23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24EYLÜL1993CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER Ne güç şeymiş! MELİH CEVDET ANDAY E ski bir Türk fılminde İs- tanbul'un zaptı konusu ele alınmıştı; yeniçerinin biri elinde bayrakla Bi- zans surlannı aşarken, hiç unutmam. "Ortaçağ kapanıyor!" diye bağırdı idı. Oysa "Ortaçağ" adı takılmamıştı daha o za- man. Aynca Ortaçağ'ın İstanbul fethi ile sona erdigi bugün bik tartışmalıdır; kimi tarihçiye göre, Ortaçağ. Ame- rika'nın bulunması ile kapanır. Genel- likle çağlann bölümlenmesi, bilimsel bir temele dayanmaz. Demek yüzyıhmıza ne ad takılaca- ğını şimdiden bilemeyiz. Çok yıl olu- yor. bir İngiliz düşünürü, "Çağınuz, utopyaların gerçekleştirilmeğe kalktşıl- dığı çağdır" diye yazmıştı. Kendi ken- dime hep tartışagelmişimdir bu sözü. Yazann deyişinden. "Olmayacak şey" anlamı da çıkıyordu. Bense "Neden ol- nusın?" diye düşünüyordum. Evet. utopya bir düştür; ama biz düşlenmizi gerçekleştirmeğe kalkmayacaksak ne işimiz var bu yeryüzünde! Bu adı ilk kullanan, daha doğrusu "bulan" İngiliz humanisti Thomas More'dur. Yunanca'dan yapmış söz- cüğü: " U " yok demek, ÎTTopia" ise yer anlamına gelir, ikisi bırden "yokyer" oluyor. More. anlattığı yer için, '*Böy- le bir yer yok" demek istiyor, "ben uydurdum, sakın inanmayın!" ve o ül- kede. o yokyer'de insanlann nasıl eşit- lik, kardeşlik içinde yaşadıklannı dile getiriyor. Bu elbette düşsel bir anlatımdır, ama altında düşün gerçekleşmesi dile- ği ya da pekâlâ gerçekleşebileceği savı gızlidir. Bütün bulgular. keşifler düş- lerdendoğmadır. Demek istediğım, utopia sözcüğünü küçümseme anlamında kullanmak hiç de doğru değildir. İşte yazımın başın- da sözünü ettiğım, İngiliz düşünürü de "utopysdan gerçekleştirmeğe kalk- mak" derken böyle bir küçümseme içindeydi. Buraya kadar söylediklerimden "düşçülük" sözcüğünü de tümden doğru bulduğum sanılmasın. Düşçü. aklına eseni gerçekleştirebileceğine inanan bir zavallıdır. bu işe kalkıştı- ğında başını taştan laşa vurur. Demek ki. akla hcr gclen hcr zaman gerçek de- ğildir. Aklımızıanlamayaçalışmalıyız. Bugün laptığımız akıl. bir zamanlar pek üstün düzeyde sayılmıyordu, 'in- tellect" (anlık, müdrike) daha yukar- daydı. Ne demektır akıl (Aıapçası ak!)? Devenin ayağını bağladıklan ipe. ya da zincire Araplar bu adı takmışlar. Ben sözcüklerin kaynaktdki anlamlu- nna çok önem veririm. dahası ordan öğrenirim sözcüğü. Demek Arapça'da Akl, tutan. durduran. bağlayan anla- mına geliyor. Ne öğretici! Öyleyse insan. aklını. düşlerine ka- pılmamak, düşlerine tutsak olmamak için kullanmalı. Akıl bir bekçidir. bızi gözetliyor. Şunu da söylemem gerekiyor; -'aklı- ma geldi" bir deyimdir. bunu "usuma geldi" diye Türkçeleştırmcği ben doğ- ru bulmuyorum. "Ls" her insana eşıt olarak verilmiştir. "akıT değil. "Akıl- sız" yerine "ussuz" divemey iz. Öyleyse her aklına geleni gerçekleşebilir sanan kişi, aklını kullanmıvordemektir. Marx ile Engels'in dile gctirdikleri komünist toplum bir düş müydü? "Evet, düşmüş"diyeceklerin. hcle Sov- yetler Birliği'nin dağıldığı bugünlerde. epey bir çoğunluk oluşturduğunu gö- rüyorum. Ne kolay gorüş değiştiriyor bu insanlar! Sovyetlcr Birliği ayakta iken "İşte sosyalist toplum" diyor da. düzen değişince "Düşmüş!" diye düşü- ncbiliyor. Sovyetler Birliği'nin orta- dan kalkmasına şaşınyoruz da. kafa- mızın bunca hızla değişmesini görmez- liklcn gcliyoruz. Yukarda adı geçen bu iki büyük düşünür. toplumun nere- ye doğru gittiğini. tarihsel gelişimi in- celeyerek bulmuşlardı; bundan ötürü de öğretilerine "Bilimsel Toplumcu- luk" adını taktılar. onu "Düşçü Top- lumculuk"tan ayırmak için. Nereye geleceğim... Rusya dcvlet başkanı Yeltsin, geçenlerde, "Keşke \1arx hiç gelmeseydi, keşke Lenin er- ken ölseydi!" dedi ya, günlerden beri aklımı yoruyor bu söz. Neresindcn ele alayım. bilemiyorum. Geçmişe yöne- lik bu tür dilekler, düşçülüğü de aşan boş kalıplardan başka bir şey degildir; çünkü geçmişi değiştiı:nek elimızde degildir. Yeltsin. hangi usavurma yön- temiyle bu sonuca vardı, anlayamıyo- rum. Sovyetler Birliğı yaşarken, bu ülkede Marx"ın. Lenin'in eleştirisi ya- pılmamıştır: onların her sözü tek doğ- ru olarak bcllenmiştir. Dahası öğreti. dinsel inanç durumuna getirilmiştir; öy le ki. "Ben bu öğreriyi doğru buluyo- rum" denmezdı de. "Ben bu öğretiye inanıyorum" denirdı. Şimdi benzeri bir bağnazlıkla. bu büyük düşünürleri ta- rihten silmcğe kalkıyorlar! Yanlışlık bu büyük düşünürlerin sözlerinde dc- ğil. onlan elealıştadır. Onlara birer yalvaç gibi değıl de, birer düşünür gibı davranılsaydı. Yeltsin'in böyle konuş- masına hiç gerek kalmazdı. Geçmişı yoksamaktan başka umar yoksa. doğ- ru yolu bulma umudu da yok demek- !>imdi kalcmımin ucuna geldi... Atatürk, bir yabancı gazeieciye verdiği bir demeçte. "Benim isteyip de yapa- mayacağım şey yoktur" demişti. Ilk bakışta fazla gözüpek, bu yüzden de yadırgatıcı bir söz gibi görünüyor, ama Atatürk. "Benim yapamavaca- ğım şey yoktur" demiyor Kİ. sözüne "isteyip de" diye başlıyor. Demek edi- mi istekle sınırlandmyor; böylece ger- çekçiliği, düşçülükten ayırmış oluyor. Ona, sözgelişi, "Turan devleti kurabilir misniz?" diye sorsaydık. "Öyle saçma bir şeyi ister miyim hiç!" biçıminde ya- nıtlayacaklı bizi. Demek bu büyük adam. isteklerini (düşlerini) aklın buy- ruğunda lutuyordu. "Keşke Atatürk gelmeseydi" diyen, Yeltsin'in durumu- na düşmüş olur. Olumlu ya da olumsuz bir toplum- sal olayı. şunun bunun istencine. dav- ranışlanna bağlamak, akla karşı çık- makla kalmaz sadece. kolaycılık olur; başka bir deyişle. bireyin sorumlulu- ğunu hiçe saymaktır bu. Aydınlanma- cılık bize aklımızı kullanmayı öğütle- mişti. Meecr nc güç şeymiş bu öğüdü tut- mak! ARADABIR VEDATGÜNYOL Yaşam Nedir? Bir iki kişi benim gibi düşünürse seviniyorum, ama iki kişi benim gibi düşünmüyorsa yine seviniyorum. Çünkü düşüncede gelişme. aykırı düşüncelerle sağlanır; aynı düşünceye saplanıp kalmak, bir çeşit donmaktır, ilerle- meye engel olan. Dinler, düşünceleri donduruyorlar. insanlann ayrıntısız, aynı düşüncenin tutsağı olması, acınası ve insanlığın ilerlemesini engelleyen birtutum, bir durumdur. Evet, bir bilmece yaşamımız. Albert Camus buna, "saçma" diyordu. Ama bu saçmalık içinde insanlaradü- şen görevler vardı. Nitekim bunu, 'Veba'adlı romanın- dasergiledi, dincilere hadlerini bildirerek... Insanı yaşama bağlayan en guçlü duygular içinde, yurt sevgisi geliyor başta. Yurt sevgisi, Namık Kemal'in şiirlerinde soyut bir kavram olarak zamanmın insanları- nı coşturan bir etkenlik dürtüsü olmuştur. Bugün, yurt sevgisi üstünde durunca, soyuttan somutadönünce, da- ha bir gerçekçi olma zorunluğunu duyuyoruz. Albert Camus'ye sorarsanız, "Önce annemi, sonra yurdumu severim " diyor, tam bir gerçekçi olarak. Fransız büyük düşünürü Fenelon da: "Yurdumu ai- lemden çok severim ama, insanlığı yurdumdan da çok severim " derken aynı gerçeği dile getiriyor. Ben, yurdum nedir diye düşünürken şu gerçeğe varı- yorum ki, benim yurdum, yıllarca kullandığım, içime sin- dirip özümsediğim dilimdir, yani Türkçem. Senin yurdun neresidir diye sorsalar, Türkçemdir derim. Fransızcam baba yadigârıdır. yani ikinci dilim. Babam 1900lerde Paris'e kapağı atan Jön Türk ardıllarındandı. Baba oca- ğında gözümü açtığımda, Fransızca Larus ve başkaca Fransız yapıtları vardı. Ben, bu ortamda yaşadım ve Fransızcayı anadilim Türkçeden sonra benimsedim. Çok dil bilmek bir marifet degildir. Bir düşünür, şimdi adını unuttum, bir düşünceyi üç dilde anlatmak yerine, onu bir dilde adamakıllı dile getirmek daha önemlidir di- yordu. Ona hak vermemek elden gelmez. Şimdi "yaşam nedir" sorusuna geliyorum. Thomas Mann şöyle diyor: "İnsan, yalnız kişisel yaşamını yaşa- maz, aynı zamanda çağının ve çağdaşlannın yaşamını da yaşar, bilinçli ya da bilinçsiz olarak." Ben diyorum ki, insan tek başına düşünemez. Kendin- den önce gelenlerin düşüncelerinden yararlana yarar- lana kişilik kazanır, tıpkı Montaigne gibi, denemelerinin altında üstünde, eski dönem düşünürlerinin etkilerini di- le getirerek. Yaşam nedir sorusuna geliyorum ve diyorum ki ya- şam, gerçekten düşe, düşten gerçeğe gele geçe oluşup duran bir süreçtir, acısını tattısını içimde taşıyan. TARTIŞMA Yurtdışındaki biüm insanuruzazetenizde çıkan Sayın Prof. Dr. Ali Ö güzel yaasını ilgiyleokudum. Hoşgörüsüne sığınarak baa eklemeleryapmak istiyorum. Yazımın bilim-kurgu (ya da antibilim-kurgu) gibi olmaması için konulann gerçek durumlardan seçilmesine özen gösterdim. Yurtdışında eğitim görmüş bir kişinin ülkemizdeki üniversitelerin birine başvurabilmesi için eğıtimine "denklik" alması. y ani eğitiminin seviyesinin ülkemizdeki ile eşdeğer olduğunu belgelemesi gerekir. Bu değerlendirmeyi yapan Üniversitelerarası Kurul kararlan bazen sürprizler içerir: Örnegin, Fransa'daki üniversitelerde çalışma için yeterli olmayan bir Fransız eğitim derecesi, bizim üniversitelerimiz için yeterlidir. yani doktora sayılır. Diğer yandan duvara asılacak tipte doktora diploması vermeyen bir Avrupa üniversitesinden alınma doktora derecesinin eşdeğerliğini kabul ettirmek kişiye epey ter döktürebilir. Yurtdışındaki akademisyenlerimizden birçogu da ileride yurda dönme fıkrini akhndan tümüyle çıkaramadığından Türkiye'de doçentlik unvanı alma arzusundadırlar. Böyle bir kişi önce devlet dil sınavına girerek bir yabancı dil bildiğini kanıtlamak zorundadır. Budil ltaly anca ve İspanyoica dahil birçok batı dillerinden biri olabilir. Ancak baa konularda (kendi konum olan moleküler biyoloji gibi) tüm uluslararası yaymlarIngilizce oMuğundan, bu gibi dillerin birçok bilim alamnda ne gibi bir yararı otacağı kestirilememektedir. Aday daha sonra hilimsel > a\ ınlarını içeren dosy asını jüri aday larının inceleyebilmeleri için sunar. Ancak iki konuda dezavantajıolacaktır: Birincisi araştırma aJanının bir tek konu ile sınırlandınlmamış olması. Batı üniversitelerinde lisansüstü. doktora, doktora sonrası çalışma ve öğretim üy eliği için aynı kunımda kalmışolmak ya da hep aynı konuda çalışmış olmak çok nadir olduğundan (ben şahsen buna uy an hiçbir örnck bilmiyorum)ı \e üstelik makbul say ılmadığından. adayın yayınları birkaç konuya dağılmcşolacaktır. Bu nedenle örneğin üç ay rı konuda drirder yayın y apmış bir adayın "belli bir konuda ihrisaslaşmamış" olması doçentliğe engel teşkil edebilecektir. Ama yalnızça bir tek yayını olan biraday için bu tür bir zorluk söz konusu degildir. Doçent unvanı almak isteyen yurtdışından biraday için ikinci sorun ise ihtisasını kapsayacak bir "bilimdalı" bulabilmesidir. Örneğin günümüzün en önemli bilim alanlanndan olan moleküler biyolojidc doçentlik için yalnızça dört bilimdalı bulunuyor. Adayın yayınlarının bunlardan birine uyması büyük şanstır. Jüri üyeleri, adayın konusunun başvurduğu bilimdalına uymadığına karar verirse bir yıl sonra aday bir başka bilimdalına başvurtnak zorunda kalır. Sonuçta aday değerli on iki yayınının hiçbir bılımdalına girmediğini birgün öğrenebilecektir. Sanınm rekor İstanbul Üniversitesi'nden başvuran bir adayda: Geçen yıl beşinci kez başvurmuş. Umalım aday ümidini kaybetmemiş olsun. fakat ilk baş\ urusunda muhtemelen konusuna en yakın bilimdahnı seçmiş bulunduğundan bence daha sonraki başvurularda şansı fazla olmayacaktır. Diyelim ki adayımız her türlü engeli aşıp ve 525 dolara razı olup ülkemize döndü. Acaba negibısürpnzlerle karşılaşabilir? Umalım ki girmişolduğu bölümdemalum nedenlerlemalumtürdebır kadrolaşma olmuş olmasın; bölümde bilim ve eğitim ilkeleriyle davramhyor olsun. Aksi takdirdeaday. bilim ve eğitime değil, kişilere hizmet etmck gibi yurtdışındaki eğitimindeeksik kahnışbir durumla karşılaşabilecekür. Avnca doktora bile yapmadan YÖK'ün sihirli değneği ile bir geccde doçent olan. profcsörlük için bilimsel yayın şartı dönem dönem aranmadığından bugün hâlâ hiçbir yayını olmayan profesörlere bakıp da yıllannı neden harcadığına şaşacaktır. Sonuç olarak üniversitelerimizin iyi yetişmiş bilimadamlannı çekebilmeleri için önce yüksek eğitimin vazgeçilmez unsuru olan "bilim üretmek" için uygun ortam yaratmalan gerekmektedir. Yurtdışında yıllardırçalışmış bilımadamlanmızdan 525 dolara razı olabileceklerin sayısının yabana atılamayacak kadar çok olduğunu sanıyorum. Umalım kı yanda sözü edilen durumlar bir gün hikâye olsun. Ama ne dersinız, yundışındaki bilim insanımızı geri getirmeyi şimdilik istiyor muyuz? Prof. Dr. Aslıhan Tolun Boğaziçi Üniv. Biyoloji Bölümü Nol: Sayın Prof. Dr. Ali Özçelık'in kadınlan ayırmamak ıçın kullandığı "htlim insaı»" deyımı güzel. Ancak bıhmadamı devımı bence daha da güzel. cünkü dıhmızde "adam" sözcüğûnün anlamı genış Bılimadamı olabilmek ıçm de önce adam olmak gerekiyor. PENCERE Karun Gibi Zenginiz... Tozkoparanfırtınası sürüyor... Adı üstünde tozkoparan fırtınası tozları koparır; ağaç- ları devirmez, yapıları etkilemez; göz gözü görmez olur, rüzgâr dindiğinde her şey yerli yerindedir. Tozkoparan fırtınası medyada eserken, şu günlerde yaşanan çok önemli birolayın üstünde kimsedurmuyor. "Karun Hazinesi"r\in Türkiye'ye geri verilmesini öngö- ren anlaşma, New York'ta imzalandı. 1960'larda Tür- kiye'den kaçırılan bu hazine, Metropolitan Sanat Mü- zesi'nin elindeydi. Türkiye'nin Amerika'da açtığı dava sona ermeden Metropolitan Müzesi geri çekildi, hazine- yi sahibine geri vermeyi kabul etti. Karun Hazinesi'ningeçmiştekisahibi, Isa'danÖnceö. yüzyılda Anadolu'da yaşayan Lidya Kralı (Karun) Kro- zeus'tu. Altın, gümüş ve değerli taşlardan oluşan 260 parçalık "Karun Hazinesi" Uşak ve Manisa yörelerinde çeşitli anıtmezarlardan kaçırılarak Amerika'ya götürülmüştü; Türkiye'nin açtığı bir davayla geri alınmasının anlamı nedir? • Anadolu uygarlığı katmanlardan oluşur, tümünün sa- hibi Türkiye Cumhuriyeti'dir "Anadoluculuk" bu dünya görüşünün adıdır; yaşadı- ğımız topraklardaki bütün uygarlıkların benimsenmesi- ni öngören kültürün, günümüzde toplumsal bilince dönüşmesidir. Karun Hazinesi'nin sahibine verilmesi gerçekte derin biranlam içeriyor. Osmanlı döneminde Anadoluculuk kültürü yoktu, mülk kültürü geçerliydi; fethedilen toprağı yönetirdik, ama sahibi değildik; fethedilen toprak, yurdumuz değil, mülkümüzdü. Bu bilinçsizlik yüzünden Anadolu'daki ta- rihsel değerler Avrupa müzelerine aktarıldı ya da kaçı- rıldı. Bergama'nın Zeus Sunağını Carl Humann, Al- manya ya taşımıştır; Heinrich Schlieman, Troya'nın altını üstüne getirmıştir. Batı müzelerinde Anadolu'dan kaçırılmış tarihsel kalıntılar sergilenir; ünlü Fransız ya- zarı Andre Malraux'nun Mindiçini'de eski eser hırsızlı- ğından hüküm giymesi, doğal görülür. Uygarlar, barbar- ların değerini bilmedikleri. koruyamadıkları tarihsel mirası neden ülkelerine kaçırıp da koruma altına alma- sınlar? Çağımızda bu sapkın kanı düzeltiliyor; Anadoluculuk bilinci ışıyor; Aydınlanma Devrimi'nin kültürümüze yan- sıması, bu güzelliği yaratıyor. Peki, Amerika'ya kaçırılan "Karun Hazinesi"ne nasıl sahip çıkabildik? Bu soruya ben yanıt vermeyeyim, Mümtaz Soysal Hürriyet'teki köşesinde açıkladı: "Türkiye, 'Karun Hazineleri' denilen yapıtlar konu- sunda bu noktaya, bir gazeteci sayesinde geldi. Özgen Acar, tam 16 yıllık bir izleme ve incelemeden sonra ka- çakçılığa ve satışa ilişkin bütün kanıtlan, belgeleriyle ortaya koydu. Türk hükümeti de bunların sağladığı sağ- lam zemin üzerinde davayı açtı. Acar'ın çırpınışı, geçen yaz Amerika'nın ünlü dergilerinden The New Yorker'da ayrıntılarıyla anlatılan kaçakçılık öyküsünün kirli yanları karşısında bir yurtsever gazetecilik anıtı olarak değer kazanıyor. Aynı zamanda soruşturucu ve araştırıcı ga- zetecilik çabasının somut sonuç vermiş örneklerinden biri olarak da Özgen Acar, kendinden önce Örsan Öy- men'le Uğur Mumcu'nun başlattıkları zincire bir halka daha eklemiştir." (11.4.1993 Hürriyet) • Anadolu bizimdir... Üstüyle, altıyla, geçmişiyle. geleceğiyle bizimdir; bu topraklarda yaşayanların mirasçısıyız; dilleri, kültürleri, dinleri, mezhepleriyle Anadolu'nun sahibiyiz. Misak-ı Milli'nin ve Lozan'ın da anlamı budur. "Karun gibi zengin" sözü Türkçemize Harun Reşkf- den mi, yoksa Krozeustan mı armağandır?.. Kimbilir?.. Sizin dininiz size, benim dinim bana. Kur'an I Kâfirûn Suresi, Ayet 6 AKİS•vorunısu/ haber... vaiansız vorum'' 2 6 E Y L U L ' D E B A Y I N I Z D E İLAN T.C. ŞİŞLİASLİYE HUKUK HÂKİMLtĞİ 1993 95 Davaa Aysun Baharay ve- kili Av. Ayhan Çevik tarafın- dan davali Bayram Baharay aleyhıne rnahkememize açılan boşanma davasımn verilen ara karan gereğince; Kmahtepe Sok. Öztütüncü Apt. No: 4 Merter İstanbul ad- resinde ikamet ettiği bildirilen davali Bayram Baharay. tüm aramalara rağmen adresinde bulunamadığından ve zabuaca yapılan tahkikatta da adresi tes- pit exlilemediğinden duruşma günü olan 6.10.1993 günü saat 13.30'da mahkememizde hazu bulunmanız, veya kendinizi bir vekille temsil ettirmeniz, aksi halde duruşmanın y okluğuntız- da vapılıp bitirileceği hususu dava dilekçesi yerine kaim ol- mak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın. 9580 Zeytinburnu Yüzüncü Yıl Ticaret Lisesi'nden aldığım 1988-1989 öğretim yılı diplomamı kaybettim. Hükümsüzdür. BİRGÜLERYILMAZ KOY ENSTİTÜSÜ YILLARI TaJipApaydın 30.000 (K.DV içinde) Çağdaş Yayınları Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-Istanbul Ödemeli gönderilmez YÜZYÜZE AtUlâ Dorsay 30.000(KDV içinde) Çağdaş Yayınları Türkocağı Cad. 3V-41 Cağaloğlu-lslanbul Ödemeli gönderilmez
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle