Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 8 ŞUBAT1992 CUM ARTESİ
14 GORUŞLER
KARŞILAŞMALAR
ADALET A C A O C L U
"Kr MMet Uyanyor"
M
uhsin Ertuğrul'un Türk Sineması'na 1932'Ierde ar-
mağan ettiği fîlmin adı, özellikle son aylar sık sık
dilime takılıyor. Gözlerimde sarannış kareler can-
lanıyor.Hatta.KuvayıMilliye'nin'harekât'ındabir
Mustafa Kemal, kendi rolünü kendisi oynayarak... Sonra,
Garp Cephesi Kumandanı Ismet Paşa, üstüne dar geliyor izle-
nimi veren ûniformasıyla. Çabuk çekitn kareler. lstanbul, Be-
yoğlu'nda bir bar ya da büsbütün karanlık bir köşe. Sanki
baskınlar, anlaşılmaz kovalamalar var. Paris Direniş Hareke-
ti'ni düşündüren sahneler. Belki, bir fırsat on beş yinni yıl önce
gördüğütnde bana öyle gelmiştir.
Çok eski birfilm,aynca da belleğin solduruşuyla ne kadar si-
likleşirse o kadar silik. Fakat adı her geçen gün içimde çeşitli
ısıltılarla birazdaha baskınlaşıyor. Renldi reklam neonlan gibi.
Özellikle de şöyle zamanlarda:
Son seçimlerden on beş-yirmi gün sonra. Bir taksidesiniz. Sü-
rûcü hemen sohbete başhyor. Tabii önce birlikte tstanbul üstü-
ne atıp tutuyorsunuz. Artık bu kentin zıvanadan çıktığını,
mahvolduğunu, bu trafik sorununun böyle asla çözülemeyece-
ğini, günde ortalama beş bin "yeni tstanbullu" ile yakında her-
kesin birbirini gırtlaklayacağını ısıtıp soğutup, ortaya koyuyor-
sunuz. Sürücü bey, yolun, eh işte nihayet bitmesine yakın sözü
noktalamak istiyor:
"Fakat suç bizim insanımızda. özal'ın partisi bütün bunlan
halledecekti. Alın bakalım, başınuza Demirel'ler falan gelince,
bir de elektrik sıkıntısı şimdi. ANAP zamanında bir kere ka-
ranlıkta kaldık mı? Ne karanlığı, adamlar bizi borcuna elektrik
satın alan bir memleket olmaktan çıkanp elektrik satan memle-
ket haline getirdiler. Lakin insanımız nankör. Sen tut, buna
karşı onlan at, dün bizi gaz sıkıntısı, benzin sıkıntısı, elektrik
sıkıntısı içinde inletenleri yeniden başına buyur et. tyi işte, artık
görsünler günlerini. Her gece elektrik kesilir, her gece elektrik
kesilir..."
Tabii, tarafınızdan onaylanmak için bu kadar selis konuş-
maktadır. Artık çare yok, siz de selis olacaksınız:
"Canım şoför bey, yeni hükümet işbaşına geleli ne kadar
oldu şunun şurasında? Elektrikte o kadar zenginleştiysek, yeni
gelenler iki günde köküne kibrit suyu ekmediler ya bunun? üs-
telıkişlennbaşındakiadamlardahâlâdeğişmişdeğil,hepsihenüz
ANAP'lılar hemen hemen..
Sürücü, yan öfke, yan panik bir ses tonu edinmiştir şimdi:
"Ne yani, onlar mı sabote ediyorlar, demek istiyorsunuz
siz?"
"Sadece anlamaya çalışıyorum, yani eger..."
Geçen yıl olsa, bu sürücü sizi kesinlikle arabasından indirir-
di. "Şikâyet edeceğim" deseniz, "Büdiğıni yap!" yanıtını
ahrdınız. Nedense şimdi öyle olmuyor. Hatta biraz alttan alan
bir ses:
"Tüü, bak işin bu yanını hiç düşünememiştim" diyor.
Sizse, alttan alışında sinsi bir sevincin izlerini buluyorsunuz.
Kısa bir süre sessizlik. Neyse, artık geldiniz, inmeye hazır-
lanıyorsunuz. Indiniz. Ama sürücü bey, yolun üstünde dur-
muş, başını camdan uzatmış, birdenbire bağırmaya başlamaz
mı:
"Yoo, beni şartlayamazsınız artık, yooo. Ben uyandım!"
tki gün sonra bindiğiniz bir başka taksinin sürücüsü, boğucu
egzoz dumanı ortasında, sesi mutluluktan çınlaya çınlaya diyor
ki:
"Bravo bu Erdal'a da Demirel'e de... Erdal'a zaten âşığım ya,
Allah sizi inandırsın, şu Demirel'e de gün gün daha fazla âşık
oluyorum. Adamlar ne kadar kısa zamanda neler yapülar
yahu!"
Usulca kışkırtıyorsunuz:
"Bir iki ay içinde ne yapılabilir ki?"
"Aa, yoo, nankörlük etmeyin. Elektrik neden o kadar sık ke-
siliyor sanıyorsunuz siz? Sanayi hızlandı, fabrikalar tam kapa-
site çalışmaya başladı, elektrik sarfiyatı çoğaldı da ondan! Ak-
şamlan bir iki saat karanhkta kalıvermesi de artık vatandaşa
düşen bir fedekârlıktır." *
Onümüzde heyülâ bir vinç. Belediyenin çöp kamyonu denize
düşmüş, vinç onu kurtarmaya gelmiş de trafik tıkanmış. tster
istemez takside bekliyor, denize bir elde toplan dökülmüş çöp-
lerin boğulmuş koyunlara doğru ağır ağır yüzüşlerini seyredi-
yorsunuz. Sürücü, bu acıklı seyrinizden mi alındı nedir:
"Bir de koyun meselesi çıkardılar" diyor." Hep Anaphlann
kötü propagandası, hep onlann sabotesi... Ama artık uyandık,
yalanlara kanacak değiliz."
Bir arkadaşınız da demişti ki: "tnsanlann artık kimseden
buyruk almak istemediklerini, geçmişin ezikliğiyle bu sefer de bü-
yük boyut uyandıklannı, bunu da nüfuslannın - nüfuzlannın
değil-çokluğuna dayanarak sere serpe yasamaya başladık-
lannı düşünüyorum!'
Büyük boyut uyanış daha açık seçik olsun diye, 'Bir Millet
Uyanıyor' adından esinlenmiş senaryomuza şu finali yazmak
belki uygun düşebilir:
Adam birinin evine girmiş, ne bulduysa kaldırmış. Çıkarken
bahçedeki armut ağacından armutlan toplamaya koyulmuş.
(çünkü armut, biliyorsunuz, artık mücevher değerinde) tam o
sırada da yakayı ele vermiş.
"Bu yaptığına ne derler, biliyor musun?"
"Ayıp ettin abi, tabii biliyorum. Uyandım artık."
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1962: Gizlî ordunun direktifi
Yer altında faaliyet gösteren ve Cezayir'e istiklâl verilrnesi
fikrine şiddetle muhalefet eden De Gaulle aleyhtan Gizli
OrduTeşkilâtı, taraftarlanna dağıttığı tâlimatında, yeni
askeri harekât veya ümitsizlik gösterileri olmıyacağını,
ancak vatanseverlerin mukavemetlerini arttıracaklannı ve
küçük gruplann seferberedileceğini bildirmiştir.
Cezayire asla istiklâl verilmesini istemeyen âsi teşkilât,
memlekette geçici bir hükümet kurulsa ve hattâ
milliyetçilerle bir anlaşmaya vanlıp büyük tâvizler verilse
dahi isyanın derhal çıkmayacağını ileri sürmüş ve Fransız
askeri ve siyasi çevrelerinin beklediği bir şeyi teyid etmiştir:
TARİHTE BUGÜN
Sonyef oasusu
Londra'daki eı/7,
CASUSA,ANNESIND£NMEKTUR.
1961'DE BUGÜM,
İĞ
SO{/YErL£R
SÖZ tCOMUSU
PSA '£>/*
PAL ADtYlA,
, 8 Y/LP/R PA
YAMAMtŞT!.AMÇAK^SYA'YLA ME/£ruPo4Ş-
MASI PİKKXrİ ÇetCİP İUCEL£MfNCE, V4KA -
LANMfŞT/. SoM MEfCTUP Aş/MESfA/PEfi/ GE-
LİYORPCJ. 8/& gOLÜMÜ ŞÖXL£y£>/ :
'SEyGİÜ O6U/M, EfCtM PEVgıMH-ifJ YfLPÖ-
NÜMÛMÜ SEUSrZ *O/7Z/IPffC-.
Diyanet kleri Başkanlığı'na Bir Öneri
CAHİT TANYOL
S
ovyetler'in çözülmesiyle Orta
Asya'daki Türk cumhuriyetle-
rinin hepsi umudunu ve sevgisi-
ni bize yöneltmiş bulunuyor.
Bu, tarihin önümüze serdiği en büyük
fırsatlardan biridir. Fırsatlar iyi kulla-
nılmazsa tersine tepki yapar. Duygu-
sal temele dayanan bu umut ve sevgiyi,
düş kınklığına uğratmayacak bir kül-
tür ve devlet politikası izlememiz gere-
kir. Geçmişte yapılmış olan yanlışlan
geleceğe aktarmaktan sakınraalıyız.
Bu, bizi yeni bir politik yalnızlığa iter.
Fırsatlan değerlendiirmeyi fırsat
düşkünlüğü ile kanştınrsak, Sayın
Demirerin Davos'ta Azerbaycan, Öz-
bekistan ve Kazakistan devlet başkan-
lanyla çektirmiş olduğu fotoğrafın
altına, "Yüz yıl gecikmiş resim yazı-
nız", önerisi yerine, "Yüz yıhn ham
hayali" diye yazmak daha uygun ola-
cak gibi geliyor bana.
Görünür köye kılavuz istemez: Bu
konuda Diyanet tşleri Başkanhğı'nın
yapmış olduğu girişimler insana ür-
küntü verecek kadar tehlikeli.
Bundan önceki bir yazımda Pan-
tslamizm ve Pan-Türkizm akımlannın
sakatlığı üzerinde durmuş ve onlann,
çökmesi durdurulmaz bir imparator-
luğun umutsuz arayışlan olduğunu
söylerniştim. Bununla beraber Pan-
Türkizm hareketi, bazı doğrulan ve
Türkiye dışında başlamış bir özlemi
içeriyordu.
Pan-lslamizm ise îkinci Abdülhamit
tarafından Batı'ya karşı kullanılmış
politik bir "öcü" idi. OsmanJı padi-
şahlan arasında inancı en gevşek ol-
masına rağmen Sultan Hamit, "hali-
fe" unvanmı "padişah" unvanından
üstün tutan tek hükümdardı. İmpara-
torluğun yıkıhşı bu öcünün gerisinde
hiçbir dayanağın ve gücün bulunma-
dığını en aa bir biçimde ortaya çıkar-
dı. tslam Birliği, kendiliğinden hilafet
kavramını içeriyorsa da bütün bir ts-
lam tarihi boyunca hiçbir Haçlı sava-
şının arkasında, Halife ordusu yoktur.
Ne Salahatün Eyyubi, ne Kılıç Aslan
ve ne de Yıldınm Bayazıt "halife" un-
vanını taşıyordu. Bugün tslama sahip
çıkan İran, tarih boyunca Türklere
karşı Hıristiyanlarla birleşmiştir. Bü-
tün bu gerçeklere rağmen bizde bir si-
yasi partinin tslam birliğine sanlması-
sömürü ve emperyalizm gibi Manc'çı
birtakım terimleri diline pelesenk ede-
rek solcuları utandırması üzerinde dü-
şünmek gerek. Bunun kuramsal ve po-
litik temelinde "tslam uygarhğı" ve
onun kültürbirikimi değil "fondaman-
talizm-köktencilik" adı verilen yeni
bir dinsel akım bulunmaktadır.
Her ne kadar bu akım Hıristiyan
dünyasına karşı yeni bir "Haçlı sava-
ş«" görünümünde ise de biraz altı eşe-
lenince bunun içe dönük bir hareket
olduğunu görüyoruz. Bu içe dönük
hareketin amaa, Türkiye Cumhuri-
yeti'nin temelinde bulunan "laik dev-
let" ilkesini kaldırmaktır. Bunun dev-
let örgütleri içinde bir tabanı var: Di-
yanet tşleri Başkanlığı. Bu örgüt sa-
dece halkın dinsel gereksinimlerini
yanıtlayacak bir kurum olarak düşü-
nülmüştür. Müftülükler bu amaçla
kurulmuş ve yetkileri dinsel sorunlara
yanıt aramak içinde sınırlandınlmış-
tır
Diyanet tşleri Başkanlığı,
Türk cumhuriyetlerine
Kuran yollayacağına,
"ortak dil, ortak alfabe'Me
bütün Türk halklarını
birleştirmeye çalışsa, bu
eylem ibadetlerin en
güzeüne bir çağrı olmaz mı?
1950'den sonra din bir oy aracı hali-
ne gelince, Diyanet tşleri Başkanlığı
birden önem kazanmış, bütçesi art-
mış, kendisini yeni bir "Şeyhülislam-
Uk" makamı gibi görmeye başlamıştır.
12 Eylül'den sonra din eğitiminin ana-
yasal bir görev olması. Diyanet tşleri
Başkanlığı'm, her alanda Milli Eğitim
Bakanlığı ile yanşır hale getirmiştir.
Gazetelerden öğrendiğirnize göre bu
yıl Diyanet tşlen bütçesi iki trilyonu
aşıyormuş. Bunu nerelere harcaya-
cak? Alabildiğine dinsel yayınlar ya-
nında şimdi karşısına yeni bir görev
çıkmış görünüyor: Orta Asya'da ba-
ğımsızlığını kazanan Türk cumhuri-
yetlerine "Kuran gönderme" seferber-
liği. Bunu, yakında cami ve mescit
yapma kampanyası izlerse hiç şaşma-
yalım...
Diyanet tşleri Başkanlığı bu tür giri-
şimleriyle kendisini devletten ve devlet
politikasından bağımsız bir kuruluş
fjbi görmek ve göstermek çabasında.
lk aşamada Orta Asya Türk devletle-
rine yardım amacıyla kuran gönder-
meyi tasarladığına göre bu makamı,
Köktencilik akımının bir kalesi haline
getirmiş bulunuyor. Buna hakkı yok.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulur-
ken, halkın dinsel gereksinim ve so-
runlannı çözmekle yükümlü olan bir
kuruluş, amacının dışında yeni yetki-
lerle donatılmış değildir. Durum böyle
iken kendisine verilmemiş olan bir gö-
revi yüklenmesi, yetkilerinin sımrlan-
nı zorlaması anlamına gelir.
Diyanet tşleri Başkanlığı, Türk mil-
letinin eline geçen bu olağanüstü du-
rumu değerlendirmek istiyorsa, bu
cumhuriyetlere Kuran ve dinsel yayın-
lar yerine, önce ortak alfabeye geçme
kampanyası için elindeki olanaklan
kullanmaya çaba harcamalıdır. Bu-
nunla hem Türk milletine hem de ts-
lam ümmetine en büyük iyiliği etmiş
olur. Türk alfabesinin bütün cumhuri-
yetlerde kullanılması, Türkiye'de çık-
mış bir kitabın Çin sımrlanna kadar
gitmesine olanak sağlayacaktır. Bun-
dan elbette ki dinsel yayınlar da yarar-
lanacaktır. Türkler arasındaki bağ-
lantıya dinsel bir görünüm vermek
tran'la Suudi Arabistanla aynı çizgiye
düşürür bizi.
Diyanet tşleri Başkanlığı Türk cum-
huriyetlerine Kuran yollayacağına,
bütün camileri kitap, daktilo ve mat-
baa makineleri alınması için seferber
etse, "ortak dil, ortak alfabe"de bütün
Türk halklarını birleştirmeye çalışsa,
bu eylem ibadetlerin en güzeline bir
çağn olmaz mı?
FERRUHDOĞAN
-•••A
• * - •
Feminizm ve Kadın Bakanlığı
Yrd.Doç.Dr.AYŞE KADIOĞLU Bilkent Ünv. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bl.
F
eminizm ya da feminist söz-
cüklerinin kullanımı, ülkemiz-
de zaman zaman alaycı tavır-
lara, yerine göre de kızgın
tepkilerin ortaya çıkmasına neden ol-
maktadır. Şüphe götürmeyen bir ger-
çek şu ki bu sözcüklerin çağnşım zinci-
rinde olumsuz yan anlamlan ağır bas-
maktadır. Bundan dolayı olsa gerek,
bugün ülkemizde mesleklerinde belli
bir düzeye ulaşmış birçok kadın, sık
sık "aslında feminist olmadıklanm"
ya da "feminist olmaya ihtiyaç duy-
madıklarını" söylemektedirler. Bu-
nun en son örneği, kadın ve aile işle-
rinden sorumlu Devlet Bakanı Sayın
Güler tleri'nin feminist olmadığını be-
lirtmesidir. Feminist olarak tanımlan-
maktan kaçışın nedenî ne olabilir?
Bunu anlayabilmek için feminizm
kavramı üzerinde biraz düşünmek ge-
rekir.
öncelikle belirtilmelidir ki feminizm
ne Batı'da ne de ülkemizde tek bir sos-
yal hareket olarak kendini gösterme-
miştir.
Batı'da feminist hareket, kadınların
oy hakkı mücadelesinden, siyasal güç
ilişkilerinin tanımının kadın-erkek
ilişkisini içerecek bir şekilde genişletil-
mesine ve kadın-merkezci bir yaklaşım-
la "Kadın fevkaladedir" sloganı çer--
çevesinde kadınlann, "tahammül ede-
medikleri" erkeklerin dünyasından
koparak bağımsız kadın cemaatlerin-
de bannak aramalanna vanncaya dek
farkh sorunsallan vurgulayan bir çe-
şitlilik göstermiştir. Ülkemizde ise
kadınlann çeşitli siyasal haklannı vur-
gulayan tepeden inmeci "devlet fe-
minizmi"nin yani sıra 1980'ler son-
rasında modern, sosyalist ve "ts-
lamcı" feminist hareketler gözlemlen-
miştir.
Feminist hareketlerin bu çeşitliliği-
ne rağmen feminist düşünceyi evrensel
bir olgu olarak incelemek mümkün-
dür.
Cinsiyet (sex) ve cins (gender) (ya da
yaratılmış cinsiyet) kavramlannın bir-
birinden ayırdedilmesi şarttır. Bugün
kadmlanmızın feminist olduklannı
kamuoyuna duyurmaktan kaçınmala-
nnın belki de en önemli nedenlerinden
biri bu iki kavram arasındaki karma-
şadır.
Yeni kunılacak bir Kadın
ve Aile Sorunları
Bakanüğı'nın gündeminde
neler olabilir? Bu gündem
ya feminist söylemin
oluşturulmasına önayak
olur ya da ataerkilliği
sorgulamaktan kaçar.
Kısaca belirtmek gerekerse cinsiyet
kavramı kadın-erkek arasında biyolo-
jik bir ayırımı vurgularken cins kavramı
kadın-erkek arasında (sosyal olarak)
"yaratılmış" bir farkı gösterir. Bunun
sonucu olarak feminist söylem, top-
lum tarafından kadın ve erkek arasın-
da paylaştınlmış farklı cinsiyet rolle-
rini, yaratılmış roller olarak tanım-
layıp bunlann sınırlayıcılığını vurgular...-
Gelelim yazınm başında sözünü et-
tiğimiz çeşitli alanlarda başarıh kadm-
lanmızın "feminist olmamalarına"
Sanınm bu kişiler, "feminist değilim"
derken aslında, "radikal değilim" de-
mek istiyorlar.
Yani, "Bunca mesleksel başanma
rağmen yine de kadın olmanın gerek-
tirdiği ılunlı bir yapım var, oynadığım
'kamusal' rollerin yani sıra benden
beklenen 'özel' rolleri de oynayabili-
yorum" demek istiyorlar.
Böylece bu başanlı kadınlanmız
ataerkil çarkın dişlilerine saygılannı
sunuyorlar.
Görüldüğü gibi feminist söylem
sanıldığının tersine birtakım siyasal
haklar ve eşitlikler edinmenin çok
daha ötesindedir.
Bu haklann edinilmesini de küçüm-
sememek gerekir. Çünkü temel hak ve
özgürlüklerin edinilmesi, feminist söy-
lemin oluşturulması için gerekli basa-
maklardır.
Bununla beraber, vurgulanması ge-
reken olgu, çeşitli iktidar odaklanm
paylaşan kadınlann da kolayca ataer-
killiği savunduklandır.
Yeni kurulacak bir Kadın ve Aile
Sorunlan Bakanlığı'nın gündeminde
neler olabilir?
Bu gündem ya feminist söylemin
oluşturulmasına önayak olur ya da
ataerkilliği sorgulamaktan kaçar.
Yani ya kadın sığınaklarının açıl-
masında ve devamlılığında olabildi-
ğince etken olur, kadınlan işyerlerinde
cinsel tacizden koruyacak, çeşitü ku-
rumlarda eşit istihdam haklan yarata-
cak yasalara önayak olur, kreşler açar
ve erkeklere babalık izni verilmesi ko-
nusunu gündeme getirir ya da ata-
erkilliği sorgulamadan, kadınlann ya-
şantısını kolaylaştırmak amacıyla
hizla hazırlanan ve böylece vakit ka-
zandıran yemek tarifı kitaplan bas-
tınr, kurdeleler keser ve kimbilir belki
de, "her haneye bir bulaşık makinesi"
vaatlerinde bulunur!
Feminist söylemden uzak olduğunu
açıkça belirtmiş bir bakanın önderli-
ğinde biçimlenecek bir Kadın ve Aile
Sorunlan Bakanlığı'nın gündeminde
neler olacağı feminist çevrelerde me-
rakla beklenmektedir.
ORTAM
ŞAHİN ALPAY
Özahn Serbest Piyasası
C
umhurbaşkanı özal 31 Ocak günü yeni hüküme-
tin kurulmasından bu yana ilk kez TBMM'deki
odasına giderek görüşmeler yaptı. Bunun Başba-
kan Demirel'in Davos toplantısı dolayısıyla
yurtdışında bulunduğu bir güne rastlaması hayli ilgi
uyandırdı.
Sayın Cumhurbaşkanı o gün tdil belediye başkanı ve
beraberindeki Güneydoğulu öğrenci ve öğretmenlerden
oluşan heyeti de kabul etti. Heyeti odasına aldıktan son-
ra Anadolu Ajansı ve TRT dışındaki basın kuruluşlannı
temsil eden muhabirlerin dışan çıkmalanm istedi. Bir ga-
zetecinin, "Serbest piyasa kurallanna uymuyor" şeklın-
deki itirazına özal, "Burada o kurallar işlemez" yanıtını
verdi (Cumhunyet, 1.2.1992).
AA muhabirinin verdiği habere göre özal kabul sı-
rasında Kürt sorunu ile ilgili görüşlerini acıkladı ve yine
büyük ilgi uyandıran PKK'ya cağnsını yaptı: "Vazgeçin.
Vazgeçtiğinizi söyleyin. Ben bir genel af çıkarayım."
Sayın özal'ın tavır ve sözlerinin başta Başbakan Demi-
rel olmak üzere hükümet nezdinde ve basında
uyandırdığı tepkiler, dikkatleri olayın asıl ilginç yanın-
dan uzaklaştırdı.
Olayın asıl ilginç yani özal'ın tdil heyetiyle toplantıya
yalnızca AA ve TRT muhabirlerini kabul etmesi, Cum-
hurbaşkanımn çalışma odasında "serbest piyasa kuralla-
nmn," yani bu durumda haber alma özgürlüğünün ge-
çerli olmadığını söylemesiydi.
Aslına bakarsanız bu olay, bazı yönleriyle bizi sevindi-
ren demokrasimizin gerçekte ne denli yanm yamalak bir
demokrasi olduğunu bir kez daha vurguluyor. Olay, akla
hemen şu sorulan getiriyor:
- Bugün yeryüzünde resmi haber ajansı olan acaba kaç
tane demokratik ülke vardır?
- Dünyada radyo ve televizyonda devlet tekelinin
sürdüğü kaç demokratik ülke kaldı?
- Devlet tekelindeki radyo ve televizyon üzerinde
hükümetin, yürütmenin etkisinin bu kadar büyük oldu-
ğu Türkiye'den başka demokrasi sıfatını taşıyan kaç ülke
olabilir?
- Cumhurbaşkanının yalnızca resmi haber ajansı ve
resmi radyo-televizyon kurumunu temsil eden muhabir-
leri kabul edip, diğerlerini kapı dışan ettiği acaba kaç de-
mokrasi bulunabilir?
- Bunu yapan cumhurbaşkanı aynı zamanda ülkesinde
serbest piyasa yanısıra inanç, düşünce ve ifade özgürlü-
ğünün de şampiyonluğunu yapmak iddiasındaysa, olay
büsbütün bir garabet arzetmiyor mu?
Belki "Turgut
Basının haber,
yurttaşların bilgi alma
özgürlüğünü güvence
altına alacak yasalara
ihtiyacımız var.
özal'ın serbest piya-
sası işte bu kadardır"
deyip geçecekler ola-
caktır. Ama olay,
yan-demokrasimi-
zin çok önemli bir
eksikligini bir kez
daha gündeme geti- ~™^~~"
riyor. Türkiye'de basının haber, yurttaşlann bilgi alma
özgürlüğünü güvence altına alacak yasalara ihtiyacımız
var.
Devlet memurlannın basına bilgi vermesinin suç oldu-
ğu; yetkililerce kamuya açıklanmayan füm resmi belgele-
rin "devlet sırn" sayıldığı bir ülkede ancak yanm yama-
lak demokrasi olabilir. Resmi belgelere ulaşamayan, yet-
kililerden bilgi alamayan basın, devlet, siyaset ve ekono-
mi alemindeki güçlü kişilerin yasalara ve ahlaka uygun
davranıp davranmadıklannı nasıl denetleyebilir?
Yolsuzluk ve kanunsuzluklar ancak kasten sızdınlan
ya da rastlantı sonucu elde edilen bilgilerle günışığına
çıkanlabiliyorsa basın dördüncü kuvvet işlevini nasıl ye-
rine getirebilir? Ülkemizde araştıımacı gazeteciliğin ge-
lişemeyişinin bir önemli nedeni de resmi belge ve bilgile-
rin yasaklarla örtülmesi değil midir?
ABD, Kanada, tsveç, Avustralya, Fransa ve öteki de-
mokrasilerde olan türden bir haber ve bilgi edinme öz-
gürlüğü yasasına ihtiyacunız var. Ülke güvenliği bakı-
mından gerçekten sakıncah olabüecek evrak dışındaki
belgeleri ve bilgileri "devlet sım" olmaktan çıkaracak;
devlet memurlanna tüm yurttaşlara ve basın mensuplan-
na bilgi vermek mecburiyetini getirecek yasalar yapılma-
dan yönetimde şeffaflık sağlanamayacağı apaçık.
Elbetti ki yönetimde şeffaflık sağlamak için yasalar
yetmeyecek. Şeffaf yönetimin, yani demokrasinin er-
demlerine samimiyetle inanan devlet adamlanna ihti-
yacımız çok daha büyük.
OKURLARDAN
Tûrkiye-Turkey-hindi vs.
Kültür Bakanlığı'nın 1990
yazında düzenlediği 1. Dil
Kurultayının Terimler
Komisyonu'ndaki
çahşmalar sırasında
"Devlet radyo-televizyon
ve diğer yayın organlannda,
okul kitaplannda, posta
işletmesinde her ülke ve
Şehiradınınoyer
insanlannca nasıl telaffuz
ediliyorsa öyle yazılması,
okunması yönünde
uygulamaya geçilsin"
şeklinde bir öneride
bulunmuştum. Dolayısıyla
ülkemizın ve kentlerimizin
adlannı da diğer
Piyasa fetişizmi
Piyasa mekanizmasının
ekonominin en rasyonel
unsuru olduğuna duyulan
büyük inanç sadece
Türkiye'de değil, aynı
zamanda dünyada da çok
yaygın.
Aslında en ilginç olan serbest
piyasa ekonomisi
tartışmalannın tarih
bilincinden yoksun olarak
yapılmasıdır. Dünya
kapitalizminin gördüğü en
büyük kriz olan 1929 krizi
yine günümüzdeki gibi
serbest piyasa ve serbest
ticaret naralannın pek de
gözde olduğu bir dönemi
izlemişti. Bütün bir sistem
aniden çökene kadar serbest
piyasaya olan güven tamdı.
Ardından gelen 193O'lu yıllar
devletin ekonomiye aktif bir
şekilde müdahale ettiği yıllar
oldu ve herkes serbest
piyasaya lanetler yağdırdı. O
zaman her şeyden önce
serbest piyasa ekonomisinin
insanlıgın bulduğu en etkin
milletlerden, bizim telaffuz
ettiğimiz şekilde
yazılması-okunmasını
istemek doğal olurdu.
Eğer komşumuz ülkeye
"Ellas" yerine
" Yunanistan" diye yazıyor
ve onlar da "böyle bır ülke
tanmmıyor" damgasıyla
mektuplan geri
gönderiyorsa bundan
alınacak ders vardır.
Özetle şunu söylemek
isterim. Mesele dil
meselesi-hindi meselesi
değil, saygı meselesidir, o
kadar.
Dr. AHMET ERCAN
güç olduğu her şeyden önce
tarihsel olarak yanlıştır.
Son yıllarda dikkat edilirse,
devlet müdahaleciliğine açık
iktisat politikası aranışlan
dünyanın birçok köşesinde
gündeme gelecek gibidir;
nitekim Friedman'cılann
itiban sarsılmaktadır. Buna
rağmen Türkiye'de de bu
konuda geniş bir "milH"
mutabakat mevcuttur. îşin
ilginci ücretüler arasında bile
bu fikrin yaygın oLmasıdır.
Oysa bir ücretlinin serbest
piyasa ekonomisinden ne
çıkan olabilir? Çıkan olanlar
piyasayı kontrol edebilen,
gerekli enformasyona ulaşma
olanağı olabilenlerdir ki
Ucretli haik kesimler için
böyle bir şey sözkonusu
olamaz. Zaten bu serbest
piyasa ekonomüerinin
çoğunda ücretler tepeden
belirlenir. Negüzelşeyşu
serbest piyasa modeli!
RASİMÇELİK