27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 ŞUBAT1992 CUM ARTESİ 14 GORUŞLER KARŞILAŞMALAR ADALET A C A O C L U "Kr MMet Uyanyor" M uhsin Ertuğrul'un Türk Sineması'na 1932'Ierde ar- mağan ettiği fîlmin adı, özellikle son aylar sık sık dilime takılıyor. Gözlerimde sarannış kareler can- lanıyor.Hatta.KuvayıMilliye'nin'harekât'ındabir Mustafa Kemal, kendi rolünü kendisi oynayarak... Sonra, Garp Cephesi Kumandanı Ismet Paşa, üstüne dar geliyor izle- nimi veren ûniformasıyla. Çabuk çekitn kareler. lstanbul, Be- yoğlu'nda bir bar ya da büsbütün karanlık bir köşe. Sanki baskınlar, anlaşılmaz kovalamalar var. Paris Direniş Hareke- ti'ni düşündüren sahneler. Belki, bir fırsat on beş yinni yıl önce gördüğütnde bana öyle gelmiştir. Çok eski birfilm,aynca da belleğin solduruşuyla ne kadar si- likleşirse o kadar silik. Fakat adı her geçen gün içimde çeşitli ısıltılarla birazdaha baskınlaşıyor. Renldi reklam neonlan gibi. Özellikle de şöyle zamanlarda: Son seçimlerden on beş-yirmi gün sonra. Bir taksidesiniz. Sü- rûcü hemen sohbete başhyor. Tabii önce birlikte tstanbul üstü- ne atıp tutuyorsunuz. Artık bu kentin zıvanadan çıktığını, mahvolduğunu, bu trafik sorununun böyle asla çözülemeyece- ğini, günde ortalama beş bin "yeni tstanbullu" ile yakında her- kesin birbirini gırtlaklayacağını ısıtıp soğutup, ortaya koyuyor- sunuz. Sürücü bey, yolun, eh işte nihayet bitmesine yakın sözü noktalamak istiyor: "Fakat suç bizim insanımızda. özal'ın partisi bütün bunlan halledecekti. Alın bakalım, başınuza Demirel'ler falan gelince, bir de elektrik sıkıntısı şimdi. ANAP zamanında bir kere ka- ranlıkta kaldık mı? Ne karanlığı, adamlar bizi borcuna elektrik satın alan bir memleket olmaktan çıkanp elektrik satan memle- ket haline getirdiler. Lakin insanımız nankör. Sen tut, buna karşı onlan at, dün bizi gaz sıkıntısı, benzin sıkıntısı, elektrik sıkıntısı içinde inletenleri yeniden başına buyur et. tyi işte, artık görsünler günlerini. Her gece elektrik kesilir, her gece elektrik kesilir..." Tabii, tarafınızdan onaylanmak için bu kadar selis konuş- maktadır. Artık çare yok, siz de selis olacaksınız: "Canım şoför bey, yeni hükümet işbaşına geleli ne kadar oldu şunun şurasında? Elektrikte o kadar zenginleştiysek, yeni gelenler iki günde köküne kibrit suyu ekmediler ya bunun? üs- telıkişlennbaşındakiadamlardahâlâdeğişmişdeğil,hepsihenüz ANAP'lılar hemen hemen.. Sürücü, yan öfke, yan panik bir ses tonu edinmiştir şimdi: "Ne yani, onlar mı sabote ediyorlar, demek istiyorsunuz siz?" "Sadece anlamaya çalışıyorum, yani eger..." Geçen yıl olsa, bu sürücü sizi kesinlikle arabasından indirir- di. "Şikâyet edeceğim" deseniz, "Büdiğıni yap!" yanıtını ahrdınız. Nedense şimdi öyle olmuyor. Hatta biraz alttan alan bir ses: "Tüü, bak işin bu yanını hiç düşünememiştim" diyor. Sizse, alttan alışında sinsi bir sevincin izlerini buluyorsunuz. Kısa bir süre sessizlik. Neyse, artık geldiniz, inmeye hazır- lanıyorsunuz. Indiniz. Ama sürücü bey, yolun üstünde dur- muş, başını camdan uzatmış, birdenbire bağırmaya başlamaz mı: "Yoo, beni şartlayamazsınız artık, yooo. Ben uyandım!" tki gün sonra bindiğiniz bir başka taksinin sürücüsü, boğucu egzoz dumanı ortasında, sesi mutluluktan çınlaya çınlaya diyor ki: "Bravo bu Erdal'a da Demirel'e de... Erdal'a zaten âşığım ya, Allah sizi inandırsın, şu Demirel'e de gün gün daha fazla âşık oluyorum. Adamlar ne kadar kısa zamanda neler yapülar yahu!" Usulca kışkırtıyorsunuz: "Bir iki ay içinde ne yapılabilir ki?" "Aa, yoo, nankörlük etmeyin. Elektrik neden o kadar sık ke- siliyor sanıyorsunuz siz? Sanayi hızlandı, fabrikalar tam kapa- site çalışmaya başladı, elektrik sarfiyatı çoğaldı da ondan! Ak- şamlan bir iki saat karanhkta kalıvermesi de artık vatandaşa düşen bir fedekârlıktır." * Onümüzde heyülâ bir vinç. Belediyenin çöp kamyonu denize düşmüş, vinç onu kurtarmaya gelmiş de trafik tıkanmış. tster istemez takside bekliyor, denize bir elde toplan dökülmüş çöp- lerin boğulmuş koyunlara doğru ağır ağır yüzüşlerini seyredi- yorsunuz. Sürücü, bu acıklı seyrinizden mi alındı nedir: "Bir de koyun meselesi çıkardılar" diyor." Hep Anaphlann kötü propagandası, hep onlann sabotesi... Ama artık uyandık, yalanlara kanacak değiliz." Bir arkadaşınız da demişti ki: "tnsanlann artık kimseden buyruk almak istemediklerini, geçmişin ezikliğiyle bu sefer de bü- yük boyut uyandıklannı, bunu da nüfuslannın - nüfuzlannın değil-çokluğuna dayanarak sere serpe yasamaya başladık- lannı düşünüyorum!' Büyük boyut uyanış daha açık seçik olsun diye, 'Bir Millet Uyanıyor' adından esinlenmiş senaryomuza şu finali yazmak belki uygun düşebilir: Adam birinin evine girmiş, ne bulduysa kaldırmış. Çıkarken bahçedeki armut ağacından armutlan toplamaya koyulmuş. (çünkü armut, biliyorsunuz, artık mücevher değerinde) tam o sırada da yakayı ele vermiş. "Bu yaptığına ne derler, biliyor musun?" "Ayıp ettin abi, tabii biliyorum. Uyandım artık." 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1962: Gizlî ordunun direktifi Yer altında faaliyet gösteren ve Cezayir'e istiklâl verilrnesi fikrine şiddetle muhalefet eden De Gaulle aleyhtan Gizli OrduTeşkilâtı, taraftarlanna dağıttığı tâlimatında, yeni askeri harekât veya ümitsizlik gösterileri olmıyacağını, ancak vatanseverlerin mukavemetlerini arttıracaklannı ve küçük gruplann seferberedileceğini bildirmiştir. Cezayire asla istiklâl verilmesini istemeyen âsi teşkilât, memlekette geçici bir hükümet kurulsa ve hattâ milliyetçilerle bir anlaşmaya vanlıp büyük tâvizler verilse dahi isyanın derhal çıkmayacağını ileri sürmüş ve Fransız askeri ve siyasi çevrelerinin beklediği bir şeyi teyid etmiştir: TARİHTE BUGÜN Sonyef oasusu Londra'daki eı/7, CASUSA,ANNESIND£NMEKTUR. 1961'DE BUGÜM, İĞ SO{/YErL£R SÖZ tCOMUSU PSA '£>/* PAL ADtYlA, , 8 Y/LP/R PA YAMAMtŞT!.AMÇAK^SYA'YLA ME/£ruPo4Ş- MASI PİKKXrİ ÇetCİP İUCEL£MfNCE, V4KA - LANMfŞT/. SoM MEfCTUP Aş/MESfA/PEfi/ GE- LİYORPCJ. 8/& gOLÜMÜ ŞÖXL£y£>/ : 'SEyGİÜ O6U/M, EfCtM PEVgıMH-ifJ YfLPÖ- NÜMÛMÜ SEUSrZ *O/7Z/IPffC-. Diyanet kleri Başkanlığı'na Bir Öneri CAHİT TANYOL S ovyetler'in çözülmesiyle Orta Asya'daki Türk cumhuriyetle- rinin hepsi umudunu ve sevgisi- ni bize yöneltmiş bulunuyor. Bu, tarihin önümüze serdiği en büyük fırsatlardan biridir. Fırsatlar iyi kulla- nılmazsa tersine tepki yapar. Duygu- sal temele dayanan bu umut ve sevgiyi, düş kınklığına uğratmayacak bir kül- tür ve devlet politikası izlememiz gere- kir. Geçmişte yapılmış olan yanlışlan geleceğe aktarmaktan sakınraalıyız. Bu, bizi yeni bir politik yalnızlığa iter. Fırsatlan değerlendiirmeyi fırsat düşkünlüğü ile kanştınrsak, Sayın Demirerin Davos'ta Azerbaycan, Öz- bekistan ve Kazakistan devlet başkan- lanyla çektirmiş olduğu fotoğrafın altına, "Yüz yıl gecikmiş resim yazı- nız", önerisi yerine, "Yüz yıhn ham hayali" diye yazmak daha uygun ola- cak gibi geliyor bana. Görünür köye kılavuz istemez: Bu konuda Diyanet tşleri Başkanhğı'nın yapmış olduğu girişimler insana ür- küntü verecek kadar tehlikeli. Bundan önceki bir yazımda Pan- tslamizm ve Pan-Türkizm akımlannın sakatlığı üzerinde durmuş ve onlann, çökmesi durdurulmaz bir imparator- luğun umutsuz arayışlan olduğunu söylerniştim. Bununla beraber Pan- Türkizm hareketi, bazı doğrulan ve Türkiye dışında başlamış bir özlemi içeriyordu. Pan-lslamizm ise îkinci Abdülhamit tarafından Batı'ya karşı kullanılmış politik bir "öcü" idi. OsmanJı padi- şahlan arasında inancı en gevşek ol- masına rağmen Sultan Hamit, "hali- fe" unvanmı "padişah" unvanından üstün tutan tek hükümdardı. İmpara- torluğun yıkıhşı bu öcünün gerisinde hiçbir dayanağın ve gücün bulunma- dığını en aa bir biçimde ortaya çıkar- dı. tslam Birliği, kendiliğinden hilafet kavramını içeriyorsa da bütün bir ts- lam tarihi boyunca hiçbir Haçlı sava- şının arkasında, Halife ordusu yoktur. Ne Salahatün Eyyubi, ne Kılıç Aslan ve ne de Yıldınm Bayazıt "halife" un- vanını taşıyordu. Bugün tslama sahip çıkan İran, tarih boyunca Türklere karşı Hıristiyanlarla birleşmiştir. Bü- tün bu gerçeklere rağmen bizde bir si- yasi partinin tslam birliğine sanlması- sömürü ve emperyalizm gibi Manc'çı birtakım terimleri diline pelesenk ede- rek solcuları utandırması üzerinde dü- şünmek gerek. Bunun kuramsal ve po- litik temelinde "tslam uygarhğı" ve onun kültürbirikimi değil "fondaman- talizm-köktencilik" adı verilen yeni bir dinsel akım bulunmaktadır. Her ne kadar bu akım Hıristiyan dünyasına karşı yeni bir "Haçlı sava- ş«" görünümünde ise de biraz altı eşe- lenince bunun içe dönük bir hareket olduğunu görüyoruz. Bu içe dönük hareketin amaa, Türkiye Cumhuri- yeti'nin temelinde bulunan "laik dev- let" ilkesini kaldırmaktır. Bunun dev- let örgütleri içinde bir tabanı var: Di- yanet tşleri Başkanlığı. Bu örgüt sa- dece halkın dinsel gereksinimlerini yanıtlayacak bir kurum olarak düşü- nülmüştür. Müftülükler bu amaçla kurulmuş ve yetkileri dinsel sorunlara yanıt aramak içinde sınırlandınlmış- tır Diyanet tşleri Başkanlığı, Türk cumhuriyetlerine Kuran yollayacağına, "ortak dil, ortak alfabe'Me bütün Türk halklarını birleştirmeye çalışsa, bu eylem ibadetlerin en güzeüne bir çağrı olmaz mı? 1950'den sonra din bir oy aracı hali- ne gelince, Diyanet tşleri Başkanlığı birden önem kazanmış, bütçesi art- mış, kendisini yeni bir "Şeyhülislam- Uk" makamı gibi görmeye başlamıştır. 12 Eylül'den sonra din eğitiminin ana- yasal bir görev olması. Diyanet tşleri Başkanlığı'm, her alanda Milli Eğitim Bakanlığı ile yanşır hale getirmiştir. Gazetelerden öğrendiğirnize göre bu yıl Diyanet tşlen bütçesi iki trilyonu aşıyormuş. Bunu nerelere harcaya- cak? Alabildiğine dinsel yayınlar ya- nında şimdi karşısına yeni bir görev çıkmış görünüyor: Orta Asya'da ba- ğımsızlığını kazanan Türk cumhuri- yetlerine "Kuran gönderme" seferber- liği. Bunu, yakında cami ve mescit yapma kampanyası izlerse hiç şaşma- yalım... Diyanet tşleri Başkanlığı bu tür giri- şimleriyle kendisini devletten ve devlet politikasından bağımsız bir kuruluş fjbi görmek ve göstermek çabasında. lk aşamada Orta Asya Türk devletle- rine yardım amacıyla kuran gönder- meyi tasarladığına göre bu makamı, Köktencilik akımının bir kalesi haline getirmiş bulunuyor. Buna hakkı yok. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulur- ken, halkın dinsel gereksinim ve so- runlannı çözmekle yükümlü olan bir kuruluş, amacının dışında yeni yetki- lerle donatılmış değildir. Durum böyle iken kendisine verilmemiş olan bir gö- revi yüklenmesi, yetkilerinin sımrlan- nı zorlaması anlamına gelir. Diyanet tşleri Başkanlığı, Türk mil- letinin eline geçen bu olağanüstü du- rumu değerlendirmek istiyorsa, bu cumhuriyetlere Kuran ve dinsel yayın- lar yerine, önce ortak alfabeye geçme kampanyası için elindeki olanaklan kullanmaya çaba harcamalıdır. Bu- nunla hem Türk milletine hem de ts- lam ümmetine en büyük iyiliği etmiş olur. Türk alfabesinin bütün cumhuri- yetlerde kullanılması, Türkiye'de çık- mış bir kitabın Çin sımrlanna kadar gitmesine olanak sağlayacaktır. Bun- dan elbette ki dinsel yayınlar da yarar- lanacaktır. Türkler arasındaki bağ- lantıya dinsel bir görünüm vermek tran'la Suudi Arabistanla aynı çizgiye düşürür bizi. Diyanet tşleri Başkanlığı Türk cum- huriyetlerine Kuran yollayacağına, bütün camileri kitap, daktilo ve mat- baa makineleri alınması için seferber etse, "ortak dil, ortak alfabe"de bütün Türk halklarını birleştirmeye çalışsa, bu eylem ibadetlerin en güzeline bir çağn olmaz mı? FERRUHDOĞAN -•••A • * - • Feminizm ve Kadın Bakanlığı Yrd.Doç.Dr.AYŞE KADIOĞLU Bilkent Ünv. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bl. F eminizm ya da feminist söz- cüklerinin kullanımı, ülkemiz- de zaman zaman alaycı tavır- lara, yerine göre de kızgın tepkilerin ortaya çıkmasına neden ol- maktadır. Şüphe götürmeyen bir ger- çek şu ki bu sözcüklerin çağnşım zinci- rinde olumsuz yan anlamlan ağır bas- maktadır. Bundan dolayı olsa gerek, bugün ülkemizde mesleklerinde belli bir düzeye ulaşmış birçok kadın, sık sık "aslında feminist olmadıklanm" ya da "feminist olmaya ihtiyaç duy- madıklarını" söylemektedirler. Bu- nun en son örneği, kadın ve aile işle- rinden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Güler tleri'nin feminist olmadığını be- lirtmesidir. Feminist olarak tanımlan- maktan kaçışın nedenî ne olabilir? Bunu anlayabilmek için feminizm kavramı üzerinde biraz düşünmek ge- rekir. öncelikle belirtilmelidir ki feminizm ne Batı'da ne de ülkemizde tek bir sos- yal hareket olarak kendini gösterme- miştir. Batı'da feminist hareket, kadınların oy hakkı mücadelesinden, siyasal güç ilişkilerinin tanımının kadın-erkek ilişkisini içerecek bir şekilde genişletil- mesine ve kadın-merkezci bir yaklaşım- la "Kadın fevkaladedir" sloganı çer-- çevesinde kadınlann, "tahammül ede- medikleri" erkeklerin dünyasından koparak bağımsız kadın cemaatlerin- de bannak aramalanna vanncaya dek farkh sorunsallan vurgulayan bir çe- şitlilik göstermiştir. Ülkemizde ise kadınlann çeşitli siyasal haklannı vur- gulayan tepeden inmeci "devlet fe- minizmi"nin yani sıra 1980'ler son- rasında modern, sosyalist ve "ts- lamcı" feminist hareketler gözlemlen- miştir. Feminist hareketlerin bu çeşitliliği- ne rağmen feminist düşünceyi evrensel bir olgu olarak incelemek mümkün- dür. Cinsiyet (sex) ve cins (gender) (ya da yaratılmış cinsiyet) kavramlannın bir- birinden ayırdedilmesi şarttır. Bugün kadmlanmızın feminist olduklannı kamuoyuna duyurmaktan kaçınmala- nnın belki de en önemli nedenlerinden biri bu iki kavram arasındaki karma- şadır. Yeni kunılacak bir Kadın ve Aile Sorunları Bakanüğı'nın gündeminde neler olabilir? Bu gündem ya feminist söylemin oluşturulmasına önayak olur ya da ataerkilliği sorgulamaktan kaçar. Kısaca belirtmek gerekerse cinsiyet kavramı kadın-erkek arasında biyolo- jik bir ayırımı vurgularken cins kavramı kadın-erkek arasında (sosyal olarak) "yaratılmış" bir farkı gösterir. Bunun sonucu olarak feminist söylem, top- lum tarafından kadın ve erkek arasın- da paylaştınlmış farklı cinsiyet rolle- rini, yaratılmış roller olarak tanım- layıp bunlann sınırlayıcılığını vurgular...- Gelelim yazınm başında sözünü et- tiğimiz çeşitli alanlarda başarıh kadm- lanmızın "feminist olmamalarına" Sanınm bu kişiler, "feminist değilim" derken aslında, "radikal değilim" de- mek istiyorlar. Yani, "Bunca mesleksel başanma rağmen yine de kadın olmanın gerek- tirdiği ılunlı bir yapım var, oynadığım 'kamusal' rollerin yani sıra benden beklenen 'özel' rolleri de oynayabili- yorum" demek istiyorlar. Böylece bu başanlı kadınlanmız ataerkil çarkın dişlilerine saygılannı sunuyorlar. Görüldüğü gibi feminist söylem sanıldığının tersine birtakım siyasal haklar ve eşitlikler edinmenin çok daha ötesindedir. Bu haklann edinilmesini de küçüm- sememek gerekir. Çünkü temel hak ve özgürlüklerin edinilmesi, feminist söy- lemin oluşturulması için gerekli basa- maklardır. Bununla beraber, vurgulanması ge- reken olgu, çeşitli iktidar odaklanm paylaşan kadınlann da kolayca ataer- killiği savunduklandır. Yeni kurulacak bir Kadın ve Aile Sorunlan Bakanlığı'nın gündeminde neler olabilir? Bu gündem ya feminist söylemin oluşturulmasına önayak olur ya da ataerkilliği sorgulamaktan kaçar. Yani ya kadın sığınaklarının açıl- masında ve devamlılığında olabildi- ğince etken olur, kadınlan işyerlerinde cinsel tacizden koruyacak, çeşitü ku- rumlarda eşit istihdam haklan yarata- cak yasalara önayak olur, kreşler açar ve erkeklere babalık izni verilmesi ko- nusunu gündeme getirir ya da ata- erkilliği sorgulamadan, kadınlann ya- şantısını kolaylaştırmak amacıyla hizla hazırlanan ve böylece vakit ka- zandıran yemek tarifı kitaplan bas- tınr, kurdeleler keser ve kimbilir belki de, "her haneye bir bulaşık makinesi" vaatlerinde bulunur! Feminist söylemden uzak olduğunu açıkça belirtmiş bir bakanın önderli- ğinde biçimlenecek bir Kadın ve Aile Sorunlan Bakanlığı'nın gündeminde neler olacağı feminist çevrelerde me- rakla beklenmektedir. ORTAM ŞAHİN ALPAY Özahn Serbest Piyasası C umhurbaşkanı özal 31 Ocak günü yeni hüküme- tin kurulmasından bu yana ilk kez TBMM'deki odasına giderek görüşmeler yaptı. Bunun Başba- kan Demirel'in Davos toplantısı dolayısıyla yurtdışında bulunduğu bir güne rastlaması hayli ilgi uyandırdı. Sayın Cumhurbaşkanı o gün tdil belediye başkanı ve beraberindeki Güneydoğulu öğrenci ve öğretmenlerden oluşan heyeti de kabul etti. Heyeti odasına aldıktan son- ra Anadolu Ajansı ve TRT dışındaki basın kuruluşlannı temsil eden muhabirlerin dışan çıkmalanm istedi. Bir ga- zetecinin, "Serbest piyasa kurallanna uymuyor" şeklın- deki itirazına özal, "Burada o kurallar işlemez" yanıtını verdi (Cumhunyet, 1.2.1992). AA muhabirinin verdiği habere göre özal kabul sı- rasında Kürt sorunu ile ilgili görüşlerini acıkladı ve yine büyük ilgi uyandıran PKK'ya cağnsını yaptı: "Vazgeçin. Vazgeçtiğinizi söyleyin. Ben bir genel af çıkarayım." Sayın özal'ın tavır ve sözlerinin başta Başbakan Demi- rel olmak üzere hükümet nezdinde ve basında uyandırdığı tepkiler, dikkatleri olayın asıl ilginç yanın- dan uzaklaştırdı. Olayın asıl ilginç yani özal'ın tdil heyetiyle toplantıya yalnızca AA ve TRT muhabirlerini kabul etmesi, Cum- hurbaşkanımn çalışma odasında "serbest piyasa kuralla- nmn," yani bu durumda haber alma özgürlüğünün ge- çerli olmadığını söylemesiydi. Aslına bakarsanız bu olay, bazı yönleriyle bizi sevindi- ren demokrasimizin gerçekte ne denli yanm yamalak bir demokrasi olduğunu bir kez daha vurguluyor. Olay, akla hemen şu sorulan getiriyor: - Bugün yeryüzünde resmi haber ajansı olan acaba kaç tane demokratik ülke vardır? - Dünyada radyo ve televizyonda devlet tekelinin sürdüğü kaç demokratik ülke kaldı? - Devlet tekelindeki radyo ve televizyon üzerinde hükümetin, yürütmenin etkisinin bu kadar büyük oldu- ğu Türkiye'den başka demokrasi sıfatını taşıyan kaç ülke olabilir? - Cumhurbaşkanının yalnızca resmi haber ajansı ve resmi radyo-televizyon kurumunu temsil eden muhabir- leri kabul edip, diğerlerini kapı dışan ettiği acaba kaç de- mokrasi bulunabilir? - Bunu yapan cumhurbaşkanı aynı zamanda ülkesinde serbest piyasa yanısıra inanç, düşünce ve ifade özgürlü- ğünün de şampiyonluğunu yapmak iddiasındaysa, olay büsbütün bir garabet arzetmiyor mu? Belki "Turgut Basının haber, yurttaşların bilgi alma özgürlüğünü güvence altına alacak yasalara ihtiyacımız var. özal'ın serbest piya- sası işte bu kadardır" deyip geçecekler ola- caktır. Ama olay, yan-demokrasimi- zin çok önemli bir eksikligini bir kez daha gündeme geti- ~™^~~" riyor. Türkiye'de basının haber, yurttaşlann bilgi alma özgürlüğünü güvence altına alacak yasalara ihtiyacımız var. Devlet memurlannın basına bilgi vermesinin suç oldu- ğu; yetkililerce kamuya açıklanmayan füm resmi belgele- rin "devlet sırn" sayıldığı bir ülkede ancak yanm yama- lak demokrasi olabilir. Resmi belgelere ulaşamayan, yet- kililerden bilgi alamayan basın, devlet, siyaset ve ekono- mi alemindeki güçlü kişilerin yasalara ve ahlaka uygun davranıp davranmadıklannı nasıl denetleyebilir? Yolsuzluk ve kanunsuzluklar ancak kasten sızdınlan ya da rastlantı sonucu elde edilen bilgilerle günışığına çıkanlabiliyorsa basın dördüncü kuvvet işlevini nasıl ye- rine getirebilir? Ülkemizde araştıımacı gazeteciliğin ge- lişemeyişinin bir önemli nedeni de resmi belge ve bilgile- rin yasaklarla örtülmesi değil midir? ABD, Kanada, tsveç, Avustralya, Fransa ve öteki de- mokrasilerde olan türden bir haber ve bilgi edinme öz- gürlüğü yasasına ihtiyacunız var. Ülke güvenliği bakı- mından gerçekten sakıncah olabüecek evrak dışındaki belgeleri ve bilgileri "devlet sım" olmaktan çıkaracak; devlet memurlanna tüm yurttaşlara ve basın mensuplan- na bilgi vermek mecburiyetini getirecek yasalar yapılma- dan yönetimde şeffaflık sağlanamayacağı apaçık. Elbetti ki yönetimde şeffaflık sağlamak için yasalar yetmeyecek. Şeffaf yönetimin, yani demokrasinin er- demlerine samimiyetle inanan devlet adamlanna ihti- yacımız çok daha büyük. OKURLARDAN Tûrkiye-Turkey-hindi vs. Kültür Bakanlığı'nın 1990 yazında düzenlediği 1. Dil Kurultayının Terimler Komisyonu'ndaki çahşmalar sırasında "Devlet radyo-televizyon ve diğer yayın organlannda, okul kitaplannda, posta işletmesinde her ülke ve Şehiradınınoyer insanlannca nasıl telaffuz ediliyorsa öyle yazılması, okunması yönünde uygulamaya geçilsin" şeklinde bir öneride bulunmuştum. Dolayısıyla ülkemizın ve kentlerimizin adlannı da diğer Piyasa fetişizmi Piyasa mekanizmasının ekonominin en rasyonel unsuru olduğuna duyulan büyük inanç sadece Türkiye'de değil, aynı zamanda dünyada da çok yaygın. Aslında en ilginç olan serbest piyasa ekonomisi tartışmalannın tarih bilincinden yoksun olarak yapılmasıdır. Dünya kapitalizminin gördüğü en büyük kriz olan 1929 krizi yine günümüzdeki gibi serbest piyasa ve serbest ticaret naralannın pek de gözde olduğu bir dönemi izlemişti. Bütün bir sistem aniden çökene kadar serbest piyasaya olan güven tamdı. Ardından gelen 193O'lu yıllar devletin ekonomiye aktif bir şekilde müdahale ettiği yıllar oldu ve herkes serbest piyasaya lanetler yağdırdı. O zaman her şeyden önce serbest piyasa ekonomisinin insanlıgın bulduğu en etkin milletlerden, bizim telaffuz ettiğimiz şekilde yazılması-okunmasını istemek doğal olurdu. Eğer komşumuz ülkeye "Ellas" yerine " Yunanistan" diye yazıyor ve onlar da "böyle bır ülke tanmmıyor" damgasıyla mektuplan geri gönderiyorsa bundan alınacak ders vardır. Özetle şunu söylemek isterim. Mesele dil meselesi-hindi meselesi değil, saygı meselesidir, o kadar. Dr. AHMET ERCAN güç olduğu her şeyden önce tarihsel olarak yanlıştır. Son yıllarda dikkat edilirse, devlet müdahaleciliğine açık iktisat politikası aranışlan dünyanın birçok köşesinde gündeme gelecek gibidir; nitekim Friedman'cılann itiban sarsılmaktadır. Buna rağmen Türkiye'de de bu konuda geniş bir "milH" mutabakat mevcuttur. îşin ilginci ücretüler arasında bile bu fikrin yaygın oLmasıdır. Oysa bir ücretlinin serbest piyasa ekonomisinden ne çıkan olabilir? Çıkan olanlar piyasayı kontrol edebilen, gerekli enformasyona ulaşma olanağı olabilenlerdir ki Ucretli haik kesimler için böyle bir şey sözkonusu olamaz. Zaten bu serbest piyasa ekonomüerinin çoğunda ücretler tepeden belirlenir. Negüzelşeyşu serbest piyasa modeli! RASİMÇELİK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle