Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 10TEMMU21992CUMA
OLAYLAR VE GORUŞLER
YeniBir ŞiirDizisi
MELİHCEVDET ANDAY
Genel Yayın Yönetmenliğini dostum Prof.
Cevat Çapan'ın üstlendiği İyi Şeyler Yayıncıhk
bir dizi şiir kitabı çıkardı. Bu kitaplar boyut ve
baskı açısmdan da "iyi şeyler" nitelemesi içine
girer. Gazeteden kopuş öncesi, bu dizide basılan
ilk beş kitap için bir tanıtma yazısı yazmıştım,
bulamıyorum şimdi. Bir bakıma iyi de oldu bu,
sonra basılanlarla on üç kitabı buldu dizi. Bende
bunlann dokuzu var. Bugün okurianma bu ki-
taplardan kimi çeviri şiirler aktaracağım.
Judith Herzberg, 1934 yılında Amsterdam'da
doğmuş, savaş yıllanrun aalannı yaşamış bir şa-
ir.
1945
Çaya çağırmtştık kahramanları
Divana oturdular yan yana.
Tek sözcük bile çıkmadı
ağızlarından. Dikip gözlerimi baktım
utanıncaya kadar hepsi
ama ne yapsınlar
ahşık değillerdi barışa.
Ünlü Italyan şairi (1959 yılında Nobel ödülü-
nü almışü) Salvatore Quasimodo'yu Türkçe'ye
Egemen Berköz çevirmiş. İşte küçük bir şiir:
Ve birdetı akşam
uçsuz bucaksız toprak, yapyalnız adam
tepeden tımağa güneş
ve birden jkşam.
Bir başka ünlü İtalyan şairi daha: Giusseppe
Ungaretti. Ondan da bir küçük şiir alacağım ya-
zıma. Ungaretti'yi çeviren Cevat Çapan.
Sonrasız
Biri kopanlmış öbürü verilmiş iki çiçek
arasındaki
o anlatıbnaz hiçlik.
İrlandalı şair William Butler Yeats'in (1865-
1939) "Her şey ayartabilir beni'" adı verilmiş ki-
tabından bir şiir:
Her şey ayartabilir beni
Her şey ayartabilir beni şu şiir uğraşından
Gün olur bir kadın yüzii, ya da daha kötiisü
Çektiği çile alıklarca yönetilen yurdumtın;
Şimdi daha kolayı yok
Elimin altştığı bu işten. Gençken
Metelik vermezdim türkülere,
Sazını çalmaz mıydı ozan
Kılıç kında beklercesine;
Ra/ıyım, dileğim yerine gelsin de tek,
Balıktan daha soguk, daha dilsiz, daha sağır ol-
maya.
Cevat Çapan, Haiku'lardan da çevirmiş. 16.
yüzyılda ortaya çıkıp 17.-19. yüzyıllarda geliş-
miş 5,7,5 heceli üç dizeden oluşan bir Japon lirik
şiiri bu Haiku. Üç şairden seçmiş Çapan. Bu bir-
birinden güzel şiirlerin birkaçını birlikte okuya-
hm:
Eski başkentte
Kyo'dayım ya,
Gene de Kyo'yu özlöyorum
ey, zaman kuşu!
Etsujim'den Çağn
Yağışını
birlikte seyrettiğimiz kar
bu yıl gene yağdı mı?
Bunlar Matsuo Başo'dandı. Şimdi de Tanigu-
çi Buson'a birgözatalım:
Ay Işığında
Oyle bir ay var ki gökte
hırsız da durmuş
tûrkü söylüyor.
lüş
Karlann içinde
kapılannı yüzüme kapayan
evlerin ışıkları.
Kobayaşı İssa'dan:
Bülbülün Türkiisü
Bülbülün türkiisü
yağmurda sırüsıklam
busabah.
Dilek
Çekirge,
bengidince
göz kuiak ol mezarıma.
Ünlü Fransız şairi ("Ben Fransızdeğilim, Bre-
ton'um" demişti bana Ohri'de) Guillevic. geo-
metrik bjçirnlerin adlannı vermiş şiirlerine. kita-
bın adı Öklidgiller. Guillevic, önceleri gerçeküs-
tücü idi. Bu şiirleri dilimize çeviren Erdal Alova:
ParaleUer-H
Ağlarsınız sizi ayıran
boşluğa doğnı.
Ağlarsınız hıçkırarak
ikiye böMüğünüz
öbür boşluğa.
Sanki bir sizsiniz
ömürboyu
hiç buluşmayacak.
Rus şairi Andrey Voznesenski'nin şiirlerini
Mehmet H. Doğan çevirmiş dilimize. 1933 do-
ğumlu Voznesenskı. mühendis. Boris Paster-
nak'tan büyük destek görmüş. Rusya'nın en
seçkin şairlerinden biri.
GOYA'YIM BEN
Goya'yım ben
çıplak tariadan, düşmanm çelikten kalemiyle
oyulmuş gözlerimin kraterieri
Acıyım ben
Diliyimben
sa\aşın, sönmeyen konı şehirlerin
1941 yılında, k'arda
Açlığım ben
Gırtlağıjımben
Gövdesi tek başına bir meydanda
bir çan gibi çalan
asdmış bir kadının
Goya'yım ben
Ey gazap üzümleri!
Savurmuşun küllerini batıya
çağrsız konuğum!
ve çakmışun yüdızları ber şeyi gören
ve uiHitmay an gökyüzüne
çiviler gibi
Goya'yım ben.
ARADABIR
Prof. Dr. MUSTAFA OZYURT
Uludağ Üni. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
KrÜniversiteNasıl
Kunrimah?
Yeni üniversitelerin kuruluş kanun tasarısının TBMM
Milli Eğitim Komisyonu'ndan geçtiğini öğrenince duygu-
landım. Yıllarönce Istanbul Tıp Fakültesi'nin öncülüğünde
Bursa'da bir tıp fakültesi kuruluş kanun tasarısının TBMM
Milli Eğitim ve Plan komisyonlanndan geçtiği günleri anı-
msadım (*). lleride görev almayı düşündüğüm bu yeni fa-
kültenin kanun tasarısının komisyonlardan geçtiğini, o
günlerde yakından izliyordum. llginç bir rastlantı, geçen
mayıs ayı, Uludağ Üniversitesi'nin çekirdeğini oluşturan
Bursa Tıp Fakültesi'nin yirminci kuruluş yılıydı (18.5.1972
tarih ve 14191 sayılı Resmi Gazete). Olayı anımsayan biie
olmadı. Başka bir rastlant ise aynı ayda 1974'ten bu yana
klinik eğitimini sürdürdüğümüz Göğüs Hastanesi nden
üniversite kampusundaki yeni hastanemize, benzetmeyi
bağışlayın yeni hastanemize, yörük göçü şeklinde taşın-
ma gerçekleşti.
Yazının başlığını, yıllar önce bu sütunlarda okuduğum
Melih Cevdet Anday'ın bir yazısından buldum: Istanbul
Üniversitesi Nasıl Kuruldu? (11.9.1987, Cumhuriyet). An-
day yazısında Darülfünundan üniversiteye geçiş sancıları-
na değinirken 1933 üniversite reformunun ne kadar gerek-
\\ olduğunu vurgulamak istemiş. Aynca istanbul Üniversi-
tesi'nin kuruluşunda görev alan yabancı öğretim üyelerin-
den Prof. Dr. Malche'nin raporunu da Prof. Dr. Ernest
Hirsch'in anılarını içeren kitabının "Istanbul Üniversitesi'-
nin Doğum Sancıları" başüklı bölümünden alıntılarla veri-
yordu. Prof. Dr. Malche'ye göre üniversite denilince akla
düşünce yöntemini (metodunu) öğreten kurumun gelmesi
gerektiği belirtiliyor. Bu rapora göre 1933 yılında ağırlık
kazanan ilke; meslek yüksek okulu değil, Türkiye'de Bat
Avrupa üniversitelerinin dengi, gerçeği araştıran ve derin-
leştiren, bilgiyi toplayan, düzenleyen, üretken bir bilim yu-
vası kurmaktr. Bu amaçla aynı yılın ağustos ayında darül-
fünun kapatılmış ve Istanbul'da Istanbul Üniversitesi adı-
nda yeni bir kurum kurulmasını öngören kanun
çıkartlmıştır.
Bu saürların yazarı da sozü edilen yabancı öğretim üye-
leri kuşağının son temsilcilerinin öğrencisi oldu. Denel fi-
zikte K. Zuber, genel kimyada F.L. Brousche, zoolojide K.
Kosvvig ve histolojide Max Clara hocalarımızdı. Bu yıllar-
dan hiç unutamadığım tatlı anım, K. Zuber'in balkondan
kedi atma deneyiydi. Her yıl bu deneyin yapılacağı gün
Fen Fakültesi'nin görkemli konferans salonu, öbürfakülte-
lerden gelen konuk öğrencilerle dolar taşardı. Bizim oku-
duğumuz yıl da aynı deneyin yapılacağı derste, salon yine
tklım tıklım doluydu. Ama hoca, 'Çok gürültü oluyor, bu
defa kediyi atmayacağım" dediğinde salondan kocaman
bir 'aaa' sesinin yükseldiğini duyar gibi oluyorum. öğren-
cilerin zevkleri de çok farklıymış o günlerde (!). Bir kedi
atma deneyini izlemek için fizik dersini dinleme eziyetine
kaç genç katlanır bugün bilmem.
Istanbul Üniversitesi'ndeki klasik tıp eğitiminden sonra,
adı daha yeni yeni duyulan ve yarıdan çoğu inşaat içindeki
Hacettepe Tıp Fakültesi'nde asistanlığa başladım. Her yö-
nüyle değişik bir ortamdı Hacettepe biz genç hekimler için.
1966 ağustosunda göreve başladığımızda, yapılmakta
olan ameliyathane blokunun ertesi yıl sonunda açılacağını
söylediklerinde, ne yalan söyleyeyim, hiçbirimiz inarv
mamıştk. Zira yolun hemen karşı tarafında zamanın Cum-
hurbaskanı Ismet Inönü'nün temelini attığı, AnkaraTıp Fa-
kültesi'nin Temel Bilimler binasının inşaatı sürüyordu.
Ama verilen söz gerçekleşti ve belirtilen tarihte ameliyat-
haneler ekesiksiz çalışmaya başladı. Hiçbir üniversite bir
kişiyle böylesine özdeşleşmemiştir. Hacettepe Üniversite-
si denilince akla gelen ilk isim Prof. Dr. Ihsan Dogramacı-
dır. Tüm eleştiriler bir yana, bir gecekondu semtinde böyle
bir üniversitenin doğacağını o yıllarda düşleyemezdik bi-
le. Kuskusuz bu başanda başta Doğramacı ile bir avuç
idealist, özverili ve çalışkan insanın katkısı çok büyüktür.
Sözünü ettiğim gruptan kalanların sayısı bugün, belki bir
elin parmaklarını geçmeyecek kadar azalmıştır.
Yirmi beş yıllık üniversite yaşantımda, iki üniversitenin
kuruluş günlerini ve gelişim aşamalarını yakından izleme
olapağını buldum. Biri Hacettepe, öbürü Uludağ Üniversi-
tesi. 1974 haziranında isteyerek ve severek görev aldığım
Bursa Tıp Fakültesi'nin, Hacettepe'nin Batı Anadolu'dabir
benzerini oluşturmak için elden geldiğince çabaladık.
Edindiğimiz bilgi ve deneyimlerin yanı sıra dosya siste-
minden tutun da ameliyathane giysilerine varıncaya değin
tüm yenilikleri Bursa'ya aktarmaya çalıştık. Ancak bu iki
fakülte arasındaki en belirgin ayrıcalık, değişik yerlerden
gelen öğretim üyelerinin birbirlerine uyum sağlamada
gösterdikleri direnç ve toplayıcı, birleştirici bir yönetim
kadrosunun eksikliğinde düğümlendi kaldı. İşte bu kısı-
rdöngü sonucu, Hacettepe'de bir buçukyılda bitirilen inşa-
atınbenzeri, Bursa'da on beş yıldatamamlandı.Taşındığı-
mız Tıp Fakültesi Hastanesi'nin bitirilen bölümü, planla-
nan projenin beşte biridir. İki tıp fakültesinin başarı oran-
larına gelince, geçen yılki TUS sınavında Hacettepe birin-
ci, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi ilk onunun içinde bile
değil. Varın siz çıkan işin içinden.
(*) 17.11.1971 Urih ve Millet Meclisi Sayısı 517 ile 7.7.1948
tarihli 5347 sayılı Istanbul Üniversitesi kuruluş kanununa ek
kanun tasansı ve Milli Eğitim ve Plan Komisyonlan raporlan
(1/548).
ToplumsalBilimlerve Türkiye'nin
Geleceği
Ülkemizin toplumsal sorunlan önceden belirlenmek ve giderek
sorun olmadan çözümlenmek isteniyorsa, şu kesin gerçeği hiç
unutmarnak gerekmektedir: "Devlet, toplum içindir; toplum,
devlet için değil!"
Doç. Dr. ÜMİT MERİÇ YAZAN İst. Edeb. Fak.
Kunımlar Sosyolojisi Anabilim Dalı Bşk.
Bir Hintli toplumbilimciye (sosyoloğa)
göre (1) XVII. yüzyıl matematiğin, XVI-
II. yüzyıl doğa (tabiat) bilimlerinın, XIX.
yuzyıl biyolojınin çağı idi. Aynı düşûnür
"Çağımız ise korkunun yüzyılı" diyor.
Neden korkunun yüzvılı? Çünkü artık,
yüzyılımız tek tek toplumlann "sorunla-
nnı aşan sorunlâr"ın yaşandığı bir yüz-
yıl: Nükleer korku, çe\re sonınlannın
getirdiği korku ve en önemlisi gelecekte
bizi bekleyen bilinemezlerin korkusu...
Bu bakış açısından konuya eğilirsek ge-
nel olarak toplumsal bilimlerin, özel ola-
rak toplumbilimin, dünya genelinde ve
Türkiye özelinde görevinin ne olduğunu
yenıden sorgulamak gerekiyor.
İşbirliğine çağn
İleri endüstri ülkelerinde toplumsal bi-
limler; kavram, kuram (teori) ve yöntem-
bilim (metodoloji) konulannda, en azın-
dan kendi gerçeklcrini açıklamak için
yetkinliğe yakın sonuçlara ulaştılar. Oy-
sa Batı-dışı toplumlar kendilerini yeni
sömürgecilikten başlangıçta yeterince
koruyamadıklanndan, çok önemli yanıl-
gılara düştüler. Bu yanılgılann ilki ve en
önemlisi, kendi toplumlannı. ileri en-
düstri toplumlanvla özdeş tutmak ve
onun bir kısım gerçeklenni kendi gerçek-
leriymiş gibi kabul edip kuram ve kav-
ramlannı tartışmasız uygulamak oldu.
Zaman içinde bu yanılgj bir tepkiyi do-
ğurdu ve Batı-dışı toplumlann toplumsal
bilimcileri, Batılı kuramlann karşısına
Doğulu kuramlan çıkanp kendilerini yo-
bazca bir yalnızlığa mahkûm ettiler. Öy-
sa sorun, Batı-dışı toplumlann bulgula-
n>la Batılı toplumlann bulgulannı karşı-
laştınp insansal deneyimi zenginleştir-
mek sorunuydu. Bugün toplumsal
bilimlerde. dünya çapında girişilmesi ge-
reken bir işbirliğine çağn zamanındayız;
düşünce planında üstünlük için kavga
döneminde değiliz.
Toplumsal bilimlerin Avrupa ve Ku-
zey Amenka kıtalannda ortaya çıkışı ve
gelişmesi, çağcıl (modern) devletin evri-
mıne bağlıdır Yüzyıllar boyunca devam
eden bir süreçle bu toplumlar endüstri-
öncesi, kırsal, geleneksel bir yapyian. en-
düstrileşmiş. kentli ve çağcıl bir yapıya
geçmişlerdir. Bu sürece. toplumsal bilim-
lerin gelişmesi eşlik etmiştir. Çünkü bu
büyük toplumsal değişiklikler, Avrupa
ve Kuzey Amenka toplumlannı kendi
kendilen üzerinde düşünmeye zorunlu
kılmıştır. Değişikliklerin ne olduğu, de-
ğişmenin yapısı ampirik olarak incelen-
miş. aynca toplumun geçirdiği değişme-
nin tarihsel ve felsefesel olarak anlaşıl-
masına çalışılmıştır. Bu ülkelerde XVII.
ve XVIII. yüzyıhn mutlakiyetçi yönetim-
lerinden yeni bir siyasal sisteme geçiş.
üretim biçimlerinde. servet kaynaklan-
nın mülkiyetinde. devletle ilgili kurumsal
biçimlenmelerde ve topluma ilişkın dü-
şüncelerdeki değışıklıklerle birlikte ol-
muştur. Çok kez devletin kendısi. bazen
güç kullanarak eski üretim ve dağıtım
ihşkilerini yeni bir biçime kavuşturmakta
önemli bir rol oynamıştır. Bu arada dev-
let bu yeni biçimlerin yasallaştınlmasın-
da ve yeni toplumsal sistemin, toplum
üyelerine kabul ettirilmesinde bellı bir
dünya görüşünü bir silah gibi kullanmış-"
tır. Bu siyasal bakış açısı, kendisini kabul
ettirmek için zaman zaman bilimsel bir
renge bürünme gereksınımini de duy-
muştur. Bu yüzden XIX. yüzyıhn sonu.
XX. yüzyıl başında Avrupa ülkelerinde
kurumsallaşmış bir biçimde karşımıza çı-
kan toplumsal bilimlerin hepsi yeni en-
düstriyel ve kentli uygarlığın doğrudan
ya da dolaylı bir eseri olmuşlardır.
Ancak iktisadi ve sosyal gelişmede aşa-
ğı yukan aynı yolu izleyen bu ülkelerde
ortaya çıkan sorunlar farklı biçimlerde
ele alındığı gibi, siyasal çevrelerin de top-
lumsal bilimlerin bulgulannı kullanma
isteği her yerde aynı olmamıştır. Örneğin
1929 yılında kapitalizmin geçirdiği q bü-
yük iktisadi bunalımdan sonra İsveç
hükümeti. Myrdal, Lundberg gibi Stock-
holm okulundan (ekolünden) iktisatçıla-
nn görüş ve araştırmalanna başvuımuş
ve yeni bir iktisat anlayışı benimsenirken
onlann gösterdiği yolu izlemiştir. Oysa
aynı dönem İngilteresi'nde benzer bir du-
rum karşımıza çıkmamaktadır. Demek
oluyor ki siyasal yaşamla toplumsal bi-
lımîenn ilişkisi, ülkelerin siyasal yapılan-
na ve özelliklerine bağlı olarak değişebil-
mektedir.
Ülkemizdeki durum
Ülkemize gelince, acaba Türkiye'de
sosyal bilimler toplumsal siyasalann be-
lirlenmesinde ne ölçüde belirleyici olmuş-
lardır. olmaktadırlar ve olmalıdırlar?
Tarihsel geleneğimize bakacak olursak,
toplumsal bilimlerin tarih gibi bir öncüsü
olduğunu görürüz. Aynca Doğu toplum-
lannın çoğunda karşımıza çıkan siyaset-
name geleneği. en parlak ürünlerini
Osmanlı döneminin yüzyıllannda ver-
miştir. Yöneticilerin ulemaya "danışma-
sı", görüşünü alması (istişaresi) esastır.
"Nesayih'el-Umera ve'l-Vüzera"._ (Dev-
let Başkanlanna ve Bakanlara Öğütler)
devlet yöneticilerine yol göstermek üzere
kaleme alınan pek çok yapıttan sadece
birinin adıdır. Ülkemizin, dünyanın en
eski toplumbilim kürsülerinden birine
sahıp olmasında, bu geleneğin etkileri de
aranabilir. İttihat ve Terakki'nin önde
gelen adlanndan biri olan Ziya Gökalp,
aynı zamanda ülkemizin ilk "toplumbi-
limcisi'dir.
Türkiye Cumhuriyetid devletinin ku-
rucusu Mustafa Kemal, bir özlüsöz (veci-
ze) haline gelen tümcesini söylerken. yani
"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" der-
ken elbette ki sadece fen bilimlenni değil,
toplumsal bilimleri de yol gösterici ola-
rak kabul etmektedir. Nitekim Çan-
kaya'daki müze-kütüphanesinde onun el
yazısıyla çizilmiş ve kıyısına "muhim".
"dikkat" notlan alınmış pek çok toplum-
sal bilim klasiği, meraklı ziyaretçilerin
hemen dikkatini çekmektedir.
Bugün Türkiye üniversitelerinın 13 fa-
kültesinde toplumbilim bölümü vardır.
Bu bölümler her yıl ülke hizmetine 500
uzman toplumbilimci sunmaktadır.
Ama ne gariptir ki bir kısmı yüksek lisans
ve doktora çalışmalanyla dünya çapında
uzmanlık kazanan bu insanlann. devlet
tarafından kullanılması çok sırurlı kal-
maktadır ve yine ne gariptir ki bir zaman-
lar devlet personel çizelgesinde yer alan
"toplumbilimcilik" (sosyologluk) kadro-
su da bugün bulunmamaktadır. Oysa
devletin, toplumuyla arasında göbek ba-
ğının kurulması için bu yetişmiş kişilerin
kullanımı son derece yararü ve gerekli-
dir.
Günümüzde devlet tarafından parasal
kaynağı sağlanan toplumsal araştırmala-
nn yürütüldüğü tek kurum, Başbakan-
lık'a bağlı olan "Aile Araştırma Ku-
rumu"dur. Aileden sorumlu devlet
bakanlığıyla toplumumuz arasındaki bi-
limsel göbek bağını kurmak amacıyla
1990 yılından itibaren plüridisipliner
toplumsal araştırma projelerini sürdü-
ren. bilimsel yayınlar yapan. avnca film
ve kasetlerle bilimsel verileri popülarize
ederek halka ulaştıran bu kurum, bizce
bazı öbür devlet bakanhklan ve bakan-
lıklar için bir örnek kabul edilmelidir.
"İktisadi Araştırmalar Kurumu", "Çev-
re Sorunlan Araştırma Kurumu", "'Kül-
türel Araştırmalar Kurumu*' gibi hem
bilimin ışığında sorunlan beürleyen hem
de siyasal çevrelere izlenmesi gereken
yolda ışık tutan "siyaset üstü". ""bağım-
sız", "nesnel" araştırma kurumlanna
ülkemizin ivedi olarak gereksinimi var-
dır. Batılı bir araştıncının da (2) belirttiği
gibi "toplumsal sorunlann çözümlenme-
sı için siyasal çevreler örtük toplumsal
sorunlann sistematik ve ampirik incele-
mesini" yapmalıdırlar. Ülkemizin top-
lumsal sorunlan önceden belirlenmek ve
giderek sorun olmadan çözümlenmek is-
teniyorsa. şu kesin gerçeği hiç unutma-
mak gerekmektedir: "Devlet. toplum
içindir; toplum, devlet için değil!"
(1) Yogesh Atal, Socıologk et Avenır. Revue
Interaatıonale des Scıences Socıales. 108. 1986.
323.
(2) Bulmer. The uses of socıal research. socıal
investigations in public policy makine. London.
1982. Gallen and U nvvin. I.
Tutun Ellerimizden
ÖRGÜTLEYEÜM BAHARI (
YAPIM VE
GENEL DAĞITIM
EZGİ MÜZİK
ÜRETİM
Karanfil Sokak 3/14, 06650
Kızılay-ANKARA
Tel: 418 14 32-Fax:432 41 48
İSTANBUL DAĞITIM: MERT PLAK Tel: 513 24 30
PENCERE
Türklep Barbap mı?
Rodos Haçlı devleti 1522'de fethedildi. Kanuni Sultan
Süleyman o tarihte 27 yaşındaymış. Adaya egemen
Saint-Jean tarikatının başı, Otağı Hümayun önünde 24
saat bekletilmiş. Üstadı Âzam L'lsle Adam, padişahın
ayaklarına kapanmış. Kanuni, 'kefere'ye ayağa kalk-
masını söylemiş, elini öptürmüş, Rodos'u kahramanca
savunduğunu belirterek Haçlı devletinin başına "ilti-
fatlarda bulunmuş". Üstadı Azam da çevresine demiş
ki:
"-Hükümdar gençliğine rağmen kemale ermiştir,
tedbir sahibi bir kişidir."
Haçlı devletinin tepesindeki Üstadı Âzam'a hoşgörü
gösteren Kanuni, bir başka iş daha yapmış. Sultan
Cem'in oğlu Şehzade Murat ile oğlunu Fatih Kanunna-
mesi'ne dayanarak idam ettirmiş. Yavuz Sultan Selim
Kahire'ye girince, padişahın hışmından kaçıp Rodos'a
sığınan zavallı şehzade ile oğlu, Osmanlı Rodos'u fet-
hedince ölümden kurtulamamışlar.
Kanuni Sultan Süleyman bir yandan masum şehza-
deleri boğdururken öte yandan zamanın yasalarını da
gözünü kırpmadan uyguluyor; Moldavya seferinde, or-
du Tuna boylarında konaklarken bir Hıristiyanın evini
yakan iki Osmanlı askerini de idam ediyor. Barış döne-
minde olsa, Fatih Kanunnameleri'ne göre askerlerin
cezası, hapis olacakmış. Tarihler bu olayın Avrupa'da
okul kitaplarına adalet örneği olarak geçtiğini yazıyor-
lar.
'Fatih Kanunnameleri', o çağın anayasasını oluştu-
ruyordu; bugüne göre ilkellik ve vahşet içeren yönleri
vardı; Batı'da da insanlann odun ateşleri üstünde kıv-
rana kıvrana yakıldıkları bir tarih yaşanıyordu.
Odun ateşi üzerinde insan yakma yöntemleri, Av-
rupa'da yakın yıllara kadar sürmüştür.
•
Mülkiyeliler Birliği Dergisi'nin haziran sayısında Ha-
lit Çelenk'in Fatih Sultan Mehmet Sanık Sandalyesin-
de' başlıklı bir yazısını okudum. Çelenk, kaynaklarını
da göstererek anlatıyor:
"Fatih Sultan Mehmet, Istanbul'u aldıktan sonra
Ayasofya civarında bir köşk yaptırmak ister. Istanbul'-
da Bizans'ın ünlü Rum mimarlanndan birisine köşkün
yapılması işini verir. Mimara nasrl bir köşk istediğini,
mermer sütunlann boylarına kadar anlatır ve açıklar.
Rum mimar binayı bitirir. Ancak estetik ve mimari
yönden mermer sütunlann boylarını ikişer arşın kısal-
tır. Tamamlanan köşkü, vezirleri ve öteki görevlilerle
birlikte görmeye gelen Fatih, sütunlann, verdiği ölçü-
den kısa yapıldığmı anlar; sinirlenerek mimann iki
elinin de bilekten kesilmesini emreder.
Elleri kesilen Rum mimar, Başkadı Hızır Bey'e baş-
vurur, durumu anlatır ve davacı olduğunu söyler. Hak
ve eşitlik ilkelerine bağlılığı ile tanınan Başkadı Hızır
Bey, padişahı sanık olarak mahkemeye çağırır. Duruş-
ma yerine gelen Sultan, baş köşeye doğru ilerlemek
isterken yargıç, gür bir sesle uyarır:
'- Oturma Begüm!.. Hasmunla (şikâyetçinle) müra-
faa-i şer olup (duruşma durumuna geçip) ayak beraber
dur!..'
Fatih, uyarı üzerjne, sanıklara ayrılan yere geçer
ve duruşma başlar. Duruşma sonunda haksız ve y.argı-
sız elleri kesilen Rum mimari haklı bulan Başkadı,
Fatih Sultan Mehmet'in elleritıin aynı yerden kesilme-
sirîe karar verir. Kararın anlatılmasından sonra Rum
mimar, 'kısas'tan (el kestirenin ellerini kesme) vaz-
geçtiğini söyler. Bu istek üzerine yargıç cezayı diyete
çevirir ve Fatih'in Rum mimara ölünceye kadar günde
on akçe ödemesini kararlaştırır. Kısastan kurtulduğu
için sevinen Fatih, bu diyeti günde yirme akçeye çıka-
rır, davacıya bir de ev badış/ayacaöını söyler; Baş-
kadı 'nın eteğini operek duruşma yerinden aynlır."
•
Ilkellikle adalet duygularının sarmallaştığı geçmiş
zaman yaşamının değerlendirilmesi, bugünüıi ölçüle-
rine göre yapıldığında işin içinden çıkılamaz. Bilmem
ki yukarıda anlatılan gerçek öyküler için ne düşünüyor-
sunuz? Barbarlıkla uygarlık iç içe geçmiş, bir yanından
tutup övmek ya da öteki yanından ele alarak yermek
olanaklan var...
Tarih, tarihtir... insan, insanlaşma sürecinde bugün-
lere gelinceye kadar Batısıyla Doğu'suyla zulmün ve
ilkelliğin hamurunu yoğurup durmuş. Çağımızın uy-
garlığına kolayca kavuşulamadı.
Tarihin sanık sandalyelerine hangi halkı oturtaca-
ğız? 20'nci yüzyılda Almanya'da yaşananlara baktığı-
mızda, gerçek barbarların Batı'da mı Doğu'da mı
yaşadığına karar vermek güçleşir.
7 GECE 8 GÜN
l."20.0()0+KD\
Yarım pansiyon + yol +
çevre gezileri + rehberlik
OLYMPOS / ÇIRAIJ
Yanartaş, Ceneviz Koyu, Sazak,
Olympos, Side. Perge, Aspendos,
Beşkonak Kanyonu, Pnaselis, Ulupınar,
Adrasan Koyoı.
"PARANIZ PAMUKBANK'TAN, TATİLİNİ2
ÜÜBAYBASOS'TAN" KAMPANYAMI2 SÜRÜYOR
İBAYBASÛS TURİZM
İSTANBUL ANKARA
338 86 61 - 338 16 51 425 90 82 - 417 54 67
Seyahat Acentası Işletme Belge no 2149
Cumhuriyet Kitap Kulübü
Sakarya Temsilciliği
BARIŞ KİTAPEVİ
SAPANCA BELEDİYESİ işbirliğiyle
KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ
S Ö Y L E S I V E I M Z A G Ü N Ü
10 Temmuz Cuma 18.00
MUZAFFER İZGÜ
ÖNER YAĞCI
ÇİĞDEM SEZER
CİHAT ZAFER
11 Temmuz C.tesi 17.00
ERDAL ATABEK
ATAOL BEHRAMOĞLU
HASAN KIYAFET
İnsan Hakları Parkı- Sapanca
Kültünımüz.Kimligimizdır.