Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 Cumhuriyet görtişler 3 Şubat 1992
1 fflJKUKÇU
GOZUYLE
BULENT TASOR
Çığ Olayı Egrisi
ve Eski Sosyalistler
Çığ felâketleri Güneydoğu Anadolu'da dil, din,
cins, ırk, asker-sivil aynmı gözetmeden can aldı
ve ocak söndürdü. Aslında her şey küçük ve ma-
sum kar küreciklerinin yamaçlardan aşağı ko-
şuşturmalanyla başlamıştı. İşin sonu acı oldu.
Kar kütlelerinin yuvarlanarak büyümesi ve önüne gelene
hükmetmesine benzer olaylar toplumsal-siyasal yaşam-
da da var. Bereket ki bunlar her zaman felâket anlamına
gelmiyorlar. Biz dünyalılar, on yıldır bir başka çığ olaymı
yaşıyor ya da buna tanık oluyoruz.
1980 ve 1990'larda yerküremizi saran yeni bir demok-
ratikleşme dalgası şimdiden 40 kadar ülkeyi bağımsız,
halklannı da şimdilik daha özgür kıldı. Büyük dönüşü-
mün asıl bahçesi SSCB eksenli "sosyalist kamp"tı. Mos-
kova'dan "açıklık" ve ""'yeniden yapılanma"yla başlayan
hareket çığ gibi büyüyerek, 1989'dan bugüne Macar ova-
lan ve Polonya düzlüklerinden Asya bozkırlanna kadar
hemen her yere yayıldı.
Bu çığ hareketi siyasal coğrafyayı da değiştirdi. Top-
raklarda güneş batmayan ikinci imparatorluk olan
SSCB ve müttefiklerinde ya da uydulannda yaşayan
halklar içın, güneş her sabah batıdan doğrnaya başladı.
Bu demokratikleşme dalgası BDT üyesi Türk cumhu-
riyetlerini de önüne katmış bulunuyor. Deyimi mahsus
kullanıyorum. Çünkü buralardaki hareketlenme, halkla-
nn öz girişimlerinden
Ne dersiniz? Demokratik
çığ hareketi eğrisi tersine
dönüp, otoriter bir yörünge
hareketine yol açabilir mi?
çok, SSCB'nin merke-
zi sistemindeki çözül-
me ve liberalleşmeden
doğdu. Yani çığ hare-
ketinin etkisine iyice
bağlı kaldı.
SSCB'nin batısı içinse durum oldukça farklıydı. Baltık
cumhuriyetleri, büyük altüst oluşa esaslı bir ivme verdi-
ler. "Halk demokrasileri"nder. Macaristan, Çekoslovak-
ya ve Polonya'da ise liberalleşme talepleri çok daha kök-
lüydü (1956, 1968, 1970'ler). Hatta bunlar "sosyalist"
dünyanın nispeten "sivîl toplumlu" üyeleriydiler.
Asya cumhuriyetlerine dönersek, bunlann, demokra-
tikleşmelerini kendi özgüçlerinden çok dış konjonktür ve
koşullara borçlu olduklannı söylemek haksızlık olmaz.
Durum bu ise ya da b u olduğu ölçüde, ortada ciddi bir
zayıflık da var demektir. Bugün onlara demokrasi yolu-
nu açan dış dalga yann tersine döner de büyük komşular-
dan birinin tepelerinden bu defa da otoritarizm çığlan
düşmeye başlarsa, bundan da esaslı bir şekilde etkilene-
bilir mi? Sorun budur.
BDT üyesi Slavlar, Türkler ve diğerleri, açık pazar
ekonomisini kurmak gibi dev bir sorunla karşı karşıya-
lar. Ağır ekonomik koşullar kendilerini dayatmıştır. Sos-
yal kutuplaşma ve çatışma olasılıklan kapıdadır. Otori-
ter milliyetçilik, etnik-dinsel kapışmalar ya da dinci
köktençilik gibi yeni istikrarsızlık tohumlan da yok de-
ğildir. Özellikle Asyai ülkelerde, çoğulcu-özgürlükçü bir
siyasal kültürün yaratılması diye bir sorun olduğu da an-
laşılmaktadır.
Ne dersiniz? Demokratik çığ hareketi eğrisi tersine dö-
nüp, otoriter bir yörünge hareketine yol açabilir mi?
