29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET 17 ŞUBAT1992 PAZARTESİ 10 DUNYADA GEÇEN HAFTA Kızıl saçlı kontesin Dallasvari maceraları NtLGÜN CERRAHOĞLU (Roma) - Televizyonda 'Aşk Dersi' bundan böyle pazartesi geceleri 20.30'da yayımlanmayacak. ltalyan hükümeti tarafından yazılı basını ve TV yayınlannı denetlemek için görevlendirilen Prof. Santamiello tarafından müstehcen bulunan yayın henüz sansürlenroedi. Ama program 20.30'dan 22.30'a kaydırıldı. Koalisyon hükümetine başkanlık eden Hıristiyan Demokratlar, aynca böyle bir yayının gösterime girmesine izin verdiği için özel televizyon krah Silvio Berlusconi'nin kulağını bükmekten de geri kalmadı. Berlusconi'nin kanallarından Italia l'de yayımlanan 'Aşk Dersi', aşktan çok seksten bahsediyor. Kiliseye yakınlığı ile tanınan ve seçim kampanyası içinde olan Hıristiyan Demokratlar, programın yapımcısı ünlü gazeteci Giuliano Ferrara ile kansı Anselma'yı ltalyanları fuhuşa teşvik etmekle suçluyor. Ferrara da Hıristiyan Demokratları sansürcü kafa • yapısına sahip olmakla ve ilkellikle itham ediyor. "Seksten açık sözlülükle bahsedemeyen bir ülke, uygar bir ülke değildir" diyen Ferrara, bu karara karşı mücadele edeceğini açıklıyor. Ama şimdiki halde Uk raundu Hıristiyan Demokratlar kazanmışa benziyor. Bu akşam 22.30'a alınacak programda jigololuk ve prezervatif konuları tartışılacak. 'Italia 1', 'Rete 4', 'Canale 5' kanallarıyla ülkenin en güçlü adamlanndan biri haline gelen Silvio Berlusconi, bu hafta bir buyuk sorunla daha karşılaştı. 'Canale 5'in yayımladığı dizi film 'Piazza di Spagna' da hafta içinde mahkemelik oldu ve yaymdan kaldınlma tehlikesiyle karşılaştı. Seks, mafya, politika ve birbirinden güzel kadınları konu alan ve ltalyan 'Hanedan'ı ya da 'Dallas'ı diye bilinen 'Piazza di Spagna'ya, Avrupa ITALYA Topluluğu Komisyonu başkanlarından Carlo Ripa di Meana'nın güzel kansı Marina bayrak açtı. Yaşadığı hızlı hayat ve verdiği partilerle tanınan sosyetik Marina, dizi filme, başkarakterin kendisinden ilham alınarak hazırlandığı için itiraz etti. Marina gibi Rita Hayworthvari kızıl saçlan, dekolte giysileri ile dikkati çeken fümdeki Kontes Armida'nın yüklü rüşvetler karşılığında evinde işadamlarıyla politikacıları bir araya getirmesi, Marina'yı çileden çıkardı. Aynı zamanda ilk evliliğinden kalma 'kontes' lakabıyla da tanınan Marina, 'serbest', fakat dürüst bir kadın olduğunu açıklayarak seyircilerin karşısına çıkarılan bu yoz portreden dolayı hakarete uğradığını söyledi. Film hakkında dava açan Marina Ripa di Maena, 'Canele 5' patronu Berlusconi ve film yapımcısı birbirlerine girdiler. Kimsenin tanımadığı yönetmen Forestano Vancini, 'Piazza di Spagna'nkı başrolünü önce Marina'ya teklif ettiğini, fakat 'kontes'in çok yeteneksiz olması nedeniyle rolün başka birisine verildiğini; Marina'nın her zamanki gibi bu kez de reklam peşinde koştuğunu söyledi. Yaşadığı tüm aşkları Roma sosyetesinin kirli çamaşırlanyla birlikte 'İlk Kırk Yılım' adlı best-seller bir kitapta anlatan Marina, sonunda Berlusconi tarafından yatıştırıldı. Kontesin evine 'özür dilemek' için bizzat giden Berlusconi, filmin yaymdan kaldırılmayacağını, fakat dizinin başına karakterlerin tamamen hayal mahsulü olduğuna dair bir ibare ekleneceğini söyledi. AT Komisyon Başkanı Jaques Delors ile seçim arifesinde filmden hoşlanmayan Marina'nın yakın dostu sosyalist lider Bettino Craxi'nin devreye girmesine yol açan biitün bu tartışma, neticede 'Piazza di Spagna'ya bol reklam sağladı. 'Piazza di Spagna' ile yara alan sosyalist lider Bettino Craxi her şeye rağmen 5 nisan seçimlerinden sonra Hıristiyan Demokratlarla ortaklığı sürdüreceğini açıkladı. Geçen yıl Demokratik Sol Parti adını alan eski komünistler buna çok kızdılar. Bir yıldan beri 'sol alternatif sloganıyla sosyalistlerle birlikte iktidarı ele geçirmeyi uman post-komünistler, Craxi'yi ihanetle suçladılar. Fakat önümüzdeki 5 yıl içinde ltalya'da herhangi bir sol iktidar olasılığı görmeyen Craxi, başından beri bu projeyi ciddiye almadı. Başbakanlık koltuğuna sahip çıkmak isteyen ve bunun ancak Hıristiyan Demokratlarla yapacağı bir koalisyonla gerçekleşeceğini düşünen Craxi, 5 nisanda Occhetto'nun DSP'sini geride bırakarak solun bir numaralı gucü olmayı planlıyor. Gelirseniz görürsünüz YUNANİSTAN STELYO BERBERAKİS (Atina) - Yunanistan'da geçen hafta içinde bütün parti liderleri yurtdışındaydı... Başbakan Konstantin Mitsotakis, Suudi Arabistan'a Araplarla ekonomik ilişkiler kurmaya; PASOK lideri Andreas Papandreu, Londra'ya Neil Kinock ile görüşmeye ve yıllık check-up'ını yapmaya; sol ittifak SINASPISMOS lideri Maria Damanaki de Fmlandiya'ya siyasi ilişkiler kurmaya gittiler. Mitsotakis, Suudi Arabistan'a hareket etmeden önce Yunanistan'da yaşayan Müslüman elçilerin yıllar yılı Atina'da bir caminin kurulması yolundaki arzulannın yerine getirileceğine söz verdi. Bu arada Cumhurbaşkanı Konstantin Karamanlis'i de ziyaret eden Mitsotakis, Balkanlar'daki gelişmelerin yeni boyutlar kazanması karşısında bütün parti liderlerinin bir araya gelmesini ve ortak kararlar alınmasını önerdi. Bu önerisi kabul edildi. Parti başkanları önümüzdeki salı gunu Karamanlis başkaniığında bir araya gelecek. Yunanistan'ın, dağılan Yugoslavya'nın güneyindeki Makedonya Cumhuriyeti ile arasındaki ihtilaflar, geçen hafta sonunda Selanik'te düzenlenen dev bir gösteriyle şekillendi. Bir milyondan fazla Kuzey Yunanistanlı "Asıl Makedonyahlar biziz" diye gurledi. Makedonya Cumhuriyeti'nin bağımsızhğını tanımak için bu isimden, yani Makedonya adından v'azgeçmesini isteyen Yunanistan, bu konuda AT ülkelerini de ikna etmeye çalışıyor. Bu çerçevede Selanik'te düzenlenen gösteri bazı durumlarda "asırı milliyetçilik" boyutlarına da ulaştı. Komünist Partisi (KKE) bunun böyle olacağını tahmin ettiği için gösteriye katılmayan tek siyasi parti oldu. Ancak gosteri boyunca "ordu Üsküp'e" diye şöven içerikli hiçbir slogan duyulmadı... Sadece antik Yunan'da kullanılan ve "gelirseniz görürsünüz" anlamına gelen "molon lave" gibi sloganlar atıldı. Bu arada Yunanistan'ın kuzey bölgesinin Makedonya olarak anıldığını da anımsatmakta yarar var. Büyük tskender'in kız kardeşi Thessaloniki'den adını alan Selanik kenti ise Üsküp'ün aşırı milliyetçi grupları tarafından "Büyük Makedonya'nın Yunan işgali altındaki başkenti" olarak gösteriliyor ve bu kez Yunanistanlıların tüylerini ürpertiyor.. Yunanistan Dışişleri Bakanı Andonis Samaras bu çerçevede önümüzdeki hafta içinde Lizbon'da bir araya gelecek AT Dışişleri Bakanları toplantısında bu konuyu gundeme getirecek ve Makedonya Cumhuriyeti'nin bu isim altında tamnması durumunda belki de sınırların kapatılması gibi ortaya çıkacak "tatsızuklan" sıralayacak. BDT ordusu hayal oldu RUSYA HAKAN AKSAY (Moskova) - Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) devletleri arasmda "yılan hikayesi"ne dönüşen tek ve ortak silahlı kuvvetler konusu, cuma günü Minsk'te yapılan toplantıyla iyice çıkmaza girdi. Belki de tersine, tek ordunun kurulmasımn olanaksızlığının ortaya çıkmasıyla konu aşağı yukarı net bir görünüm kazanmış oldu. Ukrayna, Moldavya ve Azerbaycan, kendi ordularını kurmaya başlamış durumdalar. Beyaz Rusya ve özbekistan da bu devletlere katılmaya hazırlamyor. Yeltsin'in tek silahlı kuvvetler fikri ve girişimleri de, BDT Silahlı Kuvvetler Başkomutanı Yevgeni Şapoşnikov'un saygınlığı da ciddi bir darbe yemiş oldu. Ayrıca Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, dünyada memnuniyetle karşılanan silahsızlanma inisiyatiflerini, BDT üyesi devletlerle =görüşmeden açıkladığı için topluluk liderlerinin tepkisini kazandı. özellikle toplantının ev sahipliğini yapan Beyaz Rusya, nüfus ve ekonomik potansiyelinin silahb kuvvetlere aynlan bölümü en yüksek oranda bulunan BDT üyesi olduğu için hoşnutsuzluğunu ilk kez oldukça net biçimde ortaya koydu. Silahsızlanmadan aogacak sosyaı ve ekonomik sorunlar (askeri üretünde çalışanlann isıihdam edilmesi, lağvedilecek birliklerden gelecek askerlerin konut ve iş sorununun çözülmesi vb.) Minsk yönetimini korkutuyor. BDT liderleri toplantısında yoğun bir arabuluculuk çabası harcayan Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, bir ara düşünce ve duygularını gizleyemedi: "O kadar konuşuyonız , o kadar belge imzalıyoruz; yine de istediğimiz gibi bir topluluk oluşturmayı beceremiyoruz." Rusya basını, BDT'nin ancak "kâğıt üzerinde" var olduğunu, merkezi Sovyet devletinden ayn devletlere geçiş süreci içinde, her an yıkılabilecek belli belirsiz bir denetim çabası anlamını taşıdığmı giderek daha sık vurgulamaya başladı. Minsk toplantısına, 11 BDT uyesinden başka bir de gözlemci statusunde Gürcistan'ın temsilcileri katıldı. Gürcü gözlemciler, BDT'nin gidişini ilgiyle izlediklerini ifade etmekie birlikte ona katılrnaya niyetli olmadıklarını belirttiler. Böylelikle belki de yann yıkılabilecek bir yapıya bugün destek vermenin fazlaca bir anlam taşımadığını ortaya koymuş oldular. BOYACIARNAVLT ÇOCL'K - Sırbistan'a bağlı Kosova özerk bölgesinde yaşayan Arnavutlar, ber geçen gün ağırlaşan yaşam koşullanndan şikâ>etçiler. Yugoslav>a'da sflren iç sataşın ekonomiyi felce uğratması, Arnavutlan daha da zorluyor. Priştine'de yaşayan Arnavutların büyük çoğunluğu genç. Her aiiede ortalama 7 çocuk var. Bu nedenle, çocuklar, Arnavutlar için birer geçim kaynağı oluşturuyor. Çocuklar için cazip işlerin başında da ayakkabı boyacılığı geliyor. Priştine'nin merkezinde ayakkabı boya- yan 9 yaşındaki Arnavut çocuk da işini bir an önce bitirip, kazandığı paraları bir an önce eve götürmenin nesapİarını yapıyor. Hoppa Düşes'e Rum üfürükçüEDtP EMİL ÖYMEN (Londra) - BBC televizyonunun seçkin ikinci kanalında her gece yayımlanan gayet ciddi güncel olay-yorum-mülakat progranu Nevvsnight bile konuyla ilgilendi: Kraliçenin küçük oğlu Andrew'ın hoppa karısı York Düşesi Fergie, bir Rum üfürükçüye gitmişti. Uydurma ve izbe bir evde, ruhunu ferahlatmak için bir "piramit"in altında oturmuş, üfürükçü, Düşes'in asil sırtma kuru hacamat çekmişti. Olay duyulunca, gazetelerde Fergie'nin fazla kilolardan arınmış, incelmiş bedeni, güleç yüzü, ardı ardına yayımlandı. Aynı gazeteler bir kaç hafta önce ise ÎNGİLTERE Fergie'nin yuzünden düşen bin parça, dökük fotoğrafları ile doluydu oysa. Teksaslı bir milyonerle kol kola resimleri bir anda ortalığa yayılmış, Fergie de selameti Amerika'ya bir ziyaret yapmakta bulmuştu. Bu kez ise basın, Londra'nın İslington semtinde alelade bir evin önünde pusuya yattı. Bayan Vasso, evini gazetecilere açtı. Orta yaşın üstünde gösteren, kilolu, yüzü siyah, matem kılığı, ayağında şıpıdık terlikleri ile tam bir Doğu Akdenizliydi bayan Vasso. Bir yandan hacamat bardaklarını gösteriyor, bir yandan da fal baktığım, "okuyup üflediğini" söylüyordu. Kurşun da döküyor muydu, orası anlaşılamadı. Hacamatı nasıl yapıyordu? Musluklu şişe mi kullanıyordu? Kauçuk puarlı şişe mi? Adi şişe mi? Bunlan sorup anlayacak kadar ehil değildi magazin basınmın gençleri. Ama tngilizler için orta cağda kalsa da tıp tarihi kitaplannda yerini bulamayacaklan kadar "üfürük" bir konu da olsa, bu tür işler, hele Kaliyet Ailesi'nin sabıkalı bir üyesi ile ilişkilenince bulunmaz bir konu oldu geçen hafta. Aziz Valentine'in Tanrısız âşıklanMİNE G.SAULNIER ÇParis) - "Ey ahali, Karl Manc'ı nasıl bilirdiniz" sorusu, "Das Kapital"in yazarı için bu 14 Şubat Âşıklar Günü dile getirilebilseydi eğer, bu soruya verilebilecek en doğnı yanıt, kuşkusuz "lyi bir âşık bilirdik" olurdu. Soğuk bir mart sabahı Highhate mezarlığında, 34 yıllık kansı Jenny Von Westphalen'ın yanına gömülen Karl Manc'ın cenazesi elbette Engels tarafından kaldırıldı. Ama kutsal kitaplar haklıysa ve bu dünyadan öte bir evren varsa Jenny ve Karl Marx'ın ruhlannın Aziz Valentine tarafından karşılandığı kesin. Sevgililerin birbirlerine yürek biçiminde çikolatalar, armağanlar verdiği bugün, komünizmin babası Karl Marx'ın, evliliklerinin onüçüncu yıhnda ve altı çocuk yaptıktan sonra kansı Jenny'ye yazdığı şu aşk mektubunu dinleyin: "Sevgili yüreğim, Sana yazıyorum, çünkü yalnızım ve sen bilmeden ya da duymadan ya da bana yamt veremeyecek uzaklardayken seninle konuşmak aklımı karıştırıyor. Fotoğrafın ne denli kötü olursa olsun, Tann'nın anası Meryem'in nasıl olup da en çirkin yontulannda bile kendisine tapınacak inananlar bulduğunu, o korkunç siyah Meryem suretlerinin bile yorulmak bilmez hayranlan olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Meryem'in hiçbir sureti, senin şu fotoğrafın kadar çok bakılmamış, böylesine öpücüklere boğulmamış, bu denli tapınılmamıştır. O fotoğraf ki senin o sevgili, güzelim, "dolce" yüzunun anlamsız bir kopyasından başka bir şey değil. Ama gözlerim, tütun ve ışığın tüm yıpratmasına rağmen seni yalnız duşlerde değil, uyanıkken de canlandırıyor karşımda. Tum güzellığınle eiimin altında, gözümün önündesin. Sana dokunabiüyorum, ayak uçlanndan saçlanna değin öpücüklere boğuyorum seni, önünde diz çöküyor ve inliyorum: 'Maoam, 1 love you.' Gerçekte sizi Maure de Venise'ın hiçbir zaman sevemediği kadar sevıyorum. FRANSA Sana olan aşkım, senden uzak kaldığım zaman olanca heybetiyle çıkıyor karşıma: Beynimin butun enerjisini, yüreğimin tum varlığını yutan bir dev oluyor. Kendimi yeniden erkek duyumsuyorum, çünkü sana tutkunum..." Kaıl Marx'a bu içten satırları ilham eden, olağanüstü guzellikteki kansı Jenny, sevecenlikle "Mağriplim" diye çağırdığı eşine on iki yılda tam altı çocuk doğurmuştu. Aralannda acısını bir türlü unutamadıkları tek erkek çocukları Edgar'ın da bulunduğu uçunu, zaman içinde yoksulluktan, soğuktan ve kötü beslenmeden oturü yitirdiler. Yani Jenny, sık sık ölen bebeklerinin ardından ağlayan, ebediyen hamile kadınlarından biriydi kendi kuşağının. Ama sevgili "Mağriphsi" ile henuz evlenmeden, Bonn kentinde geçirdıkleri ilk gecenin ardından, 1841 yılının temmuz ayında şunları yazıyordu: "Ah küçük sevgili yüreğim! Bütün bunlann ruhuma çöktürdüğü yük ne kadar ağır. Oysa hiçbir pişmanlık duymuyorum. Gözlerimi kapatıyorum Karl ve senin mutlu bakışını görüyorum. Ne yaptığımı çok iyi biliyorum. Beni bu yüzden taşlayabilir, dışlayabilir, açıkça kınayabilirler. Bütün bunlan ve daha fazlasını da biliyorum. Ama yine de bir kuş kadar hafif ve mutlu duyumsuyorum kendimi. O saatlerin anısını bile dünyanın tüm hazinelerine değişmem. Oh! Karl, çok kötü biriyim ben. Varlığımda sana karşı olan sevgimden başka iyi bir yan yok... Senin bana olan aşkının bitişi, aynı anda benım yasamımm sonu demektir. Ve boyle bir ölümün yeniden dirilişi yok." 19. yüzyılın en guzel kadınlarından Jenny Von Westphalen, bir Alman aristokratıydı. Karl Marx adında olağanüstü ve kendisinden dort yaş genç bu- erkeği delicesine sevdi. Marx aa Jenny'yi. Yedi yıl gizlice nişanh kaldılar, birbirlerini beklediler. Otuz dört yıllık evlilikleri boyunca, kimi zaman bir yudum yiyecek, baş koyacak bir yatak bulamadan, kimi zaman aşın bir lüks içinde, büyük bir aşk yaşadılar. Jenny, 1881 yüının aralık ayında, altmış yedi yaşında öldü. Üç hafta süreyle can çekişti. Son soluğunu vermek için yandaki odada zatürreeden yatan Karl Marx'ı bekledi. Marx, bir gün sürüne surüne kansının odasına gelmeyi başardı. Jenny'nin yanına oturdu, ellerini ellerine aldı. Birlikte gülduler, şakalar yaptılar, uzun uzun. Kızları Tussy, daha sonra onların "hastalığın çökerttiği yaşlı bir erkekle ölmeye hazırlanan bir kadından çok, iki genç sevgiliye benzediklerini" yazacaktı. Sonra Jenny, nedendir bılınmez, İngilizce olarak "Karl" dedi, "Arlık gücüm kalmadı". Ve yavaşça gözlerıni kapadı dunyaya. Avrupa'nın vicdanı sızlıyor BELÇÎKA SABETAY VAROL (Briiksel) - Kuzey Afrika'da boygösteren Islam radikalizmi ve buna karşı alınacak tutum, Batı Avrupa'da kamu vicdanını güç durumda bırakacak durumlar yaratmaya başladı. tşte bu vicdan sızlamalarının son örneği: Cezayir Islami Selamet Cephesi'nin, komşu ülke Tunus'taki küçük kardeşi "El Nahda", Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Benali tarafından uzunca bir süreden beri yasadışı ilan edilmiş bir orguttür. Bu radikal Islamcı örgütün önde gelen liderlerinden Velid Binani, iki hafta önce, cuma günü Brüksel havaalanına gelerek siyasi iltica talebinde bulundu. Istek, Brüksel makamlannda belirgin bir huzursuzluğa yol açtı. Çünkü Velid Binani'nin resmi başvurusu, Belçika yargı organlarını şimdiye kadar akla pek gelmeyen bir manzara ile yüz yüze getiriyor. Bir yandan lslam radikalizmi, Batılı ülkelerde "bölge istikranm tehlikeye düşuren bir numaralı tehdit" olarak kabul ediliyor. öbür yandan bu akımın önde gelen isimlerinin kendi ülkelerindeki şiddetli baskılara dayanamayıp teker teker Fransızca konuşulan ülkelere (Fransa, Belçika, tsviçre gibi) sığmmak istemeleri halinde bunlara verilecek yanıtın ne olacağı sorunu ister istemez gündeme geliyor. El Nahda'nın yeraltı kolu, Tunus'ta iki yıldır devlet kuvvetlerine karşı silahlı saldırılarda bulunmakla suçlaruyor. Velid Binani, Tunus gazetelerinde kendisiyle ilgili daha önce yayımlanmış yazılardan oluşan çok kalın bir dosya ile Belçika'ya iltica etti. Başka bir deyişle gelen kişinin sahte siyasi mülteci olduğunu iddia ederek kısa zamanda talebini geri çevirmek ve mülteci adayını sınır dışı etmek mümkün değil. - Tunuslu yetkililer, adı geçen radikal lslamcı militanın gerçekte "azılı bir terörist" olduğunu öne sürüyorlar. İlk ağızda Belçikahlar, başvurunun "yüksek devlet çıkarlan" boyutuna ağırlık vererek Velid Binani'nin sığınma isteğini reddettiler. Ancak Binani, geçen hafta içinde Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne bir itiraz dilekçesi verdi. Brüksel, konunun bu kadarla kapanmayacağını, Tunus'un, Binani'nin, suçlulann iadesi anlaşması uyarınca ülkesine iadesini talep edeceğini düşünüyor. Bu koşullarda Belçika adaleti hem Binani'den hem de Tbnus yargı organlanndan gelen çapraz baskılarla karşı karşıya kalacak. Tabii Belçikalıları asıl düşünduren nokta, ilticaya "evet" demeleri halinde Cezayir'den kaçacak bazı üst düzey "FIS" sonımlulannın bu ülkeye gelmek istemesi. Tamil skandah terletiyor DANÎMARKA FERRUH YILMAZ (Kopenhag) - Danimarka'da Tamil skandahyla ilgili soruşturma, zaman zaman parlayıp aleve dönüşen bir kor gibi içten içe yanmaya devam ediyor. Parladığı zaman da muhafazakâr başbakanı fena şekilde terletiyor. Tamil skandalı, zamanın muhafazakâr Adalet Bakanı Erik Ninn-Hansen'in, Tamil mültecilerinin eşlerini ve çocuklannı yanlanna getirebilmelerine imkân tanıyan yasal haklara rağmen, bu yoldaki başvunılannı işleme koymayarak bu hakkl yasadışı yoÛardan engellediğinin ortaya çıkmasıyla başladı. Siyasi hayatı allak bullak eden skandal, eski Adalet Bakanı'nı, daha sonra seçildiği parlamento başkanlığı görevinden ederken Adalet Komisyonu'nun muhafazakâr başkanının ve üst düzey bakanlık görevlilerinden bazılannın da basını yemiş bulunuyor. Başbakan Poul Schlüter ise şimdiye kadar hep, uygulamadan haberi olmadığını söyledi ve skandalın yarattığı girdaba karşı durmayı başardı. Tamil skandahnın yaratığı şok, olayla ilgili soruşturma açılmasına kadar varmıştı. Aylardır süren soruştunnadan Adalet Bakanlığı üst düzey bürokratlanmn defalarca ifadesi alındı. Bakanlık görevlilerinin son günlerde yaptıklan açıklamalar, skandalın siyasi sorumlusu eski Adalet Bakanı Erik Ninn-Hansen'e bağlılıklannı tamamen bir yana bıraktıklannı gösteriyor. Bu hafta içindeki ifadeler sırasında koltuğunu kaybeden eski Adalet Bakanlığı daire başkanlarından Poul Lundbaek Andersen'in yaptığı açıklamalar, Başbakan Schlüter'i bir kez daha ateş çemberinin içine çekti. Andersen, Schlüter'in parlamentoda o ünlü, "Hiçbir şeyi hasıraltı etmedik" şeklindeki açıklamayı yaptığı zaman bile, skandalı ayrıntılanyla bildiğini iddia ederek gazetelerin manşetlerine geçti. Soruşturma sırasında daha önce verilen ifadeler de zaman zaman başbakanı sorumluluğa ortak eden açıklamalarla doiu. Şimdi bu durumda soruşturmayı yürüten yüksek hâkimin sonbahara doğru hazırlayacağı rapor büyük önem kazanıyor. Raporda, başbakanın skandalda sorumluluğu bulunduğu şeklinde bir görüş yer alırsa, 1982 yılından beri başbakanlık koltuğunu bırakmayan Muhafazakâr Parti lideri Paul Schlüter'in siyasi geleceği tehlikeye girecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle