Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMH1TRİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 20 OCAK 1992
CUMHURIYETTEN
OKURLARA
OKAY G3NENSIN
Tarafsız Dil
B ir gazetenin prestijini ve güvenilirliğini sağlayan
temel ursur haberleri veriş tarzındaki, dilindeki net
mrafs/zlıkvr. 3u tarafs-ızlık, zaman zaman kendini bazı
tiay'&rda faı&sıyla tavaf hisseden bazı okurları da
ehatsız edepilir; kendi duygularımn haberlerin diline
pansırrasmı steyenler olabilir. Ancak bu baskılara karşı
furaran bağmsız ve tarafsız tutumunu titizlikle
torumek, keı<tini tarasf hisseden okuyuculara karşı da
ç&zetenin haoer verme görevini tam yapabilmesinin
çüvencesıdir. ingiltere>'de IRA'nın terörist eylemleri
lonusü en yıygın biçfmde tartışılırken BBC'nin bir
t-amu kurumr olmasına karşın söz konusu olaylara
ii-şkin dilinin "tarafsızl.ğı" pek çok İngilizi de rahatsız
mi. 1988 yılrrda BBC VVorld Service'/n Haber Müdürü
Cavid SpaullAu konuya nasıl baktıklarını anlatan ve
çok temel biı gazetecJlik dersi veren bir metin
yayımladı. S/aull'un t>u metni oldukça aynntılı ve bu
SJtunur öiçüerinin çok ötesinde örneklerle
gjçlendırifmii- Bu önemli yazının geniş bir özetini,
forde bu kontlar daba serinkanlı tartışılmaya
inşlanc/ğındi bir kaynak olabileceği umuduyla
attanyoruz:
'BBC Dünya Servisi'nm hedefleri, haber merkezine, iç
ve dış daylarn izlenrrresinde, inanılır, yansız, güvenilir,
doğru, dengei ve bağ-ımsız habercilik yapılması
zcrunluluğum getiriyor. Yıllar geçtikçe, duygusallıktan
uzak, taraf tumaya y&r bırakmayacak standartları
getiştirdik ve »unları incelttik. Bundan kuru, renksiz bir
diı kullandığınuz anlaşjlmamalıdır; biz haberi verirken
olaylan olduğj gibi yamsıtmaya çalışıyoruz. Bunu
yaoarken de bazı rakiplerımızin aksıne, histerik ya da
atartıb bir dil kullanmamaya özen göstehyoruz.
Benimsediğirrîz hedefdere varabilmek için dikkatli bir dil
kullanmanın temel önemı olduğunu bıliyoruz...
Özellikle terörst ve terorizm sözcüklerini kullanış
biçimimiz farhrnızı en tyi biçimde ortaya koymaktadır.
Po/itikam/z çck açıktır. Terorizmin varlığını kabul
ediyoruz. Yiminci yüzyllın bu döneminde başka
türlüsünû de pek yapamazdık zaten. Haberi başka
kişiierın ağzından verirken "terörist" ya da "terorizm"
sözcüklerini kesinlikle değıştiriyoruz.
Bu politika, özellikle bazı şiddet saldırıları haberlerini
verirken güçlükler, zorluklar çıkarabilir. Biz ne kişiler, ne
de haber mencezi olarak terorizme yumuşak
yaklaşıyoruz. Jstelik, fazlasıyla izlemek zorunda
olduğumuz insanlık dışı vahşet olaylarına da hiçbir
sempati duymuyoruz. Çoğumuz için, zaman zaman
izlediğimiz bu politika kendi duygulanmızı,
düşündüklerirrizi kendimize yadsıtan bir baskı unsuru
durumunda. Biz de sık sık, nefretimizi ve duygulanmızı
"cani orospu çocuklan" ile eşanlamlı, yayımlanabilir
nitelikte deyimlerle ifade etmek isteriz. Ama bunu
yapmıyoruz, çiinkü bizfm ve dinleyicilerimızm
duygulanndan daha önemli bazı şeylerı tehlikeye
düşürebileceğımizi biliyvruz...
Terörist ve terorizm sözcüklerini kullanmamız gerekip
gerekmeyeceğini düşünürken, öncelıkle terörist ya da
terörist saldırı dıyebılmek için ne gibi unsurlar -y
bulunması gerektiğınd& hâlâ bir konsensus
sağlanamamış olduğu noktasından hareket etmemiz
gerekecektir. T&rorizme en ateşli biçimde muhalefet
edenler bile tutarsızdır.
Nikaragua'daki Contra'ların eylemlerini gayet rahatlıkla
terorizm olarak niteleyen bazı kesimler, aynı eylemler
Güney Afrika'daki ANC örgütü tarafından
gerçekleştirildiğinde terorizm sözcüğünü kullanmaktan
sakınırlar. Bazı başka kesimler ıse IRA'nın bir eylemini
terörist olarak nitelemekten çekinmezken Contra'ların
ya da Afganistan'daki Mücahitlerin aynı yöntemle
gerçekleştirdikleri eylemlere terörist etiketini »
yapıştırmazlar. Bu tür bir kıyaslama için sonsuz sayıda
örnek vardır.
Öncelikle bizim dinleyicJlerimizin en az bizim kadar
duyarlı olduklarını kabul etmemiz gerekir. Bir eylem için
terörist sözcüğünü kullanmadan da dinleyicilerimizin
bikji edinmesini sağlayabiliriz. Bir de çok kesin olarak
terorizm diyemeyeceğimiz eylemler vardır. Bu
durumlarda da her eylem için biraz da zorlayarak bir
yargı vermek zorunda kalmamamız gerekir...
Bu arada biz, söz konusu gruplara karşı hükümetlerin
giriştiği eylemleri betimlerken kullandığımız dile de
dikkat etmeliyiz. Geçmişte FKÖ'nün bir saldırısının
hemen ardından İsrail birçok masum insanın ölümüyle
sonuçlanan aşırı tepkiler göstermişti. Biz, "İsrail Hava
Kuvvetleri terörist bir saldırı gerçekleştirdi" demedik ve
demememiz gerekir. Biz, meydana gelen eylemi ve
sonuçlarını mümkün olduğu kadar gerçeğe yakın bir
biçimde betimlerken duygusal olmayan bir dil
kullanmak durumundaytz. Aynı dil (söylem) FKÖ'nün
gerçekleştirdıği bir eylemi betimlerken de
kullanılmalıdır...
Tüm bu nedenler yüzünden Üçüncü Dünya'da
meydana gelen olaylarda terörist sözcüğünü
kullanmaktan çekinirken bu etiketi Avrupa'daki
olaylarda, özellikle de IRA'yı betimlerken kullanmamız
mı gerekir? Cevabımız yine "Hayır" olmalıdır...
Bizim yansız bir dil kullanmamız, haberimizin içeriğini
tahrif etmeyeceği gibi etiket kullandığımızda yan
tutmanın bir kanıtı olarak kınanabiliriz. Böyle
yapmaktansa etiket kullanmadan daha etkili olabiliriz.
Bir yabancı radyo istasyonunu dinlerken, "Irkçı Güney
Afrika hükümeti..." diye başlayan bir haber duyarsanız,
bunun arkasından gelen ayrınttnın yansız bir yansıtma
olmayacağını anlayabillrsiniz. Üstelik Güney Afrika
hükümetinin ırkçı olduğunu siz kabul etseniz dahi...
Haberi dinlerken ırkçı etiketi bundan sonra
duyacaklarınız konusunda sizi gardınızı almaya zorlar.
Eğer bu etiket kullanılmasaydı siz haberi, içeriğine göre
değerlendirirdiniz..."
Katsayıve Gosterge Sistemi
NlÇİlt
Ek düzenlemelerin Sosyal Sigortalar sistemini bozmasına göz yummamak,
çağımızın sosyal güvenlik anlayışına uygun çözümü aramak gerekiyor.
YÜCE SUN İş Hukuku Müşaviri, Avukat
Emeklinin satın alma gücünü tüm devletler
hayat pahalılığına karşı belirli bir "sosyal gü-
venlik" uygulaması ile korur. Gerçeİcçi bir
yaklaşımla da bu koruma, eski ve yeni emekli
arasında bir gelir kaybı, gelırlerinde büyük
boyutlara varan farklılıklar yaratmadan ger-
çekleştirilir. Ülkemizde ise sistem tersine işle-
mektedir.
Sosyal güvenlik kuruluşlanndan emekli ay-
lığı alanlar arasında, çok farklı ödeme ve uy-
gulama getiren, siyasi içerikli isimlendirme-
mız icap eden yasalar da "sosyal hukuk dev-
leti"ne aykırılıklar taşımaktadır. Katsayı ve
gösterge sistemi'nin oluşturduğu eşitsizlik, in-
sanlık onuru ve anayasal düzenle bağdaşma-
maktadır.
Belli başlı aksaklıklar
Katsayı ve gösterge sısteminin kaldmlması
gerekmektedir. Belli başlı aksaklıklan kısaca
şöyle özetleyebiliriz:
1. Yaşlılık ayhklarl emeklinin geçim ortamı-
nı sağlayan yüzde 70 oranından giderek yüzde
60'lara, en son yüzde 50'ye düşürülmüştür.
2. Tavan ve taban yaşlılık ayhklan arasında-
ki oran farkı, katsayı ve gösterge sistemi'n
den önce 10 kat iken, giderek 1 katın altına in
miştir.
3. Bugün tavandan 5 takvim yılı prim öde-
miş ve 28 yıl yani 10.080 gün prim ödemiş sı-
gorta emeklilerinden değişik tarihte emekli ol-
malan nedeniyle 9 gruba aynlmalan yanında
aylıklan arasındaki farkhlık büyük boyutlar-
dadır.
4. Sosyal Sigortalar Yasa^ı'nın katsayı ve
gösterge sisteminin uygulanmasından önce ta-
van pnmınin yüksek tutulmasından dolayı,
emekli olanlann gerçek kazançlannın yüzde
70'i yaşlılık aylığı olarak bağlanmakta ve
emekli, mevcut hayat şartlanna intibak ede-
bilmekteydi. Bu ayhklarda her sene, 1.2-1.4 gi-
bi kazançlar arasında eşitliği sağlayacak oran-
tılı rakamlarla çarpıtarak eski ve yeni emekli-
lerin aralarında eşitJık ve geçim seviyeleri bo-
zulmadan muhafaza edilmekteydi. Bir fakir-
lik edebiyatı ile tabandan prim ödeyenler, ta-
vandan pnm ödeyenlere yaklaştınlmaya baş-
landı. Katsayı ve gösterge sistemi ise emekli
aylıklarını sabitleştirmekte, eski emeklinin in-
tibakını sağlamamaktadır. Zaman süreci için-
de eski emekli sefalet ücretine gelmektedir.
5. Alt ve Üst Gösterge Tablosu ile iki sistemli
yaşlılık aylıgı bağlanma sonucunu getirmiştir.
Eski emeklilerin intıbaklannın yapılmaması,
toptan borçlanarak büyük meblağlara varan
ödeme yapan, emekli olanların kazanılmış
haklan ise dondurularak anayasamızın öngör-
düğü "sosyaJ hukuk devleti ilkesi" zedelen-
miştir.
6. Sosyal güvenlik sistemleri anlaşılır, güve-
nilir, eşitlik ilkesini bozmayan, sigortalmın
emekli olduğu tarih ile yaşadığı şürece eski re-
fah düzeyıni koruyucu ilkelerle istikrar içinde
olmasını sağlamakla yükümlüdür. Bu husu-
sun pazarlık konusu yapılması, "sosyal hukuk
devleti ilkesf'ni benimsemiş bir anayasal dü-
zende düşünülemez.
7. Sosyal Sigortalar Yasası'nı tadil eden.
3246 sayılı yasa ile 1990 yıhndan itibaren,
emekli olma yaş sının erkekler için 60, kadın-
lar içinse 55'e çıkartılmıştır. Buna karşın, ül-
kemizde çalışan nüfusun yüzde 50'si işsizlikle
karşı karşıyadır. Yine, nüfusumuzun yüzde
50'den fazlasını gençler oluşturmaktadır. Nü-
fusumuzun yüzde 4'ten azj 60 yaş sınınndadır.
Ülkemizde yaşam süresi 65 iken, Avrupa'da
77 yaş ortalamasındadır.
İstihdam edilenlerin yaş sının ülkemizde 30
ila 35 yaşla smırlandınlmıştır. lşsizlik sigorta-
sı olmayan ülkemizde, istihdam yaşı ortada
iken, sigortah erkek 60, kadın 55 yaşına kadar
yaşayabilirse, asgari ücretten emekh' olma
şansına erebilecektir. Sistem sonucu sigortalı-
ların tamamı asgari ücretten emekli olabilme
şansına, tavandan uzun süre prim ödeseler da-
hi aylık bağlanmada bütün sigortalılık süreci
hesaplanacağından hep asgari ücrete yakın
düzeyde emekli aylığı alacaklardır. ,
8. Işçi, sıgortalılığının başlangıcmı, adına
ödenen prim miktannı ve süresini bilememek-
tedir. Ne zaman, ne miktarda yaşlılık aylığına
hak kazanabileceğmi takip ve öğrenme ımkâ-
nına da sahıp değildir. Halbuki 1975 yılına ka-
dar, Sosyal Sigortalar Kurumu, sigortalısına 3
ayda bir dökümlü form göndermekte iken bı-
lahare talep halinde resmen bildirmekteydi.
Bu, ileride emeklilikte doğabilecek haksızlık-
lara süresinde itiraz etme hakkını işçiye sağla-
maktaydı. Şu anda, sigortah değıl prim tutarı
ve gün sayılannı, emekli aylığı başvurusunda
6 aydan önce, 1 sene içinde tahsisini aiabilirse
kendini mutlu saymaktadır.
9. Emekli aylıklannın enflasyona yenik düş-
mesi ve her altı ayda katsayının yüicseltilmesi
sonucunda; aynı yılın ilk altı ayı ile sonraki altı
ayının bitiminde, emekli olanlann aylıklann-
da farkhlık doğmaktadır. Sigortalı isterse se-
nelerce hep üst sınırdan prim ödese bile diğer
kendine emsal olacak sigortalılardan farklı bir
derece ve kademeye sistem icabı gelecektir. Si-
gortah, ya üst veya alt sınırda sabitleşmekte ve
iki eşitsizlik sının ile karşı karşıya kalmakta-
dır.
10. Sosyal Sigortalar Yasası, yaşlılık aylığı
için takvim yılı esasını benimsemesınden bu
yana, sigortalmın " 1 ocak"tan, diğer senenin
"1 ocak" tarihleri arasında emeklihğini iste-
mesi halinde, bu senenin kazancı emeklilik ay-
lığının aşağılarda yer almasına neden olmak-
tadır. Eski uygulamada böyle bir gelir kaybı
kısmen de olsa önlenebılmeİcteydi.
Sonuçta nasıl bir yasa?
Sosyal Sigortalar Yasası, 1965 yıhndan bu
yana 30 defadan fazla ve bundan da daha da-
ha fazla kararnameler ile sigortalılann ve işve-
renlerinin aleyhine getırilen haklarla, hakça
olmayan düzeye getirilmiştir. Yalnız işçi ve iş-
verenlerin ödediği primlerle ve bu prim oranı
emsal sosyal güvenlik uygulayan ülkelerin çok
üstünde, devletin katkısı olmadan ikili bir sis-
temle yürütülmektcdir. Bu primlerin, artık
devlet için bir gelir kaynağı oluşturmasının ya-
nında, bir vergiye dönüştüğü ortadadır.
Yeni bir Sosyal Güvenlik Yasası'na ihtiyaç
vardır. Ancak bu yasa ülkemizin şartlanna gö-
re olmalıdır. Yaşlılık aylığındaki yaş sınınnın
yeniden ayarlanması, prim oranınm düşürül-
mesi, devletin kamu görevi ifa etmesi sonucu
sisteme prim ödeyerek iştiraki, milli gelirden
pay aynlması öncelikle gerçekleştirilmelidir
inancındayız.
Halen, 506 sayılı yasada uygulanmakta
olan katsayı ve gösterge sistemi, iki gösterge
tablosu ile eski ve yeni emekliler arasında gi-
derek yaygınlaşan, eşitliği bozan, iki gösterge
tablosundan emekli olanlann tavanlan tavan-
da, tabanlan tabanlarda birleştiren, bir farkh-
lık ve eşitsizlik aratmayacak şablon "tek bir
taWo"da birleştirilerek eşitsizliklerin kaldınl-
masından sonra yeni bir Sosyal Güvenlik Ya-
sası'nın düzenlenmesine, çağımıza uygun bir
yasayla gidilmelidir. Sosyal güvenlik sistemini
yeniden ve toplumun refahına yönelik olarak
düzenleyen bir Japonya ömeği önümüzde
mevcut iken, her geçen gün geçici tedbirlerle,
ek düzenlemelerin Sosyal Sigortalar sistemini
bozmasına göz yummamak, çağımızın sosyal
güvenlik anlayışına uygun çözümü aramak
gerekiyor.
PARIS'TEN SELÇVK DEMIREL
CUMHURİYET MATBAACILIK VE
GAZETECİLİK T.A.Ş.
DENETÇİLİĞİNDEN,
Boşalmış bulunan şırket yönetım kurulu uyelıklerıne olağan genel kurul toplan-
tısına kadar dört >enı u>e seçıbnesı konusunda yapdması ıstenıletı olağanustu pay sa-
hıplen toplanüsı 17 01.1992 günü pay sahıplennden bınnın talebı, diğer pa> sahıp-
lerinındemulabalcatlanylaertelenmijOİmaklaTT.K' 355.maddesıgeregıncev«şırkeı
paysahıpl«rındenBerınNadfnın03.01 1992tarıhlıveTTK 336 maddesıge^ınce
gundeme konulmasını lalep ettığı hususlan da ıthal ederek pay sahıplerı olağanus-
tu genel kurulunu aşağıdakı gundemı göruşmek uzereTT.K. 355 maddesı gereğın-
ce 21.021992Cumagıinüsaat Il.OO'de şırket merkezı olan Turkocağı Caddesı 39-41
Cajaloğlu/İSTANBUL adresınde toplantıya davet edıyorum
Denetçı
özer Derbıl
GÜNDEM:
1. Açilış, başkanlık dıvanının oluşması,
2. Boşalan yönetım kurulu uyelıklennın yenne, yapılacak olagan genel kurul toplan-
usına kadar dört yeni yönetım kurulu uyesı seçılmesı,
3. Ekım 1991 ile kasım ve aralık 1991 sonu ıtıbanyla ıştırakler de dahıl olmak uzere
geçıcı bılançolarla, kâr-zarar durumunu gösleren malı labloların genel kurula getı-
rılmesı ve bunun ışığı altında Cumhunyet gazeıesındekı son gclışmelerın arastırılıp
dejerlendırıJmesı.
4. Düekler
KÜRŞAT BUMİN
1986 YILI VE 86/10911 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARINA GÖRE SIGARA SAĞUĞA ZARARLIDIR
Okulumuz
Düzeltilebilir mi?
Reform uygulanamayacak, düzeltilemeyecek yapıda
kurumlar var mıdır? Yoksa bir kurum ne kadar "kötü" olur-
sa olsun bir yerlerden başlanarak yine de düzeltilebilir mi?
Benzer sorular yakın zamana kadar kimi rejimler için
de söz konusuydu: Totaliter bir rejimın -ve de bunun has
bir örneği olan Sovyetler Birliğı'nin- düzeltilemeyeceğini
ileri süren (Claude Lefort gibi) ciddi düşünürler vardı. Oy-
sa ınanılmaz bir hızla gelışen olaylan -ve bu düşünürler-
den bazılarının "özeleştırıleri"ni- yakından ızledik. Sov-
yetler Bırliği gibi totaliter bir rejimi de meğer o kadar abart-
mamak gerekirmiş! Aslında benim kanaatim bu "özeleş-
tiriler"in hak edilmediği yönünde: Sovyetler Birliği'ndeki
rejim düzelmedi, reform geçirmedi, sadece çöktü.
Ancak benim bugün sözü getirmek istediğim yer okul-
larımız. Bu kurumun düzeltilebileceği yolunda da iyimser
olmamak gerekir sanıyorum. Ülkemızdeki 'okul'da da ay-
nen totaliter bir rejimde olduğu gibi bir reformun başlatı-
labilmesi için gereklı olan zayıf da olsa tutunulacak bir
destek bulamazsınız. Okulumuzun asıl işlevi apaçık or-
tadadır: Kültürden nefret ettirmek ve bireyselliği katletmek.
Bu nedenle, bu 'okul'u zorunlu biçimiyle uzatmak gibi
niyetler boşunadır; mevcut durumuyla hiç olmaması da-
ha vahim sonuçlar doğurmaz!
Okul sorununun yalnızca Türkiye'nin gündeminde ol-
madığını bıliyoruz. Batı ülkelerinde de bu kurumun etra-
fında oluşan sorunlar ve tartışmalar giderek gelişiyor. Bir-
kaç yıl önce bir Fransız yazar ülkesındekı durumu şöyle
özetliyordu: "Okul modern, öğrencilerpost-modern!" An-
cak bızdeki durum bu benzerlerinden çok farklıdır. Bir
benzetme yapmak gerekirse: Türkiye'de 'okul' pre-
modern, öğrenciler ancak modern!
Çoğu zaman sa- ^ _ _
nıldığı gibi ülkemiz-
deki okul sorunu "la-
iklikten uzaklaşma"
eğilimıyle de açıkla-
namaz. Durum çok
daha ciddidir ve bel-
ki de bu türden tar-
tışmalann merkezi
işgal etmiş olmaları
konuyu doğru dü-
şünmemize fırsat " ~ " ~ ~ ~ " ^ ™ ~ " ~ ™ — — ^ ^
vermeyen önemli engellerden birisidir. Sorgulama içine
en az diğerleri kadar laikleri -ve de onların sistemini de-
sokmak gerekir. Mevcut 'okul'u Köksal Toptan düzelteme-
yeceğı gibi öğretmen sendikaları da düzeltemez. Çocuk-
larımıza duşman ve çocuklarımızın düşmanı bu kurumu
değıştirmek için çok farklı düşünsel bir çaba gösterilme-
si kaçınılmazdır.
Köksal Toptan, basına da yansıyan "dayak olayı" ile il-
gili olarak verdiği demeçte, selefinden farklı konuşmuyor:
"Dayakla eğitim olmaz" diyor, dayak olayının üzerine en
sert biçimde gideceğını belirtiyor. Oysa bu ve benzeri tu-
tum ve demeçler eskıden hiçbir şeyi değiştirmedi, şimdi
de değıştırmeyecek. Çünkü dayakla, hakaretle -ya da sus-
kun bir biçimde- güçlendirilmiş otoriter tavır, aynen işken-
ce konusunda olduğu gibi "münferit olaylar" değildir. Bü-
tün bunlar okulumuzun, eğitimimizin öznitelikleri, yani on-
ları her neyse o şey yapan özellikler.
Yine soruşturma açılacak, yine ifadeler alınacak, yine
"kınama"lar dağıtılacak (...) Kim inanır 'okul'un bundan
böyle "dayaksız" olacağına! Askeri bir birliği teftiş eden
Genelkurmay Başkanı'nın erlere hitaben, "Orduda dayak
yoktur, aranızda dayak yiyen var mı" sorusuna subaylar,
çavuşlar ve erler nasıl kıs kıs gülmüşlerse, "Dayak iste-
mem, dayağa müsamaha etmem" diyen yeni bakanı da
öğretmenler, öğrenciler -ve hatta veliler- herhalde gülüm-
seyerek dinliyorlardır. Hiç mi askerlik yapmadık! Hiç mi
öğrenci olmadık!
Okulumuzu kültür düşmanı ve bireyselliği katledici du-
rumundan nasıl uzakiaştırabiliriz? Sonuna geldiğımiz bu
kısa yazıda bunu etraflıca tartışmak mümkün değil. An-
cak, bence anahtar görev görebilecek önemli değişiklik-
lerden birisıni şöyle özetleyebilirim: Okul teksahipliiikten
kurtulmalıdır. MEB'nın çok fazla yetkisi vardır. Yapılacak
değışiklikler asıl gücünü toplumsal odaklardan -dolayısıyla
en başta ana-babalardan- almalıdır.
"Kendi okulunu kendin yap, müfredatını ben yapayım"
diyen devletin karşısına, "Okulumuzu sen yap, müfredatı
ben de yapayım" diyen ciddi bir muhatap çıkmalıdır. Ba-
kanlık ve 'okul' arasına yere\ yönetimler gibi seçimle gel-
miş farklı güçler girmelidir.
Söylemeden (şimdilik) geçemeyeceğım bir diğer husus
da, "Maarif Bakanlığı mı, Milli Eğitim Bakanlığı mı?" tar-
tışmasını açmanın yararı olacağıdır.
"Kendi okulunu kendin
yap, müfredatını ben
yapayım" diyen devletin
karşısına, "Okulumuzu sen
yap, müfredatı ben de
yapayım" diyen ciddi bir
muhatap çıkmalıdır.