Dünyanın bugüne kadarki başka büyük demokratikleş-
me dalgalannın, faşizmler ve askeri diktatörlükler gibi
tepkileri önlemeye yetmediğini hatırlayarak, soruları da-
ha da ciddiye alabiliriz.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Tayyarecilik kursu
H
FENSI KUNDURA HM Türk Aero Kulübü
tarafından tesis edilen
tayyarecilik kurslan
yanndan itibaren tedrisata
başlıyacaktır. İlkdersbu
cuma günü saat onbirde
mütehassıs tayyarecilerden
Nuri Bey tarafından
verilecektir. Budersin
mevzuu (aero dinamik)tir.
Dersler her cuma günü verilecektir.
Tayyarecilik dersleri şimdilik nazari olacaktır. Tayyare ve
saha tedarik edildikten sonra da amelî dersler verilmeğe
başlanacaktır.
1962: Sovyetlerin teklifi
Yetkili kaynaklar bugün Sovyet Rusya'nın Batı ve Doğu
Almanya ile Batı Berlin'in ayn ayn Birleşmiş Milletler
Teşkilâtına üye olarak kabullerini teklif ettiğıni
açıklamışlardır. Sovyet teklifınin 12 ocakta Moskova'da
Amerikan Büyükelçisi Llewellyn Thompson'a Sovyet
Dışişleri Bakanı Andrei Gromyko tarafından verilen iki
muhtıradan birinde ileri sürüldüğü belirtilmiştir.
Thompson'la Gromyko o tarihte Berlin meselesini yeniden
görüşmeye başlamışlardı
Yetkili kaynaklara göre bu muhtıralarda, Batı Berlin'in
serbest bir şehir haline konulması yolundaki Sovyet
projesinin esaslan serdedilmiştir. Iki Alman rejimi ile
Berlin'in Dünya Teşkilâtına ayn ayn üye olmalan teklifi bu
fıkırlerin cümlesindendir.
TARİHTE BUGÜN MÜUTAZARIKA~
YUNANISTAN BAĞIMSIZ
183O'D4 BU6ÜM,
LlĞtNI İLAN ETM/Ş7İ, At/KUPA Ü
i$. yÜZYfl/A/ İKİA/C/ r/)#/efflJC>A KEAJOt SÖ
MÜGGEtE&Mt
. 8a
NANULA/S/M fSYAM OE PES-
£>O
VE
l; ZUSL/l/Ç/fl/ OA
Ğ
Uluslararası İlişkiler Montrö'ye Yeni Olanaklap Yaratır mı?
Prof. Dr. DUYGU BAZOĞLU SEZER Bilkent Ünv. İktisadi ve İdari Bilimler Fak. Öğr. üyesi
S
on birkaç yıldır "hızlı deği-
şim" kural oldu sanki dünya
politikasında. Kuşkusuz bu
değişimlerin en önemlisi, en
şaşırtıcısı, koskoca bir Sovyetler Bir-
liği'nin ideolojisi, toplumsal örgütlen-
me modeli çokuluslu-federal birlik
yapısı ile ortadan kalmış, hukuki ve si-
yasal bir gerçek olmaktan çıkmış ol-
masıdır.
Sovyetler Birliği'nin kurulması
uluslararası ilişkilerde nasıl bir devrim
yarattıysa, çöküşü de aynı derecede
önemli bir devrim yarattı.
Uluslararası ilişkilerdeki devrim
Türkiye'yi de yakalamıştır. Türk bo-
ğazlarının uluslararası statüsünü be-
lirleyen 1936 tarihli Montrö Sözleşme-
si, uluslararası ilişkilerde yaşanan
devrimin Türkiye'ye yansıyan yalnız-
ca bir unsurudur.
Mtiırt ••• IMMI IIKvSI
Montrö Sözleşmesi'ne Türkiye'den baş-
ka, Sovyetler Birliği, Fransa, Büyük Bri-
tanya, Japonya, Bulgaristan, Yunanis-
tan, Romanya ve Yugoslavya taraf
olmuştur. Japonya daha sonra çekilmiş-
tir.
Sözleşmenin temel ilkesi boğazlardan
geciş ve seyrüsefain serbestliğidir. An-
cak bu serbestlik, ticaret gemileri ve sa-
vaş gemileri için ayn bir düzene oturtul-
muş ve gene her iki kategori gemınin
banş ve savaş zamanındaki serbestlikle-
ri ayn ayn tanımlanmıştır.
Sovyetler Birliği'nin sona ermiş olma-
sı, Montrö Sözleşmesi'ni yakından etki-
ler. Bugün Sovyetler Birliği'nin yerinde,
Karadeniz'e sahildar üç devlet bulun-
maktadır: Ukrayna, Rusya Federasyo-
nu ve Gürcistan. Bunlar Bağımsız Öev-
letler Topluluğu (BDT) adı altında bir-
leşmişlerdir. Fakat birliğin ömrünün
süreklilığı hakkında ciddi kuşkulara yol
açan önemli belirtiler vardır. Ukrayna
ile Rusya Federasyonu arasında patlak
veren "Karadeniz Filosu'nun mülkiyeti
ve bölüşümü" sorunu, şimdilik bastınl-
mışsa da ulusal savunmanın ve silahlı
kuvvetlerin kime, hangi yetkilerle ve na-
sıl bir güç dağılımı içinde ait olacağı so-
rulan tam olarak aydınlığa kavuşmadan
Karadeniz Filosu konusu kesin bir çö-
züme kavuşamaz.
Montrö Sözleşmesi'ne taraf olan bir
devletin ortadan kalkıp yerine başka
devletlerin doğmuş olması, SSCB'nin
dağılması ile tüm dünyanın yüz yüze gel-
diği genel sorunun Türkiye'yi ilgilendi-
ren bir örneğidir. Genel sorun şudur:
Sovyetler Birliği'nin taraf olmuş olduğu
devletlerarası antlaşmalann ve sözleş-
melerın getirdikleri yükümlülüklen
bundan böyle kim üstlenecektir?
Devletler hukukuna göre bu yüküm-
lülükler mirasçı yeni devletler tarafın-
dan üstlenılır. Bu bağlamda, örneğin, iki
silahsızlanma antlaşması daha Tür-
kiye'yi doğrudan ve acilen ilgilendirir:
1990 tarihli Avrupa Konvansiyonel
Kuvvet lndirimi Antlaşması (AKKA)
ve 1968 tarihli Nükleer Silahlann Yayıl-
masını önleme Antlaşması. Mirasçı
devletler bu akitlerdeki yükümlülükleri
ilke olarak otomatikman üstlenmiş sayı-
lırlarsa da siyasal gerçek bu derece kesin
değildir. Aynca AKKA, Sovyetler Birli-
ği zamanında onaylanıp yürürlüğe gir-
mediği için, onun yarattığı hukuki so-
nuçlar daha da karmaşıktır.
Ister BDT olarak, ister teker teker
cumhuriyetler olarak hareket etsinler,
Karadeniz'e sahildar üç yeni devletin
Montrö Sözleşmesi'nin getirdiğı yü-
kümlülükleri üstlenmeye karşı olmalan
olasıhğızayıfgözükmektedir. Buna kar-
Şin, âkit taraflann, yeni aldıklan devlet
isimleri ile er geç sözleşmede yer almala-
n gerekmektedir. Daha çok biçimle ve
usulle ilgils gibi gözüken bu hususun ar-
kasında içerikle ilgili ve şimdiden görü-
lebilen veya görülemeyen önemli sorun-
lann yatması olasılığı her zaman vardır.
KtşıUvfekl kikM itflşfei
Bu vesile ile Sözleme'nin bazı madde-
leri üzerinde de düşünmenin ve tartış-
manın Türkiye'nin yaranna olup olma-
dığı da gündeme gelebilir, gelmeîidir de.
Kuşkusuz Montrö Sözleşmesi Türk
dış politikasının en sağlam mihenk taş-
lanndan birisi olmuştur. Ancak 1936 yı-
lından bu yana serbest geciş ve seyrüse-
fain hakkından yararlanma koşullann-
da da köklü değişiklikler meydana
gelmiştir. Bu, hem ticaret gemileri hem
savaş gemileri için böyledır. Örneğin,
bugün boğazlardan geçen yabancı san-
caklı ticaret gemilennin trafik yoğunlu-
ğu 1930'lann, 50'lerinki ile aynı düzeyde
olabilir mi?
İki ay kadar önce 21 bin koyun yüklü
yabancı bir geminin Rumelihisan açık-
lannda batması ile boğazlar bölgesim
her an değişik şekillerde tehdit altında
tutan korkunç kazalar silsilesine bir ye-
nisi eklenmiştir. Bu durumda Montrö
Sözleşmesi'ne pilotaj ve römorkaj zo-
runluluğu getırilmesi amacına yönelik
girişimler başlatılamaz mı?
Tlrtdyt'ılitavn
Tüm eksiklerine karşın, Türkiye
Montrö Sözleşmesi'ni gündeme getir-
mek. istemeyebilir. Ticaret gemilerinin
geçişini Türkiye lehine yeniden düzenle-
me amacının, güvenlik konusundaki
Sözleşme'nin, Türkiye'ye sağlamakta
olduğu haklan, yetkileri ve yararlan ze-
deleyici bir sürece dönüşeceğinden çeki-
nebilir. Buna karşın askeri gemilerle ilgi-
li bazı maddelerin de bugünün koşulla-
nnda epey eskimiş gözüktüğünü ve bu
maddelerin bazılannın Türkiye'nin gü-
venliğine hizmet edecek biçimde uygula-
nabilirliklerini yitırdiklerini anımsa-
makta yarar var. Hele hele, son yıllann
anımsanması gereken bir başka gelışme-
si var: Yunanistan'ın, Çanakkale Boğa-
zı önündeki adalarını, Montrö Sözleş-
mesi'ne dayandırarak silahlandırmış
olması.
Demek ki Montrö Sözleşmesi'nin ge-
rek yorumunda, gerek uygulamasında
Türkiye'nin aleyhine durumlar mevcut
olabilmektedir. örnekler çoğaltılabilir.
Aynca, nükleer silahlann köklü indi-
rimlere tabi tutulduğu zamanımızda
Montrö Sözleşmesi yardımı ile Karade-
niz'in de nükleer silahlardan anndınl-
mış bir bölge ilan edilmesi düşünülemez
mi? "Pandora'nın Kutusu"nu açabiliriz
endişesiyle bunlan yok mu sayalım?
SEMİHBALaOĞLU
«Kir»
Çek Yasası
HULUSİ METİN Avukat
T
ürk Ticaret Kanunu'nun 692
- 735. maddeleri arasında dü-
zenlenmiş bulunan çek, 3167
sayıh Çekle Ödemelerin Dü-
zenlenmesi ve Çek HamiMerinin Ko-
runması Hakkında Kanun'da özel
olarak ele alınmıştır. Çek hesabı, he-
sap sahibi ile banka arasında yapılmış
olan ve geri dönüşümsüz (gayri kabili
rücu) bir kredi sözleşmesi hükmünde-
dir. Çek hesabının bu özelliğine, uygu-
lamada hemen hiç önem verilmemiş,
yasa hükmüne işlerlik kazandınlama-
mıştır.
3167 sayılı yasanın 1, 2,4, 5, 7, 8 ve
15. maddeleri, uygulama dikkate alı-
narak incelendiğinde, hemen kabulü
gereken ilk husus; bankaların genel
olarak çek hesabı açarken ve çek kar-
nesi verirken özellikle 2. maddede be-
lirtilen "basiret ve itinayı" göstermek
konusunda zorlanıyor olduklandır.
Çek ve özellikle de TTK. md. 707
hükmüne karşın, vadeli çek kullanımı-
nın yaygınlaşmasının, ticaret hayatın-
da büyük kolaylıklar sağladığı bir
gerçektir. Yasanın 2. maddesine kar-
şın dileyen hemen herkesin çek karnesi
alabilmesi de sorunlann nedenlerin-
den birisidir.
Çekler, genellikle "hamili" emrine
düzenlenmektedir. Çeklerin, "nama"
ya da "emre" de düzenlenebilme özel-
liği yaygın olarak bilinmemekte veya
tercih edilmemektedir. Hamilin alaca-
ğına kavuşmak için gerekli etkinliği
gösterebilmesi, muhatap bankanın
kuşku uyandırmayacak beyanına
mutlak olarak bağhdır.
Keşideciye, 3167 sayılı yasanın 8.
maddesiyle "düzeltme hakkı" tanın-
mıştır. Ancak, tüm çek borçlulan
aleyhinde ihtiyati haciz karan (ÎİK.
md. 257) alınıp uygulanmasıyla, yasa-
nın vermiş olduğu "düzeltme hakkı",
eylemsel olarak kullanılamamaktadır.
Yasalar arasında uyum sağlanarak
hukuk sistemindeki bütünlüğün ko-
runması gerekir. Bir yasanın vermiş
olduğu hakkın kullammına bir başka
yasa hükmünün engel olması, bir çe-
lişkidir.
Şikâyet hakkıma, ancak çeki banka-
ya ibraz eden son hamil tarafından
kullanılabileceği görüşü, yasanın
mantığma ve suçun özelliğine aykın-
dır. Takıp hukukundan doğan hakla-
nnı kullanabilen cirantanın, keşideci-
ye karşı şikâyet hakkı bulunmamakta-
dır. Son hamile ödeme yaparak yasal
hamil konumuna geçen cirantanın da
şikâyet hakkından yararlandınlması,
maddenin amacını gerçekleştirmiş
olur. Yasada öngörülen hürriyeti bağ-
layıa ceza ile umulan pratik yarar,
Yasalar arasında uyum
sağlanarak hukuk
sistemindeki bütünlüğün
korunması gerekir. Bir
yasanın vermiş olduğu
hakkın kullanımına bir
başka yasa hükmünün engel
olması, bir çelişkidir.
keşideciyi ödemeye zorlamak olmak-
dır.
Çek bedeli, düzeltme hakkınm kul-
lanım süresinin geçmesinden sonra ve
fakat dava devam ederken ödenir ise
artık amacın gerçekleştiğinin kabulü
ile şikâyetçinin vazgeçmesine bağlı ol-
maksızın davaya devam edilmemesin-
de kamusal yarar vardır. TCK'ya göre
başkaca bir suç oluşturmadıkça, eko-
nomik suçlardan dolayı, hem de öde-
me yapılmış olmasına karşın hürriyeti
bağîayıcı cezaya hükmedilmesi, suç ve
ceza ilişkisinde bir adaletsizliktir.
Karşılıksız çekler, gerek ilgililer ge-
rekse yargı için giderek çoğalan bir
sorundur. Çekin karşılığı yoksa. Çek
Yasası'nın 1. maddesi gereğince bu
durumda TTK hükümlerine göre iş-
lem yapılması, çekin arkasına bu hu-
susun yazılması, tartışmadan uzak bir
zorunluluktur.
Birer ödeme engeli olan, ihtiyati ted-
bir ve ödeme yasağı kararlanmn veril-
mesinde titizlik gösterilmeli, kararla-
nn kapsamı dar tutulmalı, çekin
dolaşım özelliği ve hamilin haklan ko-
runmahdır. Çekin karşılığı var fakat
yine de ödenemiyor ise yasanın 5.
maddesine göre muhatap banka karşı-
lığı olduğunu ve ödememe nedenini
bildirmekle yükümlüdür. Çekin üze-
rinde yasal bir engel olmakla beraber,
esasen karşılığı da yok ise muhatap
banka bu durumda TTK hükümlerine
göre çekin karşılıksız olduğunu usulü-
ne uygun olarak, çek hamiline bildir-
mek zorundadır. Uygulamada muha-
tap bankaların çekin gösteriminde
(ibrazında) karşılığının olup olmadığı-
nı tespit ve hamihne usulüne göre be-
yan etmeden yalnızca ödemeye engel
yasal bir nedeni, çekin arkasma öde-
meme sebebi olarak yazmakla yetin-
dikleri görülmektedir.
Bu uygulama, yasanın 5. maddesi
hükmünün lafzına ve ruhuna, madde-
nin vaz'ediliş gerekçesine ve TTK'nın
hükümlerine mutlak olarak aykındır.
Cayılmamış ve karşılığı da bulunan
çekin, süresinden sonra ibraz edilmesi
halinde TTK md.711/2 gereğince ban-
ka, çek bedelini ödeyebilir. Oysa 3167
sayılı yasanın 4. maddesine göre ibra-
zında karşılığı olan çekin ödenmesi,
bir zorunluluktur.
Gösterim süresi geçmiş ve karşılığı
da bulunmayan çek hakkında banka-
nın, sürenin geçmiş olduğunu belirte-
rek herhangi bir işlem yapılamayaca-
ğını beyan etmesi zorunlu ve yeterli-
dir.
Yasanın, sorunlann odaklaştığı 4,5,
8 ve 16. maddelerinin ilgili yasalarla
uyumu sağlanmalı, vadeli çek uygula-
ması, yasal dayanağına kavuşturul-
malıdır. Hafıf kusurlanndan dahi
sorumlu tutulan bankalann sorumlu-
luklan yeniden düzenlenmelidir. Ya-
salann, toplumsal kabul görmelerini
sağlamak bir adalet ülküsü olmalıdır.
POLTTIKA
VEÖTESİ
MEHMED KEMAL
Şairlerin Tanışması...
Bizim vatan şairi Namık Kemal Londra'da sûr-
günde iken Karl Marx ile aynı sokakta otunır-
muş. Ama birbirlerinden haberleri yokmuş.
Yıllar sonra bizden biri bunu öğrenmiş.
Namık Kemal'le Ziya Paşa Londra'ya birlikte gitmiş-
ler. Abdülaziz Paris'i ziyaret edeceği için Fransız hükü-
meti iki şairin o sırada Paris'te bulunmasını sakıncalı
görmüş.
Şöyle bir düşlüyorum da Namık Kemal'le Ziya Paşa
Londra caddelerinde dolaşır, bir caddeden ötekine geçer-
ken, Marx da beri yoldan ötekine geçer miydi? Bir fotoğ-
rafı çekilebilseydi ne hoş olurdu. Siyasal hayatımızın bir
dönemi vardır ki evler aranırken ele geçen Namık Kemal
resimleri de alınırdı. Kaba sakalı ile Namık Kemal
Marx'a benzerdi. Namık Kemal'le Marx'ı ayırt edeme-
yen siyasi polisler de ne olur ne olmazcasına, Marx diye
Namık Kemal'in resimlerine yüklenirlerdi.
Yahya Kemal, Paris'te öğrenci iken ünlü bulvar kahve-
lerine gidermiş. Bu kahvelerde Lenin'e rasladığı da olur-
muş. Bir gün Rusya'nın başına geçeceğini kim bilebilir?
Lenin de o yıllarda öte-'
Yahya Kemal Paris'te
öğrenci iken Abdülhak
Hâmit de Londra'da
elçilik müsteşarı imiş.
Şairimizin içinden gidip
üstadı görmek geçiyor.
kiler gibi bir siyaset sür-
günüdür. Zaten Yahya
Kemal de o yıllardan
söz ederken bir jöntürk
olduğunu söyler. Bir
jöntürk ve bir bolşeviki
Paris kahveleri kaldınr.
Bir şey var; Lenin o yıl-'
larda Yahya Kemal'in kulaklannı dolduracak kadar ün-
lü müdür?
Yahya Kemal Paris'te öğrenci iken Abdülhak Hâmit
de Londra'da elçilik müsteşarı imiş. Süleyman Nazif, he-
nüz üstada 'dahi-i azam', 'şair-i azam' adlannı takma-
mış. Şairimizin içinden gidip üstadı görmek geçiyor.
Kalkıp Paris'ten Londra'ya gidiyor. Elçilikte görüşüyor-
lar. Hafta arası olduğu için "Pazar gününe kadar kalın,
beraberce bir yere gidelim" diyor. Östat Hâmit Londra
sosyetesi ile içli dışlı diye bir söylenti var. Şair de bu sos-
yeteyi tanıyacak. Pazar günü buluşuyorlar. Bir araba
tutuyorlar. Hâmit adresi veriyor. Durmadan gidiyor, gi-
diyorlar. Kentin güzel mahalleleri geçiliyor. Gecekondu
bölgeleri başlıyor. Bir dükkân ya da ardiye gibi bir yerin
önünde duruyorlar. Hâmit Bey dükkânın kapısını çaü-
yor. Bir işaret veriyor. Arka küçük kapı önce aralanıyor.
Sonra açıhyor. İçeri giriyorlar. Sonrasını Yahya Kemal
şöyle anlatıyor:
"... Bir Rum yurttaşa ait birdepo. Halı deposu. Yerler-
de halı balyalan. Birkaç da arkalıksız iskemle. Bunlara
eskiden aşçı iskemlesi denirdi. Bir iskemlenin üstüne de
bir sini konmuş. Tam bir çilingir sofrası. Sinide rakı ve
bizim mezeler var."
Yahya Kemal bakıyor, ne Ingiliz sosyetesi var ne lord-
lar, leydiler, baronlar... Kupkuru bir ardiye, bir halı de-
posu... Abdülhak Hâmit, bırakın îstanbul'u, Istanbul'un
salaş bir meyhanesini bile buraya getirememiş. Düş kı-
nklığına uğruyor. Ne söyleyebilecek ki daha adı duyul-
mamış, şairliği bile onaylanmamış bir amatördür. Hiç
sesini çıkarmıyor, yiyip içiyor, aynlıyorlar.
Üstat Yahya Kemal, bu olayı hıçbir zaman unutma-
mış, pek kimseye de anlatmamıştır. Hâmit'e kırgınlığı
bundandır. Büyük bir üne kavuştuğunda sofralarda titiz-
lenmesi de bundan olacak!..
Nerede süfli bir meyhane görse aklına Londra'daki ha-
lı deposu gelirmiş...
OKURLARDAN
TSF yönetiminden
beklediklerimiz
Yeni TSF (Türkiye Satranç
Federasyonu)
yönetiminden
beklediklerimizi şöyle
özetleyebiliriz:
1. Satranç takımı satranç
saati, demonstrasyon
tahtası, satranç
bilgisayarlan gibi araç ve
gereçlerin hızla ve
ekonomik biçimde özel
sektöre özendirici
düzenlemeler getirerek
aynca iç alım kolaylıklan
da sağlanarak yurdumuzun
dört bir yanma planh bir
şekilde dağıtılmalan.
2. Satranç öğretmeni,
satranç hakemi, satranç
antrenörü kurslannı çeşitli
kademelerinde açarak bu
konudaki eleman
gereksinimini sağlamak ve
maddi yönden tatmin
etmek.
3. Satrancın herderecedeki
okullarda, öğrenci
yurtlannda, açık
cezaevlerinde,
ıslahevlerinde, yetiştirme
Olmaz böyle şey
Meclis'teki Ziraat Bankası
şubesinden kimlıği belirsiz
kişi veya kişilerin başta
Süleyman Demirel olmak
üzere birçok milletvekilinin
kredi kartını kullanarak 50
mılyon çektiği ortaya
çıkmıştır. Bunun üzerine
olayla ilgili Meclis
şubesindeki tüm Ziraat
Bankası personeli çeşitli
semtlere sürgün edildi (25
Ocak 1992 tarihli Sabah
gazetesi s. 13). Yapılan
soruşturma sonucu
şubedeki odacılar dahil 31
personelin görevden
alınması kararlaştınldı ve
dün bu personele yeni görev
yerleri tebliğ edildi (25 Ocak
1992 tarihli Hürriyet
gazetesi s. 20).
BiryandanTBMM'de
İnsan Haklan Komisyonu
kuruyor, insan haklanna
saygılı olduğumuzu
dünyaya ilan ediyor, bir
yandan da cezanın kişisel
yurtlannda, huzur
evlerinde, kahvehanelerde,
çocuk yuvalannda resmi ve
özel kuruluşlann
lokallerinde, ana
okullannda, kışlalarda,
spor kulüplerinde, şehir
kulüplerinde, psıkiyatri
kliniîderinde ve benzer
yerlerde yapılabilen bir
beyin sporu haline
getirilmesi, konuşma, ışitme
ve hatta görme özürlü
kişilerin de satranç olgusu
içinde değerlendirilmeleri,
katılımlannın sağlanması
gerekir. Alttan yapılanma
meyvelerini çok yakın bir
zamanda verecek ve satranç
toplumun bir gerçeği,
giderek bir yaşam biçimi
oluverecekür. Gelişmiş
ülkelerdeki satranç ligleri ve
yüz binlere varan lisanslı
satranççı sayısının bir
rastlantı sonucu ortaya
çıkmadığını asla
unutmayalım.
BÜLENT D ALYANO
Balıkesir
olduğunu unutup
haysiyetli, namuslu birçok
suçsuz'insanı belli olmayan
suçlularla aynı kefeye
koyup kolektif sürgün
cezası veriyoruz.
Gazetelerimiz açık seçik
aldıklan bilgileri "çeşitli
semtlere sürgün edildiler",
"görevden alınmaları
kararlaştınldı" diyerek
yazmışlardır. Budurumu,
"yeni personel
görevlendirilmesi
uygulamasına gidilmesinin
uygun görüldüğü" şeklinde
düzeltmeye kalkmak
mümkün değildir. İnsan
haklanna saygı bu mudur?
"Suçu ıspatlanıncaya kadar
kişi suçsuzdur" şeklindeki
ceza hukuku kuralı rafa mı
kalktı?Olay vahimdir. Bu
hatanın Ziraat Bankası
Genel Müdürü Ulusoy
tarafından derhal
düzeltilmesini bekliyoruz.
Prof.Dr.YILMAZ
ALTUĞ