Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
VMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 1 ARALIK 1991
DUŞIŞLERI
BÜETENİ
NAZLJERAY
Sirki...
Küçücük pireler.
Sömürûlüyorlar. Bazı
kimseler göremiyor
bile onları. Yarın gece
Pire Sirki'ne gitmeye
karar verdim. Ustayı
kızdırmamalı.
Alimallah, ezer, çıtlatır
pirecikleri.^.
Sevgili okurlanm, bu hafta sütunuma değişik konuklar ça-
ğırdım sizler için. Birazdan gelirler. Çok ünlü bir 'Pire Sirki1
nin, pire oynatıcısı Zeyyat Usta ve iki piresi bu haftaki konuk-
lanm.
Sekreterim: 'Zeyyat Usta ve pireler geldiler, Nazlı Hanım'
dedi.
'Buyurun Zeyyat Usta. Sütunuma hoşgeldiniz. Pire arka-
daşlar gelmediler galiba? Bir işleri mi çıktı?'
Zeyyat Usta: 'Gelmez olurlar mı, geldiler. İşte buradalar',
dedi. Cebinden çıkarttığı ufak bir cam şişenin kapağını açtı.
Sirk mensubu iki pire masamın üstüne zıplayıverdiler.
'Adlan ne bu arkadaşlann?'
'Mazlum ile Hidayet. Soldaki Hidayet. Daha besili olanı...'
'Pekiyi Zeyyat Usta, okurlanmıza Pire Sirkini2 hakkında bi-
raz bilgi verir misiniz?'
'Hay hay efendim. İşte ben her gece ufak bir sahnede bu
pireleri oynatırım. Tekerlek çevirirter, sağ işaret parmağım-
dan sol işaret parmağıma zıplarlar. Ufak trapez numaralan
bile öğrettim. Araba çekerler... Velhasıl ne isterseniz yapar-
lar..."
'Gerçekten inanılmaz bir şey. Nasıl eğittiniz onları?'
'Kolay olmadı, ama egittim. Artık profesyonel sayılıriar'
'Besbelli çok değerli elemanlar bunlar. Biraz da onlarla k o
nuşmak istiyorum. Gel Hidayet.'
Pire Hidayet avucuma zıpladı.
'Hidayet cambaz bir pire olarak yetişmişsin. Çok marifet-
lerin varmış. Bir 'Pire Sirkinde' çalışmak nasıl bir duygu?'
Hidayet kulağıma yaklaştı. Yavaş bir sesle:
'Zeyyat Usta duymadan sizinle özel konuşmak isterdim',
dedi.
'Olur, özel konuşalım. Mazlum'u da çağır.'
Mazlum adlı pire de _ ^ ^ _ _ ^ _ ^ _ > ^ — ı ^
sıçrayıp avucuma gel-
di. Bakıyorum pireler
biraz tedirgin. Besbel-
li bir şeyler anlatmak
istiyorlar.
Sekreterime, 'Zey-
yat Usta'ya çay servi-
si yapıver' dedim.
Şimdi iki pire ile
başbaşayım.
'Söyleyin çocuklar,
Usta'dan şikâyetiniz
mi var?'
Mazlum, 'Zeyyat
Usta bizi yarı aç çalıştınyor', dedi.
'Aman nasıl olur? Siz iki çok değerli piresiniz. Sanatçısı-
nız. Sanatçı sayılırsınız. Baksanıza neler yapıyormuşsunuz.'
'Evet, yapanz. Ama bizi pire kamçısı ile eğıtti. Acıkınca bir
damla kendi kanından emdirir. Tekerleği hızlı çeviremezsen
kamçıyı yersin; trapezi öğretti; bir saniye sıçramada gecık-
sen, sırtında kamçı...'
Allah Allah. Çok disiplinli demek.'
Hidayet, 'Disiplinli değil, acımasız ve despot' dedi. 'Canla
başla çalışıyoruz. Her akşam salon tıklım tıklım doluyor. Pa-
ralar Hidayet Usta'nın cebine. Bize zırnık koklatmaz.'
'Nasıl olur, bir sözleşme filan irnzalamadınız mı?'
'İmzalamadık. Sözleşme yok. Boğaz tokluğuna çalışıyc-
nız.'
'Peki sigortanız var mı?'
'Hayır, Bağkur'lu bile yapmadı bizi.'
'Yani sömürülüyorsunuz.'
İkisi bir ağızdan bağırdılar:
'Evet, sömürülüyoruz! Boğaz tokluğuna, her gece canımızı
tehlikeye atıyoruz. Trapez numarasında ağ da kullanmıyor.
Kanı, koca, kıkırdaklı burnundan emdirir. Aç kalırız.'
'Mazlum, Hidayet. İlginç bir şey çıktı şimdi ortaya. Hani ya
küsmeyin; sözüm meclisten dışarı... Pire kan emer, sömü-
rür. Burada işler tam tersine. Ustanız sizi sömürüyor. Tehli-
keli numaralar yapıyorsunuz. Altınıza ağ germiyor. Kamçı
var...'
Hidayet atıldı: 'İstesek evrensel olabiliriz. Bizim gibi kaç
pire var bu numaraları yapabilen. Şişeden çıkartmaz, dışa-
rısı ile irtibat kuramayız. Öyle esir gibiyiz.'
'Yani tutsak gibisiniz.'
'Evet, aynen öyle.'
Şimdi düşünüyorum, burada bir işçMşveren sorunu ile mi.
karşı karşıyayım, yoksa bu pireler sanatçı konumundalar mı?
İşler karışık...
Hidayet, Devtet sanatçısı bile olabilirdik, ama bizi fazta lan-
se etmiyor' dedi.
Zeyyat Usta, çayını bitırmişti. Yanımıza geldi:
'Atlayın şişeye', dedi Mazlum'la Hidayet'e. Pireler şişeye gir-
diler. Usta tıpayı kapattı.
Kafam karışık. Zeyyat Usta'yı uğurladım. Şimdi bu pireleri
düşünüyorum. Bir köpeğe atlayıp kurtulsalar...
Küçucük pireler. Sömürûlüyorlar. Bazı kimseler göremiyor
bile onları.
Yarın gece Pire Sirki'ne gitmeye karar verdim. Ustayı kız-
dırmamalı. Alimallah, ezer, çıtlatır pirecikleri...
Madrid'den
Ustsüzlerin
Noel sevinciAIİHŞLAK
MADRİD — Sekiz bin üst-
süz yeni bir kışı metro tunelle-
rinde soğuk gecelerin koynun-
da geçrecekler yine. Geceleri
kapüan kilitlenen metrolan be-
lediyenn açık tutacağı haberi
kış başlangıcında Noel hediye-
si oldı üstsüzlere.
Bu Istsüzler, plaj üstsüzle-
rinden farklı. Çaiısızlar da de-
niliyor bunlara. Mekânları so-
kaklar gündüzleri; metro tünel-
leri, parklar, alt geçitler ge-
celeri.
Sabthın erken saatlerinde
metroya yolunuz düşerse, sıcak
bir inan kokusunun, sefilliğin
kokusınun geceden sabaha so-
yunuşınu duyarsınız; Karton-
lar yada en lüksü eski bir pal-
to üzeine kıvnlıp yatmış insan-
lann, Istsüzlerin gunaydınıdır
bu.
öylüleri bilinmez. Büyük
jehirkrirj yitik yaşamlandır
bunla1
. Hangi Afrika ülkesin-
den v< niçin kaçıp gelmişlerdir.
Htng umutlar, düşler, metro
tttntltrine çıkmıştır.
\ Trtfîk ışıklarında kjrmızıda
ı dum arabalann içindeki ha-
' nmüra beyiere kâğıt mendil
sttmya çalışırlar, yalvanrlar.
Arahnın ön camıru silerler.
Aîiçara düşen bir bozuk pa-
ntncakhk yaratır gözlcrde.
Uyıjarucu kullanır bazüan;
nedoe viski kullanmazlar da
syıpırucu kullanırlar. Son
umutlan, tek umutlan, sığı-
naklan. Yankesicilik yaparlar,
araba camı kınp teyp çalarlar,
araba çalarlar. Bir parçası
Madrid günlüğünün, bir parça-
sı yaşamın; var gibi yok gibi ol-
masalar da olur gibi.
lyi ki yerin altındadır metro
tünelleri, soğuk öyküleri gizle-
mek için. Noel için aydınlatıl-
mış avû cıvıl sokaklarda bir
başka dOnyalar vardır, birbir-
lerinin gizleriyle kucaklaşmış.
Hani o sihirli refah ölçüsü
var ya, kişi başına milli gelir,
tspanya'da 12 bin dolann üs-
tünde. Duyan, sokaklardan
bolluk akıyor sanır. Bazı so-
kaklardan akmıyor da değil ha-
ni. Ama kimilerinin yanıbaşın-
dan bile geçmiyor. Ustelik du-
rum gittikçe de kötüleşiyor.
Kırk milyonluk tspanya'da
sekiz milyon yoksul var. Yok-
sulluk ölçüsü, kişi başına milli
gelirin yansını bile tutturama-
rnaktır. Yani, Ispanya'da 6 bi-
nin altındakiler. Yoksullar, üst-
süzlerle karşılaştınna götür-
mezler. En azından bir üstleri
-çalılan- evleri vardır, iyi kötü
bir işleri vardır. En azından bir
"ölçiüeri" vardır: Yoksulluk
ölçüsü. Üstsüzleri ise ne yok-
sulluk ölçüsü tutar ne de refah
ölçüsü.
Güzel bir pazar sabahı,
üstsüz-üstlü, yoksul-varlıklı
herkesın uğrak yeri Güneşin
Kapısı meydanında Madrid,
yaşamın güzelliğini anlatıyor.
Roma'dan
Valentino'nun 'Otuz Yıllık Büyü'süÜnlü modacının sergisi, beş yıl süren bir elemeyle 2000 giysinin arasından
seçilen 318 parçadan oluşantafta, organza, muslin, tuvalet, elbiseve
aksesuar insana yıldızların ve prenseslerin düş âlemini yaşatıyor.
NtLGÜN CERRAHOĞLU
ROMA — "Dünyanın en muhteşem
merdivenleri" diye anılan tspanyol merdivenle-
rinin az ötesinde Valentino'nun atölyesi. Soyut
bir heykelin süslediği avluyu geçip içeri girdiği-
nizde "Otuz Ydlık Bnyü" ile karşdaşıyorsunuz.
Ünlü modaonın otuz yılnk meslek yaşamının
başyapıtlannı konu alan sergi bu.
Altı ay boyunca Roma sosyeteânin, turistle-
rin, ev kadınlannın ve öğrencilerin vazgeçeme-
diği başkent randevulanndan birine dönüşen ser-
gi, artık Floransa'ya gidiyor. Gerçek bir sanat ser-
gisine yakışan biçimde dünyayı dolaşacak olan
"Otuz Yıttık Buyii", 92'nin ikinci yansında Lond-
ra'daki Victoria and Albert Museum'a taşınacak.
Serginin bundan sonraki duraklarını: Madrid,
New York ve Tokyo izleyecek.
Beş yıllık bir elemenin ârdından 2000 giysinin
arasından seçilen 318 parçadan oluşan tafta, or-
ganza, muslin, tuvalet, elbise ve aksesuar insa-
na bir kaç saat için yıldızlann ve prenseslerin düş
âlemini yaşatıyor. Visconti'nin "Venedik'te
Öüim" fılminin ışıkçısı Pasquaüno de Santi'nin
yan loş ışık düzer.i altında sergilenen giysiler ünlü
filmlerin ve ünlü kadınlann damgasını taşıyor.
örneğin işte Jackie Kennedy'mn 1968'de Onas-
sis'le evlenirken giydiği krem rengi kupür dantel
işli muslin mini etek ve son kupür dantel çorap-
lar, diğer bir köşede Audrey Hepburn'ün Roth-
schild'lann balosunda giydiği empirme organza
tuvalet; derken Ua Taylor'un 1961'de Spartacus-
ün galasında giymek için ısmarladığı etrişli be-
yaz manto, Monica Vitti'nin "LAvventura" fil-
minde kullandığı bulut gibi siyah muslin elbise
ve nihayet "F1AT' imparatoriçesi, Modigliani
bo>-unlu aristokrat Marella Agnelli'nin birbirin-
den görkemli giysileri...
Otuz Yıllık Büyü'yü dolduran giysilerin çoğu
böyle, ünlü modacının ünlü müşterilerinin gar-
dıroplanndan geliyor. Valentino'nun kendileri
için yapmış olduğu bu değerli kıyafetleri; geliri
AIDS vakfına bağışlanmak uzere sergiye arma-
ğan eden ünlüler arasında Begüm Aga Han,
Tspanya Kraliçesi Soflva, Italyan Veiihatı Umber-
to de Savoya'nın karısı Marina de Savoya: Mari-
sa Berenson, Madam Vanderbilt, Angelica Hus-
ton, Barones Thyssen, Prenses Pignatelli ve Kon-
tes Crespi gibi isimler sayılıyor.
"Bu sergi beaim gibi bir estetik delisi için ya-
şamın özcti. Ben yalıız güzel şeyieri, güzel in-
sanlan severim. Bakımsıziıktan, derbederükle
aram hiçtaoşdegiidir..." diyerek Otuz Yıllık Bü-
yü'yü tanımlayan Valentino başdöndürücü dekol-
teler, katmerli, drapeler, volanlarla süslü giysi-
lerini "Düş", "Göndüz", "Kırnuzı'', "Beyw", "Si-
yah", "Balo", "Aplike Sanatlar" ve "Afrika" di-
ye sekiz ayn konu, renk ve müzikle bölüyor.
"Modanın Rolls Royce"u diye tanımlanan Valen-
tino'yu en iyi betimleyen bölüm "Kınnızı'' şüp-
hesiz. "En dişi" kadın giysilerinin sergilendiği bu
bölümdeki bazı giysiler her ne kadar "Acaba iki
Valentino ma var" dedirtecek kadar Arap müş-
terilere yönelik Şişli butiklerinden çılcmış gibi^u-
nıyorsada Carmen operası eşliğinde sunulan ba-
zı kırmızı-siyah tuvaletler yürek hoplaüyor. "Kır-
mızı en albenili renktir" diyen Valentino en sev-
diği rengin bu olduğunu söylüyor ve ekliyon "Ya-
samdır çünkö larmızı. öiüm getiren kandır, tat-
kodw, aşkör, özütiye, efkâra karşı en keafaı ça-
redir. Kırmızılar Kİymis bir kadın daima
muhteşemdir..." Serginin en ilginç bölflmü
ise "Apüke Sanatlar" adını taşıyor. Maisen
porselenlerinden, Caravaggio'nun tablolanndan,
Can-Can dansözlerinin daracık büstlerinden,
Delft seramiklerinden, Türk peştamallanndan
esinlenerek özel olarak dokutulmuş kumaşlar,
renkler, desenler ve işlemeler modanın sanatla
nasıl iç içe yasadığını kanıthyor. Bu bölümde yer
alan 100 giysinin her biri 2000 saatlik el ve göz
emeği taşıyor.
Kııala Lumpur'dan
Aalı yemekler vatanı
Malezja'ja ikinci büyük göç Hindistan'dan )aşanmı^. Guney Hindistan'dan gelen guvmenlerin
özellikleri de Malezya ile kaynasmış.
NEVVAL ÇtZGEN
KUALA LUMPUR (Malez-
ya) — On üç eyaletten oluşan
Malezya'mn başkenti Kuala
Lumpur çok renkli ve kozmo-
polit. Kauçuk, palmiye, egzotik
meyveler ve her türlü baharatın
ülkesidir Malezya. Tropik bahk
ve deniz ürünleriyle size her an
bir ziyafet çekebilir.
Çin geleneklerinin kendini
ağırhkla hissettirdiği bu bölge-
de halkın yüzde yetmişbeşi Çin-
li.
1459'da Malezya Sultanı
Bansnr Şah'la evlenen Çinli
Prenses Han Li Po iki ülke ara-
sındaki ilişkilerin kuvvetlenme-
sine neden olur. Bundan sonra
Çinli göçmenler akın eder. Çok
yoksul olan Çinliler Malezya'-
da her işte çalışırlar. Göçmen-
ler kültürüne Peranakans deni-
yor.
Çinliler, Malezya ile kaynaş-
mış. tnanılması guç, ama o dö-
nemde göçmen Çinlilerin iki eş
aldığı söyleniyor: Biri Çinli di-
ğeri Malezyalı kadın. O neden-
le iki ülkenin özellikleri birbir-
lerine yemek kultüründe bile
kaynasmış. Çok benzer özellik-
ler bulunmasına rağmen Malez-
ya yemekleri çok acılıdır.
İkinci büyük göç ise Hindis-
tan'dan yaşanmış. Güney Hin-
distan'dan gelen göçmenler hin-
distancevizi sütünü ve yoğurdu
taşımışlar Malezya'ya. Hint
curry'si ve incelikleri de Malez-
ya ile kaynaşmış.
Malezya'daki Batı etkisi Por-
O P E L İ L E
ŞÎMDİ BAĞLANIN
1 Ocak 1992'den ıtibaren Türkiye'de emniyet
kemeri kullanımı yasal bir zorunluluk olacaktır.
En üstün yol ve yolcu güvenliğine göre yaratılan
OPEl'ler, üç kademeli emniyet kemer sistemiyle
donatılmıştır. OPEL ile bağlandığınıza güvenin
Bu sizin hayat bağınız olacaktır.
tekiz'dir. Hâlâ önemlı sayıda bir
Portekiz azınlığı yaşamaktadır.
1400 ailelik Portekizliler grubu
'Cristao' denilen eski Portekiz-
ceyi konuşuyorlar. Gelenekleri-
ni sürdurüyorlar. Yemeklerinin
ekşili ve acılı olmasına bakılır-
sa Malezya etkisi onlan da çarp-
mış. Bu yemekleri dili yanma-
dan yiyecek yabancı zor bulu-
nur. Zehir mübarek...
Malezya'da baba (erek) nan-
ya (kadın) anlamında. Negri
Sembilan, Kuala Lumpur, The
Kilang Valley Perak (gümüş
madenleri nedeniyle Perak gü-
müş sözcüğüyle eşanlamlı kul-
lanıhr), Kedah, trapik bir cen-
net olan Penang, Tayland etki-
sindeki Perkis, Padi, Kelanton
ise Malezya'mn kalbidir. Bugün
*tn çok bilinen 500 yemeğin sa-
hibesi eski kraliçeleri Paduka
Che Siti Wan Kembang güzel-
lik ve zekâ idolüdür burada.
Sualtı güzelliklerine sahip
Doğu sahillerindeki Pahang
eyaleti turist cennetidir.
Sabah ise dağlanyla ünlü bir
Çinliler,
Malezya ile
kaynasmış. O
dönemde
göçmen
Çinlilerin iki eş
aldığı
söyleniyor. Biri
Çinli, diğeri
Malezyalı.
bölgesi. Burası Güneydoğu As-
ya'nın en yuksek tepesine sahip
4101m. Kinabolu Dağı muhte-
şem. Uzun yıllar tngiliz koloni-
si olan bölge 1%3'te bağımsız-
lığma kavuşmuştur.
Singapur'un bağımsızlığı ise
25. yılını kutluyor. Bunca kısa
surede modernleşen ve yılda 6
milyon turist çekmeyi beceren
kente hayranlıkla bakıyorum.
Havaalanından tropik çiçek ve
ağaçlar içinden geçerek kente gi-
riyoruz. Her yerden bir çiçek, ot
sarkıyor.
Singapur'da gece gündüz sı-
cakhk farkı çok az. Genellikle
30 derece üstü. Nem oranı çok
yüksek. Tropik yağmurlar
kasım-aralık-ocak'ta yağıyor.
Burada, Hong Kong gibi, tele-
fon bedava. Ulaşım çok düşük
paralarla metroyla.
Yeni sloganlan; tek halk, tek
ülke: Singapur 25. yılını çeşitli
multivizyon, film, afiş gibi et-
kinlikleTİe kutlayacak denli çağ-
daş insanlar ülkesi.
Batıuri'dan
Aşkolsun
GürcistanBir köylü bana "Ştalin'i sever misin" diye
soruyor. Sevmediğimi söylüyorum, "Çünkü
oriun elinde sopa vardı" diyorum. Aynı adam
Atatürk'ü sevdiğini söylüyor, biraz kırgın.
MEHMETZtYA
BATUM — Burası Acaris-
tan. Gürcistan'a bağlı bir cum-
huriyet. Cumhurbaşkam var.
Buraya gelene kadar 'Acaris-
tan' diye bir yer olduğunu bü-
miyordum işin doğrusu. Sarp'-
taki sınır komşumuz.
Pek çetin geçh veren Acar
dağlanna tırmanırken dört çe-
kerli Volga 'Willy's'in arka
koltuğunda dört kişi yan yana
oturuyoruz. Ali, ben, Reao,
Gako. önde şoförumüz Hay-
dar ve yanında çevirmenimiz,
Azeri kızı 'Valida Celalovna.'
Bin beş yüzünden uç bin met-
resine kadar kimi ormanhk, ki-
mi kayalık, kimi karlı dağlann,
insanlann kaşımasına izin ver-
diği çamurlu yollanndan geçer-
ken leğen kemiğimin köşesi
Volga'nın arka koltuğunda ar-
kadaşhk kurduğu bir demir çı-
kıntısı tarafından her darbede
biraz daha çürüyor, çiğ onnan
kokuları yerine de buram bu-
ram yağ yakan motor egzozu
soluyonız. Aynca bu arka kol-
tuk samimiyeti insanı biraz ba-
yar: "Türkiye, Gürcistan, Er-
menistan ve Azerbaycan gi-
biyiz" diyorum. Valida'nın
tercüme etmesine gerek kalmı-
yor, Gako anlıyor.
Süslü, cıvıl cıvıl bir sonbahar
ormanı bu; sadece ayllğı ile ge-
çinen bir Gürcünün bir yıllık
maaşı karşıhğında Türkiye'de
satın alamayacağı 'yılbaşı'
çamlannın devleri var burada.
Ve arasında ancak evrensel bir
rasgeleliğin ulaşabileceği bir
güzellikle serpiştirilmiş sarı ve
kırmızı yaprakh diğer ağaç-
lar...
Işimizın bizi Istanbui'daki
floresan lambalı ve cigara du-
manlı ofisimizden söküp getir-
diği zirvenin yüksekliği 1427.6
metre. Harıtada bitki örtusü
renklerle belirli. Türk sını-
nnın bu harita renklerini
kahverengi-yeşil bir futbolcu
formasındaki kesinlikle ayırdı-
ğıru goruyorum. Bizim tarafta-
ki kahverengiliğj, Türkiye'de
beslenen keçi sayısımn fazla
oluşuyla açıklamaya uğraşır-
ken Ali'nin seslenmesi ile ken-
dime geliyorum: "Bak, bir inek
geldi" diyor.
O günkü işimizin bitiminde
yakındaki bir dağ köylüsünün
evine 'konnk' oluyoruz. Yo-
ğurduyla, kaymağıyla, tavuk
ve sığır etinden yapümış ye-
mekleriyle mükellef bir sofra
bizi bekliyor. Çok yıldızh Jo-
kantaların bile ayarlamakta
güçlük çekecekleri bir zaman-
lamayla, üzerine erimiş tereyağı
dökülü 'bnrana' peynirlerimiz,
mısır ve kara buğday ekmekle-
rimiz sıcak, bizi bekliyor. Ka-
çımlmaz olarak şarap ve votka
da var. Tek seferde kafaya dik-
mezsen erkekliğin şüpheli.
Uzun ve törensel bir konuşma-
nın ârdından 'Gaumarcos!' de-
yip ne var ne yok kafaya dike-
ceksin. Gaumarcos bizim 'şere-
fe'nin karşılığı, anlamı: 'Aşk
obnn."
Bir köylü bana 'Ştalin'i se-
ver misin?' diye soruyor. Sev-
mediğimi söylüyorum, 'Çünkü
onun elinde sopa vardı' diyo-
rum. Valida adamımızın yanı-
tını tercüme ediyor: 'Sopa düz-
dü.' Yani sopa olması iyiydi.
A.ynı adam Atatürk'ü sevdiği-
ni söylüyor, biraz kırgın.
Bu defa kadehler Banş'a
kalkıyor. Çevremizde pervane
olan kadınlar çikolatalan ol-
madığı için özür diliyorlar, bir
dahaki geüşimizde çikolata ge-
tirmemiz gerekli belki de. Biraz
törensel ve çikolatasız, içten
dostluğu yudumluyoruz serin
ev şaraplannda. San yapraklar
arasından süzülen köpüklü dağ
sulan gibi.
Tam romantizme başladı-
ğunda bu satırlan yazdığun Ba-
tum'daki otel odasında elek-
trikler kesiliyor. Ideolojisi ta-
rafından terk edilmiş bir hal-
kın, sivilceli ergenlik çağım ya-
şayan genç ülkesinde böyle ak-
saklıklar doğal değil mi?
Gaumarcos Gürcistan!