafıf müzik türlerinde
hemen her gün sayısız CD'ler basıl-
makta. Clkemizde dc pop, özgün mü-
zik, pop-caz, arabesk kasetleri ve CD-
leri çeşitli olanaklar bulunup basılıyor,
dağıtılnor. Ancak kültür düzeyi yük-
sek ülkelerde ciddi müzik çalışmalan-
na da devlet olsun özel kuruluşlar ol-
sun belli bir sistem içinde el verivor,
destek oluyorlar. Böylesi cıddi bir pro-
jenin yanm kalması veya lamama er-
mesi. bızim kültür düzevimizi ortaya
koyacak bir ölçüttür.
İDSO'da Michel Beroff
Bir zamanlann ünlü pıvanıstı Mic-
hel Beroff (1950). mevsim başından
beri beklediğimiz sanatçılar arasm-
daydı. Ancak. Lucas PfafTın yöneıi-
mindekı Brahmsın 1. pıvano konçer-
tosunda düş kınklığına uğradık. S'er
yer yanlış notalara basması. ilk bö-
lümdeki görkemi duvunnaması, son
bölüme neredeyse attaca varmış gibi
bir coşkuyia girişi ve gönüldcn gelme-
yen çalışı bizleri şaşırttı. Ne olmuş bu
ünlü piyaniste derken. işin acıklı yönü-
nü öğrendik: Meğcrse bir süre önce ge-
çirdiği sağ tarafındakı felç nedenivle
pıyanıstliğine ara vermiş. Yenıden
sahnelere dönüp eski pınltısını
yakalamak herhalde zaman
alacak. Güzel müzikalitesi ve
yumuşak tuşesi ile BerofTu
sağhk sorunlan çözülmüş ola-
rak yenıden dinlemeyi dileriz.
Şef Lucas Pfaff ve İDSO'nun
da iyı bireşlik çıkardığı söylene-
mez. Özellikle konçertonun gi-
rişinde ve son bölümde orkest-
ra gereken görkemi duyurmadı,
solistle dengeli bir diyalog ku-
rulamadı. L'zun zamandır din-
lemedığimiz Beethoven'in 4.
şenfonisini PfafTyönetimindeki
İDSO. nüanslara dikkat ederek
yorumladı. Ağır böiümün fazla
ciddi oluşu. ilk ve son bölümle-
rin de kamçılayıcı coşkudan
yoksunluğu biryana. baştan
sona aynı solukta dinledık sen-
foniyi. Lucas PfafTın bir özellı-
ği çağdaş bestecileri tanı-
tmakmış. Bugüne dek pek çok
yapıtın ilk seslendirisini
yapmış. Haftaya kendi ülkesin-
de, Fransa"da üç çağdaş beste-
cinin üç yeni yapıtını seslendire-
cekmiş. Yeni çağın yeni müzi-
ğinde hem melodiye dönuş ola-
cağına hem de karmaşık yön-
temlerin devam edeceğıne
inanıyor. Çağdaş bestecilerin
kanşık nota yazılanndan
yakınıyor. PfafTa göre en
önemli iş şefe düşmekte: "Tarih
içinden de yaşadığımız günden
de iyi müziği seçip çıkartmak or-
kestra şefinin elindedir" dıyor.
Bu hafta Istanbul'un müzik dunya-
sında başta Fransız konuklarda vardı:
Ludwig Dörtlüsü. Maurice Ravel, Joa-
quin Turina vc Alban Berg gibi çağımı-
zın önemli bestecilerinden kuvartetler
seslendirmeleri, her zaman dinleyeme-
dığimiz bir dağarcığı sunmalan ilginç-
tı. Tempolannda. birbirleriyle anlaş-
malannda. çalgılar arası söyleşide ve
filozofça yorumlannda son derece titiz
davrandıklan gibi, çalgılannın akor-
dunun kusursuzluğunda da son derece
titizdiler. Hele çellist Aıuıe Copery'nin
Ra>el kuvartetin bölüm aralannda
uzun uzun akorduvla uğraşması hem
alışık olmadığımız bir ortam yaşattı
hem de biraz vapıtın bütünlüğündeki
konsantrasyonu etkiledi. Topluluk,
kazandığı ödüller. katıldığı festivaller
ve turnelerle seçkınleşmış. Cemal Reşit
Rey Salonu'na bu yıl gelen profesyonel
sanatçılar arasında ilgıyle izledikleri-
mızden bin oldu.
İzmir Devlet Opera ve Balesi'nde soprano Suna Korat ile bariton Mesut İktu'nun konseri beğeni kazandı
Korat ve Iktu'dan Rus şarkılan
ÜNERBtRKAN
Son haftalann en doyurucu. en
nitelikli ve değişik müzik etkin-
liklerinden birine, İzmir Devlet
Opera ve Balesi'nin yakın geç-
mişten görkemli izlenimler
uyandıran salonunda tanık ol-
dum.
Türk operasının gözde isimle-
rinden Soprano Suna Korafla
Bariton Mesut tktu'nun ortak
konserleriydi bu (24 Ocak Pazar-
tesi). Konserin özelliği. prog-
ramın, hiç de alışık olmadığımız
bir şarkı diliyle (Rusça) söylenen
şarkılardan ve Rus operalan ar-
yalanndan oluşmasıydı. Jouiia
Kerlıııova'nın bilgili. dengeli pi-
yano eşliğiyle sunulan şarkılan v e
aryalannı Korat ve fktu. cümle-
leme ustalıklan, entonasyon sağ-
lamlıklan. pürüzsüz. renkli,
yumuşak dokulu sesleriyle yo-
rumladılar.
Korat ve Iktu'dan
örnek bir çalışma
On dokuzuncu yüzyil Rus ope-
rasmın kuruculanndan Mihail
tvanoviç Glinka'nın nefıs bir me-
lodisiyle başlayan. Çaykovski'nın
Rahmaninorun Dubuk'un. Alia-
Myev'in her bıri tükenmez birezgi
kaynağı olarak parlayan şarkılan
ve arada, bu bestecilerin, Boro-
dinTe Rimski-Korsako\'un ope-
ralanndan aryaiarla sürüp giden.
gene Günka'nın "Troyka" adlı
ikilisiyle parlak bir fınalle son bu-
lan konseri, yüksek müzikal nite-
liğiyle her zaman anacağım. Ör-
nek çalışmalanndan dolayı kut-
lıryorum iki seçkin şarkıcımızı.
İkili, Giinka'run birmelodisiyle başlayan, Çayko\ski'nin, Rahmaninorun, Dubuk'un, Aliabiyev'-
in şarkılanvla süren ve gene Glinka'nın "Troyka"sıyla sona eren zengin bir program sundu.
İzmir Devlet Senfoni Orkest-
rası'nda Genel Müzik Dırektör-
lüğü görevini, Devlet Opera ve
Balesi Genel Müdürii sıfatıyla
bırlikte. genç bir muzık ada-
mımız, Rengim Gökmen yürü-
lüyor.
Senfonik orkestralarda "sanat
jönetimi" ışlerinın uzaktan yöne-
tilmesi, bizlere özgü bir olgu. Öte-
den beri yineliyorum: fzmir
DSO'ja. derleyip toplayıa, sözü
dmlenır,bilgisinegüvenilirbir"sü-
rekB yönetmen" bulunması gere-
kiyor. Gökmen, bu nitelikleri
üzerinde taşıyan bir yönetmeni-
mizdir; gelin görün ki, mevsim
başından bu yana verilen 16 kon-
serden yalnızca üçünü yönetmiş,
kalan on üç konserden dördünde
orkestra, Gökmen'in İzmifdeki
meslektaşı Ender Sakpınar'ın
yönetimine verilmiş, ötekilerde
yedi ayn yönetmen görev almış.
Orkestralann. belirli bir program
içinde "yabancı" yönetmenlerle
de çalışmalan. bütün dünvada
geçerli bir uvgulamadır. Ancak.
önce orkestranın belli bir sahib).
patronu olacaktır: Karajan'ın
Berlin'i, Osawa'nın Boston'u
Dohnanyi'nin Cleveland'ı hatta
bir zamdnlar Lessing'ın daha ön-
celen Praetorius'un Cumhurbaş-
kanlığı orkestrası gibi. Şefle or-
kestranın isımleri, birbirinin ta-
mamlayıcısı haline gelecektir.
Böylece şef ve orkestra bir arada.
içinden çıktıklan kentin bırer
"ontır simgesi" olacaklardır
Orkestralar yönetim
biçiminden yoksun
Bizım devlet orkestralanmız.
böyle bir yönetim biçiminden
voİcsur. bırakıldıklan için perfor-
manslan konserden konsere, yö-
netmenden yönetmene değişiyor;
moralleri. inançlan her zaman
avnı çizgi üzerindeyürümüyor.
Sız hıç. bir endüstri kuruluşu-
nun her hafta ayn bir genel mü-
dürie, birsporekibininhermaçta
ayn bir antrenörle yönetildiğinı
gördünüz mü? Böyle bir fabri-
kanın, futbol takımının başanya
ulaşabileceğıne inanır mısınız?
21-22 ocak konserlennde. Ender
Sakpınar yönetti İzmir DSO'vu:
Rus Beşleri'nden Aleksandr
Borodin'in ikinci senfonisı. Mo-
zart'ın. Fransız besteci Henri To-
masi'nin (1901 -1971) Korno kon-
çertolan (solist. Francis Orval).
Sakpınar'ın zekâsına, sağduy usu-
na. ilişkilerindekı insancıllığa.
bilgi birikimine her zaman guve-
nirim. Orkestranın da bu güvenı
içtenlikle duymakta olduğunu
bilmek istıvorum. Borodin"in
şenfonisini. bu güvenin kanı
tlayıcı belgesi olarak gördüm o
konserde. Alman komocu Or-
val'ın usta işi yorumlannda. bu
yumuşak sesîi çalgınm. sologöre-
vinde hep tanığı olduğum. din-
gin. ferah soluğunu duydum.
Milyonlannö:berlediği şarkrnınardrndaM 'hiçkimse'
Kâhür Servtsi - "Bir kere daha çal
Sam, eski günlerin hatınna", "Ne demek
istediğjnizi anlavamadım Bayan Ilsa",
"Çd Sam. 'As Time Goes By'i çal."
Casablanca filmınde Ingrid Bergman
ile DooJev VVilson arasında geçen bu
ünlü diyaloğu dünyanın dört bir yanı-
nda milyonlarca insan ezbere bilıyor.
Dooley Wilson"un söylemeye zorla ıkna
edikdiğı şarkırun sözleri ise belki de dün-
yada en çok atıfta bulunulan şarkı sözle-
ri. Yine de bu ünlü şarkınm sözlerini ya-
zan ve besteleyen Herman HupfeM'ın is-
mini bilen insan yok denecek kadar az.
Casablanca'nın jeneriğinde Herman
Hupfeld ısmi yoktu, onun yerine şarkıyı
ilk djnlediğinde hiç beğenmemiş olan
Max Steiner'in adı müzik aranjörü ola-
rak yer alıyordu. Laurence Leamer.
Bergman'ın yaşamını kalemealdığı ünlü
biyografısine "As Time Goes By" ismıni
vermiş, ancak filmle ilgili tüm detaylara
yer verirken kitabının ısim babasından
hiç söz etmemişti. Yine aynı isımli bir te-
levizyon dizısi çekıldiğinde. kımse Hup-
feld ısmini anma gereği duvmadı. Hup-
feld'in hakkının venldığı tek kaynak
Alan Jay Lerner'ın "The .Vlusical Thea-
ter" adh yapıtı oldu.
"As Time Goes Bv". 1931 yılında sah-
nelenmeye başlanan "Everjbody Weko-
me" adlı Broadvvav müzikalı için beste-
lenmiştı. O zamanlar şarkı pek dikkat
çekmemiş. müzıkalde kısa bir süre sah-
nelendikten sonra unutulup gitmiştı.
Yine de şarkı Elisabcth VV'ek gibi ünlü
gece Klübü piyanistlen sayesınde popü-
ler bilinçaltına yerleşti. Ama gerçek
çıkışını ilk çalınışından tam 11 yıf sonra
Casablanca filmi ile yaptı. . Bergman ve
Humphery Bogart için taşıdığı güçlü
sembolik anlamı ile filmin diyaloglannın
bir parçası haline gelen sözlerini bılme-
yen kalmadı: o günden sonra ancak çok
az kişinin hafızasında, şarkırun giriş bölü-
münde yer alan hızlı değişimin yarattığı
baskı ve modern yaşamın belirsizîikleri ile
ilgili sözler yer edebildi.
Hupfeld'in yaşarra hakkında da çok az
şey biliniyor. New York'un kuzeybatısı-
nda küçük bir kasabada, 1894 yılında
dünyaya geldi. Müzik konusundaki de-
hası çabuk keşfedildi ve dokuz yaşında
keman öğrenimi görmek üzere bursla Al-
manya'ya gönderildi. Dönüşünde Ameri-
ka'da normal bir liseye devam etmek iste-
diyse de 18 yaşında Ziegfeld'in müzikal-
lerinde kendi bestelerini çahp söylemeye
başlamıştı bile.
Binnci Dünya Savaşı yıllannda, deniz
kuvvetlerinde çarpıştıktan sonra piyanist
ve besteci olarak mesleğini sürdüren Hup-
feld, günün gözde Broadvvav revülerinin
dile dolanmaya aday şarkılannı bestele-
meye başladı.'
Nitelikli şarkılan ile eğlence dünyası-
nda sarsılmaz bir yer edinmiş olmasına
rağmen Hupfeld'in sosyal bir insan ol-
madığı anlaşılıyor. "Star Dusf'ın söz-
lerini yazan ünlü söz vazan Mitch Pa-
ri§h'in Hupfeld'le ilgili anısı bunu
kanıtlıyor.
Amerikan Bestecıler Yazarlar ve Ya-
yımolar Birliği'nin 1920'lenn sonlannda
verdığı bir davettc henüz hıçbir hıt par-
çaya imza atmamış olmakla bırlikte
küçük yaştan beri içıne gırdiğı eğlence
dünyasında tanınan bir sima olan Hup-
feld ile henüz mesleğine yeni adım at-
makta oian Parish, I920"lerin sonla-
nnda Amerikan Bestecıler Yazarlar ve
Yayımcılar Bırliği'nin verdıği birdavette
karşılaşmışlar. Parish. heyecanla Hup-
feld'in bestelerine hayranlığını belirtmiş
ve bırlikte çalışmayi önermış. Hupfeld
soğuk bir sesle. "Kendi bestelerimin söz-
lerini kendim jazarım" diverek Parish'ın
yanmdan uzaklaşmış. Hupfeld'in İkinci
Dünya Savaşı yıllannı askeri kamp ve
hastaneleri dolaşarak askerleri eğlendir-
meye çalışarak geçirdiği biliniyor. 1951
vılında öldüğünde, popüler müzik
sahnesınde yer alan çağdaşlannın arası-
nda atılmış sesız bir çığlıktı artık. Hup-
feld'ın milyonda bir çıkan ve milyonlara
seslenen bir şarkımn ardmdakı "hiç kim-
se" olarak kalmasının nedenlerinden
bıri. hiçbir Broadvvay şovunu baştan
aşağı bestelememiş olması. bunun yerine
tek tek parçalan, başkalannın imzasıyla
ünlenen şovlann arasına serpiştirmiş ol-
masıvdı
Görkemlı Broadvvay dünyasında bir
mınyatür sanatçısı konumuna düşüşü-
nün ardında bu tercıh yatıvordu. ama
romantık sözlenn müzikle kusursuz bir
uyuma kavuşarak klsıkleştiği ve "zaman
geçtikçe" bizı büyülemeyı sürdüren tek
bir şarkı ıçın bile adının anılmayı hak et-
lığı ortada.
DUSUNCEYE SAYGI
MEMETFUAT
RabiaHatun
Geçenlerde bir yazar arkadaş telefon edip Rabia Ha-
fcjn'u bilip bilmediğimi sordu. Sonra da ortaya çıkış yılla-
rındaki tartışmalardan söz etmemi istedi. Anımsayabil-
diğim kadarını anlattım. Daha önce bilmiyormuş bu
olayı, şiirleri de bayağı beğenmiş, heyecanlıydı.
"Nasıl olurda bilmezsin Rabia Hatun'u?"dedim.
Ama kcnuşmamızdan anladım ki bizim herkesçe bi-
lindiğini sandığımız bazı şeyleri bizden sonraki kuşaklar
bilmiyorlar. Şaşmamak, tersine sorumluluğunu duymak
gerekir. Bilmediklerine göre biz aktararnamışız demek-
tir.
Rabia Hatun'un geleceğe aktarımı konusunda sanırım
bir türlü çözülemeyen sorun şuydu: Eleştirmenler çağı-
mızda yaşadığı halde geçmişte yaşamış gibi yazan bu
şairi nereye koyacaklarına karar veremediler. Çağdaş
şiir antolojilerinde yer almadığı gibi, Divan şiiri antoloji-
lerinde de yer almadı.
1961 de yayımlanan 44 sayfalık minicik kitabı da yayın
dünyasının savrukluğu içinde yitip gitti...
Oysa Vasfi Mahir Kocatürk'ün derlediği, 1947de Var-
lık Yayınları arasında çıkan Divan Şiiri Antolojisi'nde en
sona Rabia Hatun'un üç şiiri alınarakşöyle bir not
eklenmişti:
"Birkaç parça şiiri ellerde ve dillerde dolaşan, fakat
hayatı hakkında hiçbir bilgi edinilemeyen Rabia Hatun'-
un yaşadığı asır belli değil. Biz bu hususta bir hüküm
vermemekle beraber, antolojimizi onun güzel mısrala-
rından mahrum etmemek düşüncesiyle şiirlerini kitabı-
mızın sonuna ilave ettik."
Aslında bu şiirlerin yazan fsmail Hâmi Danişmend
idi. "Şapka" dediğimiz düzeltme imini kullanmaya çok
önem veren bu tarihçimiz, kendi adındaki bütün "a "ların
üstüne şapka koyduğu gibi takma adını da "Râbia Hâ-
tun" diye yazıyordu
Ne var ki bu adı açıkça üstlenmiş değildi. B'ümem han-
gi yüzyılda yaşamış bir kadın şairin şiirlerini bulduğunu
ileri sürüyordu. ismail Hâmi Danişmend'in kendi adıyla,
ayrıca "Muhtî" mahlasıyla da şiirler yazdığı bilindiği
için, yazın tarihçileri olayı kuşkuyla karşıladılar. Araya
dilciler de girince, bir aldatmacayla karşı karşıya olun-
duğu yadsınamayacak bir biçimde ortaya çıktı. Şiirlerin
dili söylenen yüzyılın dili değildi..
İsmail Hâmi Danişmend bunun üzerine ilk savından
vazgeçerek "RabiaHatun"^ adını bir süre önce ölenkarı-
sının kullandığını ileri sürdü. Şiirleri o yazmıştı. Genç,
güzel, hulyalı bir kadının fotoğrafı yayımlandı. Tarihten
gelen gizeminin yerini çağdaş bir gizem almıştı, ama ne
çare ki olayı tartışanlar arasında, bu genç, güzel. hulyalı
kadının yazın öğretmenliğini yapmış olan bir kişi de var-
dı...
Aldatmaca ortaya vurulduktan yıllarca sonra İsmail
Hâmi Danişmend işte o 44 sayfalık minicik kitabı yayım-
ladı: Râbia Hâtun Şiirleri, Bâbıâlı Yayınevi, 1961. Başta-
ki kısa açıklamada. tartışmalara katılmış olanlar, alaycı
bir dille "mütehassıs ulemâ ve iidebâ" diye anılıyor,
herkesin takma ad kullanmakta özgür olduğuna değini-
liyordu. Sanki yazın tarihçileri aldatılmaya kalkılmamış,
bir tür eski yapıt düzmeciliği yapılmamış da, salt birisi
takma adla şıir yayımladığı için boş yere gürültü patırtı
edilmişti...
Rabia Hatun Şiirleri adı altında bir araya getirilenkırfcu
birşiirinotuzsekizidörtlük, üçüikilikti. 1960larınbaşın-'•
da yayımlanan bu minik kitapçık fazla bir yankı uyandır-
madı. Belleklere kazınan eski dörtlüklere yenileri eklen-
medi. Genel kanı Rabia Hatun'un butün şiirlerinin güzel
olmadığı yolundaydı...
llgisizlik büyük oranda bundandı, ama okurlarda alda-
tılmış olmanın yarattığı bir küskünlük de vardı...
RABİA HATUN
Dillerde dolaşan şiirleri:
1.
Bir kâsedür alav dolu gönlüm, yanâ yanâ
Men tâ senün yanunda dahî hasretem sanâ!
Yaşlar dökende söndüremez âteş/mi sû:
Sunsan elünle kaanumu içsem kanâ kanâ!
2.
Olsandı sen semâ, olsandı sen havâ,
Alsamdı men senF dem dem, nefes nefes!
Olsandı sen zaman, olsamdı men mekân,
Eflâki dolduran bir aşk olurdu bes!
3Pâyin sadâsı gelse de sen hîç gelmesen,
Men dinlesem kıyâmete dek. vuslat istemen.'
Bulsam izinle semtıni, ol semte irmesem,
Aşsam zamânı hasretin encâmı gelmeden!
'Yurttaş Kane' fılminin
aktörlerinden Joseph Cotten öldü
LOS A.NGELES (AA) - "Yurttaş Kane" fıimınin unutulmaz
aktörü Joseph Cotten. 88 yaşında zatürreeye venik düserek öldü.
Ingrid Bergman, Bette Davis ve Manlvn Monroe ile pek çok film-
de rol alan Cotten'in eşi Paricia Medina. ünlü aktörün Los Ange-
les'taki evlerindeöldüğünü sövledi. 1905 yılında Petersburg'tado-
ğan Cotten. 1940 vılında Hollvvvood'agelerek ilk fîlmı olan "Yuri-
taş Kane"de rol aldı. Orson VV'elles'ın bu unutulmaz filminde.
VVcllcs'in eski bir dostunu canlandıran Cotten. filmdeki "Onun en
iyi dostuydum. Ancak bana kalırsa tam birserseri gıbidavranıvor-
du" cümlesi ile ün yapmıştı. Cukor. Hitchcock, Dieterle ve Vidor
gibi bü>ük yönetmenlerin fılmlennde. genellikle karmaşık bir ruh
haline sahip sivri karakterleri canlandıran Cotten. toplam 75 film-
de rol aldı. Ingrid Bergman ile "Hantise" (Saplantı). Bette Davis ılc
"L'Argent De La Vieılle" ve Marilvn Monroe ile "Nıagara" adlı
filmlerde rol alan Joseph Cotten. son olarak vvestem ve korku türü
filmlerde oynadı. 1981 vılında beyin kanaması geçıreıı Cotten.
Hollyvvood dünvasına veda etmek zorunda kalmıştı
"Casablanca"da Humphrey Bogart ve Dooley NVilson.