15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 Cumhuriyet görtişler 3 Şubat 1992 1 fflJKUKÇU GOZUYLE BULENT TASOR Çığ Olayı Egrisi ve Eski Sosyalistler Çığ felâketleri Güneydoğu Anadolu'da dil, din, cins, ırk, asker-sivil aynmı gözetmeden can aldı ve ocak söndürdü. Aslında her şey küçük ve ma- sum kar küreciklerinin yamaçlardan aşağı ko- şuşturmalanyla başlamıştı. İşin sonu acı oldu. Kar kütlelerinin yuvarlanarak büyümesi ve önüne gelene hükmetmesine benzer olaylar toplumsal-siyasal yaşam- da da var. Bereket ki bunlar her zaman felâket anlamına gelmiyorlar. Biz dünyalılar, on yıldır bir başka çığ olaymı yaşıyor ya da buna tanık oluyoruz. 1980 ve 1990'larda yerküremizi saran yeni bir demok- ratikleşme dalgası şimdiden 40 kadar ülkeyi bağımsız, halklannı da şimdilik daha özgür kıldı. Büyük dönüşü- mün asıl bahçesi SSCB eksenli "sosyalist kamp"tı. Mos- kova'dan "açıklık" ve ""'yeniden yapılanma"yla başlayan hareket çığ gibi büyüyerek, 1989'dan bugüne Macar ova- lan ve Polonya düzlüklerinden Asya bozkırlanna kadar hemen her yere yayıldı. Bu çığ hareketi siyasal coğrafyayı da değiştirdi. Top- raklarda güneş batmayan ikinci imparatorluk olan SSCB ve müttefiklerinde ya da uydulannda yaşayan halklar içın, güneş her sabah batıdan doğrnaya başladı. Bu demokratikleşme dalgası BDT üyesi Türk cumhu- riyetlerini de önüne katmış bulunuyor. Deyimi mahsus kullanıyorum. Çünkü buralardaki hareketlenme, halkla- nn öz girişimlerinden Ne dersiniz? Demokratik çığ hareketi eğrisi tersine dönüp, otoriter bir yörünge hareketine yol açabilir mi? çok, SSCB'nin merke- zi sistemindeki çözül- me ve liberalleşmeden doğdu. Yani çığ hare- ketinin etkisine iyice bağlı kaldı. SSCB'nin batısı içinse durum oldukça farklıydı. Baltık cumhuriyetleri, büyük altüst oluşa esaslı bir ivme verdi- ler. "Halk demokrasileri"nder. Macaristan, Çekoslovak- ya ve Polonya'da ise liberalleşme talepleri çok daha kök- lüydü (1956, 1968, 1970'ler). Hatta bunlar "sosyalist" dünyanın nispeten "sivîl toplumlu" üyeleriydiler. Asya cumhuriyetlerine dönersek, bunlann, demokra- tikleşmelerini kendi özgüçlerinden çok dış konjonktür ve koşullara borçlu olduklannı söylemek haksızlık olmaz. Durum bu ise ya da b u olduğu ölçüde, ortada ciddi bir zayıflık da var demektir. Bugün onlara demokrasi yolu- nu açan dış dalga yann tersine döner de büyük komşular- dan birinin tepelerinden bu defa da otoritarizm çığlan düşmeye başlarsa, bundan da esaslı bir şekilde etkilene- bilir mi? Sorun budur. BDT üyesi Slavlar, Türkler ve diğerleri, açık pazar ekonomisini kurmak gibi dev bir sorunla karşı karşıya- lar. Ağır ekonomik koşullar kendilerini dayatmıştır. Sos- yal kutuplaşma ve çatışma olasılıklan kapıdadır. Otori- ter milliyetçilik, etnik-dinsel kapışmalar ya da dinci köktençilik gibi yeni istikrarsızlık tohumlan da yok de- ğildir. Özellikle Asyai ülkelerde, çoğulcu-özgürlükçü bir siyasal kültürün yaratılması diye bir sorun olduğu da an- laşılmaktadır. Ne dersiniz? Demokratik çığ hareketi eğrisi tersine dö- nüp, otoriter bir yörünge hareketine yol açabilir mi? Dünyanın bugüne kadarki başka büyük demokratikleş- me dalgalannın, faşizmler ve askeri diktatörlükler gibi tepkileri önlemeye yetmediğini hatırlayarak, soruları da- ha da ciddiye alabiliriz. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Tayyarecilik kursu H FENSI KUNDURA HM Türk Aero Kulübü tarafından tesis edilen tayyarecilik kurslan yanndan itibaren tedrisata başlıyacaktır. İlkdersbu cuma günü saat onbirde mütehassıs tayyarecilerden Nuri Bey tarafından verilecektir. Budersin mevzuu (aero dinamik)tir. Dersler her cuma günü verilecektir. Tayyarecilik dersleri şimdilik nazari olacaktır. Tayyare ve saha tedarik edildikten sonra da amelî dersler verilmeğe başlanacaktır. 1962: Sovyetlerin teklifi Yetkili kaynaklar bugün Sovyet Rusya'nın Batı ve Doğu Almanya ile Batı Berlin'in ayn ayn Birleşmiş Milletler Teşkilâtına üye olarak kabullerini teklif ettiğıni açıklamışlardır. Sovyet teklifınin 12 ocakta Moskova'da Amerikan Büyükelçisi Llewellyn Thompson'a Sovyet Dışişleri Bakanı Andrei Gromyko tarafından verilen iki muhtıradan birinde ileri sürüldüğü belirtilmiştir. Thompson'la Gromyko o tarihte Berlin meselesini yeniden görüşmeye başlamışlardı Yetkili kaynaklara göre bu muhtıralarda, Batı Berlin'in serbest bir şehir haline konulması yolundaki Sovyet projesinin esaslan serdedilmiştir. Iki Alman rejimi ile Berlin'in Dünya Teşkilâtına ayn ayn üye olmalan teklifi bu fıkırlerin cümlesindendir. TARİHTE BUGÜN MÜUTAZARIKA~ YUNANISTAN BAĞIMSIZ 183O'D4 BU6ÜM, LlĞtNI İLAN ETM/Ş7İ, At/KUPA Ü i$. yÜZYfl/A/ İKİA/C/ r/)#/efflJC>A KEAJOt SÖ MÜGGEtE&Mt . 8a NANULA/S/M fSYAM OE PES- £>O VE l; ZUSL/l/Ç/fl/ OA Ğ Uluslararası İlişkiler Montrö'ye Yeni Olanaklap Yaratır mı? Prof. Dr. DUYGU BAZOĞLU SEZER Bilkent Ünv. İktisadi ve İdari Bilimler Fak. Öğr. üyesi S on birkaç yıldır "hızlı deği- şim" kural oldu sanki dünya politikasında. Kuşkusuz bu değişimlerin en önemlisi, en şaşırtıcısı, koskoca bir Sovyetler Bir- liği'nin ideolojisi, toplumsal örgütlen- me modeli çokuluslu-federal birlik yapısı ile ortadan kalmış, hukuki ve si- yasal bir gerçek olmaktan çıkmış ol- masıdır. Sovyetler Birliği'nin kurulması uluslararası ilişkilerde nasıl bir devrim yarattıysa, çöküşü de aynı derecede önemli bir devrim yarattı. Uluslararası ilişkilerdeki devrim Türkiye'yi de yakalamıştır. Türk bo- ğazlarının uluslararası statüsünü be- lirleyen 1936 tarihli Montrö Sözleşme- si, uluslararası ilişkilerde yaşanan devrimin Türkiye'ye yansıyan yalnız- ca bir unsurudur. Mtiırt ••• IMMI IIKvSI Montrö Sözleşmesi'ne Türkiye'den baş- ka, Sovyetler Birliği, Fransa, Büyük Bri- tanya, Japonya, Bulgaristan, Yunanis- tan, Romanya ve Yugoslavya taraf olmuştur. Japonya daha sonra çekilmiş- tir. Sözleşmenin temel ilkesi boğazlardan geciş ve seyrüsefain serbestliğidir. An- cak bu serbestlik, ticaret gemileri ve sa- vaş gemileri için ayn bir düzene oturtul- muş ve gene her iki kategori gemınin banş ve savaş zamanındaki serbestlikle- ri ayn ayn tanımlanmıştır. Sovyetler Birliği'nin sona ermiş olma- sı, Montrö Sözleşmesi'ni yakından etki- ler. Bugün Sovyetler Birliği'nin yerinde, Karadeniz'e sahildar üç devlet bulun- maktadır: Ukrayna, Rusya Federasyo- nu ve Gürcistan. Bunlar Bağımsız Öev- letler Topluluğu (BDT) adı altında bir- leşmişlerdir. Fakat birliğin ömrünün süreklilığı hakkında ciddi kuşkulara yol açan önemli belirtiler vardır. Ukrayna ile Rusya Federasyonu arasında patlak veren "Karadeniz Filosu'nun mülkiyeti ve bölüşümü" sorunu, şimdilik bastınl- mışsa da ulusal savunmanın ve silahlı kuvvetlerin kime, hangi yetkilerle ve na- sıl bir güç dağılımı içinde ait olacağı so- rulan tam olarak aydınlığa kavuşmadan Karadeniz Filosu konusu kesin bir çö- züme kavuşamaz. Montrö Sözleşmesi'ne taraf olan bir devletin ortadan kalkıp yerine başka devletlerin doğmuş olması, SSCB'nin dağılması ile tüm dünyanın yüz yüze gel- diği genel sorunun Türkiye'yi ilgilendi- ren bir örneğidir. Genel sorun şudur: Sovyetler Birliği'nin taraf olmuş olduğu devletlerarası antlaşmalann ve sözleş- melerın getirdikleri yükümlülüklen bundan böyle kim üstlenecektir? Devletler hukukuna göre bu yüküm- lülükler mirasçı yeni devletler tarafın- dan üstlenılır. Bu bağlamda, örneğin, iki silahsızlanma antlaşması daha Tür- kiye'yi doğrudan ve acilen ilgilendirir: 1990 tarihli Avrupa Konvansiyonel Kuvvet lndirimi Antlaşması (AKKA) ve 1968 tarihli Nükleer Silahlann Yayıl- masını önleme Antlaşması. Mirasçı devletler bu akitlerdeki yükümlülükleri ilke olarak otomatikman üstlenmiş sayı- lırlarsa da siyasal gerçek bu derece kesin değildir. Aynca AKKA, Sovyetler Birli- ği zamanında onaylanıp yürürlüğe gir- mediği için, onun yarattığı hukuki so- nuçlar daha da karmaşıktır. Ister BDT olarak, ister teker teker cumhuriyetler olarak hareket etsinler, Karadeniz'e sahildar üç yeni devletin Montrö Sözleşmesi'nin getirdiğı yü- kümlülükleri üstlenmeye karşı olmalan olasıhğızayıfgözükmektedir. Buna kar- Şin, âkit taraflann, yeni aldıklan devlet isimleri ile er geç sözleşmede yer almala- n gerekmektedir. Daha çok biçimle ve usulle ilgils gibi gözüken bu hususun ar- kasında içerikle ilgili ve şimdiden görü- lebilen veya görülemeyen önemli sorun- lann yatması olasılığı her zaman vardır. KtşıUvfekl kikM itflşfei Bu vesile ile Sözleme'nin bazı madde- leri üzerinde de düşünmenin ve tartış- manın Türkiye'nin yaranna olup olma- dığı da gündeme gelebilir, gelmeîidir de. Kuşkusuz Montrö Sözleşmesi Türk dış politikasının en sağlam mihenk taş- lanndan birisi olmuştur. Ancak 1936 yı- lından bu yana serbest geciş ve seyrüse- fain hakkından yararlanma koşullann- da da köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Bu, hem ticaret gemileri hem savaş gemileri için böyledır. Örneğin, bugün boğazlardan geçen yabancı san- caklı ticaret gemilennin trafik yoğunlu- ğu 1930'lann, 50'lerinki ile aynı düzeyde olabilir mi? İki ay kadar önce 21 bin koyun yüklü yabancı bir geminin Rumelihisan açık- lannda batması ile boğazlar bölgesim her an değişik şekillerde tehdit altında tutan korkunç kazalar silsilesine bir ye- nisi eklenmiştir. Bu durumda Montrö Sözleşmesi'ne pilotaj ve römorkaj zo- runluluğu