18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
?f MART 1991 • • • • İSTANBULDA BUGÜN • Prof. Atilla Yücel, saaı 17.00'de Yapı-Endüstri Merkezi'nde "Mimaride Dil ve Anma" konulu bir konferans KENTK\ŞAM CUMHURİYET/17 verecek. BiR MEKTUP Belediye çarşıyı denetlesin • Biz, Zeytinburnu Belediye Çarşısı esnafı olarak kiralann keyfi belirlenmesini protesto ediyoruz. Dükkân sahipleri kira ücretlerini kendi isteklerine göre belirliyorlar. Durumu belediye yetkililerine bildirmemize karşın kimse sorunumuzla ilgilenmedi. Belediyenin Topkapı'daki Zeytinburnu Çarşısı'nı daha sık denetlemesini istiyoruz. BtR GURUP ÇARŞI ESNAn MALTEPE'DEN • MaJtepe Süreyyaplajı semtinde oturan vatandaşlar, asfaltlama çalışmalanmn yeniden düzenlenmesini yetkililerden istiyorlar. Ali Şen'în helîkopterine bomba Sovyet yapısı helikopterde çıkan yangın. kısa sürede söndürüldü. (Foloğraf: Uygar Giirkan) İstanbul Haber Servisi — Işa- damı Ali Şen'e ait Maş Air fir- masının Ataköy'deki pistinde bulunan iki helikopterinden bi- ri dün akşam bombalandı. He- likopterin gövde ve kuyruk kıs- mımn parçarandığı olayda can kaybı olmadı. Dün saat 18.39 sıralarında Ataköy'den gasp ettikleri 34 THM 98 plakalı otoyla helikop- terlerin bulunduğu Ataköy Kamping'e gelen silahlı 4 kişi, şirket bekçisi Sefa Kınktaş'ı el- lerini ve ayaklarını bağlayarak etkisiz haJe getirdi. Bombayı he- likopterlerden birine yerleştiren saldırganlar, gasp ettikleri otoy- la olay yerinden uzaklaştılar. Kı- sa süre sonra bombanın patla- ması sonucu helikopterin kuy- ruk kısmı, gövde kısmından ko- parak yanmaya başladı. Yangın, olay yerine gelen itfaiyece sön- dürüldü. Olayda kullanılan oto Siyavuşpaşa mahallesinde terk edilmiş olarak bulundu. Saldı- rıyı yasadışı Dev-Sol adlı örgüt üstlendi. Bazı gazeteleri arayan bir kişi, Ali Şen'in İzmit'teki Maga Deri Fabrikası'ndan işçi çıkanlmasını protesto için eyle- mi gerçekleştirdiklerini öne sür- dü. Öte yandan Yapı Kredi Ban- kası'nın Okmeydanı şubesine sa- at 22.40 sıralarında atılan pat- layıcı madde tele-24'te hasara neden oldu. LJEREKLÎ TELEFONLAR • PoBs Imbt: 055 • hfaiye: 000 • JandaiM: 056 • Zabrta MMİftüfti: 527 57 00 • Meıartıklar Ibdiıtt*: 172 13 73 -74-75 ve 088 • 19(1 a n » 068 • MĞLJK: Hızır Ad: 077 Safhk MMiıtttft: 511 89 18 Carrrtşafa T*: 588 48 00 Çapa T*: 525 92 30 Mmara Tıp: 340 01 00 H»>d«p<n H M M M : 345 46 80 9 * EtM: 131 22 09 Tafcstaı hkyartHK 152 43 00 SSK SaMtya: 588 44 00 SSI Uumftm: 132 30 00 SSK Gfctepe: 358 67 60 • TRAFİK: Tnflk Şabe W.: 176 24 14 (Ist.). 356 04 85-86 (Kadıköy) tHft Traflk: 377 22 07 (E-5). 356 04 86 (ŞehıriçO, 314 36 (B Cekmece) HABERLERIN DEVAMI Ne Günlere Kaldık!.. (Baştarafı 1. Sayfada) lık yardımı her ay ancak 100er milyonluk taksitlere bağlamak istiyor. Oysa, Özal yönetiminin haziran ayına dek 2 milyar dolariık taze paraya gereksinimi var. Kamu finansman açığı bakımından bu dış kaynak büyük önem taşıyor. Bu kaynağın ye- terince sağlanamaması, bir yerde banknot matbaasınm daha fazla çalışması demektir. Bunun bir başka anlamı da enflasyonun tır- manmasına davetiye çıkarmaktır. Ömeğin, nisan ayında Hazine'nin yapması gereken ödemeler şöyle özetlenebilir: 5 ni- sanda 1.4 trilyon lira iç borç ödemesi; 15 ni- sanda 2.4 trilyon maaş; 17 nisanda 1.5 tril- yon iç borç ödemesi; 240 milyon dolar (yak- laşık 900 milyar lira) dış borç ana para ve faizi... Yalnız bunların toplamı 17 günde 6.2 tril- yona ulaşıyor ki, bu miktar bütçenin bir ay- lık vergi gelirlerine eşittir. Yaz ayiarındaki destekleme alımlan da he- saba katıldığı zaman kamu finansman açığı ürkütücü boyutlara ulaşmaktadır. Ankara'da Maliye, Hazine ve Merkez Ban- kası çevrelerinde büyük tedirginliğe neden olan kamu finansman açtğının büyük ölçü- de Körfez ülkelerinden sağlanacak hibe yar- dımlarla kapatılması düşünülüyordu. Bu konudaki beklentilerin gerçekleşme- mesi üzerine, umutlar bu defa Cumhurbaş- kanı Özal'ın Camp David buluşmasına bag- lanmıştı. Kuveyt'ten alacaklara mahsuben, VVashington'un hiç olmazsa 1 milyar doları şu ya da bu biçimde sağlamasına bel bağ- landığı anlaşılıyordu. Yarın bir formül bulunabilir mi, bilemiyo- ruz; ama bugün için bu konuda da bir düş kırıklığmdan söz edilebilir. ABD'nin hiç de öyle eli açık bir havada ol- madığı ortaya çıkıyor. Aynca ilginç belirtilerden söz edilebilir: Türk ekonomisinin durumunun iyi olmadığı- nı, yine IMF tumikesinden geçmesinin yarartı olabileceğini çıtlatan sesler duyuluyor Was- hington'da... Acaba Sayın Özal, Körfez ülkelerine kar- şı uğradığı düş kırıklığına benzer bir duygu- yu, bir iç burukluğunu VVashington'da da his- setmeye başladı mı? Bilemiyoruz. Oysa Cumhurbaşkanı Özal, uzun zaman- dan beri tüm yazgısını ABD'ye bağlamanın yararlı olacağını düşünmektedir. Ona göre Türkiye'nin çıkan da burada yatıyor. Sayın Özal'da Avrupa Topluluğu'na kar- şı oluşan bir tür kompleksin de kendisini ABD'ye daha çok ittiği söytenebilir. Ömeğin, son olarak AT Komisyonu Başkanı Delors'- tan yüzde 18'lik tekstil kotalarına ilişkin ola- rak gelen mekiup Özal'ı müthiş sinirlen- dirmiş... Camp David buluşmasında Başkan Bush'a önermiş olduğu "stratejik işbirtiği"n\n ya da daha önce yaptığı "serbest ticaret antlaşması" girişiminin temelinde, Özal'ın AT'ye karşı duymaya başladığı kompleksin de payı vardır denilebilir. O yüzden Sayın Özal yumurtaları aynı se- pete doldurma çabası içinde. Yalnız Türki- ye'nin değil, kendi yönetiminin siyasal ge- leceğinin de bunda yattığına inanıyor. Ama şimdilik Cumhurbaşkanı Özal'ın VVashington'dan beklediği karşılığı gördüğü söylenemez. Oysa ekonomide durumu çok sıkışık. Taze para yetişmezse, gündeme dörtnala enflasyon gelebilecek. Bunun, hem kendisi hem de ANAP açısından siyasal an- lamı bilinmekte... Meslektaşlarımız Güneri Civaoğlu ile Er- tuğrul Özkök'ün VVashington'dan yazdığına göre Devlet Bakanı Güneş Taner, Camp Da- vid'de Başkan Bush'a bunu itiraf edebilmiş: "Bize, bu 2 milyar dolan hemen vermelisi- niz. 1992'de Türkiye'de genel seçim var. Siz- de 1992'de başkan seçimi olduğu gibi, biz- de de genel seçim var. Seçimi kazanmalıyız." (Sabah ve Hürriyet Gazeteleri) Bir yabancı devletten iç politika için des- tek rica eden bir devlet bakanı... Ne günlere kaldık! Keşke yalanlansa... •• •• ••• <n-«ı . • 1'rnilyar' bunalımı BAŞKENTTEN AHMET TAN (Baştarafı 1. Sayfada) Kalaycı, arkada otuz gazeteci, Harbiye'nin yolunu tuttuk. Harbiye, her on yılda bir sa- baha karşı miUetiınizi uyandıran "Yaşa varol" bestesinin esin kaynağı olan okul. Gazetecideki "bahar etkisine" deva olacak en son ilaç, herhalde Kara Harp Oku- la'ndaydı. Ama dedik ya, burası Ankara. Ankara'da da ne rahibeler okulu vardı, bahar ayinlerini gözleyip yazacak, ne de dalgıç okulu vardı, denizatlannın dan- sını izleyip aktaracak. "Bahar etkisT'nin üzerine fo- tograf makinelerini, teyplerimi- zi basarak, ikişerli koldan, Har- biye bahçesine duhul eyledik. Madem Silahlı Kuvvetler hal- ka açılmak istiyordu. Madem bunun yaran üzerine yazılar yazmıştık, bahar saplan- tısına pabuç bırakmadan, Kara Harp Okulu'nu da yazacaktık. Kara Harp Okulu, ülkenin yazgısını, devletin geleceğini be- lirleyen toplumun en temel ku- rumlanndan birisi idi. Ama bu kururaun içini kim- se bilmiyordu. Işin ilginci, bilmek, istemek de kimsenin akhna gelmiyordu. Akla getiren Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Gü- reş oldu. İtiraf etmeliyiz ki görünürde Harbiye'nin habersel bir kıymet-i harbiyesi yoktu. Ama yanılmışız. Dün okulda yaşadığımız beş saatin özeti bu. Nedenini satır başlan ile ar- zedelim: — Harbiye, toplumda siyasi partilerden üniversilelerimize, bakanlıklardan kamu işletmele- rine hiçbir kunımun yapmadı- ğı bir işi yapıyor. Kendisini 2000'li yıllann ilk 25 yılının ko- şullanna göre hazırlıyor. — Eğittiği insan gücünü bu geniş yelpazede değerlendirme- yi hedef almış. — Yemekhanede yemeklerin vitamin ve mineral degerlerini düzenlemekten robot silah geliş- tirme laboratuvarlarına, sınıf geçme testlerinde kafadan ata- rak doğnı sonuç bulan öğrenci- leri ortaya çıkarmaktan hızlı ki- tap okumayı etkileyen bireysel yetenek farklarım çöztimleme- ye, Mercidabık Zaferi ile Kör- fez savaşını bilgisayar programı- na dökerek yeni taktik ve stra- tejiler üzerinde ögrencileri dü- şündürtmeye dek yaygın bir bil- gisayar düzeni benimsenmiş. — Beklenenin aksine, beş sa- atlik brifing ve toplantı sırasın- da "birUk beraberiik", "va- tan", "millet", "komutan" tü- ründen sözcüiderin geçmemesi, bazı meslektaşlanımzda hayret uyandırdı. Söz konusu sözcük- ler, yerlerini bilgisayar prog- Cuellar iyîmser (Baştarafı 1. Sayfada) adımlanna" da teşekkür ettiği sözlü açıklamasında görüşme- lerden çıkan sonuçlan şöyle ifa- de etti: "İki taraf şu anda iki toplu- mun karsılıklı güvenliğini ga- ranti edecek ve Kıbnsh olmayan bütün birliklerin çekilmesini saglayacak olan garanti ve itti- fak anlaşmasına uygun düzen- lemeleri oluşlurabilrnelidirler. 8 Mart 1990 tarihli raporumda belirttiğim iki kesimlilik ve siya- si eşitlik tanımları gereği taraf- lann federasyonun yönetim il- keleri ve kapsamlı bir anlaşma için ortak bir anlayışa ulaşabil- meleri mumkün olmalıdır. Fe- deral hükumetin güçleri ve işle- vi konusunda da tarafların or- tak bir konuma gdmeleri müm- kün olmalıdır." Cuellar konuşmasında henüz çalışmalann bitmediğini belirt- ti ve tarafların görüş ayrılıkla- rının bulunduğu konuları şöyle ifade etti: "Toprak düzenlemeleri, yer- leşme özgürlüğü ve yerlerinden edilmiş insanlar. Bu konular. Rum yönetimi aitındaki bölgey- le ilgili olan konular ve diğer toplumca yönetilen bölgedeki yönetim tarafından bu kişilerin sayısına bir tavan getirilmesi ko- nusu. Bir diğer açıklığa kavuşfurul- ması gereken konu ise federal yürülmenin işlevidir. Her iki ta- rafın da bu konuda goruşlerini açıklayıcı tutumundan ötürii memnunum. Türk hükümetine bütünlüklü bir anlaşma yolun- daki arayışta yarduncı olduklan için teşekkür ederim. Eğer bü- tün bu konularda ilerieyebilir- sek iki topluluğun bütün hakla- rını garantileyecek bir anlaşraa geçerli olacaktır." Cuellar sözlü açıklamasının başında tarafların 649 sayılı ka- ran desteklediklerinden, ancak yaptıkları yorumların farklılık- lanndan şikâyet etti. Cuellar bu nedenle sürdürdüğü çabanın he- deflerini yeniden tarumladj. Cu- ellar sorunun bir "azınlık ço- gunluk meselesi olmadığını, or- taya çıkacak olan devletin siya- si olarak eşit iki toplumdan oluşacagını" yeniden vurguladı. ramlanndaki, duvar panolann- daki "yöneylem araştırması", "sistem tahlili", "sosyo-teknik sistemler" gibi deyimlere terk etmiş. — Egitim "hamaset tarihi" üzerine degil, "sibernetik ve robotik" üzerine. Bugüne dek, hiçbir gazetecinin, hiçbir eğitim kurumundara.stlaraadıgıölçüde dikkatler ve çabalar, "okuma- nın önemi" üzerine çevrilmiş. — Türkçeyi düzgün okuyup konuşmak da öyle. Yurt savun- ması ile, Türkçeyi güzel konuş- ma kaygısının aynı paranteze alındıgını görmek, çiçekle böcek öpüşmesine tanık olmak kadar heyecan verici. — Harbiye öğrencisinin "düşmanın üzerine atılıp gözü- nü kırpmadan kanını akıtma" telkini ile değil de "gerçeklere uygun bir benlik oluşturmasına olanak saglamak ve kendisini gerçekleştirmesine ortam hazırlamak" bedefi ile yetiştiril- diğini gormek de sevinç verici'. — Harbiye Komutanı Tüm- general Doğu Aktulga "16 dev- let kurmuş atalanmızın cenga- ver ruhundan" söz etmek yeri- ne, şu düşüncelerin altını çizi- yor: "Baskıcı düzende kişilik ge- lişemez", "Sistem mühendisli- ği hedefimizdir", "Ögrencileri- mize kazandırmak istediğimiz temel özellikler: bakış açısı oluş- turma, gelecek üzerinde sağlık- lı tahmin yeteneği, koordinas- yon becerisi, dili iyi kullanma, ikna etrae yeteneği." — 4 büyük yemekhane var. Tüm kapkacak porselen. Masa- larda beyaz örtüler. kolalı peçe- teler. Bu. teftis için değil, eğitim için. Komutan diyor ki, öğren- ci birinci sınıfa geldiğinde, bir öğünde örtüyü berbat ediyor, sonra dökmeden yemesini öğre- niyor. GUzel yemek yemek de uygariıgın bir parçası. — Ramazan hürmetine Baş- kan Busb, 1 milyar doları verse bile hiçbir zaman sanlamav acak toplumsal yaramıza Harbiye'- den parmak uzatılması, gerçek- ten bahar sevinci. Kahramanlık ve fedakârlık özdeyişleri durur- ken okul duvarına çakılan bir yazı: "Bir ulusta, okumaya istek genelleşmedikçe, gaflet ve bu gafletten doğacak felaket aşıla- maz. K. Atatürk" Harbiye, kuruluşundan bu yana 59 bin 28 mezun vermiş. Bu mezunlardan 5 tanesi Cumhurbaşkanı olmuş. Dün Harbive'de "haki"nin gölgesinde tomurcuklanan ba- har umutları arasında yeni eği- timin ana hedefini gördük: Cumhurbaşkanı olmak iste- yecek yeni mezunlar vermemek... (Baştarafı I. Sayfada) telefon görüşmeleri ile başlayan Camd David'de zirveye çıkan karşılıkiı güven duygusu, Körfez krizinde sergilenen işbirliğini emsal alarak geleceğin kimyası- nı ortaya çakaracak" diyor. Ekonomik açıdan gölgeli Yardım konusu: Camd David görüşmelerinin sonuçlarına ba- kıldığında "geleceğin kimyası- nın" ekonomik açıdan gölgeli olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye, Camd David'de zaten kendisine vaat edilmiş ve parça parça gel- mekte olan parasal yardımın 1 milyar dolariık bölümünü ABD'den nakit olarak istedi. Bu istek "ABD, Türkiye'ye 1 milyar dolar hibe etsin" anlamına gel- miyor. Türkiye yalnızca kısa dö- nemdeki nakit sorununu aşmak için bu yolu zorluyor. Ancak ABD bu konuda fazla umut ver- miyor. Belki Türkiye'nin alaca- ğına mahsuben bir miktar sağ- lanması düşünülüyor, ama bu rakamın 1 milyar dolara çıkması beklenmiyor. Amerikan yönetiminin Camp David'in ekonomik boyutu hak- kında ne düşündüğüne baktığı- mızda, her şeyden önce "beklen- tilerin gerçekçi olmasının" yara- nna değindikleri gözden kaçmı- yor. ABD'li bir yetkili bu konuda, "Biz Camp David toplantılan- na Türkiye'ye 200 milyon dolar hibe vermiş olarak girdik. Bu çok büyük bir rakamdır. 5 mil- yar, 10 milyardan söz edenler Türk halkından bazı şeyler saklıyor" diyor. Yetkili, Türkiye'nin acil nakit gereksinmesinin farkında olduk- larını, bunun için de kriz sırasın- da vaat edilmiş tüm yardımların "bir an önce Türkiye'ye verilme- sini saglamak için" çalışmalara başlayacaklarını vurguluyor. Bu yaklaşım da ABD'nin Türkiye'nin acil nakit talebini kriz sırasında Türkiye'ye yardım vaat etmiş olan ülkelere yansıta- cağını, ama bir yandan da bu vaatlerin hızla yerine getirilme- si için üçüncü ülkelere telkinle- ri arttıracağını gösteriyor. Çeşitlenen gündem: Ameri- kan yönetimi Camd David gö- rüşmelerini değerlendirirken Türkiye ile ABD arasında geç- mişten çok daha farklı bir "gündem" ortaya çıktığmı özen- le vurguluyor. Bir yetkili, "Geçmişte Türk- lerle ne zaman görüşsek, bir tek Türk-Amerikan ilişkiierini görii- şürdük. oysa şimdi Türk- Amerikan iüşkileri, gündemimi- zin sadece bir parçası, tamamı değil" diyor ve Ingiltere-ABD ilişkilerinden bir örnek veriyor: "Bizim İngiltere liderleri ile göriişmelerimizde ikiü ilişkilerin yeri çok azdır. Bu göriişmeler daha çok 'Gorbaçov önceki gün bana şöyle dedi, Iranlılar şu me- sajı veriyor' şeklinde geçer. Özal'ın Camp David görüşme- leri de üpkı bunun gibi gecti" di- yor. örneğin Özal ve Bush'un Sovyetler hakkında çok uzun konuştuğunu belirtiyor. Gündemde doğal olarak Irak'ın, ayrıca Iran'ın da bulun- duğunu vurguluyor. ABD Baş- kanı Bush'un da Camp David toplantılanndan sonra düzenle- nen basın toplantısında özal'ı "Ortadoğu uzmamnuz" diye ta- nıttığı göz önüne alınırsa, ikili ilişkilerde zaman zaman sorun yaratmış olan geleneksel pürüz- lere Özal'ın pek dokunmadığı anlaşılıyor. Kıbns için iyimserlik Kıbns konusu: Camp David ruhunun Kıbrıs'a yansıyan bö- lümü ise şöyle özetlenebilir: Her şeyden önce Amerikan yönetimi Camp David'den beri büyük bir iyimserlik içinde görünüyor. Bu iyimserliğin nedenlerinden birisi Amerikan tarafının Özal'ı Kıb- rıs sorununun çözüme kavuştu- rulması konusunda kararlı bir tutum içinde bulmasına dayanı- yor. Nitekim Cumhurbaşkanı özal, Camp David görüşmele- rinden bir gün sonra Türk gaze- teciler ile konuşurken sorunun "makul bir şekilde çözülmesin- de yarer olduğunu" söyledi ve "geri adım aülamayacak" nok- taları sıralarken "Türkiye'nin güvencesi ve BM'nin 649 sayılı karannı" bunların en başında saydı. Bu açıklama özal'ın ba- zı noktalarda geri adım atılabi- leceğini düşündüğünü gösteri- yor. tşte Lşin düğüm noktası da burada. Çünkü geri adım atıla- bilecek noktaJarın, örneğin top- rak konusunun, "Kıbns Tiirk toplumunun yaşam koşullannı tehlikeye atacak" bir noktaya gitmesinin mumkün olmadığı vurgulanıyor. Nitekim özal'ın Camp David'deki heyetlerarası görüşmelerde Dışişleri Bakanlı- ğı'nın dosyalarımn pek dışına çıkmadığı güvenilir kaynaklar- ca ifade ediliyor. Peki ABD'nin bu iyimserliği nereden kaynak- lanıyor? Bunda eskiden tabu olan bazı konuların artık "konuşulabilir" hale gelmiş ol- ması büyük rol oynuyor. örne- ğin Türkiye artık toprak konu- sunda "görüşmem" demiyor, ama ne oranda toprak verilece- ği konusunda da rakam vermi- yor. Camp David ruhunun iki ül- ke ilişkilerine yansıyan en önem- li noktalan bunlar. Ancak bir başka konu daha var ki şu gün- lerde Amerikan yönetiminin Türkiye gündeminin en üst nok- tasını oluşturuyor: Türkiye'de yaşayan Amerikalılara yönelik terör. Özal: Büyükannem muhtemelen Kürttü (Baştarafı 1. Sayfada) rolina Duke Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada, "sorunun çözümünün tek yolu ABD'nin bölgedeki kredibilitesini (inan- dırıcılığını) arttırmasına bağhdır" dedi. Özal ayrıca Kürt sorununa değinirken "Büyük- annem muhtemelen Kürt'tü" diye konuştu. Özal, Ortadoğu'da güvenlik konusunda ilk girişimin sekiz Arap ülkesince Şam'da başlatıl- dığını anımsattıktan sonra ABD'nin de bu girişimle ilgili olduğunu kaydetti. Cumhur- başkanı Özal, Türkiye'nin de gerekirse bu girişimde bir rol alabileceğini ifade etti, ancak Türkiye'nin tavrının, bu tür gü- venlik ortaklıklarına girmekten çok, "karşılıklı bagımlılığa dayalı" ilişkiler kurulmasından yana olduğunu belirtti. Turgut ANKARA Geri adım atılmadı ANKARA (Cumhuriyet Bü- rosu) — Kıbns sorununun çö- zümü için Türkiye tarafından geliştirilen planda "self determi- nasyondan vazgeçildiği" yolun- daki haberler, Dışişleri Bakan- lığı'nca doğrulanmadı. Yetkili- ler, "self determinasyon" ilke- sinden vazgeçilmesinin söz ko- nusu olmadığını, ancak Birleş- miş Milletler (BM) Genel Sek- reterliği'yle üzerinde görüşbirliği sağlanan çerçe\'e metninde bu il- kenin, "kendi kaderini beurleme hakkı" olarak değil, "iki kesi- min kendi siyasi geleceğini öz- gürce belirleme hakkı" sözleriy- le formüle edildiğini vurguladı- lar. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsu ŞİRİISYER HİPODROMU'NDAN FtKRETDAĞLIOĞLÜ 1. KOŞU: F. Kings Junior (1), P. Arcila (3), PP. Misispi (7), S. Mighty D'or (6). 2. KOŞU: F. Maestro 1 (2), P. tnkos (1), S. Biliyormusunuz- kim (5). 3. KOŞU: F. Heybetli (5), P. Tu- luyşah (6), P. Tulnea (4). 4. KOŞU: F. Kerim (3), P. Pı- rıltı (5), PP. Şanlı 2 (6), S. Mer- tergüzeli (2). 5. KOŞU: F. Toptepe (6), P. Kentbatur (5), PP. Sürbatur (1), 5. Sipahi (3). 6. KOŞU: F. Cloe (7), P. Cino (8), PP. Koraytay (3), PP. (Do- ğukan (1), S. Bey (2). 7. KOŞU: F. Kuruşbey (1), P. Gültorun (7), P. Bursagüzeli (6), S. Anıl (3). ÖS Murat Sungar dunkü basın top- lantısında Kıbrıs konusunda Ankara tarafından geliştirilmiş bir çözüm planının bulunmadı- ğını söyledi. BM Genel Sekreter- liği'nin iyi niyet misyonu çerçe- vesinde temasların sürdüğüne dikkat çeken Sungar, çözüme yönelik bir çerçeve anlaşmasının hazırlanmasına çalışıldığını vur- guladı. Dışişleri Bakanlığı'nın üst dü- zey yetkililerinden edinilen bil- giye göre Ankara'nın Kıbns ko- nusunda taviz ve "yumuşama- lar" içeren bir planı bulunmu- yor. Türkiye, KKTC ve BM Ge- nel Sekreterliği yetkilileri arasın- da altı ay süreyle yapüan temas- larda üzerinde görüşbirliği sağ- lanan "8 maddeli çerçeve anlaşması" ise henüz Rum des- teğini kazanmamış bir taslak olarak geçerlüiğini koruyor. Bu çerçeve anlaşması kapsa- mında "self determinasyon" sözcüğünün kullanılmamasının Türk tarafının attığı bir "geri adım" olduğu yolundaki görüş ise Dışişleri Bakanlığı yetkilile- rince reddediliyor. Bu ilkenin, BM Genel Sekreterliği ile yapı- lan görüşmelerde "iki kesimin kendi siyasi geleceğini özgürce belirleme hakkı" olarak üzerin- de anlaşılan bir ortak unsuru oluşturduğu vurgulanıyor. "Self determinasyon" teriminin kulla- nıimaması ise "Rumlann gerek- siz itirazlanna zemin hazıriama- mak için bir taktik" olarak ni- telendiriliyor. Yetkililer, söz ko- nusu çerçeve anlaşmasının ada- daki iki toplumun da ikişer kez referanduma gittikten sonra bir federasyon çatısı aJtında birleş- melerini öngördüğünü anımsa- tarak "Referandum zaten self determinasyonun yaşama geçi- rilmesi anlamına gelecek. Bu durumda kullanılmamasını so- run etmek yersiz" görüşünü sa- vunuyorlar. Özal bu çerçevede, "banş suyu projesini" örnek olarak verdi. Özal konuşmasında Arap- ts- rail çatışmasma da değinerek bu sorunun Körfez savaşı ile birlik- te daha da karmaşık bir hal al- dığını belirtti ve "Her şeyden önce FKÖ, oldukça önemli bir kredibilite kaybetti. FKÖ lideri Yaser Arafat, Saddam Hüse- yin'in yanında yer aldı. İsraiUiler açısından artık onu bir pazarlık tarafı kabul etmek son derece zordur, hatta böyle bir şey ola- cağını sanmıyorum" dedi. Duke Üniversitesi'ndeki ko- nuşması sırasında, Türkiye'de- ki insan hakları ihlalleri ve iş- kence uygulamalanna ilişkin so- rulan da yanıtlayan özal, de- mokrasinin kurulmasının güç- lüklerinden söz etti. Turut Özal, "Demokrasi zor, çok çaba har- camak gerektiren, ögrenmesi zaman alan bir şey, cesaret is- teyen bir şey" dedi. Özal, Türkiye'nin çok partili sisteme geçişini anlatırken Mus- tafa Kemal Atatürk'ün çok par- tili sistemi iki kez denediğini, bunlardan birincisinin başanlı olmadığını kaydettikten sonra "belki de kaybedeceğini gördü, onun için vazgeçti" dedi. Cumhurbaşkanı, Türkiye'de demokrasinin olduğunu kanıt- lamak için Türk basınının ne denli özgür olduğunu anlattı. Özal Türkiye'de "en çok eleş- tirilen adam" olduğunu kaydet- ti. Muhalefet partilerinin cum- hurbaşkanlığını tanımadıklannı söyledi. Basının yönelttiği eleş- tirilerin ABD Başkanı Bush'a bile yapılmadığını kaydeden Özal, "Eğer ben söylenildiği gi- bi tek adam olsaydım, o zaman bunlara irin vermezdim, halbu- ki durum öyle değil" dedi. "Azınlık yokM Özal, Türkiye'de "azınlık" diye bir şey olmadığını da öne sürdü. Lozan Antlaşması'nm yalnızca Yunanlılan azmiık ola- rak nitelediğini belirten Özal, Hiçbir Türk vatandaşı azınlık degildir" dedi. Özal, Türkiye'- de "Kürt" sözcüğünü ilk kulla- nan cumhurbaşkanı olduğunu da vurgulayarak "Kürtlerin bu- lunduğu bir yöreden gelen biri olarak bugün Kürt ismini Türki- ye'de özgürce kullanan ilk cumhurbaşkanı benim. Türkiye 'Osmanirmn bir bakiyesidir. Muhtemelen büyükannem Kürt'tü benim. Gördüğünüz gi- bi bizim için fark etmiyor, işte ben bugün cumhurbaşkanıyım" dedi. CO/T ,EM UĞUR MUMCU (Baştarafı 1. Sayfada) Harp okullarında nasıl bir eğitim veriliyor?. Geleceğin subay- ları nasıl vetişiyor? Kara Harp Okulu'nda bu soruların yanıtlarını aldık. verilen bilgilerden olumlu izlenimler elde ettik. Verilen bilgilere göre önûmüzdeki yıllarda harp okullannda- ki eğitim değişecek; bugünkü klasik askeri eğitim verine ör- neği ABD "Wsst Poinf'de görûlen "sistem mühendistiğp' ana bilim dalı harp okulu eğitiminin de temelini oluşturacak. Amerika'da 1802'de kurulan "West Poinf adlı askeri akade- mi, üstün eğitim düzeni ile tanınıyor. Amerika'da bu akademi- yi bitirenler, askerlik dışında başka meslek sahibi de oluyor- lar. Yeni eğitim düzeni 2000 yılının subayları için böyle bir amaç da güdüyor. "Sistem mühendisleri" otarak yetişecek subayların yönetimin- deki 2000 yılının ordusu, sayıca az, ancak uzmanlığa ve nite- liğe dayalı bir silahlı güç olacak. Asker sayısında olduğu gibi bu yeni düzen gereğince subay sayısında da indirim yapılması ve subayların "zorunlu hizmet" sürelerinin indirilmesi düşünülüyor. Bu konuda ileriye dönük çalışmalar yapılıyor. Genelkurmay Başkanı Güreş, bu kararı al- mış ve gereken emirleri de vermiş. Bu değişikliklerle birlikte silahlı kuvvetlerin yapısı değişecek: 2000 yılının bu yeni yaklaşım ve eğitim düzeni ile ordu bam- başka bir ordu olacak. Harp Okulları Yasası 1971 yılında çıkarılmış: o tarihten son- ra da -1979 ve 82 yıllarında- yasada değişiklikler yapılmış. Ge- tirilmek istenen dört yıllık "sistem mühendisliği" eğitimi ile bir- likte harp okullarındaki eğitim beş yıla çıkacak. Hem bunun için hem de getirilecek yeni sistem için bir yasa gerekecek. Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Doğu Aktulga'nın verdiği brifingi dinliyoruz. Kara Harp Okulu'nda okuyan öğrenciler ne tür ailelerden ge- liyorlar? Okul komutanının verdiği bilgilere göre öğrencılerin binde dördü general ve amiral çocuğu... Kara harp okullarında oku- yan öğrencılerin yüzde 3.3'ü subay, yüzde 10.1'i de astsubay çocuğu. Geriye kalan yü.rde 7.5 memur; yüzde 6.4'ü emekli memur, yüzde 12.16'sı işçi ve yüzde 11.2'si de işçi emeklisi, yûzde 4.9'u da esnaf çocuğu. Toplam öğrencinin yüzde 65'i "orta halli" diye tanımlanan aile *kökenli. Kara Harp Okulu'nun öğrenci kaynağı genellikle askeri okul- lar. Lise kısmı dört yıl olan askeri liselerdsn gelen öğrenciler, kara harp okulu öğrencilerinin yüzde 78'inden çoğunu oluştu- ruyorlar; geriye kalan yüzde 21 dolayındaki öğrenci de sivü IK se mezunları arasından sınavla alınıvor. Kara Harp Okulu 'na hemen hemen bütün bölge ve kentler- den öğrenci geliyor. Öğrenciler, katı bir disiplin ile mi ygtiştiriliyorlar? Verilen bilgiye göre hayır; eğitim demokratik bir anlayışa da- yanıyor. Okulda -mahkemeler ve hükumetin yasakladıkları dışında- hiçbir yasak yayın yok; öğrenciler diledikleri gazete ve dergileri serbestçe okuyorlar. Harp okulunu bitiren bir genç teğmen, İngilizce okuyup ya- zabiliyor. Bilgisayarlı eğitim bir sisteme dönüşmüş; kitaplıktan, bilgisayar ve dil laboratuvarlarına ve spor tesislerine kadar her türlü olanak da sağlanmış. Derslerden sonra Kara Harp Okulu'ndaki öğrenci, öğretmen ve subaylar için "zorunlu kitap, okuma saati" var. Bu saatte her- kes dilediği kitabı okuyor. Karışan yok. "Ne okuyorsun?" diye soran da yok. Harp okulu öğrencilerine çağdaş düzeyde nitelikli ve kap- samlı bir eğitim verildiği kesin. Askeri eğitim düzeyi gün gectikçe yükselirken liselerde, üni- versite ve yüksek okullarda aynı düzey tutturulabiliyor mu? Ne yazık ki hayır. Bu olumsuz gidişin çeşröi ve karmaşık nedenlen var. Orta öğrenimde eğitim düzeyi gittikçe düşüyor. Üstelik, 12 Eylül ile birlikte hızlanan orta öğrenimdeki anti-laik eğilim, öğ- retim ve eğitim düzenini de yozlaştırıyor. Orta öğrenimdeki bu düzey kaybı, ister istemez üniversite eğitimine de yansıyor. Bu olumsuz tabloya bir de YÖK düzeni ile her biri birer liseye dö- nüştürülen fakülteler ve yüksek okulları da ekleyin. 2000 yılına doğru askeri lise ve harp okullarında çağdaş eği- tim venlirken orta ve yüksek öğrenimde düzey gün gectikçe düşüyor. Bu gidişin ıleride yaratacağı sorunlar acaba neler olabilir? Askeri ve sivili ile hep birlikte düşünelim. Öyle görünüyor ki askeri eğitim, çağı yakalamış; eğitim dü- zenini de şimdiden bu çağdaş eğitimin gerektirdiği her türlü olanakla da donatmış. Ya sivil eğitim? EVET/HAY1ROKT*Y AKBAL (Baştarafı 2. Sayfada) Münih v.b. kentlerinde bulunmuştum. O sıralarda Almanya'ya işçi göçü hızlanmamıştı. Tek tük emekçı yurttaşlarla karşılastığım olu- yordu. 1960'larda Almanya'ya çalışmaya giden yurttaşlarımızın tek amacı vardı, yeterli parayı kazandıktan sonra Türkiye'ye dö- nüp iş kurmak, bir dükkân açmak, bir ev, bir araba sahibi ol- mak. 1960'larda, hatta 70'lerde yurttaşlarımızın Almanyalarda, Hollandalarda, Jsveçlerde, Fransalarda sürekli yerleşmek akıl- larından pek geçmiyordu. Oysa 80'den sonra durum değişti. Bunda ülkemizın geçirdiği 12 Eylül fırtınasının da etkisi vardır. Türkiye'nin yıllardır içinde çırpındığı bunalımlar, enflasyonun durmaksızın yükselişi, işsiz- liğin artması yurttaşlarımızı yaban ellerde yaşamlarını sürdür- mek zorunda bıraktı. Bu gidişimde toplantılara katılanlarla ya da rastlaştığım yurt- taşlarla yaptığım konuşmalarda yurda dönmek isteğinin büyük ölçüde azaldığını, hatta ortadan kalkmış olduğunu gördüm. İn- san üzülmez mi? Birkaç gün, bir iki hafta yurt dışında kalınca bir sıla özlemi duyuyoruz. Acımız, sevincimiz. mutsuzluğumuz mutluluğumuz hep bu topraklarda. Ama yirmi beş otuz yıldır ya- bancı ülkelere yerleşmiş çocukları orada doğmuş büyümüş, Fran- sa'nın, Almanya'nın koşullarına ahşmış kişilerin Türkiye'ye dön- melerini beklemek de zor. Şimdi Almanya'daki emekçi kardeşlerimizin istedikleri, çift yurt- taşlık koşullannı elde etmek. Hem Almanya'nın hem Türkiye'nin yurttaşı olabilmek. Çifte yurttaşlık konusunda Prof. Hakkı Kes- kin şöyle diyor: "...Biz kendi vatandaşlık haklarımızı koruyarak Alman vatan- daşı olmak gerektiğini savunuyoruz. Biz bunun mücadelesini Almanya'da vermek zorundayız. Bunun için partilerle temasla- rımız sürüyor, gelişmelerin olumlu olduğunu da söyleyebilirim. Türkiye açısından sorun yok. Türkiye çifte vatandaşlığı kabul edi- yor. Hatta diyor ki 'Bulunduğunuz ülke vatandaşlığına geçin.' Bu- nu desteklemeyen hiçbir parti yok." Geçenlerde Bonn Büyükelçimiz Öymen de gazetemizde çı- kan bir konuşmasında bu konuda umutlu sözler söylemişti. Bir buçuk milyon Türk, Alman yurttaşlığına geçerse Almanya'da güç- lü bir Türk lobisinin oluşması gerçekleşecektir. Türkiye açısın- dan bunun yararlı olacağına kuşku yok.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle