Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 16ŞUBAT1992PAZAR
14 GORUŞLER
DÜŞ İŞLERİ
BÜLTENİ
NAZLI ERAY
<
Bûyü Destam1
Sevgili okurlanm; elimde değerlı araştı-
rmacı İsmet Zeki Eyüboğlu'nun 'Anadolu
Büyüleri' adlı kitabı var. Hern yoğun bir
araştırma sonucu derlenmiş olan bu kitabı
sizlere lanıtmak hem de günümüzde Anadolu'da değil de
büyük kentlerde moda olan "büyü" konusuna değinmek
istedim.
... 'Büyü. kişinin gönül eğlendirmek için başvurduğu
bir araç değil, güçsüz kaldığı olaylar karşısında direnebil-
mek için aradığı bir dayanaktır, bir sığınaktır...' diyor
tsmet Zeki Eyüboğlu. Gelelim büyü ile uğraşan kentli in-
sanımıza. Bir yanı ile çağdaş olan, bir yanı ile eskiye bağ-
lanan bu insan örneği bir araştıncı için oldukça ilginç
olmalı. Bu ilginçlik de böyle bir insanın düşünce
bakımından 'bölünmüşlüğü' dolayısıyladır. Bunu iyi
düşünemeyişinden yapıyorsa geri kalmıştır, bölünmüş-
tür, acınmalık bir durumu vardır. Gelin konumuzu tat-
landıralım ve îsmet Zeki Eyüboğlu'nun kitabından
aldığım "Büyü Destanı" ile neşelenelim, sevgili okurla-
nm.
... Dedum ona e yavri
Siyir çok işe yarar
Siyiri biien gayri
Daha goca mi arar
İstanbol Maçka 'sinun
Hep genç olur dulları
Hovarda deyi kollar
Gece günduz yollari
Geluler bir araya
Hafianın ilk gecesi
Hovardaluk işidur
Hepsinun eğlencesi
Girmizi sarı kumral
Seç beğenduğuni al
Başka yerde bulunmaz
Onlarda bulunan mal
Kimi üç gocalidur
Kiminun sayisi yok
Fallan siyirlan malları
Goca arayan da çok
Güzli güzli giderler
Ganlica hocasına
Çifte boynuz takarlar
Hepsi da kocasma
İstanbol dedikleri
Siyirun vetanidur
Garileri heyleyen
Patronun cüzdanidur
Gocalarmdan çalar
Yedururlar hocaya
Sonra da boşanurlar
Koşarlar hovardaya
Kasimpaşa hocayi
Para isteyi para
Yapdi bana bi nuska
Sarildum karılara
Gözüm takıldı birden
Bir sarili gariya.
Dedum ona e hanum
Gel beraber yatalum
Şimdi günler skakdur
Yorganları atalum.
Sarilduk birbirine
Yılan sarması gibi
Dedi ulan bu nedur
Gabak dolması gibi.
OROA
Sevgili okurlanm, sürçi lisan ettiysem affola.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Musiki kongresi
M ısır'da gelecek ay
sonlanna doğru toplanacak
Şark musikisinı ıslah
kongresini Türkıye'den
RaufYektaveMes'ut
Cemil Beylerdavet
* edilmişlerdir. Rauf Yekta
<-» \eMes'ut Cemil Beyler
mart bıdayetlerınde Mısır'a
hareket edeceklerdır.
Kongre bütün şark memleketlerinin en maruf musiki
üstatlarından başka şark musikısi hakkındaki tetkikleri ve
bilgılen ile tanınan müsteşriklen de çağırmıştır.
Kongrenın meşgul olacağı en mühim mes"ele şark
musikisini ıslah etmek ve asnn seviyesine yükseltmek
çarelerinı aramaktır.
Kongreye ıştirak edecekler. Mısır hükûmetinin rnısafiri
olacaklardır. Seyahat ve ikamet masraflannı deruhde
etmiştir.
1962: Gümüşpala'nın istifası
A.P. Meclis Grupu toplantısı bugün sabahtan itibaren
büyük tenkid, itham ve hücumlara sahne teşkil eden sert
tartışmalar içinde geçmiştır.
Bu arada Burhan Apaydın ile Genel Başkan Ragıp
Gümüşpala ve yine aynı milletvekıli ile Içışlen Bakanı
Ahmet Topaloğlu arasında karşıhklı münakaşalar çıkmış.
Yüksek Soruşturma Kurulu'nun tevkif kararlanndan
Burhan Apaydın ve arkadaşlannı mesul görenler
olmuştur.
Yine bu meyanda Gümüşpala, gücünün bittiğini ifade
ederek kısa süreli istifa da etmiş ve Gümüşpala bilâhare
istifasını geri aldıktan sonra yaptığı ikincı son
konuşmasında, '"Arkadaşlarbenaskerim.Bupartiyi
kurduğum günden bu yana M.B.K., Cumhurbaşkanı,
C.H.P., C.K.M P. ve Y.T.P. mensupları ile diğer kuvvet
mensuplanndan birçok hakaretlere uğradım. Fakat kendi
içimizden bir arkadaşımın sözlerine son derece üzüldüm.
Bunun tefsirini size bırakıyorum. Benım gücüm artık
bitti"demiştir.
TARİHTE BUGÜN MCMTAZARIKAN
59 ÇUYALALTtN...
fSJZ'DE 8U6UM, TUHKiYECUMHt/e/ysrr MeG
8ANKASI, <SV(Ç&e 'OEN(8ANQuE PE SUISSE}
ONEMU MiKT*ePA AtflH SATfN ALAMli YUB-
OA SETlRDİ- TREMLE {STANgUL'A TAŞtNAfJ
59 ÇUI/AL DOUISÜ KVLÇE ALTfN, GÛMeÜKTE
TARTILABAIC TESUM AuNMIŞ VE SIKI SÜ-
VENUK. ONLBMUERI ALT/NOA OARPHANEYE
GÖND&ZlLMİŞTİ. TAMAMI BtR. SUÇUK TON
OLAN ALTINLARlN OEGEI2İ, AÇlKLAMAY/4
GÖZE ItCİ MlLYOM LlfZAYt gfJLUYORDU /..
BOYLECE, ALTININ rEDAVÜLÛEKİ PAfSAYA
OfZANI YÜKSEÜYOR. ,YÜZDE yİRMİgîe. SU-
ÇÜĞA ULAŞlYOZDU.
TeksesliÇokseslilik
AHMET CEMAL
• • zgürlüğün tek ölçütü, öz-
gürlüğün kendisidir; bunun
bilincine yeterince vanl-
madıkça hiçbir önlem ve
kurum. özgürlüğe giden yolu açamaz.
Yüzyıhmızda Orta Avrupa'nın ye-
tiştirdiği en önemli düşünürlerden
olan Manes Sperber, "'Akhilleus'un
Topuğu" adlı denemeler kitabının gi-
rişinde bir öğretmenle öğrencisinin
konuşmalarına yer verir. Öğretmenin,
"Ne biliyorsunuz gerçek üzerine" so-
rusuna öğrencinin verdiği yanıt şudur:
"Gerçeğin hiçbir yalana benzemediği-
ni." Bu alıntıyla bız de bir tanıma va-
rabiliriz: Özgürlük, hiçbir tutsakhğa
benzemeyen bir şeydir.
Dişânca hrtsaklıiı mikrehı
Gelgelelim özgürlük, ortadan bütün
"yasal" engeller kalktıktan sonra da
yalnızca "artık özgürüm" demekle
gerçekleşebilecek bir konum değildir.
Bunun nedeni, düşünce tutsaklığmın
aynı zamanda bir "mikrop" ol-
masıdır. Özgürlük ise her zaman bu
mikrobu tek basına engelleyebilecek
bir aşı kadar güçlü değildir.
Düşünce özgürlüğünün bütün bo-
yutlanyla yeşerebileceği bir dış or-
tamın doğumundan sonra da bilinçleri
sessiz ve derinden kemiren tutsakhk
mikrobu varlığını koruyabilir. Bu, bu-
yurgan iktidarlarca konulmak istenen
kısıtlamaların bu kez özgürlükten
yana olduklannı sanan büinçlerde
üretilmesine yol açar. Lessing'in Bilge
Nathan'ındaki "Zincirleriyle alay
eden herkes, özgür değildir" özdeyişı,
bu türden bir "'ıç tutsakhk" tehlikesi-
nın habercisidir.
İçinde bulunduğumuz yıl, ölümü-
nün 50. yılı nedeniyle dünya çapında
anılmakta olan Stefan Zweig,
"Yannın Tarihçiliği" adlı ünlü dene-
mesinde, ilk Dünya Savaşf nın hemen
öncesinde ve savaşın dört yıh'-boyunca
insanlann -birbirlerini öldürebilmele-
ri için- nasıl nefrete alıştınldıklannı ve
bu nefretin sonunda nasıl kalıcı bir
mikroba dönüştüğünü anlattıktan
sonra şunları ekler:
Gerçek aydınların, aydın
olmayı kendilerine "meslek
edinmiş"olanların
karşısında azınlıkta
kaldıkları ortamlarda
düşünce özgürlüğü,
beklenmedik saldırılarla
karşılaşabiür.
"Sonra banş geldi ve o ana kadar
görev diye belletilmiş nefretin, öldür-
melerin, tutkulann bir buyrukla, mus-
luk kapatılırcasına kesilmesi beklendi.
Oysa böyle bir beklenti doğaya
aykındır. Bir kez uyuşturucu madde-
lere ya da uyancılara alıştırılan bünye
bir çırpıda bunlarsız olamaz; aynı ne-
denle nefret etmek ve savaşmak gerek-
sinimi de sonraki kuşakta etkinliğini
sürdürdü... Nefretin zehirlediği orga-
nizmayı bu zehirden nasıl antabili-
riz?"
Zweig'ın nefret için söyledikleri,
uzun sürmüş bir kısıtlı düşünce özgür-
lüğü konumu için de bütünüyle geçer-
lidir.
Özgür bifinç, bir kez elde edildikten
sonra varlığını artık hiçbir çaba har-
canmaksızın hep sürdürebilecek bir
organizma değildir. Tam tersine, daha
önce dıştan gelen engellemelere karşı
savaşım vermiş olan özgürlük bilinci-
nin gerçek sınavları, bu dış engellerin
ortadan kalkmasından sonra kendine
karşı vermekleyükümlü olduğu sınav-
lardır.
DzBBrtök ortamiHta tnsaltem
Yıllar ve onyıllar boyunca türlü
kısıtlamalarla, sansürlerle dolu bir at-
mosferde yaşamış özgürlük savunucu-
lan, özellikle kendı görüşlerini benim-
setmeleri ve farklı görüşlerle karşılaş-
malan söz konusu olduğunda, kimi
zaman iç tutsakhk mikrobuna yenik
düşebilirler ve kendilerini beklenme-
dik bir anda birer sansürcü, yasak-
layıcı konumunda bulabilirler. Böyle
durumlarda demokrasi ve özgürlük
ortamı için birincil önem taşıyan çok-
seslilik de ansızın ardında teksislilik
eğilimlerinin saklandığı bir perdeye
dönüşebilir.
Eleştirme ile engelleme arasındaki
aynm, diktatörlüklerle özgürlükçü
yönetimleri ayıran sının belirleyen
aynmken, bu gözden kaçınlabilir ve
yeni bir düşünce tutsaklığının tohum-
lan, bu kez dıştan engellenmeyen bir
özgürlük ortamında göverebilir. Böy-
le durumlarda, örneğin:
"Benimkileri değil, kendi düşün-
celerinizi düşünün!" demiş olan bir
Montaigne'in sesine kulak verilmezse,
özellikle gerçek aydınlann, aydın
olmayı kendilerine "meslek edinmiş"
olanlann karşısında azınlıkta kaldı-
kları ortamlarda düşünce özgürlüğü,
beklenmedik saldınlarla karşılaşabi-
lir.
SELÇUKDEMIREL
Kürt Sorunu, Şiddet, Demokrasi
ÇAĞATAYANADOL
K
ürt sorunu şiddet kullana-
rak çözümlenebilir mi? Ne
yazık ki hem Türkiye Cum-
huriyeti hem de PKK bu so-
ruya aynı yanıtı veriyor: "Evet çözûm-
lenebüirî" Devletin yanıtının bu oldu-
ğunda sanınm herkes hemfıkirdir.
Ama PKK'nın yanıtının bu ol-
madığını ileri sürenler olabilir. Şu ne-
denlerle onlarla aynı fıkirde değilim:
1. Türkiye Cumhuriyeti'nin 70 yıllık
politikası, Kürt sorununu dile getiren
herkese karşı şiddet uygulamak ol-
muştur. Bir sorunu dile getireni hapse
atmak da şiddet uygulamaktır; Türki-
ye Işçi Partisi'ni, yasal deınekler olan
Devrimci Doğu Kültür Ocaklan'nı
kapatmak da şiddettir. Türkiye Cum-
huriyeti'nde egemen "devlet etme" ge-
leneği ve yöntemleri sorunun banşçı
yöntemlerle çözümlenebileceği umu-
dunu öldürmüştürve silaha başvuran-
lan bu gelenek, bu yöntemler ya-
ratmıştir. PKK; bu gelişimin, üstelik
devletin şiddet politikasının generaller
eliyle zirvesine çıkarıldığı bif sürecin
ürünüdür. Yani PKK'nın temelinde,
şiddetin yegâne çözüm yolu olduğuna
dair kuvvetli bir harç vardır. Günü-
müz PKK komutanlannın büyük bö-
lümü 1971 generalleri, günümüzPKK
gerillalannın büyük bölümü ise 1980
generalleri zamanında devletten eziyet
görmüştür; anne babalanna, köylüle-
rine eziyet çektirildiğine tanık olmuş-
tur. Bu tanıkhğm bıraktığı izler çok
derindir.
2. PKK daha gerilla hareketine baş-
lamadan önce bile şiddete en sık baş-
vuran örgüt olarak tanınmıştır. Bu
şiddetten, başka Kürt örgütlerinin,
Türkiye'nin devrimci örgütîerinin ve
hatta PKK örgütünün mensuplan da
paylannı almışlardır. Siyasetin belki
de tek geçerli yöntemi olarak şiddet,
PKK'nın ihklerine işlemiştir. Bugün
PKK'dan farklı ya da bu örgüt hak-
kında olumsuz düşünceler taşıyan
Kürtlerdüşüncelerini dile getirmekten
çekinmektedirler.
3. PKK yoğun olarak kullandığı şid-
det yöntemlerinin sonuç verdiğini gör-
müş, sıyasi mücadelede şiddetin rolü-
ne inancı pekişmiştir. Kürt sorununun
Türkiye ve dünya kamuoyuna mal
edilmesinde bu şiddetin önemli rolü
olmuştur. Geçmişte Kürt sorununu
barışçı yöntemlerle dile getirmeye çalı-
şanlara reva görülen muamele ve ka-
muoyunun bu muameleye karşı du-
yarsızlığı, şiddet politıkalannın prim
yapma«ına neden olmuştur.
. 4. Ve nihayet PKK lideri Abdullah
Öcalan'ın Bakırköy'de 11 kişinin ölü-
müyle sonuçlanan mağaza yakma
olayı üzerine söylediği sözler, olayı,
"İnfıale kapılan yurtseverlerin bir ey-
lemi olabilir" tarzında yorumlaması
Türk kamuoyunu kazanma ya da şid-
detin akıl almaz boyutlara ve acılara
yol açabileceği konusunda hiçbir kay-
gısının bulunmadığını göstermekte-
dir.
Diğer taraftan devletin de gelenek-
sel şiddet politikasına devam etme ni-
yeti bellı olmuştur. Güneydoğu'daki
resmi ve para-militer güçlerin (köy ko-
ruculan) yanma son zamanlarda bir
de Türk gladyosu (ya da adı her neyse)
eklenmiştir. Evinden, işyerinden, so-
kaktan ahnıp da bir köprü altmda ce-
sedi bulunanlann sayısı tırmanmak-
tadır.
Şimdiye kadar olup
bitenlerin pozitif hanesine
sadece, "Kürt realitesini
tanıyoruz" sözü yazılabilîr.
Ama bu yazı buz üzerine
yazılmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti'nin bu
realiteyi resmen tanımasını
belgeleyecek hiçbir adım
atılmamıştır.
Başbakan Demirel geçenlerde, "Tür-
kiye'yi Koruma Komiteleri"nin ku-
rulmakta olduğu yolundaki haber-
lerden endişe ettiğini belirtmişti. Bu
endişe yerindedir, ama böylesi örgüt-
lerin dolaylı ya da dolaysız devlet ilin-
tisi bulunmayan "sivil" örgütlenmeler
olduğuna inanmak mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ve PKK'-
nın kanılannın aksine, Kürt sorunu
şiddet yöntemleriyle çözümlenemez...
Türkiye için bir şans olduğunu umut
ettiğimiz DYP-SHP hükümeti, kuru-
luşunun hemen ardından somut, tan-
siyonu azaltıcı ve şiddeti tecrit edici
adımlar atmaya başlayabilirdi. Ne ya-
zık ki şimdiye kadar olup bitenlerin
pozitif hanesine sadece, "Kürt realite-
sini tanıyoruz" sözü yazılabilir. Ama
bu yazı buz üzerine yazılmıştır. Türki-
ye Cumhuriyeti'nin bu realiteyi res-
men tanımasını belgeleyecek hiçbir
adım atılmamıştır. Yann bir başka
hükümet eski inkâr politikasına geri
dönebüir.
Çokça sözü edilmesine rağmen 12
Eylül anayasasından kurtulma doğ-
rultusunda herhangi bir gelişme yok-
tur. Olsaydı, Kürt realitesinin ana-
yasaya geçmesi de mümkün olabilirdi.
Hükümet böyle yönelimler içinde
gorülmüyor ya da hükümetin bu doğ-
rultudaki iyi niyetleri, geleneksel TC
devletinin kalın kabuğuna nüfuz ede-
miyor (Yani hükümet bu konuda ka-
muoyunu yaıuna alan cesur bir mü-
cadeîeye girişmek niyetinde değil).
Ne yazık ki biz, banşçı çözümlerden
yana yurttaşlar, ister Kürt, ister Türk
olalım ya da milliyet duygusunu aşmış
olduğumuzu düşünelim, devlet ve
PKK'nın oluşturduğu iki şiddet odağı
karşısında oldukça zayıf ve etkisiziz.
Yapacağımız hiçbir şey yok mu?
Önce bu kaderi reddetmeliyiz. Türki-
ye'nin siyasi partilerini, hükümetini,
"devlet etme" anlayışını etkileyebilme
ve değiştirebilme umuduyla çaba sarf
etmek, halkın bu çabaya kazanılması
için uğraşmak bize düşüyor. ,
Tam bir özgürlüğü savunmalıyız.
Bu özgürlük, anayasal hak olarak
-eğer istiyorlarsa- Kürtlere aynlma
hakkını tanımahdır. Böyle bir anaya-
sa yaklaşımı, amaçlanna şiddet yoluy-
la varmak isteyenleri ya banşçı yön-
temlere çeker ya da eriyip gitmelerine
yol açardı. Aynhkçı, federasyoncu ya
da eşitliğe dayalı bir üniter devleti
savunan Kürt partileri ortaya çıkabi-
lirdi. Aynntılı ve saydam bir tartışma,
insanlan karar verirken duygusal ol-
maktan uzaklaştınr, gerçek çıkarla-
nnın nerede olduğunu etrafhca düşün-
meye sevk ederdi. Türkiye'nin etnik
esasa göre örgütlenmemiş partileri her
iki halka, birlikte yaşamanın yararla-
nnı anlatırlardı. Ve elbet, bu tartışma
sırasında eşitlikçi bir üniter devletin
koşullan da ana hatlanyla oluşmuş,
uygulanıyor olurdu. Fiilen bölünmüş
(birbirine düşman, birbirinin kanını
akıtmış ve ancak zor karşısında bir
arada durabilen), ama uluslararası
hukuk karşısında tek bir ülke olmak
mı? Yoksa tam bir fikir ve örgütlenme
özgürlüğü içinde bir arada yaşamaya
karar vermiş bir ülke veya kanımca
küçük bir olasılık olsa da -uygarca
ayrıldıklan- için yakın işbirliği ve da-
yanışma içinde, bu yüzden de yeni bir
entegrasyon planına sahip olabılecek,
ruhen kopmamış, ama hukuken kop-
muş ülkeler olmak mı? Esenlik mi, tra-
jedi mi? Bir karar vermeliyiz!
f
fc^BAKIŞ
AHMET TANER KIŞLALI
Doğpamacı Olayı!...
Y
ıl 1971... Şimdi Boğaziçi Üniversitesi'nin en
parlak öğretim üyelerinden olan Yılmaz Es-
mer, çok parlak bir sınavla, Hacettepe Sosyolo-
ji Bölümü'ne asistan olarak ahnmıştır.
Kişiliği, çalışkanlığı ve bilimsel çabalanyla büyük be-
ğeni toplamaktadır. Ama günün birinde, asistan temsil-
cisi olarak katıldığı bir toplantıyı, içinde Emre Kongar
gibi isimlerin de bulunduğu 12 kişi ile birlikte terk eder.
Toplantıyı rektör yönetmektedir. Tepkinin nedeni, bu
satırların yazan konuşurken, bir öğretim üyesinin sürekli
olarak sözünü kesmesi, rektörün ise bu duruma neredey-
se destek olmasıdır.
Rektör, o toplantıyı terk eden 12 genç öğretim elema-
nını teker teker üniversiteden uzaklaştınr. Yılmaz Es-
mer'in üniversiteden ilişkisini kesebilmek için de iki yıl
öncesinin tarihi ile bir senato karan çıkartır. Yıllardır
bölümün başkanlığını yapmış olan Bozkurt Güvenç'in,
iki yıl önceki istifa mektubunu, o tarihli bir senato karan
ile kabul edilmiş gösterir.
O rektörün adı, İhsan Doğramacı'dır.
Yıl 1972. Hacettepe Üniversitesi ÜlküOcaklan Başka-
nı, mezun olduğu bölüme -zaman yitirilmeden- asistan
olarak alınmıştır.
Saygılı, ama not sıralamasında sınıfın sonlannda yer
alan bir öğrencidir. Üstelik yabancı dil bilmemektedir.
Askerlik nedeniyle üniversiteden aynlan bir öğretim
görevlisi, rektörü ziyaret eder. Bilimsel geleneklerle bağ-
daşmayan birçok uygulamayı somut örnekleriyle anlatır.
Son olarak da "ülkücü" gencin notlanyla ilgili belgeleri
göstenr.
Rektörün bunlan bilmediğini düşünmekte ve üniversi-
teden aynlmadan önce son bir görev yaptığına inanmak-
tadır.
Birden rektör bas bas bağırmaya başlar:
"Senin bu idealist vatan evlatlanyla ne alıp veremedi-
ğin var?.."
O öğretim görevlisi bu satırların yazan, o rektör ise Sa-
ym İhsan Doğramacı'dır.
+
Yıl 1974.. Bir üniversitenin rektörü, 12 Mart dönemin-
de "gereken temizliği" yapmak konusunda her isteğine
"evet" diyen bir sosyoloji doçentini ödüllendirmek iste-
mektedir.
"Acele bir şeyler yaz da seni profesör yapalım," der.
O da Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi'nde 34
sayfalık bir yazı yayımlatır. Çeşitli kaynaklardan alınan
parçalar arka arkaya eklenmiştir.
Yazının 5,5 sayfalık bir bölümü ise îngilizcedir. Çünkü
bir UNESCO yayınından aynen alınmış ve Türkçeye çe-
virme zahmetine bile katlanılmamıştır.
Bu yazı, "profesörlük takdim tezi" olarak sunulur.
Jüri yasaya aykın biçimde kurulur. Bölüm başkanı yer
almaz. Farsça profesöründen etnografa kadar, "kabul"
oyu verecek kişiler bulunur.
Sosyoloji profesörlüğüne yükseltilme karannı verecek
profesörler kurulunun yüzde 80'i ise tıp ve fen bilimleri
hocalanndan oluşmuştur.
"Bir kişiyi nasıl olur da bu kadar yasalara aykın bir bi-
çimde profesör yaparsınız" diyen bu satırlann yazanna,,
rektör şöyle yann verir:
"- Siz değil misiniz demokratik üniversite isteyen. Pş|,
maklar kalkar ve olur...'^ - "<?1
Adı îhsan Doğramacı olan rektör, o doçenti önce pro-
fesör yapar. YOK kurulduktan sonra bir üniversiteye
rektör yapar. O da yetmez, "üniversitelerin bilimsel dü-
zeyini yükseltecek ve keyfiliği önleyecek" olan YÖK'e
üye yapar.
Bu satırların yazarı, yeri geldiğinde geçmişe sünger çe-
kilmesinden, eski yaralann deşilmemesinden yanadır.
Ama geçmişe sünger çekmek için geçmişte utanılacak
şeyler yapmış olanların, hatalannı anlamış olmalan gere-
kir.
Cumhuriyet'e "Pazar Konuğu" olunca, olaylan bilme-
yenleri aptal yerine koymamalan, bilenlerle de alay et-
memeleri gerekir.
Üniversitelerde araştırmalar, nitelikli yayınlar dur-
muşken; akademik gelenekler çiğnenirken; gelmiş geçmiş
'en keyfi" yönetim geçerliyken;
"Bizim amacımız denetimsizliğe son vermektir, onlar
ise tembellik yapmak istiyorlar," dememeleri gerekir.
"Herkesi kör, alemi sersem" sanmamalan gerekir...
OKURLARDAN
Çevre gönüllüleri statü bekKyor
Yapılan açıklamalar
devletin çevre
gönüllülüğünü
önemsediğini ve bir statü
kazandırmayı düşündüğünü
gösteriyor. Anak bu konuda
kuşkuluyum.Zira devletin
gönüllülerle ilgili tutumu
hep sözde kaldı. İşlevsel bir
politikaya dönüşmedi.
Devletin bu konudaki resmı
görüşünün bir boşluğu
doldurarak çevre
sorunlarına toplum olarak
sahip çıkmamızı
kolaşlaştıraçağına
inanıyoruz. İnanıyoruz,
çünkü yapmakta
olduğumuz çalışma, çevre
bilincinin oluşmasında
gönüllülüğün göz ardı
edilemeyecek bir ışleve sahip
olduğunu gösteriyor.
Eylemimiz: Bodrum
Turgutreis'de yazın
Neden Dayak?
22 Ocak 1992 tarihli
Cumhuriyet gazetesinde bir
milli eğitim uzmanının
görüşlerini içeren yazıyı
okuduk. Bu yazının bir
bölümünde "İyi niyet ve
sevgi ile her çocuğa karşı ve
her zaman başan elde
edilemez" deniyor ve
dayağın bazı durumlarda
kaçınılmaz olduğu anlamı
çıkanlıyor.
lyı nıyet vesevgı her çocuğa,
karşılık beklenmeden
sunulacak bir olgudur.
Eğitim sabırişidir. Anlık bir
süreç değil, uzun bir süreçtir.
"Birçocuğamanalıbirbakış
bile etki ederken, bir
başkasınahiçetki
etmeyebılir" demek ve
bunun çözümü olarak da
dayağı görtnek çok yanlıştır.
Manalı bakıştan anlamayan
kalabalık katıhmlarla ancak
kışın bir kişiyle de olsa
sürdürülen bir kampanya
uyguluyoruz. Merkezi ve
yerel yönetimin ilgjsizliğine
karşın türlü uyan ve baskı
yöntemlenyle ancak
gönüllülük ilkelenni
aşmayan bir iletişim içinde
uygulanan bu eylem, bize
göre çok başarılıdır ve
beldemiz, çevre bakımından,
sembolik de olsa sahiplidir.
İlgililerin,
devlet-vatandaş işbirliğine"
verdikleri önemi,
gönüllülerle ilgili bir "resmi
görüş" olarak
somutlaştırmalannı sabırla
bekliyoruz.
GALİPBARAN
Turgutreis Çevre Koruma
Gönüllürei Temsilcisi
çocuğu, anlar hale getirmek
gerekir. Adı üstünde bu
'eğitim'dir. Eğitim; insanda
olumlu davranış değişikliği
yaratan bir süreçtir.
Dayak nasıl önlenir?
Dayağı önlemek, ana-baba,
çocuk. genç, yetişkin herkese
dayağın hiçbir zaman çözüm
olmadığını anlatmak,
öğretmekle mümkün olur.
Dayağın yerini, konuşma,
tartışma, hoşgörü ve
sevginin almasını sağlamak
gerekir.
Unutmamalıdır ki her yaşta
bakış açısı ve davranış
değiştirmek mümkündür.
Dayağı çözüm olarak gören
bir kimse şunu bilmelidir ki
bu, onun acizlığıni ve
çaresizliğini göstermektedir.
LEVENTKAL//l«A;ara