Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/14 20NÎSAN1991
Sovyetbayanlann sınırticareti
KARADENİrİN
DOGUSUNDA
Gülten Kazgan
Bizim turu düzenleyen şirketin hesapça
Batum'da bir komisyoncusu vardı; hesap-
ça gelip bizi alacak ve ihtiyaçlarunızı kar-
şılayacaktı. Bitmek bilmeyen yagmur altın-
da epey bekledikten sonra, gelmelerinden
umudumuz kesildi. (Dönüşte de aynı şekil-
de, gelmeleri gerekirken kimse gözükmedi).
Aniaşılan, glasnost-perestroyka özel sektörtt
bu biçim çalışıyordu. Ne var ki taksi şoför-
lerinin özel sektörcfllük oyununa diyecek
yoktu. Yağmur aitında ortada kaldığırmzı
• görünce, etrafımızı sardılar ve pazarlık baş-
ladı. Adam başına 4.S dolar, taksi başma
4 kjşi hesabıyla bizi sırur kapısından Ba-
tum'a götürrneyi teklif ettiler; bu fiyat, pa-
zarlıkla taksi başına 6 dolara indi. Neyse,
3 taksiye dolup yola düzüldük. Zaten topu
topu 20 dakikalık bir yolumuz vardı, kent
merkezine kadar.
Bizim taksinin soförü 40-50 kelimelik
Türkçe konuşabiliyordu. Yaptığı ilk iş, yo-
la çıkar çıkmaz, arabanın tavanından sar-
•kan küçük bir kitapçığı sallayarak, "Kuran
bu, ben Mnslüman" demek oldu. Böylece
70 yühk Sovyet komünizminin, sisteme yol-
daş yerine, bize dindaş yetiştirdiğini öğren-
miş olduk. Ancak işin içinde bir bit yeniği
olduğunu biraz sonra öğrenecektik. ldeo-
lojik olarak bizi tavladıktan sonra sıra ti-
carete geldi. Tıpkı Ingilizlerin dediği gibi ti-
caret, bayrağı izleyecekti. Bizden 10 dolar
bozdurmanuzı istiyordu; karşılığında 150
ruble, yani resmi kurun yaklaşık 10 katı rub-
le venneye hazırdı. (Bu fiyat, Batum'daki
otelde 1 dolara 20 nıbleye, Krasnodar'da 26
rubleye çıktı). 100 rublelik ve 50 rublelik
banknotlan sallayarak gösteriyordu. Allah-
tan, işin içindeki bit yeniği konusunda uya-
nlmıştık rehber tarafından. Gorbaçov, hal-
kın elindeki aşın nakit birikimini çekmek
istiyordu; bir yandan da elinde büyük 100
ve 50 rublelik banknot birikimi olan
karaborsaa-mafya takımı ile mücadele et-
mek. Bu nedenle üç gün içinde bu banknot-
lann yürürlükten kaldırılacağı bildirilmiş-
ti. Bunlann yerine yenileri verilecekti. Elin-
deki banknotlan nasıl kazandığmı ispatla-
mak kaydıyla 1000 rubleyi aşan birikim de
değiştirilebilecekti. Karaborsaa-mafya ta-
knıu kazanç yollannı gösteremeyeceğine gö-
re de bunlann beli kınlmış olacaktı.
'Diyalektik
1
kural
Ancak bu uyguiamayı getirenler diyalek-
tik kuralı unutmuşa benziyorlardı; zehir
kendi panzehirini yaratnuştı. Uyguiamayı
yürürlüğe girmezden önce haber alan
karaborsacı-mafya takımı, ellerindeki ku-
pürleri çeşitli yollardan değiştirmişti. Bizim
gibi sının yeni geçip de karaborsa kurunun
cazibesine kapüacak olanlan kolayca tuza-
fa düşürmüşlerdi. Söylentiye göre bu ara-
da pek çok Türk de ütülmüştü. Sovyet hal-
kı ise paniğe kapümıştı; hatta bir ara işçi-
KrasMrtv
Novorassisk
Suhumi
Türk-Sovyet sınırında eski model Ladaları süren
şişman Sovyet bayanların otomobilleri naylon torba,
karton kutu ve bavuilarla doluydu. Bu kadınlar antik
çağ Amazonlarının torunları olmalıydı. Ne savaştan
ne heyelandan korkulan vardı.
Girişken tüccar
görünümlü bu bayanlarla
Sarp sınırındaki baskıcı
bürokrat erkek Sovyet
polisi ve askerleri tam bir
karşıtlık oluşturuyordu:
Birinciler tipik kapitalist,
ikinciler ise bu an gibi
çalışkan, kâr için canını
ortaya koyan bayanları
sınırlamaya çalışan
bürokrat sınıfı oluşturuyor olmalıydı. Sınır
ticaretine konu olan metalar ise karşılaştırmalı
üstünlükler hakkında genel dengeleri kurmaya
gerek kalmadan iyi bir fikir veriyordu.
Görünüşe göre esas girişimci - faal tüccar pozunda
Sovyet sosyalistleriydi; bizim tarafın girişimcilik
düzeyi daha geride kalmış gözüküyordu. Yani alan
da satan da onlardı. Sadece bizim tarafta bazı
intibak süreçleri yaşanıyordu.
EBSüm •
Samsun
Hopa
lerin sadece 1000 ruble tutarında değiştir-
me haklan olacağı söylentisi paniği iyice
arttırmıştı. Birçok Sovyet cumhuriyeti -
Kazakistan, Ermenistan, özbekistan, Rus-
ya Federasyonu gibi- bu üç gunlük süreye
uymayacaklannı bildirdiler.
Kısacası Sovyet para ve döviz piyasaları
tuzaklarla dolu gözüküyor, gözü açık dav-
ranayım derken, insanlan gafil avlayabili-
yordu. Ama istihbarat teşkilatı güçlü olan
karaborsacıiar paçayı kurtarabüiyordu.
Sınır ticareti
Sarp sınır kapısının açılmasını izleyerek
başlayan sınır ticareti, bu ticaretin faal ki-
şileri, karşılaştırmalı üstünlükler, cinsiyete
göre iş yaşamına katılma, gözüpek-beceri
düzeyi yüksek girişimcilik yetenekleri ko-
nusunda görerek, sorarak pek çok şey öğ-
renmek mümkiin oldu.
Hopa-Sarp yolunun tenhalığ) bizi yanılt-
mıştı; gerçekte canlı bir sırur ticareti sürdü-
rüJüyordu Gürcistan ile aramızda. Ama he-
yelandan ürken bizim "erkek" tüccarlar o
gün yola çıkmamıştı. Sarpi'de, yani Sarp
1
ın Sovyet sınırındaki kesiminde, otobüsleri
dolduran, yollarda bize refakat eden eski
model Ladalan süren şişman Sovyet bayan-
lanysa, sınır ticaretinin elemanlanydı. Za-
ten onca naylon torba, karton kutu, bavul
dolusu eşyanın kişisel kullanım için olama-
yacağı belliydi. Bu kadınlar antik çağ Ama-
zonlanmn tonınlan olmalıydı; ne Batılı tu-
ristler gibi Saddam'ın füzelerinden korkup
Türkiye'den kaçıyorlardı ne de bizim
"erkek" tüccarlar gibi heyelandan çekindik-
leri vardı. Yolda kınlıp dökülmüş eski mo-
del Ladalara rastlamadığımıza göre bunlar
da ralli arabalan gibi son derece dayanıkb
olmalıydı.
Girişken tüccar görünümlü bu bayanlar-
la, Sarpi sınırındaki baskıcı bürokrat erkek
Sovyet polisi ve askerleri tam bir karşıtlık
oluşturuyordu: Birinciler tipik kapitalist,
ikinciler ise bu an gibi çalışkan, kâr için ca-
nını ortaya koyan bayanlan sınırlamaya ça-
lışan bürokrat sınıfı oluşturuyor olmalıydı.
Sınır ticaretine konu olan metalar ise kar-
şılaştırmalı üstünlükler hakkında -genel
denge modelleri kurmaya gerek kalmadan-
iyi bir fikir veriyordu. Bizim kamyon şoför-
leri kapak lastikler takıp depodaki mazotu
gerekli en aza indirip sının geçiyorlardı. Ta-
bii, dolarlar da karaborsadan bozdurulu-
yordu. Batum'da lastikler değişiyor, depo-
ya mazot dolduruluyordu. Böylece
"yenileme" maliyeti bizdekinin sadece yüz-
de 10-15'ine gerçekieştirilebiliyordu. Ama-
zon bayanlann kutulanndaysa deterjan, sa-
bun; naylon torbalarda bol bol battaniye,
giyim eşyalan görüJebüiyordu. Trabzon'daki
pazardaysa, bunlar gelip iğneden sürmeye
her şey satıyorlar, kazandıklannın karşılı-
ğında mal aüp gidiyorlardı.
Görünüşe göre esas girişimci-faal tüccar
pozunda Sovyet sosyalistleriydi; bizim ta-
rafın girişimcilik düzeyi daha geride kalmış
gözüküyordu. Yani alan da satan da onlar-
dı; sadece bizim tarafta bazı intibak süreç-
leri yaşanıyordu; kahvehanelerin deri eşya
pazanna dönüştürülmesi gibi.
Şaka bir yana, sınır ticareti Karadeniz'in
Doğu sahilinin durgun ekonomik yaşamı-
na canlılık getirmiş. Hükümet de altyapı-
nın eksikliğini gidermek için Sarp'ta bir ti-
caret merkezi kurma ve gümrük alanını ye-
niden düzenleme karan almış. Yani onlann
ticaret hevesi, bizim tarafı-özel ve tüzel-
harekete sevketmiş. Anlaşılan Gorbaçov,
glasnost ve perestroykayı ilan ederken Sov-
yet halkımn hiç olmazsa bir kısmındaki bu
girisim gücünü fark etmiş. Komşular yaman
tüccar olacağa benziyor.
Bir hayaiet otel
Batum'un en iyi oteli dedikleri Inturist
Oteli'ne doğru yolda giderken bazı gözlem-
ler de yapabildik. Burası bizim Hopa- Sarp
arasındaki çetin arazi koşullanndan uzak,
ama o kesitûı ılunan iklim koşullanm taşı-
yan güzel bir doğal çerçeveye sahipti. 1U-
ristik bir bölge olmamn bütün koşullanm
taşıyor gibiydi. Evler iki katlı, zarif bir mi-
mari zevke göre yapıimıstı, bizim taraftaki
yoz mimariden eser yoktu. Kentin yeşil do-
kusu olağanüstü güzeldi: Yollann iki yanın-
da ökaliptüs ağaçları, manolya ağaçlan ve
palmıyeler dizilmiş uzanıp gidiyorlardı. Sa-
hildeki kordon boyunda kurulmuş yemye-
şil bir parkm bitki örtüsü bir başka güzel-
likteydi. Kent Osmanlılardan Ruslara geç-
• tikten sonra söylediklerine göre yıkılıp ye-
oyulmuş, içinden plastikler dışarı fırlamış-
tı. Resepsiyonda duran yaşlı adam paltosu
ve kalpağıyla oturuyordu.
Rehberimiz,resepsiyongörevlisine yemek
yemek ve gece kalmak istediğimizi bildir-
dL Görevli bizi atlatmak istiyordu. Otel yaz-
lıktı, müşteri kabul etmiyordu. Oysa bu ara-
da sürekli yukardan aşağı birileri iniyor, dı-
şardan gelenler yukan çıkıyordu. Yani tam
gaz bir trafik sürüyordu. Neyse, rehberimiz
gitti, bir saat kadar sonra bürokrat kılıklı
bir adamla birlikte geri geldi, adam bizde-
ki belediye başkan yardımasımn yardıma-
sı gibi bir konuma sahipmiş. Resepsiyon gö-
revlisine bir şeyler söyledi, bu kez işler de-
ğişti, odala: hazırlanacak, yemek servisi ya-
pılacaktı. Peki, ya valizler ne olacaktı? Gö-
revli hırsızlık olabileceğini, vaüzlerin ora-
da duramayacağını söylüyordu. Hırsızlık
konusunda daha önce uyanlmış olduğumuz
için bu kez, otdin depo görevlisini bekle-
meye başladık. O da bir yanm saat aradan
sonra çıkageldi elinde anahtanyla. Böyle-niden yapıimıstı. Bunca güzelliğe rağmen
kentte bir gariplik sezinlememek de müm- ce yemek yeme yolundaki bir diğer engel da-
kun değildi. thmale uğramış bir güzellikti ha ortadan kalkmış oldu. Âdeta G.C Me-
bu, aynca sanki nötron bombası düşmüş gi- notti'nin "Konsolos" operasını seyreder gi-
bi etrafta in cin top oynuyordu. biydik; işler bir türlü yürumüyordu. Sınır
Yaklaşık 20 dakika süren bir yolculuktan ticaretinde gözlediğhniz gnişkenlikle burada
sonra Inturist Oteli'ne vardık. Bahçesi pal- yaşadığımız atlatmacüık birbirine hiç uy-
miye ağaçlarıyla çevrili, öne doğru bir ya- muyordu.
nm daire biçiminde uzanan, iki yanında sü- Neyse sonunda bütün engeller aşıldı ve
tunlanyla görkemli bir binaydı bu. Otelin yemek salonuna ulaştık. Restoranın görü-
lobisine girdiğimizde, bu görkemli görün- nüşü, bu çelişkiler diyarına bir yeni tablo
tüyle bağdaşmayan bir perişardıkla karşı- ekliyordu. Art nouveau-art deco tarzında
laştık. Lobi karanlıktı, ışıklar yanmıyordu. -Çubuklu'daki Hidiv Kasn'nın büyuk ye-
Oysa akşam saatiydi ve karanhk basmıştı. mek salonunu andıran - bir yerdi burası.
Bizi görünce ışıklan yaktılar, ama ampul- Lobideki perişanlıkla hiç ilgisi yoktu. Ta-
ler kesinlikle 10 mumdan fazla ışık vermi- vandaki bronz-kristal kanşımı nefis avize-
yordu. Içerisi de buz gibiydi. Yerde, çok de- ler zarif tavan tezyinatını aydınlatıyordu;
ğerü gibi duran eski ve güzel halılar seriliydi, yerde, bugune dek görmediğim güzellikte
buna karşılık, kirli san vinilex gibi bir mad- bir parke, gece mavisi kumaşla kaplı art de-
deyle kaph koltuklann kol yerleri yuvarlak co tarzında koltuklar, beyaz keten örtülü
masalar müşteri beküyordu. Koca salonda,
sadece 5-6 masa doluydu. Koltuk örtüleri
renginde birörnek tayyörler giymiş, bakımb
garson hammlar servis yapıyordu. Salon bu
kadar boşken, yemek servisi yapılırken re-
sepsiyon görevlisi bizi niçin atlatmak iste-
yebUÎrdi ki? Işin içinde bir bit yeniği vardı,
ama anlamak kolay değildi.
Yemek yiyip odamıza çıktığunızda, lobi-
deki perişanhk aynen devam etti. Oda buz
gibiydi, tavandaki ampuller 10 mumluk da-
hi ışık vermiyordu, banyodaki havlular kir-
liydi vesaire, vesaire...
Milliyetçilik ve cezası
Odanın soğuğundan kurtuluşu kat kori-
donındaki lobide oturmakta bulduk. Zaten
herkes orada toplanmıştı. Televizyon vardı,
kat görevlisi bir bayan fokur fokur kayna-
yan semaverden isteyene çay servisi yapıyor-
du. Bu bayan dahil herkes gerci sokak kı-
yafetiyle, başı gözü sanh oturuyordu, ışık
yine çok azdı, ama hiç olmazsa sohbet et-
me imkânı vardı.
Biraz sonra, genç iki Türk çıkageldi; kat
görevlisi bayanla can ciğer dosttular. Gece
ilerleyip sohbet koyulaştıkça, oteldeki aca-
yipliğin nedeni anlaşılmaya başladı. Gürcis-
tan'daki milliyetçilik hareketine merkezi
Sovyet hükümetinin tepkisi elektriği kesmek
ve petrol vermemek yönünde olmuştu.
Onun için otel ısıtılamıyor ve aydınlatüamı-
yordu. Birkaç gün karanlıkta kaldıktan son-
ra bize başvurmuşlardı elektrik almak için.
Türk hükümeti elektrik vermişti, ama an-
laşılan alınan elektrikle aydınlatma da an-
cak o kadar olabiliyordu. Karşılıklı etkileş-
me, tepkileşme sürecinde, bura halkı da In-
turist Oteli'ni boşlamıştı; bu oteli merkezi
Sovyet hükümetinin bir uzanüsı sayıyorlar,
işte o biçimde işletiyorlardı.
MiUiyetçilikle bir diğer karşılaşma saba-
ha karşı başladı, yakın bir yerde silahlı ça-
tışma oluyordu. Birileri bir yerleri tanyor,
tek tük silah atışlanyla sanki diğerleri kar-
şılık veriyordu. Çatışma, 15-20 dakika ka-
dar sürdükten sonra süahlar sustu. Biraz
sonra odadaki banyonun lavabo muslukla-
nndan şakır şakır sular akmaya başladı,
kaynar sular geliyordu. İşin ilginci, grup-
taki herkesüı musluğunda aynı olay olmuş-
tu. Bu oteldeki teknolojiyi de anlamak
mümkün değildi. Voltaj düşüklüğünden
elektrik ampulleri ölü gözü gibi ışık veri-
yor, ama bütün elektrikli aletler -televizyon,
asansör, semaver- tıkır tıkır işliyor, kapalı
musluklar kendi kendine açılıp ısıtılmayan
otelde kaynar sular akıyordu.
Batum Havaalanı'na gittiğimizde aynı pe-
risanhğın devam ettiğine tanık olduk. Ter-
minal binası dökülüyordu, pislik içindeydi;
bütün koltuklar kırık döküktü, plastikler
yırtılmış, örtülerin altından fu-lamıştı. Ana-
dolu kasabalanndaki otobüs terminallerin-
de dahi görülmeyecek bir perişanlıktı bu.
Bir köşedeki tezgâhta satışa sunulan eşya-
lar hiç kimsenin iltifat edeceği cinsten de-
ğildi, zaten kış ortasında yazhk eşya sergi-
lenmişti.
Söylediklerine göre Gürcüler, Aeroflot'u
da kendilerinin saymıyorlar, Inturist Ote-
li'ne bakmadıklan gibi hava meydanını da
boşluyorlardı. Anlaşılan "Gürcistan
HııvayoUan" kuruiuncaya kadar ne termi-
nal binasından ne hava meydanından geri-
ye pek bir şey kalacağı yoktu.
Yann: Sovyetler'de
ekonomik çelişkiler
HABERLERİN DEVAMI
SHP'nin6
Laiklik Raporu' hazır
(Baştarafı 1. Sayfada)
Türk toplumunun ve T.CÎnin
din efitimi ve öğretimi gibi bir
yükümlülük yıiklenmez. 82
Anayasası'yla böyle bir yiiknm-
liilük yüklendiği yönünde düşü-
nenler ise yanılnmktadıriar. Bu
anayasada yer aldığı haliyle bu
öğretimin niteliği genel kültür
edindimıe oJup, bdü bir dine ait
bügilerin özel olarak ögretihnesi
gibi bir içerige sahip degildir.
Ancak böyle düşünenlerin hak-
lı olduklan bir nokta vardır;
...Lygulama belli bir dinin öğ-
retilmesi seklinde ortaya çık-
makudır.
— 24. maddenin gerekçesin-
de, din kültürü derslerinden
gayri müslimlerin muaf tutula-
cağı belirtilerek, bu derslerde
belli bir dinin öğretileceği ima
edilmektedir. Laik bir devletin
okullannda belli bir dinin öğre-
timinin üstlenmesi laikliğe aykı-
ndır.
— Ne laiklik bahane edilerek
dini inanca ve ibadetin yerine
getirilmesine kuskuyla yaklaşıl-
nudı ne de din istismar edilerek,
insanlar belli doğnıltularda sı-
nırbuKunlmalı, baskı altına alın-
malıdır."
aleyhine olduğu açıktır.
— Çağdaş ölçülere göre inanç
özgürliiğii, demokratik bir top-
lumda kamu duzeninin ve öte-
ki özgürlüklerin korunması ve
başka inanç ve görüşler için ay-
nı özüriüğiin saglanabilmesi
amacıyla kimi sınırlamalara
baglıdır... Yoksa yaratıian bu
kargaşa ortamında, demokratik
suurlar içinde dininin gereUerini
yerine getiren ve bu doğrultuda
faaüyetlenk bulunaniarla, zaten
var olan din ve inanç özürliigü
yokmuş gibi bir mücadeleye gi-
rerek kamu düzenini, toplumsal
bireysel özgörlükleri tehdit
edenleri aynı kefeye koymak gi-
bi bir yanılgıya düşülecektir.
— Türkiye'nin özgül konu-
munda, lslamhğın özel konumu
ve geçirmiş olduğu tarihsel sü-
reçler nedeniyledir ki din, dev-
let işlerinden ayn ya da onun ra-
kibi bir güç konumunda hiçbir
zaman olmamıştır.
— tslam dininde nıhbanlar
•anıfımn balunmamasuıın yarat-
tıö sonuç. din işlerini yünitecek J~l î ^ î u. • V
örgütün Dijanet İşleri Başkan- IdeOİOJlk bOŞİllk
hğı çerçevesinde devlete bağlı
olarak görev yapması olmuştur.
— Şündi yapılması gereken,
örgütsüz diğer mezhep ve dinsel
inanışların da Sünni tslam ya-
nında, Diyanet Işleri Başkanh-
ğı çatısı aitında temsil edilmesi-
nin sağlanması olmalıdır.
— Günümüzün toplumu,
ulusal düzeyde bir biriiği aynı
zamanda çeşitliliğin güvence al-
tına ahnmasım ve saglanmasınj
gerektirir.
— Türkiye'nin laikleşme ve
çağdaşlaşma siireci, Osmanlı
İmparatorlnğu'nun içinde bu-
lunduğu iç ve dış koşulların ve
onun coğrâfi ve kUltürel evrimi-
nin bir uzanüsı olarak da karşı-
mıza çıkmaktadır.
— 1928'de, "devletin dini,
din-i Islamdır" diyen anayasa-
nın 2. maddesi kaldınlmışür.
1937 yüında AUtttrk'ün agır
hasta oldugu dönemde laiklik il-
kesi kesin olarak anayasal gü-
venceye baglanmak istenmiş ve
anayasa maddderi haline getiril-
mistir.
— 61 Anayasası'nda devlete
Daha sonra, 1965 güz seçim-
lerine kadar hüküm süren ana
poh'tikanın 'dini siyasete aiet et-
memek olduğu' vurgulanarak
1967'den itibaren dinin siyasal-
laşması anlamında önemli geliş-
meler yaşandığına, Milli Nizam
Partisi'nin kuruluşuna dikkat
çekiliyor. Bu partinin devamı ni-
teliğindeki MSP'nin 12 Mart
sonrasının siyasi koşullannda
sürekli koalisyon ortağı olarak
iktidarda buiunmasımn devlet-
le 'böyle bir hareket' arasında-
ki uyuşmazlığı belli ölçülerde
çözdüğü kaydediliyor ve özetle
şu görüşlere yer veriliyor:
"Söz konusu karsıthğın çözii-
lüp neredeyse örtüsmeye dönöş-
mesi ve bunun meşnıiyet kazan-
nıası ise 1980 sonrası gelismeler-
le olmuştur... Bu dönemde sos-
yal demokrat düşünce ve faali-
yetlerin smırlanmış olması dik-
kat çekicidir. Gerek 12 Mart, ge-
rekse 12 Eyliil askeri darbeleri
için benzer saptamalar yapmak
mümkiindür. Temel kaygı sol
ideoloji ile mücadele olmuş ge-
niş balk yıgiDİannın kabulünü
görecek ideoloji olarak da tsfaun
kabul edilmiştir."
Raporda, Türk-Islam sentezi-
nin devletin resmi görüşü hali-
ne getirilerek, çoğulcu olmayan
demokrasi anİayışınm yerleştiril-
meye çahşıldıfc belirtilivor.
Daha sonra üzerinde durulan
görilşler özetle şöyle:
y "Dini, kendi bireysel ve ma-
nevi dünyası ile ilgili bir alan ve
laikliği de bu inancın özgürce
yaşayabilmesinin teminatı ola-
rak gören insanlann oluştur-
dukian biriikler, demokratik
toplum kurumlandır... Bugiin-
kii haliyle bunlann pek azım si-
vü toplum oluşumian olarak de-
gerlendirebiliyoruz... Tek tip
inanma ve yasama biçiminin sa-
vnnuculugunu yapan bu olo-
şumlann, vicdan özgüıiiigünü
tehdit ettikleri bir gerçektir.
Geleneksel ilişkiler eski lop-
lumun ideolojisi olan dinle
uyum içindediıier». Gerçekte bir
azınlık olan şeriat özlemcileri,
(başta köylülük, aracı ve üretici
küçük işletmecilik) bu kesimle-
rin inançlannı kullanarak top-
lumsal destek aramakta ve kimi
zaman da bulabilmektedir.
TC bir devrim uriiniidiir...
Teknik zortnkiar yanında, kül-
türel olarak da böyle bir devri-
me hazır olmayan, demokrasi
geJenegi bulunmavan bir millet-
le... ÇaJtsılan amaclara bir çırpı-
da ulaşılamazdı elbette...
...Yalnız Tiirkiye'de değil bü-
tün diinyada dinsel yükselişierin
nedenini biraz da aşırı yalnızlaş-
tıncı ve maddeci ozellikleri de
bünyesinde banndıran kapitalist
sistemde aramak gerekmekte-
dir."
12 Eylül askeri rejiminin 1980
öncesinden hak ve özgürlükler
duzeninin yani sıra sol düşünce
ve eylemi sorunlu tuttuğu görü-
şü savunulan raporda, sol dü-
şüncenin beslenme kaynaklan
kurutulurken, ağır baskı da uy-
gulandığı anlatılıyor. Raporda
şöyle deniliyor:
"Yaratıian ideolojik boşluk
önemli ölçüde dinsel ideoloji ile
doldunılmak istenmiştir. Hava-
tın tüm alanlarını kapsayacak
şekilde dinin insanlara hâkim
İulınmasının sessiz ve istikrariı
bir toplum yaratacağı düşünüle-
rek seçilen bu yöntem, dinin si-
yasal iktidar tarafından kullanıl-
masından başka bir şey degil-
dir."
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na
aylan olarak, yüksek öğrenime
öğrenci yetiştiren imam-hatip
okullannın, denetimsiz Kuran
kurslannın bu dönemdeki artı-
şına da dikkat çekilen raporda,
ortak bir kültürel kimlik olma
özelliğine sahip dinin yurtdışın-
daki vatandaşlar için de kulla-
nıldığı vurgulamyor.
Raporda, imam hatip okulla-
nnın 1979-80*de 249 olan sayı-
suım 1989-90 döneminde 366'ya
çıktığı, 1988 yılında üniversite-
lere giren imam hatip kökenli
öğrencüerinin sayısmın ise 9 bin
931 olduğu belirtilerek şu görüş-
lere yer verildi:
"Toplam mezun sayısımn 16
bin olduğu düşunülünce bunun
çok büyuk bir başan olduğu
dikkat çekmektedir. Bu başan-
nın nedeni, Milli Eğitim Bakan-
lıgı'mn bu okullara gösterdiği
duyarlılık, öğretmen sayısımn
da diğer okullara göre daha ye-
terli düzeyde olması ve bu okul-
larda açılan bedava üniversite sı-
navlanna hazırhk kurslandırf
SHP'nin Laikiik Komisyonu
ise şu üyelerden oluşuyor: Ab-
dülkadir Ateş (başkan), Seyfi
Oktay, Lütfü Doğan (eski Diya-
net İşleri Başkanı), Türkân Ak-
yol, Necdet Uğur (eski Milli Eği-
tim Bakanı), Ali Topuz, Turan
Beyazıt.
Raporun "Laik ve Şer'i Dü-
zenlerin Temel Farklılıklan"
başlığını taşıyan bölümünde,
modern dünyada siyasallaşan Js-
lamın, "tktidar Allah'a aittir" ya
da "Kuran anavasadır" diyerek
sorulara yanıt bulamayacağına
işaret ediliyor. Raporda, Islam-
cı çevrelerde "Temsili gnıplann
iktidan" konusunda farklı gö-
rüşlerin olduğu ifade ediliyor ve
bu paradoksal yapının, radikal
bazı kesimleri tarihsel olarak ne
olduğu belli olmayan b.r "asr-ı
saadet" arayışına ittiği belirtili-
yor. —
Siyasal iktidar sorununu "Is-
lam ülkelerinin" değişik şekiller-
de çözdüğü (Suudi Arabistan-
da monarşi, İran'da din adam-
lan hiyerarşisi) ortaya konulan
raporda, bu nedenle bütün dün-
ya için tek bir tslam devleti sa-
vunuculuğunu anlamanın zor
olduğu kaydediliyor.
îstanbul Kongresi'ne üç seçenek
(Baftara/ı I. Sayfada)
te sayısımn birden fazla olma-
sına karşı değilim. Ama partinin
menfaatleri de Semra Hanıni-
ın il başkanlığını kazanmasında
yatıyor. Ben gerekli uzlaşmayı
sağJamak için Kadıköy Üçe Baş-
kanı Mustafa Çebi ile Bakırköy
llçe Başkanı Kadir Coşkun'u
öneriyonım. Bu arkadaşlar tes-
pit edecegimiz çözüm yolunu
gerçekleştirmek için herkesin
biıiestigi bir listeyi oluşluracak-
lar."
Bu arada yemekte baştan be-
ri sessiz kaldığı gözlenen Semra
Özal söz alarak Beykoz llçe Baş-
kanı Osm»n Ceylan'ın da bu
ekibe katılmasımn iyi olacağını
belirtti. Bu gelişmenin üzerine
Turgut özal, "O zaman ekibi
çiftkmekte yarar var. Bu ekibe
Şişli İlçe Başkanı Alaattin El-
mas da dahil olsun" dedi. Da-
ha sonra il kongresinin uzlaş-
mayla sonuçlandınlması için ge-
rekli olasılıklar ilçe başkanlann-
ca gündeme getirildi. Bu geliş-
me üzerine üç olasılıkta karar
kıhndı. Bu olasılıklar şöyle:
1) Talat Yılmaz istifaya ikna
edilir. Bu gerçekieşirse diğer iki
şıkka gerek kalmaz. Problem
çözülür.
2) Semra Özal'ın listesinde yer
alan isimlerden yarısından bir
fazla» istifalannı hâkime verir.
Böylece Semra Özal'ın listesi ye-
niden oluşlunılur. Burada yapı-
lacak olan da bütün ilçe başkan-
larının ortak katılımıdır. Bu
maddenin kabulu halinde ise il-
çelerden delege ağırlığına göre
isimler tespit edilir.
3) Her iki adayın da Usteleri-
ni çekmesiyle gerçekleşir. Tek
bir liste yeniden oluşturulur ve
kongreye tek liste ile girilir."
Semra özal ise ilçe başkanla-
nnın sağduyularma güvendiği-
ni belirterek bu makama Iâyık
olan kişinin seçüeceSne inandı-
ğım belirtti. Semra özal'ın kısa
süren bir konuşmasından sonra
Cumhurbaşkanı Turgut Özal
tekrar sözü olarak şöyle konuş-
tu:
"Tabii Semra Hanım'ın baş-
kanlığında bir liste oluşturulur-
ken kendisine de 3-5 kişilik bir
kontenjan tanınmalı. Partinin
gelecekteki variığını daha rasyo-
nel kılmak için yapmanız gere-
ken, ortak bir listede birleşmek-
rir. Böyle bir karann partinin ge-
lecegini de etkileyeceği kuşku-
suzdur."
Antalya'daki bu gelişmeler
üzerine görüşünü aldığımız Ta-
lat Yılmaz ise adaylıktan çekil-
mesinin söz konusu olmadığını
bir kez daha yineieyerek şunla-
n söyledi:
"Benim söyleyeceğim şey şu:
Daha demokratik toplumlann
olduğu bir dünyada, antidemok-
ratik düzenlerin yıkıldıgı bir
dünyada. ANAP gibi bilinçli bir
iktidar partisinin İstanbul gibi
büyük bir ilde gerçekleştirecegi
kongrede, adil ve demokratik bir
seçim yapılmalı. Delegenin hür
iradesiyle verdiği oya saygı gös-
terilmelidir. Bunun dışında hiç-
bir şey beni ilgilendirmiyor. Bu
ise başlarken biz teşkilatın, onu
oluşturan tabanın istekleri para-
lelinde hareket ettik. Bugune ka-
dar da verdikleri destek her gün
artarak sürdü. Konuyu cumhur-
başkanımn el koyması olarak
degerlendirmiyorum. Bir tavsi-
ye olarak değerlendirebiliriz.
Bütün tavsiyelere de sayguıyız.
Ancak karanmızda bir değişik-
lik olmaz. Sonuna kadar devam
için bu işe başladık. Bitirecegiz
de. Taban bir kez daha davası-
na sahip çıkıp kongrede gerekli
dersi verecektir. Hiçbirteklifbe-
ni yolumdan alıkoyamaz."
Bu arada yemekte tespit edi-
len 4 kişinin oluşturduğu komi-
tenin çalışmalarına Semra
Özal'ın yann tstanbul'a gelme-
sinden sonra başlayacağı öğre-
nildi. Komitenin ilk kez Talat
Yılmaz'la gönlşüp ikna etmeye
çahşacaklan öğrenildi. Komiteye
baştan beri Semra ÖzaFın ya-
nında yer alan Sanyer tlçe Baş-
kanı Erdal Aksoy'un dahil edil-
memesi, uygulanacak yeni tak-
tiğin bir gereği olarak değerlen-
dirildi.
Nancy'nîn Frankla ilişkisi neydi?
(Baştarafı 1. Sayfada)
ka'da yaJnızca bir "dünya olayı"
haline gelen Salman Rüsdö'nün
"Şeytan Ayetleri" adlı kitabı bir
hafta süre içinde aynı satış dü-
zeyine ulaşmıştı. Kelley'nin da-
ha önce "olay" haline gelen ki-
taplarından biri de uzunca bir
süre önce yayımlanan "Frank
Sinatra'nın Resmi Olmayan Bi-
yografısi"ydi.
Kitty Kelley'nin Nancy Rea-
gan kitabından sonra gazeteci-
ler onun peşine düştü... News-
vveek dergisinin son sayısında
yer alan haberinde şöyle deni-
yor:
"Biz de Kelley gibi, 'resmi
olmayan' bir biyografi yazmak-
tan korktuk. Ortahgı sürekli ka-
rıştırmayı başarabilen bu kadı-
na yakın olmak istiyorduk, onu
tanımak ve sorular sormak isti-
yorduk. Bu biyografileri nasıl
yazıyordu? Dedikoduları nasıl
öğreniyordu? Yayıncısı bütün
göruşmelerini iptal etmişti. Ama
o son anda konuşmak istediği-
niaçıkladı."
600 sayfayı aşkın kitapta,
Nancy Reagan'ın çocukluğun-
dan bugune dek her türlü aynntı
yer alıyor. Amerika'nın eski
"First Lady"si hakkında soylen-
miş her türlü dedikodu, herhan-
gi birinin ağzından çıkmış küçu-
cük bir söz... Kitap piyasaya cık-
madan önce, TV ve basın kitap-
ta yer alan en ilginç bölümleri
reklam konusu yaptı. Bunlann
başında da Kelly'nin "Nancy üe
Frank" iddiaları geliyordu.
Kitabın yayımlanmadan önce
nasıl "korundugu" da bir baş-
ka öykü: Her zaman olduğu gi-
bi, kitabın kopyalan bir süre ön-
ceden eleştirmenlere gönderil-
medi. Yalnızca beş kopya çoğal-
tıldı, yayıncı firma Simon ve
Schuster yetkilileri kopyalan ak-
şam evlerine giderlerken birlik-
te götürdüler... Bir tek kişi kita-
bı "önceden" okuyabildi -daha
doğrusu bir göz atabildi- o da
ünlü "Doonesbııry" çizgi bant-
larını çizen karikatürist Garry
Tnıdeau'ydu, bantların kitabın
çıktığı günlere tesadüf edebüme-
si için...
Nancy Reagan biyografisinin
kapağında, kitap yazılmadan
önce 1000 kişi ile röportaj yapıl-
dığı bildiriliyor. Kelley kitabın
Talat Yılmaz'ın yanında yer
alan Gaziosmanpaşa llçe Başka-
nı İbrahim Yıldız ise Antalya-
daki gelişmeleri şöyle değerlen-
dirdi:
"Toplantıya sayın cumhur-
başkamnın elini öpüp bayram-
laşmak için gıttim. Teklif teklif-
tir. Kendi arzulandır. Delegenin
sagduyusu paralelinde demok-
rasi için gerekenler yerine geti-
rilecektir. Listeye biz isim vere-
cegiz. Neden vermeyelim ki?
Semra Hanım'ın listesi degise-
cek. Antalya'daki yemegin içe-
rigi zaten buydu. Tamamı degi-
şecek. Bizim öncelikle tabanda-
ki sesi dinlememiz lazım. Öyle
de yapacagız. Yeni gelişmeleri
delegelere, partililerimize akta-
racağız. Talat Bey'in listesi tni
Semra Hanım'ın listesi mi degi-
şecek buna tabanla gorüştükten
sonra karar verilecek. Liste iki
tane olacak. Çünkü Talat Yıl-
maz Bey aynlmayacaklar. Sem-
ra Hanım h'stesini yaparken
14-15 tane ilçeyi kaale almadı.
Bizim yerimize bakan ve millet-
vekillerinden isim alındı. Bu çok
yanlıştı. Önceki gün sayın cum-
hurbaşkanımızın söyledigi şey,
Semra Hanım iki üç arkadaşıy-
la çalışsın. Onun dışındaki ilçe
başkanlan ilçe büyüklflklerine
göre isim versinler. Biz şimdi bu
arkadaşlarımıza isim verecegiz.
Sonra tabii listeyi görecegiz."
önsözünde ise bu sayının tam
olarak 1002 olduğunu belirtiyor.
Kelley hepsine "yardımlan için"
teşekkür ediyor. Nancy Reagan-
ın üvey oğlu Micbael Reagan'ın
da adı var bu listede, ancak Re-
agan, Kelley ile hiç konuşmadı-
ğını, hatta hiç karşılaşmadığım
söylüyor.
Ronaid Reagan'ın birkaç gün
önce başına yaptığı açıklamaya
karşm, Nancy Reagan henüz bir
açıklamada bulunmadı, sessiz
kalmayı yeğliyor. Ancak yakın
çevresi, onun çok sarsıldığı yo-
lundaki dedikoduları yapmaya
başladı bile. Nancy Reagan'ın
üvey oğlu Michael ise şöyle di-
yor: "Dedikodu bir şey, iftira
başka bir şey. Bu tamamen ifti-
ra, pislik..."