Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA
12
CUMHURİYET 17TEMMUZ1992CUMA
DIZIYAZI
C -^kunakh siyasihaberler ve canıtezgazeteciler, Gorbaçov-Reagan buluşmasını 'fiyasko' olarak ilan ettiler
Reykjavik'te topııtutamaddar
DAHA ÖZGÜR BİR
DÜNYAİÇİN
EDUARDŞEVARDNADZE'NİN
ANILARI
Sönmeye yüz tutmuş ateşten daha
.kasvet verici bir şey olamaz. Korlaş-
mış odun parçalan küllerin üzerine
düşer. Küllerden az da olsa ısı yayılır.
Birkaç dakika sonra, soğuk saracaktır
sizi. Soğumaya yüz tutmuş külleri eşe-
lemeyi bilen, küllerin içinde halen ışık
saçan mucizevi kıvılcımlar keşfedip,
bunlardan yeniden neşeli alev dılleri
yaratabilen birinin yanmızda bulun-
ması ise şanstır.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nda sürüy-
.le şömine var, ancak bunlar arasında
en fazla haünmda kalan, Dışişleri Ba-
kanı'nın özel çalışma odasındaki. O
şöminenin başmda uzun ve zorlu saat-
.-tergeçirdim.
;
Ortaklaşa çalışmaya başladığım ilk
'• kişi George Shultz'tu. Şömine başı
sohbetlerini severdi. Evde de büroda
' da. Shultz, büronun yanı sıra evde de
çalışır, resmi görüşmeleri, konuksever
bir ev sahibi ve aşçının yükümlülükle-
riyle bir arada yüriitürdü. Kendi elle-
riyle ızgarada pişirdiği bifteğin tadma
doyum olmazdı. Şömine sanatına ne
kadar aşina olduğuna, şömine ateşini
besleyip idare etmekten ne kadar iyi
anladığına tanık oldum. Bu işi büyük
' bir ustalıkla, gizlemeye gerek görme-
diği bir sebat ve bağlıhkla yapardı.
Odun kütüklerini isüflerken, şömine-
nin, az sonra bir kilise orgu gibi gûçlü,
aydınlık ve sıcak şarkısını çalması için
maşayla odunlan itelerken onu izle-
mek bana büyük kevif verirdi.
Pek sıkı Kapanmamış perdelerin
arasından VVasnıngton gününün ışık-
lan odaya düşerdi. Yakındaki havaa-
lanından kalkış yapan uçaklann göv-
desinden yansıyan güneş ışınlan, hızla
duvarlan yalayıp geçerdi. Arlington
tepesinin cıvıl avıl yeşili, anıtın kar be-
yazı sütunlan insanın ruhunu dinlen-
diren bir doğa huzuru sererdi gözler
önüne.
Bir cennet miydi? Hayır, cennet ol-
rnaktan çok uzaktı. Diplomat ve ordu
mensuplanmız arasında. Amerikah-
larla pazarbğın çocuk oyuncağı oldu-
ğunu söyleyip övünenine hiç rastlama-
dım. Çoğunlukla, zorlu ve kolay pes
etmeyen diyalog ortaklandırlar. Bu-
nu, ben şahsen yaşamak durumunda
kaldrtn. Evet, Shultz'la çok özel biçim-
de el sıkışmıştım. fotoğraf ve televiz-
yon kameralan önündeki, salt proto-
kol gereği. törensel bir tokalaşma da
değildi. Ama, aramızdaki diyaloğun
kolay ve basit olduğunu söyleye-
mem...
Ytllar sonra Roma'da. Guiulio
Andreotti'yle görüşürken, Shultz'tan
Şevardnadze'yle ceza yasasına ilişkin
sorunlan konuştuğunu duyunca ne
denli şaşırdığını anlatmıştı. "Şu işe ba-
kın. Görüyor musunuz, Edvard'la
George nasıl da derinlere dalmışlar"
diye yorumda bulunmuştu İtalyan
Başbakanı. "Demek ki birer insan ola-
rak birbirlerine çok yakınlaşmışlar.
Laf aramızda. Shultz da az çetin ceviz
değildir hani."
Geriye dönüp de baküğımda,
önemsiz ve küçük sorunlar adma veri-
len büyük "savaşlardan" edinilen de-
neyimin, sonunda görüş birliğine
yarmamız ve birbirimize güvenmemiz
icin gerekli onamı yaratüğını fark edi-
yorum.
Artık bir kez spor terminolojısıne el
âtüğım için biraz da Amerikan futbo-
luna başvurmak istiyorum. Bu oyun-
da iki tür taktik bulunuyor: Ya şansb
bir atışla, tek hamlede ileri doğru düzi-
nelerce yarda kazanıyorsunuz, ya da
top elinızde, rakıple dövüşe dövüşe ay-
nı mesafeyi kat ediyorsunuz.
George Shultz'la ben de bütün za-
manımızı, Sovyet-Amerikan ilişkileri-
nin topunu elimize alıp ileriye taşı-
makla geçirdik. Fiziksel, zihinsel ve
psikolojik açıdan oldukça zorlu bir
uğraştı.
Ancak ilk uzun pas denememizi,
Reykjavik Zirvesi'nde gerçekleştirdik.
Çok iyi hatırhyorum, bu buluşma fık-
ri, her iki tarafın da nükleer bir savaşın
asla kontrol altına alınamayacağı ve
bu savaşm galibi olmayacağını ilan et-
tikleri Cenevre buluşmasından sonra
Sovyet-Amerikan ilişkilerinde yaşa-
nan duraklama sırasında ortaya çık-
mıştı. Ne var ki İzlanda başkenündeki
buluşmadan önce yine birileri. işimize
çomak sokmayı gerekli gördü. Yine
bir "DanüofF Vakası" yaşama-
mak için Shultz'la toplam 20 saatlik
görüşmeler yapmak zorunda kaldık.
Bu "sorunu" çözümlemesek, Reykja-
vik buluşması da gerçekleşmeyecekti.
Reykjavik Zirvesi
Sonbahar I986'da, Reykjavik'teki
Höfdi Villası'nda yapılan görüşmeleri
ash unutmayacağım. Mihail Gorba-
çov başkanİığındaki Sovyet heyeti,
görüşmeler sonunda düzenlenen basın
toplantısına geldiğinde, daha sonra
Moskova'ya dönünce bize söylendiği-
ne göre içinde bulunduğumuz durum
yüzlerimizden okunuyordu. Dünyayı
değiştirecek bir anlaşmaya varmamıza
bir adım kalmışü. Ancak bu adım atıl-
madı!
Batı'da bu olayı anlata'n bir film çe-
virdiler. Söylendiğine göre görüşmele-
rin dramatik yapısını, gerçeğe çok
yakın biçimde yansıtıyormuş. Bilmi-
yorum... Sanınm edebiyat ve sanatın,
geçen yıllarda siyasete açılan yeni
alanlan bir süre daha nadasa bırak-
malan gerekiyor. Dokunaklı siyasi
haberler ve canı tez gazetecilerin çabu-
cak kotardığı analizler üzerine, bu işin
ustalan, Reykjavik'i bir fiyasko ola-
rak ilan etmekte geç kalmadılar.
Gerçekten böyle miydi?
İki ülkenın lıderleri Mıhaıl Uorba-
çov ve Ronald Reagan, İzlanda baş-
kentinde oldukça ileri gitmiş bulunan
topu tutamadılar. Bugünkü bakış açı-
sıyla. belki de Reykjavik'teki zirve bu-
luşmasının böyle bıtmesı daha ıyı oldu
diye düşünüyorum. Devlet başkanla-
nnın sall ileriye doğru hızlı atağa geç-
me denemesı bile birçoklannı korkut-
muş. SSCB ile ABD'nin yakınlaşması-
na şiddetle karşı çıkan veya kuşkuyla
tepkı gösteren güçleri harekete geçir-
mişli.
Bununla birlikte Reykjavik buluş-
ması büyük anlam taşıyordu ve Sov-
yet-Amerikan ilişkileriyle dünya poli-
tikasında ortaya çıkan olanaklann
boyutunu göstermesi açısından tasan-
lanmız üzerinde haylı etkili oldu.
Ancak nesnel olarak, o dönemde bu
olanaklardan yararlanmak mümkün
değildi, çünkü Doğu-Batı ilişkilen
karşılıklı güvenden yoksundu. Bu gü-
vensizlik salt karşı tarafın amaçlannın
anlaşılmaması ve davranışlannın ön-
ceden hesap edilememesınden değil,
aynı zamanda denetim mekanizması-
nın eksiklığinden kaynaklanıyordu.
Ronald Reagan'ın birçok meziyeti
arasından özellikle mizah anlayışı be-
nim zevkime hitap ediyordu. Dağara-
ğında sayısız espri ve fıkra vardı, an-
latmasını da çok iyi biliyordu. Söz ne
zaman denetim sorununa gelse, bek-
lendiğı üzere. konuya hemen çeşnisini
kaüyordu: "Doveryay, no prover-
yay!" Tamam olabilirdi. Gülmek. ın-
sanı hafıfletir, sıkıntılanndan uzaklaş-
tınr. önemli olan. herkesin aynı isteği
paylaşması.
çıkarmak üzere yeniden Villa Retro'-
nun toplann salonuna döndük. Dışiş-
leri Bakanı'yla aramızdaki görüşme,
daha öncekiler gibi dar katılımlıydı.
Bu nedenle, Amerikan Dışişleri Ba-
kanlığı Sözcüsü Margaret Tutweiler'ın
ansızın çıkagelmesi bizi şaşırttı. Ekip-
lerimizin üyeleri, her zaman son dere-
ce disiplinli davranır, göriişmeye çekil-
diğimiz zaman, çok önemli bir mesele
olmadığı sürece bizi rahatsız etmezler-
di. Bayan Tutvveiler, şefıne bir bilgi
notu iletti. Bakan, notu baştan sona
.merikan futbolunda
iki tür taktik bulunur: Ya
şanslı bir tek atışla ileri
doğru düzinelerce yarda
kazanıyorsunuz, ya da
top elinizdeyken, rakiple
dövüşe dövüşe mesafe
kazanıyorsunuz.
Shultz'la ben tüm
zamanımızı
Sovyet-Amerikan
ilişkilerinin topunu
elimize alıp ileriye
taşımakla geçirdik.
Reagan ve Gorbaçov ise
İzlanda'da oldukça ileri
giden topu tutamadılar.
okudu ve şöyle konuştu:
"Beyler. Dışişleri Bakanhğı, lrak'ın
Kuveyt sınınnı geçtiğini haber almış
bulunuyor. Bununla birlikte Was-
hington'daki Kuveyt Büyükelçisi'nin
görüşüne göre durum telaşa kapılma-
perlerden de bir nebze olsun göriin-
müyordu.
Saddam Hüseyin
Saddam Hüseyin'le kişisel görüşme-
lerin sonucu, onun hakkında oldukça
genel bir flkir edinmiştim. İrade sahi-
bi, sert, iktidar hırsıyla dolu, ancak
aynı zamanda akıllı biradamdı. İran'a
karşı savaşında yaratüğı olumsuz ima-
jı "düzeltmeye" çahşmıştı. Irak Kür-
distanı'nda kimyasal silahlara başvur-
muştu. Herhangi bir itaatsizliğe şid-
detle tepki gösteriyordu. Ancak bütün
bunlar, çatışma ve düşmanlıklann
böldüğü dünya ıppluluğunun. örgütlü
bir direniş sergileyemeyeceği. yaptı-
nmlara başvuramayacağı koşullar al-
tında gerçekleşmişti. Ancak, artık
süper güçlerin işbirliği ve ortaklığına
dayanan yeni bir dünya düzeni olgun-
laşmaya başladığı için herhangi bir
saldırganhk eylemi, inüharla eşanlam-
h olurdu. Saddam Hüseyin'in bunu
anlamaması mümkün değil, diye dü-
şünüyordum.
İrkutsk Havaalanı nda, Jim'le veda-
laştık. O LJlan-Bator'a uçtu, ben de
Moskova'ya. lrak'ın Kuveyt'i istila et-
tiğini orada öğrendim. Aynı gün lrak'-
ın saldırganlığının, ortak bildiriyle
kınanmasını öngören Jim'in önerisi
bana ıletildı.
Bu, aldığım en zor kararlardan biri
oldu. Neden zor olduğunu kendime
saklamak ve bunun yerine 3 Ağustos
1990'da Jim'le yaptığımız görüşmeyle
ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyo-
rum.
Söz konusu görüşme, Jim'in Moğo-
listan'dakı tatiîini yanda keserek gel-
diği Moskova'nın Vnukovo 2 Havaa-
lanı'nda gerçekleşti. Uzun saatler
boyunca, güçlü birdirenişi kırmak için
çaba göstermek zorunda kaldım, ken-
di içimde ve çevremde -sadece Dışişleri
Reykjavik görüşmesi Amerika ve Sovyet Biriiği için büyük önem taşıyordu
Bu bağlamda özellikle Jamcs Ba-
ker'la 2 Ağustos 1990'da İrkutsk ve
Baykal Gölü kıyısındaki buluşmalan-
mıza kısaca değınmek istiyorum Da-
ha önce de belirttığim gibi Sovyet-
Amerikan divaloğunun içerdiği güç-
lüklerle yüklü bir gündemimiz bulu-
nuyordu. Her seferinde somut sorun-
lan ele alı>or ve stratejik silahlarla
ilgili anlaşmalar. Avrupa'daki kon-
vansiyonel silahlar, bölgesel anlaş-
mazlıklarda uzlaşma arayışı gibi
konularda ortaya çıkan pürüzlerin çö-
zümü yolunda adım adım ilerliyor-
duk. Bunlann dışında insan haklan
sorunu, ekonomik ilişkiler ve diğer iki-
li ve çok taraflı sorunlar üzerinde da-
nışmalarda bulunuyor: aynı zamanda
ayn ayn anlaşmalar hazırlı\orduk.
Wyoming'in kayalık ve engebeli
arazisinde, iki ülke arasındaki ilişkile-
rin artık normalleştiğini saptadık. Ar-
tık yapıcı bir işbirliğine doğru yönel
yı gerektırmiyor..."
Görüşmelerimize devam ettık. Ben
pek tedirgin değildim, gördüğüm ka-
danyla Amerikalı da değildi. Irak ile
Kuveyt arasında hayli çetrefılli görüş-
meler yapıldığını bili>ordum. ama
Saddam Hüseyin'in işgale yelteneceği-
ni asla tahmin edemezdim. Bunu gös-
terenhiçbirişaretvoktu.Irakbirlıkleri
daha önce de komşu ülkenin sınınnı
geçmiş. ancak orada uzun süre kalma-
mıştı. Dahası. Irak'ın mevcut koşullar
altında saldırganlığa yeltenmesi. pek
zayıf bir olasılık olarak görünüyordu:
Tamamen mantık ve akıl dışı, sağdu-
yu\ a aykın bir adım olurdu.
Beni eleştirenler. bu tür itiraflan. be-
nim yetersiz olduğumu ve uzmanlann
değerlendirmelerini dikkate almadığı-
mı kanıtlamak için sık sık malzeme
olarak kullandıklan halde, bugün ay-
nı görüşleri yinelemeye hazınm. Ben
uzmanlara danışmadan. hiçbir giri-
şimde bulunmadım. Dışişleri Bakanlı-
buluşmamızın felsefi önemi. ulaştığı-
mız şu sonuçtan kaynaklanıvordu:
İlişkilerimiz, uluslararası platformda,
özellikle de Üçüncü Dünya'daki an-
laşmazlıklarla ilgili konularda. bırer
ortak olarak harekct edebıleceğimiz
bir düzeye ulaşmıştır.
Bu on birinci buluşmamızın ardın-
dan, tatile çıkmak üzere ba\ ullanmızı
toplamaya başladık. 2 ağustos günü
öğleden önce, basın toplantısı düzcn-
ledik ve ardından, son kez bir bilanço
ölçüde arttınldı. Bu değerlendirmeleri
her zaman dikkatle dınledim. Bu ara-
da uzman görüşlerini, dış politıkamı-
zın stratejik ilkeleri doğrulıusundaki
görüşlerimle bırleşürdım. Bazılan bu
olayı. siper çukurundan bakar gibi gö-
rüyor. Benim ise bulunduğum makam
nedeniyle tum cepheyi görüş alanı
içinde bulundurmam gerekiyordu.
Bununla birlikıe. lrak'ın Kuvyet'i iş-
gal \e ilhakı gibi birdeliliğin işaretleri.
bızim bazı uzmanlanmızın çekildiği si-
BakanlığYnda da değil- beliren direni-
şi. Topu, yine birlikte sahaya taşımak
gerekiyordu. Ancak ileride bana yö-
nelttikleri suçlamalarda olduğu gibi
Amerikan futbolunun kurallanna gö-
re oynanan bir oyun değildi bu kez.
Sovyet-Amerikan futbolu da değildi.
Dünyanın geleceği büyük bır risk al-
tındaydı.
2 ağustostaki olaylar ve yol açacağı
olası gelişmeler. o güne kadar başardı-
ğımız işlere set çekiyordu. Yeni düşün-
cenin uygulanması. silahsızlanma eği-
limi ve yeni uluslararası ilişkiler yara-
tılması için izlenen politikanın toprağa
gömülmesı tehlikesine davetiye çıkan-
yordu.
Nasıl bir tutum almalıydım? O dö-
nemde, knzden u>gun bir çıkış yolu
planlayabilecek durumda değildim,
ancak benim görüşüme göre atılması
ve atılmaması gereken adımlarla ilgili
düşünceler yürütmekle yükümlüy-
düm. Meslektaşlanm, Irak'la imzala-
dığımız dostluk ve işbirliği anlaşma-
sıyla bu ülkeyle olan özel ilişkilerimızi
hatırlattılar. Bütün bunlan hcsaba
kattım Ancak en büyük endışem.
Irak'taki 8000 Sovyet vatandaşının
durumuydu. Onlann kıhna bile zarar
gelmemesı için elimden geleni yapmak
görevimdi. Ancak aynı zamanda Ku-
veyt ve diğer ülkelerin vatandaşlanna
da yardım etmekle yükümlüydüm.
Cstelik benden böyle bir davranış
beklenmediği halde.
Ahlakı değerlerle siyasi muhakeme
arasında çetin bir mücadele ba^lamış-
tı. Ve bir kez daha. bir toplumun. bir
devletin, bir insanın ahlaki değerleri-
nin. öncelikle her tıirlü şiddete karşı
alınan tavırda ortaya çıktığını fark et-
tim. Devlet, vatandaşın canına, onu-
runa ve malına yönelik her darbeyi
cezalandınyor. Devletler de yasalan
korumadan, insan haklan kurallanna
uymadan var olamıyorlar, yoksa bu-
nun altematifı herkesi başıboş bırak-
mak olurdu. Yani diğer bir deyişle;
güçlünün güçsüz üzerindeki keyfı hâ-
kimiyeti. Demek ki dünya topluluğu-
nun haydut devletlerle korsan rejimle-
rin eylemlerine geçit vermemesi gere-
kiyor, aksi takdirde dünyadaki
hukuksal düzenin zedelenmesi ve
uluslararası ilişkilerin istikrarsızlığa
sürüklenmesi kaçınılmaz olur.
Yani sorun şuydu: Ya iyiyle kötüyü
tek bir düşünce çatısı altında ayırt ede-
rek yaşamaya devam edeceğiz, ya da
bu ölçülere aldınş etmeksizin, herhan-
gj birinin dünyayı temelinden sarsma-
sına göz yumacaktık. Körfez krizinde
geçen sınavın ışığında, artık bu sonıyu
sormanın zamaru gelmişti.
Kuveyt'i hedef alan saldın, aynı za-
manda yeni düşüncenin uluslararası
yaşama getirdiği olumlu değişim eğili-
mine yönelen bir saldınydı. Krizin üs-
tesinden gelebilmek için Kuveyt'in
egemenliği, toprak bütünlüğü ve meş-
ru iktidann yeniden işbaşına gelmesini
dışlayan bir seçenek, benim için söz
konusu bile değildi. Bu devlet. netice-
de Birleşmiş Milletler'in bir üyesiydi.
Bu böyleydi ve böyle kalmahydı.
Kısacası, ortak bıldirimizi yayımla-
dık. Daha sonra olaylar olağanüstü
tehlikeli biçimde seyrettiğı için SSCB
ve ABD başkanlannın 9 eylülde Hel-
sinki'de buluşmalan gerekli görüldü.
Bütün bugünler zarfında, Körfez
kriziyle ilgili aramızda sağlanan görüş
birliğini, uluslararası uzlaşmaya, dün-
ya topluluğunun ortak tepkisine dö-
nüştürmek için olağanüstü gergin bir
ortamda çalıştık. Daha başlangıçtan
itibaren, BM Güvenlik Konseyi'nin
diğer daımı üyeleriyle yoğun konsül-
tasyonlarda bulunduk -Çin, Fransa,
İngiltere, ABD ve Güvenlik Konseyi
üyesi diğer devletlerle.- Amenka Birle-
şik Devleüeri'yle yürüttüğümüz ortak
çalışma, eşi benzeri görülmemiş bir
karaktere büründü. Moskova-Was-
hington-NVyoming (o sırada Dışişteri
Bakanı James Baker orada kalıyordu)
arasında telefon köprüsü kuruldu.
Avrupa ülkeleriyle düzenli temaslar
yürütüyorduk. Hans Dietrich Gensc-
her'le, Fransa Dışişleri Bakanı Roland
Dumas ve İngiltere Dışişleri Bakanı
Douglas Hurd'le sürekli görüş alışve-
rişinde bulunuyorduk. Varşova Pakü
üyesi ülkelerin yöneümlerine gelişme-
ler hakkında bilgi veriyorduk. Arala-
nnda Hindistan, Yugoslavya.Türkiye
ve İran'ın da bulunduğu komşu dev-
letlerle dost ülkelere bilgi akışını sağlı-
yorduk. Baa Arap ülkeleriyle Arap
Biriiği Sekretaryası ve FKÖ'yle kesin-
tisiz temas halindeydik.
ö a d d a m Hüseyin'le
görüşmelerim sonrasında
onun hakkmda geniş bir
bilgi edindim. Irade
sahibi, iktidar hırsı ile
dolu, akıllı bir adamdı.
İran savaşında yaratüğı
olumsuz imajı da
düzeltmeye çahşmıştı.
Irak Kürdistam'nda
kimyasal silahlara
başvurmuştu.
Herhangi bir
itaatsizliğe şiddetle
tepki gösteriyordu.
Ve Irak yönetimıyle temasımızın
kesildiği tek bir gün olmadı. Siyasi
sorunlann yanı sıra, Kuveyt'teki
Sovyet vatandaşlannın tahliyesi ve
Irak'taki uzmanlanmıza çıkış izni
verilmesi gibi pratik konularda da
görüşmeler yapıyorduk.
Sonunda, vatandaşlanmız korun-
madığı takdirde gerekli adımlann
atılacağını hatırlatarak. uygun bir
dille tehdit savurmaktan da geri kal-
madım. Salt bu yüzden, kendi ül-
kemde eleştirilere hedef oldum. Ne
var ki, gerçekleri kimse inkâr ede-
mez: Bağdat ancak o tehditlerden
sonra Sovyet vatandaşlannın Irak
dışına çıkışina izin verdi.
Bugün. geçmişteki olaylann seyri-
ni yeniden gözden geçirirken piş-
manlık duyacağım tek bir kusur
bulamıyorum. Saddam Hüseyin'in
eylemine karşı aldığımız sert tutum
öncelikle siyasi ve ahlaki ilkelere,
keyfı hareket ve saldırganlığın onay-
lanamayacağı, insanlann bir saldın-
nın kurbanlanna yardım etmekle
yükümlü okiuğu, küçük ve banşçı
bir ülkeyle insanlannın yok olması-
na göz y umamay acağı ilkesine daya-
nıyordu.
Ancak burada söz konusu olan
sadece Kuveyt değil, aynı zamanda
Irak'tı. Burada söz konusu olan bü-
tün bir bölge -en ufak bir abartıya
sapmaksızın yeniden söylüyorum-
bütün dünya, bütün ülkelerin \e
halklann yaşamıydı.
StlRECEK
ANKARA/ANKA
MÜSERREF HEKİMOĞLU
İda'ntn Eteğinde Bfr Akşam
Tahtakuşlar Köyü'nde bayram şenliği var. Kudarailesi-
nin düşü gerçekleşti artık. Etnografya Galerisi kuruldu,
değerli ressam Selim Turan'ın adım taşıyan bir salonda
da ortak bir sergi açıldı geçen hafta. Ama asıl sergi salon-
da değil, dışarıdaydı bence. Deniz dağlara taşmış gibi,
Körfez kıyılanndan, Ayvalık'tan, Altınova'dan, Burhaniye'-
den, Oren'den, Arkent'ten, Akçay'dan, Altınoluk'tan, taa
Assos kıyılanndan gelenlerle kalabalık dağlara da sığma-
dı. ida nasıl hoşlandı kimbilir! Alevi kadınların şıklığı, kent-
lileri geride bıraktı yine! Nereye baksam onları görüyo-
rum. Tepelerde, zeytinlerin gölgesinde, demet demet
çiçeklergibi, giysilerinde ida'nın renkleri, baslarında buğ-
day saplı oyalar, saçlannda kekik kokusu... ida'nın güzel
kadınları onlar, Sarıkız'ın kardeşleri. Balıkesir Valisi Kadir
Uysal da konuklar arasında. Konuşurken kadınlara da
seslendi. Kentlerarası otobüslerde de haremlik-selamhk
havası oluşurken İda'nın eteklerindeki rahatlık bir yöneti-
ciyi de etkiliyor elbet! Ben, yıllardır ören tatiilerime başka
bir güzellik katan dostlarımla gittim Tahtakuşlar'a. Büyü-
kelçi Hamit Batu ve eşiyle birlikte. Otomobil, minibüs,
kamyon ve traktör kuyruğunu aşarak galeriye ulaştığımız
zaman durakladık birden. Bedros Reis'i anımsadık. Kara-
dutum, çatalkaram, çıngenem dizeleriyledans eden güzel
kızları Bedri Rahmi de görseydi nasıl coşar, yeni dizeler
yaratırdı, kimbilir!
Belki biliyorsunuz, ida'ya tırmanmaktan, Sarıkız'la ko-
nuşmaktan çok hoşlanırım ben. Tahtakuşlar'da Kudar ai-
lesiyle buluşurum yaz gelince. Tepedeki mezarlığagide-
rim bir akşam saatinde. Yeşil çamların altında beyaz
taşlarla ölümü değil ölümsüzlüğü hissederim orada. Sev-
digim ölülerle buluşur, konuşurum. Aşağıda Ege'nin ma-
viliği, dağları, denizleri, ölüleri, ölümsüzleri bir arada
kucaklarım. O akşam da Bedros Reis'le kucaklaştk. Sonra
Kudar ailesinin güzel kadınları sardı çevremi. Esma bacı,
gelinleri Selver ve Senem Kudar, gel de Sartkız'açıkalım,
konuşalım, dediler, Paris'ten Hasan Kudar'ın geleceğini
müjdelediler. Derken Ayvalık ilçesinin edebiyat öğretme-
ni, Edremit'ten emekli öğretmenler, Akçay'dan başka bir
ögretmen, Altınova'dan bir karı-kocayla Cumhuriyet okur-
ları geldi yanıma. Kısa, ama çok güzel sözlerle okşadılar
beni. Okşadılar ve onurlandırdılar. Yazarlığın ödülü de
okurları kuşkusuz!
Tahtakuşlar Etnografya Galerisi'nin öyküsünü çok ya-
kından yaşadım ben. Yıllarca önce Sabiha Tansuğ ile
Kudarlar'ın sofrasında konuşurken başlıyor Tahtakuşlar'-
ın öyküsüyle galerinin öyküsü; tahtacıların, dağların, or-
manların öyküsü birbirine karışıyor bence.
Kekik kokulu bir öykü bu. Ben de birkaç torba kekik al-
dım galeriden. Berin Nadi'ye getirdim istanbul'a. Ida'dan
sevgiler. Sarıkız'dan selamlarla. Kekik çayı içtiniz mi hiç?
Tüm dertlere deva bir ürün kekik. Sindirim, solunum has-
talıklarına etkili bir ilaç. Bir bardak cayla güzel bir dağ
uykusuna dalabilirsiniz. Sofranıza da başka bir tat verir
kekik. Körfez mutfağında büyük yeri var. Zeytine çok yakı-
şıyor, ama beyazpeynire de. Beyazpeynire zeytınyağı,
üzerine de kekik karaciğerinize dinlence! Doğa tüm hasta-
lıkları onarıyor sözün kısası...
Selim Turan'ı göremediko akşam. istanbul'a erkendön-
düğünü soyledi Alibey Kudar. Salonunda sergilenen tab-
loları gördü mü acaba? Gördüyse ne düşünüyor? Ben
#esim sergilerinin coşku vermediğini düşünüyorum bir sü-
redir. Güzel bir doğa parçasında, İda'nın eteklerinde bir
köyde, zeytinlerin, çamların yeşili, denizlerin mavisi, çi-
çeklerin coşkusu içinde bir sergi açmak da kolay değil!
Doğa bastırıyor, ama doğanın bastıramadığı yerlerde de
beni çok şaşırtıyor kimi sergiler. Tablolarda bir sanatçı eli
değil, bir boyacı eli seyrediyor insan! Her dalda yaşanan
yozluktan resim dalı da etkileniyor kuşkusuz. Bu tür bir
sergiden sonra ressam dostlarımı çoközlüyorum ben. Ba-
na yaşama sevinci veren tablolar canlanıyor gözümde.
Doğanın güzelliği sanatın gücünü daha çok vurguluyor
belki de. Bize en büyük dostiuğu insanın doğasını, yaratıcı
gücünün boyutlarını yansıtan sanat olayları veriyor değil
mi? Konser mevsimi yeni sona erdi, ama kahvelerden ta-
şan arabesk müzikle kulaklarım aşınırken CSO salonunu
da çok özlüyorum doğrusu. Sonra da düşünüyorum; İda'-
nın doruğunda bir konser, Körfez'i nasıl çınlatır kimbilir!
Yıllarca önce Ürgüp'te Peri Bacaları'nda bir konser canla-
nıyor gözümde. Ankara Oda Orkestrası Gürer Aykal'ın
yönetiminde Vivaldi'nin Mevsimler'ini çalıyor. Sonra Suna
Kan'ın bır resmi, bir tepede keman çalıyor.
öyle bir konseri Adrymitton Çocuklan da bir gün dinler
belki!..
BULMACA
SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8
1/ Yağmurdan, rüz-
gârdan ya da güneş-
ten korunmak için
yapılmış küçük sa-
çak. 2/ Vücutta biri-
ken azotlu madde...
Bir şeyden kalan kö-
tü iz. 3/ Boya, pas
gibi şeyleri çıkarmak
için kullanıian çelik
araç... Kadınların
giydiği çarşaf. 4/
Mehter müziğinde
kullanıian ve iki değ-
nekle vurularak çalı-
nan bir tür davul. 5/
Cinsiyet... İnanmak eylemi. 6/ Se-
naryosunu Yıtmaz Güney'in yazdığı
ve Şerif Gören'in yönettiği, 1982
Cannes Film Şenliği'nde Altın Pal-
miye ödülünü kazanan Tılm... Karı-
şık renkli. 7/ Santraçta bir taş... Ye-
min... Boru sesi. 8/ tyi yaşamak için
gerekli her şey... Merkez Bankası'nın
pasifınde kayıtlı para miktan. 9/ Öv-
me ya da övgü.
YUKARIDAN AŞAĞIYA
1/ Gözetmen, gözetici. 2/ Sınır nişanı... Polkayı andınr bir dans.
3/ Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan... Bir nota. 4/ His-
se... Ortak Pazar'ın kısa yazıhşı. 5/ Erkek hizmetçi... Bir duva-
rın başını ya da iki duvann köşesini oluşturan gömme ayak. 6/
Eski Mısır'da güneş tannsı... İskoç erkeklerinin giydiği kısa etek-
lik... 7/Üç ya da daha çok direği bulunan yelkenli gemilerde arka
direk.. Olumsuzluk belirten bir önek. 8/ Toprak, kum ve sa-
man eletneye yarayan iki delikli kalbur... Birine dokunsun diye
söyienen söz. 9/ Jüpiter gezegenine verilen bir başka ad.
KALSİYUM KARBONAT SATIN
ALINACAKTIR
tZMİT SELÜLOZ VE KÂĞIT SANAYİt
MÜESSESESİ IZMtT
Müessesemızce 3000 ton kalsiyum karbonat satın ahnacakür.
Teklifler idari ahm ve teknik. şartnamesı esaslarında % 7.5 geçici
temınaüa birlikte 3.8.1992 günü saat 16.00'ya kadar müessesemizde
bulundurulacaktır. Verilecek teklifler 17.9.1992 tarihine kadar opsi-
yonlu olacaktır.
Konu ile ilgili şartname lstanbul, Izmır, Ankara'da alım satım mü-
dürlüklerimizden ve Izmit'te müessesemızden temin edilebilir.
Postadaki gecikmeler kapalı zaıf içine konmayıp, açık olarak ve-
rilen ve teleks-telefaksla bildırilen teklifler dikkate alınmayacaktır.
Teşekkülümüz 2886 sayılı kanuna tabı değildir. Emniyetli, kârlı
ve verimli teklif degerlendirileceğinden, ucuz teklifın dikkate alınma-
ması ve siparişin kısmen veya tamamen iptali teklif vericiye bir hak
sağlamaz.
Basın: 32683