Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 25 EYLÜL1993 CUMARTESİ
OLAYLAR VE GORUŞLER
Üniversitelerin müterdm-tercümanlıkbölümleri
öncelikle yazınsal düzlemde, çeviri yapmak ciddi bir iştir, her
şeyden önce birikim ve en az iki dilin kurallanna ve işleyişlerine
egemen ohnayı sağlayabilecek bir donanım ile dil becerisi gerektirir.
ERTUĞRULEFEOĞLU Yıldız Teknik Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Gör.
laşma, daha da küçükn meslek birlik-
lerinin daralan kadrolanna dayandığı
için. dış ülkelerdeki bilimsel çalışma-
lar, ya hiç çevrilmemekte, ya da çeviri-
yayınlar evrenimizde, yok denecek ka-
dar az bir yer tutmaktadırlar. Kitapçı-
lann raflannda arada bir göze çarpan
ve çoğu güncelliklerini yitirmiş olan
bilimsel betik görünümlü çeyiriler, da-
ha çok, geniş kesimlerin ilgisini çeke-
cek türdendirler.
Bu alanlarda örnek oluşturabilecek
çevrilmiş betiklerin azlığı, bu tür etkin-
likler üzerine yeterli ve tutarh değer-
lendirmelere varabilmeyi de neredeyse
olanaksızlaşurmaktadır.
Kaldı ki, çeviri sorunu daha çok, ya-
bancı dillerdeki yazınsal (edebi) yara-
tuniarın Türkçeleştirilmeleri süreande
ortaya çıkmaktadır. Çünkü, yukanda
da değinmeye çahştığım gibi. bilimsel
ürünlerin çevirileri üzerinde çeviribi-
limsel kesimlemeler yapabilmek, -bu
çeviriler geniş kapsamlı bir bütün
oluşturamadıklan ve elde olanlar da
mesleklerin dar çevrelerine sıkışıp kal-
dıklan için- şimdilik olanaksız gibi
görünüyor. Bu konuda söylenebile-
cekler, birbirinden kopuk birtakım
yüzeysel gözlemlerin ötesine geçemez-
İer.
Buna karşılık, çeviri dünyamızda,
çevirdikleri beliklerle bizlere kendileri-
ni tanıtan yeni adlar, dolayısıyla yine-
lenen sorunlar, roman türü başia
olmak üzere, öykü, oyun, yaşamöykü-
sü, deneme, aru ve şiir gibi yazın ağır-
hklı, ya da yazınsal yanı öne çıkan
O
zellikle son yıllarda, ya-
bancı dillerdenTürkçe-
mize kitaplar çeviren
insanlann sayısında
önemli bir artışın olma-
sı. dikkat çekmektedir.
Neredeyse ay geçmiyor ki, yeni çevril-
miş bir kitabın kapağında, yeni bir
adla karşılaşmayalım.
tlk bakışta sevindirici, giderek, gö-
nendirici gibi göriinen bu olgunun
ardında, bir yığın olumsuzluğun yattı-
ğını gözlerden gizlemek, kolay olma-
dığı gibi, doğru*da değil.
Hiç de öyle bilimsel deneylere ve
gözlemlere başvurmaksızın, önsel us-
lamlamalara dayanarak diyebiliriz ki,
kimi bilim alanlanna özgü betiklerin
(kitaplann. metinlerin) çevrilmeleri. o
alanlan az çok tanıyan ve iyi bir ya-
bancı dil bügisine sahip araalann var-
lıklannı gerekli kılar. Terimler açısın-
dan olsun, o özgül alanlardaki gön-
dermelere birikimleriyle egemen
olabilmek açısından olsun, söz konu-
su olan bilim dallanndaki beü'kleri
Türkçeleştirme sorumluluğunu üstle-
nenlerin, o alanlarda üretilmiş çoğu
değeri kullanabilecek yetide olmalan,
ya da en azından, çaüşmalannı, o ala-
nın uzmanlanyla sürdürmeleri. bu işin
temel zorunluluklanndandır
Böyle olmakla birlikte. ozellikle üni-
versitelerde araştırmalar yürütmekte
olan bilim adamlannın. en az bir ya-
bancı dili, kendi bilim alanlanndaki
yabana yayınlan izleyebilecek düzey-
de bildikleri varsayıldığı; ve aynca,
çok küçük birimlere aynşan uzman-
ürünler çevresinde yoğunlaşmaktadır-
lar.
JCesin ve genelleyici olmamakla bir-
likte, denilebilir ki, bu yazınsal ürün-
lerle söz konusu olan bu yeni adlann
buluşmalannı sağlayan kurumlar, ço-
ğu kez ve genellikle. yayınevleridir.
Çeviri işini üstlenecek kişi, Türkçeleş-
tireceği betiğin yazannı belki de ilk kez
orada, o anda duymaktadır. Kendi-
sinden Türkçeleştirilmesi istenen beti-
ğin, yazın evrenindeki yeri, içeriği,
savlan ve hedefleri konusunda en
küçük bir önbilgiye. duyuma, bir ka-
nıya sahip değildir.
Daha da ileriye giderek. diyebilirim
ki, sözgelimi roman çevirme işine giri-
şen bir kişinin, yaşamında okuyacağı
ilk roman. belki de, Türkçeleşlirmesi
için kendisine verilen. elindeki o ro-
man olacaktır. Daha önceden hiç
roman okumamış. ya da yazınsal de-
ğerleri tartışılabilir suyuna tirit birkaç
ürünü ancak okumuş kişilerin, roman
çevirme işıne böylesine gözü kapalı
dalmalannı anlamak güçtür. Bunun
için, insanın, ya gözü çok kara, ya da
sözcüğün tam anlamıyla tepeden tır-
nağa bilisiz olması gerekir. Ama. ne
gam! Oğlumuzun babası Almanya'-
da ışçt olduğu için kendisi de anadili
gibi (!) Almanca konuşmaktadır. Eh,
Türkçede babasının dili olduğuna gö-
re:gelsin çeviriler!..
Daha çok da, îngilizce'den yapılan
çeviri bolluğu var yazın dünyamızda.
Nasıl olmasın? En küçük illerimizde
bile İngilız diliyle öğretim yapan (!)
Anadolu liselerinde ve öteki kolejler-
de, sular seller gibi ezberlenen İngilizce
kalıp-sözler, boşa gidecek değil ya!
Söz konusu olan bu okullann, öğretim
dili olduğu ileri sürülen bu Ingilizceyle
bilimsel araştırmalar, yabana yayın
izlemeler hem olanaksız hem de u
ge-
rekaz" olduğu gibi, bu düzeydeki bir
yabana dille. karşıt uçta yer alan iki
etkinlikte bulunulabilir. Ancak: Ya
ortaokul öğrencilerine İngilızce dersi
verilir, ya da roman, öykü vb. yazınsal
betiklerçevrilir.
Yaşamında hiç olmazsa birkaç ro-
man okumamış bir insan, tutup bir de
yabana dillerin birinden herhangi bir
romanı Türkçeye çevirirse, gerçek bir
ruhsal sapkınlığa düşebilir; aradan yıl-
lar da geçse, çevirmenliğin kesinlikle
yazarhk olmadığını, ya da neden ola-
mayacağını, bir türlü kavrayamaz.
Yazarlığın bir yaratıalık gerektirdiği-
nü çevirmenin ise, herhangi bir dilde
yaratılmış bir yapıtı, bir başka dile ak-
tarmakla yetindiğini, ya da olsa olsa.
onu erek dilde yeniden oluşturdugu-
nu, bilemez; bu en temel aynmı bile,
çoğu kez kanştınr o kişi.
Derler ki, eleştirmenler, yazınsal
üretimde bulunmaya yetecek imgelem
gücünden ve yaratıçılık yeteneğinden
yoksun olduklan için, yazınsal yapıt-
lar üzerine. değerlendirme yazılan
oluşturabilirler ancak. Bu kirpilerin
söylemlerinde ortaya çıkan sivri uçlu
aatıa oklann, işte bu bastınlmış kıs-
kançlık duygulanndan ileri geldiği de.
söylenenler arasındadır. Bu yargılar
doğruysa eğer, eleştirmenler, bu yersiz
horgörüyü çeviımenlerle paylaşmak
isteyebileceklerdir.
Çünkü çevirmenlik de. özgûn betik-
ler yaratamayan kalemlerin bir avun-
ma yolu olarak görülebilir; ve görül-
mektedir de. Oysa, ozellikle yazınsal
düzlemde, çeviri yapmak ciddi bir iş-
tir; her şeyden önce birikim ve en az iki
dilin kurallanna ve işleyişlerine ege-
men olmayı sağlayabilecek bir dona-
nım ile dil becerisi gerektirir. Yabancı
dilden anadile söylem aktarmak, ya-
nm yamalak bir yabancı dil bilgisi ve
üretken konuma yükseltilememiş ve-
rimsiz bir anadille, gereğince başanla-
maz. Bu düzlemde çevirmen olmanın
ağır sorumluluğunu üstlenecek birey-
den, yabancı dil bilgisinden de çok.
anadiline egemen olabilme yeteneğine
sahip olması beklenir. Yoksa, değil
Imam-hatipte ya da herhangi bir dev-
let lisesinde öğrenilen bir yabana dil.
yurtdışında sokak arkadaşlanndan
öğrenilen bir yabana dil bile, işe yara-
maz!..
Bu konuda, çeviri işlcmi sırasında.
varsa eğer, o betiğin yirmi-otuz yıl ön-
ceki çevirisine bakmak, ya da daha ile-
riye gidip nasıl olsa çevirmeni de çok-
tan ölmüş olan o eski sözcüklerle dolu
betiği, yeni sözcüklerle ve daha düz-
gün bir Türkçeyle yeniden oluştur-
makla da, namuslu bir çevirmen olu-
namayacağını söylemeliyim.
Alaytı çevinnenliğe son
Yabanıl bir ormana dönen çeviri
dünyamızdaki bu karmaşa, bu başı-
bozukluk. yurdumuzdaki etkilerini en
çok yedi-sekiz yıl daha sürdürebilecek
gibidir. Günümüze gelinceye dek, ki-
mi niteliklerini yukanda sıralamaya
çalışüğım alaylı çevirmenler ve birta-
kım çeviri heveslilerince gerçekleştiri-
len bu çeviri etkinlikleri, bundan böy-
le, yerlerini, yeni yeni yaygınlaşmakta
olan üniversitelerdeki mütercim-ter-
cümanlık anabilim dallannı bitirecek
öğrencilerin en azından bir bölümü-
nün yetkin ve düzeyli çahşmalanna
bırakacaktır.
Bu bakımdan, ozellikle, yabana dil-
le eğitim yapan liselen, ya da yabana
ülkelerdeki ortaöğretim kurumlannı
bitiren öğrencilerden, dile. yazına, çe-
viri ve çeviribilime eğilimli; uluslarara-
sı ve ekinlerarası ilişkilere yatkın olan-
lann, üniversitelerdeki bu bölümleri
yeğlemeleri, yerinde olur.
Yurdumuzun dünyayla bütünleş-
mesi. okur sayılannı azaîtan değil, tam
tersine, çoğaltan yetkin çeviriler aracı-
lığıyla. hem daha çabuk, hem de daha
kolay olacaktır. Bu konuda umut. bu
bölümlerde yelişecek gençlerde.
TARTIŞMA
Stinpolis=Kente doksanat'
yapısından
yolaçıkarak
"kenf'e
varmaya
çahşacağım.
Bunun için çalışmalanmda
çokça vurguladığım
"çözûmleyici" yöntemi
kullanacağım. Bir kez bu yapı
III. sınıf kapsamının dışında ve
tekil bir sıra göstermektedir. Bu
yapıda sorunlann "dekoı"
düzeyinde çözülmesine öncelik
verildiğini. "mimariık"
düzeyinde ele alışın ise yeterli
olmadığını görmekteyiz. 1,2 ve
3. kat yuzleri özgün olarak
korunurken, yer katı yüzünün
değiştığini ızliyoruz. 3. kattan
sonraki "alüminyum giysi" ile
öğelerin üçe çıkması sonucu
yapının anlatımına getirilmek
istenen "karşıtlık" ortadan
kalkıyor. Bunun yanında
M
gjyaw
nin geniş bir alan
oluşturacak biçimde ozellikle
dar sokağa taşması
düşündürücüdür.
u
KentciUkn
açısından ise
şoruna yaklaşılmadığı
izknimini ahyonız. tstiklal
Caddesi'nin geçmişteki ve
gelecekteki kimliği, imgesi ne
idi, ne olacaktır? Nasıl bir
kentselçevre
tasarlanmaktadır? Bunun da
yapı yüzlerine yansıması ne
olacaktır? Bu sorulann yanıtı
verilmemiş gözüküyor.
Gelecek zamanda fstiklal
Caddesi'nde buna benzer
yüzlerce eski yapı varsa
yüzlerce "yüksetaıe" ve de var
olan yüksekliklerin "moda btr
kılığa sokulması" istemleri
gelecektir. Zaman içinde bu
istemlerin gerçekleştiğini
düsünelım. Böylesı bir
"giysT'nin bu yapılarda aşağı
yukan yinelendiğini
tasarlayalım: Sonuç tam bir
"kargaşa" olacakür.
Geçmişyüzyıllar 4
mimarlığımızda mimarlar,
yerel mimarlığımızda ustalar
içinde yetenekli mimarla ve
yetenekli ustayla, yeteneksizin
yaptığı işler arasındaki fark,
-kaba bir bakışla- öyle çok
büyük değildi. Yaşanan yaşam,
kültür, görenek bunu
getiriyordu. Oysa günümüzde
yetenekli mimarla, yeteneksizin
yaptığı işler arasında
ucurumlar ve uçurumlar
vardır, yaak ki... Kaldı ki
bugün kentlerimizın çok az bir
bölümünün "mimar yapıtı"
olduğunu bilmekteyiz. Her
türden mühendıs, kalfalar,
yükleniciler vb.lann yapıtıdır
bugün kentlerimiz.
Bütün bunlar göz önüne
getirildiğinde, korunması
gereken caddenin, giderek
kentsel ŞİTin düşey boyutta
"ikiHw
bir fıziksel yapılaşması
ortaya çıkacaktır. Alttaeski taş
-ya da tahta- yapılar, üstte yeni
alüminyum -ya da ayna-
yapılar... Böylece bildiğimiz
yapı-kat ilişkısi, bütünlük
ortadan kalkacak, yeni bir
u
basamak" kavramı gelecektir.
Sorun bu kadarla da kalmaz.
Kentlerimizdemaymun iştahlı
bir "yeni gelenek" vardır.
ozellikle tecim bölgelerinde yer
katlan, birkaç yılda bir
dekorculann vedükkancılann
beğenilerine göre yüz değiştirir.
Taş bir 19. yy. yüzü altında.
renkli plastik, ya da paslanmaz
-kimi zaman paslanır- çelik
kaplama yüzler... örneğimizde
bu geleneğın tersyüz edilerek
kullanılmış olması olasıhğı
vardır. Parlak gereçler üst
katlan kaplamaktadır.
Son uçta kentsel yozlaşmanın
yeni bi türüne tanık olacağız:
Ortada "korunan katlar", üstte
ve alttau
cağdaş gelişme"nin
getırdıği "cilalı" yapı parçalan.
Anlamsızlığı göz önünde
canlandırmak hemen hemen
olanaksız...
Yapı gereçlerinin ve
çatkılannın oldukça
gelişmişlerini veriyor gözüken
bu örnekte mimarlığın ve
kentçiliğin u
doğuşsal
Okeleri^nin gözardı edilmiş
olabilmesi, gercekten
"yüreklilik"ten söz ettiren bir
davranışsa da çok değerli bir
ayncahk olan bu niteliğin,
sözünü ettiğim bilim-sanatlann
yanında yer alması beklenemez
miydi?
Ya da gereçlerin yeniliğinin,
boyalılığının, parlaklığının
getirdiği albeninin bu ilkelere,
değerlere gereksinim
duymaması çağımızın
H
çağdaşiığın
nın bir geregı mi?
Yine kente dönecek olursak
yukanda sözünü ettiğimiz
olgulann bizi bir "ilk ömeğe"
götürmesi olasıhğı çok
güçlüdür. Vurgunculanjı,
yüklenicilerin, işi gücü
taşınmazlar olanlann, yerel
tneclis üyelerinin çok mutlu
olacagı bir kent doğrulamına:
O da kampuslarda örnegini
gördüğümüz, yayılan H
açtk
plan" çatkılannın üçüncü
boyutta uygulanması;
yükseklik "özgür" ve her
u
genişl€tnıc"ye açık kent.
Bir soru: Yeryüzünün en kolay
para kazanılan ülkesinde para
hırsının boyutu, daha zor
kazanılan ülkelerden -ki onlar
kent korumacısıdırlar- daha mı
büyük olmaü?
Mustafa tzberk
PENCERE
Temiz Toplum'da
ANACın Konumu...
Oktay Ekşl Hürriyet'teki başyazısında diyor ki:
"AA/AP lideri Mesut Yılmaz, bilindiği gibi son zaman-
larda hayli aktif görünüyor. Her gün gazetelere demeç-
ler veriyor, iddialar ortaya atıyor, Velakin bu iddiaların-
da kendi konumuna hiç de uygun düşmeyen bazı sözler
söylüyor. Örneğin gazetecilerle konuşurken 'elinde bir
bakanı hapse attıracak kadar önemli bilgi olduğunu söy-
lediği' bildiriliyor. Yılmaz aslında ciddi bir insandır. O
nedenle boşu boşuna laf etmesi ihtimali azdır. Azdır,
ama kendisi henüz isim açıklama aşamasmda değilken
tutup kabinenin 30 küsur üyesini şüphe altında bıraka-
cak bir söz söylemesi doğru mudur?" (Hürriyet 22.9.
1993)
Ekşi'ye göre bu tutumdan "şantaj" yorumunu çıkaran-
lar olabilir; "bizimle ilgili dosyaları siz açıklarsanız, si-
zinle ilgili olanlan da b/z açıklarız" mesajının verilmek
istendiğini düşünenler çıkabilir.
•
Sabah gazetesinin 21 Eylül 1993 günlü sayısının man-
şeti birtekcümle:
"- Bir bakanı hapse attırabilirim."
Kim söylemiş bunu?
Mesut Yılmaz...
Gazetenin alt başlığı da şöyle: "ANAP Genel Başkanı
Mesut Yılmaz. Sabah a 'elimde bir bakanm rüşvet aldı-
ğına dair kesin delil var. Kimden ne zamana kadar para
aldığını biliyorum' dedi."
Sayın Yılmaz, Sabah'ın Genel Yayın Müdürü Zafer
MuUu'ya bunları söyledikten sonra demiş ki: "Rüşvet
verenlere afçıkarsa, ismi bende saklı olan bir müteahhit
rüşvet verdiği bakanı açıklayacak.''
Yılmaz'ın ciddi bir kişi olduğunu söyleyen Sayın Oktay
Ekşi'ye katılmakla birlikte, bu tür açıklamalarm ya da ko-
nuşmaların gayri ciddi olduğunu düşünmekten kendimi
alamadım.
•
Bizim yasalarımıza göre bir suç işlendiğini gören, ha-
ber alan ya da bilen kişinin "yetkili resmi makama " olayı
duyurması gerekir; eğer bir kişi rüşvet suçunu bilip de
gizliyorsa, suca iştirak etmiş sayılır.
Ne var ki ana muhalefet partisi lideri Sayın Yılmaz bu
konuda bir başka yöntem kullanıyor.
ANAP Genel Başkanı diyor ki:
"- Bizim yasalanmıza göre rüşvet almak da vermek
de suçtur. Onun için (rüşvet verenler) bana yaptıkları bu
beyanlan adalete yapmaktan haklı olarak kaçınıyorlar.
Parti olarak bir yasa teklifi getiriyoruz. Rüşvet verenle-
rin, verdikleh rüşveti belgelemeleri halinde cezadan
muaf tutulmalarmı öngören geçici bir yasa teklif edece-
ğiz. Bu, Meclis'ten çıkarsa, eminim ki bana yapılan bu
beyanlara ilaveten, bu olaylar açıklığa kavuşturulacak,
açıklamalar adalete intikal ettirilecektir."
Ancak iş bu kadarla bitmiyor.
Gazeteciler rüşvet alan bakanın kim olduğunu Sayın
Yılmaz'a soruyorlar.
Aldıkları yanıta bakın:
"- Bilsem de söylemem. Partisini de adını da söyle-
mem." (Sabah, 22 Eylül 1993)
Olmadı •'"•!nj.\ut>vi'P-j^..ı>n i!-jbn:ıı--"'t
,- Sayın Yitmaz"ciddıbir insan" ise ya "bir bakanınrüş-
vet aldığına dair elimde bilgi var" demiyecekti ya da
"rüşvet alan bakanı bilsem de söylemem" diye konuş-
mayacaktı.
Türk Ceza Kanunu'nda rüşvet alana "mürteşi", vere-
ne "raş/"denir; her ikisi de suç işlemiştir; her iki suç da
hapisle cezalandırılır. ANAP mürteşiyi cezalandıran ve
raşiyi bağışlayan bir yasa önerisi hazırlarsa, bu, hukuk
mantığına sığmaz, anayasanın temel ilkelerine de ters
düşer; gayri ciddi biryaklaşım içeriği taşır.
En iyisi Sayın Yılmaz'ın elinde yolsuzluk ve rüşvete
ilişkin kanıtiı dosyalar varsa, hemen açıklaması, yoksa
susmasıdır.
Fakat siz "Ben kurban değil, merhamet isterim"
sözünün ne demek olduğunu bilmiş olsaydınız
suçsuzlan mahkum etmezdiniz...
: İncil (Matta), 12 I 7
AKÎS'vorumsıız haber... valansı/ vorum*'
Y A R I N B A Y I N I Z D E
tLAN
BEYOĞLU4.
ASLtYE HUKUK
HÂKtMLÎĞt*NDEN
DosyaNo: 1993/182
Davaa Ibrahim Gözetiroğ-
lu vekili Av. Tuğrul Balkır ta-
rafından davalı Elena Gözeti-
roğlu aleyhine açılan boşan-
ma davasmda verilen ara
karan gereğinee:
Davalı Elena Gözetiroğlu'-
na, Akıncı Mah. Şair Çıkmazı
Sok. Şenel Apt. No: 3, D: 11
Güngören-îstanbul adresine
tebligat bila tebliğ iade olun-
makla:
Adı geçen davalının, dunış-
ma günü olan 20.10.1993, sa-
at: 9.30'da mahkemede hazır
bulunmalan veya kendisini
bir vekil marifeti ile temsil et-
tirmeleri, aksi takdirde gıya-
bında duruşmaya devam
olunacağı ve dava dilekçesine
kain olmak üzere işbu ilan da-
valı Elena Gözetiroğlu'na ila-
nen tebhğ olunur. 15.7.1993
Basın: 9678
tLAN
İSKENDERUN1.
ASLtYE HUKUK
MAHKEMESt'NDEN
DosyaNo: 1984,826
Vası- Selahattın ört - Adresi
meçhul
Davaa Türkan ört tarafından
Mustafa ört aleyhine açümı; bu-
lunan boşanma davasının yapılan
dunışmasi sonunda:
Mahkememizin 10.3.1989 ta-
rih ve 1984 826 esas, 1989/115
sayıh karan ile Elaağ ili Merkez
ilçesı Elmapınan, cilt 068/02, sa-
hife 23. kütük 71'de kajiüı (hane)
AbduUahtaa, 28.4.1941 d.lu Tür-
kan ört ile aynı hanede kayıüı
Numan ve Fatma'dan olma, 1938
d.lu Mustafa ört'ün boşanmala-
nna. müşterek çocuk 1973 d.hı
Melahat ile 1975 d.lu Muman'ın
velavetlerinin davaa anneye veril-
mesine karar venldığı. ışbu ılanın
neşır tarihinden itıbaren 15 gün
içinde davalı Mustafa ört vasisi
Selahattın ört'ün karan temyiz
etmedıği takdirde hûkroün kesin-
leştırileceği ilan olunur. 7.9.1993
Basın: 51149