getırilmesi amacına yönelik girişimler başlatılamaz mı? Tlrtdyt'ılitavn Tüm eksiklerine karşın, Türkiye Montrö Sözleşmesi'ni gündeme getir- mek. istemeyebilir. Ticaret gemilerinin geçişini Türkiye lehine yeniden düzenle- me amacının, güvenlik konusundaki Sözleşme'nin, Türkiye'ye sağlamakta olduğu haklan, yetkileri ve yararlan ze- deleyici bir sürece dönüşeceğinden çeki- nebilir. Buna karşın askeri gemilerle ilgi- li bazı maddelerin de bugünün koşulla- nnda epey eskimiş gözüktüğünü ve bu maddelerin bazılannın Türkiye'nin gü- venliğine hizmet edecek biçimde uygula- nabilirliklerini yitırdiklerini anımsa- makta yarar var. Hele hele, son yıllann anımsanması gereken bir başka gelışme- si var: Yunanistan'ın, Çanakkale Boğa- zı önündeki adalarını, Montrö Sözleş- mesi'ne dayandırarak silahlandırmış olması. Demek ki Montrö Sözleşmesi'nin ge- rek yorumunda, gerek uygulamasında Türkiye'nin aleyhine durumlar mevcut olabilmektedir. örnekler çoğaltılabilir. Aynca, nükleer silahlann köklü indi- rimlere tabi tutulduğu zamanımızda Montrö Sözleşmesi yardımı ile Karade- niz'in de nükleer silahlardan anndınl- mış bir bölge ilan edilmesi düşünülemez mi? "Pandora'nın Kutusu"nu açabiliriz endişesiyle bunlan yok mu sayalım? SEMİHBALaOĞLU «Kir» Çek Yasası HULUSİ METİN Avukat T ürk Ticaret Kanunu'nun 692 - 735. maddeleri arasında dü- zenlenmiş bulunan çek, 3167 sayıh Çekle Ödemelerin Dü- zenlenmesi ve Çek HamiMerinin Ko- runması Hakkında Kanun'da özel olarak ele alınmıştır. Çek hesabı, he- sap sahibi ile banka arasında yapılmış olan ve geri dönüşümsüz (gayri kabili rücu) bir kredi sözleşmesi hükmünde- dir. Çek hesabının bu özelliğine, uygu- lamada hemen hiç önem verilmemiş, yasa hükmüne işlerlik kazandınlama- mıştır. 3167 sayılı yasanın 1, 2,4, 5, 7, 8 ve 15. maddeleri, uygulama dikkate alı- narak incelendiğinde, hemen kabulü gereken ilk husus; bankaların genel olarak çek hesabı açarken ve çek kar- nesi verirken özellikle 2. maddede be- lirtilen "basiret ve itinayı" göstermek konusunda zorlanıyor olduklandır. Çek ve özellikle de TTK. md. 707 hükmüne karşın, vadeli çek kullanımı- nın yaygınlaşmasının, ticaret hayatın- da büyük kolaylıklar sağladığı bir gerçektir. Yasanın 2. maddesine kar- şın dileyen hemen herkesin çek karnesi alabilmesi de sorunlann nedenlerin- den birisidir. Çekler, genellikle "hamili" emrine düzenlenmektedir. Çeklerin, "nama" ya da "emre" de düzenlenebilme özel- liği yaygın olarak bilinmemekte veya tercih edilmemektedir. Hamilin alaca- ğına kavuşmak için gerekli etkinliği gösterebilmesi, muhatap bankanın kuşku uyandırmayacak beyanına mutlak olarak bağhdır. Keşideciye, 3167 sayılı yasanın 8. maddesiyle "düzeltme hakkı" tanın- mıştır. Ancak, tüm çek borçlulan aleyhinde ihtiyati haciz karan (ÎİK. md. 257) alınıp uygulanmasıyla, yasa- nın vermiş olduğu "düzeltme hakkı", eylemsel olarak kullanılamamaktadır. Yasalar arasında uyum sağlanarak hukuk sistemindeki bütünlüğün ko- runması gerekir. Bir yasanın vermiş olduğu hakkın kullammına bir başka yasa hükmünün engel olması, bir çe- lişkidir. Şikâyet hakkıma, ancak çeki banka- ya ibraz eden son hamil tarafından kullanılabileceği görüşü, yasanın mantığma ve suçun özelliğine aykın- dır. Takıp hukukundan doğan hakla- nnı kullanabilen cirantanın, keşideci- ye karşı şikâyet hakkı bulunmamakta- dır. Son hamile ödeme yaparak yasal hamil konumuna geçen cirantanın da şikâyet hakkından yararlandınlması, maddenin amacını gerçekleştirmiş olur. Yasada öngörülen hürriyeti bağ- layıa ceza ile umulan pratik yarar, Yasalar arasında uyum sağlanarak hukuk sistemindeki bütünlüğün korunması gerekir. Bir yasanın vermiş olduğu hakkın kullanımına bir başka yasa hükmünün engel olması, bir çelişkidir. keşideciyi ödemeye zorlamak olmak- dır. Çek bedeli, düzeltme hakkınm kul- lanım süresinin geçmesinden sonra ve fakat dava devam ederken ödenir ise artık amacın gerçekleştiğinin kabulü ile şikâyetçinin vazgeçmesine bağlı ol- maksızın davaya devam edilmemesin- de kamusal yarar vardır. TCK'ya göre başkaca bir suç oluşturmadıkça, eko- nomik suçlardan dolayı, hem de öde- me yapılmış olmasına karşın hürriyeti bağîayıcı cezaya hükmedilmesi, suç ve ceza ilişkisinde bir adaletsizliktir. Karşılıksız çekler, gerek ilgililer ge- rekse yargı için giderek çoğalan bir sorundur. Çekin karşılığı yoksa. Çek Yasası'nın 1. maddesi gereğince bu durumda TTK hükümlerine göre iş- lem yapılması, çekin arkasına bu hu- susun yazılması, tartışmadan uzak bir zorunluluktur. Birer ödeme engeli olan, ihtiyati ted- bir ve ödeme yasağı kararlanmn veril- mesinde titizlik gösterilmeli, kararla- nn kapsamı dar tutulmalı, çekin dolaşım özelliği ve hamilin haklan ko- runmahdır. Çekin karşılığı var fakat yine de ödenemiyor ise yasanın 5. maddesine göre muhatap banka karşı- lığı olduğunu ve ödememe nedenini bildirmekle yükümlüdür. Çekin üze- rinde yasal bir engel olmakla beraber, esasen karşılığı da yok ise muhatap banka bu durumda TTK hükümlerine göre çekin karşılıksız olduğunu usulü- ne uygun olarak, çek hamiline bildir- mek zorundadır. Uygulamada muha- tap bankaların çekin gösteriminde (ibrazında) karşılığının olup olmadığı- nı tespit ve hamihne usulüne göre be- yan etmeden yalnızca ödemeye engel yasal bir nedeni, çekin arkasma öde- meme sebebi olarak yazmakla yetin- dikleri görülmektedir. Bu uygulama, yasanın 5. maddesi hükmünün lafzına ve ruhuna, madde- nin vaz'ediliş gerekçesine ve TTK'nın hükümlerine mutlak olarak aykındır. Cayılmamış ve karşılığı da bulunan çekin, süresinden sonra ibraz edilmesi halinde TTK md.711/2 gereğince ban- ka, çek bedelini ödeyebilir. Oysa 3167 sayılı yasanın 4. maddesine göre ibra- zında karşılığı olan çekin ödenmesi, bir zorunluluktur. Gösterim süresi geçmiş ve karşılığı da bulunmayan çek hakkında banka- nın, sürenin geçmiş olduğunu belirte- rek herhangi bir işlem yapılamayaca- ğını beyan etmesi zorunlu ve yeterli- dir. Yasanın, sorunlann odaklaştığı 4,5, 8 ve 16. maddelerinin ilgili yasalarla uyumu sağlanmalı, vadeli çek uygula- ması, yasal dayanağına kavuşturul- malıdır. Hafıf kusurlanndan dahi sorumlu tutulan bankalann sorumlu- luklan yeniden düzenlenmelidir. Ya- salann, toplumsal kabul görmelerini sağlamak bir adalet ülküsü olmalıdır. POLTTIKA VEÖTESİ MEHMED KEMAL Şairlerin Tanışması... Bizim vatan şairi Namık Kemal Londra'da sûr- günde iken Karl Marx ile aynı sokakta otunır- muş. Ama birbirlerinden haberleri yokmuş. Yıllar sonra bizden biri bunu öğrenmiş. Namık Kemal'le Ziya Paşa Londra'ya birlikte gitmiş- ler. Abdülaziz Paris'i ziyaret edeceği için Fransız hükü- meti iki şairin o sırada Paris'te bulunmasını sakıncalı görmüş. Şöyle bir düşlüyorum da Namık Kemal'le Ziya Paşa Londra caddelerinde dolaşır, bir caddeden ötekine geçer- ken, Marx da beri yoldan ötekine geçer miydi? Bir fotoğ- rafı çekilebilseydi ne hoş olurdu. Siyasal hayatımızın bir dönemi vardır ki evler aranırken ele geçen Namık Kemal resimleri de alınırdı. Kaba sakalı ile Namık Kemal Marx'a benzerdi. Namık Kemal'le Marx'ı ayırt edeme- yen siyasi polisler de ne olur ne olmazcasına, Marx diye Namık Kemal'in resimlerine yüklenirlerdi. Yahya Kemal, Paris'te öğrenci iken ünlü bulvar kahve- lerine gidermiş. Bu kahvelerde Lenin'e rasladığı da olur- muş. Bir gün Rusya'nın başına geçeceğini kim bilebilir? Lenin de o yıllarda öte-' Yahya Kemal Paris'te öğrenci iken Abdülhak Hâmit de Londra'da elçilik müsteşarı imiş. Şairimizin içinden gidip üstadı görmek geçiyor. kiler gibi bir siyaset sür- günüdür. Zaten Yahya Kemal de o yıllardan söz ederken bir jöntürk olduğunu söyler. Bir jöntürk ve bir bolşeviki Paris kahveleri kaldınr. Bir şey var; Lenin o yıl-' larda Yahya Kemal'in kulaklannı dolduracak kadar ün- lü müdür? Yahya Kemal Paris'te öğrenci iken Abdülhak Hâmit de Londra'da elçilik müsteşarı imiş. Süleyman Nazif, he- nüz üstada 'dahi-i azam', 'şair-i azam' adlannı takma- mış. Şairimizin içinden gidip üstadı görmek geçiyor. Kalkıp Paris'ten Londra'ya gidiyor. Elçilikte görüşüyor- lar. Hafta arası olduğu için "Pazar gününe kadar kalın, beraberce bir yere gidelim" diyor. Östat Hâmit Londra sosyetesi ile içli dışlı diye bir söylenti var. Şair de bu sos- yeteyi tanıyacak. Pazar günü buluşuyorlar. Bir araba tutuyorlar. Hâmit adresi veriyor. Durmadan gidiyor, gi- diyorlar. Kentin güzel mahalleleri geçiliyor. Gecekondu bölgeleri başlıyor. Bir dükkân ya da ardiye gibi bir yerin önünde duruyorlar. Hâmit Bey dükkânın kapısını çaü- yor. Bir işaret veriyor. Arka küçük kapı önce aralanıyor. Sonra açıhyor. İçeri giriyorlar. Sonrasını Yahya Kemal şöyle anlatıyor: "... Bir Rum yurttaşa ait birdepo. Halı deposu. Yerler- de halı balyalan. Birkaç da arkalıksız iskemle. Bunlara eskiden aşçı iskemlesi denirdi. Bir iskemlenin üstüne de bir sini konmuş. Tam bir çilingir sofrası. Sinide rakı ve bizim mezeler var." Yahya Kemal bakıyor, ne Ingiliz sosyetesi var ne lord- lar, leydiler, baronlar... Kupkuru bir ardiye, bir halı de- posu... Abdülhak Hâmit, bırakın îstanbul'u, Istanbul'un salaş bir meyhanesini bile buraya getirememiş. Düş kı- nklığına uğruyor. Ne söyleyebilecek ki daha adı duyul- mamış, şairliği bile onaylanmamış bir amatördür. Hiç sesini çıkarmıyor, yiyip içiyor, aynlıyorlar. Üstat Yahya Kemal, bu olayı hıçbir zaman unutma- mış, pek kimseye de anlatmamıştır. Hâmit'e kırgınlığı bundandır. Büyük bir üne kavuştuğunda sofralarda titiz- lenmesi de bundan olacak!.. Nerede süfli bir meyhane görse aklına Londra'daki ha- lı deposu gelirmiş... OKURLARDAN TSF yönetiminden beklediklerimiz Yeni TSF (Türkiye Satranç Federasyonu) yönetiminden beklediklerimizi şöyle özetleyebiliriz: 1. Satranç takımı satranç saati, demonstrasyon tahtası, satranç bilgisayarlan gibi araç ve gereçlerin hızla ve ekonomik biçimde özel sektöre özendirici düzenlemeler getirerek aynca iç alım kolaylıklan da sağlanarak yurdumuzun dört bir yanma planh bir şekilde dağıtılmalan. 2. Satranç öğretmeni, satranç hakemi, satranç antrenörü kurslannı çeşitli kademelerinde açarak bu konudaki eleman gereksinimini sağlamak ve maddi yönden tatmin etmek. 3. Satrancın herderecedeki okullarda, öğrenci yurtlannda, açık cezaevlerinde, ıslahevlerinde, yetiştirme Olmaz böyle şey Meclis'teki Ziraat Bankası şubesinden kimlıği belirsiz kişi veya kişilerin başta Süleyman Demirel olmak üzere birçok milletvekilinin kredi kartını kullanarak 50 mılyon çektiği ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine olayla ilgili Meclis şubesindeki tüm Ziraat Bankası personeli çeşitli semtlere sürgün edildi (25 Ocak 1992 tarihli Sabah gazetesi s. 13). Yapılan soruşturma sonucu şubedeki odacılar dahil 31 personelin görevden alınması kararlaştınldı ve dün bu personele yeni görev yerleri tebliğ edildi (25 Ocak 1992 tarihli Hürriyet gazetesi s. 20). BiryandanTBMM'de İnsan Haklan Komisyonu kuruyor, insan haklanna saygılı olduğumuzu dünyaya ilan ediyor, bir yandan da cezanın kişisel yurtlannda, huzur evlerinde, kahvehanelerde, çocuk yuvalannda resmi ve özel kuruluşlann lokallerinde, ana okullannda, kışlalarda, spor kulüplerinde, şehir kulüplerinde, psıkiyatri kliniîderinde ve benzer yerlerde yapılabilen bir beyin sporu haline getirilmesi, konuşma, ışitme ve hatta görme özürlü kişilerin de satranç olgusu içinde değerlendirilmeleri, katılımlannın sağlanması gerekir. Alttan yapılanma meyvelerini çok yakın bir zamanda verecek ve satranç toplumun bir gerçeği, giderek bir yaşam biçimi oluverecekür. Gelişmiş ülkelerdeki satranç ligleri ve yüz binlere varan lisanslı satranççı sayısının bir rastlantı sonucu ortaya çıkmadığını asla unutmayalım. BÜLENT D ALYANO Balıkesir olduğunu unutup haysiyetli, namuslu birçok suçsuz'insanı belli olmayan suçlularla aynı kefeye koyup kolektif sürgün cezası veriyoruz. Gazetelerimiz açık seçik aldıklan bilgileri "çeşitli semtlere sürgün edildiler", "görevden alınmaları kararlaştınldı" diyerek yazmışlardır. Budurumu, "yeni personel görevlendirilmesi uygulamasına gidilmesinin uygun görüldüğü" şeklinde düzeltmeye kalkmak mümkün değildir. İnsan haklanna saygı bu mudur? "Suçu ıspatlanıncaya kadar kişi suçsuzdur" şeklindeki ceza hukuku kuralı rafa mı kalktı?Olay vahimdir. Bu hatanın Ziraat Bankası Genel Müdürü Ulusoy tarafından derhal düzeltilmesini bekliyoruz. Prof.Dr.YILMAZ ALTUĞ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle