15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
lOpazar yazıları Cumhuriyef 26Ocakl992 'Macbeth savaşı' Broadway'de"Askerler geliyor" diye bağırdı kalaba- lık. Alev alev yanan tiyatro kapısında po- lisierle boğuşmakta olan ayaklanmacılar sağa sola kaçışmaya başladılar. Kimileri ezildi. Kimileri yandı, ortalık kan ve küle bulandı. 10 Mayıs 1849 akşamı New York'ta aristokratların tiyatrosu Astor Place'de "Machbetb" temsil edilirken çı- kan ayaklanmada 20 kişi öldü, 100'den fazla kişi yaralandı. Tarihçilere gore bir ti- yatro oyunu nedeniyle çıkan çatışmalann en büyüğii olarak bilinen "Astor Place" ayaklanması, İngiliz hayranlığı içindeki Amerikan zenginleri ile Amerikan milliyet- Çiliğinin en güçlü olduğu fakir Amerikalı işçi sınıfı arasındaki sınıf çatışmasının bir ürünüydü. 1849 mayıs olayları şimdi Broadway'de Cort tiyatrosunda yeniden canlandırılıyor. Ayaklanmanın nedeni İngiliz Aktör Wü- liam Macready ile Amerikalı Aktör Vic- tor Garber arasındaki çatışma. Macbeth'i birbirinden iyi oynadığına inanan iki ak- törün savunucuları arasında önemli bir sı- nıf farkı vardı. Macready, İngilizlerin "üs- tun özelliklerine" inanan Amerikan aris- tokratlannca destekleniyordu. Bu neden- le de Astor tiyatrosuna davet edildi. Öte yandan Garber, Amerikalıların "köylü- İuklerini" ikide bir bahane ile öne çıkaran, kültürel ustünlük iddia eden lngilizlere karşı tipik Amerikan milliyetçiliğini tem- sil ediyordu. Macready gosterisinin ilk akşamı 7 ma- yısta sadece yuhalanmakla kalmamış, da- ha sahneye çıkar çıkmaz domates ve çü- rük yumurta dışında tiyatro koltuklarına varıncaya kadar sahneye atılan çeşitli pro- NEW YORK ŞEBNEM ATİYAS testo malzemesi ile hırpalanmıştı. Oyun o gece yarıda kesildi. Kimse tutuklanmadan tiyatro polis kordonunda boşaltıldı. Bu olayı takiben Macready, New York'ta da- ha fazla kalamayacağı kanısına vardı. An- cak New York'un önde gelen zenginleri gü- venliğinin garanti altında olduğuna dair te- minat vererek Macready'e planlandığı gi- bi 10 mayıs gösterisini yapmasında ısrar et- tiler. Tiyatro, 10 mayısta gosterinin tek- rarlanacağını acıkladı. Açıklamayı takiben kamuoyunun tepkisi yükselmeye başladı. 10 mayifs akşamı New York'un doğu ke- siminde, Village'nin doğu kapısı olarak bi- linen Astor Place'de heyecanlı bir kaiaba- lık toplanmaya başladı. Yuzlerce kızgın adam tiyatro kapısını geçilmez duruma ge- tirdiler. Dışanda kalabalık birikmesine rağmen tiyatro, perdelerini açmakta ısrar etti ve oyun başladı. Macready sahneye adtmını attığı anda dışarıdaki kalabalığın çığlıklannı anlamayan aristokrat seyirci- ler bunu Macready'e tezahürat sanarak ayağa kalkıp aynı şekilde bağırarak Mac- ready'ı selamladılar. Koltuklarına geri oturduklarında dışarıdaki bağınşma de- vam ediyordu. Oyun bir süre bu gürültu- de devam etti. Bir süre sonra tiyatronun bütun camları dışarıdan atılan taşlarla bir bir kırılmaya başladı. Daha sonra içeridekiler asker kor- donunda dışarı çıkanldı. Bu sırada Mac- ready bir arkadaşının yardımıyla tiyatro- nun arkasından atla kaçırıldı. Macready'- nin New York'taki son tiyatro denemesi bu oldu. Ölü sayısının 20'yi bulması, yaralıların 100'ü aşmasının ardından New York en^ telektüelleri bir tiyatronun ozgürce ve her şeye rağmen oyununu sergileme hakkı ol- duğunu tartıştılar. O ulkenin milli duygu- larını zedelese bile, aktorün dilinden zehir dahi aksa bu özgurlüğün kimsenin elinden alınamayacağı savunuldu. Ancak olan ol- muştu. Ölenler mezarlanndan gulümsedi- ler. Joan Baez ile bir Paris kahvesinde PARÎS MİNE G. SAULNIER 'La Palette', biz Türkler için Paris'in en önemli kahvesi sayılır. Seine Sokağı'nın bi- timindeki bu kahve, eskiden beri ressam- lann toplandığı, duvarları resimlerle süs- lü bir sanatçı kahvesi. Sevimli diyemeyece- ğim. hatta hoş bir yer bile değil. Joan Baez, Türkiye'ye geürken, Paris'te birkac gün durakladı. Fransız başkenti, Is- tanbul ile birlikte Joan'ın en sevdiği iki di- yar. Zeynep Oral ile birlikte Joan Baez'i Parisli Türklere göstermeden lstanbul'a göndermek istemedik. Ve bir cumartesi gü- nü tuttuk Joan'ı elinden, 'La Palette' kah- vesine götürdük. Joan, ayaklannda beyaz basketler, üs- tünde kırmız] paltosu ve lacivert beyaz at- kısıyla kahveden içeri girince, ortalık ka- nştı. Içeride kimler yok ki!.. Ünlü seramik- çimiz Alev Ebüzziya, ressam Mustafa Al- tıntaş ve ömer Uluç, Ayşegül Beton, Le Monde ve Cumhuriyet çizeri Selçuk Demi- rel, Sinan Bıçakçı, Parisli güzel Türk kız- lan ve onlann Joan Baez'i görmek için peş- lerine takılan Fransız arkadaşlan. Ispan- ya'da Nâzım Hikmet ve Sait Faik'i basan İspanyol yayımcısı Fernando Garcia, eşi j Imma ve Roland Topor'un babası ressam . Abram Topor da Joan Baez'i karşılayan- • lar arasında. Kiminin haberi var, kimisine tam sürpriz. Benim aslında hiç sevmediğim 'La Palette" kahvecilerinin yüzünde, tam bir şaşkınlık ifadesi: "Yahu bu Türkler ne ya- manmış, Joan Baez'i bile getirdiler!" gibi- lerinden. Gecenin yüdızı Joan ise tam du- manaltı. Sigaradan göz gözü görmüyor. Gürültü, kalabalık ve çevresinde dört ki- şinin zor oturabildiği masaJar. Oysa Joan için gelen yirmiyi aşkın insan var. Kendini beğenmişlikle yakından uzaktan akrabalığı olmayan, dünya tatlısı Joan, bütün Türk- lere ulaşabilmek için çaresiz, masalar ara- sı 'konsomasyon'a başladı. Arkadaş hatı- nna neler yaptlmaz ki? Profesyonellik sab- nnın iyi niyetle yoğrulduğu bir hoşgörü içinde, geliyor bir masaya oturuyor, soh- bet ediyor; sonra kalkıyor, bir başka ma- saya gidiyor, oradakilerin gönlünü hoş edi- yor, bir süre sonra bara yaklaşıyor ve ayak- ta kalanlarla konuşuyor. "Tek kir!" "Royal mi olsun?" "Hayır, beyaz şaraplı" (daha ucuz çün- kü.) ...Komutlan arasında, biz kafalan çeki- yonız, Joan ve Abram Topor, papatya ça- yı içiyorlar, karşılıklı. Herkese yönelik güzel bir sözü, duygu- lu bir tümcesi var. En içtenlikli sözleri, oğlu üstüne: "Yirmi iki yaşında bir oğhım var. Zama- nın nasıl geçtiğini farketmedim. Nasıl bü- yüdü görmedim..." Yaşı gündeme geliyor Joan'ın. Kendisi "50..J' diyor, iki eksik üç fazla ne farkeder ki? Türkler, genç gösteren kadmlara aüşık. Tepki vermiyorlar. Fransız dostlar, "Kesin- likle 50 göstermiyorsunuz" diyorlar. Gü- lüveriyor Joan, hoşuna gidiyor. İspanyol Femando Garcia'mn yanm yama- lak Türkçe konuşma çabalan Joan'a bu- laşıyor ve Joan'a uzun uzun Türkçe öğre- tiliyor: "Hoş-ça-kalf.f Joan kaşlannı çatıp büyük bir ciddiyet- le yineliyor: "Ho..ça..kağl!" "Gü-le, gü-le..." Bu daha kolay galiba. Müzisyen kulağı kapıyor hemen: "Gülegüle!" Joan'la birkaç saat, birkaç kadeh ve bir- kaç kahkaha işte böyle geçip gidiyor Kanatlı Büyükelçi ATİNA STELYO BERBERAKİS Yaşı gundeme geldiginde Joan "50" diyor, iki eksik, üç fazla ne fark eder ki? Genç gösteren kadmlara alıştık Türkiye'nin eski Atina Büyükelçisi Nazmi Akıman, Türk-Yunan dostluğuna katkıda bulunanlara her iki yılda bir ve- rilen ödüllerin törenlerine katılmak için geçen hafta içinde Atina'ya geldi. Akıman 1988 yıhrun sonuna kadar Türkiye ile Yu- nanistan arasında geçen çok heyecanlı ve kritik günlerde bir büyükelçinin yabancı bir üikede yasayabileceği "en zor" gün- leri yasamış olan emekli bir büyükelçi. En zor günleri yaşamasırun yanı sıra Akıman inanüması güç de olsa bir üikede en "çok sevilen ve tanınan" yabana bir büyükel- çi sıfatını da bulunduruyor künyesinde. Hele bu ülkeler Türkiye ve Yunanistan gi- bi birbirleriyle "geçinemedikleri" izleni- mini doğuran ülkeler olursa bu birbirine "zıt" kavramların önemini anlamak da- ha kolay olur. Atina'da gelmiş geçmiş en "karizma- tik Türk büyükelçisi" şeklinde tanımla- nan Akıman'ın tüm bu Türk-Yunan "hengâmesi" içinde bir de şiir kitabının yayımlandığını anımsamakta yarar var. Akıman iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren 1987 mart krizinde adeta kanat takmış bir büyukelçiye dönüştürmüştü kendisini. Sa- bah Ankara akşam Atina, ertesi sabah yi- ne Ankara aynı gün yine Atina.. gibi yap- tığı bolca uçak seferlerinde dönemin Türk ve Yunan başbakanlanna sözlü ya da ya- zılı mesajlar Uetiyordu. Nitekim savaş kri- zi atlatılmıştı. Ardından iki ülkenin "ta- rihi Davos zirvesi" gerçekleşti. Bu yıl Atina'da düzenlenen törenlerle verilen Abdi Ipekçi Barış ve Dostluk ödülleri için Atina'ya gelen Akunan'a, Türk-Yunan üişkilerinin siyasi duzeyde yakınlaşması için gösterdiği diplomatik uğra$ılardan ötürü bir Türk ve iki Yunan büyükelçisiyle birlikte özel ödül verildi. öduller dağıtılırken "en çok alkış topla- yan"lardan biri olan Akıman, şimdiki Büyükelçi Hüseyin Celem'in 45 kişilik Türk kafılesi onuruna düzenlendiği resep- siyonda kendi deyişiyle "bin kişi ile fdan" öpüşme fırsaünı buldu. Tabii resepsiyon- da bin kişi yoktu. Ama resepsiyona da- vet edilen birçok resmi Yunanlı Akıman'ı gördüklerinde "Oooo... Mösyö Akıman" dedikleri gibi elini sıkıyor ve yanaklann- dan öpüyordu. Akıman "esici dostum" olarak nitelediği Yunanistan'ın bugünkü BaşbaJcanı Konstantin Mitsotakis'e de bir gayri resmi ancak "nezaket" ziyaretiode bulundu. "Eski iki dost gibi" yaptıklan bu göruşmede Türk-Yunan ilişkileri ko- nusunda Mitsotakis, Akıman'ın düşünce- lerini sordu. Mitsotakis, Akıman'ı "Siz hem benim hem de Yunan halkının dostusunuz" ifadesiyle karşılamıştı. Ve keza "eski dostum" olarak tanımladığı Basbakan Demirel'in "gidisatı" hakkın- da bilgi edinmek istedi. Meyhanede yurt özlemi BERLÎN Akşam Berlin'- de yemek içmek, eğlenmek için dışa- n çıktığınızda yüz- lerce alteraatifiniz var. Tilkinin dö- nüp dolaşıp gide- ceği yer misali ayaklannız ille bir ^ ^ ^ ^ ^ Türk lokantasına sürükleniyorsa da "nereye git- meli?" diye uzun uzun düşü- nebüirsiniz. Adeta her köşede bir Türk lokantasının açılma- ya başladığj Berlin'de bir yer var ki oraya 'Iokanta' deyip geçmek neredeyse ayıp. Burası Kant Caddesi'nde ve adı üze- rinde: "Meyhane." Berlin'in en eski Türk lokantalanndan biri olan Meyhane, kapansa yokluğu birçok kişinin içini sızlatacak dost bir mekân. Uzun yülar önce Anamur'- dan gelip Berlin'e yerleşen Seyfettin Ankay'ın Meyhane'- sine yalnız yemekleri için de- ğil, sıcacık sohbetler için, mü- zik için, tanıdıklara rastlamak için, Türkiye koklamak için gidilir. Koyu renk ah&ap ma- salar, rakısuu yudumlayıp me- zelerinden alarak uzun, fazla- sıyla uzun bir süre Türkiye'ye gidememenin hasretini çekmiş olan sürgünlerin dertlerinden aşınmış, yenik yeniktir. Mey- hane'nin masalan, dili olsa in- sana birkaç roman malzemesi verebilir. Saat öğleden sonra beşte Meyhane'ye gidip boş masa- lardan birine oturabilir, gaze- tenizi açıp kendinize tavşan kanı bir çay söyleyebüir, Ber- lin'in göbeğindeki hırgürden uzaJc bir adadaymış gibi günün yorgunluğunu çıkarabilirsiniz. Saatler ilerledikçe, bu sükûne- tin yerini kalabalık ve gürültü alacaktır. Arkada, on kişinin sığacağı türden büyük bir ma- saya oturursamz, yanınızdaki- lerin garsonlarla Türkçe, ken- di aralannda Ibranice konuş- tuğuna tanık olabilirsiniz. Sor- dugunuzda, grubun Tel Aviv'- den Berlin'e gezmeye gelmiş DİLEK ZAPTÇIOĞLU Türk Musevileri'nden oluştu- ğunu öğrenebilir, eski Istanbul üzerine saatlerce sohbet edebi- lirsiniz. Meyhane'de genelde Sezen Aksu, Muazzez Abacı veya Zeki Müren çalsa da en güzel müzikler kuşkusuz sokak şar- kıcılannın içeri girip söyledik- leridir. Yunanlı bir üniversite öğrencisi her akşam bisikleti- ni Meyhane'nin önünde par- kedip Türk ve Alman müşte- rilere gitanyla "Üsküdar'a gi- der iken"in Yunanca versiyo- nunu çalmadan evine dönmez. Dünyanın değiştiğinin, ama nereye gittiğinin pek bilinme- diği günümüzde değişim ruz- gârlan elbette Meyhane'nin de kapısından içeri giriyor. Sarı- şın, yeşil gözlü, uzun san saç- lı bir Rus kıa yüksek ökçeli çizmeleriyle kendine bir is- kemle çekiyor ve gitannı çıka- rıp birbirinden güzel Rus şar- kıları söylüyor. Berlin'de Türklerin belB bir kesimi Mey- hane'de buluşup Nadya'nın umudu simgeleyen beyaz at- lardan ve steplerin yalnızlığuı- dan söz eden şarkılannı dinle- yip rakısını yudumluyor. Meyhane'nin sahibi Seyfi, şimdilerde memleketi Ana- mur'a dönüp SHP'den beledi- ye başkan adayı olmayı plan- İıyor. Onun yokluğunda, Meyhane'yi genç yeğeni Ah- met çekip çevirecek. Berlinli Türklerin Ahmet'ten tek dile- gi, ara su-a Seyfi gibi Türkiye'- den, kalkan balığı getirtip pa- ha biçilmez değerdeki porsi- yonlan -bazen yaptığı gibi- Al- man müşterilere değil, sadece onun hasretini çeken Türk müşterilerine ayırması. MNORAMA AZ PARAYLA KARLI BİR İSYERİ ACABİLİRSİNİZ KÜÇÜK YATIRIMLARINIZI DEĞERLENDİREREK, FOTOĞRAF STÜDYOSU, ÇAAMŞIRHANE, DANS OKULU, ÇİÇEKÇİ, GAZETE BAYİİ, KURU TEMİZLEYİCİ, BERBER, EMLAK KOMİSYONCUSU, PARFÜMERİ, ATARİ SALONU AÇABİÜRSİNİZ. HANGİ İŞYERİ İÇİN NE KADAR YATIRIM YAPAAAK GEREKLİ? TEKNİK ANAÜZ SAYFALARIMJZI OKUA^ADAN BORSA'YA GİRMEYİN... AHMET MERGEN'İN ANALİZ SONUÇLARI, YIIBAŞINDAN BU YANA YÖZDE 100'E YAKIN DOĞRUYU YAKALADI GENÇ İŞADAMLARI DERNEKLERİ SAVAŞI'NDA "SEMRA ÖZAL" İDDİASI TÖSİAD ON YIL ÖNCE ÖZELLEŞTİRMEYE KESİN KES KARŞIYDI Sevdalıların kulisi PRAG M * }İMM FERRUH YILMAZ Büyülü masallar kenti Prag, Avrupalı sanat- çı gençler arasında pek makbul şimdi. Yani şim- di Prag "in." Yazarı, çizeri, ressamıyla onlar- ca sanatçı genç Prag'ı mekân tuttu. Avrupa mi- marisinin nadide örnekleriyle dolu Prag sokak- lannda yorgun düştükten sonra, yüzyıün başm- dan kalma mondan cafelerde kremalı kahve içip Kafka'nın kentinin havasını solumanın mutlu- luğunu yaşayan sanatçı gençler, mistik Prag ge- celerinde ilham perisinin peşine düşüyorlar. Köpru başlarında öpüşen sevdahlarla sevdayı, sokak müzisyenleriyle coşkuyu paylaşıyorlar. Sevdalı turistlerin büyülü kulisi Prag, yeni yüa eski yıllann yükünü taşıyarak girdi. Prag'ı ma- salunsı bir geçmiş olarak yaşayan turistler, ikinci dünya savaşıyla 1989 yıh arasındaki dönemin ağırlığım belki biraz restaurant kuyruklannda hissediyorlar. Sokak satıcılanndan ucuz Rus sa- atleri alıp Rus subaylannın orak-çekiçli kürk şapkalanyla dolaşmak pek revaçta şimdi. Ba- tıh turist orak-çekiçli şapkayı, Prag'da egzotik bir çeşni olarak algılarken, Praglı o şapkalara ve özellikle üzerindeki orak-çekice öcu görmüş gibi bakıyor. Silkinirken geleceğinden de bir şeyler kaybe- diyor. Çekostovakya parlamentosunun 30 ocak- ta yürürlüğe girecek bir karanna göre 1948-89 yılları arasında önemlj görevlerde bulunmuş ya da Çekoslovak gizh' polisiyle işbirliği yapmış olanlar, en az beş yıl devlet içinde sorumlu bir görevde bulunamayacaklar. Daha da ötesi, ge- nel hukuk anlayışına aykın olarak bu yasayla suçlananlar suçsuzluklannı kendileri ispat etmek zorunda kalacaklar. Çekoslovakya'nm "aydm" Devlet Başkanı Havel de mınn kırın etti, ama sonunda yasayı onayladı. Çekoslovak parlamentosunun bu karan, sa- dece eski komünistler değil, komünistlere kar- şı mücadele etmiş Çekler tarafından dahi, "ye- ni bir insan avı" olarak nitelendiriliyor. Çekos- lovakya, geleceğinin teminatı olarak gördüğü Avrupa Konseyi'ne çoktan girdi bile. Şimdi bu yeni yasanın, insan haklan ve demokrasi ağır- hkh Avrupa Konseyi'nin ilkelerine ne kadar uy- duğu tartışma konusu oldu. Çekoslovakya şimdi geçmişin intikamını almaya çalışıyor. Prag, geçmişinin yükünü atmaya çalışırken geleceğinden bir şeyleri de yitiriyor gibi. Ama dışarıdan gelenler için yine de sevdalılann köprü başında öpüştükleri büyülü masallar kenti Prag, şairler tarafından yazılmayı bekliyor. İmelda yine bir numara MANİLA DİLEK KOÇ KUVEYT BÜYÜKELÇİMİZ ÖZEN: "KUVEYT'TE ŞANSIMIZ VAR" PARA PİYASALARINDA NELER OLUYOR? DOVİZİ, BORŞAYI NASIL ETKIUYOR? HASAN KIUÇ, YATIRIMLARINIZIN GELECEĞİNİ SÖYLÜYOR "BANKALARIMIZIN BCCI ÖRNEĞİNDEN ALACAKLARI ÇOK DERS VAR" PROF.BAŞAR PANORAMAYA YAZDI MNORAMA Büyük patronice tmelda'mn eve dönmesinden sonra Marcos ailesinin diğer üyeleri de onun aç- tığı yoldan ülkeye teker teker dönmeye başladı- lar. Ailenin henüz dönemeyen en büyük üyesi ise dondurulduğu küvezden çıkanlıp Manila'- ya gömülmeyi bekleyen eski diktatör Ferdinand Marcos. Bayan Marcos'un felaket bölgelerine yaptığı geziler, günlüğüne 2 bin dolar ödediği otel odası, halka açık davetleri, basın toplanflları, çevresüı- deki 16 gorili ve sadece şahsına açılan 50 adet yolsuzluk davası ile Filipinler'de Imelda'h gün- İer yasanmaya devam ediyor. Devrik leydi ülkesinde bir numara olmanın tadını alabildiğine çıkanyor. Güncelliğini yitir- memek için de sürpriz açıklamalar yapmaktan hiç çekinmiyor. 62 yaşındaki bu taze dul, ismi- ni vermediği bir beyle yakın arkadaşhk içinde olduğunu ve evlenmeyi tasarladığıru da söyleyi- verdi; hem de zavallı kocasırun daha buzları bi- le çözülmeden. Bu arada senatör Aquilino Pimentel, tüm bu İmelda gürultüsü, histerisi içinde Marcos'lara karşı oldukça anlamlı bir dava hazırhğı başla- tarak insanlan dedikodu ve şamata yerine biraz- cık düşünmeye davet etti. Bu davanın amacı, 1972'de F.Marcos'un diktatörlüğünü ilan ettiği "Martial Yasası" ile başlayan dönemdeki yak- laşık 10 bin siyasal kurbanının hesabını sonnak- tı. Pimentel ve çalışma ekibi, bu acımasız dö- nemde karşıt düşünceleri yüzünden hapsedilmiş, işkence görmüş, sağ kalabilmiş ya da öldürül- müş tüm kurbanlar için Marcos ailesini insan haklannı ihial suçu ile yargılama haarüğı için- deler. Amerikan adalet sistemi örnek alınarak başlatılan bu dava, Martial Yasası döneminde insan haklan ihlaline uğramış her kişiye, eğer ölmüşlerse ailelerine, F. Marcos'un varislerince maddi tazminat ödetmeyi hedefliyor. 13 yılhk dıkta hâkimiyetini bu insanbk dışı bi- lanço ile ayakta tutabilen eski diktatör artık ya- şamıyor. Aıcak geride bıraktığı yüz milyonlar- ca dolarlık lervetin üzerine oturan varisleri, bu kez de insaniık suçlamasını miras alacaklar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle