15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 ŞUBAT1992 PAZARTESİ HABERLER Yargrtay'dan uyan • ANKA (Ankara) - Tûrkiye'de yolu mahkemeye düşen hemen herkesin yakınma konusu yaptığı pahalı ve uzun süreli yargılama, Yargna/ı bu konuda uyana kararlar almaya zorluyor. Yargıtay'ın son karannda hâkimlerin, pahalı yargı olgusuna hizmet edecek uygulamalar ile yargılamanın gereksiz yere uzatüması sonucunu doğuracak her uygulamadan kaçınmalan istendi. Kararda, hâkimlerin verdikleri kararlann mükemmelliği ve doğnıluğu konusunda taraflarda güven yaratmak için yüksek özen göstennek zonında olduklanna da yer verildi. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin Karadeniz Bakır îşletmeleri'yle Türkiye Gübre Sanayii AŞ aleyhine ' çevre kirliliği nedeniyle açılan davada verdiği kararda yerel mahkeme - uyanldı. Kararda geciken adaletin sorunlan da açığa . vuruldu. 'HEPIiler sıkıntıda 5 • UBA (Ankara) - Halkın Emek Partisi Genel Başkanı Feridun Yazar, devlete de PKK'ya da akıllı olmayı teklif ederken PKK'run kitleleri düşündıiğünü öne sürdü. DYP-SHP ortak hükümeti kurulurken bu hükümete güvenoyu verilmesinin doğru olduğunu belirten Yazar, bugün için güvenoyu vermenin şartlaraun ortadan kalkığını söyledi. Yazar, "Demirel hükümetini kurarken 'güller açan cennet bir memleket vaat • ctmişti', şimdi o cennetin yerini cehennem aldı" dedi. HEP kökenli SHP ' mületvekillerinin durumuna de değinen Yazar, bu miUetvekillerinin büyük bir • sıkıntı içinde olduklarını ve darbe olur endişesiyle SHP'de kaldıklarını söyledi. Cıvık popülist • AJNKA (Ankara) - Eski .Maliye ve GümrükBakanı Adnan Kahveci, Başbakan Süleyman Demirel'in boş laflarla insanları kandıran "cıvık popülist" olduğunu öne sürerek "Papandreu da onun gibiydi, bu yüzden Yunanistan'ı batırdı" dedi. Adnan Kahveci, ekonomik paketin tantanayla açıklanmasına karşın gerekli düzenlemelerin henüz yapılmamış olmasıru "yıl boyunca muhalefette kalmalanna rağmen iktidara hazırlıksız yakalanmalanna" bağladı. Bu dunımun Başbakan Süleyman Demirel'in "cıvık popülist" olmasından kaynaklandığım öne süren Adnan Kahveci, "Demirel bu yapısından dolayı hoş laflarla insanları kandırma eğiliminde" şeklinde konuştu. 'Halk devlete küsmüştü'' • AA (Nevşehir) • Turizm Bakanı Abdûlkadir Ateş, DYP-SHP koalisyon hükümeti oncesinde halkın devlete küsmüş olduğunu savunarak "Koaisyon hükümeti, bu küskünlüğü ortadan kaldırmaya çalışıyor" dedi. Ikinci 11 Turizm Müdürlüğü ve Turizm Eğitim Merkezi Müdürleri Semineri'ne katılmak üzere Nevşehir'e gelen Bakan Ateş, SHP ve DYP il örgütlerini ziyaret ederken partililerle sohbet etti. Ateş, yaptığı konuşmalarda, Türkiye'nin sorunlanmn bilincinde olan SHP ve DYP'nin, ülkeyi çağdaş bir yapıya kavuşturmak amacıyla dava arkadaşhğı yaptıklarını kaydetti. 100 gönün hesabı • ANKA (Ankara) - ANAP, bu ayın sonunda 100 gününü dolduracak koalisyon hükümetine "hesap" soracak. ANAP Genel Başkan Yardıması Hüsnü Doğan, ANAP iktidan ile koalisyon hükümetinin ilk 100 gününün karşılaştınlacağım söyledi. ANAP mületvekilleri bireysel olarak 100 günün muhasebesini tutarken genel merkez de iktidarla ilk hesaplaşmayı yüzüncü günde yapacak. Yüzüncü gun hazırhğı yann Mesut Yılmaz başkanhğmda toplanacak başkanhk divanında da göruşülecek. Fransa'da Mitterrand, Chiradı iki yılda alt etmişti. Özal-Demirelçekişrnesiisedahayenibaşladı Zirvede kavgayısabreden kazanacakRUŞEN ÇAKIR (tstanbul) - Fransa'da 1986-88 yıllan arasında solcu Cumhurbaşkanı François Mitterrand ile sağcı Başbakan Jacques Chirac, ülkeyi birlikte yönetmişlerdi. Bu sürece, Türkçeye "birlikte yaşama" olarak çevrilebilecek olan "cohabitation" adı verilmişti. Fransa'da "olgun" Mitterrand, "hırçın" Chirac'ı iki sene sonunda alt etmişti. bakan Jacques Chirac ile birlikte yaşamak durumundayken Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Başbakan Süleyman Demirel, sı- yasi yelpazede bırbirlenne yakın duruyor- lar. Koalisyonun sosyal demokrat ortağı ise DYP'nin gölgesinden tam olarak kur- tulup bağımsız inisiyatifler geliştirebil- mekten, en azından şimdilik, uzak. Benzerliklere gelince: Hem Mitterrand'- ın hem Özal'ın "fahri başkanı" olduklan partüerin uzun süreli iktidarlannı kaybet- meleriyle zirvelerde ikili durumlar ortaya çıktı. Bunun önemli sonuçlanndan biri ise yeni hükümetlerin, cumhurbaşkanlannın bire bir ilişki içinde olduklan ve yerlerini korumalannı istedikleri birer bürokrat ve teknokrat ordusuyla baş başa kalmalan oldu. Nitekim Türkiye'de de hükümetin öngördüğü atamalar zirvede sorunlara yol açtı. Aynca anayasal rejimler arasmdaki farklılıklara rağmen her iki ülkede de cum- hurbaşkanlan geniş yetkilerle donatılmış DYP-SHP koalisyonunun kurulmasıyla birlikte Türkiye siyasi gündeminin birinci sırasma yerleşen Ozal-Demirel sürtüşme- sinin ise henüz bir adı yok. Hazırlamış olduğumuz bu dosya, 1986-88 Fransası ile bugünün Türkiyesi arasında ne gibi paralellikler kurulabilece- ğini ve bunlardan hareketle, yaşadığımız sürecin "cohabitation" olarak adlandın- lıp adlandınlamayacağını tartışmayı he- defliyor. önce farklıhklar: Fransa'da cumhur- başkanı genel oyla seçilirken Türkiye'de ise Cumhurbaşkanı Turgut Ozal, seçim sistemindeki derin adaletsizliklerin ürünü olan bir parlamentoya borçlu meşruiyeti- ni. Üstelik bu parlamento da 20 Ekim 1991 secimleriyle köklü bir şekilde değişmiş du- rumda. BtrUrttrlntyataBtar İkinci olarak Fransa'da solcu Cumhur- başkanı François Mitterrand, sağcı Baş- Cumhurbaşkanı Özal ile Başbakan Demirel birlikte yaşamanın ısınma turlanna kararname krizleriyle başladılar. durumda. "Cohabitation" süreçlennin geleceğini de galiba esas olarak cumhurbaşkanlan- nın bu geniş yetkilerini ne ölçüde kullan- dıklan belırliyor. örneğin Mitterrand kendisini, siyaset oluşturmada hep geri planda tutmaya gayret etmişti. Özal ise "Cumhurbaşkanı noter değildir" gerekçe- sıyle her fırsatta, özellikle ekonomi ve dış politika konularında ağırhğını koymaya çalışıyor. Bunun sonucunda, 1986-88 arasmda Fransa'da Chirac'ın sahip olduğu "iktidar için her şeyi yapabilecek hırçın polıtikacı" imajına bugün Türkiye'de Özal yakın du- ruyor. BaşanhNirttkacı Fransa'da "cohabitation" süreci, "ol- gun, sabırh ve güvenilir" Mitterrand'm, "partizan, duygulanyla karar veren" Chi- rac'a karşı zaferiyle sonuçlanmıştı. Bugün Türkiye'de yapılan kamuoyu araştırmala- n Başbakan Demirel'i "en başarıh politi- kacı" olarak gösteriyor. Bunun bir nedeni de Demirel'in ısrarla "devletin zirvesinde kavga olmaz" tutumunu sürdürmesi ola- bilir. Cumhurbaşkanı özal, koalisyona karşı pohtıkasını, DYP ve SHP'nin muhalefet- teyken kendisine karşı aldıklan tavırlara göre belirliyora benziyor. Halbuki "dün dündür, bugün bugündür"ün mıman De- mirel, Türkiye'ye özgü "cohabitation"u şimdilik çok iyi götürüyor. Vatandaşı sık sık sabretmeye çağıran Başbakan sabret- meyi biliyor. Bir de farklı makamlar ara- smdaki anlaşmazlıklann mutlaka kaosa yol açmadığını. Mitterrand-Chirac gerilla sav&şı SABETAY VAROL (Brüksel) - 1986-88 yıllannın Fransası, her şeyiyle birbirine zıt iki politikacmın, iktidar doruğunu kendi aralannda paylaştığı yönetim modelinin tıpik bir örneğini oluşturur. Psikolojik harbin, Bizans ent- rikalannın ülke güncel siyase- tine bir baştan bir başa ege- men olduğu ve çağdaş medya tekniklerinin cumhurbaşkanı ve başbakan arasında karşı- lıklı, kıyasıya sınandığı iki uzun yıl.. Söz konusu iki politikacı- dan, o tarihlerde cumhurbaş- kanı olan François Mitter- rand, gene aynı yıllann başba- kanı ise Jacques Chirac idi. Sosyalist eğilimli Mitterrand iki yıl süren bu 'gladyatör gü- reşi'nin galibı olduğu için hâlâ aynı görevde. Paris belediye başkanı ve de Geullecü hare- ketin lideri olan Chirac, 1988 cumhurbaşkanlığı seçimlerini yitirdiği için Paris belediye başkanhğı görevine geri dön- dü ve 1995'te yapılacak bir sonraki başkanhk yanşına kendisini yeniden hazırlama- ya koyuldu. NlltttprartritiallMer Halen 76 yaşında olan Mitter- rand Fransız Sosyalist Par- tisi'nin 1971-1981 yıllan arası lideri idi. Gerçi, devlet başka- nı seçildiğjnden beri anayasa gereğı "partilerüstü" bir ko- numu var, ama Fransız siya- set geleneklerine göre, hâlâ temsil ettiği siyasal akjmın "doğal lider"i kabul ediliyor. Son aylarda yıldızının iyice söndüğü söyleniyor. Mitterrand'm en büyük özelliği bir kültür ve edebiyat adamı olduğu kadar, siyaseti bir "sanat" şeklinde icra edişi, yani çok zor ve karmaşık du- rumlarda, zeki ve ani çıkışlar- la kendini darboğazdan sıyır- masını çok iyi biliyor. Franço- is Mitterrand, özellikle 1986'- dan sonra halk ve gençler ara- sında "Baba" imajmı güçlen- dirmeyı çok iyi bildi. Buna karşılık kendisinden on beş yaş daha genç olan rakibine hırçın ve mühteris bir politikacı yaf- tası yapıştırmayı başardı. Jarques Chirac, yakın çev- resinde, "arkadaş canlısı" ve t vardı. Ya bir rejim bunalımı yaratarak Mitterrand'ı istifa- ya zorlayacaklar ya da devlet başkanı ile iktidan paylaşma- ya raa olacaklardı. 1958'den beri yürürlük-te olan 5. Cum- huriyet Anayasası, cumhur- başkanına büyük yetkiler ta- nıdığı için, onunla birlikte or- tak yönetime girişmek, bir öl- çüde de olsa maneyı otoritesi- ni kabul anlamına gelecekti. 1981 öncesinın başbakanı Raymonde Barre, iktidan sol cumhurbaşkanı ile paylaşma- nm 5. Cumhuriyet'in ve kuru- cusu General De Gaulle'ün koyduğu prensiplere aykın düşeceğıni öne sürerek iktida- n devlet başkanı ile paylaşma modeline karşı çıktı. Buna karşılık, Chirac'ın stratejısti sayılan ve 1986-88 yıllan ara- sında ekonomi bakanı olan Eduard Balladur, Chirac'ın başbakanlığının, kendi devlet adamı nıteliklerini kamuoyu nezdınde yücelteceğini, iki yıl sonunda onu kaçınılmaz bi- çimde cumhurbaşkanı yapa- cağını tahmin etti. Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand, 'cohabitation' sürecinde izledigi akılcı politikalarla Başba- kan Chirac'ı geride bırakarak sosyalistlerin yeniden iktidara gelmelerini de sağlamışU. "dinamik" bir kişiliğe sahip oluşuyla tanınmasına karşı- lık, geniş halk kitlelerinde, devlet adamı ve uzlaşma yete- neklerinden yoksun, başa geç- mek için her şeyi yapmaya ha- zır bir şahsiyet izlenimi bırak- tı. İki yılhk siyasi "gerilla sa- vaşı", Chirac'ın halk gözün- deki imajmı iyice bozdu. Şi^ı- dilerde bu izlenimi silmek için büyük gayret sarf edıyor. OfayııkrtMtotfsi Olaym geçmişi şöyle: 1981 başkanhk seçimlerini kazanan sosyalist Mitterrand, Fransız Komünist Partisi ile bir koa- lisyon hükümeti kurmuştu. Ne var ki, emekçiler ve yok- sullar yaranna alınan önlem- ler ile demokrasinin geliştiril- mesi için yapılan reformlar, ekonominin ikinci petrol şo- kuyla başlayan sıkıntılannı yenmeye yetmemişti. Dahası, sol iktidann ilk yıl- lannda ekonomi sahasında yapılanlar. halk arasında, sol yönetımın, bu konuda "'yete- neksiz" damgasmı yemesiyle sonuçlanmıştı. Katolik kilise- si kontrolündeki özel okuîlara yapılan devlet sübvansiyonla- nnı kısıtlama yönündeki yasa tasansı buna eklenine. sol mu- azzam bir prestij kaybına uğ- ramış, 1986 yıUnda yapılan milletvekili seçimlerinde, aşın sağ dışında kalan klasık sağ partilere, tek başlanna parla- mento çoğunluğu yolu açıl- mıştı. Sosyalistlerin, sondaj so- nuçlanna göre popülarite kat sayılan son derece düşüktü. Herkes, artık iki yıl sonra ya- pılması gereken başkanhk se- çimini de sağın kazanacağına kesin gözüyle bakar olmuştu. Sağ hazanıyop 1986'da parlamento seçimini kazanan sağın önünde iki yol Sağ iktidar, ypnetime gelince ilk yaptığı işler, "ideolojik" yönü ağır basan özelleştirme- ler, büyük zenginlerden alınan servet vergisinin iptali, "fırsat eşitliği temeli üzerine kurulu ve merkeziyetçi Fransız yük- sek eğitim sistemi"nin dağıtıl- ması girişimleri oldu. Bütün bu oluşumlar, Chirac'ı büyük ölçüde "sermaye çevrelerinın hamisi" şeklinde gösterdi. 1987 öğrenci olaylan sırasın- da kullandığı "otoriter" yön- temler, 'gençlerin tepkisini topladı. Chirac bütün bu güçlüklerle bofeu^urken Cumhurbaşkam Mitterrand, iktidar ve muha- lefet olanaklannın ikisini bir- den çok iyi kullandı. Cumhur- başkanlığı seçiminin yapılma tarihi olan 1988'in mayıs ayı gelip çattığında, "pajtizan", "iktidar hırsıyla gözü dön- müş", "duygulanyla karar ve- ren" bir yönetici imajı güçle- nen Jacques Chirac, karşısm- da, "olgun", "sabırh", "güve- nilir" bir Mitterrand buldu. Sonuç belli: Mitterrand yüzde 54, Chirac yüzde 46. İhtilaflar, düştincenin kay nağıdır Prof. Dr. NUR VERGİN Bılkenı Ümversııesı De Gaulle'ün kur-1 duğu sistem yürüt-| menın başındaki I 'çiftin', cumhurbaş-j kanı-başbakan ikili-1 sinin aynlmasınıj öngörüyor. 5. Cum-I huriyet'in anayasa-l sının 20. ve 21.1 maddelerine görel "ülkenin siyaseüni hükümet belirler ve yönetır" ve "başbakan hükümetin faaliyetini yürütür." Ne var ki gerek de Gaulle'ün uygulamalan gerekse 1974 ve 1981'den sonra siyasi pratik, hükümeti, fıiliyatta cumhurbaşkanı- nın siyasi programının sadık uygula- yıcısı, icra edeni konumuna getirmiş- tir. Başbakanın görevi, cumhurbaşka- nının tespit ettiği ve hükümetin de benimseyerek uygulama niyetinde ol- duğu hedeflere ulaşmak. Yani başba- kan iyi bir icra makamı. Beste cum- hurbaşkanının. Başbakanlar yürüt- menin başı olmaktan çok, yüriitmenin başanlı koordinatörleridir. Yine de cumhurbaşkanı, başbaka- nın işbırliği olmaksızın harekete geçe- mez, onun yönettıği hükümetin onay ve nzası olmaksızın hareket serbestisi yoktur. K.eza parlamentonun da işbir- liği olmaksızın hareket edemez. Gerçi, hükümet parlamentoyu, parlamento- nun hükümeti denetlediğinden daha çok denetlemektedir. Demek oluyor ki bu sistemde her şey karşılıkh olarak kabul edilmiş bir bağımlılık ılişkisine dayanmaktadır. Başbakanın cumhur- başkanına bağımhlığı, parlamento çoğunluğunun da başbakana bağımh- Uğı. Ama Fransız Anayasası'nın sarih hükümlerine rağmen cumhurbaşkanı- nın fiilen leadershipi ele geçirmesi ve bu ülkede bir "cumhurbaşkanlığı ço- ğunluğu" kavram ve hadisesinin orta- ya çıkması, kuşkusuz, anayasanın cumhurbaşkanına tanıdığı geniş yet- kiler ve bu yetkilerin siyasal ağırlığın- dan daha ziyade cumhurbaşkanının halk tarafından ve genel oyla seçilme- sinden kaynaklanmaktadır. Parlamento çoğunluğunun yani sıra bir başkanhk çoğunluğunun varhğı belki de Fransız siyasal sistemini di- ğerlerinden en çok ayırt eden husus. De Gaulle dahil tüm Fransız cumhur- başkanlan kendilenni Elyses Sarayı'- na getiren başkanhk çoğunluğundan hep söz edegelmijler, başkanhk ço- ğunluğuna onlan cumhurbaşkanı ola- rak seçmiş olan tüm farklı siyasi partı yandaşlannı da dahil etmeyi ihmal et- memişlerdir. Böyle bir çoğunluğa sa- hip olan, öyle bir çoğunluğu temsil eden cumhurbaşkanı anayasanın lafzi hükmü ne olursa olsun siyasi açıdan ülkenin fıili leadershipine de sahip ol- maktadır. Gerçi Mıtterrand'ın 1985'- te belirttiği gibi cumhurbaşkanı bir "partı lideri değildir." Ama onun çiz- gisinde olan partinin de kamuoyunda "cumhurbaşkanının partisi" olarak benimsenmesi yolu bir defa açılmıştır. Nitekim tüm genel seçimlerde cum- hurbaşkanının çizgisinde olan parti- (ler) seçmenı "cumhurbaşkanının etrafında birleşmeye" ve "başkanhk çoğunluğuna katılmaya" davet etmiş- lerdir. Fransız yan-başkanhk (ya da yan- parlamenter) sistemine özgü bu iki- başhhk (diyarşı), başkanlık çoğunlu- ğu ile parlamentodaki çoğunluğun farklı siyasi doğrultuda olması, yani farklı siyasi partilere dayanması ha- linde sorun çıkma ihtimali hakkında epey spekülasyon yapıldıydı. Ama Fransa bu birlikte yaşama (cohabita- tion) olarak siyasi literatüre geçen dönemi de sistemde herhangi bir eroz- yon yaratmadan istikrar içinde geçir- meyi başardı. 5. Cumhuriyet'in ku- rumlan bu durum karşısında da işler- liğini korudu ye sistemin devamlılığını sagladı. Gerçi Mitterrand-Chirac iki- lisinın birlikte yaşarnası bırbirlerine karşı geliştirdikleri ince tertip oyun- larla devamlı olarak hassaslık arzetti. Cumhurbaşkanının kararnameleri imzalamayı reddetmesi, onlan uzun süre incelemeye tabi tutması, yasalan geri çevirmesi, başbakanın sabnnı tü- ketiyor, parlamentarizm mantığmın hâlâ etkisinde olan Fransız anayasa hukukçulannı da şaşırtıyordu. Çünkü onlar da unutuyorlardı ki anayasanın 1962 tadilatı ile birlikte ülkelerine baş- kanhk sistemi mantığı getirilmiş bulu- nuyordu. Halk tarafından genel oyla seçilmiş bir cumhurbaşkanının parla- mentoyla eşit düzey ve ağırlıkta oldu- ğunu, ulusal egemenliğin, tıpkı parla- mento gibi, cumhurbaşkanının şah- smda da tecessüm ettiği gerçeğine kendilerini alıştırmalan zaman aldı. Demokrasi her konuda aynı fıkirde olan kişi veya gmplann meydana ge- tirdikleri bîr siyasi rejim değildir. An- laşmazhk, farklıhk ve karşıthklann tartışılarak uzlaştınldığı ve ihtilafın toplumu tehdit eden bir facia değil, düşüncenin kaynağı olduğunu kabul eden rejimdir. Onemli olan da bunun bılincine varmaktır. Aşın kaygdara hiç gerek yok Prof. Dr. ERGÜN ÖZBUDUN Ankara Ümversııesı Hukuk Fakültesı Ekim 1991 seçim- lerinden son- ra Türki- ye'de cum- hurbaşkanı başbakan ilişkileri açı- sından orta- ya çıkan durum, 1980'lerde Fransa'da görülen "Cohabitation" (bİTİikte yaşa- ma) olayını hatırlatmaktadır. Bilindiği gibi Fransa'da 1986-1988 yıllan arasında sos- yalist Cumhurbaşkanı Mitter- rand, sağcı bir parlameato ço- ğunluğu ve onun ürünü olan Chirac hükümeti ile birlikte ya- şamak zorunda kalmıştı. Bu dönem, 1958 Beşinci Cumhu- riyet Anayasası'nın yürürlüğe girişinden bu yana, cumhur- başkanı ile hükümetin farklı si- yasi partüerin elinde bulundu- ğu tek dönemdir. Fransa'daki bu "birlikte yaşama" deneyiminden günü- müz Türkiyesi için dersler çıka- nlabilir mi? Her şeyden önce böyle bir durumun, cumhur- başkanının fiili siyasal gücün- de bir azalma anlamına gelece- ğinde kuşku yoktur. Fransa'da da 1986-88 yülan arasında Mit- terrand, anayasal yetkilerinin Türk cumhurbaşkanlanndan çok daha geniş olmasına rağ- men, hayli geri plana çekilmiş, siyaset oluşturulmasında aktif bir rol oynamamıştır. öte yandan, birlikte yaşama deyiminin kendisi de iki ma- kam arasında belli bir güç den- gesi, belli bir yetkiler bölüşümü olduğunu ifade eder. Ne 1958 Fransız ne 1982 Türk anayasa- lan, devlet başkanının sadece sembolik bir konumda olduğu ve yetkilerinin tamamen biçim- sel nitelik taşıdığı bir klasik parlamenter rejim yaratmışlar- dır. Her iki anayasada cumhur- başkanının, hükümetin katıl- ması olamaksızın tek başına kullanabileceği önemli yetkiler yer almıştır. Aynca, bütün par- lamenter rejimlerde olduğu gi- bi devlet başkanının aynı za- manda yürütmenin de başı sa- yüması, yürütme organırun ira- desüıin oluşabümesi için devlet başkanının iradesinin hüküme- tin iradesine eklenmesini zo- runlu kılmaktadır. Elbette TC anayasası, Cum- hurbaşkanlığı makanunı güç- lendirme konusunda 1958 Fransız cumhurbaşkanının sa- hip olduğu millet meclisini di- lediği anda feshetmek, olağa- nüstü hal ilan etmek ve olaga- nüstü hahn gerektirdiği tüm düzenlemeleri tek başına yap- mak yetkileri, Türk cumhur- başkanına tanınmamıştır. -Çok önemli bir fark da Fransa Cumhurbaşkanı'nın doğrudan doğruya halk tarafından secil- mesinden doğan dolaysız de- mokratik meşruluğunun, an- cak dolayh olarak millet irade- sinden kaynaklanan Türk cum- hurbaşkanlannda aynı ölçüde mevcut olmamasıdır. Bütün bu farklara rağmen, bicimsel yetkilerin ötesinde yet- kilere sahip iki makamın ayrı partilere mensup kişilerin elin- de bulunduğu tüm durumlarda bir çeşit "birlikte yaşama" zo- runluluğunun ortaya çıkacağı açıktır. Bizce bunlardan aşın derecede kaygılanmak veya bu durumu sonuçta taraflardan birinin zomnlu olarak diğerini 'yiyecegT bir oyun gibi algüa- mak ya da anayasaya uygunlu- ğu çok şüphe götürecek "by- pass" operasyonlanna giriş- mek son derece yanhştır. Türk demokrasisi bu tür zorlukları aşacak olgunluk düzeyine eriş- miştir. Zaten özlediğiîniz siya- si rejim, tüm devlet yetkilerinin bir tek merkezde toplanmadı- ğı, ceşitli devlet organları ara- sında bölüşüldüğü ve bunlann birbirlerini etkin biçimde de- netleyebildiğini bir "anayasal rejim" değil midir? 82 rejiminin kalıntılan Prof.Dr. CEMtL OKTAY tstanbul Ünn/ersttea SBF Cumhur- başkanı'mn hükümetle zıtlaşan ta- vır alışlannı açıklamada göz önünde bulundur- mamız gere- ken önemli bir nokta da 1982 rejiminin do- ğasıdır. 82 rejimine ne sıfat ve- riürse verilsin, sonunda bu re- jim bir vesayet rejimi, kuralsız- hk ve kişisellik üzerine oturtul- muş bir rejimdir. Başka bir ifa- deyle, kurallann ve makamla- nn yetkileri yerine kuralsızlığm ve kişilerin keyfiliğini öne çı- kartmıştır. Türk siyasal siste- minin tanzimat döneminden beri süregelen aksaklığı da işte bu alandadır. Sayın Evren ol- sun, Sayın özal olsun her ikisi de Türk siyasal gelişmesinin ya- salhk ve kurumsalhk eğ^limle- rine ağırlık vermek yerine ku- ralsızlık ve keyfıliğe yönelik ta- vırlar sergilediler. Bütün bu hu- suslar dikkate alındığında, gü- numuzdeki cumhurbaşkanı - hükümet birlikteliğini bozan, ilişkileri zaman zaman zehirle- yen davranışlar karşunıza siya- sal gelişme sorunu olarak çıkı- yor. Dolayısıyla cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki sorun- lann çözümünü, anayasal par- lamenter sistemin tüm özellik- leriyle yerleştirilmesi sorunsalı çerçevesinde ele almalıyız. 82 rejimi, Türkiye'yi keyfıliğe yö- nelttiği ölçüde parlamenter anayasal düzenden uzaklaştır- mıştı. 1983 seçimlerinden beri verilen siyasal mücadelenin asıl amacı da rejimin unsurlannı yerli yerine oturtma arayışıdır. Bugünkü hükümeti oluşturan siyasal partiler açısından bu saptamanın özellikle geçerli ol- duğunu düşünüyorum. Gerek DYP, gerek SHP son on yüdır sürdürdükleri siyasal mücade- lelerinde demokratik hukuk re- jimini bütün unsurlarıyla yer- leştirme gayreti içinde görün- düler. Koalisyon protokolünde bu konudaki hedeflerini açık- ca belirtüler. Hukuktan ve par- lamenter rejimin temel kuralla- nndan taviz vermelerini bekle- memeliyiz. özal'a düşen, ola- ğanüstü bir geçiş döneminde sergilediği alışkanhklanndan hızla vazgeçmek, temsili parla- menter demokrasinin günü- müzde evrensel kabul gören öl- çüleri çerçevesinde davranmak- tır. Aksi yönde tavır alışlar, za- ten köklü yapısal bunalımlara gebe olan Türk siyasal sistemi- ni, bütün bunlara ilave olarak yapay bunalımlarla oyalamak olur. Böyle bir lükse sahip ol- madığımızı düşünüyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle