20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 ARAUK1993 PAZAR 8 PAZAR YAZILARI Mektep mezunu uşaklar LONDRA EDtPEMtL ÖYMEN Bir zamanlar Londra'da en kalabahk işçi grubu, uşaklarmış. 1851 sayımına göre sayılan İ2l bin. Bunlann yandan çoğu da 25 yaşın altındaymış. Seksen yıl sonra, I931'de tüm İngiltere'de kayıth uşak ve hizmelçi sayısı 1.5 milyona yakın. Çalışma BakanhğYna göre on yıl öncesinde de kayıth 180 bin uşak ve hız- metçi varmış. Ama uşak ve hizmetçi dediysek, günü birlik gelen, toz abp hah silken birileri akla gelmesin. Fraklı, kolalı yakah uşak- lar; fırfirh gömlekb, siyah etekb, rugan pabuçlu hizmetçiler gelmeli aklınıza. Şimdilerde artık sadece kırlık bölgelerde malikanelerde görûlen işçi sınıfınm bu türü, gıderek tanh oluyor. Malikanele- rinde oturan aristokratlar metehğe kur- şun attıkça işlen de zor. Genç Türk kız- lannın da heves ettikleri dadıhk ve au- paır'lik de Viktorya dönemine özgü uşak-hizmetçi tabakasının bugüne yan- sıyan yüzü. Sadece evin beyine ve hanınuna hiz- metle yetinmeyen, evın bütün ihtiyaçla- nnı bey ve hanımdan ıyi bilen baş uşak ve yardımcılanyla hizmetçiler bugün okuldan yetişiyor. Öyle ki, şampanya şi- şesi patlatılmadan nasıl açılır, sabahlığı içinde hayli dekolte evin harumına göz süzmeden nasıl çay servisi yapıhr, hiç yûz ifadesi olmaksızın bir köşede nasıl duy- gusuz durulur ve en önemb'si. gün bo- yunca ağız kokusu olmadan nasıl yaşa- nır. bütün bunlar hala okulda öğretilı- yor. Ama burası bir otelcilik okulu değil. O ayn. Burası, çok yüksek ücretlerle calı- şan bu tür uşak ve hizmetçileri yetiştiren, lngiltere"nin en geleneksel okullan. Son- ra da pratık yapsınlar diye Londra'nın en klasik otellerinden Dorchester'e gön- deriliyorlar. Safkan tngiliz uşak-hizmetçi takımına en büyük rekabet. Türklerden ve Filipin- lilerden geliyor. Hem daha az paraya razı oluyorlar, hem daha kolay itilip ka- kılıyorlar, hem de daha az şikayet edi- yorlar hayatlanndan. Yasal bakımdan. au-pair olarak çalışan bir genç kızın, sa- dece çocuk bakması ve hafıf ev işi yap- ması gerek. Ama bu hiçbir zaman böyle öİmaz. Sömürü hikayelen anlatan iki ğozü iki çeşme Türk kızlan alışılmadık bir manzara değildir. Haftasonu savaşçılan ZÜRİH AHMET ARPAD İsviçre'de yaşayan ve çalışan Sırplar her haftasonu akın akın Bosna'ya gidi- yor. Otomobiller ve otobüslerle. Tahmı- nen binin üzerinde Sırp haftasonlannı savaşta geciriyor. Basın ve televizypnun ortaya çıkardığı bu gerçek üzerine İsviçre parlamentosu- nun 40 üyesi hükümetten bu soruna bir çıkar yol bulmasını talep ettı. Cuma gün- leri Yugoslavya'ya doğru yola çıkan Sırplar, Bosna'da 2-3 gün savaşıp, hafta başında tekrar ışlerine dönüyor, hiçbir şey olmamış gibi çalışmaya devam edi- yor. Sayılan en az bin olarak tahmin edi- len bu İcimseler, belki haftasonu izinleri- ni insan öldürmekle geciriyor, Sırbis- tan'a silah da kaçınyor. İsviçre hükumeti bir yandan Bosna'ya insani yardımda bulunuyor. Sırbıstan'a uygulanan ambargoya da resmen katıb- yor. Sorunu ortava atan öfkelı parla- menterlere göre "Ote > andan da ülkeden gidenlerin silah kaçırmasını \e Bosna'da insan öldürmesini engelleyemiyor." Her hafıabaşı savaştan dönen binlerce Sırp, İsviçre'de güven içinde yaşamaya devam ediyor. Ta ki cuma gelip de, yine otomobil ve otobüslere binip. cephenin yolunu tutana kadar. İçlerinde tüm izin- lerini savaşta geçirenler de var. Parlamenterler, hükumeti Bosna'daki etnik temizliğe katkıda bulunmakla suç- luyor. Bu "savaş turizmf'nı önlemesini, silah kaçırdığı ve haftasonlannı Bosna'- da insan öldürmekle geçirdiği tespit edi- lenlerin derhal İsviçre'den çıkanlmasını talep ediyor. Aynca bu gibi seferleri ya- pan otobüs ve otomobillerin ülke sını- rlannda oldukça dikkatb kontrol edil- mesini de istiyor parlamenterler. Hükümet ise verdiği yanıtta, böyle bir "saraş turizmi"nin varlığını kabullen- mekte, ancak tamamen önüne geçmenin de zorluğunu belirtmekte. "Haftason- larını ülkelerinde geçiren bazı Sırplann orada ne \aptıklinnı tespit etmenin güç- lûğü umıtulmamair diyen hükümet söz- cüsü. bu insanlann İsviçre'den çıktıktan sonra diğer sınır kapılannda kontrol edilmesi gerektiğine de dikkati çekiyor. İtalya. Avusturya, hatta Macar hükü- metlerinin de önlem alması gerektiğini açıkça belirtiyor. Ancak komuoyu. haftasonunu bir iç savaşta insan öldürmek için başka ülkc- de geçirenleri katil olarak görüyor. Hele haftanın dığer günlerinde isviçre'de ya- şayıp, onlarla yan yana çalışmalannı ve para kazanmalanru kabullenemıyor. HitlerııılııısolııklanmayaçahşıyorBen her rengi sevenm. Onun için birileri- nin bazı renkleri gasp etmelerine katla- namıyorum. Kırrruzı. komünistlerin rengi. yeşil köktendincilenn. Aynı yeşil, Küba'da Fidel Castro'nun zeytin renkli yemyeşil üniforması. Siyah. faşistlerin. mavi de fa- şistlerin! Mavi, nasıl olur da faşist bir renk olur, anlayamıyorum. Bizim özgürlük, umut, banş rengımizdir mavi Ama mavi, İspanya'da Frankoculann rengi! Herkes özgürce sevebibneli, takıp takıştırabibneb renkleri. Madnd'in ortasında dazlaklar durdurmuşlar gözlerine kestirdikleri birini, çıkarmışlar giysilerini; "kırmızı renkli bir şey giyiyor mu" diye. Yırtıa bir boğa kişili- ğiyle kırmızıya saldınyorlar. Kırmızı bir anorakla dolaşmak, aşın bir yüreklilik şimdi Madrid gecelerinde. Giysi, bir iietişim aracıdır. Konuş- maktır. Cıvıl cıvıl gjysiler, coşkuyu konu- şur insanlara, sevinci bağınr. Kırmızı ya- sağı getirerek, başkalannın iietişim özgür- lüğüne saldınyor dazlaklar. Ama kendilen zorbabkla istedikleri iletişimi kurabibyor- lar. Özgürlüğü kazır gibi kazınmış kafalar, askeri botlar, demirferle süslenmiş siyah ceketler, siyah kot pantolonlar. "ben daz- lağun!" diye bağınyor. Sorunlann baş kaynağı yoksulluk. Ka- falann kazınması. ekonomik krizin azı- tmasıyla doğru orantılı. Dazlaklar, Mad- rid'in güneyindeki kırmızı kuşak diye bib- nen yoksul semtlerde doğuyorlar, futbol kulüplerinde yetişıyorlar ve genelbkle gece- leri, Madrid'in en canb eğlence sokaklan- nda boy gösteriyorlar, avlannı anyorlar. Olay çıkartıp birilerini döverek ya da öldü- rerek kişibk kazanıyorlar. Her dazlağın an- latacak, övünecek bir öyküsü olmab. Hiç konuşmadan. bir şey sormadan hoşlanna gitmeyen birini tutup patakbyorlar ve kah- raman oluyorlar. Toplumun dışlanmış, marjinal bir kesi- mi, toplumun diğer kesimlerine düşmanlık duyuyor. Dazlaklann düşmanlan da ya- bancılar -özelbkle siyah renküleri- göç- menler, Çingeneler, hayat kadınlan. eşcin- seller, uyuşturucu kullananlar, hippiler. yuppiler, solcular. ya da kendilennden ol- mavan herhangi birileri. Yabancılan sevi- yorlar ama. kendı ülkelennde olduklan sü- rece; İsyanya'da istemiyorlar. Dazlakbk, saçlann değil beynin sıfır nu- mara kazınması. Pobsin kovalamacalan- ndan kurtulabilmek için saçlannı kaatmı- yorlar artık. Binsinin dazlakbğını anlaya- bilmek için beynini okumak gerek. Dazlak bir beynin içine kimler girmıyor ki... Beyin dazlakhğı olarak hepsi "deri kafa", yani "skin head". Anarşist komünıstler "kızıl derililer", yani "red skins". Irkçılığa ve fa- şızme karşı dazlaklar SHARP, yani. Skin Head Against Racist Prejudice. Milliyetçi Sosyalist dazlaklar "bone heads" yani "ke- mik kafalar" ya da "kuru kafalar". Kısa- cası. dazlakhğn temel ölçüsü. "demokrasi düşmanlığı." İspanya'da bır hak hukuk devleti vardır. En azından bircok topluma göre özgürlükler daha bir garanülenmiştir. Yasalara göre saldırgan dazlaklan tutakla- yamıyor polis. Birilerini dövmek "yanlıştır'' ama 44 suç" değildir! Dazlaklann ifadesini abp salıveriyor polis de. Ama du- rum kötüye gidiyor. Savalar. hakimler, dazlaklann tutuklanabilmesi isteklerini dile getırmeye başladılar. Saldınlann sayısı gittikçe artıyor. Bu yıl 130 saldın olayı ol- muş Madrid'de. Polis kayıtlanna geçmiş 800 kadar dazlağıyla Madrid başı çekiyor. Hitler'in torunlan. Avrupa'nın gebşmiş toplumlan için büyüyen bir tehlike oluştu- rurken. Hitler'in ruhu. Franco'nun ruhuna kanşmış. soluklanmaya çahşıyor İspanya'- da. Franco'yu gömebibnek için 40 yıl bek- lemiş İspanyollar, herhalde kolay kolay davetiye çıkarmazlar Franco'ya. ! v f a l e z y a ' m n başkenti Kuala Lumpur'da dün 12 katlı J ^ lüks bir apartmanın çökmesi sonucu çok sa> ıda kişinin enkaz altında kaldigı bildiriHî. Kazaya, şiddetli yağmur sonucu gercekleşen toprak ka>masının neden olduğu sanılı- yor. Malezyalı yctkililcr. kaza sırasında binada çoğu yabancı 160 kişinin bulunması olasılığından endişe du>duklarını söylediler. Olay yerine çok sayıda kurtarma ve sağlık görevlisinin yani sıra >inç ve askeri belikopterkrin de sevkedildi- ği belirtikü. Görgü tanıklan, binanın çökmesinden önce büyûk pariama sesleri duyduklarını söylediler. (REUTER) Kanlıkavgalar modaoldu Kişilerde olduğu gibi, her mılletin başka milletler hakkı- nda önyargjlan vardır. Tek tek kişiler gibi. milletlerin de ortak kompleksleri vardır. Danimarkablar ıçın bütün Finliler. yanlannda bıçak taşı- yan yan barbar garıp insanlar- dır. Norveçliler kendılerine gü- vensizlikleri, Danımarkalılar küçük ülke olma kompleksle- nyle tanınırlar Ama artık Danımarkalılar da Finliler gibi oldu. Buluğ ça- ğındaki gençıer arasında bıçak laşımak ve haftasonlan bıçak- lann da çckildiği kanlı kavgala- ra kanşmak moda haline geldi. Son iki haftasonunda özelhkle Kopenhang ve çevresi kan gö- lüne döndü. Kopcnhag ana tren istas\onunda kendisine "yan baktığı" için 15 yaşındaki bir genç. 17 yaşındaki başka bir genci bıcaklayarak öldürdü. Çaniasındaki birkaç yüz kronu alabılmek için yaşlı bır kadını öldüren 16 yaşlanndaki ıkı gen- cin de derdinın. haftasonunu karakolda geçirmemek. tclcvız- vondaki maçı seyredcbilmek olması, bir insani öldürdüklen- nın dahi farkında olmamalan, tüm Danimarka'yı şoka soktu. Danimarka şimdi, gençler arasındaki şiddeti tartışıyor. Danimarka şimdi. bıçak laşı- yan, birkaç yüz kron için insan öldüren gençlerin vurdumduy- FERRUH MLMAZ mazlığırun nedenlerini araştın- yor. Politikaalar konuşuyor. psikologlar konuşuyor, sosyal sorunlarla ugraşan uzmanlar konuşuyor. Halk konuşuyor. Halk konuştugu zaman da do- ğallıkla. şiddet suçlanna verilen cezalann arttınbnasını istiyor. Cezalann arttınlmasının şiddet suçlannı işleyenler üzerinde caydıncı etki yapacağını düşü- nüvor. Bu isteğin altında. her zaman her \erde gecerli görü- nen "Asacaksın beş kisi>i, baka- lım bir daha yapıvoıiar mı" mantığı yatıyor. Sosyal alanlarda çalışan uz- manlarla psikologlann cevabı ısc açık: Kendisine \an baktığı ıçın herhangi binnı oracıkta bı- çaklavan kişı. o anda eyleminin kendisi için doğuracağı sonuç- lan kesinlikle düşünmüyor. Öyle ya. birkaç kuruş için yaşb bir kadını öldüren gençler, ya- kalandıktan sonra karakolda maçlann sonucunu kendi akı- bellerinden daha çok merak ediyorlarsa, cezalan arttırma- nın ne anlamı olur? Danimarkahlan diğer İskan- divan milletlerinden ayıran or- tak karakteristik özellikleri, li- beral yaşam tarzlandır. Dani- markalı şovmen Eddie Skoler, Amerikah Tom Packsen'in •'\Vhat did you learn in school today-Bugün okulda ne öğren- dinr' diye başlayan şarkısını kullanarak, çeşiûi milletlerin İngilizce aksanlanyla dalga ge- çerken, aynı zamanda o millet- lerin tipik özelliklerini de ti'ye alıyor ve sıra Danimarkahlara geldiğinde. "Bugün okulda ne öğrendin? Okula gittin değil rai?" diye soruyor, Danimarka- blann, çocuklannın okula gidip gitmediğine bile aldırmaz ola- bilmelerini hicvediyor. Yıllar önce doldurduğu plakta başka bir çıkış nokıasında olsa da, psikolog Steen Mogens'la aynı özelliğe dikkati çekiyor. Sorun tabii ki Danimarkalı- lann liberal ya da aldırmaz ta- vırlannda değil yalnızca. 60'b refah yıllannda İcadınlann ça- lışma piyasasına en fazla çıktık- lan ülkelerden bin olan Dani- marka'da artık hem anne. hem de baba çahşıyor. Çalışmayan, anne-babalar ise, emeğin kutsal sayıldığı sosyal demokraük ide- olojiyle dor.anmış bu toplum- da. kendilerini dışlanmış his- setmenın getirdiğı kışisel sorun- larla uğraşmaktan. çocuklanna ayıracak değil vakit, enerji bile bulamıvorlar. Sııçlaıııı, günahların dizginlerielalemdeElalem ne der sonra? Bu soru bizi bütün bir yaşam boyu gölgemiz gibi izler. Başka- lanndan olumsuz not alma korkusu, bize bir şeyleri zorla yaptınr, başka şeyleri ise yapmaktan abkoyar. - Elinle yeme, çatal bıçak kullan. Gören- ler ne der sonra? - Öyle her aklına geleni söyleme. Sükut altındır derler. Ve "kendimiz" değil, "başkalanıun gö- zündeki biz" olmaya cahşınz hep. İçimız çifte standartlarla doludur. Yakınlanmız, bizim falanca beyin ve fı- lanca hanımın karşısındaki tavırlanmızm yapmacık olduğunu bilir. Biz de biliriz bu- nu. Hatta falanca bey ile fılanca hanım da bilir. Ama herkes benzeri oyunlan oynadı- ğından kimse bu işi kurcalamaz, üzerine gitmez. Bu iş büsbütün felaket de değildir . Kö- tülüklerin ve kabalıklann bir kısmı. "Ela- lem ne der sonra?" yaklaşımıyla önlenir. Sıkışık bir minıbüste kimseyi arka koltukta sere serpe oturtmazlar; bunu bildiğimız için böyle bir rahata kavuşmayı deneme- yiz. Suçlanmızı, günahlanmızı sınırlayabil- memizi de, ne yazık ki önemü ölçüde baş- kalanndan çekinmemize borçluyuzdur. Bu "ehüem" dizginleri, yalnızca insanla- nn değil, toplumlann ve devletlerin yaşan- tısında da gecerlıdır. Günümüz dünyasın- da hangj hükümet, kendi sınırlannın içinde istediği her şeyi yapabıldiğını öne sürebilir? Hele hele istekler sınırlann dışına taşıyor- HAKAN AKSAY sa. ış çok daha zorlaşır. Örneğin, Türkiye kafası bozulunca Er- menistan'a giremez. Ya da bir dıktatör çı- kıp da "Detnokrasi-memokrasi VE geîir bana!" diyemez. Deveden büyük fil vardır. Dünyanın tepkısınden çekinmek artık sağ- duyunun bir parçasıdır. . Rusya da bu gerçeği giderek daha iyı an- layan ülkelerden biridir. İçeride her ne ka- dar otoriter bir yöneümin tüm belirtileri görülüyorsa da, dışanya çıkarken, çizmele- rin yerine şık ayakkabılar giyilmektedir. Gorbaçov'a pasaport verilmesini engel- leyen karar bu yüzden geri abnmıştır. Ko- münist Partisi bu yüzden tekrar acılmıştır. Ve nihayet. bu yüzden seçımlere gjdilmiş- tir. Seçim kampanyasının çok kısa tutulma- sı, bazı partilerin aday olmasının önlenme- si, gazetelerin kapatılması, iktidarpartileri- nin başı okşanırken. muhalif adaylara işa- ret parmağının sallanması gibi konular ikinci planda kalabilır: "yeni dünya dilzeni*- 'nde uluslararası kamuoyu bu gıbı sorunla- ra anlayış gösterebilir. Ama secimlerden vazgeçilmesi durumunda. Rusya yönetimi- nin "yanlış anlaşdmavacağuıın". dünyada tepki görmeyeceğinin hiçbir garantisi yok- tur. Bu yüzden seçimleri yapmak, "deıııok- ratikkşmede zorunhı bir adtmdır". Türkiye, "Elalem ne der sonra?" duygu- sunu ıyi bilir. Komünist Partısi'nin yasal- laşmasıvla bu duygu arasında çok yakın bir bağlantı olduğu hissedilmiştir. 1983 se- çimlerine hangi koşullarda gidildiği de bel- leklerdedır. Rusya şimdi aşağı yukan aynı dönemden geçmektedir. Bizde 83 seçimle- rinden sonra gelışen süreç. seçimlerin ya- pılmasına "kendi bağımsız iradesiyle" ka- rar verdiğini iddia edenlerin, kamuoyunun bilincinde yargılandığı koşullardoğurmuş- tur. Bakalım Rusya'da durum ne olacak? Avmpada Noel görkemi Noelheyecanı Avrupalılan sardı. Büyük küçük herkes. yaklaşan25arabk tarihiyle birlikte politikayı ve hayat pahablığını konuşmayı bırakıp kendilerini Noel'in sıcaklığına bırakacak. Dükkânlar. yılın en kârlı dönemi için Noel Babalı, çam ağaçb ve tabii ki bol karlı vitrinleriniçoktan hazırladı. Belediyeler de Noel coşkusuna katkıda bulunmak üzerekeııtleri ışıklandırdı. Noel. artık gönül rahatbğıylaheryılki eörkemi içinde gelebıhr.( REUTER) Başkanlarmkapıkonışusu La Fayette Park. Pennsylva- nia Caddesi üzerinde. Beyaz Saray'ın hemen karşısında. Parkta yer bulabilmek ola- naksız gibi. Banklann üzeri, naylon ve kartonlarla yapılmış küçük çadır görünümlü. "Ko- nutlann" sakinlen ise. sayılan hergecen gün artan evsizler. Bir anlamda ABD Başkanı'nın "kapı komşulan". Arkadaşlan tarafından "ko- ni" diye bibnen Bayan Picciat- to, parkın en eskisi. ABD lider- lerinin değişmez komşusu. na>- lon ve birkaç battaniye üzerin- de geçireceği 13. kışına ha- zırlanıyor. Sabahın erken saatlennde Beyaz Saray'ı gezmek ıçın sıra- ya giren turistler ilk olarak onunla karşılaşıyorlar. O. elinı kaldınp, "banş işareti" anlamı- na gelen iki parmağıyla onlan selamlıyor. Bayan Picciatto, La Fayette parka 1981 Ağustosu'nda gelip yerleşmiş!.. Naylon sanlı eşya- WASHINCTON RJAT KOZHJKLU lan dışında bir de pankartlan var; "Bombalar öldürûr", "Ger- çek insan. nükleer silahlann kar- şBindadır", "Bombalar yani başmızda" yazıvor. Birkaç adım ötesınde ise Thomas isimli arkadaşı var. Thomas da Bayan Piccıotto gi- bi. yaşamını sadece "prorestoy- la" geçırenlerden. "Bevaz Sa- ray Anti-nükleer Banş Örgütü"- 'nün kuruculan olan Picciatto ve arkadaşı. ABD'nin '"modern protestocuîarır' Onlara göre mesajlan çok basıt(!|: "Banş-özgurlük ve in- san eşitliği". Ancak, o kadar da basıt! Değil.. Bayan Picaatto. polis tarafından defalarca dö- Albenili cilasahtecennetigerçekyapmıyorBüyüleyici manzara. "lşte cennet burası" diye fısıldıyor adeta. Deniz- de yakamoz panlüsı, geride birkaç yelİcenli, beride yeşilin gözalıa ton- îan... İstihbaratımız da hayh sağ- lam. Alister ballandıra ballandıra anlatıyor Isle Of Wightı. "Aman" diyor. "Şehir tarafına gitmevin. AJı- şveriş merkezinden başka bir şey yok. Adanın güzelliklerini keşfetmek istiyorsanız bati ucuna girmelisiniz, beıiden söylemesi." Ada'nın pınl pınl baskılı broşür- leri. bıze "bir aşk ıtıasabndan şarkı- lar" söylüyor. Bu kadar cazip dave- tin üzerine, kalkıp da Isle Of VV'ight'a gitmemek olur mu? İngiltere'nin güneyindeki bu bü- yük ada, Manş Denızi'nin kıyısında. ülke çapında önemli tatil yörelerinden biri sayılıyor. Turizm broşürlerinin hemen hepsinde Isle Of Wright'a adanmış özel bir bölüm görmek mümkün. Bir pazar sabahı yola düşüyoruz. Southampton'dan trenle Lyming- ton'a, oradan vapurla adaya... Yağ- mur ülkesinde bugün inadına güneş tepemizde panldıyor. Kendimizi şansb sayıyoruz. Şansımızı bu güzel adaya bağbyoruz. Vapurda habire "Ne iyi ettik'de geldik" diyoruz. Daha adaya ayak basar basmaz şemsiye tersine dönüyor. Görüntü pek de iç açıcı degil. Yarmouth'tan batı burnuna doğru, patika yollara vuruyoruz. İyi hoş da, bu ada bize anlatılana. resımlerde gördüğümü- SOUTHAMPTON SUAT TAŞPINAR ze benzemiyor. İngiltere'nin yeşilli- ğine inat. burası fukara mı fukara.. Burunda minık bir fenerden başka "oripnal" olarak vasıflandınlacak hiçbir şey yok. Ama bu sıradan böl- geyi öyle bir allayıp pullamışlar ki, sanırsınız Dünyanın 8. Harikası bu- radadır. Boz bır tepenin yamacı- ndan sahile inen modern bir tele- ferik kurulmuş. Turistik eşya satan mağazalarda, cim karnında nokta kalan, sözümona deniz fenerinin resmi bardaktan tabağa, vazoya ka- dar bin türlü ürüne işlenmiş. Bır satılan kartpostallara. bir de dünya gözü ile aynı manzaraya bakınca. çölü vahaya çeviren fotoğrafçının hünerine gıpta etmemek elde değil. Sonuçta. fena halde tufaya getınl- diğımizi anlıyoruz. "Ne halt ettik de buraya geldik" dıyoruz. Kjrk yılda bir denk düşecek bu pınltılı günü. adanın mahrumiyet tarafında heba ettiğimize yanıyoruz. Bu acı tecriibeden hepimizin payı- na kıssadan hısse düşüyor. Bırakın yabancı turistlere pazarlamayı; ken- dimizin bile varlığından haberdar olmadığımız memleket köşelerini düşünüyonız. Turizm pazarla- masının da herhangi bir ürün pazar- laması kadar reklama baktığı nı söy- lemeye gerek var mı acaba? Ertesi gün. hikayeyi arkadaşlara anlatırken onlann da yarasına tuz ekiyoruz. İtalyan Ciara öfkeli mi öf- keli. "Biz de dün Stonage'e girtik" dıyor. "Anlata anlata bitiremeraiş- lerdi, nesi varmış ben aniamadım!" Her şey bir yana, İngiltere aşlında güzei bir ülke... Ama, Eminönü ıs- kelelerinin önünde seyyar satıcılann çürük domatesi de poşete sıkışurması gibi, İngilizler ıyinin yanında kötüyü de satıyorlar insa- na. Albenili broşürlerle alahyorlar. Görmeyen bır pişman oluyor, gören iki... vülüp gözaltına abnmış. Gelip geçen de tartaklamış. Hiro- şima'dan Halepçe'ye, katbam- lann fotoğraflannı astığı pano- da aynca, uğradığı saldınlara ilişkin yüzü gözü patlak resim- lerin yer aldığı gazete kupürleri de ekli.. 49 yaşındaki Bayan Picciatto, banşa hayatını ada- mış! "Başımı koydum, çok çeki- yorum ama değer" diyor. Başka protestocularla olan arkadaşhğı, süreç içinde Bayan Piccıatto'yu nükleer savaşa karşı durmaya sürüklemiş. Ka- vurucu bir yaz sabahı. eşyalan- nı toplayıp o günlerde Reagan'- ın oturduğu Beyaz Saray'ın karşısındaki parka taşınmış. O gün bu gündür de parkın saki- ni! Bir elli boylannda ufak tefek, oldukça saygılı. güngörmüş ve msanlarla rahatlıkla iietişim kurabilen Bayan Picciatto, in- sanlann verdiği bağışlarla geçi- niyor. 20 dolan geçmeyen gün- lük gelirini, kahve. ekmek ve ki- taba harcadığını söylüyor. Yıllardır "banş kayalan" adım verdiği ağzında zeytin dalı uçan güveran fıgürlü eserlerini tu- ristler kapışıyor. Ancak o. bun- lan para karşıhğı satmamakta direniyor. Tartaklanmak, Bayan Piccı- atto'nun en büyük korkusu. Sözlü saldınlan "kanıksadığı- nı" belirtiyor. 10 yıl önce bir Amerikan deniz piyadesi yiizü- ne yumruk atmış!.. Tüm gazete- ler olaya yer vermiş. Güvercin- leri beslesin diye evsizler derne- ği tarafından verilen fıstık pa- ketini >irtarken, iki sincap çev- resinde dolanıyor. "ABD sizin- kileri de kandırıvor, bomba veri- yor, silah veriyor, cûıayetlerin her tûrüne destek ohıyor" deyip ekliyor. "Bu parkta donarak öknleri gördüm ve karşı kakunmda dün- yayı yöneten adam onınıyor."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle