27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 EYLÜL1993 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER Üniversitelerin müterdm-tercümanlıkbölümleri öncelikle yazınsal düzlemde, çeviri yapmak ciddi bir iştir, her şeyden önce birikim ve en az iki dilin kurallanna ve işleyişlerine egemen ohnayı sağlayabilecek bir donanım ile dil becerisi gerektirir. ERTUĞRULEFEOĞLU Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Gör. laşma, daha da küçükn meslek birlik- lerinin daralan kadrolanna dayandığı için. dış ülkelerdeki bilimsel çalışma- lar, ya hiç çevrilmemekte, ya da çeviri- yayınlar evrenimizde, yok denecek ka- dar az bir yer tutmaktadırlar. Kitapçı- lann raflannda arada bir göze çarpan ve çoğu güncelliklerini yitirmiş olan bilimsel betik görünümlü çeyiriler, da- ha çok, geniş kesimlerin ilgisini çeke- cek türdendirler. Bu alanlarda örnek oluşturabilecek çevrilmiş betiklerin azlığı, bu tür etkin- likler üzerine yeterli ve tutarh değer- lendirmelere varabilmeyi de neredeyse olanaksızlaşurmaktadır. Kaldı ki, çeviri sorunu daha çok, ya- bancı dillerdeki yazınsal (edebi) yara- tuniarın Türkçeleştirilmeleri süreande ortaya çıkmaktadır. Çünkü, yukanda da değinmeye çahştığım gibi. bilimsel ürünlerin çevirileri üzerinde çeviribi- limsel kesimlemeler yapabilmek, -bu çeviriler geniş kapsamlı bir bütün oluşturamadıklan ve elde olanlar da mesleklerin dar çevrelerine sıkışıp kal- dıklan için- şimdilik olanaksız gibi görünüyor. Bu konuda söylenebile- cekler, birbirinden kopuk birtakım yüzeysel gözlemlerin ötesine geçemez- İer. Buna karşılık, çeviri dünyamızda, çevirdikleri beliklerle bizlere kendileri- ni tanıtan yeni adlar, dolayısıyla yine- lenen sorunlar, roman türü başia olmak üzere, öykü, oyun, yaşamöykü- sü, deneme, aru ve şiir gibi yazın ağır- hklı, ya da yazınsal yanı öne çıkan O zellikle son yıllarda, ya- bancı dillerdenTürkçe- mize kitaplar çeviren insanlann sayısında önemli bir artışın olma- sı. dikkat çekmektedir. Neredeyse ay geçmiyor ki, yeni çevril- miş bir kitabın kapağında, yeni bir adla karşılaşmayalım. tlk bakışta sevindirici, giderek, gö- nendirici gibi göriinen bu olgunun ardında, bir yığın olumsuzluğun yattı- ğını gözlerden gizlemek, kolay olma- dığı gibi, doğru*da değil. Hiç de öyle bilimsel deneylere ve gözlemlere başvurmaksızın, önsel us- lamlamalara dayanarak diyebiliriz ki, kimi bilim alanlanna özgü betiklerin (kitaplann. metinlerin) çevrilmeleri. o alanlan az çok tanıyan ve iyi bir ya- bancı dil bügisine sahip araalann var- lıklannı gerekli kılar. Terimler açısın- dan olsun, o özgül alanlardaki gön- dermelere birikimleriyle egemen olabilmek açısından olsun, söz konu- su olan bilim dallanndaki beü'kleri Türkçeleştirme sorumluluğunu üstle- nenlerin, o alanlarda üretilmiş çoğu değeri kullanabilecek yetide olmalan, ya da en azından, çaüşmalannı, o ala- nın uzmanlanyla sürdürmeleri. bu işin temel zorunluluklanndandır Böyle olmakla birlikte. ozellikle üni- versitelerde araştırmalar yürütmekte olan bilim adamlannın. en az bir ya- bancı dili, kendi bilim alanlanndaki yabana yayınlan izleyebilecek düzey- de bildikleri varsayıldığı; ve aynca, çok küçük birimlere aynşan uzman- ürünler çevresinde yoğunlaşmaktadır- lar. JCesin ve genelleyici olmamakla bir- likte, denilebilir ki, bu yazınsal ürün- lerle söz konusu olan bu yeni adlann buluşmalannı sağlayan kurumlar, ço- ğu kez ve genellikle. yayınevleridir. Çeviri işini üstlenecek kişi, Türkçeleş- tireceği betiğin yazannı belki de ilk kez orada, o anda duymaktadır. Kendi- sinden Türkçeleştirilmesi istenen beti- ğin, yazın evrenindeki yeri, içeriği, savlan ve hedefleri konusunda en küçük bir önbilgiye. duyuma, bir ka- nıya sahip değildir. Daha da ileriye giderek. diyebilirim ki, sözgelimi roman çevirme işine giri- şen bir kişinin, yaşamında okuyacağı ilk roman. belki de, Türkçeleşlirmesi için kendisine verilen. elindeki o ro- man olacaktır. Daha önceden hiç roman okumamış. ya da yazınsal de- ğerleri tartışılabilir suyuna tirit birkaç ürünü ancak okumuş kişilerin, roman çevirme işıne böylesine gözü kapalı dalmalannı anlamak güçtür. Bunun için, insanın, ya gözü çok kara, ya da sözcüğün tam anlamıyla tepeden tır- nağa bilisiz olması gerekir. Ama. ne gam! Oğlumuzun babası Almanya'- da ışçt olduğu için kendisi de anadili gibi (!) Almanca konuşmaktadır. Eh, Türkçede babasının dili olduğuna gö- re:gelsin çeviriler!.. Daha çok da, îngilizce'den yapılan çeviri bolluğu var yazın dünyamızda. Nasıl olmasın? En küçük illerimizde bile İngilız diliyle öğretim yapan (!) Anadolu liselerinde ve öteki kolejler- de, sular seller gibi ezberlenen İngilizce kalıp-sözler, boşa gidecek değil ya! Söz konusu olan bu okullann, öğretim dili olduğu ileri sürülen bu Ingilizceyle bilimsel araştırmalar, yabana yayın izlemeler hem olanaksız hem de u ge- rekaz" olduğu gibi, bu düzeydeki bir yabana dille. karşıt uçta yer alan iki etkinlikte bulunulabilir. Ancak: Ya ortaokul öğrencilerine İngilızce dersi verilir, ya da roman, öykü vb. yazınsal betiklerçevrilir. Yaşamında hiç olmazsa birkaç ro- man okumamış bir insan, tutup bir de yabana dillerin birinden herhangi bir romanı Türkçeye çevirirse, gerçek bir ruhsal sapkınlığa düşebilir; aradan yıl- lar da geçse, çevirmenliğin kesinlikle yazarhk olmadığını, ya da neden ola- mayacağını, bir türlü kavrayamaz. Yazarlığın bir yaratıalık gerektirdiği- nü çevirmenin ise, herhangi bir dilde yaratılmış bir yapıtı, bir başka dile ak- tarmakla yetindiğini, ya da olsa olsa. onu erek dilde yeniden oluşturdugu- nu, bilemez; bu en temel aynmı bile, çoğu kez kanştınr o kişi. Derler ki, eleştirmenler, yazınsal üretimde bulunmaya yetecek imgelem gücünden ve yaratıçılık yeteneğinden yoksun olduklan için, yazınsal yapıt- lar üzerine. değerlendirme yazılan oluşturabilirler ancak. Bu kirpilerin söylemlerinde ortaya çıkan sivri uçlu aatıa oklann, işte bu bastınlmış kıs- kançlık duygulanndan ileri geldiği de. söylenenler arasındadır. Bu yargılar doğruysa eğer, eleştirmenler, bu yersiz horgörüyü çeviımenlerle paylaşmak isteyebileceklerdir. Çünkü çevirmenlik de. özgûn betik- ler yaratamayan kalemlerin bir avun- ma yolu olarak görülebilir; ve görül- mektedir de. Oysa, ozellikle yazınsal düzlemde, çeviri yapmak ciddi bir iş- tir; her şeyden önce birikim ve en az iki dilin kurallanna ve işleyişlerine ege- men olmayı sağlayabilecek bir dona- nım ile dil becerisi gerektirir. Yabancı dilden anadile söylem aktarmak, ya- nm yamalak bir yabancı dil bilgisi ve üretken konuma yükseltilememiş ve- rimsiz bir anadille, gereğince başanla- maz. Bu düzlemde çevirmen olmanın ağır sorumluluğunu üstlenecek birey- den, yabancı dil bilgisinden de çok. anadiline egemen olabilme yeteneğine sahip olması beklenir. Yoksa, değil Imam-hatipte ya da herhangi bir dev- let lisesinde öğrenilen bir yabana dil. yurtdışında sokak arkadaşlanndan öğrenilen bir yabana dil bile, işe yara- maz!.. Bu konuda, çeviri işlcmi sırasında. varsa eğer, o betiğin yirmi-otuz yıl ön- ceki çevirisine bakmak, ya da daha ile- riye gidip nasıl olsa çevirmeni de çok- tan ölmüş olan o eski sözcüklerle dolu betiği, yeni sözcüklerle ve daha düz- gün bir Türkçeyle yeniden oluştur- makla da, namuslu bir çevirmen olu- namayacağını söylemeliyim. Alaytı çevinnenliğe son Yabanıl bir ormana dönen çeviri dünyamızdaki bu karmaşa, bu başı- bozukluk. yurdumuzdaki etkilerini en çok yedi-sekiz yıl daha sürdürebilecek gibidir. Günümüze gelinceye dek, ki- mi niteliklerini yukanda sıralamaya çalışüğım alaylı çevirmenler ve birta- kım çeviri heveslilerince gerçekleştiri- len bu çeviri etkinlikleri, bundan böy- le, yerlerini, yeni yeni yaygınlaşmakta olan üniversitelerdeki mütercim-ter- cümanlık anabilim dallannı bitirecek öğrencilerin en azından bir bölümü- nün yetkin ve düzeyli çahşmalanna bırakacaktır. Bu bakımdan, ozellikle, yabana dil- le eğitim yapan liselen, ya da yabana ülkelerdeki ortaöğretim kurumlannı bitiren öğrencilerden, dile. yazına, çe- viri ve çeviribilime eğilimli; uluslarara- sı ve ekinlerarası ilişkilere yatkın olan- lann, üniversitelerdeki bu bölümleri yeğlemeleri, yerinde olur. Yurdumuzun dünyayla bütünleş- mesi. okur sayılannı azaîtan değil, tam tersine, çoğaltan yetkin çeviriler aracı- lığıyla. hem daha çabuk, hem de daha kolay olacaktır. Bu konuda umut. bu bölümlerde yelişecek gençlerde. TARTIŞMA Stinpolis=Kente doksanat' yapısından yolaçıkarak "kenf'e varmaya çahşacağım. Bunun için çalışmalanmda çokça vurguladığım "çözûmleyici" yöntemi kullanacağım. Bir kez bu yapı III. sınıf kapsamının dışında ve tekil bir sıra göstermektedir. Bu yapıda sorunlann "dekoı" düzeyinde çözülmesine öncelik verildiğini. "mimariık" düzeyinde ele alışın ise yeterli olmadığını görmekteyiz. 1,2 ve 3. kat yuzleri özgün olarak korunurken, yer katı yüzünün değiştığini ızliyoruz. 3. kattan sonraki "alüminyum giysi" ile öğelerin üçe çıkması sonucu yapının anlatımına getirilmek istenen "karşıtlık" ortadan kalkıyor. Bunun yanında M gjyaw nin geniş bir alan oluşturacak biçimde ozellikle dar sokağa taşması düşündürücüdür. u KentciUkn açısından ise şoruna yaklaşılmadığı izknimini ahyonız. tstiklal Caddesi'nin geçmişteki ve gelecekteki kimliği, imgesi ne idi, ne olacaktır? Nasıl bir kentselçevre tasarlanmaktadır? Bunun da yapı yüzlerine yansıması ne olacaktır? Bu sorulann yanıtı verilmemiş gözüküyor. Gelecek zamanda fstiklal Caddesi'nde buna benzer yüzlerce eski yapı varsa yüzlerce "yüksetaıe" ve de var olan yüksekliklerin "moda btr kılığa sokulması" istemleri gelecektir. Zaman içinde bu istemlerin gerçekleştiğini düsünelım. Böylesı bir "giysT'nin bu yapılarda aşağı yukan yinelendiğini tasarlayalım: Sonuç tam bir "kargaşa" olacakür. Geçmişyüzyıllar 4 mimarlığımızda mimarlar, yerel mimarlığımızda ustalar içinde yetenekli mimarla ve yetenekli ustayla, yeteneksizin yaptığı işler arasındaki fark, -kaba bir bakışla- öyle çok büyük değildi. Yaşanan yaşam, kültür, görenek bunu getiriyordu. Oysa günümüzde yetenekli mimarla, yeteneksizin yaptığı işler arasında ucurumlar ve uçurumlar vardır, yaak ki... Kaldı ki bugün kentlerimizın çok az bir bölümünün "mimar yapıtı" olduğunu bilmekteyiz. Her türden mühendıs, kalfalar, yükleniciler vb.lann yapıtıdır bugün kentlerimiz. Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, korunması gereken caddenin, giderek kentsel ŞİTin düşey boyutta "ikiHw bir fıziksel yapılaşması ortaya çıkacaktır. Alttaeski taş -ya da tahta- yapılar, üstte yeni alüminyum -ya da ayna- yapılar... Böylece bildiğimiz yapı-kat ilişkısi, bütünlük ortadan kalkacak, yeni bir u basamak" kavramı gelecektir. Sorun bu kadarla da kalmaz. Kentlerimizdemaymun iştahlı bir "yeni gelenek" vardır. ozellikle tecim bölgelerinde yer katlan, birkaç yılda bir dekorculann vedükkancılann beğenilerine göre yüz değiştirir. Taş bir 19. yy. yüzü altında. renkli plastik, ya da paslanmaz -kimi zaman paslanır- çelik kaplama yüzler... örneğimizde bu geleneğın tersyüz edilerek kullanılmış olması olasıhğı vardır. Parlak gereçler üst katlan kaplamaktadır. Son uçta kentsel yozlaşmanın yeni bi türüne tanık olacağız: Ortada "korunan katlar", üstte ve alttau cağdaş gelişme"nin getırdıği "cilalı" yapı parçalan. Anlamsızlığı göz önünde canlandırmak hemen hemen olanaksız... Yapı gereçlerinin ve çatkılannın oldukça gelişmişlerini veriyor gözüken bu örnekte mimarlığın ve kentçiliğin u doğuşsal Okeleri^nin gözardı edilmiş olabilmesi, gercekten "yüreklilik"ten söz ettiren bir davranışsa da çok değerli bir ayncahk olan bu niteliğin, sözünü ettiğim bilim-sanatlann yanında yer alması beklenemez miydi? Ya da gereçlerin yeniliğinin, boyalılığının, parlaklığının getirdiği albeninin bu ilkelere, değerlere gereksinim duymaması çağımızın H çağdaşiığın nın bir geregı mi? Yine kente dönecek olursak yukanda sözünü ettiğimiz olgulann bizi bir "ilk ömeğe" götürmesi olasıhğı çok güçlüdür. Vurgunculanjı, yüklenicilerin, işi gücü taşınmazlar olanlann, yerel tneclis üyelerinin çok mutlu olacagı bir kent doğrulamına: O da kampuslarda örnegini gördüğümüz, yayılan H açtk plan" çatkılannın üçüncü boyutta uygulanması; yükseklik "özgür" ve her u genişl€tnıc"ye açık kent. Bir soru: Yeryüzünün en kolay para kazanılan ülkesinde para hırsının boyutu, daha zor kazanılan ülkelerden -ki onlar kent korumacısıdırlar- daha mı büyük olmaü? Mustafa tzberk PENCERE Temiz Toplum'da ANACın Konumu... Oktay Ekşl Hürriyet'teki başyazısında diyor ki: "AA/AP lideri Mesut Yılmaz, bilindiği gibi son zaman- larda hayli aktif görünüyor. Her gün gazetelere demeç- ler veriyor, iddialar ortaya atıyor, Velakin bu iddiaların- da kendi konumuna hiç de uygun düşmeyen bazı sözler söylüyor. Örneğin gazetecilerle konuşurken 'elinde bir bakanı hapse attıracak kadar önemli bilgi olduğunu söy- lediği' bildiriliyor. Yılmaz aslında ciddi bir insandır. O nedenle boşu boşuna laf etmesi ihtimali azdır. Azdır, ama kendisi henüz isim açıklama aşamasmda değilken tutup kabinenin 30 küsur üyesini şüphe altında bıraka- cak bir söz söylemesi doğru mudur?" (Hürriyet 22.9. 1993) Ekşi'ye göre bu tutumdan "şantaj" yorumunu çıkaran- lar olabilir; "bizimle ilgili dosyaları siz açıklarsanız, si- zinle ilgili olanlan da b/z açıklarız" mesajının verilmek istendiğini düşünenler çıkabilir. • Sabah gazetesinin 21 Eylül 1993 günlü sayısının man- şeti birtekcümle: "- Bir bakanı hapse attırabilirim." Kim söylemiş bunu? Mesut Yılmaz... Gazetenin alt başlığı da şöyle: "ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz. Sabah a 'elimde bir bakanm rüşvet aldı- ğına dair kesin delil var. Kimden ne zamana kadar para aldığını biliyorum' dedi." Sayın Yılmaz, Sabah'ın Genel Yayın Müdürü Zafer MuUu'ya bunları söyledikten sonra demiş ki: "Rüşvet verenlere afçıkarsa, ismi bende saklı olan bir müteahhit rüşvet verdiği bakanı açıklayacak.'' Yılmaz'ın ciddi bir kişi olduğunu söyleyen Sayın Oktay Ekşi'ye katılmakla birlikte, bu tür açıklamalarm ya da ko- nuşmaların gayri ciddi olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. • Bizim yasalarımıza göre bir suç işlendiğini gören, ha- ber alan ya da bilen kişinin "yetkili resmi makama " olayı duyurması gerekir; eğer bir kişi rüşvet suçunu bilip de gizliyorsa, suca iştirak etmiş sayılır. Ne var ki ana muhalefet partisi lideri Sayın Yılmaz bu konuda bir başka yöntem kullanıyor. ANAP Genel Başkanı diyor ki: "- Bizim yasalanmıza göre rüşvet almak da vermek de suçtur. Onun için (rüşvet verenler) bana yaptıkları bu beyanlan adalete yapmaktan haklı olarak kaçınıyorlar. Parti olarak bir yasa teklifi getiriyoruz. Rüşvet verenle- rin, verdikleh rüşveti belgelemeleri halinde cezadan muaf tutulmalarmı öngören geçici bir yasa teklif edece- ğiz. Bu, Meclis'ten çıkarsa, eminim ki bana yapılan bu beyanlara ilaveten, bu olaylar açıklığa kavuşturulacak, açıklamalar adalete intikal ettirilecektir." Ancak iş bu kadarla bitmiyor. Gazeteciler rüşvet alan bakanın kim olduğunu Sayın Yılmaz'a soruyorlar. Aldıkları yanıta bakın: "- Bilsem de söylemem. Partisini de adını da söyle- mem." (Sabah, 22 Eylül 1993) Olmadı •'"•!nj.\ut>vi'P-j^..ı>n i!-jbn:ıı--"'t ,- Sayın Yitmaz"ciddıbir insan" ise ya "bir bakanınrüş- vet aldığına dair elimde bilgi var" demiyecekti ya da "rüşvet alan bakanı bilsem de söylemem" diye konuş- mayacaktı. Türk Ceza Kanunu'nda rüşvet alana "mürteşi", vere- ne "raş/"denir; her ikisi de suç işlemiştir; her iki suç da hapisle cezalandırılır. ANAP mürteşiyi cezalandıran ve raşiyi bağışlayan bir yasa önerisi hazırlarsa, bu, hukuk mantığına sığmaz, anayasanın temel ilkelerine de ters düşer; gayri ciddi biryaklaşım içeriği taşır. En iyisi Sayın Yılmaz'ın elinde yolsuzluk ve rüşvete ilişkin kanıtiı dosyalar varsa, hemen açıklaması, yoksa susmasıdır. Fakat siz "Ben kurban değil, merhamet isterim" sözünün ne demek olduğunu bilmiş olsaydınız suçsuzlan mahkum etmezdiniz... : İncil (Matta), 12 I 7 AKÎS'vorumsıız haber... valansı/ vorum*' Y A R I N B A Y I N I Z D E tLAN BEYOĞLU4. ASLtYE HUKUK HÂKtMLÎĞt*NDEN DosyaNo: 1993/182 Davaa Ibrahim Gözetiroğ- lu vekili Av. Tuğrul Balkır ta- rafından davalı Elena Gözeti- roğlu aleyhine açılan boşan- ma davasmda verilen ara karan gereğinee: Davalı Elena Gözetiroğlu'- na, Akıncı Mah. Şair Çıkmazı Sok. Şenel Apt. No: 3, D: 11 Güngören-îstanbul adresine tebligat bila tebliğ iade olun- makla: Adı geçen davalının, dunış- ma günü olan 20.10.1993, sa- at: 9.30'da mahkemede hazır bulunmalan veya kendisini bir vekil marifeti ile temsil et- tirmeleri, aksi takdirde gıya- bında duruşmaya devam olunacağı ve dava dilekçesine kain olmak üzere işbu ilan da- valı Elena Gözetiroğlu'na ila- nen tebhğ olunur. 15.7.1993 Basın: 9678 tLAN İSKENDERUN1. ASLtYE HUKUK MAHKEMESt'NDEN DosyaNo: 1984,826 Vası- Selahattın ört - Adresi meçhul Davaa Türkan ört tarafından Mustafa ört aleyhine açümı; bu- lunan boşanma davasının yapılan dunışmasi sonunda: Mahkememizin 10.3.1989 ta- rih ve 1984 826 esas, 1989/115 sayıh karan ile Elaağ ili Merkez ilçesı Elmapınan, cilt 068/02, sa- hife 23. kütük 71'de kajiüı (hane) AbduUahtaa, 28.4.1941 d.lu Tür- kan ört ile aynı hanede kayıüı Numan ve Fatma'dan olma, 1938 d.lu Mustafa ört'ün boşanmala- nna. müşterek çocuk 1973 d.hı Melahat ile 1975 d.lu Muman'ın velavetlerinin davaa anneye veril- mesine karar venldığı. ışbu ılanın neşır tarihinden itıbaren 15 gün içinde davalı Mustafa ört vasisi Selahattın ört'ün karan temyiz etmedıği takdirde hûkroün kesin- leştırileceği ilan olunur. 7.9.1993 Basın: 51149
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle