25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10TEMMU21992CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER YeniBir ŞiirDizisi MELİHCEVDET ANDAY Genel Yayın Yönetmenliğini dostum Prof. Cevat Çapan'ın üstlendiği İyi Şeyler Yayıncıhk bir dizi şiir kitabı çıkardı. Bu kitaplar boyut ve baskı açısmdan da "iyi şeyler" nitelemesi içine girer. Gazeteden kopuş öncesi, bu dizide basılan ilk beş kitap için bir tanıtma yazısı yazmıştım, bulamıyorum şimdi. Bir bakıma iyi de oldu bu, sonra basılanlarla on üç kitabı buldu dizi. Bende bunlann dokuzu var. Bugün okurianma bu ki- taplardan kimi çeviri şiirler aktaracağım. Judith Herzberg, 1934 yılında Amsterdam'da doğmuş, savaş yıllanrun aalannı yaşamış bir şa- ir. 1945 Çaya çağırmtştık kahramanları Divana oturdular yan yana. Tek sözcük bile çıkmadı ağızlarından. Dikip gözlerimi baktım utanıncaya kadar hepsi ama ne yapsınlar ahşık değillerdi barışa. Ünlü Italyan şairi (1959 yılında Nobel ödülü- nü almışü) Salvatore Quasimodo'yu Türkçe'ye Egemen Berköz çevirmiş. İşte küçük bir şiir: Ve birdetı akşam uçsuz bucaksız toprak, yapyalnız adam tepeden tımağa güneş ve birden jkşam. Bir başka ünlü İtalyan şairi daha: Giusseppe Ungaretti. Ondan da bir küçük şiir alacağım ya- zıma. Ungaretti'yi çeviren Cevat Çapan. Sonrasız Biri kopanlmış öbürü verilmiş iki çiçek arasındaki o anlatıbnaz hiçlik. İrlandalı şair William Butler Yeats'in (1865- 1939) "Her şey ayartabilir beni'" adı verilmiş ki- tabından bir şiir: Her şey ayartabilir beni Her şey ayartabilir beni şu şiir uğraşından Gün olur bir kadın yüzii, ya da daha kötiisü Çektiği çile alıklarca yönetilen yurdumtın; Şimdi daha kolayı yok Elimin altştığı bu işten. Gençken Metelik vermezdim türkülere, Sazını çalmaz mıydı ozan Kılıç kında beklercesine; Ra/ıyım, dileğim yerine gelsin de tek, Balıktan daha soguk, daha dilsiz, daha sağır ol- maya. Cevat Çapan, Haiku'lardan da çevirmiş. 16. yüzyılda ortaya çıkıp 17.-19. yüzyıllarda geliş- miş 5,7,5 heceli üç dizeden oluşan bir Japon lirik şiiri bu Haiku. Üç şairden seçmiş Çapan. Bu bir- birinden güzel şiirlerin birkaçını birlikte okuya- hm: Eski başkentte Kyo'dayım ya, Gene de Kyo'yu özlöyorum ey, zaman kuşu! Etsujim'den Çağn Yağışını birlikte seyrettiğimiz kar bu yıl gene yağdı mı? Bunlar Matsuo Başo'dandı. Şimdi de Tanigu- çi Buson'a birgözatalım: Ay Işığında Oyle bir ay var ki gökte hırsız da durmuş tûrkü söylüyor. lüş Karlann içinde kapılannı yüzüme kapayan evlerin ışıkları. Kobayaşı İssa'dan: Bülbülün Türkiisü Bülbülün türkiisü yağmurda sırüsıklam busabah. Dilek Çekirge, bengidince göz kuiak ol mezarıma. Ünlü Fransız şairi ("Ben Fransızdeğilim, Bre- ton'um" demişti bana Ohri'de) Guillevic. geo- metrik bjçirnlerin adlannı vermiş şiirlerine. kita- bın adı Öklidgiller. Guillevic, önceleri gerçeküs- tücü idi. Bu şiirleri dilimize çeviren Erdal Alova: ParaleUer-H Ağlarsınız sizi ayıran boşluğa doğnı. Ağlarsınız hıçkırarak ikiye böMüğünüz öbür boşluğa. Sanki bir sizsiniz ömürboyu hiç buluşmayacak. Rus şairi Andrey Voznesenski'nin şiirlerini Mehmet H. Doğan çevirmiş dilimize. 1933 do- ğumlu Voznesenskı. mühendis. Boris Paster- nak'tan büyük destek görmüş. Rusya'nın en seçkin şairlerinden biri. GOYA'YIM BEN Goya'yım ben çıplak tariadan, düşmanm çelikten kalemiyle oyulmuş gözlerimin kraterieri Acıyım ben Diliyimben sa\aşın, sönmeyen konı şehirlerin 1941 yılında, k'arda Açlığım ben Gırtlağıjımben Gövdesi tek başına bir meydanda bir çan gibi çalan asdmış bir kadının Goya'yım ben Ey gazap üzümleri! Savurmuşun küllerini batıya çağrsız konuğum! ve çakmışun yüdızları ber şeyi gören ve uiHitmay an gökyüzüne çiviler gibi Goya'yım ben. ARADABIR Prof. Dr. MUSTAFA OZYURT Uludağ Üni. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi KrÜniversiteNasıl Kunrimah? Yeni üniversitelerin kuruluş kanun tasarısının TBMM Milli Eğitim Komisyonu'ndan geçtiğini öğrenince duygu- landım. Yıllarönce Istanbul Tıp Fakültesi'nin öncülüğünde Bursa'da bir tıp fakültesi kuruluş kanun tasarısının TBMM Milli Eğitim ve Plan komisyonlanndan geçtiği günleri anı- msadım (*). lleride görev almayı düşündüğüm bu yeni fa- kültenin kanun tasarısının komisyonlardan geçtiğini, o günlerde yakından izliyordum. llginç bir rastlantı, geçen mayıs ayı, Uludağ Üniversitesi'nin çekirdeğini oluşturan Bursa Tıp Fakültesi'nin yirminci kuruluş yılıydı (18.5.1972 tarih ve 14191 sayılı Resmi Gazete). Olayı anımsayan biie olmadı. Başka bir rastlant ise aynı ayda 1974'ten bu yana klinik eğitimini sürdürdüğümüz Göğüs Hastanesi nden üniversite kampusundaki yeni hastanemize, benzetmeyi bağışlayın yeni hastanemize, yörük göçü şeklinde taşın- ma gerçekleşti. Yazının başlığını, yıllar önce bu sütunlarda okuduğum Melih Cevdet Anday'ın bir yazısından buldum: Istanbul Üniversitesi Nasıl Kuruldu? (11.9.1987, Cumhuriyet). An- day yazısında Darülfünundan üniversiteye geçiş sancıları- na değinirken 1933 üniversite reformunun ne kadar gerek- \\ olduğunu vurgulamak istemiş. Aynca istanbul Üniversi- tesi'nin kuruluşunda görev alan yabancı öğretim üyelerin- den Prof. Dr. Malche'nin raporunu da Prof. Dr. Ernest Hirsch'in anılarını içeren kitabının "Istanbul Üniversitesi'- nin Doğum Sancıları" başüklı bölümünden alıntılarla veri- yordu. Prof. Dr. Malche'ye göre üniversite denilince akla düşünce yöntemini (metodunu) öğreten kurumun gelmesi gerektiği belirtiliyor. Bu rapora göre 1933 yılında ağırlık kazanan ilke; meslek yüksek okulu değil, Türkiye'de Bat Avrupa üniversitelerinin dengi, gerçeği araştıran ve derin- leştiren, bilgiyi toplayan, düzenleyen, üretken bir bilim yu- vası kurmaktr. Bu amaçla aynı yılın ağustos ayında darül- fünun kapatılmış ve Istanbul'da Istanbul Üniversitesi adı- nda yeni bir kurum kurulmasını öngören kanun çıkartlmıştır. Bu saürların yazarı da sozü edilen yabancı öğretim üye- leri kuşağının son temsilcilerinin öğrencisi oldu. Denel fi- zikte K. Zuber, genel kimyada F.L. Brousche, zoolojide K. Kosvvig ve histolojide Max Clara hocalarımızdı. Bu yıllar- dan hiç unutamadığım tatlı anım, K. Zuber'in balkondan kedi atma deneyiydi. Her yıl bu deneyin yapılacağı gün Fen Fakültesi'nin görkemli konferans salonu, öbürfakülte- lerden gelen konuk öğrencilerle dolar taşardı. Bizim oku- duğumuz yıl da aynı deneyin yapılacağı derste, salon yine tklım tıklım doluydu. Ama hoca, 'Çok gürültü oluyor, bu defa kediyi atmayacağım" dediğinde salondan kocaman bir 'aaa' sesinin yükseldiğini duyar gibi oluyorum. öğren- cilerin zevkleri de çok farklıymış o günlerde (!). Bir kedi atma deneyini izlemek için fizik dersini dinleme eziyetine kaç genç katlanır bugün bilmem. Istanbul Üniversitesi'ndeki klasik tıp eğitiminden sonra, adı daha yeni yeni duyulan ve yarıdan çoğu inşaat içindeki Hacettepe Tıp Fakültesi'nde asistanlığa başladım. Her yö- nüyle değişik bir ortamdı Hacettepe biz genç hekimler için. 1966 ağustosunda göreve başladığımızda, yapılmakta olan ameliyathane blokunun ertesi yıl sonunda açılacağını söylediklerinde, ne yalan söyleyeyim, hiçbirimiz inarv mamıştk. Zira yolun hemen karşı tarafında zamanın Cum- hurbaskanı Ismet Inönü'nün temelini attığı, AnkaraTıp Fa- kültesi'nin Temel Bilimler binasının inşaatı sürüyordu. Ama verilen söz gerçekleşti ve belirtilen tarihte ameliyat- haneler ekesiksiz çalışmaya başladı. Hiçbir üniversite bir kişiyle böylesine özdeşleşmemiştir. Hacettepe Üniversite- si denilince akla gelen ilk isim Prof. Dr. Ihsan Dogramacı- dır. Tüm eleştiriler bir yana, bir gecekondu semtinde böyle bir üniversitenin doğacağını o yıllarda düşleyemezdik bi- le. Kuskusuz bu başanda başta Doğramacı ile bir avuç idealist, özverili ve çalışkan insanın katkısı çok büyüktür. Sözünü ettiğim gruptan kalanların sayısı bugün, belki bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azalmıştır. Yirmi beş yıllık üniversite yaşantımda, iki üniversitenin kuruluş günlerini ve gelişim aşamalarını yakından izleme olapağını buldum. Biri Hacettepe, öbürü Uludağ Üniversi- tesi. 1974 haziranında isteyerek ve severek görev aldığım Bursa Tıp Fakültesi'nin, Hacettepe'nin Batı Anadolu'dabir benzerini oluşturmak için elden geldiğince çabaladık. Edindiğimiz bilgi ve deneyimlerin yanı sıra dosya siste- minden tutun da ameliyathane giysilerine varıncaya değin tüm yenilikleri Bursa'ya aktarmaya çalıştık. Ancak bu iki fakülte arasındaki en belirgin ayrıcalık, değişik yerlerden gelen öğretim üyelerinin birbirlerine uyum sağlamada gösterdikleri direnç ve toplayıcı, birleştirici bir yönetim kadrosunun eksikliğinde düğümlendi kaldı. İşte bu kısı- rdöngü sonucu, Hacettepe'de bir buçukyılda bitirilen inşa- atınbenzeri, Bursa'da on beş yıldatamamlandı.Taşındığı- mız Tıp Fakültesi Hastanesi'nin bitirilen bölümü, planla- nan projenin beşte biridir. İki tıp fakültesinin başarı oran- larına gelince, geçen yılki TUS sınavında Hacettepe birin- ci, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi ilk onunun içinde bile değil. Varın siz çıkan işin içinden. (*) 17.11.1971 Urih ve Millet Meclisi Sayısı 517 ile 7.7.1948 tarihli 5347 sayılı Istanbul Üniversitesi kuruluş kanununa ek kanun tasansı ve Milli Eğitim ve Plan Komisyonlan raporlan (1/548). ToplumsalBilimlerve Türkiye'nin Geleceği Ülkemizin toplumsal sorunlan önceden belirlenmek ve giderek sorun olmadan çözümlenmek isteniyorsa, şu kesin gerçeği hiç unutmarnak gerekmektedir: "Devlet, toplum içindir; toplum, devlet için değil!" Doç. Dr. ÜMİT MERİÇ YAZAN İst. Edeb. Fak. Kunımlar Sosyolojisi Anabilim Dalı Bşk. Bir Hintli toplumbilimciye (sosyoloğa) göre (1) XVII. yüzyıl matematiğin, XVI- II. yüzyıl doğa (tabiat) bilimlerinın, XIX. yuzyıl biyolojınin çağı idi. Aynı düşûnür "Çağımız ise korkunun yüzyılı" diyor. Neden korkunun yüzvılı? Çünkü artık, yüzyılımız tek tek toplumlann "sorunla- nnı aşan sorunlâr"ın yaşandığı bir yüz- yıl: Nükleer korku, çe\re sonınlannın getirdiği korku ve en önemlisi gelecekte bizi bekleyen bilinemezlerin korkusu... Bu bakış açısından konuya eğilirsek ge- nel olarak toplumsal bilimlerin, özel ola- rak toplumbilimin, dünya genelinde ve Türkiye özelinde görevinin ne olduğunu yenıden sorgulamak gerekiyor. İşbirliğine çağn İleri endüstri ülkelerinde toplumsal bi- limler; kavram, kuram (teori) ve yöntem- bilim (metodoloji) konulannda, en azın- dan kendi gerçeklcrini açıklamak için yetkinliğe yakın sonuçlara ulaştılar. Oy- sa Batı-dışı toplumlar kendilerini yeni sömürgecilikten başlangıçta yeterince koruyamadıklanndan, çok önemli yanıl- gılara düştüler. Bu yanılgılann ilki ve en önemlisi, kendi toplumlannı. ileri en- düstri toplumlanvla özdeş tutmak ve onun bir kısım gerçeklenni kendi gerçek- leriymiş gibi kabul edip kuram ve kav- ramlannı tartışmasız uygulamak oldu. Zaman içinde bu yanılgj bir tepkiyi do- ğurdu ve Batı-dışı toplumlann toplumsal bilimcileri, Batılı kuramlann karşısına Doğulu kuramlan çıkanp kendilerini yo- bazca bir yalnızlığa mahkûm ettiler. Öy- sa sorun, Batı-dışı toplumlann bulgula- n>la Batılı toplumlann bulgulannı karşı- laştınp insansal deneyimi zenginleştir- mek sorunuydu. Bugün toplumsal bilimlerde. dünya çapında girişilmesi ge- reken bir işbirliğine çağn zamanındayız; düşünce planında üstünlük için kavga döneminde değiliz. Toplumsal bilimlerin Avrupa ve Ku- zey Amenka kıtalannda ortaya çıkışı ve gelişmesi, çağcıl (modern) devletin evri- mıne bağlıdır Yüzyıllar boyunca devam eden bir süreçle bu toplumlar endüstri- öncesi, kırsal, geleneksel bir yapyian. en- düstrileşmiş. kentli ve çağcıl bir yapıya geçmişlerdir. Bu sürece. toplumsal bilim- lerin gelişmesi eşlik etmiştir. Çünkü bu büyük toplumsal değişiklikler, Avrupa ve Kuzey Amenka toplumlannı kendi kendilen üzerinde düşünmeye zorunlu kılmıştır. Değişikliklerin ne olduğu, de- ğişmenin yapısı ampirik olarak incelen- miş. aynca toplumun geçirdiği değişme- nin tarihsel ve felsefesel olarak anlaşıl- masına çalışılmıştır. Bu ülkelerde XVII. ve XVIII. yüzyıhn mutlakiyetçi yönetim- lerinden yeni bir siyasal sisteme geçiş. üretim biçimlerinde. servet kaynaklan- nın mülkiyetinde. devletle ilgili kurumsal biçimlenmelerde ve topluma ilişkın dü- şüncelerdeki değışıklıklerle birlikte ol- muştur. Çok kez devletin kendısi. bazen güç kullanarak eski üretim ve dağıtım ihşkilerini yeni bir biçime kavuşturmakta önemli bir rol oynamıştır. Bu arada dev- let bu yeni biçimlerin yasallaştınlmasın- da ve yeni toplumsal sistemin, toplum üyelerine kabul ettirilmesinde bellı bir dünya görüşünü bir silah gibi kullanmış-" tır. Bu siyasal bakış açısı, kendisini kabul ettirmek için zaman zaman bilimsel bir renge bürünme gereksınımini de duy- muştur. Bu yüzden XIX. yüzyıhn sonu. XX. yüzyıl başında Avrupa ülkelerinde kurumsallaşmış bir biçimde karşımıza çı- kan toplumsal bilimlerin hepsi yeni en- düstriyel ve kentli uygarlığın doğrudan ya da dolaylı bir eseri olmuşlardır. Ancak iktisadi ve sosyal gelişmede aşa- ğı yukan aynı yolu izleyen bu ülkelerde ortaya çıkan sorunlar farklı biçimlerde ele alındığı gibi, siyasal çevrelerin de top- lumsal bilimlerin bulgulannı kullanma isteği her yerde aynı olmamıştır. Örneğin 1929 yılında kapitalizmin geçirdiği q bü- yük iktisadi bunalımdan sonra İsveç hükümeti. Myrdal, Lundberg gibi Stock- holm okulundan (ekolünden) iktisatçıla- nn görüş ve araştırmalanna başvuımuş ve yeni bir iktisat anlayışı benimsenirken onlann gösterdiği yolu izlemiştir. Oysa aynı dönem İngilteresi'nde benzer bir du- rum karşımıza çıkmamaktadır. Demek oluyor ki siyasal yaşamla toplumsal bi- lımîenn ilişkisi, ülkelerin siyasal yapılan- na ve özelliklerine bağlı olarak değişebil- mektedir. Ülkemizdeki durum Ülkemize gelince, acaba Türkiye'de sosyal bilimler toplumsal siyasalann be- lirlenmesinde ne ölçüde belirleyici olmuş- lardır. olmaktadırlar ve olmalıdırlar? Tarihsel geleneğimize bakacak olursak, toplumsal bilimlerin tarih gibi bir öncüsü olduğunu görürüz. Aynca Doğu toplum- lannın çoğunda karşımıza çıkan siyaset- name geleneği. en parlak ürünlerini Osmanlı döneminin yüzyıllannda ver- miştir. Yöneticilerin ulemaya "danışma- sı", görüşünü alması (istişaresi) esastır. "Nesayih'el-Umera ve'l-Vüzera"._ (Dev- let Başkanlanna ve Bakanlara Öğütler) devlet yöneticilerine yol göstermek üzere kaleme alınan pek çok yapıttan sadece birinin adıdır. Ülkemizin, dünyanın en eski toplumbilim kürsülerinden birine sahıp olmasında, bu geleneğin etkileri de aranabilir. İttihat ve Terakki'nin önde gelen adlanndan biri olan Ziya Gökalp, aynı zamanda ülkemizin ilk "toplumbi- limcisi'dir. Türkiye Cumhuriyetid devletinin ku- rucusu Mustafa Kemal, bir özlüsöz (veci- ze) haline gelen tümcesini söylerken. yani "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" der- ken elbette ki sadece fen bilimlenni değil, toplumsal bilimleri de yol gösterici ola- rak kabul etmektedir. Nitekim Çan- kaya'daki müze-kütüphanesinde onun el yazısıyla çizilmiş ve kıyısına "muhim". "dikkat" notlan alınmış pek çok toplum- sal bilim klasiği, meraklı ziyaretçilerin hemen dikkatini çekmektedir. Bugün Türkiye üniversitelerinın 13 fa- kültesinde toplumbilim bölümü vardır. Bu bölümler her yıl ülke hizmetine 500 uzman toplumbilimci sunmaktadır. Ama ne gariptir ki bir kısmı yüksek lisans ve doktora çalışmalanyla dünya çapında uzmanlık kazanan bu insanlann. devlet tarafından kullanılması çok sırurlı kal- maktadır ve yine ne gariptir ki bir zaman- lar devlet personel çizelgesinde yer alan "toplumbilimcilik" (sosyologluk) kadro- su da bugün bulunmamaktadır. Oysa devletin, toplumuyla arasında göbek ba- ğının kurulması için bu yetişmiş kişilerin kullanımı son derece yararü ve gerekli- dir. Günümüzde devlet tarafından parasal kaynağı sağlanan toplumsal araştırmala- nn yürütüldüğü tek kurum, Başbakan- lık'a bağlı olan "Aile Araştırma Ku- rumu"dur. Aileden sorumlu devlet bakanlığıyla toplumumuz arasındaki bi- limsel göbek bağını kurmak amacıyla 1990 yılından itibaren plüridisipliner toplumsal araştırma projelerini sürdü- ren. bilimsel yayınlar yapan. avnca film ve kasetlerle bilimsel verileri popülarize ederek halka ulaştıran bu kurum, bizce bazı öbür devlet bakanhklan ve bakan- lıklar için bir örnek kabul edilmelidir. "İktisadi Araştırmalar Kurumu", "Çev- re Sorunlan Araştırma Kurumu", "'Kül- türel Araştırmalar Kurumu*' gibi hem bilimin ışığında sorunlan beürleyen hem de siyasal çevrelere izlenmesi gereken yolda ışık tutan "siyaset üstü". ""bağım- sız", "nesnel" araştırma kurumlanna ülkemizin ivedi olarak gereksinimi var- dır. Batılı bir araştıncının da (2) belirttiği gibi "toplumsal sorunlann çözümlenme- sı için siyasal çevreler örtük toplumsal sorunlann sistematik ve ampirik incele- mesini" yapmalıdırlar. Ülkemizin top- lumsal sorunlan önceden belirlenmek ve giderek sorun olmadan çözümlenmek is- teniyorsa. şu kesin gerçeği hiç unutma- mak gerekmektedir: "Devlet. toplum içindir; toplum, devlet için değil!" (1) Yogesh Atal, Socıologk et Avenır. Revue Interaatıonale des Scıences Socıales. 108. 1986. 323. (2) Bulmer. The uses of socıal research. socıal investigations in public policy makine. London. 1982. Gallen and U nvvin. I. Tutun Ellerimizden ÖRGÜTLEYEÜM BAHARI ( YAPIM VE GENEL DAĞITIM EZGİ MÜZİK ÜRETİM Karanfil Sokak 3/14, 06650 Kızılay-ANKARA Tel: 418 14 32-Fax:432 41 48 İSTANBUL DAĞITIM: MERT PLAK Tel: 513 24 30 PENCERE Türklep Barbap mı? Rodos Haçlı devleti 1522'de fethedildi. Kanuni Sultan Süleyman o tarihte 27 yaşındaymış. Adaya egemen Saint-Jean tarikatının başı, Otağı Hümayun önünde 24 saat bekletilmiş. Üstadı Âzam L'lsle Adam, padişahın ayaklarına kapanmış. Kanuni, 'kefere'ye ayağa kalk- masını söylemiş, elini öptürmüş, Rodos'u kahramanca savunduğunu belirterek Haçlı devletinin başına "ilti- fatlarda bulunmuş". Üstadı Azam da çevresine demiş ki: "-Hükümdar gençliğine rağmen kemale ermiştir, tedbir sahibi bir kişidir." Haçlı devletinin tepesindeki Üstadı Âzam'a hoşgörü gösteren Kanuni, bir başka iş daha yapmış. Sultan Cem'in oğlu Şehzade Murat ile oğlunu Fatih Kanunna- mesi'ne dayanarak idam ettirmiş. Yavuz Sultan Selim Kahire'ye girince, padişahın hışmından kaçıp Rodos'a sığınan zavallı şehzade ile oğlu, Osmanlı Rodos'u fet- hedince ölümden kurtulamamışlar. Kanuni Sultan Süleyman bir yandan masum şehza- deleri boğdururken öte yandan zamanın yasalarını da gözünü kırpmadan uyguluyor; Moldavya seferinde, or- du Tuna boylarında konaklarken bir Hıristiyanın evini yakan iki Osmanlı askerini de idam ediyor. Barış döne- minde olsa, Fatih Kanunnameleri'ne göre askerlerin cezası, hapis olacakmış. Tarihler bu olayın Avrupa'da okul kitaplarına adalet örneği olarak geçtiğini yazıyor- lar. 'Fatih Kanunnameleri', o çağın anayasasını oluştu- ruyordu; bugüne göre ilkellik ve vahşet içeren yönleri vardı; Batı'da da insanlann odun ateşleri üstünde kıv- rana kıvrana yakıldıkları bir tarih yaşanıyordu. Odun ateşi üzerinde insan yakma yöntemleri, Av- rupa'da yakın yıllara kadar sürmüştür. • Mülkiyeliler Birliği Dergisi'nin haziran sayısında Ha- lit Çelenk'in Fatih Sultan Mehmet Sanık Sandalyesin- de' başlıklı bir yazısını okudum. Çelenk, kaynaklarını da göstererek anlatıyor: "Fatih Sultan Mehmet, Istanbul'u aldıktan sonra Ayasofya civarında bir köşk yaptırmak ister. Istanbul'- da Bizans'ın ünlü Rum mimarlanndan birisine köşkün yapılması işini verir. Mimara nasrl bir köşk istediğini, mermer sütunlann boylarına kadar anlatır ve açıklar. Rum mimar binayı bitirir. Ancak estetik ve mimari yönden mermer sütunlann boylarını ikişer arşın kısal- tır. Tamamlanan köşkü, vezirleri ve öteki görevlilerle birlikte görmeye gelen Fatih, sütunlann, verdiği ölçü- den kısa yapıldığmı anlar; sinirlenerek mimann iki elinin de bilekten kesilmesini emreder. Elleri kesilen Rum mimar, Başkadı Hızır Bey'e baş- vurur, durumu anlatır ve davacı olduğunu söyler. Hak ve eşitlik ilkelerine bağlılığı ile tanınan Başkadı Hızır Bey, padişahı sanık olarak mahkemeye çağırır. Duruş- ma yerine gelen Sultan, baş köşeye doğru ilerlemek isterken yargıç, gür bir sesle uyarır: '- Oturma Begüm!.. Hasmunla (şikâyetçinle) müra- faa-i şer olup (duruşma durumuna geçip) ayak beraber dur!..' Fatih, uyarı üzerjne, sanıklara ayrılan yere geçer ve duruşma başlar. Duruşma sonunda haksız ve y.argı- sız elleri kesilen Rum mimari haklı bulan Başkadı, Fatih Sultan Mehmet'in elleritıin aynı yerden kesilme- sirîe karar verir. Kararın anlatılmasından sonra Rum mimar, 'kısas'tan (el kestirenin ellerini kesme) vaz- geçtiğini söyler. Bu istek üzerine yargıç cezayı diyete çevirir ve Fatih'in Rum mimara ölünceye kadar günde on akçe ödemesini kararlaştırır. Kısastan kurtulduğu için sevinen Fatih, bu diyeti günde yirme akçeye çıka- rır, davacıya bir de ev badış/ayacaöını söyler; Baş- kadı 'nın eteğini operek duruşma yerinden aynlır." • Ilkellikle adalet duygularının sarmallaştığı geçmiş zaman yaşamının değerlendirilmesi, bugünüıi ölçüle- rine göre yapıldığında işin içinden çıkılamaz. Bilmem ki yukarıda anlatılan gerçek öyküler için ne düşünüyor- sunuz? Barbarlıkla uygarlık iç içe geçmiş, bir yanından tutup övmek ya da öteki yanından ele alarak yermek olanaklan var... Tarih, tarihtir... insan, insanlaşma sürecinde bugün- lere gelinceye kadar Batısıyla Doğu'suyla zulmün ve ilkelliğin hamurunu yoğurup durmuş. Çağımızın uy- garlığına kolayca kavuşulamadı. Tarihin sanık sandalyelerine hangi halkı oturtaca- ğız? 20'nci yüzyılda Almanya'da yaşananlara baktığı- mızda, gerçek barbarların Batı'da mı Doğu'da mı yaşadığına karar vermek güçleşir. 7 GECE 8 GÜN l."20.0()0+KD\ Yarım pansiyon + yol + çevre gezileri + rehberlik OLYMPOS / ÇIRAIJ Yanartaş, Ceneviz Koyu, Sazak, Olympos, Side. Perge, Aspendos, Beşkonak Kanyonu, Pnaselis, Ulupınar, Adrasan Koyoı. "PARANIZ PAMUKBANK'TAN, TATİLİNİ2 ÜÜBAYBASOS'TAN" KAMPANYAMI2 SÜRÜYOR İBAYBASÛS TURİZM İSTANBUL ANKARA 338 86 61 - 338 16 51 425 90 82 - 417 54 67 Seyahat Acentası Işletme Belge no 2149 Cumhuriyet Kitap Kulübü Sakarya Temsilciliği BARIŞ KİTAPEVİ SAPANCA BELEDİYESİ işbirliğiyle KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ S Ö Y L E S I V E I M Z A G Ü N Ü 10 Temmuz Cuma 18.00 MUZAFFER İZGÜ ÖNER YAĞCI ÇİĞDEM SEZER CİHAT ZAFER 11 Temmuz C.tesi 17.00 ERDAL ATABEK ATAOL BEHRAMOĞLU HASAN KIYAFET İnsan Hakları Parkı- Sapanca Kültünımüz.Kimligimizdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle