Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
?f MART 1991 • • • •
İSTANBULDA BUGÜN
• Prof. Atilla Yücel, saaı 17.00'de Yapı-Endüstri
Merkezi'nde "Mimaride Dil ve Anma" konulu bir konferans
KENTK\ŞAM CUMHURİYET/17
verecek.
BiR MEKTUP
Belediye çarşıyı denetlesin
• Biz, Zeytinburnu Belediye Çarşısı esnafı olarak
kiralann keyfi belirlenmesini protesto ediyoruz. Dükkân
sahipleri kira ücretlerini kendi isteklerine göre
belirliyorlar. Durumu belediye yetkililerine bildirmemize
karşın kimse sorunumuzla ilgilenmedi. Belediyenin
Topkapı'daki Zeytinburnu Çarşısı'nı daha sık
denetlemesini istiyoruz.
BtR GURUP ÇARŞI ESNAn
MALTEPE'DEN
• MaJtepe Süreyyaplajı semtinde oturan vatandaşlar,
asfaltlama çalışmalanmn yeniden düzenlenmesini
yetkililerden istiyorlar.
Ali Şen'în helîkopterine bomba
Sovyet yapısı helikopterde çıkan yangın. kısa sürede söndürüldü. (Foloğraf: Uygar Giirkan)
İstanbul Haber Servisi — Işa-
damı Ali Şen'e ait Maş Air fir-
masının Ataköy'deki pistinde
bulunan iki helikopterinden bi-
ri dün akşam bombalandı. He-
likopterin gövde ve kuyruk kıs-
mımn parçarandığı olayda can
kaybı olmadı.
Dün saat 18.39 sıralarında
Ataköy'den gasp ettikleri 34
THM 98 plakalı otoyla helikop-
terlerin bulunduğu Ataköy
Kamping'e gelen silahlı 4 kişi,
şirket bekçisi Sefa Kınktaş'ı el-
lerini ve ayaklarını bağlayarak
etkisiz haJe getirdi. Bombayı he-
likopterlerden birine yerleştiren
saldırganlar, gasp ettikleri otoy-
la olay yerinden uzaklaştılar. Kı-
sa süre sonra bombanın patla-
ması sonucu helikopterin kuy-
ruk kısmı, gövde kısmından ko-
parak yanmaya başladı. Yangın,
olay yerine gelen itfaiyece sön-
dürüldü. Olayda kullanılan oto
Siyavuşpaşa mahallesinde terk
edilmiş olarak bulundu. Saldı-
rıyı yasadışı Dev-Sol adlı örgüt
üstlendi. Bazı gazeteleri arayan
bir kişi, Ali Şen'in İzmit'teki
Maga Deri Fabrikası'ndan işçi
çıkanlmasını protesto için eyle-
mi gerçekleştirdiklerini öne sür-
dü. Öte yandan Yapı Kredi Ban-
kası'nın Okmeydanı şubesine sa-
at 22.40 sıralarında atılan pat-
layıcı madde tele-24'te hasara
neden oldu.
LJEREKLÎ
TELEFONLAR
• PoBs Imbt: 055
• hfaiye: 000
• JandaiM: 056
• Zabrta MMİftüfti: 527 57 00
• Meıartıklar Ibdiıtt*:
172 13 73 -74-75 ve 088
• 19(1 a n » 068
• MĞLJK:
Hızır Ad: 077
Safhk MMiıtttft: 511 89 18
Carrrtşafa T*: 588 48 00
Çapa T*: 525 92 30
Mmara Tıp: 340 01 00
H»>d«p<n H M M M : 345 46 80
9 * EtM: 131 22 09
Tafcstaı hkyartHK 152 43 00
SSK SaMtya: 588 44 00
SSI Uumftm: 132 30 00
SSK Gfctepe: 358 67 60
• TRAFİK:
Tnflk Şabe W.: 176 24 14 (Ist.).
356 04 85-86 (Kadıköy)
tHft Traflk: 377 22 07 (E-5).
356 04 86 (ŞehıriçO,
314 36 (B Cekmece)
HABERLERIN DEVAMI
Ne Günlere Kaldık!..
(Baştarafı 1. Sayfada)
lık yardımı her ay ancak 100er milyonluk
taksitlere bağlamak istiyor.
Oysa, Özal yönetiminin haziran ayına dek
2 milyar dolariık taze paraya gereksinimi var.
Kamu finansman açığı bakımından bu dış
kaynak büyük önem taşıyor. Bu kaynağın ye-
terince sağlanamaması, bir yerde banknot
matbaasınm daha fazla çalışması demektir.
Bunun bir başka anlamı da enflasyonun tır-
manmasına davetiye çıkarmaktır.
Ömeğin, nisan ayında Hazine'nin yapması
gereken ödemeler şöyle özetlenebilir: 5 ni-
sanda 1.4 trilyon lira iç borç ödemesi; 15 ni-
sanda 2.4 trilyon maaş; 17 nisanda 1.5 tril-
yon iç borç ödemesi; 240 milyon dolar (yak-
laşık 900 milyar lira) dış borç ana para ve
faizi...
Yalnız bunların toplamı 17 günde 6.2 tril-
yona ulaşıyor ki, bu miktar bütçenin bir ay-
lık vergi gelirlerine eşittir.
Yaz ayiarındaki destekleme alımlan da he-
saba katıldığı zaman kamu finansman açığı
ürkütücü boyutlara ulaşmaktadır.
Ankara'da Maliye, Hazine ve Merkez Ban-
kası çevrelerinde büyük tedirginliğe neden
olan kamu finansman açtğının büyük ölçü-
de Körfez ülkelerinden sağlanacak hibe yar-
dımlarla kapatılması düşünülüyordu.
Bu konudaki beklentilerin gerçekleşme-
mesi üzerine, umutlar bu defa Cumhurbaş-
kanı Özal'ın Camp David buluşmasına bag-
lanmıştı. Kuveyt'ten alacaklara mahsuben,
VVashington'un hiç olmazsa 1 milyar doları
şu ya da bu biçimde sağlamasına bel bağ-
landığı anlaşılıyordu.
Yarın bir formül bulunabilir mi, bilemiyo-
ruz; ama bugün için bu konuda da bir düş
kırıklığmdan söz edilebilir.
ABD'nin hiç de öyle eli açık bir havada ol-
madığı ortaya çıkıyor.
Aynca ilginç belirtilerden söz edilebilir:
Türk ekonomisinin durumunun iyi olmadığı-
nı, yine IMF tumikesinden geçmesinin yarartı
olabileceğini çıtlatan sesler duyuluyor Was-
hington'da...
Acaba Sayın Özal, Körfez ülkelerine kar-
şı uğradığı düş kırıklığına benzer bir duygu-
yu, bir iç burukluğunu VVashington'da da his-
setmeye başladı mı?
Bilemiyoruz.
Oysa Cumhurbaşkanı Özal, uzun zaman-
dan beri tüm yazgısını ABD'ye bağlamanın
yararlı olacağını düşünmektedir. Ona göre
Türkiye'nin çıkan da burada yatıyor.
Sayın Özal'da Avrupa Topluluğu'na kar-
şı oluşan bir tür kompleksin de kendisini
ABD'ye daha çok ittiği söytenebilir. Ömeğin,
son olarak AT Komisyonu Başkanı Delors'-
tan yüzde 18'lik tekstil kotalarına ilişkin ola-
rak gelen mekiup Özal'ı müthiş sinirlen-
dirmiş...
Camp David buluşmasında Başkan
Bush'a önermiş olduğu "stratejik işbirtiği"n\n
ya da daha önce yaptığı "serbest ticaret
antlaşması" girişiminin temelinde, Özal'ın
AT'ye karşı duymaya başladığı kompleksin
de payı vardır denilebilir.
O yüzden Sayın Özal yumurtaları aynı se-
pete doldurma çabası içinde. Yalnız Türki-
ye'nin değil, kendi yönetiminin siyasal ge-
leceğinin de bunda yattığına inanıyor.
Ama şimdilik Cumhurbaşkanı Özal'ın
VVashington'dan beklediği karşılığı gördüğü
söylenemez. Oysa ekonomide durumu çok
sıkışık. Taze para yetişmezse, gündeme
dörtnala enflasyon gelebilecek. Bunun, hem
kendisi hem de ANAP açısından siyasal an-
lamı bilinmekte...
Meslektaşlarımız Güneri Civaoğlu ile Er-
tuğrul Özkök'ün VVashington'dan yazdığına
göre Devlet Bakanı Güneş Taner, Camp Da-
vid'de Başkan Bush'a bunu itiraf edebilmiş:
"Bize, bu 2 milyar dolan hemen vermelisi-
niz. 1992'de Türkiye'de genel seçim var. Siz-
de 1992'de başkan seçimi olduğu gibi, biz-
de de genel seçim var. Seçimi kazanmalıyız."
(Sabah ve Hürriyet Gazeteleri)
Bir yabancı devletten iç politika için des-
tek rica eden bir devlet bakanı...
Ne günlere kaldık!
Keşke yalanlansa... •• •• ••• <n-«ı . •
1'rnilyar' bunalımı
BAŞKENTTEN AHMET TAN
(Baştarafı 1. Sayfada)
Kalaycı, arkada otuz gazeteci,
Harbiye'nin yolunu tuttuk.
Harbiye, her on yılda bir sa-
baha karşı miUetiınizi uyandıran
"Yaşa varol" bestesinin esin
kaynağı olan okul.
Gazetecideki "bahar
etkisine" deva olacak en son
ilaç, herhalde Kara Harp Oku-
la'ndaydı.
Ama dedik ya, burası
Ankara.
Ankara'da da ne rahibeler
okulu vardı, bahar ayinlerini
gözleyip yazacak, ne de dalgıç
okulu vardı, denizatlannın dan-
sını izleyip aktaracak.
"Bahar etkisT'nin üzerine fo-
tograf makinelerini, teyplerimi-
zi basarak, ikişerli koldan, Har-
biye bahçesine duhul eyledik.
Madem Silahlı Kuvvetler hal-
ka açılmak istiyordu.
Madem bunun yaran üzerine
yazılar yazmıştık, bahar saplan-
tısına pabuç bırakmadan, Kara
Harp Okulu'nu da yazacaktık.
Kara Harp Okulu, ülkenin
yazgısını, devletin geleceğini be-
lirleyen toplumun en temel ku-
rumlanndan birisi idi.
Ama bu kururaun içini kim-
se bilmiyordu.
Işin ilginci, bilmek, istemek
de kimsenin akhna gelmiyordu.
Akla getiren Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Doğan Gü-
reş oldu.
İtiraf etmeliyiz ki görünürde
Harbiye'nin habersel bir
kıymet-i harbiyesi yoktu.
Ama yanılmışız.
Dün okulda yaşadığımız beş
saatin özeti bu.
Nedenini satır başlan ile ar-
zedelim:
— Harbiye, toplumda siyasi
partilerden üniversilelerimize,
bakanlıklardan kamu işletmele-
rine hiçbir kunımun yapmadı-
ğı bir işi yapıyor. Kendisini
2000'li yıllann ilk 25 yılının ko-
şullanna göre hazırlıyor.
— Eğittiği insan gücünü bu
geniş yelpazede değerlendirme-
yi hedef almış.
— Yemekhanede yemeklerin
vitamin ve mineral degerlerini
düzenlemekten robot silah geliş-
tirme laboratuvarlarına, sınıf
geçme testlerinde kafadan ata-
rak doğnı sonuç bulan öğrenci-
leri ortaya çıkarmaktan hızlı ki-
tap okumayı etkileyen bireysel
yetenek farklarım çöztimleme-
ye, Mercidabık Zaferi ile Kör-
fez savaşını bilgisayar programı-
na dökerek yeni taktik ve stra-
tejiler üzerinde ögrencileri dü-
şündürtmeye dek yaygın bir bil-
gisayar düzeni benimsenmiş.
— Beklenenin aksine, beş sa-
atlik brifing ve toplantı sırasın-
da "birUk beraberiik", "va-
tan", "millet", "komutan" tü-
ründen sözcüiderin geçmemesi,
bazı meslektaşlanımzda hayret
uyandırdı. Söz konusu sözcük-
ler, yerlerini bilgisayar prog-
Cuellar iyîmser
(Baştarafı 1. Sayfada)
adımlanna" da teşekkür ettiği
sözlü açıklamasında görüşme-
lerden çıkan sonuçlan şöyle ifa-
de etti:
"İki taraf şu anda iki toplu-
mun karsılıklı güvenliğini ga-
ranti edecek ve Kıbnsh olmayan
bütün birliklerin çekilmesini
saglayacak olan garanti ve itti-
fak anlaşmasına uygun düzen-
lemeleri oluşlurabilrnelidirler. 8
Mart 1990 tarihli raporumda
belirttiğim iki kesimlilik ve siya-
si eşitlik tanımları gereği taraf-
lann federasyonun yönetim il-
keleri ve kapsamlı bir anlaşma
için ortak bir anlayışa ulaşabil-
meleri mumkün olmalıdır. Fe-
deral hükumetin güçleri ve işle-
vi konusunda da tarafların or-
tak bir konuma gdmeleri müm-
kün olmalıdır."
Cuellar konuşmasında henüz
çalışmalann bitmediğini belirt-
ti ve tarafların görüş ayrılıkla-
rının bulunduğu konuları şöyle
ifade etti:
"Toprak düzenlemeleri, yer-
leşme özgürlüğü ve yerlerinden
edilmiş insanlar. Bu konular.
Rum yönetimi aitındaki bölgey-
le ilgili olan konular ve diğer
toplumca yönetilen bölgedeki
yönetim tarafından bu kişilerin
sayısına bir tavan getirilmesi ko-
nusu.
Bir diğer açıklığa kavuşfurul-
ması gereken konu ise federal
yürülmenin işlevidir. Her iki ta-
rafın da bu konuda goruşlerini
açıklayıcı tutumundan ötürii
memnunum. Türk hükümetine
bütünlüklü bir anlaşma yolun-
daki arayışta yarduncı olduklan
için teşekkür ederim. Eğer bü-
tün bu konularda ilerieyebilir-
sek iki topluluğun bütün hakla-
rını garantileyecek bir anlaşraa
geçerli olacaktır."
Cuellar sözlü açıklamasının
başında tarafların 649 sayılı ka-
ran desteklediklerinden, ancak
yaptıkları yorumların farklılık-
lanndan şikâyet etti. Cuellar bu
nedenle sürdürdüğü çabanın he-
deflerini yeniden tarumladj. Cu-
ellar sorunun bir "azınlık ço-
gunluk meselesi olmadığını, or-
taya çıkacak olan devletin siya-
si olarak eşit iki toplumdan
oluşacagını" yeniden vurguladı.
ramlanndaki, duvar panolann-
daki "yöneylem araştırması",
"sistem tahlili", "sosyo-teknik
sistemler" gibi deyimlere terk
etmiş.
— Egitim "hamaset tarihi"
üzerine degil, "sibernetik ve
robotik" üzerine. Bugüne dek,
hiçbir gazetecinin, hiçbir eğitim
kurumundara.stlaraadıgıölçüde
dikkatler ve çabalar, "okuma-
nın önemi" üzerine çevrilmiş.
— Türkçeyi düzgün okuyup
konuşmak da öyle. Yurt savun-
ması ile, Türkçeyi güzel konuş-
ma kaygısının aynı paranteze
alındıgını görmek, çiçekle böcek
öpüşmesine tanık olmak kadar
heyecan verici.
— Harbiye öğrencisinin
"düşmanın üzerine atılıp gözü-
nü kırpmadan kanını akıtma"
telkini ile değil de "gerçeklere
uygun bir benlik oluşturmasına
olanak saglamak ve kendisini
gerçekleştirmesine ortam
hazırlamak" bedefi ile yetiştiril-
diğini gormek de sevinç verici'.
— Harbiye Komutanı Tüm-
general Doğu Aktulga "16 dev-
let kurmuş atalanmızın cenga-
ver ruhundan" söz etmek yeri-
ne, şu düşüncelerin altını çizi-
yor:
"Baskıcı düzende kişilik ge-
lişemez", "Sistem mühendisli-
ği hedefimizdir", "Ögrencileri-
mize kazandırmak istediğimiz
temel özellikler: bakış açısı oluş-
turma, gelecek üzerinde sağlık-
lı tahmin yeteneği, koordinas-
yon becerisi, dili iyi kullanma,
ikna etrae yeteneği."
— 4 büyük yemekhane var.
Tüm kapkacak porselen. Masa-
larda beyaz örtüler. kolalı peçe-
teler. Bu. teftis için değil, eğitim
için. Komutan diyor ki, öğren-
ci birinci sınıfa geldiğinde, bir
öğünde örtüyü berbat ediyor,
sonra dökmeden yemesini öğre-
niyor. GUzel yemek yemek de
uygariıgın bir parçası.
— Ramazan hürmetine Baş-
kan Busb, 1 milyar doları verse
bile hiçbir zaman sanlamav acak
toplumsal yaramıza Harbiye'-
den parmak uzatılması, gerçek-
ten bahar sevinci. Kahramanlık
ve fedakârlık özdeyişleri durur-
ken okul duvarına çakılan bir
yazı:
"Bir ulusta, okumaya istek
genelleşmedikçe, gaflet ve bu
gafletten doğacak felaket aşıla-
maz. K. Atatürk"
Harbiye, kuruluşundan bu
yana 59 bin 28 mezun vermiş.
Bu mezunlardan 5 tanesi
Cumhurbaşkanı olmuş.
Dün Harbive'de "haki"nin
gölgesinde tomurcuklanan ba-
har umutları arasında yeni eği-
timin ana hedefini gördük:
Cumhurbaşkanı olmak iste-
yecek yeni mezunlar
vermemek...
(Baştarafı I. Sayfada)
telefon görüşmeleri ile başlayan
Camd David'de zirveye çıkan
karşılıkiı güven duygusu, Körfez
krizinde sergilenen işbirliğini
emsal alarak geleceğin kimyası-
nı ortaya çakaracak" diyor.
Ekonomik açıdan
gölgeli
Yardım konusu: Camd David
görüşmelerinin sonuçlarına ba-
kıldığında "geleceğin kimyası-
nın" ekonomik açıdan gölgeli
olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye,
Camd David'de zaten kendisine
vaat edilmiş ve parça parça gel-
mekte olan parasal yardımın 1
milyar dolariık bölümünü
ABD'den nakit olarak istedi. Bu
istek "ABD, Türkiye'ye 1 milyar
dolar hibe etsin" anlamına gel-
miyor. Türkiye yalnızca kısa dö-
nemdeki nakit sorununu aşmak
için bu yolu zorluyor. Ancak
ABD bu konuda fazla umut ver-
miyor. Belki Türkiye'nin alaca-
ğına mahsuben bir miktar sağ-
lanması düşünülüyor, ama bu
rakamın 1 milyar dolara çıkması
beklenmiyor.
Amerikan yönetiminin Camp
David'in ekonomik boyutu hak-
kında ne düşündüğüne baktığı-
mızda, her şeyden önce "beklen-
tilerin gerçekçi olmasının" yara-
nna değindikleri gözden kaçmı-
yor.
ABD'li bir yetkili bu konuda,
"Biz Camp David toplantılan-
na Türkiye'ye 200 milyon dolar
hibe vermiş olarak girdik. Bu
çok büyük bir rakamdır. 5 mil-
yar, 10 milyardan söz edenler
Türk halkından bazı şeyler
saklıyor" diyor.
Yetkili, Türkiye'nin acil nakit
gereksinmesinin farkında olduk-
larını, bunun için de kriz sırasın-
da vaat edilmiş tüm yardımların
"bir an önce Türkiye'ye verilme-
sini saglamak için" çalışmalara
başlayacaklarını vurguluyor.
Bu yaklaşım da ABD'nin
Türkiye'nin acil nakit talebini
kriz sırasında Türkiye'ye yardım
vaat etmiş olan ülkelere yansıta-
cağını, ama bir yandan da bu
vaatlerin hızla yerine getirilme-
si için üçüncü ülkelere telkinle-
ri arttıracağını gösteriyor.
Çeşitlenen gündem: Ameri-
kan yönetimi Camd David gö-
rüşmelerini değerlendirirken
Türkiye ile ABD arasında geç-
mişten çok daha farklı bir
"gündem" ortaya çıktığmı özen-
le vurguluyor.
Bir yetkili, "Geçmişte Türk-
lerle ne zaman görüşsek, bir tek
Türk-Amerikan ilişkiierini görii-
şürdük. oysa şimdi Türk-
Amerikan iüşkileri, gündemimi-
zin sadece bir parçası, tamamı
değil" diyor ve Ingiltere-ABD
ilişkilerinden bir örnek veriyor:
"Bizim İngiltere liderleri ile
göriişmelerimizde ikiü ilişkilerin
yeri çok azdır. Bu göriişmeler
daha çok 'Gorbaçov önceki gün
bana şöyle dedi, Iranlılar şu me-
sajı veriyor' şeklinde geçer.
Özal'ın Camp David görüşme-
leri de üpkı bunun gibi gecti" di-
yor. örneğin Özal ve Bush'un
Sovyetler hakkında çok uzun
konuştuğunu belirtiyor.
Gündemde doğal olarak
Irak'ın, ayrıca Iran'ın da bulun-
duğunu vurguluyor. ABD Baş-
kanı Bush'un da Camp David
toplantılanndan sonra düzenle-
nen basın toplantısında özal'ı
"Ortadoğu uzmamnuz" diye ta-
nıttığı göz önüne alınırsa, ikili
ilişkilerde zaman zaman sorun
yaratmış olan geleneksel pürüz-
lere Özal'ın pek dokunmadığı
anlaşılıyor.
Kıbns için iyimserlik
Kıbns konusu: Camp David
ruhunun Kıbrıs'a yansıyan bö-
lümü ise şöyle özetlenebilir: Her
şeyden önce Amerikan yönetimi
Camp David'den beri büyük bir
iyimserlik içinde görünüyor. Bu
iyimserliğin nedenlerinden birisi
Amerikan tarafının Özal'ı Kıb-
rıs sorununun çözüme kavuştu-
rulması konusunda kararlı bir
tutum içinde bulmasına dayanı-
yor. Nitekim Cumhurbaşkanı
özal, Camp David görüşmele-
rinden bir gün sonra Türk gaze-
teciler ile konuşurken sorunun
"makul bir şekilde çözülmesin-
de yarer olduğunu" söyledi ve
"geri adım aülamayacak" nok-
taları sıralarken "Türkiye'nin
güvencesi ve BM'nin 649 sayılı
karannı" bunların en başında
saydı. Bu açıklama özal'ın ba-
zı noktalarda geri adım atılabi-
leceğini düşündüğünü gösteri-
yor.
tşte Lşin düğüm noktası da
burada. Çünkü geri adım atıla-
bilecek noktaJarın, örneğin top-
rak konusunun, "Kıbns Tiirk
toplumunun yaşam koşullannı
tehlikeye atacak" bir noktaya
gitmesinin mumkün olmadığı
vurgulanıyor. Nitekim özal'ın
Camp David'deki heyetlerarası
görüşmelerde Dışişleri Bakanlı-
ğı'nın dosyalarımn pek dışına
çıkmadığı güvenilir kaynaklar-
ca ifade ediliyor. Peki ABD'nin
bu iyimserliği nereden kaynak-
lanıyor? Bunda eskiden tabu
olan bazı konuların artık
"konuşulabilir" hale gelmiş ol-
ması büyük rol oynuyor. örne-
ğin Türkiye artık toprak konu-
sunda "görüşmem" demiyor,
ama ne oranda toprak verilece-
ği konusunda da rakam vermi-
yor.
Camp David ruhunun iki ül-
ke ilişkilerine yansıyan en önem-
li noktalan bunlar. Ancak bir
başka konu daha var ki şu gün-
lerde Amerikan yönetiminin
Türkiye gündeminin en üst nok-
tasını oluşturuyor: Türkiye'de
yaşayan Amerikalılara yönelik
terör.
Özal: Büyükannem muhtemelen Kürttü
(Baştarafı 1. Sayfada)
rolina Duke Üniversitesi'nde
yaptığı konuşmada, "sorunun
çözümünün tek yolu ABD'nin
bölgedeki kredibilitesini (inan-
dırıcılığını) arttırmasına
bağhdır" dedi. Özal ayrıca Kürt
sorununa değinirken "Büyük-
annem muhtemelen Kürt'tü"
diye konuştu.
Özal, Ortadoğu'da güvenlik
konusunda ilk girişimin sekiz
Arap ülkesince Şam'da başlatıl-
dığını anımsattıktan sonra
ABD'nin de bu girişimle ilgili
olduğunu kaydetti. Cumhur-
başkanı Özal, Türkiye'nin de
gerekirse bu girişimde bir rol
alabileceğini ifade etti, ancak
Türkiye'nin tavrının, bu tür gü-
venlik ortaklıklarına girmekten
çok, "karşılıklı bagımlılığa
dayalı" ilişkiler kurulmasından
yana olduğunu belirtti. Turgut
ANKARA
Geri adım atılmadı
ANKARA (Cumhuriyet Bü-
rosu) — Kıbns sorununun çö-
zümü için Türkiye tarafından
geliştirilen planda "self determi-
nasyondan vazgeçildiği" yolun-
daki haberler, Dışişleri Bakan-
lığı'nca doğrulanmadı. Yetkili-
ler, "self determinasyon" ilke-
sinden vazgeçilmesinin söz ko-
nusu olmadığını, ancak Birleş-
miş Milletler (BM) Genel Sek-
reterliği'yle üzerinde görüşbirliği
sağlanan çerçe\'e metninde bu il-
kenin, "kendi kaderini beurleme
hakkı" olarak değil, "iki kesi-
min kendi siyasi geleceğini öz-
gürce belirleme hakkı" sözleriy-
le formüle edildiğini vurguladı-
lar.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsu
ŞİRİISYER
HİPODROMU'NDAN
FtKRETDAĞLIOĞLÜ
1. KOŞU: F. Kings Junior (1),
P. Arcila (3), PP. Misispi (7), S.
Mighty D'or (6).
2. KOŞU: F. Maestro 1 (2), P.
tnkos (1), S. Biliyormusunuz-
kim (5).
3. KOŞU: F. Heybetli (5), P. Tu-
luyşah (6), P. Tulnea (4).
4. KOŞU: F. Kerim (3), P. Pı-
rıltı (5), PP. Şanlı 2 (6), S. Mer-
tergüzeli (2).
5. KOŞU: F. Toptepe (6), P.
Kentbatur (5), PP. Sürbatur (1),
5. Sipahi (3).
6. KOŞU: F. Cloe (7), P. Cino
(8), PP. Koraytay (3), PP. (Do-
ğukan (1), S. Bey (2).
7. KOŞU: F. Kuruşbey (1), P.
Gültorun (7), P. Bursagüzeli
(6), S. Anıl (3).
ÖS
Murat Sungar dunkü basın top-
lantısında Kıbrıs konusunda
Ankara tarafından geliştirilmiş
bir çözüm planının bulunmadı-
ğını söyledi. BM Genel Sekreter-
liği'nin iyi niyet misyonu çerçe-
vesinde temasların sürdüğüne
dikkat çeken Sungar, çözüme
yönelik bir çerçeve anlaşmasının
hazırlanmasına çalışıldığını vur-
guladı.
Dışişleri Bakanlığı'nın üst dü-
zey yetkililerinden edinilen bil-
giye göre Ankara'nın Kıbns ko-
nusunda taviz ve "yumuşama-
lar" içeren bir planı bulunmu-
yor. Türkiye, KKTC ve BM Ge-
nel Sekreterliği yetkilileri arasın-
da altı ay süreyle yapüan temas-
larda üzerinde görüşbirliği sağ-
lanan "8 maddeli çerçeve
anlaşması" ise henüz Rum des-
teğini kazanmamış bir taslak
olarak geçerlüiğini koruyor.
Bu çerçeve anlaşması kapsa-
mında "self determinasyon"
sözcüğünün kullanılmamasının
Türk tarafının attığı bir "geri
adım" olduğu yolundaki görüş
ise Dışişleri Bakanlığı yetkilile-
rince reddediliyor. Bu ilkenin,
BM Genel Sekreterliği ile yapı-
lan görüşmelerde "iki kesimin
kendi siyasi geleceğini özgürce
belirleme hakkı" olarak üzerin-
de anlaşılan bir ortak unsuru
oluşturduğu vurgulanıyor. "Self
determinasyon" teriminin kulla-
nıimaması ise "Rumlann gerek-
siz itirazlanna zemin hazıriama-
mak için bir taktik" olarak ni-
telendiriliyor. Yetkililer, söz ko-
nusu çerçeve anlaşmasının ada-
daki iki toplumun da ikişer kez
referanduma gittikten sonra bir
federasyon çatısı aJtında birleş-
melerini öngördüğünü anımsa-
tarak "Referandum zaten self
determinasyonun yaşama geçi-
rilmesi anlamına gelecek. Bu
durumda kullanılmamasını so-
run etmek yersiz" görüşünü sa-
vunuyorlar.
Özal bu çerçevede, "banş suyu
projesini" örnek olarak verdi.
Özal konuşmasında Arap- ts-
rail çatışmasma da değinerek bu
sorunun Körfez savaşı ile birlik-
te daha da karmaşık bir hal al-
dığını belirtti ve "Her şeyden
önce FKÖ, oldukça önemli bir
kredibilite kaybetti. FKÖ lideri
Yaser Arafat, Saddam Hüse-
yin'in yanında yer aldı. İsraiUiler
açısından artık onu bir pazarlık
tarafı kabul etmek son derece
zordur, hatta böyle bir şey ola-
cağını sanmıyorum" dedi.
Duke Üniversitesi'ndeki ko-
nuşması sırasında, Türkiye'de-
ki insan hakları ihlalleri ve iş-
kence uygulamalanna ilişkin so-
rulan da yanıtlayan özal, de-
mokrasinin kurulmasının güç-
lüklerinden söz etti. Turut Özal,
"Demokrasi zor, çok çaba har-
camak gerektiren, ögrenmesi
zaman alan bir şey, cesaret is-
teyen bir şey" dedi.
Özal, Türkiye'nin çok partili
sisteme geçişini anlatırken Mus-
tafa Kemal Atatürk'ün çok par-
tili sistemi iki kez denediğini,
bunlardan birincisinin başanlı
olmadığını kaydettikten sonra
"belki de kaybedeceğini gördü,
onun için vazgeçti" dedi.
Cumhurbaşkanı, Türkiye'de
demokrasinin olduğunu kanıt-
lamak için Türk basınının ne
denli özgür olduğunu anlattı.
Özal Türkiye'de "en çok eleş-
tirilen adam" olduğunu kaydet-
ti. Muhalefet partilerinin cum-
hurbaşkanlığını tanımadıklannı
söyledi. Basının yönelttiği eleş-
tirilerin ABD Başkanı Bush'a
bile yapılmadığını kaydeden
Özal, "Eğer ben söylenildiği gi-
bi tek adam olsaydım, o zaman
bunlara irin vermezdim, halbu-
ki durum öyle değil" dedi.
"Azınlık yokM
Özal, Türkiye'de "azınlık"
diye bir şey olmadığını da öne
sürdü. Lozan Antlaşması'nm
yalnızca Yunanlılan azmiık ola-
rak nitelediğini belirten Özal,
Hiçbir Türk vatandaşı azınlık
degildir" dedi. Özal, Türkiye'-
de "Kürt" sözcüğünü ilk kulla-
nan cumhurbaşkanı olduğunu
da vurgulayarak "Kürtlerin bu-
lunduğu bir yöreden gelen biri
olarak bugün Kürt ismini Türki-
ye'de özgürce kullanan ilk
cumhurbaşkanı benim. Türkiye
'Osmanirmn bir bakiyesidir.
Muhtemelen büyükannem
Kürt'tü benim. Gördüğünüz gi-
bi bizim için fark etmiyor, işte
ben bugün cumhurbaşkanıyım"
dedi.
CO/T ,EM UĞUR MUMCU
(Baştarafı 1. Sayfada)
Harp okullarında nasıl bir eğitim veriliyor?. Geleceğin subay-
ları nasıl vetişiyor?
Kara Harp Okulu'nda bu soruların yanıtlarını aldık. verilen
bilgilerden olumlu izlenimler elde ettik.
Verilen bilgilere göre önûmüzdeki yıllarda harp okullannda-
ki eğitim değişecek; bugünkü klasik askeri eğitim verine ör-
neği ABD "Wsst Poinf'de görûlen "sistem mühendistiğp' ana
bilim dalı harp okulu eğitiminin de temelini oluşturacak.
Amerika'da 1802'de kurulan "West Poinf adlı askeri akade-
mi, üstün eğitim düzeni ile tanınıyor. Amerika'da bu akademi-
yi bitirenler, askerlik dışında başka meslek sahibi de oluyor-
lar. Yeni eğitim düzeni 2000 yılının subayları için böyle bir amaç
da güdüyor.
"Sistem mühendisleri" otarak yetişecek subayların yönetimin-
deki 2000 yılının ordusu, sayıca az, ancak uzmanlığa ve nite-
liğe dayalı bir silahlı güç olacak.
Asker sayısında olduğu gibi bu yeni düzen gereğince subay
sayısında da indirim yapılması ve subayların "zorunlu hizmet"
sürelerinin indirilmesi düşünülüyor. Bu konuda ileriye dönük
çalışmalar yapılıyor. Genelkurmay Başkanı Güreş, bu kararı al-
mış ve gereken emirleri de vermiş.
Bu değişikliklerle birlikte silahlı kuvvetlerin yapısı değişecek:
2000 yılının bu yeni yaklaşım ve eğitim düzeni ile ordu bam-
başka bir ordu olacak.
Harp Okulları Yasası 1971 yılında çıkarılmış: o tarihten son-
ra da -1979 ve 82 yıllarında- yasada değişiklikler yapılmış. Ge-
tirilmek istenen dört yıllık "sistem mühendisliği" eğitimi ile bir-
likte harp okullarındaki eğitim beş yıla çıkacak. Hem bunun
için hem de getirilecek yeni sistem için bir yasa gerekecek.
Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Doğu Aktulga'nın
verdiği brifingi dinliyoruz.
Kara Harp Okulu'nda okuyan öğrenciler ne tür ailelerden ge-
liyorlar?
Okul komutanının verdiği bilgilere göre öğrencılerin binde
dördü general ve amiral çocuğu... Kara harp okullarında oku-
yan öğrencılerin yüzde 3.3'ü subay, yüzde 10.1'i de astsubay
çocuğu.
Geriye kalan yü.rde 7.5 memur; yüzde 6.4'ü emekli memur,
yüzde 12.16'sı işçi ve yüzde 11.2'si de işçi emeklisi, yûzde 4.9'u
da esnaf çocuğu.
Toplam öğrencinin yüzde 65'i "orta halli" diye tanımlanan aile
*kökenli.
Kara Harp Okulu'nun öğrenci kaynağı genellikle askeri okul-
lar. Lise kısmı dört yıl olan askeri liselerdsn gelen öğrenciler,
kara harp okulu öğrencilerinin yüzde 78'inden çoğunu oluştu-
ruyorlar; geriye kalan yüzde 21 dolayındaki öğrenci de sivü IK
se mezunları arasından sınavla alınıvor.
Kara Harp Okulu 'na hemen hemen bütün bölge ve kentler-
den öğrenci geliyor.
Öğrenciler, katı bir disiplin ile mi ygtiştiriliyorlar?
Verilen bilgiye göre hayır; eğitim demokratik bir anlayışa da-
yanıyor. Okulda -mahkemeler ve hükumetin yasakladıkları
dışında- hiçbir yasak yayın yok; öğrenciler diledikleri gazete
ve dergileri serbestçe okuyorlar.
Harp okulunu bitiren bir genç teğmen, İngilizce okuyup ya-
zabiliyor. Bilgisayarlı eğitim bir sisteme dönüşmüş; kitaplıktan,
bilgisayar ve dil laboratuvarlarına ve spor tesislerine kadar her
türlü olanak da sağlanmış.
Derslerden sonra Kara Harp Okulu'ndaki öğrenci, öğretmen
ve subaylar için "zorunlu kitap, okuma saati" var. Bu saatte her-
kes dilediği kitabı okuyor. Karışan yok. "Ne okuyorsun?" diye
soran da yok.
Harp okulu öğrencilerine çağdaş düzeyde nitelikli ve kap-
samlı bir eğitim verildiği kesin.
Askeri eğitim düzeyi gün gectikçe yükselirken liselerde, üni-
versite ve yüksek okullarda aynı düzey tutturulabiliyor mu?
Ne yazık ki hayır.
Bu olumsuz gidişin çeşröi ve karmaşık nedenlen var.
Orta öğrenimde eğitim düzeyi gittikçe düşüyor. Üstelik, 12
Eylül ile birlikte hızlanan orta öğrenimdeki anti-laik eğilim, öğ-
retim ve eğitim düzenini de yozlaştırıyor. Orta öğrenimdeki bu
düzey kaybı, ister istemez üniversite eğitimine de yansıyor. Bu
olumsuz tabloya bir de YÖK düzeni ile her biri birer liseye dö-
nüştürülen fakülteler ve yüksek okulları da ekleyin.
2000 yılına doğru askeri lise ve harp okullarında çağdaş eği-
tim venlirken orta ve yüksek öğrenimde düzey gün gectikçe
düşüyor.
Bu gidişin ıleride yaratacağı sorunlar acaba neler olabilir?
Askeri ve sivili ile hep birlikte düşünelim.
Öyle görünüyor ki askeri eğitim, çağı yakalamış; eğitim dü-
zenini de şimdiden bu çağdaş eğitimin gerektirdiği her türlü
olanakla da donatmış.
Ya sivil eğitim?
EVET/HAY1ROKT*Y AKBAL
(Baştarafı 2. Sayfada)
Münih v.b. kentlerinde bulunmuştum. O sıralarda Almanya'ya işçi
göçü hızlanmamıştı. Tek tük emekçı yurttaşlarla karşılastığım olu-
yordu. 1960'larda Almanya'ya çalışmaya giden yurttaşlarımızın
tek amacı vardı, yeterli parayı kazandıktan sonra Türkiye'ye dö-
nüp iş kurmak, bir dükkân açmak, bir ev, bir araba sahibi ol-
mak. 1960'larda, hatta 70'lerde yurttaşlarımızın Almanyalarda,
Hollandalarda, Jsveçlerde, Fransalarda sürekli yerleşmek akıl-
larından pek geçmiyordu.
Oysa 80'den sonra durum değişti. Bunda ülkemizın geçirdiği
12 Eylül fırtınasının da etkisi vardır. Türkiye'nin yıllardır içinde
çırpındığı bunalımlar, enflasyonun durmaksızın yükselişi, işsiz-
liğin artması yurttaşlarımızı yaban ellerde yaşamlarını sürdür-
mek zorunda bıraktı.
Bu gidişimde toplantılara katılanlarla ya da rastlaştığım yurt-
taşlarla yaptığım konuşmalarda yurda dönmek isteğinin büyük
ölçüde azaldığını, hatta ortadan kalkmış olduğunu gördüm. İn-
san üzülmez mi? Birkaç gün, bir iki hafta yurt dışında kalınca
bir sıla özlemi duyuyoruz. Acımız, sevincimiz. mutsuzluğumuz
mutluluğumuz hep bu topraklarda. Ama yirmi beş otuz yıldır ya-
bancı ülkelere yerleşmiş çocukları orada doğmuş büyümüş, Fran-
sa'nın, Almanya'nın koşullarına ahşmış kişilerin Türkiye'ye dön-
melerini beklemek de zor.
Şimdi Almanya'daki emekçi kardeşlerimizin istedikleri, çift yurt-
taşlık koşullannı elde etmek. Hem Almanya'nın hem Türkiye'nin
yurttaşı olabilmek. Çifte yurttaşlık konusunda Prof. Hakkı Kes-
kin şöyle diyor:
"...Biz kendi vatandaşlık haklarımızı koruyarak Alman vatan-
daşı olmak gerektiğini savunuyoruz. Biz bunun mücadelesini
Almanya'da vermek zorundayız. Bunun için partilerle temasla-
rımız sürüyor, gelişmelerin olumlu olduğunu da söyleyebilirim.
Türkiye açısından sorun yok. Türkiye çifte vatandaşlığı kabul edi-
yor. Hatta diyor ki 'Bulunduğunuz ülke vatandaşlığına geçin.' Bu-
nu desteklemeyen hiçbir parti yok."
Geçenlerde Bonn Büyükelçimiz Öymen de gazetemizde çı-
kan bir konuşmasında bu konuda umutlu sözler söylemişti. Bir
buçuk milyon Türk, Alman yurttaşlığına geçerse Almanya'da güç-
lü bir Türk lobisinin oluşması gerçekleşecektir. Türkiye açısın-
dan bunun yararlı olacağına kuşku yok.