Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
lOpazar yazıları Cumhuriyef 26Ocakl992
'Macbeth savaşı' Broadway'de"Askerler geliyor" diye bağırdı kalaba-
lık. Alev alev yanan tiyatro kapısında po-
lisierle boğuşmakta olan ayaklanmacılar
sağa sola kaçışmaya başladılar. Kimileri
ezildi. Kimileri yandı, ortalık kan ve küle
bulandı. 10 Mayıs 1849 akşamı New
York'ta aristokratların tiyatrosu Astor
Place'de "Machbetb" temsil edilirken çı-
kan ayaklanmada 20 kişi öldü, 100'den
fazla kişi yaralandı. Tarihçilere gore bir ti-
yatro oyunu nedeniyle çıkan çatışmalann
en büyüğii olarak bilinen "Astor Place"
ayaklanması, İngiliz hayranlığı içindeki
Amerikan zenginleri ile Amerikan milliyet-
Çiliğinin en güçlü olduğu fakir Amerikalı
işçi sınıfı arasındaki sınıf çatışmasının bir
ürünüydü.
1849 mayıs olayları şimdi Broadway'de
Cort tiyatrosunda yeniden canlandırılıyor.
Ayaklanmanın nedeni İngiliz Aktör Wü-
liam Macready ile Amerikalı Aktör Vic-
tor Garber arasındaki çatışma. Macbeth'i
birbirinden iyi oynadığına inanan iki ak-
törün savunucuları arasında önemli bir sı-
nıf farkı vardı. Macready, İngilizlerin "üs-
tun özelliklerine" inanan Amerikan aris-
tokratlannca destekleniyordu. Bu neden-
le de Astor tiyatrosuna davet edildi. Öte
yandan Garber, Amerikalıların "köylü-
İuklerini" ikide bir bahane ile öne çıkaran,
kültürel ustünlük iddia eden lngilizlere
karşı tipik Amerikan milliyetçiliğini tem-
sil ediyordu.
Macready gosterisinin ilk akşamı 7 ma-
yısta sadece yuhalanmakla kalmamış, da-
ha sahneye çıkar çıkmaz domates ve çü-
rük yumurta dışında tiyatro koltuklarına
varıncaya kadar sahneye atılan çeşitli pro-
NEW YORK
ŞEBNEM
ATİYAS
testo malzemesi ile hırpalanmıştı. Oyun o
gece yarıda kesildi. Kimse tutuklanmadan
tiyatro polis kordonunda boşaltıldı. Bu
olayı takiben Macready, New York'ta da-
ha fazla kalamayacağı kanısına vardı. An-
cak New York'un önde gelen zenginleri gü-
venliğinin garanti altında olduğuna dair te-
minat vererek Macready'e planlandığı gi-
bi 10 mayıs gösterisini yapmasında ısrar et-
tiler. Tiyatro, 10 mayısta gosterinin tek-
rarlanacağını acıkladı. Açıklamayı takiben
kamuoyunun tepkisi yükselmeye başladı.
10 mayifs akşamı New York'un doğu ke-
siminde, Village'nin doğu kapısı olarak bi-
linen Astor Place'de heyecanlı bir kaiaba-
lık toplanmaya başladı. Yuzlerce kızgın
adam tiyatro kapısını geçilmez duruma ge-
tirdiler. Dışanda kalabalık birikmesine
rağmen tiyatro, perdelerini açmakta ısrar
etti ve oyun başladı. Macready sahneye
adtmını attığı anda dışarıdaki kalabalığın
çığlıklannı anlamayan aristokrat seyirci-
ler bunu Macready'e tezahürat sanarak
ayağa kalkıp aynı şekilde bağırarak Mac-
ready'ı selamladılar. Koltuklarına geri
oturduklarında dışarıdaki bağınşma de-
vam ediyordu. Oyun bir süre bu gürültu-
de devam etti. Bir süre sonra tiyatronun
bütun camları dışarıdan atılan taşlarla bir
bir kırılmaya başladı.
Daha sonra içeridekiler asker kor-
donunda dışarı çıkanldı. Bu sırada Mac-
ready bir arkadaşının yardımıyla tiyatro-
nun arkasından atla kaçırıldı. Macready'-
nin New York'taki son tiyatro denemesi
bu oldu.
Ölü sayısının 20'yi bulması, yaralıların
100'ü aşmasının ardından New York en^
telektüelleri bir tiyatronun ozgürce ve her
şeye rağmen oyununu sergileme hakkı ol-
duğunu tartıştılar. O ulkenin milli duygu-
larını zedelese bile, aktorün dilinden zehir
dahi aksa bu özgurlüğün kimsenin elinden
alınamayacağı savunuldu. Ancak olan ol-
muştu. Ölenler mezarlanndan gulümsedi-
ler.
Joan Baez ile bir
Paris kahvesinde
PARÎS
MİNE G.
SAULNIER
'La Palette', biz Türkler için Paris'in en
önemli kahvesi sayılır. Seine Sokağı'nın bi-
timindeki bu kahve, eskiden beri ressam-
lann toplandığı, duvarları resimlerle süs-
lü bir sanatçı kahvesi. Sevimli diyemeyece-
ğim. hatta hoş bir yer bile değil.
Joan Baez, Türkiye'ye geürken, Paris'te
birkac gün durakladı. Fransız başkenti, Is-
tanbul ile birlikte Joan'ın en sevdiği iki di-
yar. Zeynep Oral ile birlikte Joan Baez'i
Parisli Türklere göstermeden lstanbul'a
göndermek istemedik. Ve bir cumartesi gü-
nü tuttuk Joan'ı elinden, 'La Palette' kah-
vesine götürdük.
Joan, ayaklannda beyaz basketler, üs-
tünde kırmız] paltosu ve lacivert beyaz at-
kısıyla kahveden içeri girince, ortalık ka-
nştı. Içeride kimler yok ki!.. Ünlü seramik-
çimiz Alev Ebüzziya, ressam Mustafa Al-
tıntaş ve ömer Uluç, Ayşegül Beton, Le
Monde ve Cumhuriyet çizeri Selçuk Demi-
rel, Sinan Bıçakçı, Parisli güzel Türk kız-
lan ve onlann Joan Baez'i görmek için peş-
lerine takılan Fransız arkadaşlan. Ispan-
ya'da Nâzım Hikmet ve Sait Faik'i basan
İspanyol yayımcısı Fernando Garcia, eşi
j Imma ve Roland Topor'un babası ressam
. Abram Topor da Joan Baez'i karşılayan-
• lar arasında. Kiminin haberi var, kimisine
tam sürpriz.
Benim aslında hiç sevmediğim 'La
Palette" kahvecilerinin yüzünde, tam bir
şaşkınlık ifadesi: "Yahu bu Türkler ne ya-
manmış, Joan Baez'i bile getirdiler!" gibi-
lerinden. Gecenin yüdızı Joan ise tam du-
manaltı. Sigaradan göz gözü görmüyor.
Gürültü, kalabalık ve çevresinde dört ki-
şinin zor oturabildiği masaJar. Oysa Joan
için gelen yirmiyi aşkın insan var. Kendini
beğenmişlikle yakından uzaktan akrabalığı
olmayan, dünya tatlısı Joan, bütün Türk-
lere ulaşabilmek için çaresiz, masalar ara-
sı 'konsomasyon'a başladı. Arkadaş hatı-
nna neler yaptlmaz ki? Profesyonellik sab-
nnın iyi niyetle yoğrulduğu bir hoşgörü
içinde, geliyor bir masaya oturuyor, soh-
bet ediyor; sonra kalkıyor, bir başka ma-
saya gidiyor, oradakilerin gönlünü hoş edi-
yor, bir süre sonra bara yaklaşıyor ve ayak-
ta kalanlarla konuşuyor.
"Tek kir!"
"Royal mi olsun?"
"Hayır, beyaz şaraplı" (daha ucuz çün-
kü.)
...Komutlan arasında, biz kafalan çeki-
yonız, Joan ve Abram Topor, papatya ça-
yı içiyorlar, karşılıklı.
Herkese yönelik güzel bir sözü, duygu-
lu bir tümcesi var. En içtenlikli sözleri, oğlu
üstüne:
"Yirmi iki yaşında bir oğhım var. Zama-
nın nasıl geçtiğini farketmedim. Nasıl bü-
yüdü görmedim..."
Yaşı gündeme geliyor Joan'ın. Kendisi
"50..J' diyor, iki eksik üç fazla ne farkeder
ki? Türkler, genç gösteren kadmlara aüşık.
Tepki vermiyorlar. Fransız dostlar, "Kesin-
likle 50 göstermiyorsunuz" diyorlar. Gü-
lüveriyor Joan, hoşuna gidiyor.
İspanyol Femando Garcia'mn yanm yama-
lak Türkçe konuşma çabalan Joan'a bu-
laşıyor ve Joan'a uzun uzun Türkçe öğre-
tiliyor:
"Hoş-ça-kalf.f
Joan kaşlannı çatıp büyük bir ciddiyet-
le yineliyor:
"Ho..ça..kağl!"
"Gü-le, gü-le..."
Bu daha kolay galiba. Müzisyen kulağı
kapıyor hemen:
"Gülegüle!"
Joan'la birkaç saat, birkaç kadeh ve bir-
kaç kahkaha işte böyle geçip gidiyor
Kanatlı
Büyükelçi
ATİNA
STELYO
BERBERAKİS
Yaşı gundeme geldiginde Joan "50" diyor, iki eksik, üç fazla ne fark eder ki? Genç gösteren kadmlara alıştık
Türkiye'nin eski Atina Büyükelçisi
Nazmi Akıman, Türk-Yunan dostluğuna
katkıda bulunanlara her iki yılda bir ve-
rilen ödüllerin törenlerine katılmak için
geçen hafta içinde Atina'ya geldi. Akıman
1988 yıhrun sonuna kadar Türkiye ile Yu-
nanistan arasında geçen çok heyecanlı ve
kritik günlerde bir büyükelçinin yabancı
bir üikede yasayabileceği "en zor" gün-
leri yasamış olan emekli bir büyükelçi. En
zor günleri yaşamasırun yanı sıra Akıman
inanüması güç de olsa bir üikede en "çok
sevilen ve tanınan" yabana bir büyükel-
çi sıfatını da bulunduruyor künyesinde.
Hele bu ülkeler Türkiye ve Yunanistan gi-
bi birbirleriyle "geçinemedikleri" izleni-
mini doğuran ülkeler olursa bu birbirine
"zıt" kavramların önemini anlamak da-
ha kolay olur.
Atina'da gelmiş geçmiş en "karizma-
tik Türk büyükelçisi" şeklinde tanımla-
nan Akıman'ın tüm bu Türk-Yunan
"hengâmesi" içinde bir de şiir kitabının
yayımlandığını anımsamakta yarar var.
Akıman iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren
1987 mart krizinde adeta kanat takmış bir
büyukelçiye dönüştürmüştü kendisini. Sa-
bah Ankara akşam Atina, ertesi sabah yi-
ne Ankara aynı gün yine Atina.. gibi yap-
tığı bolca uçak seferlerinde dönemin Türk
ve Yunan başbakanlanna sözlü ya da ya-
zılı mesajlar Uetiyordu. Nitekim savaş kri-
zi atlatılmıştı. Ardından iki ülkenin "ta-
rihi Davos zirvesi" gerçekleşti.
Bu yıl Atina'da düzenlenen törenlerle
verilen Abdi Ipekçi Barış ve Dostluk
ödülleri için Atina'ya gelen Akunan'a,
Türk-Yunan üişkilerinin siyasi duzeyde
yakınlaşması için gösterdiği diplomatik
uğra$ılardan ötürü bir Türk ve iki Yunan
büyükelçisiyle birlikte özel ödül verildi.
öduller dağıtılırken "en çok alkış topla-
yan"lardan biri olan Akıman, şimdiki
Büyükelçi Hüseyin Celem'in 45 kişilik
Türk kafılesi onuruna düzenlendiği resep-
siyonda kendi deyişiyle "bin kişi ile fdan"
öpüşme fırsaünı buldu. Tabii resepsiyon-
da bin kişi yoktu. Ama resepsiyona da-
vet edilen birçok resmi Yunanlı Akıman'ı
gördüklerinde "Oooo... Mösyö Akıman"
dedikleri gibi elini sıkıyor ve yanaklann-
dan öpüyordu. Akıman "esici dostum"
olarak nitelediği Yunanistan'ın bugünkü
BaşbaJcanı Konstantin Mitsotakis'e de bir
gayri resmi ancak "nezaket" ziyaretiode
bulundu. "Eski iki dost gibi" yaptıklan
bu göruşmede Türk-Yunan ilişkileri ko-
nusunda Mitsotakis, Akıman'ın düşünce-
lerini sordu. Mitsotakis, Akıman'ı "Siz
hem benim hem de Yunan halkının
dostusunuz" ifadesiyle karşılamıştı. Ve
keza "eski dostum" olarak tanımladığı
Basbakan Demirel'in "gidisatı" hakkın-
da bilgi edinmek istedi.
Meyhanede
yurt özlemi
BERLÎN
Akşam Berlin'-
de yemek içmek,
eğlenmek için dışa-
n çıktığınızda yüz-
lerce alteraatifiniz
var. Tilkinin dö-
nüp dolaşıp gide-
ceği yer misali
ayaklannız ille bir ^ ^ ^ ^ ^
Türk lokantasına
sürükleniyorsa da "nereye git-
meli?" diye uzun uzun düşü-
nebüirsiniz. Adeta her köşede
bir Türk lokantasının açılma-
ya başladığj Berlin'de bir yer
var ki oraya 'Iokanta' deyip
geçmek neredeyse ayıp. Burası
Kant Caddesi'nde ve adı üze-
rinde: "Meyhane." Berlin'in
en eski Türk lokantalanndan
biri olan Meyhane, kapansa
yokluğu birçok kişinin içini
sızlatacak dost bir mekân.
Uzun yülar önce Anamur'-
dan gelip Berlin'e yerleşen
Seyfettin Ankay'ın Meyhane'-
sine yalnız yemekleri için de-
ğil, sıcacık sohbetler için, mü-
zik için, tanıdıklara rastlamak
için, Türkiye koklamak için
gidilir. Koyu renk ah&ap ma-
salar, rakısuu yudumlayıp me-
zelerinden alarak uzun, fazla-
sıyla uzun bir süre Türkiye'ye
gidememenin hasretini çekmiş
olan sürgünlerin dertlerinden
aşınmış, yenik yeniktir. Mey-
hane'nin masalan, dili olsa in-
sana birkaç roman malzemesi
verebilir.
Saat öğleden sonra beşte
Meyhane'ye gidip boş masa-
lardan birine oturabilir, gaze-
tenizi açıp kendinize tavşan
kanı bir çay söyleyebüir, Ber-
lin'in göbeğindeki hırgürden
uzaJc bir adadaymış gibi günün
yorgunluğunu çıkarabilirsiniz.
Saatler ilerledikçe, bu sükûne-
tin yerini kalabalık ve gürültü
alacaktır. Arkada, on kişinin
sığacağı türden büyük bir ma-
saya oturursamz, yanınızdaki-
lerin garsonlarla Türkçe, ken-
di aralannda Ibranice konuş-
tuğuna tanık olabilirsiniz. Sor-
dugunuzda, grubun Tel Aviv'-
den Berlin'e gezmeye gelmiş
DİLEK
ZAPTÇIOĞLU
Türk Musevileri'nden oluştu-
ğunu öğrenebilir, eski Istanbul
üzerine saatlerce sohbet edebi-
lirsiniz.
Meyhane'de genelde Sezen
Aksu, Muazzez Abacı veya
Zeki Müren çalsa da en güzel
müzikler kuşkusuz sokak şar-
kıcılannın içeri girip söyledik-
leridir. Yunanlı bir üniversite
öğrencisi her akşam bisikleti-
ni Meyhane'nin önünde par-
kedip Türk ve Alman müşte-
rilere gitanyla "Üsküdar'a gi-
der iken"in Yunanca versiyo-
nunu çalmadan evine dönmez.
Dünyanın değiştiğinin, ama
nereye gittiğinin pek bilinme-
diği günümüzde değişim ruz-
gârlan elbette Meyhane'nin de
kapısından içeri giriyor. Sarı-
şın, yeşil gözlü, uzun san saç-
lı bir Rus kıa yüksek ökçeli
çizmeleriyle kendine bir is-
kemle çekiyor ve gitannı çıka-
rıp birbirinden güzel Rus şar-
kıları söylüyor. Berlin'de
Türklerin belB bir kesimi Mey-
hane'de buluşup Nadya'nın
umudu simgeleyen beyaz at-
lardan ve steplerin yalnızlığuı-
dan söz eden şarkılannı dinle-
yip rakısını yudumluyor.
Meyhane'nin sahibi Seyfi,
şimdilerde memleketi Ana-
mur'a dönüp SHP'den beledi-
ye başkan adayı olmayı plan-
İıyor. Onun yokluğunda,
Meyhane'yi genç yeğeni Ah-
met çekip çevirecek. Berlinli
Türklerin Ahmet'ten tek dile-
gi, ara su-a Seyfi gibi Türkiye'-
den, kalkan balığı getirtip pa-
ha biçilmez değerdeki porsi-
yonlan -bazen yaptığı gibi- Al-
man müşterilere değil, sadece
onun hasretini çeken Türk
müşterilerine ayırması.
MNORAMA
AZ PARAYLA KARLI
BİR İSYERİ ACABİLİRSİNİZ
KÜÇÜK YATIRIMLARINIZI DEĞERLENDİREREK, FOTOĞRAF STÜDYOSU,
ÇAAMŞIRHANE, DANS OKULU, ÇİÇEKÇİ, GAZETE BAYİİ, KURU
TEMİZLEYİCİ, BERBER, EMLAK KOMİSYONCUSU, PARFÜMERİ,
ATARİ SALONU AÇABİÜRSİNİZ. HANGİ İŞYERİ İÇİN
NE KADAR YATIRIM YAPAAAK GEREKLİ?
TEKNİK ANAÜZ SAYFALARIMJZI OKUA^ADAN BORSA'YA GİRMEYİN...
AHMET MERGEN'İN ANALİZ SONUÇLARI, YIIBAŞINDAN BU YANA
YÖZDE 100'E YAKIN DOĞRUYU YAKALADI
GENÇ İŞADAMLARI DERNEKLERİ SAVAŞI'NDA "SEMRA ÖZAL" İDDİASI
TÖSİAD ON YIL ÖNCE ÖZELLEŞTİRMEYE KESİN KES KARŞIYDI
Sevdalıların kulisi
PRAG
M * }İMM
FERRUH
YILMAZ
Büyülü masallar kenti Prag, Avrupalı sanat-
çı gençler arasında pek makbul şimdi. Yani şim-
di Prag "in." Yazarı, çizeri, ressamıyla onlar-
ca sanatçı genç Prag'ı mekân tuttu. Avrupa mi-
marisinin nadide örnekleriyle dolu Prag sokak-
lannda yorgun düştükten sonra, yüzyıün başm-
dan kalma mondan cafelerde kremalı kahve içip
Kafka'nın kentinin havasını solumanın mutlu-
luğunu yaşayan sanatçı gençler, mistik Prag ge-
celerinde ilham perisinin peşine düşüyorlar.
Köpru başlarında öpüşen sevdahlarla sevdayı,
sokak müzisyenleriyle coşkuyu paylaşıyorlar.
Sevdalı turistlerin büyülü kulisi Prag, yeni yüa
eski yıllann yükünü taşıyarak girdi. Prag'ı ma-
salunsı bir geçmiş olarak yaşayan turistler, ikinci
dünya savaşıyla 1989 yıh arasındaki dönemin
ağırlığım belki biraz restaurant kuyruklannda
hissediyorlar. Sokak satıcılanndan ucuz Rus sa-
atleri alıp Rus subaylannın orak-çekiçli kürk
şapkalanyla dolaşmak pek revaçta şimdi. Ba-
tıh turist orak-çekiçli şapkayı, Prag'da egzotik
bir çeşni olarak algılarken, Praglı o şapkalara
ve özellikle üzerindeki orak-çekice öcu görmüş
gibi bakıyor.
Silkinirken geleceğinden de bir şeyler kaybe-
diyor. Çekostovakya parlamentosunun 30 ocak-
ta yürürlüğe girecek bir karanna göre 1948-89
yılları arasında önemlj görevlerde bulunmuş ya
da Çekoslovak gizh' polisiyle işbirliği yapmış
olanlar, en az beş yıl devlet içinde sorumlu bir
görevde bulunamayacaklar. Daha da ötesi, ge-
nel hukuk anlayışına aykın olarak bu yasayla
suçlananlar suçsuzluklannı kendileri ispat etmek
zorunda kalacaklar. Çekoslovakya'nm "aydm"
Devlet Başkanı Havel de mınn kırın etti, ama
sonunda yasayı onayladı.
Çekoslovak parlamentosunun bu karan, sa-
dece eski komünistler değil, komünistlere kar-
şı mücadele etmiş Çekler tarafından dahi, "ye-
ni bir insan avı" olarak nitelendiriliyor. Çekos-
lovakya, geleceğinin teminatı olarak gördüğü
Avrupa Konseyi'ne çoktan girdi bile. Şimdi bu
yeni yasanın, insan haklan ve demokrasi ağır-
hkh Avrupa Konseyi'nin ilkelerine ne kadar uy-
duğu tartışma konusu oldu. Çekoslovakya şimdi
geçmişin intikamını almaya çalışıyor.
Prag, geçmişinin yükünü atmaya çalışırken
geleceğinden bir şeyleri de yitiriyor gibi. Ama
dışarıdan gelenler için yine de sevdalılann köprü
başında öpüştükleri büyülü masallar kenti Prag,
şairler tarafından yazılmayı bekliyor.
İmelda yine bir numara
MANİLA
DİLEK
KOÇ
KUVEYT BÜYÜKELÇİMİZ ÖZEN: "KUVEYT'TE ŞANSIMIZ VAR"
PARA PİYASALARINDA NELER OLUYOR? DOVİZİ, BORŞAYI NASIL ETKIUYOR?
HASAN KIUÇ, YATIRIMLARINIZIN GELECEĞİNİ SÖYLÜYOR
"BANKALARIMIZIN BCCI ÖRNEĞİNDEN ALACAKLARI ÇOK DERS VAR"
PROF.BAŞAR PANORAMAYA YAZDI
MNORAMA
Büyük patronice tmelda'mn eve dönmesinden
sonra Marcos ailesinin diğer üyeleri de onun aç-
tığı yoldan ülkeye teker teker dönmeye başladı-
lar. Ailenin henüz dönemeyen en büyük üyesi
ise dondurulduğu küvezden çıkanlıp Manila'-
ya gömülmeyi bekleyen eski diktatör Ferdinand
Marcos.
Bayan Marcos'un felaket bölgelerine yaptığı
geziler, günlüğüne 2 bin dolar ödediği otel odası,
halka açık davetleri, basın toplanflları, çevresüı-
deki 16 gorili ve sadece şahsına açılan 50 adet
yolsuzluk davası ile Filipinler'de Imelda'h gün-
İer yasanmaya devam ediyor.
Devrik leydi ülkesinde bir numara olmanın
tadını alabildiğine çıkanyor. Güncelliğini yitir-
memek için de sürpriz açıklamalar yapmaktan
hiç çekinmiyor. 62 yaşındaki bu taze dul, ismi-
ni vermediği bir beyle yakın arkadaşhk içinde
olduğunu ve evlenmeyi tasarladığıru da söyleyi-
verdi; hem de zavallı kocasırun daha buzları bi-
le çözülmeden.
Bu arada senatör Aquilino Pimentel, tüm bu
İmelda gürultüsü, histerisi içinde Marcos'lara
karşı oldukça anlamlı bir dava hazırhğı başla-
tarak insanlan dedikodu ve şamata yerine biraz-
cık düşünmeye davet etti. Bu davanın amacı,
1972'de F.Marcos'un diktatörlüğünü ilan ettiği
"Martial Yasası" ile başlayan dönemdeki yak-
laşık 10 bin siyasal kurbanının hesabını sonnak-
tı. Pimentel ve çalışma ekibi, bu acımasız dö-
nemde karşıt düşünceleri yüzünden hapsedilmiş,
işkence görmüş, sağ kalabilmiş ya da öldürül-
müş tüm kurbanlar için Marcos ailesini insan
haklannı ihial suçu ile yargılama haarüğı için-
deler. Amerikan adalet sistemi örnek alınarak
başlatılan bu dava, Martial Yasası döneminde
insan haklan ihlaline uğramış her kişiye, eğer
ölmüşlerse ailelerine, F. Marcos'un varislerince
maddi tazminat ödetmeyi hedefliyor.
13 yılhk dıkta hâkimiyetini bu insanbk dışı bi-
lanço ile ayakta tutabilen eski diktatör artık ya-
şamıyor. Aıcak geride bıraktığı yüz milyonlar-
ca dolarlık lervetin üzerine oturan varisleri, bu
kez de insaniık suçlamasını miras alacaklar.